Bu millet geçmişte olduğu gibi bugün de tüm dünya Müslümanlarının özlemini çektiği barış ve güvenlik ortamını oluşturmakta öncü rol oynayacaktır. 21. yüzyıl, Allah`ın izni ile, tüm Müslüman ve Türk halkları için aydınlık bir çağ olacaktır.
Türkiye, tarihinde imparatorluk kurmuş, 700 yıl boyunca hüküm sürmüş büyük bir devletin mirasçısıdır.
Şu anda Kafkaslar`da, Balkanlar`da ve özellikle Ortadoğu`da yaşanan savaşların, karışıklıkların, acıların yaşandığı yerlerde, Türkiye`nin mirasçısı olduğu Osmanlı İmparatorluğu döneminde istikrar, huzur ve barış vardı. Türkiye, yüzyıllarca bu ortamı muhafaza etmesini bilen devletin devamı olarak, yeniden aynı huzur ve barış ortamının tesisinde öncü rolü oynayabilir.
Türkiye bölgede hem yönetim anlayışı olarak hem de bölge insanlarının inanç, kültür ve yaşamlarıyla ortak dokulara sahip olmamızdan kaynaklanan doğal bir lider konumundadır. Mevcut yapısıyla, demokratik ortamı, yetişmiş insanı, tarihi misyonuyla hem bölgedeki halklar tarafından bu şekilde algılanan hem de artık batı dünyasının gözünde de aynı konumda görülmek istenen ülke Türkiye`dir.
Doğu ve Batı arasında bir başka deyişle İslam Medeniyeti ve Batı Medeniyeti arasında köprü vazifesi görebilecek, İslam dünyasının sorunlarına yakın bir ülke olarak çözümler getirebilecek, aynı zamanda İslam ülkelerinin batı ile olan ilişkilerini en iyi düzenleyebilecek ülke de yine Türkiye`dir.
Müslümanların yaşadığı coğrafyanın, Osmanlı`nın mirasçısı olan Türkiye`nin öncülüğüne, birleştiriciliğine, sevgi ve şefkatli yönetim ve yaşam şekline ihtiyacı var.
Bu coğrafya, geçtiğimiz 20. yüzyılda dünyanın en kanlı, en karışık ve en huzursuz bölgeleriydi. Bu bölgelerde yaşayan Müslüman halklar iç savaşlar, işgaller, sürgünler ve mülteciler gördü. Özellikle etnik ve dini farklılıklara dayanan çatışmalar, bu geniş coğrafyayı kan ve gözyaşı ile suladı. 21. yüzyılın hemen başlarında yaşanan gelişmeler ise -kalıcı bir çözüm bulunamazsa- bu bölgelerdeki istikrarsızlığın artarak devam edeceğini gösteriyor.
Oysa bu coğrafya bir zamanlar böyle değildi. Aksine, bu bölgelerde asırlar süren bir istikrar, barış ve huzur dönemi yaşanmıştı. Balkanlar'da 19., Ortadoğu'da ise 20. yüzyıla kadar süren bu istikrarın kaynağı ise, bu bölgelerdeki Osmanlı hakimiyetiydi.
Osmanlı`nın İslam Ahlakı
Osmanlı İmparatorluğu`nun sınırları ve etki alanı içinde, üç dine ve sayısız mezhebe mensup, dilleri, kültürleri, ırkları birbirinden farklı milyonlarca insan, asırlar boyunca barış içinde yaşadı.
Peki Osmanlı bunu nasıl başardı?
Bu sorunun cevabı, Osmanlı`nın kendine rehber edindiği İslam ahlakıydı. Osmanlı Devleti'nin en büyük hedefi, İslam`ın bayraktarlığını yapmak, İslam adaletini ve ahlakını dünyaya yaymaktı. Bu nedenle de Osmanlı, fethettiği topraklarda Allah'ın Kuran`da emrettiği gibi, hiçbir zora ve baskıya başvurmadı. Farklı grupları büyük bir adalet ve hoşgörüyle yönetti. Osmanlı yönetimi için sadece Müslüman halkların değil, kendisine tabi olan her dinden insanın rahatı ve mutluluğu önemliydi.
Osmanlı padişahları, kendilerinden yardım isteyenler Müslüman olmasalar da onlara yardım etmiş ve bunun Allah`a karşı bir sorumluluk olduğunu bilmişlerdi. Bu, iman edenlere Kuran`da bildirilen bir emirdir. Bir ayette şöyle buyurulur:
Eğer müşriklerden biri senden güvenlik isterse ona güvenlik ver, öyle ki Allah`ın sözünü dinlemiş olsun. Sonra onu güvenlik içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların elbette bilmeyen bir topluluk olmaları nedeniyledir. (Tevbe Suresi, 6)
Osmanlı padişahlarının Allah ve peygamber sevgisi adaletli, merhametli ve dolayısıyla da başarılı bir yönetim kurmalarını sağladı. Piri Paşa`nın Yavuz Sultan Selim için sarf ettiği sözler, Osmanlı Padişahlarının örnek ahlakını ortaya koymaktadır:
``Kendilerini padişah bilmezlerdi. ``Hak Teala`nın zavallı ve yoksul kullarının ve yeryüzündeki tüm kullarının güvenliğini sağlamaya gönderdiği değersiz biriyim`` derlerdi.``
Osmanlı`nın yaşamaktan şeref duyduğu İslam ahlakı, insana kendi aleyhinde olsa bile adaleti emrediyordu. Kuran`da Allah`ın bildirdiği bu ahlak özelliği, Osmanlı`nın ve tüm dünya Müslümanlarının üstün adalet anlayışının temelidir.
Ey iman edenler kendiniz, anne babanız ve yakınlarınız aleyhinde dahi olsa Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. Onlar ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp hevalarınıza uymayın. (Nisa Suresi, 135)
Din ve vicdan hürriyeti, Osmanlı İmparatorluğu`nda titizlikle uygulandı. Osmanlı topraklarında kilise, havra ve camiler yanyanaydı. Bu nedenle başta katolik Avrupa`nın katı baskılarına maruz kalan Ortodoks Balkan halkları olmak üzere pek çok halk, çoğu kez Hıristiyan yöneticiler yerine Osmanlı hakimiyeti altında yaşamayı tercih etti. Sadece Hıristiyanlar değil, 15. yüzyılın sonlarında İspanya`dan sürülen yahudiler de kitleler halinde, adaletinden ve hoşgörüsünden emin oldukları Osmanlı yönetimine sığındılar.
Türk Milleti`nin Öncülüğü
Bugün söz konusu coğrafyada yaşayan milletlerin hepsi Osmanlı`nın adaletine, hoşgörüsüne ve kendilerine sağladığı barış ortamına şahitlik etmiştir. Yıllardır bu topraklarda süregelen savaş, karmaşa ve düzensizlik yüzünden huzura, güvenliğe ve barışa hasret kalmış olan mazlum Müslüman halklar yeni bir Osmanlı`nın özlemi içindedir.
Dünyanın etnik ve dini çeşitliliği bakımından en geniş yelpazesine nizam vermiş olan Müslüman Türk Milleti, tüm dünya Müslümanları için büyük önem taşımaktadır.
Bu millet geçmişte olduğu gibi bugün de tüm dünya Müslümanlarının özlemini çektiği barış ve güvenlik ortamını oluşturmakta öncü rol oynayacaktır. Bu millet geçmişte olduğu gibi bugün de sabrı, imanı ve güzel ahlakı ile mazlumun yanında, zalimin karşısında olacak, tüm dünyanın özlemini çektiği barış ve güvenlik ortamını oluşturacaktır. 21. yüzyıl, Allah`ın izni ile, tüm Müslüman ve Türk halkları için aydınlık bir çağ olacaktır.