Nasıl Bir Türk İslam Birliği?

çiçekler

"Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim Suresi, 7)

19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyılın başında yaşanan iki büyük dünya savaşı, bu savaşlarda hayatını kaybeden milyonlarca insan, yakılıp yıkılan şehirler, yerle bir olan yerleşim alanları, vahşetin neredeyse olağan karşılandığı toplama kampları insanlık için ibret verici oldu. Bu savaşların bizzat içinde yer alan Batı dünyası, savaş sonrası kurulan düzende, bu tarihi dramdan çok önemli dersler çıkarmıştı. Bunların başında, gelecekte yaşanabilecek muhtemel sorunların üstesinden daha kolay ve kısa sürede gelebilmenin en etkili yollarından birinin, kurulacak ittifaklar olduğu görüşü yer almaktaydı. Bundan önce de, çeşitli Avrupa ülkeleri aralarında ittfaklar oluşturmaya çalışmış ancak bu ittifaklar, kimi zaman menfaat ilişkileri ve kimi zaman da ideolojik gerekçelerle uzun ömürlü olmamıştı. Ancak bu sefer Batı dünyası, kurulacak ittifakın bir ekonomik iş birliğinden ya da ortak savunma paktından çok daha öte olması gerektiğinin, Avrupa'nın ortak kültürel değerler çevresinde birleşmesinin zorunlu olduğunun farkındaydı. Elbette bu uzun ve zorlu bir süreçti.

Savaş Avrupa'nın büyük güçlerinin ekonomilerini çökertmiş, sanayi neredeyse yerle bir olmuştu. Yıkılan yüzlerce şehrin yeniden inşa edilmesi, alt yapının onarılması, eğitim ve sağlık kurumlarının yeniden düzenli işler hale getirilmesi gerekiyordu. Üstelik Avrupa'da savaş sona ermiş, ancak sömürgelerde bağımsızlık hareketleri başlamıştı. Tüm bu koşullar altında istikrarın sağlanması ve bu dağınık yapı içinde bir birlik oluşturmak çok zor görünüyordu. 1951 yılında, sanayinin kalkınmasını sağlamak ana amacıyla kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu bu girişimin ilk adımı oldu. Sonradan Avrupa Ekonomik Topluluğu'na, daha sonra Avrupa Topluluğu'na, en son olarak da Avrupa Birliği'ne dönüşen bu topluluk, üye ülkeler arasında ürünlerin, hizmetin, sermaye ve iş gücünün serbest dolaşımını sağlayan, tek para birimine, ortak hukuksal anlayışa ve hatta birbiri ile uyumlu devletsel örgütlenmeye sahip güçlü bir birlik halini aldı. Bugün Avrupa Birliği, dünya siyasetinin yönlendirici unsurlarından biridir.

56 Müslüman ülkenin üye olduğu İslam Konferansı Örgütü, Müslümanları çatısı altında toplayan –üye sayısı ve üyelerinin coğrafi dağılımı açısından- en büyük Müslüman örgüttür. Bu örgüt dışında da, ortak coğrafyalarda yaşayan Müslüman ülkeler arasında çeşitli ticari ve askeri iş birlikleri bulunmakta, bölgesel ittifaklar kurulmaktadır. Bunların her biri önemli faaliyetlerde bulunan yapılanmalardır ve varlıkları faydalıdır. Ancak İslam dünyasının, daimi kurumları bulunan, bağlayıcı kararlar alma yetkisine sahip, ortak politika geliştirebilecek ve bunları kararlılıkla uygulayacak, tüm Müslüman dünyasının ortak sesi olacak, yalnızca belirli bölgelerin değil tüm Müslümanların sorunları ile ilgilenip bu sorunlara çözüm üretecek daha kapsamlı bir birliğe ihtiyacı vardır. Bu birliğin faaliyet alanı ekonomik, askeri ve sosyal alanları kapsamalıdır. Bu birlik sayesinde, Müslüman ülkeler arasında mutabakat ve uzlaşma ortamı inşa edilecek, dayanışma ruhu geliştirilecektir. Böylece öncelikle birlik altında toplanmış ülkelerin güvenlik sorunları giderilmiş olacak, daha sonra da kurulacak çok yönlü iş birlikleri ile üyelerin refah seviyesinin yükselmesi sağlanacaktır. İslam dünyası -doğrudan veya dolaylı kendisi ile ilgili gelişmelerde- tek bir vücut olarak hareket edecek, dolayısıyla Müslüman toplumların lehine stratejiler geliştirilmesi mümkün olacaktır.

20. yüzyılın ikinci yarısında başta Filistin olmak üzere Bosna, Kosova, Karabağ, Keşmir, Açe gibi bölgelerde yaşanan gelişmeler Müslüman dünyasını önemli bir gerçekle karşı karşıya getirmiştir. Binlerce sivilin hayatını kaybettiği, çocukların yetim kaldığı, vahşetin ve şiddetin doruğa tırmandığı bu bölgelerde, Batı dünyasının yaşanan insanlık dramına ya hiç ya da çok geç tepki göstermesi ve gereken tedbirlerin alınması konusunda ağır davranması, İslam dünyasının üstlenmesi gereken sorumluluğu Müslümanlara bir kez daha hatırlatmıştır: Müslüman halkların haklarının korunması, ihtiyaçlarının gözetilmesi herkesten önce diğer Müslümanların sorumluluğudur ve İslam dünyasının bu konuda son derece aktif ve atak olması zorunludur. Müslüman ülkelerin, tüm Müslümanların güvenliğini garanti altına alabilecekleri bir güç konumuna gelmesi ancak İslam dünyasının uluslararası siyaset sahasında tek bir ses olarak temsil edilmesi ile mümkün olacaktır.

İslam dünyası askeri, siyasi ve ekonomik olarak tek blok olmak zorundadır. Kendi içinde beraberliği sağlamış İslam dünyası, dünya barışının da güvencesi olacak, bazı radikal unsurlar ve "medeniyetler arası çatışmadan" yana olanlar teorilerine gerekçe olarak öne sürebilecekleri ortamı bulamayacaklardır.

Türk İslam Birliği'nin Genel Yapısı

terör

Türk İslam Birliği, üye ülkelerin ulusal bağımsızlıklarını ve milli sınırlarını muhafaza ettikleri, her ülkenin kendi ulusal hak ve çıkarlarını koruyabileceği bir yapı olmalıdır. Ama tüm bu egemen ülkeleri, ortak bir "İslam kültürü" içinde birleştirecek bir vizyon, bu vizyon uyarınca ortak politikalar geliştirecek ve uygulayacak karar ve yürütme organları oluşturulmalıdır. Amaç, devletlerin yapısal olarak birleşmeleri değil, ortak politika ve menfaatler çevresinde birleşilmesi ve bu politikaların hayata geçirilmesinde birliğin yaptırım gücünün olmasıdır.

İnşa ettiği modern devlet anlayışı ile Türkiye Cumhuriyeti'ni Müslüman ülkelerin en istikrarlı demokrasisi haline getiren Atatürk'ün, İslam dünyasının nasıl bir yapı içinde birlik ve beraberliğini sağlayabileceği yönünde de önemli değerlendirmeleri vardır. Bir devletin en önemli unsurlarından birinin milli sınırlar içinde var olma hakkı olduğunu ifade eden Atatürk'ün tespitlerinin doğruluğu, geçen zaman içerisinde ispatlanmıştır. Bilindiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılış sürecinde, Osmanlı topraklarında yaşayan halkların bir kısmı yanlış yönlendirmelere kapılarak Osmanlı'nın yanında yer almak yerine, dış güçlerle iş birliği yapmışlardır. Ancak çeşitli imtiyazlar kazanacaklarını umarak bu yolu seçenler, iş birliği yaptıkları ülkelerin hegemonyası altına girmiş ve sömürgeleştirilmişlerdir. Bu halklardan bazıları, Cumhuriyetin ilk yıllarında Mustafa Kemal'e temsilciler göndererek, kendilerini sömürge durumuna düşüren liderlerinin basiretsizliğinden şikayet etmiş ve hatta bazıları Türkiye Cumhuriyeti ile birleşme taleplerini dile getirmişlerdir. Atatürk'ün bu tekliflere verdiği karşılık, Türk İslam Birliği'nin temelinin nasıl olması gerektiğini gösteren önemli bir cevaptır:

Bütün İslam aleminin manen olduğu kadar maddeten de birlik içinde ve müttefik hale gelmesinden sadece sevinç duyarız. Bunun için de bizim kendi hudutlarımız içerisinde bağımsız olduğumuz gibi, Suriyeliler ve Iraklılar da milli hakimiyete dayalı bağımsız bir güç olarak ortaya çıkabilmelidirler. 12

Görüldüğü gibi Atatürk'ün belirlediği öncelik, bu ülkelerin de bağımsızlıklarını kazanmalarıdır. Türk İslam Birliği'nin öneminin bilincinde olan Atatürk, bu birliğin kendisinden beklenen etkiye sahip olabilmesi için, üyelerinin milli sınırları içinde bağımsızlığını kazanmış, milli iradeye dayanan ve kendi ayakları üzerinde durabilen devletler olmaları gerektiğine dikkat çekmiştir. Dolayısıyla bugün de, kurulacak bu örgütün üyelerinin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlıklarını koruması son derece önemlidir.

Bu birlik sayesinde dünya Müslümanları birbirleri ile doğrudan ilişki içinde olacak, birbirlerinin sorunlarını yakından tanıyacak ve dayanışma içine gireceklerdir. Ayrımcı, hizipci, kavmiyetçi tüm anlayışlar bir kenara bırakılarak, "tüm Müslümanlar kardeştirler" ilkesi temel alınacaktır. Günümüzde İslam dünyasına hakim olan birbirinden farklı görüşler, yorumlar ve modeller arasında mutabakat sağlanamamış olması, Müslümanların birlikte hareket etmelerine engel olmaktadır. Bu örgütün beraberlik çağrısı, etnik kökene, ekonomik koşullara ya da coğrafi duruma göre yapılmayacak; ırk, dil ve kültürel özelliklerden kaynaklanabilecek her türlü husumet bu birliğin çatısı altında ortadan kaldırılacaktır. Söz konusu örgütün beraberlik anlayışı, bir toplumun diğerine, bir kültürün ötekine, bir grubun başkasına üstün gelmesine dayalı değil, hepsinin bir diğeri ile eşit olduğu şefkat, sevgi ve dostluğa dayalı dayanışma ruhu olacaktır.

endüstri, sanayi

İslam dünyasının siyasi, askeri ve ekonomik olarak tek blok olması, mevcut imkanların daha da artırılmasını sağlayacaktır. Böylece tüm İslam coğrafyasında büyük bir kültürel ve ekonomik kalkınma yaşanacaktır.

Türk İslam Birliği'nin oluşturulmasındaki temel amaçlardan biri, Müslümanların geneline yön verebilecek merkezi bir otoritenin oluşturulması olmalıdır. Bunun için bu merkezin mutlaka tüm Müslümanlara hitap edecek bir yapıda olması, diğer bir deyişle bütün farklı anlayışları şemsiyesi altında toplayabilmesi şarttır. Türk İslam Birliği, temel İslami değerleri ve inançları esas almalı, uygulama ve görüş farklılıklarını şefkatle ve anlayışla karşılamalı, bu farklılıkları bir kültür zenginliğine dönüştürebilmeyi başarmalıdır. Bu farklılıklar ortak karar almayı ve siyasi iradeyi faaliyete geçirmeyi engelleyici unsurlar haline getirilmemelidir. Müslüman ülkeler arasındaki tüm ihtilaflar bu merkezde çözüme kavuşturulmalı, anlaşmazlıklar ortadan kaldırılmalıdır. Kendi iç sorunlarını çözebilen bir İslam dünyası, diğer medeniyetlerin üyeleriyle yaşayabileceği sorunları da kolaylıkla çözebilecek bir imkana sahip olacaktır. Bu şekilde tüm Müslümanları birleştiren bir merkezin, ortak politikalar üretmesi ve bu politikaların uygulamaya geçirilmesini sağlaması mümkün olur.

Günümüzde İslam dünyasının ortak hareket etmesini gerektiren ve acil çözüm bekleyen konular, dünya siyasetinin temel gündem maddeleridir. Filistin, Keşmir, Irak gibi siyasi sorunlar, terörizme karşı yürütülecek fikri mücadele, geri kalmışlık, fakirlik, sağlık ve eğitim, bu konuların başında gelmektedir. Bunlar bölgesel ya da sadece o topraklarda yaşayan halkları ilgilendiren sorunlar değildir. Tüm Müslümanları doğrudan ilgilendiren, dolayısıyla çözüme kavuşturulması için İslam dünyasının dayanışmasını gerektiren sorunlardır. Hiç kimse Mescid-i Aksa'da yaşananların yalnızca Filistinlileri ilgilendirdiğini, Keşmir'de zulme uğrayan sivil Müslümanların kendi başlarının çaresine bakmaları gerektiğini ya da İslam dünyasının herhangi bir bölgesinde açlık sınırında yaşayan çocukların o ülkenin sorunu olduğunu öne süremez. Müslümanlar inançları gereği bu durumu kabullenemezler.

Ancak Müslümanlar aralarında güçlü bir birlik oluşturamadıkları için, onların yerine bu ve benzeri konularda diğer ülkeler çeşitli çözüm önerileri ortaya koymaktadır. Ne var ki bu öneriler de çoğunlukla Müslümanların menfaatlerinin göz ardı edildiği ya da kısa vadeli çözümler içeren planlardan öteye gitmemektedir. Çatışmaların ve anlaşmazlıkların yaşandığı pek çok bölgede, Müslümanların güçlü konumda olmaması, ortaya konulan önerilerde yönlendirici olmalarına engel olmaktadır. "Barış planı" adı altında Müslümanlara sunulan projeler, çoğu zaman onları daha da sıkıntı ve zorluğa düşürecek maddeler içermektedir. Bu Müslümanların haklarının korunabilmesi için, İslam dünyası ortak bir tavır geliştirmekle yükümlüdür.

Bunun gibi Türk İslam Birliği'ni bekleyen daha pek çok sorumluluk, bu merkezin oldukça aktif çalışması gerektiğini göstermektedir. Birliğin düzenli faaliyet gösterebilmesi için, daimi bir merkezinin bulunması, birbirleri ile koordineli olarak çalışacak karar ve yürütme merkezlerinin oluşturulması, gerekli tüm alt birimlerin kurulması ve tüm bu kurumların düzenli çalışması sağlanmalıdır. Zamanlaması doğru, neticeleri isabetli kararların alınması için gereken alt yapı tesis edilmelidir. Bu birlik faaliyetleri ile güven vermeli, üyeler de kendi haklarının birlik tarafından en iyi şekilde korunacağından emin olmalıdırlar.

Türk İslam Birliği değişen siyasi koşullara kolaylıkla uyum sağlayabilecek bir esnekliğe ve gerekli stratejileri geliştirebilecek bir ileri görüşlülüğe sahip olmak zorundadır. Dünyadaki gelişmeler karşısında yalnızca reaktif tepkiler veren, kınamak ya da kanaat belirtmekle yetinen bir organizasyon değil, inisiyatif kullanabilen aktif bir merkeze ihtiyaç duyulduğu açıktır. Bu merkezin sürekli takip ve koordinasyon görevini üstlenmesi, faaliyetlerinin tüm üye ülkelerin menfaatlerini kuşatıcı olması gerekir. Bu birlik tüm gelişmeleri objektif bir yaklaşımla değerlendirerek, tüm İslam dünyasının taleplerini göz önünde bulundurmalıdır. Üye ülkeler arasında oluşabilecek bunalımları giderici, çıkar çatışmalarını ortadan kaldırıcı ve Müslümanların diğer toplumlarla ilişkilerinde onları koruyucu bir mekanizma olarak görev yapacak Türk İslam Birliği, İslam dünyasının kültürel, ekonomik ve siyasi etkinliğini artıracaktır.

Türk İslam Birliği'nin Müslümanları tek bir güç haline getirebilmesi ve Müslüman ülkeleri birbiri ile bütünleştiren bir yapı olabilmesi için, çağdaş toplumsal değerleri koruması, hukuka ve insan haklarına saygılı olması, demokratik anlayış üzerine inşa edilmesi de son derece önemlidir. Bu değerlerin İslam ahlakının özü olduğu unutulmamalıdır.

SAYIN ADNAN OKTAR'IN DENGE TV RÖPORTAJI, TEMMUZ 2008

Adnan Oktar: Müslüman ülkelerin hepsi müthiş gelire sahip olmalarına rağmen halk fakirdir. Neredeyse bütün İslam ülkelerinde böyledir, halk fakirdir. Ve yaşam kalitesi düşüktür. Yani ekseriyetle böyledir. Halbuki bunun için hiçbir sebep yok. Ama bir Türk İslam Birliği oluşsa. Aklı başında bir Türk İslam Birliği Meclisi oluşturulsa bu sorunlar, dertler kökünden ortadan kalkar. Ve İslam ahlakının dünyaya hakimiyeti an vesilesi olur. Ve yıldırım gibi oluşur. Onun için birlik konusunun üstünde çok durulması lazım. Bütün Türk Devletleri ki hepsi Müslümandır aşağı yukarı ve bütün Müslüman devletleri tek bir çatı altında toplayıp böyle bir Türk İslam Natosu gibi, Türk İslam Ortak Pazarı gibi büyük bir yapılanma içerisine getirmek, hepsini milli devletler olarak ayrı ayrı tutmak, yani devletlerin değişmesine gerek yok. Sistem içerisinde akılcılığı, samimiyeti aşkı ve şevki esas tutmak. Resmi uslubu kaldırmak çok önemli. Yani resmiyet ruhu kırar. Resmiyetten kaçınmak lazım. Aşk bir, samimiyet iki. Son derece aşk içinde, samimiyet içerisinde bu işlerin hallolması lazım.

SAYIN ADNAN OKTAR'IN KRAL KARADENİZ TV RÖPORTAJI, 2 OCAK 2008

Adnan Oktar: Bizim milletimizin yediden yetmişe gönlünde yatan bir ülkü vardır. Çocukluğumuzdan beri biz bunu biliriz Türk İslam Birliği. Biz Osmanlı'nın evlatlarıyız. Onların torunlarıyız. Biz dedemizden ne gördüysek bunu yapacağız. Türk İslam Birliği'nin oluşması için şu an şartlar tam anlamıyla oluştu. Tam anlamıyla var. Türk İslam Birliği oluştuğunda, sınırlar açıldığında, Irak, Suriye, Azerbaycan, Türkistan, Tacikistan, Kazakistan, Ermenistan, Gürcistan, Kafkaslar, hepsi Allah'ın izniyle, bu bizim işte bayramımız. Bayram günümüz olacak. Biz buradan arabaya bineceğiz, basıp gideceğiz ta Hazar'a kadar, denizin kenarına masayı kuracağız, yemeğimizi yiyeceğiz. Oradan basacağız Türkistan'a, oradan basacağız Ermenistan'a, her yere gideceğiz. Sınır kapılarından sadece bir selam vermemiz gerekir, bu kadar. Yani pasaporta vizeye, hiçbir şeye gerek yok. Sınır kapılarının şöyle en az 10 metre kadar geniş olması gerekiyor, en az. fiöyle boydan boya. Bu birliğin güzel yönü bunda ırkçılık yok, bunda sevgi var... Fakat bu mantıkta, benim anlattığımda coşkun bir sevgi, muhabbet, Allah sevgisi ve Allah'ın kullarına yardım etme düşüncesi vardır. Burada Hıristiyanları da, Musevileri de kucaklayan bir sistem var. Bütün Arap alemini, bütün İslam alemini kucaklayan, İslam'ın o sıcak sevgisi ile saran bir yapı var... Bu Türk İslam Birliği, Osmanlı'dan, ecdadımızdan gelen ruhtur bu. Ecdadımızın bize öğrettiği bir ruhtur bu. Bu mübarek birlik, bu güzel birlik mutlaka oluşacak. Bu bizim kaderimiz, ama bu, aşk, hırs işidir. Türkiye'de bunu isteyenlerin sayısı %90'ı buldu mu bu konu bitmiştir. Zaten kalplerde oluştu mu, kapıyı açmak 10 dakika sürmez. Yani kapıyı açmak sorun değil, bunun kalplerde kabulü ve kalplerde yaşanması çok önemlidir. En fazla on, on beş dakika sürecektir kapının açılması, o kadar.

Barışsever ve Uzlaşmacı Bir Türk İslam Birliği

Muayyad Camisi, tablo

Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)

İngiliz ressam David Roberts'ın, "Muayyad Camisi" adlı tablosu

Türk İslam Birliği, yalnızca Müslümanlara değil tüm insanlığa barış getirmeyi hedef edinmeli, aldığı kararlarda ve uygulamalarında barışsever ve uzlaşmacı bir tavır sergilemelidir. İslam'ın özü, Allah'ın Kuran'da bildirdiği güzel ahlaktır. Bu ahlak iman edenlerin, sevecen, yumuşak huylu, şefkatli, adil, anlayışlı, sabırlı ve fedakar olmalarını gerektirir. İslam, insanları huzur ve barış dolu bir dünyaya davet eder, Bakara Suresi'nin 208. ayetinde şöyle buyurulmaktadır:
Ey iman edenler, hepiniz topluca 'barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.

Müslüman Allah'ın emirlerine uyan, Kuran ahlakını titizlikle uygulamaya çalışan, dünyayı güzelleştiren, imar eden, barışı ve huzuru hakim kılan insandır. Amacı insanlara güzellikte, iyilikte ve hayırlı davranışlarda bulunmaktır. Müslümanlar Rabbimiz'in sonsuz merhamet ve şefkatinin kendilerinde de tecelli etmesi için gayret ederler. Allah Kuran'da etrafına daima hayır getiren, çevresindeki olaylara karşı ilgili olan, insanları doğru yola çağıran bir ahlakı makbul olarak göstermiştir. Bir ayette çevresine hiçbir faydası dokunmayan kişiler ile, daima hayır üzerinde hareket eden insanlar arasındaki fark şöyle bir kıyasla açıklanmıştır:

Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve herşeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi? (Nahl Suresi, 76)

Bu ayette bildirilen hikmet, Türk İslam Birliği için de yol gösterici olmalıdır. Türk İslam Birliği'nde din ahlakının insanlara kazandırdığı fedakarlık, kardeşlik, dostluk, dürüstlük, adalet, sadakat, vefa ve hizmet anlayışı en güzel şekilde temsil edilmelidir.

İnsanların fikir, düşünce ve yaşam özgürlüğünü güvence altına alan İslam ahlakı, insanlar arasında gerginliği, anlaşmazlığı, birbirlerinin hakkında olumsuz konuşmayı ve hatta olumsuz düşünceyi (zannı) dahi yasaklar. Müslümanların oluşturduğu bir birliğin de, bu esasları temel alarak dünya barışı için faaliyet göstermesi gereklidir.

şehit müslümanlar

Hayır, kim (güzel davranış ve) iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 112)

Kuran ahlakı Müslümanların savaştan ve her türlü çatışmadan kaçınmalarını, anlaşmazlıkları görüşme ve müzakerelerle gidermelerini, uzlaşmacı olmalarını gerektirir. Savaş, Kuran'a göre sadece zorunlu olduğunda başvurulacak ve mutlaka belirli insani ve ahlaki sınırlar içinde yürütülecek bir "istenmeyen zorunluluk"tur. Müminler yaşanan sorunlarda hep barışı ve uzlaşmayı tercih etmekle, ancak karşı taraftan bir saldırı gelmesi durumunda kendilerini savunmak amaçlı savaşmakla yükümlüdürler.

Bir ayette, yeryüzünde savaşları çıkaranların bozguncular olduğu, Allah'ın ise bozguncuları sevmediği şöyle açıklanır:

... Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez. (Maide Suresi, 64)

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in hayatına baktığımızda da, savaşın ancak zorunlu hallerde ve savunma amaçlı olarak başvurulan bir yöntem olduğunu görebiliriz.

Kuran'ın Peygamberimiz (sav)'e vahyi tam 23 yıl sürdü. Bunun ilk 13 yılında Müslümanlar Mekke'deki putperest düzenin içinde azınlık olarak yaşadılar ve çok büyük baskılarla karşılaştılar. Pek çok Müslümana fiziksel işkenceler yapıldı, bazıları öldürüldü, çoğunun evi ve malları yağmalandı, sürekli hakaret ve tehditlerle karşılaştılar. Buna rağmen Müslümanlar şiddete başvurmadan yaşamaya devam ettiler ve putperestleri hep barışa çağırdılar. Sonunda putperestlerin baskıları dayanılmaz bir noktaya vardığında, Müslümanlar daha özgür ve dostane bir ortamın bulunduğu Yesrib (sonradan Medine) şehrine hicret ederek burada kendi yönetimlerini kurdular. Kendi siyasi yapılarını bu şekilde oluşturduktan sonra bile, Mekke'nin saldırgan putperestlerine karşı savaşa girişmediler.

İslam toplumunun özelliği itidalli ve dengeli olması, insanlara iyiliği emredip onları kötülükten sakındırmasıdır. Bakara Suresi'nin 143. ayetinde Rabbimiz, Müslümanların insanlara şahit ve örnek olmak üzere, "orta" bir toplum olduklarını bildirmiştir. Bir başka ayette ise, Müslümanların insanlığa hayırlı bir toplum olmaları gerektiği şu şekilde bildirilmiştir:

Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz... (Al-i İmran Suresi, 110)

Allah'ın Kuran'da bildirdiği özellikleri yaşayan Müslümanların meydana getirdiği bir organizasyonun, bütün bu güzel ahlak özelliklerinin koruyucusu ve en güzel temsilcisi olması gerektiği açıktır. Tüm bunlar Türk İslam Birliği'nin nasıl bir strateji izlemesi gerektiğini de açıkça göstermektedir. Türk İslam Birliği öncelikle Müslüman ülkeler arasındaki anlaşmazlıkları çözüp İslam dünyasına sulh getirmeli, öte yandan dünya genelinde çatışma ve savaşı kışkırtan her türlü hareketin karşısında yer almalı, savaşı körükleyen her türlü girişime karşı engelleyici bir güç olmalıdır. Günümüzün en önemli sorunları arasında yer alan terörizm ve uluslararası suç örgütleri ile mücadele, kitle imha silahlarının kontrolü gibi evrensel meselelerde de uluslararası topluluk ile iş birliği içinde olmalı ve hatta bu unsurlarla mücadelede liderliği üstlenmelidir.

SAYIN ADNAN OKTAR'IN TASCA (TÜRK-ARAP BİLİM, KÜLTÜR VE SANAT DERNEĞİ) RÖPORTAJI, 21 Kasım 2008

Adnan Oktar: Türk İslam Birliği'nde bütün ülkeler bütünlüğünü koruyacak. Pakistan, Pakistan olarak kalır, Türkiye, Türkiye olarak kalacak. İran, İran olarak kalacak. Yani bir rejim değişikliği iddiası da yok. Fakat bunda coşku, sevgi, muhabbet ve kardeşliğin bütün tabana yayılması, bunun bir milli politika olarak uygulanması var. Kalplerin birleşmesi, muhabbetin birleşmesi ile oluşacak bir birliktir bu. Gerçek Türk İslam birliği budur aslında. İnsanlar iki türlü düşünüyorlar; bir devlet zoruyla, baskıyla, korkutarak, yıldırarak bir birlik düşünebilir bir kısım insanlar.Halbuki İslam'ın özünde sevgi var, muhabbet var, huzur var, kafa rahatlığı var, iç açılması var, sevinç var. Bayram ferahlığı var. Dostluk var. Bunları Müslüman ülkeler arasında oluşturmak, Türk devletleri arasında oluşturmak. Türk devletlerinin öncülüğünde Türkiye'nin liderliğinde bir Türk İslam Birliği oluşturmak. Burada iyi niyetin hâkim olması, samimiyetin hâkim olması, karşılıklı sanayide, bilimde, teknolojide, her türlü yatırımın tamamen özgürce uygulanabilmesi, bunun için de biz pasaport ve vize sorununun kalkmasını istiyoruz. Bu zorunluluğun kalkmasını istiyoruz ki rahat rahat ticaret olsun, rahat rahat yatırım olsun, rahat rahat sevgi ve dostluk alışverişi olsun. Yani kimliğini çıkartan sınırdan içeriye girebilsin. Aslında kimseye göstermesine bile gerek yok. Yani ben nüfus cüzdanımı alıp Azerbaycan'a gidebilmeliyim. Suriye'ye gidebilmeliyim. Kazakistan'a gidebilmeliyim. Fas'a, Tunus'a, Cezayir'e gidebilmeliyim. Buradan gemiye binerim ben, Tunus'a, Cezayir'e gelirim. Ve orada kardeşlerimle sohbet ederim. Akşam yemek yeriz birlikte, Allah'ı anarız. Ertesi gün dönerim. Ve ticaret de yapmam gerekiyorsa ticaret de yaparım. Böyle bir sistem, yani sevgi birliği. Hazır devletler varken, hazır işleyen bir sistem varken onlar niçin bozulsun? ... Bu sevgi ortamında, terör de, kargaşa da, kavga da, fakirlik de hepsi kalkar. Yani dayatma değil de sevgi esastır ve samimiyet esastır. Sevgi ve samimiyet oldu mu, İslam ahlakı her yere hakim oldu demektir. Bir de tabi elinde kılıçla bu olayları halletmeye kalkanlar var. Bu olmaz işte, bu şekilde olmaz. Muhabir: Sizce Türkiye, madem ki Türkiye ve Türkler öncülüğünde diyorsunuz, Türkiye böyle bir göreve hazır mı? Adnan Oktar: Hazır. Bir de tarihi şartlar da bunu zorluyor. fiu an bütün İslam ülkeleri ve Türkiye, rahatsız durumda. Türkiye de içinde rahatsız. Mesela; PKK sorunu var, hayat pahalılığı var. Neşesizlik var bizim milletimizde, neşesi kaçtı milletin. İslam ülkeleri de öyle, başsız her sistemde bu olur. Başı olmayan bir gövde yaşamıyor. Başı olan bir sistem olduğunda Türkiye liderliği çok güzel yapabilecek bir ülke. Osmanlı'dan gelen bir tecrübesi var. Olgun ve yetişmiş kadroları var. Aklı başında, büyük bir idareci sınıfı var Türkiye'de. Bu çok başarılı bir güç demektir, büyük bir güç demektir. Ve buna itiraz eden de yok. İnsanlar mutlu olduktan sonra, Türkiye'nin ağabeyliğinden, liderliğinden büyük bir hizmet aldıktan sonra ve büyük bir fayda gördükten sonra Türkiye'ye niye itiraz etsinler? Türkiye'ye faydası şu olur. Terör durur. Anında durur. Ve zenginleşir Türkiye. Ama İslam ülkelerinde bütün zulüm durur.

Çözüm Üreten Bir Merkez Olmalı

farklı dinlerden insanlar

Yukarıda İslam dünyasının çözüm bekleyen konularından (Filistin, Keşmir, Afganistan, Irak vs) kısaca bahsettik ve Türk İslam Birliği'nin oluşturulması ile bu sorunların hızla çözüme kavuşacağına değindik. Türk İslam Birliği'nin bu anlamda üstleneceği sorumluluk çok büyüktür ve bu birlik muhakkak çözüm üreten bir merkez olmakla yükümlüdür.

İçinde bulunulan ortam yalnızca Müslümanları değil, dünyanın dört bir yanında pek çok masum insanı olumsuz yönde etkilemektedir. Yoksulluk, yolsuzluk, ahlaksızlık, gelir dağılımında dengesizlik, acımasızlık, zulüm, çatışma, adaletsizlik milyonlarca insanı mağdur etmektedir. Açlıktan hayatını kaybeden bebekler, sokağa terk edilmiş çocuklar ve yaşlılar, yaşamlarını çadırlarda veya barakalarda devam ettirmeye mecbur bırakılmış mülteciler, yeterli parası olmadığı için tedavi olamayan hastalar sadece Müslüman ülkelerin değil, -geri kalmış ülkelerde daha yoğun olmakla birlikte- gelişmiş olduğu söylenen pek çok ülkenin de sorunudur.

İhtiyaç içinde olan mazlum insanlar kendilerine uzanacak bir yardım eli beklemektedirler. Müslümanların bu konuda üzerlerine düşen sorumluluk bir ayette şu şekilde bildirilmiştir:

Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)

Müslüman ülkelerin Türk İslam Birliği'nin şemsiyesi altında toplanması, Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasında yaşanan gerginlikler gibi, Müslümanlar arasında yaşanan anlaşmazlıklarda da çözücü olacaktır. Günümüz dünyasında Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıklar dahi Batılı ülkeler veya onların denetimindeki uluslararası kurumlar tarafından giderilmeye çalışılmaktadır. Müslüman ülkelerin kültürüne ve tarihine yabancı olan dış güçlerin -kimi zaman fayda sağlasalar da- İslam medeniyetinin meselelerine çözüm getirmeleri pek mümkün görünmemektedir. Oysa Müslüman ülkeler, tüm sorunlarını kendi içlerinde halledebilirler. Böylece sorunlar, hem uluslararası arenaya taşınmadan çözülecek, hem getirilen çözüm tüm Müslümanların menfaatine olacak, hem de İslam dünyasının birlik içinde hareket ediyor olması güç ve istikrar işareti olacaktır. Bugün İslam dünyasının en büyük sıkıntılarından biri, işte bu ortak politikaları üretmedeki zayıflığı, kendisini doğrudan ilgilendiren konularda dahi etkili stratejiler geliştirememesidir.

bahçe, çeşmeler

Allah barış yurduna çağırır ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Yunus Suresi, 25)

Sen af yolunu benimse, (İslam'a) uygun olanı emret ve cahillerden yüz çevir. (Araf Suresi, 199)

Türk İslam Birliği, başta Müslüman ülkeler olmak üzere, tüm insanların dertlerine çare bulmakla, onlara arayışı içinde oldukları huzuru ve güvenliği sağlamakla yükümlüdür. Her Müslüman ülkenin kendi siyasi, demografik ve ekonomik sorunları vardır. Dünyanın farklı bölgelerinde de, bu bölgelere has çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunların her biri için farklı tedbirler alınması, farklı çözümler uygulanması gerekebilir. Ancak temeldeki sorun ve bu soruna getirilecek esas çözüm her yer için aynıdır. İnsanlara sıkıntı ve rahatsızlık veren pek çok gelişme, Kuran ahlakının gereği gibi yaşanmıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Ve bu sorunlara çözüm üretilememesinin temelinde de, olayların Kuran'ın rehberliğinde değerlendirilmiyor olması vardır. Bu nedenle tüm bu sorunların çözümünde, Kuran ahlakının insanlara kazandırdığı; açık görüşlülük, pratiklik, geniş düşünebilme gibi vasıflar ve dürüstlük, fedakarlık, adalet, iyilikseverlik gibi ahlaki erdemler, Müslümanlara yol gösterecektir.

farklı dinlerden insanlar

Gerçekten ekonomik sorunların çözümü ile toplumsal ahlak arasında önemli bir ilişki vardır. Örneğin, ekonomik sorunların en önemlilerinden biri olan sosyal adaletsizlik, temelde ahlaki bir sorundur. İslam ahlakını özümsemiş bir toplumda sosyal adaletsizlik yaşanmaz. Allah Kuran'da insanların ihtiyaçlarından arta kalanı, ihtiyacı olanlarla paylaşmalarını bildirmiştir. Ayrıca israf Allah'ın haram kıldığı bir fiildir. Maddi imkanların belirli insanlara imtiyaz sağlayan bir unsur haline gelmemesi, yalnızca bir grup insan tarafından paylaşılan bir ayrıcalık olmaması Kuran ahlakının gereğidir. Kuran ahlakı sosyal dayanışmayı gerektirir ve insanların birbirlerinin ihtiyaçlarını gözetmelerini emreder. Hatta, iman edenler –kendi ihtiyaçları olsa dahi- ellerindeki yemeği öncelikle fakirlere ve esirlere ikram edecek kadar fedakar bir ahlaka sahiptirler. Üstelik bunu karşılarındakinin memnuniyeti için değil Allah'ın rızasını kazanmak için yaparlar. Kuran'da şöyle bildirilmektedir:

Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür." (İnsan Suresi, 8-9)

farklı dinlerden insanlar Dünyanın çeşitli bölgelerinde açlık ve yoksulluk çeken insanlar en küçük bir yardıma dahi muhtaçtır.

Bireyler arasındaki dayanışma ve yardımlaşma kolaylıkla milletler arası ilişkilerde de sağlanabilir. Burada da İslam ahlakı, Türk İslam Birliği'ne üye ülkelere yol gösterecektir. Bir yanda abartılı lüks tüketimde bulunan bir ülke varken, diğer tarafta yeni doğmuş binlerce bebeğin açlıktan ölüyor olması kabul edilebilir bir durum değildir. Vicdan sahibi her insan bu durumdan rahatsızlık duyar.

Bugün pek çok hayır kurumu ve uluslararası kuruluş, bu ülkelere yardımcı olabilmek için faaliyet göstermektedir. Ne var ki bu girişimler, bölgeye yardım paketleri ulaştırmaktan öteye gidememektedir. Çoğu zaman bu yardımların doğru kişilere ulaştırılması dahi mümkün olamamaktadır. Yapılması gereken, geri kalmış ülkelerin sistemindeki aksaklıkların kökünden ortadan kaldırılması, bu ülkelerdeki mafya ve çete örgütlenmelerinin önünün alınması, toplumda da eğitim yoluyla vicdana ve sağduyuya dayalı yepyeni bir bilinç geliştirilmesidir.

Allah'ın Kuran'da emrettiği ahlakın gereği olarak israf önlendiğinde, dayanışma ruhu geliştirildiğinde, insanlar paylaşmaya teşvik edildiğinde ve özellikle insanlar vicdanlarını kullanmayı öğrendiklerinde, ekonomik dengesizlikleri tamamen ortadan kaldırmak mümkün olacaktır. Bu çözümleri İslam dünyasında en etkili biçimde uygulayabilecek yapı ise Türk İslam Birliği olacaktır.

Bireysel Haklara Saygılı ve Adil Olmalıdır

Gerçek İslam ahlakının egemen olduğu bir toplumda bireysel hak ve özgürlükler büyük önem taşır. Kişisel hak ve hürriyetler garanti altına alınır, insanların özgür ve onurlu bir hayat yaşaması hedeflenir. Allah, Kuran'da Müslümanlara tüm insanların Allah Katında eşit olduklarını (üstünlüğün ancak takva ile olduğunu) bildirmiş ve insanlara karşı adil, affedici ve anlayışlı olmalarını emretmiştir. Farklılıklara saygı göstermek ve bunlar arasında adaletle hükmetmek önemli mümin alametlerinden biridir.

Peygamberimiz (sav) tarafından ilk İslam toplumunda yapılan uygulamalar, toplum yapısı ve yönetimi konusunda Müslümanlar için yol gösterici olmuştur. Müslümanların ilk anayasası olarak kabul edilen ve dönemin koşulları göz önünde bulundurulduğunda çok ileri bir hukuk anlayışının göstergesi olan "Medine Vesikası", İslam toplumunun bireysel haklar ve adalet anlayışını gösteren önemli bir örnektir. Medine Vesikası ile, bu kentteki farklı inançlara sahip insanların hepsine temel hak ve özgürlükler tanınmış, kişilerin mal ve can varlıkları, aileleri, ibadethaneleri güvence altına alınmıştır. Farklı inanç toplumlarının ortak bir siyasi yapı içinde yaşamasını sağlayan bu anlaşma ile, birbirlerine karşı yıllarca kin ve düşmanlık besleyen kabileler de uzlaştırılmıştır. Medine Vesikası dışında da müşriklere her zaman için adaletle davranılmış, onların korunma ve himaye talepleri Peygamberimiz (sav) tarafından kabul edilmiştir. Hz. Muhammed (sav) engin şefkat ve merhametiyle insanlar arası ilişkilerin daima dostça ve uygarca olmasını öngörmüştür.
İslam, modern dünyadan 1400 yıl önce bireysel haklar, hukuk devleti, kanunlar önünde eşitlik, ekonomik özgürlükler gibi değerleri insanlığa kazandırmıştır.

SAYIN ADNAN OKTAR'IN TÜRKMENELİ TVRÖPORTAJI, 22 NİSAN 2008


Adnan Oktar: En mükemmel yapılacak şey Türk İslam Birliği'ni oluşturmaktır. Yani bütün İslam ülkelerinin liderliğini almak, bütün Türk illerinin liderliğini almak, çünkü bütün Türk illeri zaten Müslüman genelinde Müslümanlar. Ama aynı zamanda bölgenin de ağabeyi olması Türkiye'nin yani Ermenistan'ın menfaatlerini koruması, onların da zengin olması için gayret etmesi, Filistin'e huzur getirmesi, İsrail'i de koruması, bölgeye barış getirmesi, her yönden bölgede ağabeylik yapması. Bu en acil görev, bu Avrupa Birliği açısından da çok önemli. Avrupa Birliği'nin terörden kurtulması, terör endişesinden kurtulması onlar için çok büyük bir nimet ve lükstür. Bunu bir kere Türk İslam Birliği çok sağlam sağlar, kesin sağlar. İslam alemindeki bütün çileler biter, bütün kargaşa biter. Türk İslam devletleri Avrupa ayarında hatta onu da geçen büyük bir medeniyet hamlesi yaparlar. Çünkü Türk İslam devletleri potansiyel yönünden çok zengin devletler. Çok zengin coğrafya. Fakat iyi organize edilemiyorlar. Yani mesela bugün Türkmenistan, Azerbaycan, buralar muazzam potansiyeli olan yerler. Bunların Birliği demek dünyanın en büyük medeniyeti demektir.

SAYIN ADNAN oKTAR'IN AZERBAYCAN APA HABER AJANSI RÖPORTAJI, 16 AĞUSTOS 2008

Adnan Oktar: Türk İslam Birliği'nin olmadığı dönem hep acı dönemi olacaktır. Yani bunun çaresi yok. Bunu Kafkaslarda da görürüz, başka bölgede de görürüz, halen görmeye devam ediyoruz. Bunun önü sonu kesilmez, bu kan durmaz. Bunun tek çözümü Türk İslam Birliği'dir. Bunu geciktirmek vebal altında bırakır insanları. Onun için, bizim millet olarak, Türk milleti olarak bunun için var gücümüzle çalışmamız gerekiyor. Kazakistan, Azerbaycan, Türkiye, Doğu Türkistan, bütün Türk Devletleri, Kırgızistan, hepimiz bir kere bu birliği acil bir araya gelip halletmemiz gerekiyor. Geçen her gün zararımıza ve aleyhimize olur Allah esirgesin. Bakın bugün Gürcistan'da akan kanlar, Abhazların sıkıntısı, Rusların çektiği ızdırap, bunların hepsinin kökeninde Türk İslam Birliği'nin olmaması yatıyor. Türkiye bugün teklif etsin, "iki devlet, bir millet olarak Azerbaycan'la birleşelim" diye, inanın 24 saat sonra bunun cevabı olumlu gelir, inşaAllah. Suriye ile de öyle, Irak ile de öyle, yani bunu kabul etmeyecek hiçbir İslam ülkesi yok, hiçbir Türk devleti yok. Böyle bir bereketli, güzel, huzurlu birliği birisinin reddetmesi için yani ruhen bir rahatsızlığı olması gerekir. Akıl alacak gibi değil bu. Bütün dünyanın lehine biz bu yolda devam ediyoruz, inşaAllah bu birlik gerçekleşecek bu bunların alameti, Allah gösteriyor. Bu birlik olmadığında neler olur onu gösteriyor.

İslam'ın yayılışı sırasında fethedilen topraklarda uygulanan adalet de, tüm toplumlara örnek olmuştur. Günümüzde de pek çok Batılı düşünce adamının takdirle ve saygıyla andıkları bu adalet anlayışı, o dönemde çok sayıda insanın ve halkın, kendi talepleri ile Müslümanların idaresine geçmelerine ve birçoğunun da İslam'ı kabul etmesine vesile olmuştur. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Kuran'da bildirilen adalet anlayışını en güzel şekilde uygulamış, kendisini izleyen sahabe ve sonraki Müslümanlar da Peygamber Efendimiz (sav)'in bu üstün ahlakını uygulamaya devam etmişlerdir. Bu tavırlarıyla Allah'ın "Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır." (Araf Suresi, 181) ayetinde bildirdiği gibi, insanlar arasında adaleti sağlayan bir ümmet olmuşlardır.

İslam'ın insanlığa öğrettiği erdemlerden biri de, fikir özgürlüğü ve yönetime katılımdır. Bu, İslam'ın sosyal alandaki temel emirlerinden biri olan istişarede ortaya çıkar. Allah, Müslümanlara işlerini istişare ile yürütmelerini, yani birbirlerine danışarak hareket etmelerini emretmiştir:

azerbeycan_endonezya_petrol (Azerbaycan ve Endonezya'daki petrol çıkarma çalışmaları)

Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler. (Şura Suresi, 38)

İstişareyle hareket edildiğinde, hem bireyler eşit söz haklarını kullanmış olurlar, hem de bir karar alınacağı zaman gelişmeleri çok yönlü değerlendirme imkanı oluşur. Bu da, hata payını azaltır, isabetli kararlar alınmasını sağlar.

İstişarenin en önemli yönü ise, farklı fikirler getirenlerin birbirlerine karşı saygılı ve anlayışlı davranmasıdır. İstişare ortamında önemli olan kimin fikrinin kabul edildiği değil, en doğru fikrin kabul edilmiş olmasıdır. Diğer bir deyişle, istişarenin ana amacı toplum için en hayırlı, en isabetli kararların alınmasını sağlamaktır. İslam ahlakı, iman edenlerin kendi görüşlerinde ısrarcı olmamalarını, vicdana, adalete ve hayra en uygun olan fikre kimden gelirse gelsin uymalarını gerektirir. Müminler "benim fikrim kabul edilsin", "benim düşüncem en doğrusu" gibi kibire ve inatçılığa dayalı ısrarcılıktan sakınmalıdırlar, bunlar Allah Katında güzel olmayan davranışlardır. "... Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır." (Yusuf Suresi, 76) ayetiyle de buyurulduğu gibi, bir Müslüman, her zaman için kendisinden daha iyi bilen biri olabileceğini, en isabetli düşünceye kendisinin sahip olduğunu iddia etmenin büyük bir yanlış olduğunu bilmelidir.

İşte İslam ahlakının söz konusu istişare prensibi, günümüzde Türk İslam Birliği için önemli bir ışık tutmaktadır. Türk İslam Birliği de, Müslümanların istişare hakkını kullandıkları, yani hiçbir baskı ve zor ortamı olmadan fikirlerini ifade edebildikleri, haklarının her yönüyle korunduğu, herkesin düşüncesinin anlayış ile karşılandığı medeni ve hür bir siyasi kültür üzerine inşa edilmelidir. Böylece Türk İslam Birliği'nin öncülüğünde Müslüman toplumlar, insanların birbirlerinin görüşlerine saygı gösterdikleri, eşitlik, adalet ve hürriyetin egemen olduğu, zulüm ve haksızlığın tamamen ortadan kaldırıldığı toplumlar olacaktır. Böylece İslam dünyası sadece Müslümanların huzurunu ve güvenliğini sağlamakla kalmayacak, dünyada kültür ve uygarlığın da önderi konumuna gelecektir.

çöl_ tarım_azarbeycan_ürdün_mısır

Çöllerin tarım yapılabilir alanlara çevrilmesi için yürütülen projeler, Müslüman ülkelerin ekonomik kalkınması açısından büyük önem taşımaktadır. Mısır, Ürdün ve Fas'ta bu yönde yürütülen projelerde önemli ilerlemeler sağlanmıştır. Müslüman ülkeler arasında kurulacak ekonomik iş birliğiyle, bu ve benzeri projelerden çok daha verimli sonuçlar almak mümkün olacaktır.

gökdelen

... İşte O, sizi (yerleşik kılıp) barındırandı, sizi yardımıyla destekledi ve size temiz şeylerden rızıklar verdi. Ki şükredesiniz. (Enfal Suresi, 26)

452 metre yüksekliğindeki Malezya'daki Petronas İkiz Kuleleri, dünyanın en uzun binalarıdır.

gökdelen

İslam ahlakı, insanları aşırı tüketimden ve israftan sakındırır. Bu, İslam ahlakının yaşandığı toplumlarda, sosyal adalet kurulmasını sağlar. İslam'da sosyal adalet, topluma egemen olan ahlaki değerlerle sağlanır. Dolayısıyla, gerçek Kuran ahlakının yaşanması ve Müslümanların birlik içinde olmaları, İslam dünyasının çok daha müreffeh ve aydınlık olmasına vesile olacaktır.

gökdelen

Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir." (Bakara Suresi, 215)

... Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet olmasın... (Haşr Suresi, 7)


Nadir Divan Begi Medresesi, 1622,
Buhara Alaaddin Kervansarayı, 1229, Aksaray
17. yüzyıla ait bir kervansaray, Pencap
Shir Dar ve Tilla Kari Medreseleri, Semerkand

SAYIN ADNAN OKTAR'IN ASSOCIATED PRESS OF PAKISTAN RÖPORTAJI, 6 EYLÜL 2008

Adnan Oktar: Bir tane tuğlayı alırsak, hiçbir şey olmaz, ikinci tuğlayı alırsak yine bir şey olmaz. Ama tuğlaların hepsini biraraya getirirsek, sıvarsak, süslersek, ahşap kaplarsak, saray yaparız. Şimdi İslam alemi de böyle, tuğlalar halinde, dağınık. Öyle olunca da bir sanat, medeniyet, güzellik, estetik ve akıl ortaya çıkmıyor. Birlik ve beraber olduğunda, toplu hareket edildiğinde bu güzellik ortaya çıkar. Bunun için de bu birliğin bütün İslam ülkelerince resmi olarak desteklenmesi lazım ve hiç geciktirilmeden. Mesela Gürcistan ile Rusya arasında bir sorun çıktı. Türk İslam Birliği olsa böyle birşey olmaz. Hemen halledilir, çünkü Rusya'ya da saygı gerekir, bunlar güzel insanlar Ruslar, Gürcüler de güzel insanlar. Bunlara da saygı gerekir. Arabulucu olacak kimse yok şimdi bölgede. Halbuki makul bir akıl vardır, değil mi? Tutarlı bir akıl vardır, en makul kararlar verilir, en makul neticeler alınır ve her iki tarafın lehine, her iki tarafın faydasına kararlar çıkarılabilir. Ama böyle olmuyor, her iki tarafın da aleyhine kararlar çıkıyor. Her iki taraf da sonunda rahatsız oluyor ve sonunda bu tip kargaşalar oluyor. Türk İslam Birliği, bölgenin ve dünyanın ağabeyi olmuş olacak. Bir manevi fedakarlık sistemi bu, bir çıkar sistemi değil bu. Ama güzel ahlaklı olunca tabi otomatik olarak bir bereket ve bolluk da olur Allah'ın izniyle. Tabii ki petroller, madenler en mükemmel şekliyle işlenecektir. Bunlardan hem Avrupa istifade edecektir, hem Çin, hem Rusya, hem Türk İslam alemi istifade edecektir. Ama şu an mesela, Afganistan'ın ne madenleri, ne petrolleri işlenemiyor. Mesela Doğu Türkistan'daki madenler, petroller tamamen yeraltında şu an ve işlenemiyor. Türkiye'nin de tabi kapasitesi malum, yani belirli bir kapasitesi var. Bu kadar gücün biraraya gelmesi, yani inanılmaz bir güç demektir ve muhteşem bir medeniyetin kökenini içinde taşıyor. Bunu görüyoruz. Muhteşem bir medeniyetin bu kökenden çıkacağı açık açık anlaşılıyor.

SAYIN ADNAN OKTAR'IN KUŞADASI TV RÖPORTAJI, 14 TEMMUZ 2008

Sunucu: Türk İslam Birliği ile ilgili bize neler söyleyebilirsiniz, yani birçok kişi bunu ütopik olarak değerlendiriyor. Birçok kişi böyle bakıyor olaya. Bunun olacağına gerçekten inanıyor musunuz?

Adnan Oktar: fiimdi Konya, İzmir, Adana, Allah esirgesin bizden ayrı olsaydı, biz de deseydik ki "Biz kardeşiz, nasıl oluyor bu iş? Biz birleşiriz." Biri de dese ki "Bu ütopik, olur mu öyle şey, ne alakası, bunlar ayrı ayrı" dese, bunun bir mantığı var mı, yok. Aynı şekilde Türk devletlerinden de bizim ayrı olmamızın hiçbir mantığı yok. Yani aynı dindeniz, aynı dili konuşuyoruz, aynı ırktan geliyoruz. Her şeyimiz aynı. Kültürümüz, ananemiz, örfümüz, ayrı olması için hiçbir sebep yok. Onun için bu ülkelerin arasında, Türk devletlerinin ve İslam ülkelerinin arasında bir kere pasaport olayının kalkması gerekir, vize olayının da kalkması gerekir. İstediği gibi gidip gelsin insanlar. Ticaret alabildiğine rahat olsun, bağlantılar alabildiğine rahat olsun. Avrupa Birliği'nde oluyor da bu Türk İslam Birliği'nde niye olamıyormuş? Avrupa Birliği'nde isteyen istediği ülkeye gidiyor, istediği gibi yerleşiyor. Pasaport kullanmıyor, vize de kullanmıyor. Peki biz kardeşler olarak niçin bunu yapamıyoruz? Yani hiçbir sebep yok, tabii ki olur. En güzel manzaraları olan, en güzel coğrafyası olan ülkelerdir Türk İslam devletlerinin olduğu ülkeler ve dünyanın en zengin maden kaynakları var bu coğrafyada. En zengin petrol kaynakları var bu coğrafyada. Un var, yağ var, şeker var, sadece helva yapılacak. Bu bütün Türk halkının isteği.

İslam Dünyasının Kalkınmasını Hedef Edinmeli

İslam dünyasının en önemli sorunlarından biri de, Müslüman ülkelerin büyük çoğunluğunun geri kalmışlığıdır. Bu nedenle Türk İslam Birliği'nin öncelikli hedefleri arasında, İslam dünyasının kalkındırılması, fakir ülkelerin desteklenerek ekonomik sorunlarının çözülmesi gelmelidir. Tüm Müslüman ülkelerde;
- Yoksullukla mücadele edilmeli,
- Yeni yatırımlar teşvik edilerek iş imkanları oluşturulmalı,
- Toplumsal düzen ve istikrar sağlanmalı,
- Sosyal adalet garanti altına alınmalı, ekonomik eşitsizlikler ortadan kaldırılmalı,
- Uluslararası ve bölgesel ilişkiler ve iş birlikleri güçlendirilmelidir.
İslam dünyası içinde maddi farklılıklardan kaynaklanan sıkıntıların azaltılması gereklidir. Ekonomide, siyasi alanda ve hepsinden önemlisi kültürel sahada Müslüman ülkeler arasında gerçekleştirilecek bir bütünlük, geri kalmış olanların hızla ilerlemesine, gerekli imkana ve alt yapıya sahip olanların bunları en verimli şekilde kullanabilmelerine olanak tanıyacaktır. Böyle bir bütünlüğün sağlayacağı faydalardan biri de ekonomide büyüme ile bilim ve teknoloji alanında yaşanacak gelişme olacaktır.

Ekonomik büyüme, bilim ve teknolojiye yapılacak yatırımları artıracak, teknolojinin ilerlemesi ekonominin daha da hızla büyümesini sağlayacaktır. Ekonominin gelişimi ile birlikte eğitim seviyesinde de doğal bir yükselme olacak, toplum çok yönlü gelişecektir. Türk İslam Birliği çatısı altında bireylerin vize ve sınır engeli olmadan rahatça hareket edebildikleri, ticaret serbestliğinin olduğu, serbest girişimciliğin desteklendiği bir sistem, İslam dünyasının hızla kalkınmasına aracı olacaktır.

SAYIN ADNAN OKTAR'IN ASIA RFA RADYOSU RÖPORTAJI, 14 Haziran 2008

Adnan Oktar: Bu birlik bir işgal birliği değil, bir egoist birlik değil. Bu bir sevgi birliği bir dostluk birliği ve yardımlaşma birliği ve anlayış şefkat ılımlık birliği ve laik zeminde olacaktır. Yani zemini laik zemine oturacak, bu çok önemli. Laik olduktan sonra, barışçıl olduktan sonra, demokrasiyi savunan bir sistem olduktan sonra Çin'in bundan çekinmesi için bir sebep yok. Bu tabi İsrail'in de ferahlaması demektir. Bütün bölgede çatışmanın bir anda durması demektir. Çünkü Filistin de biliyorsunuz ızdırap içinde, ama İsrail de ızdırap içinde. Her an başlarına bir bomba düşmesi ihtimali oluyor. Her an bir şey olması ihtimali var. Duvarların içinde yaşıyor İsrail. Adeta esir oldular, kendi kendilerini esir ettiler. Duvarın içine hapsettiler. Yıkalım o duvarları açalım. Gürül gürül oraya ticaret arabaları gitsin. Otobüsler gitsin, kamyonlar gitsin. Gemiler gitsin deniz yoluyla bir ferahlık olsun. Çin'i de bu konuda ikna etmek için tabi bu daha çok sivil toplum kuruluşlarının çalışmasıyla olabilir biraz... Çin'i bu gereksiz korkularından kurtaracak, klasik devlet politikalarından vazgeçmesini sağlayacak bir düşünce bu. Çünkü klasik devlet politikasında ne yaparsın, çıkarı olan bir yer vardır gider orayı işgal edersin. Adamları da ezersin, orada yaşarsın. Kan emerek yaşamaya gerek yok. Bu sevgiyle olur, dostlukla olur. Yani yarasaya gider kan emerek yaşamak. Çin'e yakışmaz bu... Bir pan Türkizm, bir pan İslamizm vardır. Bir de Türk İslam Birliği vardır. Pan Türkizim'de eğer insan isterse bunu Türk ırkının dünya ırklarının üstünde olduğunu ve bütün dünya ırklarının ona köle olacağı şeklinde yorumlayabilir. Bundan tabi ki korkar insanlar. Yahut mesela İslam Birliği olarak düşünür. O katı kuralların hakim olduğu çok acımasız bir sisteme dönüştürmeye kalkabilir şahıslar. Tarihin karanlıklarında biz bunu gördük. Daha önceki dönemlerde gördük. Ne o ne o burada kastedilen. Bir kere burada laiklik sigortası var. Sistem tam bir laik sitem üzerine oturacak bu çok önemli. Budist birinci sınıf insan olacak, ateist birinci sınıf insan olacak, birinci sınıf vatandaş olacak. Müslüman birinci sınıf vatandaş olacak. Hıristiyan birinci sınıf vatandaş olacak. Musevi birinci sınıf vatandaş olacak. Bu laiklikle sağlanacak. Ama bir coşkun sevgi ortamı ve güven ve tabi güçlü bir askeri birlik, askeri yapılanma. Nerede terör var. Kan akıtmaya da gerek yok. Arkadaş dersin terörü kes. Adam durdurur, yani caydırıcı güç karşısında bir insan uzatmaz. Dünyanın neresinde olursa olsun terör olduğunda ilgili şahsı çağırırsın, arkadaşım ayıp yapıyorsunuz bunu yapmayın dediğinde konu biter. Amansız bir güç olacaktır çünkü Türk İslam Birliği'nin askeri gücü, akıl almaz bir güç olacaktır. Kime rica etse konu biter. Dolayısıyla kargaşa bitecektir. Adaletsizlik bitecektir. Onun için kimse buna itiraz etmez.

Bu kalkınma hareketi, doğal olarak Müslüman ülkelerin hızla modernleşmelerini ve ileri toplumlar seviyesine ulaşmalarını sağlayacaktır. Müslümanların ekonomi kültürünün Batı toplumların bir kısmına egemen olan hedonist (zevk merkezli) ekonomik kültürden farklı olduğunu ve olacağını da burada hemen belirtmek gerekir. İslam'da da Batı toplumlarında olduğu gibi serbest ekonomi geçerlidir. Özel mülkiyet hakkı vardır ve herkes dilediği gibi teşebbüste bulunabilir. Ancak, elde edilen kazancın değerlendirilmesi konusunda, İslam ahlakı, bireylere ahlaki sorumluluklar getirerek, toplumda sosyal adalet kurulmasını sağlar. Zenginlerin kazancında fakirler için de bir pay vardır ve en önemlisi, bu zenginlerden zorla toplanan bir vergi değil, onların inançları nedeniyle gönül rızasıyla verdikleri bir bağıştır. İslam'da sosyal adalet, sosyalist sistemlerin deneyip de başaramadığı gibi merkezi planlamayla ve yönetimlerin baskısıyla değil, topluma egemen olan ahlaki değerlerle sağlanır. Öte yandan İslam ahlakı, zenginleri aşırı tüketimden ve israftan da sakındırır.

Bu, kuşkusuz, tek amacı daha çok tüketmek olan, olabildiğince bencil, daha çok elde edebilmek için diğerlerini ezmekten sakınmayan, insanlara saygısını ve sevgisini kaybetmiş bireylerden oluşan materyalist toplum modelinden çok farklıdır. Bu toplum modeli, son iki yüzyıldır Batı dünyasının bir kısmında giderek egemen hale gelmekte, ahlaki değerleri dejenere ederek insanları yozlaştırmaktadır. Ve bugün pek çok Batı ülkesi bu çürümenin neticesi olan uyuşturucu, fuhuş, rüşvet, kumar, alkol, organize suçlar gibi sorunlarla mücadele edebilmek için çaba harcamaktadır. Bunun da ötesinde, Batı toplumlarında dini inançların zayıflaması sonucunda bir "anlam krizi" doğmuştur: Hayatı sadece birtakım maddi zevk ve menfaatleri kazanmaya odaklayan materyalist felsefe, insanların ruhunu tatmin etmemekte, onları boşluğa ve amaçsızlığa sürüklemektedir. Özgürlük adı altında, insanı kendi tutkularının esiri haline getirmektedir.

gökdelen

Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz. İşte biz, şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz. (Araf Suresi, 58)

Biz, gökleri, yeri ve her ikisinin arasındakilerini hakkın dışında (herhangi bir amaçla) yaratmadık. Hiç şüphesiz o saat de yaklaşarak-gelmektedir; öyleyse (onlara karşı) güzel davranışlarla davran. (Hicr Suresi, 85)


(sol resim) Birleşik Arap Emirlikleri, (sağ resim) Malezya

İslam ahlakı ise insanları, zihinleri üzerinde baskı oluşturan her türlü endişeden ve korkudan kurtarır. İman edenler, yalnızca Allah'tan korkar ve yalnızca O'nun rızasını kazanmak için gayret ederler. Rabbimiz'e karşı sorumluluklarının farkındadırlar, her zaman vicdanlarının emrettiği gibi yaşarlar ve bu vicdani rahatlık sayesinde huzurlu ve dengelidirler. Çevrelerine sürekli hayır ve güzellik sunarlar. İslam ahlakı, insanları, onları manevi baskı altına alan kıskançlık, hırs, gelecek korkusu, ölüm korkusu gibi din ahlakına uygun olmayan anlayış ve korkulardan kurtarır, onlara Allah'a teslimiyetin özgürlüğünü ve rahatlığını yaşatır.

gökdelen

Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 18)

Allah, saklı tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı bilir. Allah'tan başka yakardıkları hiçbir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar yaratılıp durmaktadırlar. (Nahl Suresi, 19-20)


(Sol resim) Ubadiye Mescidi, Malezya, (Sağ resim) İran

Dolayısıyla Türk İslam Birliği'nin teşvik edeceği ve başlatacağı kalkınma ve gelişme de, Batı'daki kalkınmanın birebir aynısı olmayacaktır. Batı'nın kalkınması sırasında, çok büyük toplumsal adaletsizlikler yaşanmıştır. Örneğin Batı'nın gelişiminin öncüsü olan İngiltere'de, 18. ve 19. yüzyıllar boyunca, korkunç bir sömürü hakim olmuştur. Çalışan sınıfa çok kötü şartlarda iş ve yaşam imkanı sunulmuş, 7-8 yaşındaki küçük çocuklar bile pis kömür ocaklarında günde 16 saat çalıştırılmış, bunların çoğu 20 yaşına varamadan ölmüştür. 1840'lı yıllarda Manchester'da bir maden işçisinin ortalama ömrünün 17 yıla kadar düştüğü bilinmektedir. Öte yandan zenginler ise abartılı bir lüks ve israf içinde yaşamışlardır. Tüm sanayileşen Batı ülkelerinin bu acı deneyimleri yaşadığı, Batı'nın yükselişinin milyonlarca fakir insanın ezilmesiyle sağlandığı, tarihin bilinen bir gerçeğidir.

Muayyad Camisi, tablo


Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 261)

Nadir Divan Begi Medresesi, 1622, Buhara

İslam ahlakının egemen olacağı bir toplumun kalkınma modeli ise, sosyal adaleti de içinde barındıracaktır. Batı'daki adaletsizlikler, o dönemde Batı'ya egemen olan materyalist felsefelerin "insan doğası" hakkındaki yanlış tanımından doğmuştur. İslam ahlakı ise insanların, hem atak ve girişken, hem de merhametli, özverili ve adaletli olmalarını sağlar. Nitekim tarihte de böyle olmuştur. İslam medeniyetinin büyük yükselişi boyunca, Müslümanlar aynı zamanda ekonomide de dünya lideri olmuş, özellikle ticarette büyük başarılar kazanmışlardır. Ancak bu zenginleşme, bir grup zenginin elinde kalmamış, İslam ahlakı gereğince tüm topluma yayılmıştır. İslam medeniyetinin sosyal yardımlaşma kurumları olan vakıflar, külliyeler, aş evleri, kervansaraylar, halka açık hamamlar, kütüphaneler; İslam'da refahın ve kültürün sadece bir zümrenin elinde kalmadığını, tüm topluma yayıldığını göstermektedir. Çağımızda da Türk İslam Birliği'nin ortaya koyacağı kalkınma modeli bu olmalıdır.

Türk İslam Birliği'nin kalkınma modeli hakkında belirtilmesi gereken bir diğer husus ise, açık görüşlülüktür. İslam ahlakı, Müslümanların açık görüşlü olmalarını, yani diğer kültürlerle ilişki içinde bulunmalarını ve onların tüm kazanımlarından yararlanmalarını öngörür. Nitekim bu nedenle İslam'ın ilk yüzyıllarında Müslüman düşünürler ve bilim adamları, Eski Yunan, Çin, Hint gibi eski medeniyetlerin eserlerini incelemiş, buradan pek çok bilgi edinmiş ve sonra da bu bilgileri İslami bir bilinçle geliştirip zenginleştirmişlerdir. Bugün de İslam dünyası, başta Batı olmak üzere, dünyanın diğer medeniyetlerinin kültürlerini yakından incelemek, birikimlerinden yararlanmak, bunları kullanarak ve özümseyerek daha ileri götürmek durumundadır.

İslam dünyasını diğer kültürlerden izole etmek, içine kapalı hale getirmeye çalışmak ise kuşkusuz, Müslümanlara fayda getirmeyecek bir yöntemdir. Yapılması gereken, Müslümanların teknolojinin tüm imkanlarını din ahlakına en uygun olacak şekilde kullanmalarıdır. Örneğin İslam ahlakına karşı materyalist bir ahlakı empoze eden bazı filmlere karşı yapılması gereken, Müslümanların kendi sinema endüstrilerini kurmaları, insanlara doğruyu ve güzeli öğretecek filmler yapmalarıdır. Eğer bazı sanat anlayışları birtakım olumsuz unsurlar içeriyorsa, bunun çözümü, o sanattan daha güzelini ve görkemlisini İslami bir içerikle üretmektir. Eğer insanlar kentlerin görkemine, temizliğine, konforuna, canlılığına hayranlık duyuyorlarsa, Müslümanlar daha güzel kentler kurmalı, dünyayı daha çok güzelleştirmelidirler.

Müslümanların, geçmişte inşa ettikleri büyük medeniyetin bir benzerini bugün de inşa etmeleri elbette mümkündür. Bunun için Kuran ahlakının getirdiği estetik ve sanat anlayışının, açık görüşlülüğün, adaletin ve itidalin yaşanması gereklidir. İslam'ın sanatı, kültürü, medeniyeti yalnız Müslümanlara değil tüm insanlığa refah getirecektir. Dünyanın en büyük kütüphaneleri, en görkemli binaları, en temiz sokakları, en aydınlık caddeleri, en iyi okul, hastane ve üniversiteleri kurulacak, tüm insanlar bu imkanlardan ve güzelliklerden eşit olarak faydalanacaklardır.

İslami bir merkezin önderliğinde İslam medeniyetinin yeniden yükselişi sağlanabilir ve 21. yüzyıl İslam dünyası için aydınlık bir yüzyıl olabilir. Küreselleşmenin gün geçtikçe hız kazandığı bu dönemde, Müslüman ülkeler de aralarındaki her türlü engeli kaldırıp, bilimde, teknolojide, ticarette ortak girişimlerde bulunmalı, İslam dünyasının menfaati için birlik halinde hareket etmelidirler.

Hatırlatılması gereken son bir gerçek de, aslında Müslümanlara göre dünyanın "Batılılar" ve "Müslümanlar" diye kutuplara ayrılmış olmadığıdır. Öncelikle, Batılılar büyük ölçüde Kitap Ehli'dirler ve dolayısıyla Müslümanlarla pek çok ortak imani ve ahlaki değeri paylaşmaktadırlar. Bu nedenle Batı kültürünün içindeki pek çok unsur da -örneğin inanç özgürlüğü, demokrasi, aile değerleri gibi- İslam ahlakının özüne uygundur. Öte yandan Batı'da pek çok insan İslam'ı seçmiştir ve seçmeye de devam etmektedir. Bugüne kadar Batı dünyasına İslam ahlakının doğru bir şekilde ve tam anlamıyla anlatılamadığı göz önünde bulundurulursa, gelecekte Batı'da daha pek çok kişinin Müslüman olacağı tahmin edilebilir. Müslümanların Batı'ya ve onun kültürüne bu gözle bakmaları gerekmektedir. Unutmamak gerekir ki, son iki yüzyıldır materyalist felsefenin etkisi altındaki Batı dünyasındaki bazı çevrelerin de bu yanılgıdan kurtarılması gerekmektedir ve bu da Müslümanlar için bir sorumluluktur.

DİPNOTLAR

12. Risale-i Nur Külliyatı, 21. Lema, s.669

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER
  • İkinci baskıya önsöz
  • Önsöz
  • Giriş
  • İslam: Dünyayı aydınlatan ışık
  • Neden Türk-İslam Birliği?
  • Nasıl bir Türk-İslam Birliği?
  • Türk-İslam Birliği Müslümanlara neler kazandıracak?
  • ABD, Ortadoğu ve Türk-İslam Birliği
  • Türk-İslam Birliği'nin batı dünyası için gerekliliği
  • Türk-İslam Birliği müjdesi
  • Sonuç: Dünyayı bekleyen aydınlık gelecek