Belki de (Darwin’in) uğraşmak zorunda kaldığı en büyük problem, uyum sağlamış özelliklerin, bir soydan diğerine geçişini sağlayan yollardı. Çünkü Darwin’in öldüğü dönemlerde, genetik prensipleri henüz keşfedilmemişti. Çözemediği ikinci problem ise fosil kayıtlarının karakteriyle ilgiliydi.1
Charles Darwin |
6. Perm Yeryüzünün farklı dönemleri hakkında bilgi edinmenin en önemli araçlarından biri de fosillerdir. Diğer bir deyişle fosiller, sadece canlılığın tarihi hakkında değil, aynı zamanda yeryüzünün tarihi hakkında da bilgi verirler. Belli fosil türleri ise yalnızca belli katmanlarda ve belli kaya tiplerinde bulunur. Üst üste gelen kaya katmanlar›n›n her bi- rinde kendisine has, o katman›n bir tür im- zas› olarak nitelenebilecek fosil gruplar› oldu¤u görülmektedir. |
Darwin, "evrim teorisi" adıyla geliştirdiği hipotezini, Douglas Ward’ın yukarıdaki sözlerde belirttiği iki beklentisi üzerine kurgulamıştı. Birincisi, türler arası değişimlerde, ıhayali bir biçimdeı farklı özellikleri meydana getiren genlerin, sonraki soylara aktarılması; diğeri de türler arasındaki bu hayali değişimin fosil kayıtlarında sergilenmesi idi.
Fosil kayıtları ise, Darwin için bir diğer büyük hüsrandır. Darwin'in gelecekte bulunmasını beklediği ara fosil örnekleri bulunamamıştır. Fosil kayıtlarının yetersizliği iddiasını artık hiçbir Darwinist gündeme getirmemektedir, çünkü kayıtlar, neredeyse tüm örneklerini vermiştir. Yeryüzünün büyük bir kısmı araştırılmıştır ve paleontolojinin ortaya çıkardığı gerçek, "tek bir ara geçiş" örneğinin bile olmadığı ve yüz milyonlarca yıl önce yaşamış olan canlıların "değişmediğidir". Harvard Üniversitesi'nden evrimci paleontolog Stephen Jay Gould, aslında Darwin'in de farkında olduğu bu gerçeği; "Fosil kayıtları, Darwin'e mutluluktan çok hüzün getirdi," sözleriyle açıkça ifade etmiştir.2 Amerika Doğa Tarihi Müzesi'nden evrimci Niles Eldredge ve Ian Tattersall ise bu durumu şöyle açıklamışlardır:
Darwin için, canlının anatomik özellikleri üzerinde değişikliklerin meydana geldiğini ve bunların sonraki soylara aktarılarak yeni türleri meydana getirdiğini iddia etmek kolaydı. Çünkü Darwin’in fikirlerini ürettiği 1800'lü yıllar, henüz genetik biliminin tanınmadığı, bilimsel anlamda "ilkel" yıllardı. Hücrenin kompleksliği keşfedilmemişti. Bir canlının tüm özelliklerini belirleyen genlerin muhteşem yapıları, içerdikleri bilgi ve sahip oldukları hassasiyet bilinmiyordu.
Darwin için, türler arası bu hayali değişimi gösterecek fosil kayıtlarının yeryüzünün bir yerlerinde olduğunu iddia etmek de kolaydı. Çünkü onun iddiasına göre, yeryüzü katmanlarında ara geçiş fosilleri vardı, onlar sadece bulunamamışlardı. O dönemde yeryüzünden toplanan örnekler oldukça az sayıdaydı ve ara fosil vermemişti. Darwin’e göre, gelecekte bir gün insanlar, bu hayali kayıp fosillerle karşılaşmaya başlayacaklardı. Gerekli olan tek şey zaman ve yeryüzünde gerçekleştirilecek detaylı çalışmalardı.
Darwin’in teorisi bu iki temel mantık üzerine kurulmuş oldu. Dikkat edilirse, ortada herhangi bir kanıt veya gözlem değil, sadece varsayımlar vardı. Çünkü evrim teorisi aslında, bilimsel değil tamamen ideolojik sebeplerle ortaya atılmış bir teoriydi. İnsanları Allah inancından uzaklaştırmak, Yaratılış gerçeğine karşı bir alternatif olarak sunulmak üzere geliştirilmişti. Yine bu amaçla dünyaya yayılan materyalist mantığın, canlı tarihine uyarlanmış şekliydi. Ama iddianın bu yönü, dönemin "bilimsel ilkelliği" nedeniyle fark edilemedi. Teori, tümüyle bilimsellik adıyla ortaya çıkmıştı. Teorinin mantıksızlığı açıktı, ama o dönemin şartları içinde, bunun delilsizliğini ispat edecek kanıtlar henüz anlaşılamamıştı.
Aradan geçen yaklaşık 1.5 asırlık dönem, teorinin delilsizliğini ve tümüyle bir aldatmacadan ibaret olduğunu büyük bir hızla ve sayısız bilimsel delil ile göstermiştir. Türlerin küçük değişimlerle birbirlerinden meydana geldikleri iddiası, genetik biliminin ortaya koyduğu gerçekler ile tümüyle ortadan kalkmıştır. Genler, son derece kompleks ve hassastırlar. Herhangi bir mutasyondan olumsuz etkilenir ve bozulmaya uğrarlar. Dolayısıyla genler üzerinde tümüyle bilinçsiz, tesadüfi değişimlerin meydana gelmesi ve bu yapıyı, farklı işlevler gören başka bir yapıya dönüştürmeleri mümkün değildir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Araştırma Yayıncılık). Fosil kayıtları ise, Darwin için bir diğer büyük hüsrandır. Darwin'in gelecekte bulunmasını beklediği ara fosil örnekleri bulunamamıştır. Fosil kayıtlarının yetersizliği iddiasını artık hiçbir Darwinist gündeme getirmemektedir, çünkü kayıtlar, neredeyse tüm örneklerini vermiştir. Yeryüzünün büyük bir kısmı araştırılmıştır ve paleontolojinin ortaya çıkardığı gerçek, "tek bir ara geçiş" örneğinin bile olmadığı ve yüz milyonlarca yıl önce yaşamış olan canlıların "değişmediğidir".
Harvard Üniversitesi'nden evrimci paleontolog Stephen Jay Gould, aslında Darwin'in de farkında olduğu bu gerçeği; "Fosil kayıtları, Darwin'e mutluluktan çok hüzün getirdi," sözleriyle açıkça ifade etmiştir.
Amerika Doğa Tarihi Müzesi'nden evrimci Niles Eldredge ve Ian Tattersall ise bu durumu şöyle açıklamışlardır:
Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtlarında bulundukları süre boyunca değişim göstermedikleri, Darwin’in Türlerin Kökeni’ni yayınlamasından önce bile paleontologlar tarafından bilinen bir gerçektir. Darwin ise gelecek nesillerin bu boşlukları dolduracak yeni fosil bulguları elde edecekleri kehanetinde bulunmuştur. Aradan geçen 120 yılı aşkın süre boyunca yürütülen tüm paleontolojik araştırmalar sonucunda, fosil kayıtlarının Darwin’in bu kehanetini doğrulamayacağı açıkça görülür hale gelmiştir.
Bu, fosil kayıtlarının yetersizliğinden kaynaklanan bir sorun değildir. Fosil kayıtları açıkça, söz konusu kehanetin yanlış olduğunu göstermektedir. Türlerin şaşırtıcı bir biçimde sabit oldukları ve uzun zaman dilimleri boyunca hep statik kaldıkları yönündeki gözlem, "kral çıplak" hikayesindeki tüm özellikleri barındırmaktadır: Herkes bunu görmüş, ama görmezlikten gelmeyi tercih etmiştir. Darwin’in öngördüğü tabloyu ısrarla reddeden hırçın bir fosil kaydı ile karşı karşıya kalan paleontologlar, bu gerçeğe açıkça yüz çevirmişlerdir.3
İşte, Darwin’in evrim teorisi, aslında bütün imkansızlıkların yeteri kadar bilindiği ama kasıtlı olarak görmezden gelindiği bir ortam içinde gelişmiştir. Türler üzerinde rastgele etkilerle faydalı genetik değişiklikler meydana gelmesi, bunların soylara aktarılması ihtimali bilimsel olarak yoktur. Fosiller de, böyle bir değişimi reddetmekte, milyonlarca yıl boyunca yaşamış olması gereken ara fosil örneklerinden tek bir tanesini bile vermemektedir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Ara Geçiş Açmazı, Araştırma Yayıncılık)
O halde, evrim teorisini hangi bilimsel kanıt ayakta tutmaktadır?
Evrim teorisini ayakta tutan herhangi bir bilimsel kanıt yoktur. Bu gerçek bir kez daha gösterir ki, Darwinizm’i destekleyen sebepler bilimsel değil ideolojiktir. Bilimsellik, önce bir hipotezin ortaya atılmasını, sonra bunun delillendirilerek kuram haline dönüşmesini gerektirir. Ancak evrim teorisi için bu geçerli değildir. Teori, tek bir delil ile bile desteklenmemektedir, buna rağmen ders kitaplarındaki yerini korumakta, medyada en aldatıcı haberlerle sunulmaktadır. Kanunlarla korunmakta, adeta "değiştirilemez, hakkında aksi bir karar alınamaz" mantığıyla muhafaza edilmektedir. Bunun tek sebebi, evrim teorisinin bilimsel bir tez değil, dogmatik bir inanç olmasıdır.
Fosil kayıtları, durmaksızın Darwin’in iddialarını yalanlamakta, Yaratılış gerçeğini göstermektedir. Darwinistlerin çabası, başarısız olmuştur. Yeryüzündeki deliller, canlıların evrim geçirmemiş olduklarını belgelemiş, açıkça ilan etmiştir. Bunun en büyük delillerinden ikisi, ara fosillerin yokluğu ve fosil kayıtlarındaki durağanlık yani "stasis" gerçeğidir.
1 Peter Douglas Ward, On Methuselah's Trail, W. H. Freedman and Company, 1992, s. 9
2 Stephen J. Gould, The Panda’s Thumb, 1980, s. 238-239
3 N. Eldredge, and I. Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University Press, 1982, s. 45-46