Evrimcilerin sıkça rastlanan senaryolarından biri de insanın maymunlarla ortak bir atadan türediği masalıdır. Yazılı ve görsel medyada sık sık eğik yürüyen maymunların zaman içerisinde dik yürüyen insanlara dönüştüğü yalanı, hayali çizim ve hikayelerle telkin edilir.
HAYALİ ÇİZİMLER |
Tarih boyunca 6.000’den fazla maymun türü yaşamıştır. Bunların çok büyük bir bölümünün nesli tükenmiş ve ortadan kaybolmuşlardır. Bugün yalnızca 120 kadar maymun türü yeryüzünde yaşamaktadır. İşte, bu 6.000 civarındaki nesli tükenmiş maymun türünün fosilleri, evrimcilerin hayali senaryoları için çok zengin bir malzeme kaynağı oluşturmaktadır.
Evrimciler, yok olmuş maymun türlerinden işlerine gelen bir bölümünün kafataslarını ve kemiklerini küçükten büyüğe doğru dizmiş, bu seriye, nesli tükenmiş bazı insan ırklarına ait kafataslarını da ekleyerek insanın evrimi senaryosunu yazmışlardır. Senaryo şöyledir: “İnsanlar ve günümüz maymunları ortak atalara sahiptirler. Bu canlılar zamanla evrimleşerek bir kısmı günümüz maymunlarını meydana getirmiş, evrimin diğer bir kolunu izleyen bir başka grup ise günümüz insanlarını oluşturmuştur”.
Oysa, bütün paleontolojik, anatomik ve biyolojik bulgular bize, evrimin bu iddiasının da diğerleri gibi geçersiz olduğunu göstermektedir. İnsanla maymun arasında herhangi bir akrabalık olduğuna dair hiçbir somut kanıt yoktur. Sahtekarlıklar, çarpıtmalar, göz boyamalar, aldatıcı çizim ve hayali yorumlar dışında... (Detaylı bilgi için bkz. Evrim Aldatmacası, Harun Yahya, Araştırma Yayıncılık; Hayatın Gerçek Kökeni, Harun Yahya, Araştırma Yayıncılık)
Fosil kayıtları bizlere, tarih boyunca insanların insan, maymunların da maymun olarak kaldıklarını göstermektedir. Evrimcilerin insanın sözde atası olarak gösterdikleri fosillerin bir bölümü, aslında günümüze çok yakın tarihlere -örneğin 10.000 sene öncesine- kadar yaşamış ve kaybolmuş eski insan ırklarına aittir. Dahası, günümüzde halen yaşamakta olan birçok insan topluluğu ise, evrimcilerin insanın ataları gibi göstermeye çalıştıkları, bu soyu tükenmiş insan ırklarıyla aynı fiziksel görünüm ve özellikleri taşımaktadır.
Hepsinden önemlisi, maymunlar ve insanlar arasında sayısız anatomik farklılıklar bulunmaktadır ve bunların hiçbiri evrimle ortaya çıkabilecek türden değildir.
Sahte Sıralama |
1- Australopithecus boisei, |
Evrimciler, nesli tükenmiş maymun türlerine ve bazı insan ırklarına ait kafataslarını küçükten büyüğe doğru dizerek, insanın evrimi senaryosunu yazmışlardır. Ancak insanla maymun arasında akrabalık kurma çabaları sahtekarlık, çarpıtma, göz boyama, aldatıcı çizim ve hayali yorumlardan öteye gidememiştir. Bütün paleontolojik, anatomik ve biyolojik bulgular, bu evrimci senaryoları yalanlamaktadır. |
Evrimciler insanın sözde maymunsu bir atadan evrimleştiğini ve sahip olduğu beynin de bu hayali süreçte irileşip geliştiğini iddia ederler. Buna göre beynin irileşmesi sözde evrimsel bir adaptasyondur. Yine bu iddiaya göre beynin sözde evriminden, hiçbir amacı ve hedefi olmayan, rastgele meydana gelen mutasyonlar ve doğal seleksiyon sorumludur. Darwinistlerin bu iddialarını desteklemek için en sık başvurdukları şey ise -kendi ön yargılarına dayanarak- küçükten büyüğe doğru sıraladıkları kafataslarının şemasıdır. Bazı kaynaklar bu iddia ve hayali şemaları sık sık karşımıza çıkarırlar. Ancak beynin evrimi propagandası geçersizdir. İnsanın hayali soy ağacına dahil edilen kafatasları aslında bize yansıtıldığı gibi düzenli bir gelişim ortaya koymazlar. Ayrıca insan beynindeki işlem kapasitesi çok üstün, tasarım da son derece komplekstir. Beyindeki bu özellikler bilgisayar mühendislerince yeni tasarımlar geliştirmede örnek alınmaktadır. Böyle bir organın rastlantısal mutasyonlarla gelişip evrimleştiği iddiası tamamen saçmadır.
İlk olarak, beynin büyüklüğü ile işlevselliği arasında hiçbir doğrusal ilişki olmadığını belirtmek gerekir. Ünlü dil bilimci David Bickerton bu durumu şöyle açıklar:
İnsan beyni hacim olarak, kabaca 1.000 ila 2.000 cm3 arasında değişir ve ortalama bir insan beyni 1.400 ile 1.500 cm3 arasında hacme sahiptir. 2.000 cm3 beyin hacmine sahip Oliver Cromwell veya 1.000 cm3 beyin hacmine sahip Anatole France gibi insanlar vardır. Peki Oliver, Anatole’dan iki kat daha mı zekiydi? Bu soru bir anlam ifade etmiyor. Yelpazenin en altında yer alan kişiler dili kullanma hakimiyetleri; akıl, bilinç ve zeka özellikleri bakımından, herhangi bir insandan farksızdırlar.97
Beynin büyüklüğü ile zeka arasında doğrusal bir ilişki olmadığına göre, beyin boyutlarına dayalı bir “evrim” iddiasının da anlamı yoktur. Bu durum göstermektedir ki, beynin sözde evrim sürecinde ihtiyaçları karşılayacak şekilde irileştiği yönündeki adaptasyon iddiası bilimsel bir gözlem veya kanıta değil, körü körüne desteklenen Darwinizm’e dayanmaktadır.
Kaldı ki, beyin büyüklüğüne dayalı evrimci senaryolar kendi içlerinde de çelişkilidirler. Bu senaryoların önemli bir tutarsızlığı, sözde ilkel insanların, kendilerine atfedilen maymun adam rolüne karşın oldukça iri beyinlere sahip olmalarıdır. Senaryoya göre maymundan neredeyse farksız yaşayan canlılar, evrim mantığına ters bir şekilde iri beyinlere sahiptirler. Bu tutarsızlığı ilk keşfeden ise bizzat Charles Darwin’in kendisidir.
Doğal seleksiyon teorisini Darwin’le birlikte geliştirmiş olan doğa bilimci Alfred. R. Wallace, 1869’da Darwin’e bir mektup göndermiş ve insan beyninin doğal seleksiyonla açıklanamayacağı yönündeki korkusunu ifade etmişti. Wallace, şöyle diyordu:
Doğal seleksiyonun, vahşilere (sözde vahşi insanlara) ancak maymunlarınkinden birazcık büyük bir beyin vermesini bekleyebiliriz, oysa ki vahşilerin beyni, bizim eğitimli toplumumuzdaki ortalama bir insanın ancak çok az altındadır.98
Darwin bunun teoriye tehdit oluşturduğunu hemen fark etti. Çünkü sözde “ilkel” diye damgaladığı ırkların beyni, kendi teorisinin öngördüğü “ilkel insan” beyninden fazlasıyla büyüktü. Darwin, Wallace’a yanıtında onu şöyle uyarıyordu:
Umarım kendi çocuğunu ve benim çocuğumu [evrim teorisini] öldürmemişsindir. 99
O dönemden beri elde edilen fosil bulguları da Darwin’in korkusunu giderebilmiş değildir. Bu nedenledir ki, kendisine böylesine kompleks bir organın sözde ilkel insanda neden ve nasıl geliştiği sorulduğunda, evrimci paleoantropolog Richard Leakey’in yanıtı “en ufak bir fikrim yok” olmuştur.100
1. Koku alma 4. Görme 7. Denge | |
Sağlıklı bir hayat sürmemiz için beynimizin içindeki milyarlarca bağlantının hiçbir eksik ya da hata olmaksızın kurulmuş olması gerekir. Bağlantılar arasındaki herhangi bir kopukluk ya da hata, insan vücudunda çeşitli hastalık veya sakatlıklara yol açabilir. Tek bir hücreden bölünerek çoğalan insan embriyosunun, son derece karmaşık olan bu tasarımı gerçekleştirebilmek için doğru hücre yapılarına dönüşmesi, her birinin doğru yerde olması, aralarında doğru bağlantıları kurması ve tüm bunları muhafaza edecek bir yapı içinde yer alması gerekir. Bu aşamaların hiçbiri bilinçli bir yönlendirme ve plan olmaksızın gerçekleşemez. Sonunda beyni oluşturacak bir nöron ağı kurulması gerektiği için, hücrelerin her biri görevlerine göre farklı yapılar kazanır. Bu ağın birbiriyle bağlantı içinde olması için ise birçok işi aynı anda yürütebilecek bir sisteme sahip olması gereklidir. |
İnsan beyninin sözde evrimini dogmatik bir inanç olarak savunan Darwinistlerin kafatası şemaları da bilimsel bir kanıt ortaya koymaz. Aslında kafatasları arasında bilimsel olarak gösterilmiş evrimsel bir bağ yoktur. Bu bağ, fosilleri dizen evrimcilerin sadece “zihninde” mevcuttur. Bunu açıkça dile getiren bir otorite, İngiltere’deki Doğa Tarihi Müzesi baş paleontoloğu Colin Patterson’dur. Patterson yaptığı açıklamalarla, Darwinizm’in felsefi nedenlerle desteklendiğini sık sık dile getirmiştir. Patterson, kendisiyle yapılan bir röportajda, insanların varmış gibi gösterip anlatmayı sevdiği serilerin fosil kayıtlarında bulunmadığını söylemiştir. Patterson şöyle devam etmiştir:
Eğer fosil kayıtlarında süreklilik için kanıt nedir diye soracak olursanız buna şöyle cevap verilmesi gerekir. Hayvan ve insan fosillerinde böyle bir süreklilik yoktur.101
Hayali soy ağacındaki tutarsızlıklar, beyin gibi hayati bir role sahip kompleks yapıdaki bir organın sözde evrimi için önerilen mekanizmada da ortaya çıkar. Beyin gibi kompleks bir organın söz konusu kör mekanizmayla, yani rastlantısal mutasyonlarla geliştiğini savunmanın anlamsızlığı ortadadır. Radyasyon ve mutasyon uzmanı olan James F. Crow bu durumu şöyle ifade eder:
Bir televizyonun devrelerinde meydana gelecek rastlantısal bir değişimin, görüntüyü geliştirmeyeceği gibi, hayatı oluşturan ve yüksek seviyede entegre olmuş kimyasal işlemler sisteminde meydana gelecek bir değişimin de yaşamı zarara uğratacağı kesindir.102
İnsan beyni günümüz teknolojisinin çok ilerisinde kompleks bir tasarıma sahiptir. Dünyaca ünlü bilgisayar firmaları, mühendislerine beyindeki organizasyon hakkında seminerler vererek onları yeni tasarımlar için beyinden ilham almaya yöneltmektedirler. Ünlü biyokimyager ve bilim yazarı Isaac Asimov beyin hakkında şunları söyler:
Bir insanın bir buçuk kilo ağırlığındaki beyni bildiğimiz kadarıyla evrendeki en düzenli ve kompleks düzendir.103
Beyindeki bu tasarımın mükemmelliği göz önüne alındığında beynin kör rastlantıların bir ürünü olduğu iddiasının saçmalığı açıkça ortaya çıkar. Nitekim kendilerine “nasıl” sorusunu soran hiçbir evrimci buna verecek mantıklı bir cevap bulamamış ve bu senaryoyu kabul edilir bulmadıklarını itiraf etmişlerdir. Örneğin Amerikan Bilimi Geliştirme Derneği toplantısında konuşan Henry Fairfield Osborn, beyin hakkındaki bilgilerimizin günümüzle kıyaslanamayacak kadar az olduğu 1929 yılında bile, kendisini şunları söylemek zorunda hissetmiştir:
Darwinistler insanın kökenini açıklamak üzere fosil kayıtlarındaki çeşitliliği ve insan ırkları arasındaki farklılıkları kullanırlar. İddialarına göre maymunlar, zaman içerisinde tesadüflerin yaptığı küçük küçük değişimler sonucu kusursuz bir insan halini almışlardır. Bu mantığa göre, insanın mükemmel halini alana kadar pek çok ara form geçirmiş olması ve yarı hayvan yarı insan özellikler taşıyan evrelerinin olması gerekmektedir. Ancak buna dair -bilim literatürüne sahtekarlık olarak geçmiş birkaç çarpıtma veya sahtekarlık dışında- öne sürebildikleri hiçbir şey yoktur. Çünkü hiçbir zaman evrimcilerin iddia ettikleri gibi maymundan insana geçiş gerçekleşmemiştir. Başından beri maymunlar tam birer maymun, insanlar da kusursuz bir bedenle, düşünebilen, akledebilen insanlar olarak yaratılmışlardır. |
Bana göre insan beyni bütün evrendeki en harika ve gizemli obje. Ayrıca hiçbir jeolojik dönem, bunun evrimle ortaya çıkmasına izin verecek kadar uzun görünmüyor.104
Ünlü biyolog Jean Rostand ise, zaman ne kadar uzun olursa olsun insan beyninin evrimle oluştuğu senaryosuna kendisini inandıramadığını söyler:
Hayır, kesinlikle, kendimi inandıramıyorum. Böyle kalıtımsal yanlışlıkların, doğal seleksiyonla iş birliği içinde ... güzellikleriyle, şaşırtıcı uyumlarıyla bütün dünyayı inşa edebildiğini düşünemiyorum, ... kendimi göz, kulak ve insan beyninin bu şekilde ortaya çıktığına ikna edemiyorum.105
Evrimci antropolog Lyall Watson da, iri beyinli insanın kademeli bir süreçte nasıl ortaya çıkmış olabileceği konusunda hiçbir şey bilmediğini ifade etmektedir:
Örneğin modern iri maymunlar sanki hiçbir yerden gelmemiş gibidirler. Geçmişleri, fosil kayıtları yoktur. Ve dik yürüyen, tüysüz deriye sahip, alet yapabilen, iri beyinli insanın gerçek kökeni, eğer kendimize karşı dürüst olursak, aynı derecede gizemli bir konudur.106
Tüm bu gerçekler göstermektedir ki, insan beyninin evrimle ortaya çıktığı iddiaları hiçbir bilimsel kanıta dayanmamaktadır. Bunlar gerçekte sadece felsefi ön yargılardan kaynaklanan hayali senaryolardan ibarettir. İnsan teknolojisinin erişemediği bir tasarıma sahip olan insan beyninin, rastlantı eseri ortaya çıktığını iddia etmek yeryüzündeki bilgisayarların mühendisler tarafından yapılmadığını, plastik ve metallerin birtakım rastlantılar sonucunda, gelişigüzel birleşmeleriyle oluştuklarını iddia etmek gibidir. Tutarlı olan düşünce, bilgisayarın bir tasarımcısı olduğu gibi çok daha üstün tasarıma sahip beynin de tasarlanmış olduğunu kabul etmektir. Apaçık gerçek, beyindeki tasarımın Allah’ın yaratmasının bir eseri olduğudur.
SAHTE | |
1. Australopithecus 3. Homo erectus | |
Evrimcilerin sıkça rastlanan senaryolarından bir tanesi de insanın maymundan türeyişi masalıdır. Çocukluktan itibaren insanlara, hayali çizim ve hikayelerle eğik yürüyen maymunların zaman içerisinde tesadüflerin yardımı ile dik yürüyen insanlara dönüştüğü telkini verilir. Bu sinsi propoganda şekli ile, evrimin tartışılmaz bir gerçek olduğu, insanınsa tesadüfler zinciri neticesinde yaşayan bir canlı olduğu izlenimi verilmeye çalışılır. Darwinistlerin yaratılış gerçeğini inkar edebilmek için sürdürdüğü bu organize bilim sahtekarlığı sayısız mantıksızlıklarla doludur. Ancak buradaki mantıksızlıkları görebilmek için evrimci iddiaları tüm detayları ile bilmeye gerek yoktur. İnsanın tek bir özelliği ya da sahip olduğu tek bir organ bile, tesadüfün yaratma gücü olmasının ne derece akıldışı bir iddia olduğunu göstermeye yetmektedir. |
Beyin, tüm bedenimizi kontrol eden bir organ olduğu için, bu organda meydana gelebilecek en basit bir hasar bile telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabilir. Beyinde oluşacak milimetrik bir zedelenme muhtemelen çok fazla sayıda hücre ve hücre bağlantısını tahrip edeceğinden, hareket, algılama ve hafıza gibi temel işlevlerde ciddi sorunlar görülmesi söz konusu olacaktır.
Ancak bu ihtiyacı karşılayacak şekilde gerekli tedbirler de bizim için önceden hazırlanmıştır. Beyni koruma görevini, gerekli sertlikteki yapısıyla beyni tam olarak çevreleyen kafatası üstlenmiştir. Beyin dışında vücuttaki başka hiçbir organ, kafatası gibi kemikten özel bir muhafaza içine alınmamıştır. Gelebilecek muhtemel darbelere karşı alınan bu etkili tedbir sayesinde, beyin hayati görevlerini en mükemmel şekilde yerine getirebilmektedir. Kemik hücrelerinin, beynin varlığından, vücut için hayati öneminden haberdar olması ve bu bilinçle beyne baskı yapmadan, onu tam saracak şekilde biraraya gelmelerinin tek bir açıklaması olabilir: Bilinçli yaratılış. Ön yargısız düşünen akıl sahibi her insan, böylesine bir tasarımın varlığının kör tesadüflerin eseri olamayacağını bilir.
Çok hassas bir sisteme sahip olan beynimiz, elektrik sinyalleri ile çalışan sinir hücreleri, bunları barındıran ve beslenmelerine yardımcı olan destek hücreleri ve kan damarlarından oluşur. Bu damar yapıları kandan serumu süzerek, beynin içindeki boşlukları bu sıvıyla doldururlar. Beyin bir bakıma bu sıvı içinde yüzmektedir. Böylece beynin ağırlığı, kendi ağırlığının (yaklaşık 1.500 gr) 1/30’u olan 50 gr’a düşer. Beyindeki bu sıvı, sürekli bir dolaşım halindedir. Bu dolaşım aynı zamanda söz konusu sıvının beyne yapacağı basıncın da kontrol altında olmasını sağlar. Çünkü basıncın artması beynin üzerinde bir baskı oluşması anlamına gelecek ve bu da beynin zedelenmesine neden olacaktır. Ancak hem hassas bir yapısı hem de çok önemli görevleri olan beyin, vücut içinde çok yönlü bir korumaya alınmıştır.
Her an beyne ulaşan milyonlarca sinyal olağanüstü bir bilgi yükü taşır. Vücudun içi ve dışı hakkında sürekli haber getirirler: Ayak parmağınızdaki bir kramp hakkında ya da kahvenin kokusu veya tanıdık bir yüz hakkında. Diğer sinyaller geldikçe ve bilgiler analiz edildikçe belirli duyguları, hatıraları, düşünceleri ya da karar verdiren planları oluştururlar. Beyinden giden sinyaller ise vücudun bölümlerine ne yapılacağını söyler: Ayak parmağını kıpırdat, kahve iç, selam ver. Ancak bu emirlerin, 1 kiloluk yumuşak, ıslak, grimsi bir dokudan gelen direktifler olduğunu söylemek son derece yüzeysel bir açıklamadır. Çünkü bu organı meydana getirenler şuursuz hücrelerdir. Bu hücreler de şuursuz atomların biraraya gelmesiyle oluşmuştur. Şuursuz parçaların bir tasarım dahilinde biraraya gelip, şuurlu görevler edinmelerinin, görünenin dışında bir açıklaması olmalıdır. Buradaki şuur Rabbimiz'e aittir ve her hücre O'nun ilhamı ile kendisine verilen sorumlulukları yerine getirmektedir. |
Eğer beyin bir sıvının içinde bulunmasaydı ve direkt olarak kafatasına temas etseydi kendi ağırlığının altında ezilecekti. Böyle bir durumda basınç çok yüksek bir seviyeye çıkacağı için, beyne olan baskı beynin fonksiyonlarını etkilerdi. Bu durum pek çok hastalığın sebebi olurdu. Hatta beyindeki hayati merkezlerde bir baskı oluşmasına dolayısıyla da ölüme sebebiyet verebilirdi. Ancak böyle bir sorunla -hastalık halleri dışında- karşılaşılmaz. Örneğin “hidrosefali” denilen hastalıkta, dolaşımındaki bir aksaklıktan dolayı beyindeki sıvı bir süre sonra birikmeye başlar ve oluşan basınç beyin fonksiyonlarını etkiler. Eğer dışarıdan bir müdahale yapılmazsa, yani ameliyatla bu sıvı boşaltılmazsa artan basınç; zeka geriliği, hareket bozuklukları, körlük hatta ölümle sonuçlanan rahatsızlıklara neden olur. Beyindeki sıvının basıncı, normalden daha az düzeylere indiği zaman da şiddetli baş ağrıları olur ve beyin hasar görmeye başlar.
Beyindeki korumaya başka bir örnek olarak, beynin kan ihtiyacını karşılayan sistemi ele alabiliriz. Beyin, vücuttaki bütün işlemleri kontrol eder. Bu nedenle sabit kan gereksinimi olan bir organdır. Beyne yapılacak kan ikmali ne pahasına olursa olsun sürdürülmelidir. Beynin bu hayati ihtiyacı olağanüstü bir denetimle karşılanır. Bir kanama sonucunda öteki tüm organlara kan ulaşımı dursa bile, birçok sinir, beyne kan iletilmesi için harekete geçer ve damarların çapları buna göre ayarlanır. Bazı organlara giden damarlar geçici olarak devreden çıkartılır ve kan akışının beyne giden damarlara yönlendirilmesi sağlanır.
Bu mucizevi gerçekler karşısında evrimciler, beynin aşamalı gelişimi iddiasıyla ilgili hiçbir tutarlı açıklama getiremezler. Bu çaresizlik içinde masalsı açıklamalarını daha da genişleterek “ihtiyaç nedeni ile” beynin korunması gerektiğini ve tesadüflerin bu ihtiyaca hemen karşılık verdiklerini ima eden ifadelerde bulunurlar. Elbette kör ve şuursuz tesadüflerin böyle bir ihtiyacı tesbit etmesi, tam zamanında kafatası gibi olağanüstü bir korumayı meydana getirmesi mümkün değildir. Ayrıca kafatasının tesadüfen, koruma amacıyla oluştuğunu öne süren evrimcilerin, öncelikle kafatası oluşana kadar beynin nasıl korunduğunu ve varlığını nasıl sürdürdüğünü açıklamaları gerekir. Çünkü kafatası olmadan beynin varlığını sürdürmesi ya da en azından işlevini yerine getirmesi olanaksızdır.
Bunun tam tersinin olduğunu, yani evrim senaryosuna göre öncelikle kafatasının oluşarak daha sonra içinde tesadüfi bir beyin oluştuğunu farz edelim. Bu durumda da evrimcilerin amaçsız bir kafatasının varlığını açıklamaları gerekmektedir. Çünkü bilindiği gibi evrimci iddiaya göre herşey ihtiyaçlara göre belirlenir ve tesadüfler yoluyla bu ihtiyaçlar karşılanır. Amaçsız bir organın veya mekanizmanın ise var olmasının ve varlığını sürdürmesinin anlamı da imkanı da yoktur. Bu durumda tesadüflerin yine geleceği görerek beynin hassas yapısını göz önünde bulundurmuş ve buna göre bir korumayı aynı anda var etmiş olması gerekmektedir. Elbette bu iddiaların gerçekleşmiş olduğuna inanmak, akıl ve sağduyu sahibi bir insan için mümkün değildir.
Burada önemli bir noktayı daha vurgulamak gerekmektedir. Her ne kadar imkansız olsa da evrimcilerin hayali senaryolarına göre, beyin aşamalarla gelişmiştir. Bu durumda kafatasının da bu aşamalara uyumlu bir şekilde gelişmesi beklenmektedir. Oysa yeryüzünde var olan tüm kafatası fosilleri bu anlamda en gelişmiş halleriyle elimizdedir. Hiçbir zaman tam oluşmamış veya yarı-gelişmiş bir kafatası fosiline rastlanmamıştır.
Evrimci varsayımların canlandırmasını yapabilmek için bile tesadüflerin “düşündüklerini”, “tedbir aldıklarını”, geleceğe yönelik “planlar yaptıklarını” ve birtakım üstün özelliklere sahip bir güç olduklarını varsaymak gerekmektedir. Evrimcilerin “tesadüfleri”, rastgele meydana gelmelerine rağmen adeta şuurludur ve yaptıkları her iş bir plan üzerinedir. Bu tesadüfler herşeyi düşünebilir, insanların bile hesaplayamadığı detayları hesaplayabilir, ileri görüşlü davranabilirler. Ayrıca evrimcilerin hayalindeki tesadüfler genellikle hata da yapmazlar. Dünyanın en önde gelen bilim adamları ve teknisyenleri biraraya gelip, 21. yüzyıl teknolojisine sahip oldukları halde beynin çalışma sistemine yakın bir alet icat edemezken, evrimcilerin tesadüfleri, milyarlarca hücre arasında trilyonları aşan bir haberleşme ağını kusursuzca kurabilmişlerdir. Elbette bu iddialara inanmak mümkün değildir.
Evrim teorisinin geçersizliği defalarca ortaya konmuş olmasına rağmen hala tesadüflerin şuurlu hareket ettiklerine dair uzun senaryolar anlatılması, bu safsataları anlatanları gülünç duruma sokmaktadır. Beyindeki detaylı tasarımın tesadüfen ortaya çıkması elbette ki mümkün değildir. Bütün bu hassas dengeleri kusursuz bir düzen içinde yaratan, herşeyin Yaratıcısı olan Allah’tır. Kuran ayetlerinde bu gerçek insanlara şöyle hatırlatılmaktadır:
Ey insan, ‘üstün kerem sahibi’ olan Rabbine karşı seni aldatıp-yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, ‘sana bir düzen içinde biçim verdi’ ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir surette seni tertip etti. (İnfitar Suresi, 6-8)
97. Derek Bickerton, Language and Human Behavior, University of Washington Press, Seattle, 1995, s. 45.
98. R. M. Restak, The Brain the Last Frontier, Doubleday & Company, Inc., Garden City, New York, 1979, ss. 58, 59.
99. R. M. Restak, The Brain the Last Frontier, Doubleday & Company, Inc., Garden City, New York, 1979, ss. 58, 59.
100. Anthony Smith, İnsan Beyni ve Yaşamı, İnkılap Kitabevi, Ankara, s. 21.
101. Sunderland L. D., Darwin’s Enigma: Fossils and Other Problems, Master Book Publishers, El Cajon CA, yeni baskı, 1988, s. 90.
102. “Genetic Effects of Radiation”, Bulletin of Atomic Scientists, cilt 14, ss. 19-20.
103. Isaac Asimov, “In the Game of Energy and Thermodynamics You Can’t Even Break Even”, Smithsonian, Ağustos 1970, s. 10.
104. Roger Lewin, Bones of Contention, Simon and Schuster, Inc., New York, 1987, s. 57.
105. Jean Rostand, The Orion Book of Evolution, The Orion Press, New York, 1960, s. 17.
106. Lyall Watson, “The Water People”, Science Digest, cilt 90, Mayıs 1982, s. 44.