Evrim teorisine göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. İlk başta cansız maddelerden tek hücreli bir canlı türü oluşmuş, bu canlı türü zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Teoriye göre bu dönüşüm toplam 3.7 milyar yıllık çok uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir. Kısacası, Darwin tarafından ortaya atılan teoriye göre, canlılığın olağanüstü çeşitliliği, doğal süreçlerin ve rastlantısal etkilerin bir ürünüdür.
Oysa bilimsel bulgular evrim teorisinin bu iddiasını kesinlikle yalanlamaktadır. Paleontoloji, genetik, biyokimya gibi birçok bilim dalı açıkça göstermektedir ki, değil canlılığın çeşitliliği, tek bir canlı türünün bile kökeni evrim ile açıklanamaz.
Darwinizm'in türleşme iddialarının geçersizliğinin ele alındığı bu bölümde, öncelikle biyolojik sınıflandırma hakkında bazı genel bilgiler verelim.
Şimdiye kadar karşılaştığınız veya bilgi sahibi olduğunuz hayvan, bitki ve mikroorganizma isimlerini alt alta yazmayı deneyin. Meydana gelen liste ne kadar uzun olursa olsun, yeryüzündeki canlı türlerinin çok ama çok küçük bir bölümünü temsil edecektir. Şimdi bir de farklı ülkelerden farklı insanların benzer listeler hazırladıklarını düşünün. Bunlar biraraya getirildiğinde daha kapsamlı bir liste elde etmek mümkün olacaktır. Ancak bu sefer daha da önemli bir problem ortaya çıkacaktır. Aynı canlının farklı şekillerde isimlendirilmesi veya farklı canlıların aynı şekilde adlandırılması gibi nedenlerle, liste karmakarışık bir hal alacaktır.
İşte bu sorunların üstesinden gelebilmek için, biyologlar, her bitki ve hayvana bilimsel bir ad verirler. Tüm organizmaları iki terimli bir adlandırma sistemine (binomial sistem) göre tanımlarlar. İki kelimeden oluşan bu isim genellikle Latincedir. (Bu, Latincenin uluslararası bilim dili olarak kullanıldığı dönemden kalma bir uygulamadır.) Örneğin, hemen her gün karşılaştığımız köpekler Canis familiaris, kediler Felis catus olarak adlandırılırlar.
Bilimsel isimlendirme, genel adları çoğunlukla karıştırılan türleri ayırt etme imkanı sağlar. Mesela, Avrupa'da Robin olarak tanınan kuş, Amerika'da aynı adla adlandırılan kuştan farklıdır. Bu kuş türlerine ayrı bilimsel adlar verilerek karışıklık önlenmiş olur. Avrupa Robin kuşunun adı Erithacus rubecula, Amerikan Robininin adı ise Turdus migratorius'tur.162
Bilim adamları, isimlendirmenin yanı sıra, canlıları belirli bilimsel ilkelere göre tanımlar ve sınıflandırırlar. Canlıları adlandırma, tanımlama ve sınıflandırma bilimi "taksonomi" veya "sistematik" olarak adlandırılır. Örneğin hayvanlar, vücut yapıları ve sistemleri, iç organları, gelişim devreleri, davranış biçimleri, genetik bilgileri gibi çok çeşitli özellikler göz önünde bulundurularak sınıflandırılırlar. Yok olan türlere ilişkin bilgiler ise fosillerden elde edilir. Söz konusu sınıflama içinde hiyerarşik kategoriler, diğer bir deyişle yedi ana grup vardır. Bu gruplar yukarıdan aşağıya (veya büyükten küçüğe) doğru şöyledir:
Alem (Kingdom)
Filum veya Şube (Phylum, çoğulu Phyla)
Sınıf (Class)
Takım (Order)
Aile (Family)
Cins (Genus, çoğulu Genera)
Tür (Species)
Hayvanlar alemi bir milyondan çok tanımlanmş türü içerir. Bu özelliğiyle de en büyük alemdir. |
Bilinen her canlı yukarıdaki yedi grup içinde kendine özgü bir konuma sahiptir. (Bu hiyerarşik düzende ara kategoriler de vardır.) Örneğin, beyaz çam olarak tanıdığımız ağaç, bitkiler aleminin ve Tracheophyta filumunun bir üyesidir; sınıfı Pteropsida, takımı Coniferales, ailesi Pinaceae, cinsi Pinus, türü Pinus strobus'tur. Köpekgillerden yırtıcı ve etçil bir hayvan olan kurdun bilimsel adı ise Canis lupus'tur; Chordata filumu, Memeliler sınıfı, Carnivora takımı, Canidae ailesi ve Canis cinsi kategorilerine dahildir.163
Sınıflandırmanın en büyük birimi alemdir. 20. yüzyıla kadar biyologların çoğu, canlılar dünyasını bitkiler ve hayvanlar olmak üzere ikiye ayırmıştır. Geçtiğimiz yüzyıl içinde, özellikle mikrobiyoloji ve biyokimya alanlarındaki ilerlemeler ise, bunun yetersizliğini açıkça ortaya çıkarmıştır. Günümüzde beş alemli bir sınıflandırma genel kabul görmektedir. Hayvanlar ve bitkilerin yanında, mantarlar, protista ve monera ayrı birer alem sayılmaktadır.
Bir milyondan çok tanımlanmış türü içeren hayvanlar alemi, en büyük alemdir; çok hücreli, besinlerini sindirerek alan, çoğunluğu hareketli, kompleks organ ve sistemlere sahip canlılardan meydana gelir. Bitkiler aleminde ise 260.000'den fazla tür yer almaktadır; bitkiler son derece kompleks bir işlem olan fotosentez yoluyla hem kendi besinlerini üretir, hem de diğer organizmaların besin ihtiyacını karşılar. Bitkiler gibi fotosentez yapabilecek mekanizmaları, hayvanlar gibi sindirim sistemleri olmayan mantarlar, yaklaşık yüz bin üyesi ile ayrı bir alemdir. Protista alemi, algler, diyatomlar gibi, hücre çekirdeğine sahip, çoğu tek hücreli organizmalardan oluşur; bu mikroskobik canlılar aleminde yüz binden çok türün varlığı bilinmektedir. Monera ise, bakteriler gibi hücre çekirdeği olmayan tek hücrelileri içerir; bu alem içinde on binden fazla tanımlanmış tür vardır.
Biyolojik sınıflamada alemden sonra filum (şube, bölüm) gelir. Farklı biyologlara göre sayıları değişmekle birlikte, yaygın olan, 32 hayvan filumu ve 10 bitki filumunu kapsayan sınıflandırmadır. Hayvanlar alemini ele alırsak, bir filum altındaki tüm hayvanlar temelde benzer bir vücut planına sahiptir, ancak filumlar birbirlerinden çok farklıdır. Örneğin süngerler filumu, balıklar, memeliler, kuşlar, sürüngenler gibi omurgalıları içeren Chordata filumundan tamamen farklıdır. Bizim için tanıdık olan böcekler, deniz kabukluları gibi canlıları barındıran eklem bacaklılar filumu (Arthropoda), hayvanlar aleminin en büyük filumudur.
Belirli bir sınıfa mensup canlılar bir filumun üyelerinden daha çok ortak özelliğe sahiptirler. Örneğin, kuşlar, sürüngenler ve memeliler Chordata filumundan ancak farklı sınıflardandırlar. Kanatlara ve diğer hiçbir hayvan grubunda görülmeyen bir yapı olan tüylere sahip kuşlar Aves sınıfında; yumurtlayarak çoğalan, soğukkanlı ve vücutları pullarla kaplı olan sürüngenler Reptilia sınıfında; yavrularını doğuran ve emziren, sıcakkanlı ve kıllı bir deriye sahip memeliler Mammalia sınıfındadırlar.
Biyolojik sınıflandırmada, sınıfın bir altındaki hiyerarşi takımdır. Yakından tanıdığımız sınıflardan biri olan memelilerin 23 takımı vardır. Köstebek ve kirpi gibi böceklerle beslenen memeliler Insectivora takımına; fare ve sincap gibi kemiriciler Rodentia takımına; köpek ve kurt gibi etle beslenen yırtıcılar Carnivora takımına dahildirler.
Takımın bir alt basamağı ise ailedir. Örnek olarak, memeliler 100'den fazla familyadan oluşur. Kediler ve köpekler Carnivora takımından olmakla birlikte; kediler Felidae, köpekler ise Canidae ailesindendirler.
Cins birbirlerine çok benzeyen, fakat genellikle birbirleriyle çiftleşmeyen canlı gruplarını kapsar. Mesela, Canidae ailesinde yer alan köpek ve tilki farklı cinslerdir. Köpeğin cinsi Canis, tilkinin cinsi ise Vulpes'tir.
Tür, biyolojik sınıflandırmanın temel birimidir; kendi aralarında çiftleşen, yapısal ve işlevsel özellikleri aynı olan benzer bireylerin oluşturduğu topluluk şeklinde tarif edilebilir. Bir cins altındaki farklı türlerin farklı bilimsel adları vardır. Örneğin, kızıl tilki Vulpes vulpes, çöl tilkisi Vulpes zerda, uzun kulaklı tilki Vulpes macrotis olarak isimlendirilirler. Bir canlı türü içinde birbirlerinden farklı gruplar veya çeşitlenmeler olduğu durumda, bu grupların her biri alt türü meydana getirir.
Son olarak şunu da eklemek yerinde olacaktır: Canlılar, taksonomist olarak adlandırılan biyologlar tarafından tanımlanır ve sınıflandırılır. Taksonomistler, doğada yalnız kendi aralarında çiftleşerek verimli yavrular meydana getiren, yapısal ve işlevsel özellikleri bakımından birbirine benzeyen bireylerden oluşan popülasyonları türlere ayırırlar. Hangi türlerin belirli bir cins altında, hangi cinslerin belirli bir aile altında vb. sınıflandırılması gerektiğini belirlerler. Farklı taksonomistlerin yaptıkları sınıflamalar temelde benzer olmakla birlikte, önemli farklılıklar gösterirler. Örneğin beş tür, farklı biyologlarca, bir, iki, hatta üç değişik cins altında gruplandırılabilir. İşte bu nedenle bilim adamları arasında, canlıların sınıflandırılmasına ilişkin çok farklı görüşler ve anlaşmazlıklar vardır.164
Taşıt araçlarının kendi aralarında hiyerarşik olarak sınıflandırılması, onların kendiliğinden veya tesadüfen meydana geldiğini göstermez; aksine bilinçli insanlar tarafından belirli bir plana göre üretildiklerini gösterir. Yeryüzündeki canlılar da sınıflandırılabilir; Çünkü bilinçsiz rastlantılarla değil, sonsuz bir bilgi ve akıl sahibi olan Yüce Allah'ın yaratmasıyla meydana gelmişlerdir. |
Yukarıdaki satırlarda ana hatlarıyla bahsettiğimiz sınıflandırma, bilimsel araştırma ve çalışmalar açısından oldukça önemlidir. Bazı insanlarsa, sınıflandırmanın, evrim teorisinin bir parçası olduğunu zannederler. Bunun nedeni, bu yönde yapılmış evrimci propagandadır. Günümüzde taksonomistler büyük ölçüde evrimci biyologlardan oluşur. Bunun bir sonucu olarak da taksonomi ve evrim çoğu zaman birlikte anılır. Ancak bu, önemli bir yanılgıdır.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir: sınıflandırma biliminin temelleri Darwin'in evrim teorisinden önce atılmıştır. Üstelik taksonominin kurucuları Allah'a ve yaratılışa inanan bilim adamlarıdır.
Canlıların günümüzde anlaşıldığı şekliyle sınıflandırılmasının öncülüğünü İngiliz doğa bilimci ve teolog John Ray (1627-1705) yapmıştır.165 Ray bitkiler, kuşlar, memeliler, balıklar ve böcekleri belirli sistematik esaslara göre gruplandırmış; bitkileri sadece tek bir özelliğe dayanarak değil, yapılarının bütününü dikkate alarak tasnif etmiştir. Bu alanda birçok kitap yazarak taksonomi biliminin temellerini atmıştır. Ayrıca kitaplarında, doğadaki muhteşem düzene ilişkin gözlemlerini anlatmıştır.166 Bilime yaptığı büyük katkılarla anılan John Ray, canlılardaki sistem ve özelliklerin üstün bir yaratılış harikası olduğunu her fırsatta belirtmiş ve görüşlerini şöyle dile getirmiştir:
"Hür bir insan için, doğanın güzel eserlerini düşünmek ve Allah'ın sonsuz aklını ve lütufkarlığını takdir etmekten daha değerli ve zevkli bir iş yoktur." 167
Modern biyolojik sınıflandırma sisteminin kurucusu olarak kabul edilen bilim adamı ise, İsveçli doğa bilimci Carl Linnaeus'tur (1707-1778).168 Linnaeus iki terimli adlandırma sistemini ilk defa kullanmış ve hiyerarşik kategorilere göre sınıflandırmayı geliştirmiştir. Pek çok türün bilimsel isimleri onun tarafından verilmiştir. (İnsanın bilimsel adı olan Homo sapiens gibi 169) Systema Naturae adlı kitabının onuncu baskısının yayımlandığı 1753 yılı, taksonomi biliminin başlangıcı kabul edilir.170
Linnaeus, gerek kendisinin topladığı, gerekse öğrencilerinin dünyanın her yanından getirdikleri bitki ve hayvan numunelerini isimlendirmiş ve sınıflandırmıştır. Bu sınıflandırmada yapısal benzerlikleri ve farklılıkları dikkate almıştır. Onun geliştirdiği sistem büyük ölçüde değişikliğe uğramadan günümüzde kullanılmaktadır. Canlıları tanımlama ve sınıflandırmadaki sistemi o kadar başarılıdır ki kendisini bilim tarihinin en önemli isimlerinden biri haline getirmiştir.
Linnaeus, canlıları Allah'ın yarattığına ve türlerin değişmezliğine inanıyordu. Araştırmalarını şu cümleyle özetliyordu: "Sonsuz Varlık tarafından başlangıçta yaratıldığı kadar tür vardır." 171 Bu büyük bilim adamına göre sınıflandırma, İlahi Düzeni gözler önüne seriyordu.172 Canlılığın iç içe geçmiş hiyerarşisi, Darwin'in iddia ettiği gibi evrimin değil, Allah'ın kusursuz bir düzen ve uyum içinde yaratışının göstergesiydi. Carl Linnaeus, hayvanlar ve bitkiler aleminde gözlemlediği muhteşem planın ancak Allah'ın yaratmasıyla meydana gelebileceğini, kitaplarında sık sık belirtmişti.
Michael Denton |
Canlıların hiyerarşik gruplara ayrılmasının evrimciler için ifade ettiği anlam çok farklıdır. Evrimciler, biyolojik sınıflandırmanın evrimin bir delili olduğunu iddia ederler. Örneğin, biyolog Ali Demirsoy bu iddiayı şöyle dile getirir:
"Yaşayan canlıların özelliği, belirli bir hiyerarşik sıraya göre dizilip, tür, cins, familya, takım, sınıf ve şube meydana getirmesidir. Hiyerarşik diziliş, evrimin en belirli kanıtlarından biridir. Eğer bitkiler ve hayvanlar kendi aralarında akraba olmasaydı, bu hiyerarşik sıra meydana gelmeyecek ve birçok grup birbirine benzer olmayacak şekilde gelişmiş olacaktı." 173
Üzerinde durulması gereken nokta şudur: Darwin ve takipçileri, Ray ve Linnaeus gibi bilim adamlarının çalışmalarını çarpıtarak kullanmaya kalkışmışlar; canlılar arasındaki benzer yapıları ve buna dayanarak yapılan sınıflandırmayı, canlılığın tek bir ortak atadan geldiğinin deliliymiş gibi sunmuşlardır.
Oysa daha Darwinizm bilim dünyasına hakim olmadan önce, canlılardaki benzer yapıların bilimsel açıklaması yapılmıştır. Canlılardaki benzer organları ilk kez gündeme getiren John Ray, Carl Linnaeus gibi doğa bilimciler, bu organları "ortak bir yaratılış" örneği olarak görmüşlerdir. Yani benzer organlar, ortak bir atadan tesadüfen evrimleştikleri için değil, belirli bir işlevi görmek amacıyla özel olarak yaratıldıkları için benzerdir.
Çağdaş bilimsel bulgular da bu açıklamayı doğrulamıştır.174
Canlılardaki sınıflandırmanın evrim teorisi lehinde bir delil olarak kullanılamayacağı açıktır. Örneğin, Profesör Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) adlı kitabında, bu iddiayı bilimsel verilerin ışığında incelemiş ve hiyerarşik yapının evrim için bir kanıt olmadığı sonucuna varmıştır.175
Gerçek şu ki evrimciler, söz konusu sınıflandırmaya sarılmakla büyük bir hata yapmaktadır. Taşıt araçları, mobilyalar, resimler veya kitaplar gibi tasarım ürünleri, kendi aralarında hiyerarşik olarak sınıflandırılabilir. Ve bu sınıflandırma, onların kendiliğinden veya tesadüfen meydana geldiğini göstermez; aksine bilinçli insanlar tarafından belirli bir plana göre tasarlandığını ve üretildiğini gösterir. Yeryüzündeki canlılar da sınıflandırılabilir; çünkü evrimin iddia ettiği gibi bilinçsiz rastlantılarla değil, sonsuz bir bilgi ve akıl sahibi olan Yüce Allah'ın yaratmasıyla meydana gelmişlerdir.
Biyolojik sınıflandırmaya ilişkin bu genel bilgilerden sonra, çağdaş bilimsel bulgulara göre, Darwinizm'in asıl problemi olan "türlerin kökeni" konusunu inceleyelim.
Sebze ve meyveler kendi içlerinde farklı tatlara, besin değerlerine ve özelliklere sahip çeşitli varyasyonlar içerirler. |
Darwin 1859 yılında Türlerin Kökeni'ni yayınladığında, canlılığın olağanüstü çeşitliliğini açıklayan bir teori ortaya attığını düşünüyordu. Bir canlı türü içinde doğal çeşitlenmeler (varyasyonlar) olduğunu gözlemlemişti. Örneğin İngiltere'deki hayvan pazarlarını gezerken, ineklerin çok farklı cinsleri bulunduğunu, havyan yetiştiricilerinin de bunları seçici bir biçimde çiftleştirerek yeni cinsler türettiklerini izlemişti. Bundan yola çıkarak da, "canlılar doğal olarak kendi içlerinde çeşitlenebiliyorlar, demek ki uzun zaman dilimleri içinde bütün canlılık tek bir ortak atadan gelmiş olabilir" şeklinde bir mantık yürütmüştü.
Oysa Darwin'in "türlerin kökeni" hakkında ortaya attığı bu varsayım, gerçekte türlerin kökenini hiçbir şekilde açıklamıyordu. Genetik biliminin gelişmesiyle birlikte, bir canlı türü içindeki çeşitlenmenin hiçbir zaman yeni bir tür oluşumuna yol açmayacağı anlaşıldı. Darwin'in "evrim" sandığı olgu, gerçekte "varyasyon"du.
Varyasyon, genetik biliminde kullanılan bir terimdir ve "çeşitlenme" demektir. Bu genetik olay, bir canlı türünün içindeki bireylerin ya da grupların, birbirlerinden farklı özelliklere sahip olmasına neden olur. Örneğin yeryüzündeki insanların hepsi temelde aynı genetik bilgiye sahiptirler; ama bu genetik bilginin izin verdiği varyasyon potansiyeli sayesinde kimisi çekik gözlüdür, kimisi kızıl saçlıdır, kimisinin burnu uzun, kimisinin boyu kısadır.
Life Sciences Ansiklopedisi'nde belirtildiği gibi, "Doğal popülasyonların çoğunda, varyasyon oldukça yüksektir. Bakteriler gibi, mayoz bölünme ile çoğalmayan türler bile genetik varyasyona sahiptirler." 176 Mesela, yakından tanıdığımız bir canlı türü olan köpeklerin birbirinden farklı pek çok varyasyonu vardır: Buldog, İtalyan tazısı, Alman kurdu, Husky, Sivas Kangal, Dalmaçyalı, Doberman, Chow Chow, Shih Tzu ve daha pek çok ırk, köpek türü içindeki çeşitlenmelerdir. Her gün yediğimiz sebze ve meyveler kendi içlerinde farklı tatlara, besin değerlerine, dayanıklılık standartlarına ve özelliklere sahip çeşitli varyasyonlar içerirler.
Varyasyon evrime delil oluşturmaz, çünkü varyasyon, zaten var olan genetik bilginin farklı eşleşmelerinin ortaya çıkmasından ibarettir ve genetik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz. Evrim teorisi için önemli olan ise, yepyeni bir türü tanımlayacak yepyeni bir bilginin nasıl ortaya çıkabileceği sorusudur.
Varyasyon her zaman genetik bilginin sınırları içinde olur. Genetik biliminde söz konusu sınıra "gen havuzu" denir. Bir canlı türünün gen havuzunda bulunan bütün özellikleri, varyasyon sayesinde çeşitli biçimlerde ortaya çıkabilir. Örneğin varyasyon sonucunda, bir sürüngen türünün içinde diğerine göre biraz daha uzun kuyruklu ya da biraz daha kısa ayaklı cinsler ortaya çıkabilir; çünkü kısa ayak bilgisi de, uzun ayak bilgisi de sürüngenlerin gen havuzunda vardır. Ama varyasyon sürüngenlere kanat takıp, tüy ekleyip, metabolizmalarını değiştirip onları kuşa dönüştüremez. Çünkü bu tür bir dönüşüm canlının genetik bilgisinde bir artış olmasını gerektirir, fakat varyasyonlarda böyle bir durum söz konusu değildir.
Doğal populasyonların çoğunda, varyasyon oldukça yüksektir. Yakından tanıdığımız bir canlı türü olan köpeklerin birbirinden farklı pek çok varyasyonu vardır. |
Darwin, teorisini ortaya attığında bu gerçeğin farkında değildi. Varyasyonların bir sınırı olmadığını sanıyordu. 1844'te yazdığı bir yazısında, "çoğu yazar doğadaki varyasyonun bir sınırı olduğunu kabul ediyor, ama ben bu düşüncenin dayandığı tek bir somut neden bile göremiyorum" demişti.177 Türlerin Kökeni'nde de çeşitli varyasyon örneklerini teorisinin en büyük delili gibi göstermişti. Örneğin Darwin'e göre; daha bol süt veren inek cinsleri yetiştirmek için farklı inek varyasyonlarını çiftleştiren hayvan yetiştiricileri, sonunda inekleri başka bir canlı türüne dönüştüreceklerdi. Darwin'in, bu "sınırsız değişim" fikrini en iyi ifade eden ise, Türlerin Kökeni'nde yazdığı şu cümleydi:
Bir ayı cinsinin doğal seleksiyon yoluyla giderek daha fazla suda yaşamaya uygun özellikler elde etmesinde, giderek daha büyük ağızlara sahip olmasında ve sonunda bu canlının dev bir balinaya dönüşmesinde hiçbir zorluk göremiyorum." 178
Yeryüzündeki insanların hepsi temelde aynı genetik bilgiye sahiptirler; ama bu genetik bilginin izin verdiği varyasyon potansiyeli sayesinde kimisi çekik gözlüdür, kimisi kızıl saçlıdır, kimisinin burnu uzun, kimisinin boyu kısadır. |
Darwin'in bu denli iddialı örnekler vermesinin nedeni, içinde yaşadığı yüzyılın ilkel bilim anlayışıydı. 20. yüzyıl bilimi ise, canlılar üzerinde yapılan benzeri deneyler sonucunda "genetik değişmezlik" (genetik homeostasis 179) denilen bir ilkeyi ortaya çıkardı. Bu ilke, bir canlı türünü değiştirmek için yapılan tüm eşleştirme çabalarının sonuçsuz kaldığını, canlı türleri arasında aşılmaz duvarlar olduğunu ortaya koyuyordu. Yani farklı inek varyasyonlarını çiftleştiren hayvan yetiştiricilerinin sonunda inekleri Darwin'in iddia ettiği gibi başka bir türe dönüştürmeleri, kesinlikle mümkün değildi.
Darwin Retried adlı kitabın yazarı Norman Macbeth bu konuda şöyle demektedir:
"Sorun canlıların gerçekten de sınırsız bir biçimde varyasyon gösterip göstermedikleridir... Türler her zaman için sabittirler. Yetiştiricilerin yetiştirdikleri değişik bitki ve hayvan cinslerinin belirli bir noktadan ileri gitmediğini, hatta hep orijinal formlarına geri döndüğünü biliriz..." 180
Varyasyonlar, ancak bir türün genetik bilgisinin sınırları içinde kalan bazı değişimler meydana getirir, ancak hiçbir zaman türlere yeni bir genetik bilgi ekleyemez. Resimde görülen güller birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Ama sonuçta hepsi güldür. |
Hayvan yetiştiriciliği konusunda dünyanın en önemli uzmanlarından biri sayılan Luther Burbank bu gerçeği, "bir canlıda oluşabilecek muhtemel gelişmenin bir sınırı vardır ve bu kanun, bütün yaşayan canlıları belirlenmiş bazı sınırlar içinde sabit tutar" diyerek ifade etmektedir.181
Biyolog Edward Deevey de, varyasyonun hep belirli genetik sınırlar içinde gerçekleştiğini şöyle açıklar:
"Çaprazlama çiftleştirme yöntemiyle çok önemli sonuçlara varılmıştır... Ama sonuçta buğday hala buğdaydır ve, örneğin, üzüm değildir. Domuzlar üzerinde kanat oluşturmamız da, kuşların yumurtalarını silindir şeklinde üretmeleri kadar imkansızdır. Daha güncel bir örnek, son bir yüzyıl içinde dünyadaki erkek nüfusunda görülen boy ortalaması yükselişidir. Daha iyi beslenme ve bakım koşulları sayesinde erkekler son bir yüzyıl içinde rekor sayılabilecek bir boy ortalamasına ulaşmıştır, ama bu artış giderek durma noktasına gelmiştir. Çünkü varabileceğimiz genetik sınıra dayanmış durumdayız." 182
Varyasyon evrime delil oluşturmaz. Çünkü varyasyon, zaten var olan genetik bilginin farklı eşleşmelerinin ortaya çıkmasından ibarettir ve genetik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz. Çaprazlama çiftleştirme yöntemiyle çok önemli sonuçlara varılmıştır ancak buğday hep buğdaydır. |
Kısacası varyasyonlar, ancak bir türün genetik bilgisinin sınırları içinde kalan bazı değişimler meydana getirmekte, ancak hiçbir zaman türlere yeni bir genetik bilgi eklememektedir. Bu nedenle hiçbir varyasyon "evrim" örneği değildir. Farklı köpek ya da at cinslerini ne kadar çiftleştirirseniz çiftleştirin, sonuçta ortaya yine köpekler ya da atlar çıkacak, ama yeni türler oluşmayacaktır. Danimarkalı bilim adamı W. L. Johannsen bu konuyu şöyle özetler:
"Darwin'in bütün vurgusunu üzerine dayandırdığı varyasyonlar, gerçekte belirli bir noktanın ilerisine götürülemezler ve bu nedenle varyasyonlar ‘sürekli değişim'in (evrimin) nedenini oluşturmazlar." 183
Varyasyonlar, hiçbir zaman türlere yeni bir genetik bilgi eklememektedir. Bu nedenle hiçbir varyasyon "evrim" örneği sayılamaz. Farklı at cinslerini ne kadar çiftleştirirseniz çiftleştirin, sonuçta ortaya yine atlar çıkacak, ama yeni türler oluşmayacaktır. |
Theodosius Dobzhansky |
Görüldüğü gibi, Darwin'in "türlerin kökeni"nin açıklaması sandığı varyasyonların gerçekte böyle bir anlam taşımadıkları, genetik biliminin bulgularıyla anlaşıldı.
Bu nedenle evrimci biyologlar, tür içindeki çeşitlenme ile yeni tür oluşumunu birbirinden ayırmak ve bunlar hakkında iki ayrı kavram öne sürmek durumunda kaldılar. Tür içindeki çeşitlenmeye, yani varyasyona, "mikro evrim" adını verdiler. Yeni türlerin oluşması varsayımı ise "makro evrim" olarak adlandırıldı.
Makro evrim kavramı ilk olarak 1927 yılında, Rus Biyolog Jurii Filipchenko tarafından kullanıldı.184 Mikro evrimin makro evrime delil olarak kullanılabileceği görüşü ise, 1930'lu yıllarda, Filipchenko'nun öğrencisi olan Theodosius Dobzhansky tarafından ortaya atıldı. Dobzhansky Darwinizm'in temel kitaplarından biri olan Genetik ve Türlerin Kökeni'nde, mikro evrim ile makro evrimin mekanizmalarının aynı olduğunu öne sürdü.185 Daha sonra bu görüş evrimci çevrelerde yaygın olarak kabul gördü ve günümüze kadar geldi. O yıllarda Berkeley Üniversitesi'nden genetikçi Richard Goldschmidt ise, bu görüşün yanlışlığını şöyle ifade etti: "Mikro evrimin olguları makro evrimi anlamak için yeterli değildir."186 Burada Goldschmidt'in mikro evrim olarak adlandırdığı şey, türler içindeki varyasyonlardan başka bir şey değildi.
Bu iki kavram uzunca bir zamandır biyoloji kitaplarında yer alır. Ancak gerçekte burada yanıltıcı bir üslup kullanılmaktadır. Evrimci biyologların mikro evrim adını verdikleri varyasyon örneklerinin aslında hiçbir şekilde evrim teorisiyle ilişkisi yoktur. Çünkü evrim teorisi, canlıların mutasyon ve doğal seleksiyon mekanizmalarıyla yeni genetik bilgiler kazanıp geliştiklerini öne sürer. Oysa varyasyonlar daha önce belirttiğimiz gibi hiçbir zaman yeni bir genetik bilgi oluşturmaz ve dolayısıyla bir "evrim" sağlamazlar. Varyasyonlara mikro evrim adı verilmesi, evrimci biyologların ideolojik bir tercihidir.
Darwinistlerin kasıtlı olarak mikro evrim şeklinde adlandırdıkları varyasyonlar, günlük hayatta sık sık örneklerini gördüğümüz biyolojik bir olgudur. Karşılaştığınız kedi, köpek, elma, domates, bitki ve hayvan varyasyonlarını gözünüzün önüne getirin. Makro evrim ise, bir dinozorun bir kuşa, bir ayının bir balinaya dönüşmesi gibi değişimlerdir. Yani makro evrim iddialarının, kurbağaların prenslere dönüştüğünü anlatan çocuk masallarından hiçbir farkı yoktur.
Evrimci biyologların mikro evrim kavramını kullanarak verdikleri izlenim, varyasyonların uzun zaman içinde yepyeni canlı sınıflamaları oluşturabileceği yönündeki yanlış bir mantıktır. Nitekim konu hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmayan pek çok kişi "mikro evrim uzun zamana yayıldığında makro evrim oluşturur" gibi yüzeysel bir düşünceye kapılmaktadır. Bu düşüncenin örneklerini sık sık görmek mümkündür. Bazı "amatör" evrimciler, "insanların boy ortalaması bir yüzyıl içinde bile iki cm. artmış, demek ki milyonlarca yıl içinde her türlü evrim gerçekleşebilir" gibi mantıklar öne sürerler. Oysa daha önce de belirtildiği gibi, boy ortalaması değişimi gibi varyasyonların hepsi, belirli genetik sınırlar içinde gerçekleşen ve evrimle ilgisi olmayan dalgalanmalardır.
Nitekim, mikro evrim adını verdikleri varyasyonların yeni canlı sınıflamaları oluşturamadığını, yani makro evrim sağlamadığını günümüzde evrimci otoriteler de kabul etmektedir. Evrimci biyologlar, Scott Gilbert, John Opitz ve Rudolf Raff, Developmental Biology dergisinde yayınlanan 1996 tarihli makalelerinde bu konuyu şöyle açıklarlar:
Varyasyonlar günlük hayatta sık sık örneklerini gördüğümüz biyolojik bir olgudur. Tüm varyasyon örnekleri belirli genetik sınırlar içinde gerçekleşen ve evrimle ilgisi olmayan dalgalanmalardır. |
Modern sentez (neo-Darwinist teori) önemli bir başarıdır. Ancak, 1970'lerden başlayarak, çok sayıda biyolog bunun açıklayıcı gücünü sorgulamaya başlamıştır. Genetik bilimi, mikro evrimi açıklamak için yeterli bir araç olabilir, ama genetik bilgi üzerindeki mikro evrimsel değişiklikler, bir sürüngeni bir memeliye çevirebilecek ya da bir balığı amfibiyene dönüştürecek türden değildir. Mikro evrim, sadece uygunların hayatta kalması kavramına yardımcı olabilir, uygunların oluşumunu açıklayamaz. (Open Üniversitesi Biyoloji Profesörü Brian Goodwin) Goodwin'in 1995'te belirttiği gibi 187, "türlerin kökeni, yani Darwin'in problemi, çözümsüz kalmaya devam etmektedir."" 188
Mikro evrim adı verilen varyasyonların makro evrim iddiasına, yani türlerin kökenine hiçbir açıklama getiremediği, başka evrimci biyologlar tarafından da kabul edilmiştir. Ünlü evrimci Paleontolog Roger Lewin, Kasım 1980'de Chicago Doğa Tarihi Müzesi'nde 150 evrimcinin katıldığı, dört gün süren ünlü sempozyumda bu konuda varılan sonucu şöyle anlatır:
"Darwin'in (varyasyonlardan yola çıkarak) yaptığı mantık yürütmeler haklı mıydı? Evrimsel biyolojinin tarihindeki son 40 yılın en önemli konferanslardan birine katılan bilim adamlarının ortaya koydukları yargıya göre, bu sorunun cevabı "hayır"dır. Chicago konferansındaki temel mesele, mikro evrimi sağlayan mekanizmaların, makro evrim adını verdiğimiz fenomeni açıklamak için de kullanılıp kullanılamayacağı olmuştur... Cevap açıklıkla verilebilir: Hayır." 189
Evrimci biyologlar Fagerstrom, Schuster ve Szathmary de 1996 yılında Science dergisinde yayınlanan bir makalede aynı gerçeği şöyle belirtirler:
"Evrimdeki büyük geçişler -örneğin, bir kaçını belirtmek gerekirse, yaşamın kökeni, ökaryot hücrelerin ortaya çıkışı, insanın konuşma kapasitesinin kökeni gibi geçişler- birer "dengeden uzaklaşma" hali olamazlar. Bunlar, mikro evrimin kurulu modelleri tarafından da tatmin edici şekilde tarif edilemezler." 190
Kısacası, mikro evrim ile makro evrim birbirinden tamamen farklı kavramlardır. Birincisi biyolojik bir olgu, ikincisi ise bilim dışı bir dogmadır. Buna rağmen, günümüzde söz konusu iki kavramın mekanizmalarını bir tutan ve mikro evrimsel değişimlerin uzun bir zaman diliminde makro evrimsel dönüşümlere neden olacağına inanan birçok evrimci vardır.191
Darwinistlerin makroevrim iddialarının kurbağaların prenslere dönüştüğünü anlatan çocuk masallarından hiçbir farkı yoktur. |
Bazı bilim adamları ise böyle bir iddianın, bilimsel bulgular ve fosil kayıtlarının ortaya koyduğu gerçekler ile taban tabana zıt olduğunun farkındadırlar. Örneğin, Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nden Douglas Erwin, Evrim ve Gelişim dergisinde yer alan 2000 yılına ait bir makalesinde bunun üzerinde durmuştur.192 Amerikalı biyologlar Douglas Erwin ve James Valentine'e göre, yeni bedensel özelliklerin kökenini açıklamak için mikro evrimsel mekanizmalar şeklinde adlandırılan fakat tür içindeki çeşitlenmelerden başka bir şey olmayan değişimleri kullanmak, eldeki delillerle uyuşmayan bir yöntemdir.193
Gerçek şu ki, makro evrim hiçbir zaman gözlemlenmemiştir; bunun nasıl gerçekleştiğine dair akla, mantığa ve bilime uygun hiçbir açıklama yoktur. Mikrobiyoloji Profesörü Carl Woese konuya ilişkin görüşünü, "makro evrim terimi anlayışımızı ifade etmekten çok bilgisizliğimizi gizlemeye yarıyor" şeklinde dile getirir.194
Evrimciler tarafından Darwinizm'in somut ve gözlemlenmiş örnekleri olarak tanıtılan, her fırsatta evrim teorisinin temel delilleri olarak sunulan konuları düşünün. Hemen aklınıza Galapagos ispinozları, Sanayi Devrimi kelebekleri, antibiyotiklere dirençli bakteriler ve DDT'ye karşı bağışıklı böcekler gelecektir. Bunların evrim deliliymiş gibi kullanılması ise kesinlikle bir aldatmacadır. Çünkü söz konusu vakalar evrime delil oluşturmayan varyasyon (veya bir başka ifadeyle "mikro evrim") örnekleridir. (Elinizdeki kitabın ilerleyen sayfalarında Galapagos ispinozları ve Sanayi Devrimi kelebekleri detaylı olarak incelenmekte ve bu canlıların evrim teorisine delil olacak hiçbir yönlerinin olmadığı anlatılmaktadır. Diğer iki konu için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Vural Yayıncılık, İstanbul, 2000, s. 223-226.)
Evrimciler milyarlarca yıl önce cansız maddelerden ilk tek hücreli organizmanın meydana geldiğini, bundan da zamanla milyonlarca canlı türünün yani yeryüzündeki muazzam canlı çeşitliliğinin ortaya çıktığını öne sürerler. Dikkat edin, Darwinist iddiaya göre, doğal süreçlerin ve tesadüflerin etkisiyle tek bir türden milyonlarca tür oluşmuştur. Akıl ve bilim dışı bu iddiadan anlaşıldığı gibi, tür oluşumu yani türleşme kavramı evrim teorisinin temelini oluşturur. Burada dikkat çekici bir nokta vardır: Açıktır ki sağlam delillere, gözlemlere ve bilimsel araştırmalara dayanmayan bir iddianın hiçbir değeri yoktur. Darwinizm'in bir türün milyonlarca türe dönüşmesi iddiası da çok büyük bir iddiadır ve sayısız bilimsel delil ve bulguya muhtaçtır. Gerçekte ise evrimcilerin türleşme iddiasının bilimsel anlamda tek bir delili bile yoktur. Darwin'den bu yana tüm evrimcilerin yaptığı, bir kavram kargaşası meydana getirmek ve varyasyonları türleşmeye delil olarak kullanmaktır.
Öncelikle tür kavramını ele alalım. Bu kavramı incelemek, evrimci aldatmacayı daha iyi anlamaya yardımcı olacaktır. Biyolojinin farklı alanlarından çeşitli uzmanların öne sürdükleri pek çok tür tanımı vardır. Indiana Üniversitesi'nden Troy Wood ve Loren Rieseberg'in deyişiyle, evrimci biyologlarca sayılamayacak kadar çok tür tarifi önerilmiştir.195
Biyolog John Endler ise, bu durumun yol açtığı karışıklığı şöyle anlatır:
"Türler, organik çeşitliliği tanımlamak için oluşturulmuş araçlardır. Değişik amaçlar için yapılmış çeşitli keskiler olduğu gibi, farklı amaçlara en uygun farklı tür kavramları vardır... Değişik organizma grupları üzerinde çalışan farklı insanların "tür" ile farklı şeyleri ifade etmek istemeleri yüzünden sık sık karışıklık ve anlaşmazlık meydana gelmektedir." 196
Darwinizm'in Türkiye'deki önde gelen sözcülerinden Ali Demirsoy da, söz konusu gerçek hakkında şunları dile getirir:
"Hayvanların ve bitkilerin sınıflandırılmasında temel birim olarak alınan türün, diğer türlerle ayrılımı hangi sınırlarda olmalıdır sorusu, yani ‘Tür Tanımı', biyolojinin en zor yanıtlanabilen sorularından biridir. Hayvan ve bitki gruplarının tümü için geçerli olabilecek bir tür tanımı vermek, bugünkü bilgilerimizle olanaksız görülmektedir." 197
Günlük hayatta sanki tek bir tür gibi söz ettiğimiz canlı tiplerinin aslında çok fazla türleri vardır. Örneğin örümceklerin yaklaşık 34 bin türü tanımlanmıştır. |
Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman onların hepsini toplamaya güç yetirendir. |
Tür dendiğinde insanların aklına çoğu zaman köpek, at, örümcek, yunus, buğday, elma gibi "canlı tipleri" gelir. Evrim teorisinin "türlerin kökeni" iddiası ise, insanlara bu canlı tiplerinin kökenini çağrıştırır. Oysa biyologlar tür kavramını biraz daha farklı tanımlarlar. Çağdaş biyolojiye göre en genel anlamıyla bir canlı türü, kendi içinde çiftleşen ve çoğalabilen bireylerden oluşan bir popülasyondur. Bu tanım, günlük hayatta sanki tek bir tür gibi söz ettiğimiz canlı tiplerini çok daha fazla türlere ayırır. Örneğin örümceklerin yaklaşık 34 bin türü tanımlanmıştır.198
Evrimin türleşme aldatmacasını anlamak içinse, önce "coğrafi izolasyon"u belirtmek gerekir: Bir canlı türü içinde, genetik varyasyondan kaynaklanan farklılıklar vardır. Eğer bu türe ait canlıların arasına dağ, nehir gibi coğrafi bir engel girerse, yani birbirlerinden "izole" olurlarsa, o zaman birbirinden kopmuş olan bu iki grubun içinde büyük olasılıkla farklı varyasyonlar ağır basmaya başlar.199 Diyelim ki, bir grupta, daha koyu renkli ve uzun tüylü olan A varyasyonu ağırlık kazanır, diğerinde ise daha kısa tüylü ve açık renkli olan B varyasyonu baskın çıkar. Bu popülasyonlar ne kadar ayrı kalırlarsa, A ve B karakterleri de o kadar keskinleşir.200 Aynı türe ait olmalarına rağmen, aralarında belirgin morfolojik farklar bulunan bu gibi varyasyonlara "alt tür" adı verilir.
Türleşme iddiası buradan sonra devreye girer. Bazen, coğrafi izolasyon yoluyla birbirlerinden kopmuş olan A ve B varyasyonları, bir şekilde yeniden biraraya getirildiklerinde, birbirleri ile çiftleşmezler. Çiftleşmedikleri için de, modern biyolojinin "tür" tanımlamasına göre, "alt tür" olmaktan çıkıp, "ayrı türler" haline gelmiş olurlar. Buna "türleşme" (speciation) adı verilir.
Evrimciler ise, bu kavramı alıp hemen şu çıkarımı yaparlar: "Bakın doğada türleşme var, yani yeni canlı türleri doğal mekanizmalarla oluşuyor, demek ki tüm türler bu şekilde oluşmuş". Oysa bu çıkarımda çok büyük bir aldatmaca gizlidir.
Tavşan tipinin kendi içinde, beyaz tüylü, gri tüylü, uzun kulaklı, daha kısa kulaklı gibi çeşitlenmeleri olmakta ve bu farklı çeşitlenmeler, kendilerine hangi doğal şartlar uygunsa dünyaya o şekilde yayılmaktadırlar. Ama tipler hiçbir zaman birbirlerine dönüşmemektedir. |
Şimdi söz konusu aldatmacanın iki önemli noktasına dikkat çekelim:
1) Birbirlerinden izole olan A ve B varyasyonları, bir araya geldiklerinde çiftleşmiyor olabilirler. Ama bu olgu çoğu zaman "çiftleşme davranışı"ndan kaynaklanır. Yani A ve B varyasyonuna ait bireyler, diğer varyasyon kendilerine yabancı göründüğü için, onu "kendilerine yakın bulmadıkları" için çiftleşmezler. Ancak çiftleşmelerini engelleyecek bir genetik uyumsuzluk yoktur. Dolayısıyla aslında genetik bilgi açısından hala aynı türe aittirler. (Nitekim bu nedenle "tür" kavramı biyolojide tartışma konusu olmaya devam etmektedir.)
2) Asıl önemli nokta ise, söz konusu "türleşme"nin, bir genetik bilgi artışı değil, aksine genetik bilgi kaybı anlamına gelmesidir. Ayrışmanın nedeni, varyasyonlardan birinin veya her ikisinin yeni bir genetik bilgi edinmiş olmaları değildir. Böyle bir genetik bilgi eklenmesi yoktur. Örneğin iki varyasyondan herhangi biri yeni bir proteine, yeni bir enzime, yeni organa kavuşmuş değildir. Ortada bir "gelişme" yoktur. Aksine, daha önceden farklı genetik bilgileri aynı anda barındıran popülasyon (örneğimize göre, hem uzun hem de kısa tüy özelliğini, hem koyu hem de açık renk özelliğini barındıran popülasyon) yerine, şimdi genetik bilgi yönünden daha fakirleşmiş iki ayrı popülasyon vardır.
Dolayısıyla söz konusu "türleşme"nin evrim teorisini destekler hiçbir yönü yoktur. Çünkü evrim teorisi, canlı türlerinin hepsinin basitten komplekse doğru rastlantılar yoluyla türediği iddiasındadır. Dolayısıyla bu teorinin dikkate alınabilmesi için, ortaya "genetik bilgiyi artırıcı mekanizmalar" koyabilmesi gerekir. Gözü, kulağı, kalbi, akciğeri, kanatları, ayakları veya diğer organ ve sistemleri olmayan canlıların, nasıl bunları kazandıklarını, bu organ ve sistemleri tanımlayan genetik bilginin nereden geldiğini açıklayabilmesi gerekir. Zaten var olan bir canlı türünün genetik bilgi kaybına uğrayarak ikiye bölünmesi, kuşkusuz bununla hiçbir ilgisi olmayan bir olgudur.
Bu ilgisizlik aslında evrimciler tarafından da kabul edilir. Bu nedenle evrimciler, bir türün kendi içindeki varyasyonlarını ve "ikiye bölünerek türleşme" örneklerini (önceki bölümde anlattığımız gibi) "mikro evrim" olarak tanımlarlar. Mikro evrim, zaten var olan bir türün içindeki çeşitlenmeler anlamında kullanılmaktadır. Ancak bu tanımda "evrim" ifadesinin geçirilmesi bütünüyle maksatlı olarak yapılmış bir aldatmacadır. Çünkü ortada evrim gibi bir süreç yoktur. Durum, o türün gen havuzunda var olan genetik bilginin farklı bireylerdeki dağılımından, değişik kombinasyonlarından ibarettir.
Oysa cevaplanması istenen sorular şunlardır: Canlı tipleri ilk başta nasıl oluşmuştur? Monera, protista, mantarlar, bitkiler ve hayvanlar alemleri yeryüzünde nasıl ortaya çıkmıştır? Türlerin daha üst kategorileri olan filumlar, sınıflar, takımlar, aileler (örneğin memeliler, kuşlar, omurgalılar, yumuşakçalar gibi temel kategoriler) ilk başta nasıl meydana gelmiştir? Evrimcilerin asıl açıklamaları gereken konular işte bunlardır.
Önceki bölümde belirttiğimiz gibi, evrimciler bu konulara "makro evrim" derler. Aslında evrim teorisi derken kastedilen ve tartışılan kavram da makro evrimdir. Çünkü Darwinistlerin mikro evrim olarak isimlendirmede ısrarlı oldukları genetik çeşitlenmeler, gözlemlenen ve herkes tarafından kabul edilen biyolojik bir olgudur ve yukarıda da belirttiğimiz gibi bu olayın -evrimciler her ne kadar tanımın içine "evrim" ifadesini yerleştirmişlerse de- evrimle hiçbir ilgisi yoktur. Makro evrim iddiasının ise ne gözlemsel biyoloji ne de fosil kayıtları açısından hiçbir kanıtı bulunmamaktadır.
İşte burada çok önemli bir "püf nokta" vardır. Konu hakkında yeterli bilgisi olmayanlar, "mikro evrim kısa bir zaman dilimi içinde gerçekleştiğine göre, on milyonlarca yıl içinde de makro evrim gerçekleşir" gibi bir yanılgıya kapılırlar. Bazı evrimciler de aynı yanılgıya düşer veya bu yanılgıyı kullanarak insanları evrim teorisine inandırmaya çalışırlar. Charles Darwin'in Türlerin Kökeni'nde öne sürdüğü tüm sözde "evrim delilleri" bu şekildedir. Ondan sonra gelen evrimcilerin öne sürdüğü örnekler de bu şekildedir. Tüm bu örneklerde evrimcilerin "mikro evrim" diye tanımladıkları fakat evrimle hiçbir ilgisi olmayan genetik çeşitlenmenin, yine "makro evrim" diye tanımladıkları teorinin delili olarak kullanılması söz konusudur.
Tüm bu mikro evrim-makro evrim tartışmasının ve evrimci "türleşme" hikayelerinin özet sonucu ise şudur: Canlılar, yeryüzünde birbirinden farklı yapılara sahip "tipler" olarak ortaya çıkmışlardır. (Fosil kayıtları bunu kanıtlamaktadır.) Bu tiplerin içinde, genetik havuzlarının zenginliği sayesinde farklı varyasyonlar ve alt türler oluşabilmektedir. Örneğin "tavşan" tipinin kendi içinde, beyaz tüylü, gri tüylü, uzun kulaklı, daha kısa kulaklı gibi çeşitlenmeleri olmakta ve bu farklı çeşitlenmeler, kendilerine hangi doğal şartlar uygunsa dünyaya o şekilde yayılmaktadırlar. Ama tipler hiçbir zaman birbirlerine dönüşmemektedir. Bunu yapabilecek, yeni tipler tasarlayabilecek, bunlar için yeni organlar, sistemler, vücut planları oluşturacak bir doğal mekanizma yoktur. Her tip, kendi özgün yapısıyla yaratılmıştır ve Allah her tipi zengin bir varyasyon potansiyeli ile var ettiği için, her tip kendi içinde zengin ama sınırlı bir çeşitlenme ortaya çıkarmaktadır.
Türleşmeyi kanıtlamak icin yaklaşık yetmiş yıldır meyve sinekleri yetiştirilmiş, bunlar sürekli olarak mutasyona uğratılmıştır. Ancak hiçbir evrimsel değişim yaşanmamış, hiçbir türleşme vakasına rastlanmamış, meyve sineği yine meyve sineği olarak kalmıştır. |
Konu hakkında sadece yüzeysel bir bilgiye sahip olan "amatör" evrimciler hariç, evrimcilerin hemen hemen tamamı kendileri açısından asıl sorunun çok iyi farkındadırlar: Yeryüzündeki canlı tiplerinin, türlerin ve tür zenginliğinin kökenini açıklamak. Neo-Darwinizm'in mimarlarından Theodosius Dobzhansky'nin Genetik ve Türlerin Kökeni adlı kitabının önsözünde yazdığı gibi, evrim açısından başlıca sorun, hayatın çeşitliliğini açıklamaktır.201
Charles Darwin ve takipçilerinin asıl aydınlatması gereken konu işte budur. Darwin Türlerin Kökeni adlı kitabında, konuya ilişkin tek bir somut delil sunamamış, sadece spekülasyon yapmıştır. Charles Darwin, oğlu Francis Darwin tarafından yayımlanan Charles Darwin'in Hayatı ve Mektupları adlı kitapta yer alan bir mektubunda, bu gerçeği şöyle itiraf etmiştir:
"Bir türün diğerine değişimine ilişkin hiçbir kayıt yoktur... Tek bir türün değiştiğini kanıtlayamayız." 202
Darwin zaman içinde ve bilimsel araştırmaların ilerlemesiyle, söz konusu sorunun yanıtlarının bulunacağını, tür oluşumunun delillendirileceğini umuyordu. Ama aksine, bilimsel bulgular her defasında Darwin'i yalanladı. Aradan geçen yaklaşık 150 yılda evrimcilerin tüm çabalarına rağmen, evrimsel mekanizmalarla türleşme, delil ve dayanaktan yoksun bir iddia olarak kaldı.
Burada bazı evrimcilerin konuya ilişkin samimi itiraflarına yer verilecektir.
Dikkat çekicidir ki, türleşme, evrim teorisinin bel kemiği olmasına karşın büyük ölçüde karanlık bir kavramdır. (Daha doğrusu, evrimciler çarpıttıkları mikro evrim ve varyasyon örnekleri dışında bir bilgiye sahip değildirler.) Örneğin, Indiana Üniversitesi biyologları Troy Wood ve Loren Rieseberg 1999 tarihli makalelerinde, tür oluşumunu sağlayan biyolojik mekanizmalar hakkında çok az şey bilindiğini açıklar.203 Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nden Profesör Gareth Nelson ise, aynı konuyu şu ifadelerle anlatır: "Tür problemi yıllardır devam etmekte ve türleşme her zaman olduğu gibi bir kara kutu olarak kalmaktadır." 204
Cornell Üniversitesi Profesörü Richard Harrison, 2001 yılında Nature dergisinde yayınlanan bir makalesinde, konuya ilişkin son durumu şöyle dile getirmiştir:
"Doğal topluluklar çok büyük bir tür çeşitliliğini barındırır... Peki ya çeşitliliğin kökeni? Türleşme işlemi evrimsel biyolojinin merkezi olmasına rağmen, yeni türlerin nasıl ortaya çıktığına ilişkin çok az şey yazıldı." 205
Aslında bu konuda "çok az şey yazılması" şaşırtıcı değildir. Zira bilimsel bulgular, bir türden başka bir türe dönüşümün mümkün olmadığını, değişimin sadece tür içinde ve belirli sınırlar dahilinde gerçekleştiğini ortaya koymuştur. Bugüne kadar evrimsel mekanizmalarla elde edilmiş hiçbir gözlenebilir türleşme örneği yoktur. Evrimci biyologlar Darren Irwin, Staffan Bensch ve Trevor Price, 18 Ocak 2001 tarihli Nature dergisindeki makalelerinde, bunu şöyle itiraf ederler:
"Tek bir türün iki ayrı türe evrimsel açılımı (tür oluşumu), doğada direkt olarak hiçbir zaman gözlemlenmemiştir." 206
Pittsburgh Üniversitesi Antropoloji Profesörü Jeffrey Schwartz, 2000 yılında yayınlanan Ani Başlangıçlar: Fosiller, Genler ve Türlerin Ortaya Çıkışı isimli kitabında, aynı gerçeği vurgular:
"Bununla birlikte, durum hala şöyledir: Dobzhansky'nin yeni bir meyve sineği türüne dair iddiası (ki bu da bir evrimleşme değil bir varyasyon örneğidir) hariç tutulursa, herhangi bir mekanizma ile yeni bir türün oluşumu hiçbir zaman gözlemlenmemiştir." 207
Bu gerçekler karşısında, bazı evrimciler: "Evrim yoluyla türleşmeyi gözlemleyemiyoruz, çünkü evrimsel mekanizmalar ancak çok uzun zaman içinde etkili olur. Bu yüzden türleşme, doğada veya laboratuvarda gözlemlenemez" gibi bir açıklama öne sürerler. Ancak bu da hiçbir bilimsel temeli olmayan bir avuntudan başka bir şey değildir. Çünkü meyve sinekleri ya da bakteriler gibi yaşam süreleri çok kısa olan ve dolayısıyla tek bir bilim adamının bile binlerce neslini gözlemleyebildiği canlılarda da hiçbir türleşme vakası görülmemiştir.208 Bugüne kadar çeşitli mikroorganizma ve hayvan türleri üzerinde yapılan sayısız deney ve araştırma, evrimcilerin hayallerini yerle bir etmiştir. Bir evrimci olan, Wired dergisi Editörü ve All Species Vakfı Başkanı Kevin Kelly bunu şöyle anlatır:
"Yoğun bir gözleme rağmen, kayıtlı tarihte, doğada hiçbir yeni türün ortaya çıktığına tanık olmadık. Ayrıca, işin en ilginci, hayvan yetiştiriciliğinde hiçbir yeni hayvan türünün ortaya çıktığını da görmedik. Türleşmeyi sağlamak için sinek popülasyonlarına küçük ve büyük baskıların kasten uygulandığı meyve sineği araştırmalarında, yüz milyonlarca nesilde hiçbir yeni meyve sineği türünün oluşmaması da buna dahildir... Doğada, yetiştiricilikte ve yapay hayatta, varyasyonun ortaya çıkışını görürüz. Ancak büyük değişimin yokluğu ile birlikte, varyasyon limitlerinin dar bir alanda ve çoğu kez türün kendi içinde sınırlanmış olarak göründüğünü de açıkça fark ederiz." 209
Escherichia coli bakterisi üzerinde yıllardır yapılan deney ve araştırmalarda başka bir bakteri türü veya çok hücreli bir canlı türü ortaya çıkmamış; Escherichia coli yine Escherichia coli olarak kalmıştır. |
Türleşmeyi kanıtlamak için, yaklaşık yetmiş yıldır meyve sinekleri yetiştirilmiş, bunlar sürekli olarak mutasyona uğratılmış; ancak hiçbir evrimsel değişim yaşanmamış, hiçbir türleşme vakasına rastlanmamış, meyve sineği yine meyve sineği olarak kalmıştır.210 Aynı şekilde, Escherichia coli bakterisi üzerinde yıllardır yapılan deney ve araştırmalarda, başka bir bakteri türü veya çok hücreli bir canlı türü ortaya çıkmamış; Escherichia coli yine Escherichia coli olarak kalmıştır.211
Kaldı ki evrimcilerin sıkıntısı bunlarla da sınırlı değildir. Zira fosil kayıtları türleşme kavramını kesinlikle reddetmektedir.212 Fosil kayıtlarında, Darwinizm'e göre yaşamış olması gereken sayısız "ara tür"e ait hiçbir belirti yoktur. Bu fosillerin ileride bulunabileceğini düşünen Darwin'in görüşünün yanlış olduğu kesinlikle anlaşılmıştır. Evrimciler günümüzde "türleşme fosil kayıtlarında görülemeyecek kadar hızlıdır" şeklinde bir bahane ileri sürmekte; daha doğrusu böyle bir avuntunun arkasına saklanmaktadırlar.
İngiliz biyologlar Paul Pearson ve Katherine Harcourt-Brown, türleşmenin fosil kayıtlarında görülmediğini üstü kapalı olarak şöyle ifade ederler:
"Türleşmeyi, biyolojik anlamda, fosil kayıtlarında teşhis etmek oldukça güçtür... Fosil kayıtları türleşme işlemlerine dair anlayışımıza az miktarda katkıda bulunmaktadır." 213
Kısacası, türlerin kökeni, tür oluşumu ve hayatın çeşitliliği gibi konular, evrim teorisinin iddia ettiği gibi doğal süreçler ve rastlantısal etkilerle açıklanamaz. Dahası, bilimsel bulgular Darwinizm'in bilim dışı ve gerçek dışı bir teori olduğunu kanıtlamaktadır. Günümüzde pek çok bilim adamı bunun bilincindedir. Ancak bilim dünyasından dışlanmak korkusuyla, az sayıda biyolog görüşlerini açıkça dile getirmektedir. Bunlardan biri Massachusetts Üniversitesi'nden tanınmış bir profesör olan Lynn Margulis'tir. Margulis Darwinizm'in konuya ilişkin iddialarının "tamamen yanlış" olduğunu belirtmektedir. Margulis'in bu konudaki görüşlerine Kevin Kelly'nin Out of Control: The New Biology of Machines (Kontrol Dışı: Makinaların Yeni Biyolojisi) isimli kitabında şöyle yer verilmiştir:
"Açık sözlü Biyolog Lynn Margulis, son hedefi olan Darwinist evrim dogması hakkında şunları söyledi: "Tamamen yanlış. Pasteur'den önce bulaşıcı hastalık tedavisinin yanlış olduğu gibi yanlış. Frenolojinin (Bir kişinin karakter ve zekasının kafatası yapısından anlaşılacağına dair geçersizliği kanıtlanmış bir teori) yanlış olduğu gibi yanlış. Her temel ilkesi yanlış." Margulis yeni türlerin, aşamalı, bağımsız ve tesadüfi varyasyonların kesintisiz sıralanmasının sonucunda oluştuğuna inanan asırlık Darwinizm teorisinin çağdaş kurgusunun hatalarını ortaya koymaktadır. Margulis, Darwinist teori cephesine meydan okurken yalnız değil, ancak bu kadar açık konuşan az sayıda kişi var." 214
Minnesota Üniversitesi Ekoloji, Evrim ve Davranış Bölümü Profesörü David Tilman'ın, 11 Mayıs 2000 tarihli Nature dergisinde yayınlanan şu sözü konuyu evrimciler açısından çok iyi özetlemektedir: "Dünyadaki muazzam tür çeşitliliğinin varlığı bir sır olarak kalmaktadır." 215
Sonuç olarak, türlerin kökeni ve çeşitliliği evrimciler için hala cevapsızdır. Evrimciler eğer bunun cevabını bulmak istiyorlarsa, Darwinist aldatmaca ve safsatalara inanmaktan vazgeçmek ve şu gerçeği kabul etmek zorundadırlar: Her canlı türünü zengin bir varyasyon potansiyeli ile yaratan, sonsuz güç, bilgi ve akıl sahibi olan Allah'tır.
Yaratmak yalnızca Allah'a mahsustur. Bu gerçeği inkar edenlerin, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, elde edeceklerinin sadece hüsran olacağı bir ayette şöyle ifade edilir:
Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için biraraya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. (Hac Suresi, 73)
163 Encyclopedia Britannica 2001 Deluxe Edition CD, “Taxonomy, Ranks”.
164 Daniel Otte, “Species and Speciation: An Overview”, Encyclopedia of Life Sciences, 2000, ğ.els.net.
165 David Allen, “Ray, John”, Encyclopedia of Life Sciences, 2000, ğ.els.net.
166 M. Encarta Encyclopedia 2001 Deluxe Edition CD, “Ray, John”.
167 “John Ray”, University of California, Berkeley, 2002, http://ğ.ucmp.berkeley.edu/history/ray.html.
168 Alessandro Minelli, “Classification”, Encyclopedia of Life Sciences, 1999, ğ.els.net.
169 Peter F. Stevens, “History of Taxonomy”, Encyclopedia of Life Sciences, 2001, ğ.els.net.
170 Henry Gee, In Search of Deep Time, Cornell University Press, Ithaca, 2001, s. 117.
171 Niles Eldredge, The Pattern of Evolution, W.H. Freeman and Company, New York, 2000, s. 73.
172 “Carl Linnaeus”, University of California, Berkeley, 2002, http://ğ.ucmp.berkeley.edu/history/linnaeus.html.
173 Ali Demirsoy, Yaşamın Temel Kuralları, Cilt I/Kısım I, 11. baskı, Meteksan A.Ş., Ankara, 1998, s. 653.
174 Canlılar arasında benzerlikler olması doğaldır. Çünkü aynı moleküllerden oluşmakta, aynı suyu ve atmosferi kullanmakta, aynı moleküllerden oluşan besinleri tüketmektedirler. Elbette ki metabolizmaları ve dolayısıyla genetik yapıları birbirine benzeyecektir. Ancak bu, onların ortak bir atadan evrimleştiklerinin bir delili değildir; bu onların tümünün aynı plan üzerine yaratılmış olmalarının sonucudur. Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Vural yayıncılık, İstanbul, 2000.
175 Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Adler&Adler Publishers, Maryland, 1986, s. 136-137.
176 Richard M. Harrison, “Variation Within Species: Introduction”, Encyclopedia of Life Sciences, 1999, ğ.els.net.
177 Loren Eiseley, The Immense Journey, Vintage Books, 1958, s. 186.
178 Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 184.
179 Harcourt Dictionary of Science and Technology, “genetic homeostasis”, http://ğ.harcourt.com/dictionary/def/4/3/3/9/4339900.html.
180 Norman Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason, Harvard Common Press, New York, 1971, s. 33.
181 Norman Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason, s. 36.
182 Edward S., Jr., The Reply: Letter from Birnam Wood, Yale Revie., 1967, 61:631-640.
183 Loren Eiseley, The Immense Journey, Vintage Books, 1958. s. 227.
184 Hilary S. Callahan, “Microevolution and Macroevolution: Introduction”, Encyclopedia of Life Sciences, 2001, ğ.els.net.
185 Theodosius Dobzhansky, Genetics and the Origin of Species, Columbia University Press, New York, 1937.
186 Richard B. Goldschmidt, The Material Basis of Evolution, New Haven Connecticut: Yale University Press, 1940, s. 8.
187 Brian Goodwin, “Neo-Darwinism has failed as an evolutionary theory”, The Times Higher Education Supplement, 19 Mayıs 1995.
188 Scott Gilbert, John Opitz, Rudolf Raff, “Resynthesizing Evolutionary and Developmental Biology”, Developmental Biology 173, Article No. 0032, 1996, s. 361.
189 R. Lewin, “Evolutionary Theory Under Fire”, Science, vol. 210, 21 Kasım 1980, s. 883.
190 T. Fagerstrom, P. Jagers, P. Schuster, E. Szathmary, “Biologists put on mathematical glasses”, Science, vol. 274, 20 Aralık 1996, s. 2039-2040.
191 Sean B. Carroll, “The Big Picture”, Nature, Vol. 409, 8 Şubat 2001, s. 669; Paul R. Ehrlich, Human Natures, Shearwater Books, Washington, D.C., 2000, s.46.
192 D.H. Erwin, “Macroevolution is more than repeated rounds of microevolution”, Evolution & Development, Vol. 2, 2000, s. 78-84.
193 J.W. Valentine, D.H. Erwin, “Interpreting Great Developmental Experiments: The Fossil Record”, s. 95, R.A. Raff, E.C. Raff (editors), Development as an Evolutionary Process, Alan R. Liss, Inc., New York, 1987.
194 C.R. Woese, “Macroevolution in the microscopic world”, C. Patterson (editor), Molecules and Morphology in Evolution, Cambridge: Cambridge University Press, 1987.
195 Troy E. Wood, Loren H. Rieseberg, “Speciation: Introduction”, Encyclopedia of Life Sciences, 1999, ğ.els.net.
196 J.A. Endler, “Conceptual and Other Problems in Speciation”, s. 625, D. Otte, J.A. Endler (editors), Speciation and Its Consequences, Sinauer Associates, Sunderland, Massachusetts, 1989.
197 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaşamın Temel Kuralları, Cilt I / Kısım I, 11. baskı, Meteksan Yayınları, Ankara, 1998, s. 624.
198 M. Encarta Encyclopedia 2001 Deluxe Edition CD, “Spider (arthropod)”.
199 Timothy A. Mousseau, Alexander E. Olvido, “Geographical Variation”, Encyclopedia of Life Sciences, 2000, ğ.els.net.
200 Aslında aynı durum insanlarda da yaşanmaktadır. Yeryüzündeki farklı ırklar, coğrafi izolasyon aracılığıyla farklı ırk özelliklerine sahip olmuşlardır. Bir grup insanda siyah derililik özelliği baskın çıkmış, bunlar aynı bölgede yaşadıkları ve kendi içlerinde çoğaldığı için siyah derili bir ırk meydana gelmiştir. Çekik gözlü Uzakdoğu ırkları aynı şekildedir. Söz konusu farklı ırk özellikleri (deri rengi, göz rengi, göz şekli, boy uzunluğu, saç rengi vs.) ilk insanların genetik bilgilerinde bir arada bulunmasına karşın, zamanla dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insan popülasyonlarında bu özelliklerin bazıları baskın çıkmış ve baskın çıkan özelliğe göre ırklar meydana gelmiştir. Eğer coğrafi izolasyon olmasaydı, yani dünyadaki tüm ırklar asırlardır birbirleriyle sürekli karışık evlilikler yapıyor olsalardı, o zaman herkes “melez” olurdu; zenciler, beyazlar, çekik gözlüler olmaz, insanların tümü bir “ortalama”da buluşurdu.
201 Niles Eldredge, The Pattern of Evolution, W.H. Freeman and Company, New York, 2000, s. 61.
202 Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt.II, D. Appleton and Company, New York, 1888, s. 210.
203 Troy E. Wood, Loren H. Rieseberg, “Speciation: Introduction”, Encyclopedia of Life Sciences, 1999, ğ.els.net.
204 G. Nelson, “Species and Taxa: Systematics and Evolution”, s. 73-74, D. Otte, J.A. Endler (editors), Speciation and its Consequences, Sinauer Associates, Sunderland, Massachusetts, 1989.
205 Richard G. Harrison, “Diverse origins of biodiversity”, Nature, vol. 411, 7 Haziran 2001, s. 635-636.
206 D.E. Irwin, S. Bensch, T.D. Price, “Speciation in a ring”, Nature, vol. 409, 18 Ocak 2001, s. 333.
207 Jeffrey H. Schwartz, Sudden Origins: Fossils, Genes, and the Emergence of Species, John Wiley & Sons, New York, 2000, s. 300.
208 Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Vural yayıncılık, İstanbul, 2000, s. 20-32.
209 Kevin Kelly, Out of Control: The New Biology of Machines, Fourth Estate, London, 1995, s. 475.
210 Gordon R. Taylor, The Great Evolution Mystery, Harper & Row, New York, 1983, s. 48; Michael Pitman, Adam and Evolution, River Publishing, London, 1984, s. 70; Jeremy Rifkin, Algeny, Viking Press, New York, 1983, s. 134.
211 Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 87; L.P. Lester, R.G. Bohlin, The Natural Limits to Biological Change, second edition, Probe Books, Dallas, 1989, s. 88.
212 Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Vural yayıncılık, İstanbul, 2000, s. 49-59.
213 Paul N. Pearson, Katherine G. Harcourt-Brown, “Speciation and the Fossil Record”, Encyclopedia of Life Sciences, 2001, ğ.els.net.
214 Kevin Kelly, Out of Control: The New Biology of Machines, Fourth Estate, London, 1995, s. 470-471.
215 David Tilman, “Causes, consequences and ethics of biodiversity”, Nature, vol. 405, 11 Mayıs 2000, s. 208