Bugün Türkiye'de hakkında çok konuşulan, ama gerçek pozisyonu oldukça sınırlı olarak kavranabilen politik konuların başında Çekiç Güç geliyor. 5 yılı aşkın bir süredir konuşlanmış olduğu Adana İncirlik'teki üsten Kuzey Irak'ta "Kürtleri Saddam'dan koruma" adı altında, ilginç bir misyon sürdüren bu ABD ağırlıklı uluslararası askeri gücün Türkiye'ye zarar mı yarar mı getirdiği bir türlü anlaşılamamakta. Muhalefet partileri ve (kamuoyu araştırmalarının gösterdiğine göre) halkın ezici bir bölümü tarafından zararlı ve kesinlikle gönderilmesi gereken bir güç olarak algılanıyor, ama nedense iktidara oturan her hükümet, Çekiç Güç'ü yollama eğilimlerinden bir çırpıda vaz geçiyor.
Başlı başına bir sorun haline gelen Çekiç Güç hakkında doğru bir karar verebilmek için, konuyla ilgili istihbaratın titiz bir biçimde incelenmesi ve çok yönlü bir biçimde değerlendirilmesi gerekiyor. Bu makale bu inceleme ve değerlendirmeyi yapmakta ve Çekiç Güç'ün bilinmeyen misyonunu ve portresini gözler önüne sürmektedir.
Çekiç Güç hakkında satır aralarına sıkışmış olan istihbaratlar ortaya konulduğunda çıkan bu portre ise oldukça çarpıcıdır. Ortaya çıkmaktadır ki, Çekiç Güç, Kuzey Irak'ta bir Kürt Devleti kurma misyonunu kararlı bir biçimde yürütmekte, dahası Türkiye'ye karşı faaliyette bulunan bölücü terör örgütüne de el altından lojistik destekler vermektedir. Tüm bunları yaparken de, sosyal bir ilüzyonu devreye sokmakta, terör örgütü ile olan ilişkisini ört bas etmekte, hatta bu ilişkiyi ortaya çıkarma yolunda ciddi girişimlerde bulunan bazı etkili isimleri de karanlık yöntemlerle bertaraf etmektedir.
Körfez Savaşı'nın ardından başlayan Kürt ayaklanmasının başarısız olması ve Bağdat yönetiminin Kürt birliklerine karşı üstünlük sağlaması üzerine Kuzey Irak Kürtleri arasında Halepçe fobisi patlak vermiş, onbinlerce Kürt Türk sınırına yığılmıştı. Bu "emrivaki" üzerine Türkiye Amerikalı dostlarından yardım istemek zorunda kaldı. Amerikalılar, Richard Perle'nin mimarlığını yaptığı SEİA anlaşmasına dayanarak ve yanlarına İngiliz ve Fransız dostlarını da alarak İncirlik'e ünlü Çekiç Gücü yerleştirdiler.
Körfez Savaşı'nın ardından 12 Temmuz 1991 tarihinden itibaren Türkiye'de konuşlanmasına bu şekilde izin verilen uluslararası güçteki toplam görevli sayısı 1862 kişi. Çekiç Güç'ün askeri güç dağılımı şöyle: ABD (1416), İngiltere (183), Fransa (139), Türkiye (74), İncirlikte 1803, Pirinçlikte 49, Zaho'da 10 asker bulunuyor.
Uçak ve helikopter dağılımı: ABD (3 kargo destek ve tanker uçağı, 9 helikopter, 32 savaş uçağı), İngiltere (8 savaş uçağı, 2 tanker uçağı), Fransa (8 savaş uçağı, 1 tanker uçağı), Türkiye (4 savaş uçağı).
Huzur Operasyonu (Provide Comfort 2) adıyla konuşlanan Çekiç Güç'ün kağıt üstündeki amaçları da şöyle sıralanıyor: " 36. enlemin kuzeyinde Irak silahlı kuvvetlerinin faaliyetini hava keşfiyle saptamak, keşif sırasında yalnızca meşru savunma gerektiğinde silahlı çatışmaya girmek, keşif sonuçlarını, Pirinçlik ve Zaho'da kurulan Askeri Eşgüdüm Merkezi'ne bildirmek ve verilecek karara göre hareket etmek. Diyarbakır ve Zaho arasında helikopter ulaşımı sağlamak. Bölgede askeri gelişmeleri izlemek ve ilgili makamlara rapor vermek. İnsani yardım veren kuruluşlarla eşgüdümü sağlamak. Güvenlik sığınma bölgesinde hükümet dışı yardım kuruluşlarıyla eşgüdümü sağlamak."
Ancak adından da anlaşıldığı gibi, Çekiç Güç (Provide Comfort 2) Kuzey Irak'ta görev yapan ikinci "Huzur Operasyonu". Bunun bir de "birinci"si vardı. Bu birincisi son derece gizli yürütülmüştü ve Irak'ın Kuveyt işgalinden de önceye dayanıyordu. Milliyet'in Washington muhabiri Turan Yavuz, konuyla ilgili olarak şunları yazıyordu:
1991 Mayısı idi. Washington'dan Ankara hükümetine gönderilen nota, varış noktası Kuzey Irak olarak bildirilen ve 600 askerden oluşan bir özel tim grubunun Türkiye'ye getirileceğini bildiriyordu. Kuzey Irak'ta oluşturulan tampon bölgeye ABD askerleri yerleşmişlerdi bile. Acaba Washington neden ek bir gücün daha bölgeye gönderilmesi için istekte bulunuyordu? Daha sonra, bu iki gücün özelliği neydi? Adı İngilizcede "Special Forces" olarak bilinen bu gücün Kuzey Irak'da işi neydi?
Söz konusu özel güç ABD'nin ortaya ilk defa çıkardığı bir güç değildi. Bundan önce Vietnam, Lübnan, Panama gibi çeşitli dönemlerde dünyanın sıcak noktalarında kullanılan bir güçtü.
Hatta, Irak Kuveyt'e saldırmadan önce de söz konusu güç Irak'da bir hayli faal durumdaydı. Bu gücün bir özelliği de şuydu: İşgal edilen topraklarda kendilerine yakın gördükleri insanlarla ilişki kurup, mahalli idare ve hükümete karşı koyma, çeşitli sabotaj ve kontrgerilla taktiklerini öğretme görevini de üstlenmiş olması. Söz konusu özel güçte yer alan askerlerin bazılarının Arapça ve Kürtçe konuşabilir olması da başka bir ilginç yöndü. Özel güç Kuzey Irak'ta 6 ay kaldı ve "Provide Comfort" harekatının birinci süresinin sona erdiği Aralık 1991 tarihinde de geldiği gibi sessizce Kuzey Irak ve Türkiye'den ayrılarak ABD'deki üssüne geri döndü. Bu özel grupta askerlerin dışında kimler vardı? Irak'a denetimsiz neler soktular? 6 ay boyunca Irak'ın kuzeyinde neler yaptılar? Hangi konularda kimleri eğittiler, ne tür taktikler verdiler? Bunları kimse bilmiyor.1
Bu "birinci Çekiç Güç" harekatı ile, Amerikalılar Iraklı Kürtlere "hükümete karşı koyma" yöntemlerini öğretmişler bir başka deyişle Kuzey Irak"ta oluşacak olan de facto Kürt devletine askeri "know-how" aktarmışlardı. Bu kuşkusuz, Irak"ın parçalanarak bir Kürt devleti kurulması fikrini kendine yönelik bir tehdit olarak gören Türkiye için de, diğer bölge ülkeleri ve hatta uluslararası kamuoyu için de kabul edilemez bir durumdu. İşte bu nedenle operasyon gizli yürütüldü ve Yavuz'un da belirttiği gibi bir çok yönü halen gizli kalmış durumda.
Amerika'nın bu gizlilik politikası sonra da devam etti. "İkinci" ya da "asıl" Çekiç Güç'ün bölgeye yerleşmesi sırasında da birçok ilginç olay yaşanıyordu. İlk olarak Türkiye'de sivil kıyafetlerle dolaşan ABD'li ve İngiliz yetkililerin sayılarında çoğalma görülmüştü. O günlerde Dışişleri Bakanlığı'na vize alınmak üzere gönderilen yabancı pasaportların sayısı oldukça kabarıktı. Özellikle, ABD ve İngiltere Büyükelçilikleri'nden gönderilen pasaportlarda söz konusu yetkililerin Türkiye'ye giriş çıkışları için Türk vizesi istenmekteydi. Dışişleri yetkilileri pasaportları inceledikçe şaşkına dönüyordu. Bazılarının normal olarak Türkiye'ye giriş damgaları vardı; ancak bazı pasaportlarda da giriş damgasından eser yoktu. İşin ilginç yanı, hem Türk vizesi hem de giriş damgası olmayan bu yetkililer o sırada Türkiye'deydi.
Peki Türkiye'ye nasıl girmişlerdi? Turan Yavuz şöyle yazıyor:
Bu kişilere Dışişleri yetkilileri aynı soruları sorduklarında İncirlik ve Diyarbakır yakınlarındaki Pirinçlik Üssü'nden Türkiye'ye giriş yaptıklarında vize almak için de vakitleri olmadığını belirtiyorlardı. Ayrıca söz konusu damgasız ziyaretler için NATO ülkelerinde askeri yetkililerin serbestçe giriş çıkış yapmasına olanak veren belgeler sundular. Bunun karşısında Ankara'nın yapacağı fazla birşey yoktu. Böylece damgasız ziyaretçilerin pasaportlarına Türk vizeleri verildi. Bu ziyaretçiler Türkiye'nin Güneydoğu bölgelerinde oldukça faal günler geçirdiler ve geldikleri gibi sessizce çekip gittiler. 2
Çekiç Güç'ün bu mide bulandırıcı görüntüsü sonra da devam etti. İncirlik'te üslenen bu nev-i şahsına münhasır askeri birliğin gerçek amaç ve faaliyetleri bir türlü tam olarak anlaşılamıyordu. Buna rağmen, muhalefet oldukları dönemde Çekiç Güç'ü şiddetle eleştirmiş olan partilerin ve liderlerin hepsi, iktidara oturduklarında onun görev süresini uzatmak durumunda kaldılar. Çekiç Güç'ün görev süresini uzatma yetkisi, DYP-SHP koalisyon hükümetinin göreve başlamasıyla birlikte 20 Aralık 1991 tarihinde TBMM'ye bırakıldı. Uluslararası gücün süresi, Haziran 1992, 24 Aralık 1992, 24 Haziran 1993, 24 Aralık 1993, 14 Haziran 1994, 28 Aralık 1994 ve 27 Haziran 1995 tarihlerinde 6'şar ay, Kasım 1995'de ve Mart 96' da 3 ay uzatıldı.
Peki ilk baştan beridir kapalı bir yapıya sahip olan, gizli, örtülü operasyonlar yürüten Çekiç Güç'ün misyonu nedir. Dahası, Türk kamuoyundan gizli olarak yürüttüğü operasyonlar nedir?
Çekiç Güç'ün örtülü operasyonlarının başında, Türkiye'deki bölücü terör örgütüne verdiği destekler gelmektedir. Türk kamuoyu ve gündemi ABD yetkililerinin "teröre karşı verdiği mücadelede Türkiye'nin yanındayız" şeklindeki demeçleriyle oyalanadursun, bu gizli destek profesyonelce yürütülmektedir.
Gazeteci yazar Ferruh Sezgin " Çekiç Güç Gitsin Mi Kalsın Mı?" başlıklı araştırmasında, Çekiç Güç ile terör örgütü arasındaki ilişkiyi şöyle anlatıyor:
Güneydoğu'da görev yapan subaylarımız PKK'nın Kuzey Irak kamplarında bizzat Amerikalı ve İsrailli uzmanların askeri eğitim yaptırdıklarını açıklıyorlar. Hatta bombalanan kamplara girildiğinde, bunlardan bir kısmının cesetlerine rastladıklarınıda ekliyorlar. Çekiç Güç'ün Türkiye içindeki PKK yuvalarına olan malzeme yardımları ya İncirlik'ten kaldırılan C-130 uçakları vasıtasıyla paraşütle atılıyor ya da yine aynı meydandan veya Diyarbakır'dan kaldırılan helikopterlerle ulaştırılıyor. En sarp dağ tepelerinde ele geçirilen ve "Buralara kadar nasıl taşımışlar" diye herkesi hayrette bırakan ağır silahların sırrı burada. Bizim sevgili müttefiklerimiz bunları PKK'nın ayağına kadar getiriyorlar. Çekiç Güç'ün "PKK'ya yardım operasyonları " nın sayısını bilen yok. Ama en az 12-13 kadarı, bölgede görev yapan Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları ve sivil devlet görevlileri tarafından daha 1992'nin başlarında yakalanmış durumdaydı.
1992'nin 10 Ocak'ını 11 Ocak'a bağlayan gece...
Diyarbakır havaalanında üslenmiş ve Çekiç Güç'e bağlı helikopterlerden biri, uçuş kulesine Kuzey Irak'a geçeceğini beyan ederek kalkış izni istiyor. Saat 19.00 sularında da havalanıyor. Türkiye-Irak uçuşlarında prensip olarak, uçaklarda Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bir görevlisinin de bulunması gerekiyorken bu uçuşta helikopterin içinde hiçbir Türk görevli yok. Amerikalılar, PKK'ya yardım malzemesi ulaştırdıkları her zaman yaptıkları gibi, bu seferki "operasyon"da da Türkiye'yi atlatıyorlar. Diyarbakır - Kuzey Irak arasındaki bir uçuşta, en acemi bir pilotun dahi yolunu şaşırması mümkün olamaz. Pilot Diyarbakır'dan havalandıktan sonra Midyat'tan itibaren İdil-Cizre-Silopi hattında uçarsa veya bu yerleşim birimlerinin güneyinden geçen "İpek yolu" nu takip ederse, Silopi'den sonra "Habur üzerinden" dosdoğru Kuzey Irak'a girer. Ayrıca yolu üzerinde, şaşırmasını önleyecek iki referans noktası daha vardır. Cizre üzerindeyken Dicle'yi ve Habur'a girerken Hezil Çayı'nı görmek zorundadır. Bu yüzden, olay ortaya çıktığında Amerikalıların öne sürdükleri "pilot yolunu şaşırmış" mazereti asla geçerli olamaz. Zaten, 10-11 Ocak gecesi Amerikalı pilot yolunu şaşırmıyor. Silopi üzerine geldiğinde, Habur'a varmak için güneydoğuya doğru uçmak yerine, rotasını kuzeydeki Cudi Dağı'na çeviriyor. Cudi'de kendisini bekleyen PKK'lılar var. Cudi Dağı'nın Şırnak'a bakan kuzey yamaçlarında, o zamanlar, PKK'nın bir "eğitim üssü" bulunurdu. Uludere-Şenoba güneyinden Hezil Çayı'nı geçerek Cudi'ye ulaşan PKK'lılar bu üsse kadar tırmanarak sızma parkı, nişancılık eğitim alanı, atış alanı gibi tesislerinde eğitim yaparlardı. Silopi üzerindeyken rotasını Cudi'ye çeviren helikopterin hedefi, bu eğitim üssüydü. Tabii, pilotun görevi de taşıdığı malzemeyi üsse bırakmak.
Ne var ki, gecenin karanlığı içinde helikopterin gürültüsü, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Cudi dağı güneyinde bulunan birliklerini alarma geçiriyor. Ellerinde bulunan havanlarla aydınlatma mermisi atarak çevreyi aydınlatmaya başlıyorlar. Helikopter, Koyunören Köyü'nü biraz geçmişken görülüyor. Yani yakalanıyor. Yakalanınca belki bunun paniği içinde, ama belki de tam bir profesyonellikle, süratle batıya -Diyarbakır'a doğru- dönerken taşıdığı malzemeleri de Hisar-Görümlü köyleri bölgesine boşaltıyor.
Gelin görün ki, o günden beri bu tür olayların sayısı yüzleri bulduğu halde, bırakınız ciddi bir tepki gösterilmesini, her altı ayda bir Çekiç Güç'ün görev süresi bir kez daha uzatılıyor.3
Çekiç Güç'ün terör örgütüne verdiği bu tür yasak lojistik desteklerin yanısıra, dışarı sızan bazı haberler, Çekiç Güç karargahlarında örgüte yönelik sempati gösterilerinin yapıldığını da gösteriyor. Çekiç Güç'ün dokuzuncu uzatması yaklaştığı sıralarda, Kuzey Irak'taki Zaho kasabasındaki karargahda, Amerikalılara ait bölümde Abdullah Öcalan'ın fotoğrafı ile bir Kürdistan haritasının asılı olduğuna dair haberler, bunun en açık örneği. Baskın Oran, Çekiç Güç ile ilgili kitabında şunları yazıyor:
Bildirildiğine göre (Kemal Yurteri, "Çekiç Güç'te Öcalan Fotoğrafı", Cumhuriyet, 30 Mayıs 1995), irtibat bürosunda görevli Türk subayların duruma itirazları üzerine ABD'li subaylar "Bunlar yerel motifler" karşılığını vermişler, duvardakileri indirmek istememişler, bunun üzerine bir Türk subayı, aralarında Kürt yörelerine ilişkin manzara resimlerinin de bulunduğu malzemeyi duvardan indirip yere fırlatmıştı.
Haberi veren aynı kaynaklar, karargahta çalışmaya başlayan ve CIA elemanı olduğu bildirilen bir kadın diplomatın (Suzanne McCormick) Talabani'ye danışmanlık yapmaya başladığını belirtmenin yanısıra, daha önce "Amerikalıların Kuzey Irak'taki denetimleri sırasında elde ettikleri bilgileri Türk subaylarının kontrolünden kaçıracak bir yöntem izledikleri" konusunda alınan kimi duyumlar konusuna da açıklık getirecek bilgiler veriyordu.
Buna göre, Amerikalı subaylar Çekiç Güç denetim uçuşları sırasında kimi görüşmeleri özel bir bölmeden yapıyorlar ve her uçuşta bulunması zorunlu Türk subayının bu bölmeyi denetlemesini izin vermiyorlardı. 4
Çekiç Güç'ün ve ABD'nin Türkiye'deki ayrılıkçı terör örgütüne gizli destek verdiğine dair başka skandallar da patlak verdi. Mayıs 94'te, "KKTC Magosa Limanı'nda PKK'ya silah götürürken yakalanan Anne M isimli geminin Litvanya Klaipeda Limanı'ndan Kalaşnikof marka silahları ABD Savunma Bakanlığı'ndan alınan silah satın alma belgesiyle yükleme yaptığı" ortaya çıkmıştı.5
Tüm bunlar gösteriyordu ki, Türkiye'nin daveti üzerine konuşlanan ancak bir süre sonra "çıkartılamaz hale gelen" Çekiç Güç KDP, KYB ve diğer küçük Kürt partileri ile ilişki kurduğu gibi PKK ile de temas kurmuştu. Ancak bu konuda ortaya çıkan bazı açık deliller, nedense bir çırpıda unutturuldu. Çekiç Güç'e bağlı helikopterler, ayrılıkçı terör örgütüne yardım paketi atarken görüntülendi. Ama gazetelerde "Şok" gibi başlıklarla haber olan bu konu bir çırpıda unutuluverdi. Amerikalıların "teröre karşı Türkiye'nin yanında" oldukları şeklindeki açıklamaları, nedense "ikna edici" bulundu.
Terör örgütü ile Çekiç Güç, dolayısıyla ABD arasındaki ilişkiden söz ederken, göze bir de İsrail bağlantısı çarpıyor. İsrail'in Kuzey Irak'taki Kürt gerillaları, Kürt ayaklanmasının efsanevi lideri Molla Mustafa Barzani'yi 1960'lı yıllardan bu yana desteklediği bilinen bir gerçek. Barzani ile Yahudi Devleti arasındaki ilişkinin bugün de sürdüğü biliniyor.
Peki acaba İsrail'in "Kürt bağlantısı" PKK'ya kadar uzanıyor mu?
Bu konuda bazı ipuçları ortaya çıktı. İsrail'in terör örgütünü "taşeron" olarak kullandığı yönündeki bir açıklama, BOTAŞ Petrol Boru hattında görevli bir üst düzey yetkili tarafından şöyle yapılmıştı:
İsrail kendi teknolojisini ve uydularını kullanmak amacıyla iki defa boru hatlarının güvenliğini sağlamak için talepte bulundu. Türk yetkililer bu duruma sıcak bakmadı. Hemen ardından boru hatları PKK tarafından bombalandı. Bombalama olayından sonra İsrailli yetkililer tekrar boru hatlarının güvenliğine talip oldular. Türk yetkililer bu talebe sıcak bakmalarına rağmen müsbet bir cevap vermediler. Bunun ardından, kısa bir süre önce ikinci bir bombalama olayı meydana geldi. Boru hatlarının bombalanması eylemlerini üstlenen PKK, bu eylemleri artırarak devam ettireceklerini söyledi. İsrailliler boru hatlarının güvenliğine tekrar talip oldular. Bu son talebe devlet yetkilileri olumlu cevap verdi. Çok kısa bir süre içinde yapılacak anlaşma ile de bundan sonra boru hatlarının güvenliğini İsrail sağlayacak... Bombalama olayı ve takip eden gelişmeler son derece manidardır.6
İsrail bağlantısı yalnızca terör örgütü için değil, aynı zamanda Çekiç Güç için de sözkonusuydu. Ancak bu bağlantı Amerikalılar tarafından nedense bir tabu haline getirilmiş durumdaydı. Bu nedenledir ki, Çekiç Güç içinde Yahudi askerlerin varlığına işaret eden ve Çekiç Güç-İsrail bağlantısını kuran RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan'ın sözlerine çok ilginç bir tepki gösterdiler. Turan Yavuz, ABD'nin Kürt Kartı adlı kitabının girişinde olayı şöyle aktarıyor:
Öğleden sonra Washington'daki Türkiye Büyükelçiliği'nin numarasını çeviren Amerikalı yetkili oldukça sinirliydi. Ankara'daki Büyükelçiliklerinden gelen bir kripto, sinirlerini germiş ve adeta çatacak bir yer arıyormuş gibi Türkiye Büyükelçiliği'ne ulaşmaya çalışıyordu. Ankara'dan gönderilen bilgi, Refah Partisi Genel başkanı Necmettin Erbakan'ın o günkü gazetelerde yer alan bir demeci ile ilgiliydi. Erbakan, Türkiye'nin güneydoğusunda konuşlandırılan Çekiç Güç'e bağlı ABD askerlerinin çoğunun Musevi asıllı olduğunu öne sürüyor ve bunu da Washington'ın bölgedeki gizli emellerine bağlıyordu.
ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, ahizenin öbür ucundaki Türk diplomatına beklenmedik şu öneriyi getiriyordu: "Çekiç Güç"e dahil bir çok Amerikalı asker var. Sayın Erbakan'a söyleyin, Çekiç Güç'e bağlı bütün askerlerimizi incelesin. İçlerinde Musevi asıllı tek bir asker bulursa, biz o askeri bir helikoptere bindireceğiz ve 10 bin metreden aşağıya atacağız...'
Türk diplomat neye uğradığını şaşırmıştı. Daha doğrusu ne söyleyeceğini bilemiyordu. Karşısındaki Amerikalı yetkili, aynı ses tonuyla devam ederek Erbakan'a iletilmesini istedikleri öneriyi açıklıyordu: "Ancak Çekiç Güç'e bağlı Amerikalı askerler arasında Musevi asıllı bulamazsa, o zaman kendilerini bir helikoptere koyacağız ve 10 bin metre aşağıya atacağız."
Evet, Amerikalılar Çekiç Güç'ün İsrail'le ilişkilendirilmesine çok kızmışlardı. Anlaşılan son derece "sakıncalı" bir yorumdu bu ve gözden kaçırılmak istenen bazı gerçekleri dile getiriyordu. Nitekim Erbakan'ın söyledikleri de doğruydu. Turan Yavuz , aslında Çekiç Güç'e bağlı ABD askerleri arasında Yahudi olanların var olduğunu, hatta İncirlik Üssü'nde Çekiç Güç komutasında bulunan ABD askerleri arasında adı "Israel" olan subayların bile bulunduğunu belirtiyor.
İsrail bağlantısına ABD'deki Yahudi örgütleri de dahildi. 1991 Eylülü sonlarında, Yahudi asıllı Amerikalılardan oluşmuş bir heyet uçakla Adana'ya gelmiş, İncirlik Üssü'ne götürülen heyete, ABD istihbaratçıları tarafından Güneydoğu'nun son durumu hakkında en taze bilgiler sunulmuştu. Sonra, heyetin başkanı ve birkaç ileri geleni "özel görüşmeler" için üstte kalırlarken, heyetin geri kalan mensupları "özel görevlerini yerine getirmek" için Silopi'ye geçmişler ve tam iki gün süreyle halkla temaslarda bulunmuşlardı.7 Jewish Distribution Committee'nin üyeleri olan ve başkanlığını da İsrail Ordusu'nun eski generallerinden Abraham Elfasay'nin yaptığı bu grup, İncirlik'te ve Silopi'de acaba hangi "özel görevi" yerine getirmişti, hiç bir zaman öğrenilemedi.
Çekiç Güç'ün terör örgütüne verdiği destek son derece örtülü ve dikkatli bir biçimde sürdürülmekte ve bu sayede de Türk kamuoyundan ve hatta karar mekanizmalarından gizlenebilmektedir. Ancak bu terör örgütü bağlantısının yanında, Çekiç Güç'ün Türkiye aleyhinde gerçekleştirdiği ve daha kolaylıkla gözlemlenebilen çeşitli bir çok eylemi olmuştur. Çekiç Güç'ün Askeri Koordinasyon Komitesi'nin (MCC) Türkiye'nin egemenliğini ve güvenliğini hiçe sayan çeşitli davranışları, subaylarımız tarafından şöyle sıralanıyor:
• MCC Başkanı Albay Naab ve daha sonra onun yerine gelen Albay Wilson, Kürt liderlerle görüşmelerinde insani yardım faaliyetlerinin dışına taşarak liderleri Saddam yönetimi ile otonomi görüşmelerinden vazgeçirdiler.
• Albay Naab, Kuzey Irak'ta Kürtlerin kendi yönetimlerini kurmaları için teşvik ve yardımda bulundu. Seçmen kütüklerinin oluşturulmasında, silinmeyen mürekkep sağlanmasında yardımcı oldu.
• Okul yapımı, kitap, doküman temini ve Kürtlerin kendi radyo ve televizyonlarını yapabilmeleri için malzeme, teçhizat sağladı.
• Türk makamlarına haber vermeden Çekiç Güç helikopteriyle Irak tarafına yüksek güçlü telsiz götürdü.
• Çekiç Güç helikopterleri, kendilerine verilen irtifanın altında ve rota dışında uçuş yaptılar.
• Kürt bölgesinde mevcut yeraltı zenginliklerinin ve ekonomik değerlerinin belirlenmesi için alan araştırmaları uyguladılar.
• Çekiç Güç helikopterleriyle Irak içinde yardım malzemesi dağıtılırken, Türkiye tarafına geçilerek malzeme bırakıldı.
• Albay Wilson, Türk temsilcisinin Kuzey Iraklı liderlerle doğrudan görüşme yapmamasını istedi.
• Albay Naab ve Albay Wilson, Kuzey Irak'ta bir güvenlik sisteminin oluşturulması ve düzenli ordunun kurulması için çaba harcadılar.
• Albay Young, Kuzey Iraklı liderlerin kurulan ordunun eğitimi için ABD'den destek isteğine olumlu yanıt verdi.
• Türk tarafının onayı alınmadan Çekiç Güç helikopterleriyle Irak'tan başka ülkelere mensup sivil personel taşındı.
• Albay Naab, Irak'ta yaptığı çeşitli görüşmelerde Türk subayının yanında bulunmasını istemedi. Tek başına bazı Kürt liderlerle görüştü. Ondan sonra gelen Albay Wilson da, yanında ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileri olduğu halde Kürt liderlerle yapacağı görüşmelere Türk temsilciyi almamak için direndi.
• MCC Başkanı, Türk makamlarından onay almadan, Kürt ihbarcılardan aldığı bilgilerle, ABD üst makamlarına, Türk Hava Kuvvetleri'nin Kürt yerleşim bölgelerini bombaladığını öne süren mesajlar çekti.
• Albay Wilson, Diyanah'taki Bakanlar Kurulu ile yaptığı sohbet toplantısında, Talabani'nin yardımcısı Hüseyin Sincari'nin, "Federasyon olarak Türkiye ile birleşme" konusundaki görüşünü rapora dahil etmedi. Kürdistan Demokratik Partisi'nin (KDP) karargahından gece telefonla bildirilen Türkiye ile ilgili haberi Türk temsilcisine aktarmakta gönülsüz davrandı.
• Albay Young, PKK'ya karşı peşmergelerin başlattığı harekata soğuk bakarak, "kardeşin kardeşi vurmasına üzülüyorum" şeklinde beyanda bulundu.
• Birleşik Görev Kuvveti'nin (CTF) ABD'li komutanı ise, kendi üst makamları ile yaptığı yazışmalarda, "Türk Kürdistanı", " Irak Kürdistanı" gibi ifadeler kullandı.
• ABD av önleme uçakları, Türk hava sahası içinde, Türk hükümetince izin verilen Cezayir'e ait C-130 uçağını yetkisi olmadan önledi.
• AWACS uçağı zaman zaman kendisine tahsis edilen devriye bölgesinin dışında uçuşlar yaptı. Zaman zaman Irak hava sahasına girdi. Ve belirli zamanlarda Türk yer radarlarına iz aktarma görevlerini yerine getirmedi.
• İki A-10 uçağı, Irak'tan görev dönüşünde, Türk uçakları Şırnak üzerinde iç güvenlik harekatı yaparken, 11 dakika süreyle bölgede kasıtlı olarak kaldı ve harekatı gözetledi.
• ABD'ye ait F-111 uçağı, Mardin radarına elektronik karıştırma uyguladı.
• Akdeniz'in uluslararası sularındaki bir uçak gemisinden havalanan bir ABD helikopteri, Türk hava sahasının kullanım esaslarını dikkate almadan ve izinsiz olarak İncirlik'e indi.
• AWACS operatörü tarafından pilota gerekli uyarının yapılmış olmasına rağmen pilot, "angaje oldum" diyerek 36. paralelin güneyine dönüş yapan ve bu hattın güneyinde bulunan bir Irak uçağına ateş açarak düşürdü.
• 1993 Ocak ayında yaşanan kriz sırasında AWACS'larda görevli Türk temsilcisine görev dosyaları ve görev sonucu raporları verilmedi.
• İncirlik Birleşik Görev Kuvveti Komutanlığı , Genelkurmay Başkanlığı'ndan izin alınmadan, yurt dışından gelen sivil ve askeri kişiler tarafından ziyaret edildi.8
Türkiye'nin Çekiç Güç üzerindeki denetiminin hangi düzeyde olduğu tartışma konusudur. AWACS uçakları ile helikopterlere bir Türk subayı binmektedir ama, bunların istihbarata ulaşımı konusunda kuşkular vardır. Savaş uçaklarına ise Türk subayları binmemektedir; zaten bunların büyük çoğunluğu tek kişiliktir. Bu uçaklar Türkiye'den kalkmakta, çeşitli nedenlerle (meşru savunma, yanılma vb.) Irak mevzilerini ve radarları bombalamakta, sonra Türkiye'deki üslerine dönmektedirler. Türkiye'nin bunlardan ancak olaydan sonra haberi olmaktadır.
Ancak olayın bundan daha da önemli bir yönü vardır. Çekiç Güç, Türkiye'nin içinde de Türk makamlarının bilgisi dışında faaliyet yürütmektedir!
Çekic Güç uçak veya helikopterlerinin Türk makamlarının izin ve bilgisi dışında Güneydoğu'ya amacı belli olmayan inişler yaptığının bir çok örneği ortaya çıktı. Bir tanesine Cengiz Çandar da köşesinde değinmiş, Amerika'ya ait bir C-130 Uçağı Türk güvenlik güçlerinin bilgisi dışında Yüksekova karayolu pistine iniş yaptığını yazmıştı. Yine 25 Mayıs 1991 günü ABD'ye ait Chinook tipi helikopter, Boyunkaya ve Keneli köylerine ve köylerin civarına iniş yapmış, Aynı helikopterin Nuh Peygamber bölgesine indiği ve Silopi istikametine gittiği tesbit edilmişti. Genelkurmay Basımevinde basılan, Uluslararası İlişkiler Işığında Ortadoğu: Parçalanmak İstenen Topraklar ve İstismar Edilen İnsanlar adlı eserinde Doç. Dr. Öğt. Kd. Alb. Mehmet Kocaoğlu durumu şöyle özetliyordu:
Çekiç Güç'ün bölgede ABD, İngiltere ve Fransa'nın çıkarları ve zamanlaması doğrultusunda hareket ederek, sadece Kuzey Irak'ta değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin toprakları üzerinde de kendi irademiz ve bilgimiz dışında izinsiz uçuşlara devam ettikleri ve istedikleri yerlere iniş ve kalkış yaptıkları anlaşılmaktadır.
Peki Çekiç Güç helikopterlerinin Türk topraklarına Türk makamlarından gizli olarak inip kalkmalarının ne açıklaması olabilirdi? Belli ki Türk makamlarının bilmesini istemedikleri bir şey yapıyorlardı. Peki bu "bilinmesi istenmeyen" operasyon ne olabilirdi? Güneydoğunun dağlarında yapılacak ve bilinmesi istenmeyecek tek bir şey olabilirdi: Terör örgütü ile ilişki...
Çekiç Güç'ün en büyük misyonu, kuşkusuz Kuzey Irak'ta her geçen gün biraz daha olgunlaşan Kürt Devleti embriyosunun ortaya çıkarılması ve himaye edilmesi oldu. "Birinci Çekiç Güç" ile Kürtleri Saddam'a karşı örgütleyen ABD, ikincisiyle de Kuzey Irak'ta oluşan korunmuş bölge içindeki Kürt hareketinin aşama aşama bir Kürt devleti embriyosuna dönüşmesini sağladı. Kuzey Iraklı Kürtler, Çekiç Güç'ün yarattığı güvenli ortamda seçim yaptılar, parlamento kurdular, hükümet oluşturdular, Kürt ordusunun kuruluşunu ilan ettiler, Kasım 1992'de de "Kürt Federe Devleti"nin kurulduğunu duyurdular. Mesud Barzani ise en sonunda açık açık "amacımız bağımsız Kürdistandır" deyiverdi.
Bu devlet Kürtler arasındaki iç kavgalar nedeniyle henüz işlerlik kazanmadı, ama önemli olan bir "Kürt Devleti" zemininin oluşmuş olmasıdır. Baskın Oran'ın yazdığı gibi, "insanlar olsun, uluslar olsun, bir kez ulaştıkları düzeyi "kazanılmış hak" sayarlar ve o noktadan geri dönerek düşük düzeyde bir dengeye tahammül etmek istemezler. Önemli olan budur."
Dahası, Kuzey Irak'ta olgunlaşan bu Kürt Devleti, sınırın yukarı tarafını, yani Türkiye'nin Güneydoğusunu da yakından ilgilendirmektedir. Tarihsel, kültürel, etnik ve coğrafi yönden birbirinden bağımsız değerlendirilmeleri mümkün olmayan bu iki bölge, günümüzde de ister istemez uzun vadede birlikte mütaala edilme durumunda kalacaktır. Bu durum, Türkiye'yi, I. Dünya Savaşı yıllarındaki "Ortadoğu'yu parçalama" konulu gizli Skyes-Picot anlaşmasının son basamağı ile karşı karşıya bırakabilir.
Kuzey Irak ve Anadolu'nun güneydoğusu arasındaki ilişki bugünden kurulmuş durumdadır. Baskın Oran şöyle yazıyor:
Türkiye'nin çağırdığı ve konuşlandırmaya devam ettiği Çekiç Güç tarafından Kuzey Irak'ta kurulan ve korunan Güvenli Bölge, Türkiye açısında çok tehlikeli bir emsal yaratmıştır. Kürt devleti konusunun NGO'lar (devlet dışı örgütler) aracılığıyla tüm Batı parlamento ve kamuoylarına malolduğu bir dönemde, artık insanlar yalnız Kuzey Irak'la değil, Türkiye'nin güneydoğusuyla da ilgilenmektedir. Böyle bir ortamda, Türkiye'deki Kürtler için örneğin "Silopi ve çevresinde" bir "Güvenli Bölge" yaratma talebi Türkiye'ye dayatılırsa Türkiye ne cevap verecektir? 9
Kuzey Irak-Güneydoğu paralelliğinin öncülüğünü yapan ve Çekiç Güç şemsiyesi altında bölgeye cirit atan NGO'lar hakkında Ferruh Sezgin şu eklemelerde bulunuyor:
• Çekiç Güç'ün himayesi altında faaliyet gösteren çok sayıdaki uluslararası yardım kuruluşu ve hükümet dışı örgüt (NGO'lar) , bu faaliyetlerini insani yardım amaçlı olmanın ötesine taşırarak, "Kürtlere devlet olmayı öğretme" yönüne saptırmışlardır.
• Aynı kuruluşlar ve bunların içinde görev yapan binlerce Batılı sivil (ve kimliklerini gizleyen askerler) meseleyi uluslararası kamuoyunun gündeminde tutmakta inat etmektedir.
• Kürt Parlamentosu da yine Çekiç Güç'ün himayesi altında çalışmakta, bu parlamentodaki en etkili iki güç olan KDP ve KYB, "Türkiye adına" denetim kurmaya yanaşmadıklarından, Kuzey Irak "PKK'nın elinde bir kurtarılmış bölge"ye dönüşmek üzeredir.
• Çekiç Güç üst yönetimi; bölgede etkili kıldıkları Kürt ileri gelenlerine resmi ünvanlar uydurmakta, bu ünvanları ve dolayısıyla bir Kürt devletinin varlığını uluslararası ortamda tescil etmeye çalışmakta, bunun için de resmi yazışmalarında büyük bir bilinçle bu ünvanları kullanmaktadır.
• Çekiç Güç'e ait hava unsurları, Avrupa ve Kuzey Amerika'daki çevreci kısıtlamalardan tamamen uzak olarak, hakiki şartlarda muharebe eğitimi yapabilme şansına kavuşmuşlardır. Bunun çok iyi farkında olduklarından sık sık mürettebat değiştirerek eğitimlerini güçlendirmektedirler. En önemlisi, bu imkanı kaybetmemek için de mevcut sorunu çözümsüzlüğe doğru yönlendirmekte ve Türkiye'nin çözüme dönük faaliyetlerini engellemeye çalışmaktadırlar.
• Sorunun çözümünün sabote edilmesinin, PKK'ya karşı operasyonlar üzerine getirdiği riske ek olarak, Irak'a karşı olan Birleşmiş Milletler ambargosu da devam ettirilmekte, Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı kapalı tutulmakta, bunlar yüzünden Türkiye büyük ekonomik zararlara uğramaktadır.
Çekiç Güç'ün bu misyonu doğal olarak Genelkurmayı da rahatsız etmektedir. 95 Ekiminde basına yansıyan bir Genelkurmay raporu bunu açıkça gösteriyordu. "Birleşik Görev Kuvveti unsurlarınca yapılan kuraldışı davranışları" ele alan rapordan alıntılanan bir kaç satır, Çekiç Güç'ün misyonunu şöyle özetliyordu:
Her ne kadar CTF'nin (Combined Task Force-Birleşik Görev Kuvveti) kuruluş amacı Kuzey Irak'taki mülteci olayını önlemek ve insani yardımın güvenlik içinde yapılmasını sağlamak ise de, vuku bulan olayların niteliği bu amaçlardan sapıldığını kanıtlayacak niteliktedir.
CTF'nin kuruluş amacında yer alan Irak'ın toprak bütünlüğü konusu uygulama ile çelişkilidir. Uygulama bir devletin altyapısını oluşturma gayretleri ile özdeştir. Ordunun kurulması, kitlelerin eğitilmesi için organizasyonlar kurulması, kendilerine gıda maddesi sağlayacak şekilde halkın tarıma teşviki, ortak düşman kavramının (Saddam) oluşturulması, muhabere, ulaştırma ve enerji altyapılarının tamamlanma gayretleri örnek olarak gösterilebilir.10
Çekiç Güç'ün Kuzey Irak'ta oluşturduğu bu de facto Kürt devleti, aynı zamanda PKK'ya da büyük bir lojistik destek sağladı, otorite boşluğu bölgenin PKK için son derece elverişli bir alan haline gelmesine yol açtı. Çekiç Güç'ün doğurduğu bu büyük zarar o denli açıktı ki, medyada ve entellektüel çevrelerdeki hemen herkes bunu kabul etti. Ancak buna rağmen, Batı'ya ve ABD'ye olan ideolojik bağlılıklarından olacak, Çekiç Güç'ün varlığına açıkça karşı çıkamadılar, hatta onu savunanlar bile oldu.
Mehmet Ali Birand bu konuda ilginç bir örnek oluşturuyordu. Topladığı istihbarat ve gözlemleri ona Çekiç Güç'ün tehlikesini açıkça göstermiş, o da sütununda bunları aktarmıştı. Sabahgazetesindeki 25 Mart 1996 tarihli yazısında şöyle diyordu:
Özetle, Ankara'dan bakıldığında manzara çok açık: Amerika'nın liderliğinde Batı, Çekiç Güç'ü Kuzey Irak'ta bir Kürt devletinin kurulabilmesi için, şemsiye olarak kullanıyor. Üstelik bu şemsiye de Türkiye'nin sırtına yerleştirilmiş durumda... Yani, Çekiç Güç sürdükçe, PKK'nın kontrolünün yaygınlaştığı bir Kürt Federe Devleti olgunlaşacak demektir.
Birand Ankara'nın, Körfez Savaşı ve Çekiç Güç nedeniyle tazminat istediğinde Washington ve Londra'dan aldığı yanıtları da 18 Nisan 1996 tarihli yazısında aktarıyordu. Yanıtın ilk bölümü "topraklarınızı yabancı ülkelere ait askere kiralamış olursunuz. Bunun iç ve dış politikaya yansımaları sizi çok hırpalar" şeklindeydi. Yanıtın ikinci bölümü ise şöyleydi: "Türkiye Çekiç Güç'ün geldiği ilk yıl bunu isteyebilir ve kılıfına uydurarak da bir çözüm bulunurdu. Ancak artık çok geç. Kimse şimdiye kadar harcama yapmadan kullandığı İncirlik Üssü veya diğer olanaklar için, şimdi para vermez. Treni kaçırdınız."
19 Nisan'daki yazısında ise Birand "Türkiye, Çekiç Güç Trenini Çoktan Kaçırdı" diyordu:
Türkiye Çekiç Güç konusunda treni çoktan kaçırmış. Ancak kaçırdığımızı yeni anladığımızdan dolayı giderek asabileşiyoruz. Sinirler ve iddialar arttıkça kendi kendimizi kışkırtıp, içinden çıkılmaz durumlara itiyoruz. Türkiye Körfez Krizi'nden önce hesaplayamadığı iki önemli sorunla karşı karşıya kaldı:
1. Petrol hattı ve Irak ile ticaretin kesilmesi sonucu uğranılan, yaklaşık 25 milyar dolarlık para kaybı.
2. Kürt sorununun uluslararası boyutlara çıkması ve PKK'nın Türkiye'deki faaliyetlerine çok uygun bir ortamın doğması. Bu gelişmeyi daha da önemlisi, bir yandan PKK'nın Kuzey Irak'a yerleşmesini, öte yandan da Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürt devleti'nin kurulma olasılığını Çekiç Güç'ün varlığına bağlıyoruz. Bu noktada haklıyız. Gerçekten de , Çekiç Güç olmasa, yukarıda sözünü ettiğim iki gelişme bugünkü aşamalara gelmezdi.
Peki bütün bu gerçekleri yazan Birand Çekiç Güç aleyhtarı mı? Hayır, şaşırtıcı ama gerçek, Birand, demin sözünü ettiğimiz "ideolojik bağlar" nedeniyle, PKK'ya destek veren Çekiç Güç'ün kalmasından yana.
1) Çekiç Güç, Saddam'ın Kürtleri ezmesini engelleyerek Türkiye açısından kimi olumsuzlukları önlemektedir.
Eğer Çekiç Güç gerçekten Kürtleri Saddam'dan korumak gibi insani bir misyon üslense ve başka bir siyasi hedef gözetmeseydi, üstteki tez kabul edilebilirdi. Türkiye'nin insani boyuttan bakarak Halepçe sendromuna karşı Kürtlere Çekiç Güç'ü barındırması olumlu karşılanabilirdi. Oysa Çekiç Güç, insani bir yardım ve korumayı değil, bu kisve altında bir Kürt devleti oluşturmayı kendisine misyon olarak belirlemiştir. Türkiye'nin kendi milli çıkarlarını zedeleyen böyle bir gelişmeye alet olması, üstelik Çekiç Güç ile PKK arasındaki örtülü ilişkiyi sineye çekmesi kabul edilebilir değildir. Kendisi için tehdit haline gelen bir gücü topraklarından çıkarmış olduğu için de hiç kimse tarafından suçlanamaz.
Kuzey Irak'ın Barzani-Saddam ittifakının eline geçmesi ile sonuçlanan Eylül 1996'daki Barzani-Talabani çatışmasının ardından ise, bu tezin hiç bir geçerliliği olmadığı görülmüştür. Irak ordusunun Çekiç Güç'ün sorumlu olduğu 36. paralelin kuzeyine girmesine karşın, Çekiç Güç hiç bir şey yapmamış, aksine Zaho'daki karargahını da geri çekerek Silopi'ye taşımıştır. Bu durum göstermektedir ki, Çekiç Güç, "Kürtleri korumak" gibi bir amaca yönelik olarak değil, Kuzey Irak'ta bir takım siyasi gelişmelere zemin hazırlamak için vardır. Saddam-Barzani ittifakının, ABD için bir numaralı düşman olan İran'ın "adamı" haline gelen Talabani'yi tasviye etmesi Amerikan planına uygun olduğu için, Çekiç Güç'ten herhangi bir müdahale gelmemiştir.
Çekiç Güç'ün Silopi'ye çekilmesinin ardından varlıkları ortaya çıkan "2 bin Çekiç Güç ajanı Kürt" ise, Çekiç Güç'ün insani yardım gibi görüntülerin çok daha ötesinde bir misyona sahip olduğunu göstermektedir. 2 binden fazla ajanın yalnızca "bilgi toplama" için çok fazla olduğu, Çekiç Güç'ün bunların çeşitli siyasi oluşumlar yaratmak için kullandığı açıktır. Mehmet Ali Birand, konu hakkında şöyle yazıyor:
Amerikalılar'ın Kuzey Irak'ta kiraladığı 2.000 peşmerge olayı, Türkiye'nin uzun süredir şikayet ettiği NGO kuruluşlarının bir bölümünün gerçekte ne işe yaradığını da ortaya çıkarıyor.. Yol yapacağız, yiyecek dağıtacağız diye Kuzey Irak'ta çalışan örgütlerin de kullandığı peşmergeler aslında "bilgi toplamaktan"tutun, "gerektiğinde karışıklık çıkartmaya kadar" her işe yarıyorlardı.11
2) Çekiç Güç Türkiye'nin Kuzey Irak'ı denetlemesini sağlayarak PKK'yla mücadelesine yardım etmektedir.
Çekiç Güç Türkiye'nin Kuzey Irak'ı denetlemesine yardımcı olmak bir yana, aksine bölgede meydana getirdiği otorite boşluğuyla PKK'ya örgütlenme ve manevra alanı yaratmış, gizli olarak da PKK'ya lojistik yardımda bulunmuştur.
Ayrıca, iddia edildiğinin aksine Türkiye Çekiç Güç bölgeye gelmeden önce de Kuzey Irak'a operasyonlarda bulunmuştur. Çekiç Güç sayesinde bu operasyonların gerçekleşebildiği iddiası bir kuruntudan ibarettir. Ayrıca Çekiç Güç'ün PKK'yla ilgili doğru istihbarat vermediği Genelkurmay yetkililerince defalarca dile getirilmiş bir konudur. Aksine, Çekiç Güç Türkiye'nin Kuzey Irak'ı denetlemesine ve bu bölgede PKK ile mücadele etmesine köstek olmaktadır. 1992 yılında Türkiye'nin Kuzey Irak'a yaptığı harekatta Çekiç Güç'ün Türkiye'ye yanıltıcı istihbarat sunduğu açıkça anlaşılmış, PKK'nın Çekiç Güç'ten aldığı istihbarat doğrultusunda kampları boşalttığı ve bu kapsamlı harekatı umulandan az bir zararla atlattığı görülmüştür. Bu dönemde Hakurk bölgesinde Talabani ile PKK arasında gizli bir anlaşma yapılmış, iki taraf arasında yalnızca göstermelik bir danışıklı dövüş yürütülmüş, fakat bu durum Türkiye'den sonuna kadar gizlenmiştir. Barzani güçlerine gelince, bu güçler içinde yalnızca PKK ile toprak ihtilafı olan aşiretler örgüt ile ciddi bir şekilde çarpışırken diğer Barzani güçleri "operet savaşına" girmişlerdir. 1995 yılında gerçekleştirilen Kuzey Irak harekatına ise KDP ve KYB sert tepki göstermişlerdir. Turan Yavuz, geçmişte Çekiç Güç'ün terörle mücadele konusunda destek değil köstek olduğunu şöyle anlatıyor:
Çekiç Güç yetkilileri, PKK veya Kuzey Irak'taki Kürt gruplarının Türk sınırına karşı eyleme hazırlandıklarına dair bilgileri Türk hükümetinden saklıyorlar. ABD'nin PKK'nın faaliyetleri konusunda elde ettiği bilgileri Türkiye ile paylaşmaması, Amerikalı yetkililere göre, ABD'nin istihbarat toplama yöntemlerinin ortaya çıkmasının istenmemesinden kaynaklanıyor. Bölgedeki ABD güçleri, Kuzey Irak ve Güneydoğu Bölgesinde her telefon konuşmasından haberdar. Kimin nerede, kimle buluştuğu bile anında teknolojik üstünlük ile ABD'nin kulağına gidiyor. ABD neyi, nerede, nasıl gördüğünü kendisine saklıyor. Zaman zaman ABD yetkilileri Türkiye'nin belirli konularda talep ettiği istihbarat işbirliği konusunda bile ayak sürüklüyorlar. Örneğin Kuzey Irak topraklarında düşen Türk jetinin pilotunu kurtarma çalışmaları sırasında Genelkurmay Başkanlığı Amerikalılar'dan yardım istedi. Bölgede uçan kuştan haberi olan ABD ve Çekiç Güç'e bağlı bir-iki helikopter, aramalara katıldı. Ama ABD tüm imkanlarını kullanmadı. Birkaç gün sonra Türk askerleri pilotu ölü olarak buldular.12
3) Çekiç Güç süresi uzatılmadığı takdirde, başka bir ülkeye gider ve Türkiye'nin denetimi ortadan kalkar.
Aslında bu tez Çekiç Güç'ün gitmesini istemeyenler açısından bir takım çelişkileri de ortaya koyar nitelikte. Herşeyden önce Türkiye'den gönderilmesi halinde, Türkiye aleyhine birtakım faaliyetler içerisine girmesi düşünülen bir yabancı gücün ülkede bir saniye bile tutulmayıp, hemen gönderilmesi gerekmez mi?
Kaldı ki, Çekiç Güç'ün başka bir yerde konuşlanması da pek mümkün gözükmemektedir. Baskın Oran Çekiç Güç'ün kolay kolay bir başka ülkeye gidemeyeceğini şöyle anlatıyor:
Çekiç Güç kolay kolay başka bir yere gidemez. Kuzey Irak'ta üslenemez, çünkü hem burada İncirlik gibi komple bir hava üssü yoktur, hem de tüm BM kararlarında ve Batılı devletlerin açıklamalarında durmadan sözü edilen "Irak'ın toprak bütünlüğü ve egemenliği"ni böyle bir konuşlandırma artık tartışmaya meydan bırakmayacak bir kesinlikle ortadan kaldırmış olacaktır. Suriye'de konuşlandırılması güçtür, Çünkü hem Suriye halen Amerika'nın "terörist devlet" listesindedir, hem de zaten arasının kötü olduğu Saddam'ı karşısına iyice almış olacaktır. Ayrıca Suriye, Türkiye gibi değildir; kendini Arap dünyası içinde hisseden bir Ortadoğu ülkesidir.
Güney Kıbrıs yada başka bir ülkeye gitmesi halinde havada ikmal sorunları doğacak olduğu gibi, buralarda İncirlik düzeyinde hava üssü yoktur. Güney Kıbrıs'da üslenirse, uçaklar Suriye'den, Ürdün'de üslenirse Bağdat hükümetinin egemen olduğu yerlerden geçmek zorundadır. uçak gemilerinin kullanılması da hem ikmal sorunu, hem de başka sorunlar yaratacaktır.
Ayrıca Türkiye'deki üsler olmaksızın, Zaho'daki Askeri Eşgüdüm Merkezi (Military Coordination Center MCC) teknik açıdan zor durumda kalacaktır.13
4) Çekiç Güç gider de Saddam güçlenirse, Türkiye'ye bağımlı bugünkü politikasını bir yana iter.
Böyle bir gerekçeyle Çekiç Güç'ün kalmasını savunmak utanılacak bir durumdur. Türkiye 70 milyonluk güçlü bir ülkedir. Körfez Savaşı'ndan çıkmış, üçe bölünmüş bir Irak'tan korkacak durumu yoktur. Ayrıca eğer gerçekten Bağdat yönünden bir dış tehdit olsa bile, bunu ülke içindeki yabancı bir askeri güçle savuşturmayı düşünmek son derece yanlıştır. Bu durumda Türkiye'nin tüm sınırlarının güvenliği için Amerikan birlikleri talep etmesi gerekir ki, bunun saçmalığı ortadadır.
Kaldı ki, Saddam rejiminin kuzeye doğru yapacağı bir adıma Çekiç Güç'ten hiç bir karşılık gelmeyeceği, 96 Eylülü başındaki siyasi gelişmelerde açıkça ortaya çıkmıştır. Sözkonusu dönemde, Talabani-İran ittifakına karşı Barzani ile işbirliği yaparak Kuzey Irak'a giren Irak ordusu Çekiç Güç'ten hiç bir cevap görmemiş, aksine Çekiç Güç kuvvetleri Zaho'daki karargahlarından geri çekilerek Türkiye'ye (Silopi'ye) sığınmışlardır. Amerika'nın Saddam'a verdiği askeri karşılık ise, Çekiç Güç'le hiç bir ilgisi olmayan bir yerden, Basra Körfezi'ndeki Amerikan filosundan gelmiştir. Bu durum, Çekiç Güç'ün bölgeyi Saddam'dan korumak değil, spesifik bir biçimde Kürt Devleti kurdurmak hedefini güttüğünü göstermektedir.
5) Çekiç Güç sayesinde ABD yardımı ve desteği alınmaktadır, bu gücün gönderilmesi bu yardım ve desteği yok eder.
Bu tezi savunanlar Türk dış politikasını Amerikan eksenine oturtmakta ve her alanda Amerikan desteğini ummaktadırlar. Oysa Türkiye'nin Çekiç Güç gibi bir konuda, kendi halkının istekleri ve ulusal çıkarlarına rağmen ABD'nin taleplerine uyması, yine de Türkiye arkasında ciddi bir Amerikan desteği oluşturmamaktadır.
Amerika'nın Türkiye'ye diplomatik ve siyasi destek verdiği söylenemez. Dış politikanın hangi yönüne baksanız durum budur: Petrol boru hatlarının geleceği ve Orta Asya ve Kafkasya'daki nüfuz mücadelesinde ABD açık bir biçimde Türkiye'nin rakibi olan Rusya'nın yanında yer almıştır. Yunanistan'la olan ilişkilerde bir Amerikan desteği bulmak mümkün değildir. Ortadoğu'da ise ABD, Türkiye'yi İsrail eksenine oturtarak, onu "lider" olmaktan uzak tutup "kuyruk" haline getirme uğraşısı içindedir.
ABD'nin ekonomik yardımları bahanesi ise daha da anlamsızdır. Türkiye'nin son yıllarda ABD'den aldığı hibe yardımlar sözü edilmeyecek derecede gülünç rakamlardır. Öyle ki Washington Büyükelçimiz Nüzhet Kandemir bu yardımları alabilmek için Senato'da ülkemiz hakkında ileri geri konuşulmasına katlanmamamız gerektiğini belirterek, bu yardımların reddedilmesi gerektiğini açıklamıştır. Çekiç Güç sayesinde ABD yardımı alınmaktadır sözü gerçekleşmemiş bir temenniden ibarettir.
Asıl üzerinde durulması gereken konu Körfez Krizi sonrası uğranılan zararlardır:
5 yılda Irak'a uygulanan ambargodan kaynaklanan zarar 30 milyar dolar.
5 yılda Irak'la dış ticaretten doğan zararımız 8 milyar dolar.
Yumurtalık hattından doğan zararımız 2 milyar dolar.
Nakliye sektörünün toplam navlun gelirleri % 40 azaldı.
Irak'ta süren müteahhitlik hizmetlerinden zararımız 3 milyar dolar.
Amerika, Çekiç Güç konusundaki uysallığı nedeniyle Türkiye'ye herhangi bir ödül veriyor değildir. Aksine, kendisi açısından her zaman için önemli bir müttefik olan Türkiye'ye makul ölçülerde "kazıklar atmayı" sürdürmektedir. Dolayısıyla Türkiye için yapılması gereken, Amerika ile olan mevcut ilişkilerinde statükoyu kabullenmek ve bunun bir nişanesi olarak Çekiç Güç'e katlanmak değil, Çekiç Güç'e göndererek diş göstermek olmalıdır. Çekiç Güç'ün yollanması, bu gücün bizzat oluşturduğu zararların ortadan kaldırılmasının yanısıra, Türkiye için bu tür bir taktik hamle şansı meydana getirerek çift yönlü yararlı olacaktır.
6) Çekiç Güç, Türkiye'nin bir pazarlık unsurudur.
Çekiç Güç Türkiye için bir pazarlık unsuruydu demek daha yerinde olacaktır. Süre uzatma konusunda Türkiye'nin "eli mahkum" portresini çizmesiyle birlikte pazarlık unsuru tamamen ortadan kaybolmuştur. Coşkun Kırca bu durumu şöyle açıklıyor:
Bir iddiaya göre, Çekiç Güç yurdumuzda bulundukça ona git diyebilmek imkanını elimizde tutmuş olacağımızdan, bu sayede Batı'dan bazı ödünler almamız mümkün olur. Ne var ki şimdiye kadar bu manivela hep lehimize işlememiştir; tamamiyle aksine, Türk hükümetleri Çekiç Güç'e git derlerse özellikle Amerika'dan gelecek çeşitli zorluklarla karşılaşabileceğimizden çekinmişlerdir. Kısacası, Çekiç Güç, Batı ve Amerika tarafından değil de, kendi tarafımızdan kendi aleyhimize bir manivela olarak kullanılmıştır.14
7) Türkiye topraklarında yabancı bir askeri gücün bulunması Türkiye'nin egemenliğini zedelemez.
Bu tezin sahipleri Çekiç Güç'ün misyonunun Saddam'ı durdurmak olduğu zannıyla düşünmektedirler. Bu kişilere göre Türkiye Saddam'ı durdurmayı kendi askeri gücüyle başaramadığından Çekiç Güç çaresine başvurulmuştur. Ve istendiği an Meclis tarafından bu gücün süresi bitirilebilir.
Oysa bu gücün süresinin Meclis tarafından her an bitirilemeyeceği, partilerin ve liderlerinin muhalefetteyken farklı , iktidardayken farklı tutumlar almasından rahatlıkla anlaşılmaktadır. Halkın % 90'ının karşı çıktığı bu güç meclis istediğinde değil, kendisi uygun gördüğünde gitmek niyetindedir. Türkiye'de bu gücü sanıldığı gibi güle oynaya davet etmemiş, Yahudi lobisinin önemli isimlerinden "Karanlıklar Prensi" Richard Perle'nin dayatmalarıyla "Provide Comfort II" Türkiye'ye yollanmıştır. Gücün Türk Silahlı Kuvvetlerinden habersiz hareket ettiği ve PKK'yla işbirliği yaptığını uzun uzadıya incelediğimiz için tekrar ele almayacağız. Ancak Bölücü bir örgütle işbirliği yapan bir gücün, Türkiye'nin egemenliğini nasıl olup da zedelemediği ve bazı kalemler tarafından hala destek bulabildiği şaşırtıcıdır. Bu güç Irak'ın toprak bütünlüğünü yok etmekte ve de facto Kürt devletinin hamiliğini yapmaktadır.
Çekiç Güç'ün göründüğünden farklı hedefleri olduğunun, hem de oldukça "pis" ve "karanlık" hedefleri olduğunun bir başka göstergesi ise Çekiç Güçe karşı çıkan bazı önemli isimlerin ilginç akıbetleridir. Ortak özellikleri Çekiç Güç'ün gitmesini istemek olan bu kişiler, nedense birbiri ardına "fail-i meçhul" cinayetlerin kurbanı oldular.
Örneğin Hulusi Sayın ve İbrahim Selen. İkisi de korgeneraldi. İkisi de Güneydoğu'da Jandarma Bölge Asayiş Komutanı'ydı... Ve ikisi de öldürüldü. İki emekli korgeneralin ortak yönleri ise Çekiç Güç'e karşı çıkmalarıydı.
Çekiç Güç'ün gitmesi gerektiğini düşünen ve sorunun çözümü yolunda çok önemli bir isim olan Jandarma Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis ise uçak kazası süsü verilen bir sabotaja kurban gitti.
Olayın bir ilginç yönü vardı. Eşref Bitlis'i taşıyan UH-60 helikopteri sabotajla düşürülmeden kısa bir süre önce Kuzey Irak üzerinde Çekiç Güç'e bağlı iki F-15 tarafından taciz edilmiş, düşmekten zor kurtulmuştu. 17 Aralık 1992 günü gelişen olayda, Çekiç Güç uçaklarının Bitlis'i Seladdin kentine götüren helikopteri "yanlışlıkla" taciz etmiş olmaları da mümkün değildi, çünkü Türk makamları tarafından uyarılmışlardı. Birleşik Görev Kuvveti Türk Kurmay Başkanlığı'nın 17 Şubat 1992 tarihli raporunda olayın gelişimi şöyle anlatılıyordu:
Eşref Bitlis'in Kuzey Irak'a uçtuğu sırada AWACS uçağı, bölgede Türk uçaklarının olup olmadığını sordu. Bunun üzerine Mardin radarı uyarıldı. Bölgeye bir adet Türk helikopterinin gittiği ve Güçlü 11 adlı bu VIP helikopterinin Seladdin kentine yol aldığı bildirildi. Durum AWACS'a bildirildi. Buna rağmen Bitlis'in helikopterinin ABD F-15'leri tarafından taciz edilmesi sürdü. AWACS yine uyarıldı, uçuşların durdurulması istendi ama tacizin önüne geçilemedi.15
Bu Çekiç Güç tacizinin hemen ardından sabotaj olduğu anlaşılan bir "kaza" ile düşerek yaşamını yitiren Eşref Bitlis, bölge halkını çok iyi tanıyan ve sorunu çözmede katkı sağlayacak ender kişilerden biriydi. Dahası, Bitlis'in en güvendiği kişilerden ikisi, Paşa'nın Güneydoğu'daki özel kadrosunda yer alan iki istihbaratçı, Ahmet Cem Ersever ve Mustafa Deniz de fail-i meçhul cinayetlere kurban gittiler: JİTEM Grup komutanı olan Ersever 1993 Ekiminin son haftasında kayboldu. 5 Kasım 1993'te Ankara'nın Elmadağ ilçesi yakınlarında elleri arkadan bağlanmış kafasında kurşun yarası bulunan bir erkek cesedi bulundu. Kısa bir araştırma sonucu cesetin kimliği tespit edildi: Ahmet Cem Ersever. 7 Kasım 1993'te ise Ersever'in yakın çalışma arkadaşı Mustafa Deniz'in cesedi Bolu yakınlarında karayolu kenarında bulundu.
Eşref Bitlis'in terörle mücadelede başarılı bulduğu Tuğgeneral Bahtiyar Aydın da uzun yaşayamadı. Lice'de Kanas marka profesyonel suikast tüfeği ile açılan ateş sonucu yaşamını yitirdi.
Tüm bu isimlerin ortak yönü, Çekiç Güç'ün bölgedeki varlığına karşı çıkmalarıydı. Eşref Bitlis Kuzey Irak'lı Kürt liderlerle görüşmeler yapar, PKK'nın onların topraklarını kullanmaması yolunda uyarılarda bulunurdu. Çekiç Güç'ün bölgedeki faaliyetlerinden de çok rahatsızlık duyuyordu. Bu gücün PKK'nın hareket alanını genişlettiği yolunda uyarıda bulunmuş ve bu rahatsızlığını da her MGK toplantısında dile getirmişti. Bitlis, yakın çalışma arkadaşlarına da Çekiç Güç'ün mutlaka kontrol altına alınmasını ve bunun için de komuta merkezinin Türk toprakları içine çekilmesi gerektiğini söylemişti. Ama "birileri" fazla ileri gittiğini düşündü.
Derya Sazak'ın 14 Kasım 1993 tarihli Milliyet'teki yazısında belirttiği gibi "Çekiç Güç sanki şeytan üçgeni"ydi, "... ona karşı çıkanları içine çekebiliyor"du. Bu kişilerin bir diğer özellikleri, soruna mümkün olduğunca "barışçı çözüm" bulunması gerektiğini savunmalarıydı. Dağları bombalamakla, bölgedeki savaşı bu biçimde yürütmekle bir şey kazanılmayacağına inanan insanlardı. Bölgeden Amerikan uzantılarının kaldırılmasını ve bölge halkıyla ülke geneli arasında kardeşlik temelinde bir birlik kurulmasını savunuyorlardı. (Nitekim gerçekten de tek çözüm budur.)
Tüm bu seri cinayetlerin birer tesadüf olduğuna inanmak, herhalde biraz fazla bir saflık olurdu. Çekiç Güç'e karşı çıkanları birbir ortadan kaldıran güç, kuşkusuz Çekiç Güç'ü İncirlik'e getiren ve onun kanalıyla bir Kürt devleti kurmak isteyenlerin bir uzantısından başka bir şey olamazdı.
Yazı boyunca incelediğimiz bilgiler bizlere Çekiç Güç'ün, Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurma misyonuna sahip olduğunu, bu gelişmeden Türkiye'nin Güneydoğusunun da bağımsız kalamayacağını, nitekim Çekiç Güç'ün Türkiye'nin güneydoğusunu bölmeyi hedefleyen PKK ile de gizli bir ilişki içinde olduğunu gösteriyor. Çekiç Güç'e karşı çıkanların birbiri ardına yaşamlarını yitirmeleri ise, bu gücün sanıldığından çok daha kirli olduğunu işaret ediyor.
Tüm gerçeklere rağmen Çekiç Güç'ün ülkede kalmasını destekleyenlerin saf olduğunu düşünmek ayrı bir saflık olsa gerek. Özellikle medyadaki Çekiç Güç taraftarlarının tavrını "iyi niyetli saflık" teorisi ile açıklamak mümkün gözükmüyor. Öyleyse neden bir kısım medya ısrarla Çekiç Güç taraftarlığına soyunmuş durumda?
Başta da belirttiğimiz gibi, bu kişilerin sözkonusu tavrı Türkiye'nin stratejik çıkarları hakkındaki kaygılarından değil, ideolojik tercihlerinden kaynaklanıyor. Aynı tavrı Türkiye-İsrail yakınlaşması konusunda gösterdikleri "İsrail muhibliği" misyonuyla da ortaya koyuyorlar. Bu konuda da Türkiye'nin İsrail'e kuyruk olmasını, Türkiye'nin çıkarları açısından değil, "anti-İslami" ideolojik kaygılarından ve bu kaygılara İsrail destekli bir çözüm bulma umudundan dolayı savunuyorlar. Türk-İran ilişkilerinin bozulmasına ve hatta bir Türk-İran savaşının zemininin oluşmasına da yine bu ideolojik tercih nedeniyle ön-ayak oluyorlar.
Pek yakında, Osmanlı'nın son günlerindeki "Efruz Bey" tiplemelerinin doluştuğu "İngiliz Muhibleri Derneği"ni andırır bir "Amerikan-İsrail Muhibleri Derneği" kurarlarsa, hiç şaşmamak gerekiyor.
Çekiç Güç'ün Türkiye'ye geldiği günden itibaren birbirini izleyen hükümetler, ortak bir kabul politikası izlemişlerdi. Ancak RP-DYP koalisyonu ile kurulan Erbakan Hükümeti, şartların elverdiği ölçüde bir düzenleme yapmak için inisiyatif kullandı.
RP-DYP hükümeti, Çekiç Güç'ün süresini uzatmak için Amerikalılara önemli şartlar sundu. Eğer bu şartlar yerine getirilmezse, Çekiç Güç'ün süresi bir daha uzatılmayacak:
1- Kuzey Irak'ta Zaho ve Atruş kampları kapatılacak. Bu kamplar sözde BM denetiminde gösterilmesine rağmen fiilen PKK'nın emrinde birer anarşi merkezleriydi.
2- Çekiç Güç hiçbir suret ve şekilde PKK'ya destek sağlamayacak. Zira daha önce mesela ordumuzun Kuzey Irak'taki PKK kamplarına yapacağı hareketleri Çekiç Güç önceden onlara bildiriyor ve kaçmalarnı sağlıyordu. Ayrıca bu tür lojistik ve stratejik deztekler dışında fiilen yiyecek, giyecek malzemeleri ve mühimmat sağladığı biliniyordu.
3- Çekiç Güç'e bağlı jetler günde 50-60 sefer alçak ve uzun mesafeli uçuşlar yaparak hem bölgede huzursuzluk kaynağı oluyor ve hem de özellikle İran'la aramızın açılmasına neden oluyordu. Bundan böyle sabah ve akşam birer sefer dışında bütün uçuşlar kaldırılacak.
4- Çekiç Güç' e ve sivil yardım örgütlerine ait araçlardaki çantalar ve sandıklar Türkiye tarafından açılacak ve kontrole tabi tutulacak. Halbuki bugüne kadar buna müsaade edilmiyordu ve ilaç ve gıda yardımı adı altında PKK'ya silah ve mühimmat taşındığı söyleniyordu.
5- Kuzey Irak'ta, Çekiç Güç dışında "sivil ve gönüllü yardım kuruluşları" adı altında Türkiye aleyhinde faaliyet yapan bütün kişe ve grupların yıkıcı ve bölücü davranışlarından Çekiç Güç sorumlu tutulacak ve bunlardan Türkiye'nin istemedikleri bölgeden çıkarılacak.
6- Irak'ın toprak bütünlüğü kesinlikle korunacak ve bir "Kürdistan" oluşumuna asla göz yumulmayacak. Kuzey Irak'ta sadece Kürtlere değil Türkmenlere de sahip çıkılacak.
7- Irak'a uygulanan ambargonun Türkiye'ye verdiği zarar telafi edilecek.. Ürdün-Irak örneği sınır ticareti başlatılacak.
8- Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı derhal açılacak ve Türkiye'ye en az 200 bin varil petrol verilecek. Bu iki kalemden dolayı Türkiye en az 1.5 milyon dolarlık bir kazanç sağlayacak.
9- Türkiye savaş ve ambargodan dolayı uğradığı zararlara karşılık tazminat alacak.
10- Zaho'daki BM kampına, ABD, İngiltere, Fransa yetkililerinin sayısı kadar Türk subay ve uzmanları gönderilecek ve Çekiç Güç faaliyetleri kontrol altına alınacak ve Türkiye'ye rapor sunulacak.
11- Türkiye'ye daha önce satılan ama kasıtlı olarak teslimi yapılmayan fırkateyn, füze ve diğer teknolojik malzemeler derhal gönderilmeye başlanacak. Ayrıca taahhüt edilen askeri yardımlar da aksatılmayacak.
12- Bu şartlara riayet edilmediği takdirde Türkiye Bakanlar Kurulu kararıyla Çekiç Güç'ün faaliyetlerini istediği anda durduracak.
Kuşkusuz bu şartlar, Çekiç Güç'ün Türkiye'ye verdiği stratejik zararların büyük bölümünü ortadan kaldıracak şartlardır. Eğer önümüzdeki dönemde bunlar uygulamaya konursa, Türkiye'nin güneydoğusundaki sorunun önemli bir sacayağı etkisizleştirilmiş olur. Fakat ABD'nin bu düzenmeleri yapmak için can atmadığı da ortadadır.
Bu nedenle, gelecek aylarda Türk diplomasisini zorlu bir sınava beklemektedir. Çekiç Güç'ün üstteki zararlarını açıkça ortaya koyduktan sonra, Çekiç Güç'ün devamı ancak bu şartların kabul edilmesi halinde kabul edilmelidir. Bu, aktif, akılcı ve tavizsiz bir dış politika uygulamak için iyi bir fırsattır.
1. Turan Yavuz, ABD'nin Kürt Kartı, 1.b., İstanbul: Milliyet Yayınları, Nisan 1993, ss. 200-201.
3. Ferruh Sezgin, "Çekiç Güç Gitsin Mi Kalsın Mı?", Siyah Beyaz, 29 Şubat 1996.
4. Baskın Oran, "Kalkık Horoz" Çekiç Güç ve Kürt Devleti, 1.b., Ankara: Bilgi Yayınları, Şubat 1996, s. 139.
8. "Çekiç Güç'ten Çektiklerimiz", Milliyet, 13 Kasım 1995.
9. Baskın Oran, "Kalkık Horoz" Çekiç Güç ve Kürt Devleti, 1.b., Ankara: Bilgi Yayınları, Şubat 1996, s. 189.
10. Arda Sualp, "Çekiç Güç Kürt Devleti Kuruyor", Aksiyon, Sayı 47, 28 Ekim-3 Kasım 1995.
11. Mehmet Ali Birand, Sabah, 12 Eylül 1996.
12. Turan Yavuz, ABD'nin Kürt Kartı, 1.b., İstanbul: Milliyet Yayınları, Nisan 1993, s. 206.
13. Baskın Oran, "Kalkık Horoz" Çekiç Güç ve Kürt Devleti, 1.b., Ankara: Bilgi Yayınları, Şubat 1996, s. 151.