Giriş

İki bin bir yılının Eylül ayında Amerika Birleşik Devletleri'nin iki büyük kentine düzenlenen ve binlerce insanın ölümüne ve yaralanmasına neden olan saldırıların ardından tüm dünya 'terörizm' kavramını yeniden tartışmaya başladı. Çünkü bu saldırı, hiç beklenmedik bir zamanda, dünyanın tek süper gücü olarak kabul edilen çok güçlü bir ülkeye karşı ve hiç tahmin edilmeyen bir şekilde gerçekleşti.

Saldırıyı takip eden günlerde, başta Amerika olmak üzere tüm dünyada büyük bir korku ve panik havası yaşandı. Ancak bu şok kısa sürede atlatıldı ve herkes "terörizmle nasıl mücadele etmeliyiz?" sorusunun cevabını aramaya başladı. Bunun sadece Amerika'ya yönelik bir tehdit olmadığı, her ülkenin aynı durumla karşı karşıya kalabileceği anlaşılmıştı. Artık hiçbir ülke "nasıl olsa bu saldırı bana karşı değildi!" diye düşünüp, terörizmle yapılan mücadeleden uzak duramazdı. İnsanlar gece yataklarında uyurken, evlerinde televizyon izlerken, sokakta yürürken, bir parkta çocuklarıyla dinlenirken ya da işyerlerinde çalışırken terörizmin karanlık yüzüyle karşılaşabileceklerinin farkına vardılar.

September 11 2001

11 Eylül saldırıları binlerce insanın hayatını kaybetmesine, pek çok insanın da yaralanmasına neden oldu.

Anladılar ki, teröristlerin amacı, toplum hayatını felç etmek, insanları sokağa çıkamaz, toplu taşıma araçlarına binemez, alışveriş yapamaz hale getirmek, kısaca bir korku toplumu oluşturmaktır.

Amerika saldırının şokunu atlatır atlatmaz, pek çok ülkenin desteğiyle güçlü bir koalisyon oluşturdu ve terörizme karşı dünya çapında bir mücadele başlattı. Ancak yapılan mücadelenin askeri alanda kısıtlı kalmasının yeterli olmayacağı daha en başından biliniyor ve pek çok yetkili tarafından dile getiriliyordu. Peki terörizmle nasıl mücadele etmek gerekiyordu? Bu sorunun cevabını bulmak için, terörün kaynaklarını teşhis etmek gerekir. Bunun içinse, terörizmin tarihte ilk kez büyük bir güç haline geldiği 20. yüzyılı ele almak zorunludur.

20. yüzyıl şiddetin ve terörün yüzyılı oldu. Büyük savaşlar, bölgesel çatışmalar ve çeşitli terör olayları bu yüzyıla damgasını vurdu. Özellikle de 20. yüzyılın sonlarında şiddet araçlarının gelişimi, terörizmin çok daha geniş alanlarda etkili olmasını sağladı. Artık teröristler tek bir düğmeye basarak, yüzlerce masum kişiyi bir anda öldürebiliyor, ileri-teknoloji terörizmiyle ülkelerin ekonomisine milyonlarca dolarlık zarar verebiliyor, hiç ortaya çıkmadan perde arkasından dünya siyasetine yön verebiliyorlar. Dünyanın en büyük teknolojik gücü sayılan Amerika Birleşik Devletleri'nin Pentagon ve Dünya Ticaret Merkezi gibi iki hayati merkezine yapılan saldırı, terörizm karşısında hiçbir ülkenin 'ulaşılamaz' ve 'saldırılamaz' olmadığını da tüm açıklığıyla ortaya koydu. Bunun yanı sıra nükleer, biyolojik ya da kimyasal saldırı tehditleri de -eğer gereken önlemler alınmazsa- 21. yüzyılda terörizmin çok daha büyük bir güç haline gelebileceğini ve bir saldırıyla on binlerce insanı ortadan kaldırabileceğini göstermektedir.

Terörün Doğru Tanımı

Terörizmin dünya gündeminin ilk sırasına yerleştiği günümüzde, 'terör', 'terörist' ve 'terörizm' tanımı da çok büyük bir önem kazandı. Her ülke kendi ulusal çıkarları doğrultusunda terörizmi tanımlıyor, bir terörist profili çiziyor ve terör örgütü listesi oluşturuyor. Bazı ülkeler için "terörist örgüt" olarak görülen gruplar, diğerleri için özgürlük savaşçısı, bazıları için "terörist ülke" olarak görülen ülkeler, bir diğeri için "sadık müttefik" olabiliyor. O halde terör nasıl tanımlanmalı, kimin terörist olduğuna nasıl karar verilmelidir?

Bu karar için kullanılacak kriterler açıktır:

terror news

Time, 05.08.96
Time, 17.08.98
Time, 21.08.2000

Time, 29.04.96
Newsweek, 04.02.2002

Günümüzde terör dünyanın pek çok ülkesini kana bulamaktadır. Bu nedenle terörle mücadelede, asıl olarak terörü besleyen fikri kaynakların kurutulması ve bunun için barıştan yana olanların ittifak etmesi gerekir.

1) Sivil insanların hedef alınması: Ülkesi işgal edilmiş bir ulusun işgal ordusuna karşı direnmesi elbette meşru bir haktır. Ama eğer bu direniş sivil insanlara yönelik şiddet eylemlerini de içermeye başlarsa, bu hak ortadan kalkar ve terörizm başlamış olur. Bu kitapta göreceğimiz gibi, bu tanım İslam'ın savaş hakkındaki kurallarına da tamamen uygundur. Hz. Muhammed (sav), Müslümanlara savaş açanlara karşı savaşmayı emretmiş, ancak sivillerin kesinlikle hedef alınmaması, aksine güvenliklerine özen gösterilmesi talimatını vermiştir. Kuran'da savaş ancak savunma amaçlı helal kılınmıştır. Fiili saldırıya maruz kalan bir Müslüman bu saldırı karşısında kendisini koruyabilir, ancak asla bu saldırıyı bahane ederek saldırıyı yapan kimse dışında birine karşı mücadeleye girişemez. Sivillere saldıramaz. Bunu yapan kişi İslam'ın hükümlerine göre suç işlemiş olur.

2) Barışın bozulması: Askeri veya resmi hedeflere yönelik saldırılar da terör kapsamına alınabilir. Eğer ortada ilan edilmiş bir savaş hali yoksa, aralarında barış bulunan iki ülkenin (veya toplumun) barış halini bozmak için askeri bir hedefe de olsa saldırı düzenlemesi terörizmdir.

Barışı bozan ya da savaş hali dahi olsa sivilleri hedef alan her saldırı terörizmdir. Bu tür bir saldırının savunulması, haklı görülmesi, onaylanması düşünülemez.

Bu nedenle de terörizmle yapılacak mücadele çok kapsamlı, her aşaması dikkatle düşünülmüş ve bu büyük bataklığı tamamen yok etmeye yönelik olmalıdır. Bunun için de önce terörün her türlüsünün, kime karşı ve ne şekilde olursa olsun lanetlenmesi, her ülkenin ve her ferdin terörle kendi arasına çok büyük bir mesafe koyması gerekmektedir. Terör, kim tarafından ve ne şekilde uygulanırsa uygulansın, her yerde terördür. Dindar bir Müslüman kişisel teröre de devlet terörüne da karşıdır. Samimiyetle teröre karşı olan kişi, Dünya Ticaret Merkezi'nde binlerce masum insanın insafsızca öldürülmesine, Japonya'da ya da İspanya'da meydana gelen terörist saldırılarda hayatını kaybeden masum insanlara, Doğu Türkistan'da, Endonezya'da masum sivillerin hayatlarını yitirmelerine, Ruanda'da yarım milyondan fazla Hutu'nun katledilmesine, İsrail'de ve Filistin'de insafsızca katledilen savunmasız insanlara ya da dünyanın herhangi bir bölgesinde terörist saldırılar nedeniyle hayatını yitiren insanlara aynı şekilde sahip çıkar. Terörün her türlüsünü, hangi nedenle ve hangi hedefe yönelik olursa olsun, en şiddetli şekilde kınar. Böylece teröristler hiçbir ülkenin sınırları içinde var olamayacak, hiçbir ülkeden destek alamayacak ve yaşam sahalarını tam anlamıyla yitireceklerdir.

Terörün İdeolojik Dayanağı

September 11

Terörizmle yapılacak mücadelenin kesin sonuca ulaşabilmesi için hedefin doğru tespit edilebilmesi, yöntemlerin de buna göre belirlenmesi gerekir. Bu nedenle bu kitapta bir yandan terörün neden olduğu felaketler üzerinde dururken bir yandan da terörün asıl çıkış noktasını vurguladık. Terörün çıkış noktası, şiddeti, çatışmayı ve anarşiyi tek yol olarak sunan ideoloji ve akımlardır. Bir terörist, masum insanları katleder, kamu huzurunu ve düzenini bozarken kendisine empoze edilen fikirlerin ve görüşlerin etkisi altında, sözde makul bir mücadele içinde olduğunu düşünür. Ne zaman ki bu kişi, kendisini şiddete iten ideolojilerin yanlışlığını ve mantıksızlığını anlar, bu ideolojilerden yola çıkarak bir yere varamayacağını kavrarsa, işte ancak o zaman terörden vazgeçer. Aksi takdirde –teröre kaynak olan ideolojilerin yanlışlıkları ve çelişkileri ifşa edilmedikçe, bu ideolojiler yıkılmadıkça-, terörizme karşı alınan tedbirler hep kısa süreli olacak, bir süre sonra terör, başka yerlerde, başka koşullarda, bambaşka bir yüzle yine insanlığın karşısına çıkacaktır.

İşte bu nedenle terörizmin sona ermesi ancak terörün fikri alt yapısının tamamen ortadan kaldırılması ile mümkündür. Kitabın ilerleyen bölümlerinde terörün fikri dayanağının Darwinizm ve Darwinizm'den hayat bulan materyalist akımlar olduğunu göreceksiniz. Materyalizmin Darwinizm ile birlikte insanlara verdiği, 'yaşam bir mücadele alanıdır', 'yalnızca güçlü olanlar ayakta kalabilirler ve zayıf olanlar elimine olmaya mahkumdur', 'insan ve tüm kainat kör tesadüflerin eseridir, dolayısıyla kimse yaptıklarından dolayı kimseye karşı sorumlu değildir' gibi telkinler, insanları adeta hayvanca bir yaşama sürüklemektedir. Bu durumun doğal bir neticesi olarak da acımasızlık, saldırganlık ve şiddet olağan karşılanır hale gelmektedir.

Teröre başvuran, hedefine ancak şiddet yolu ile ulaşabileceğini savunan kişi, hangi dine, hangi ırka, hangi gruba mensup olursa olsun aslında materyalist düşüncenin ve Darwinizm'in etkisi altında kalarak bu eylemi gerçekleştirmektedir. Buna zaman zaman din adına ortaya çıktıkları iddiasında bulunan terörist gruplar da dahildir. Çünkü gerçek din ahlakını yaşayan kimsenin şiddeti çözüm yolu olarak benimsemesi, insanları öldürerek ve katlederek amacına ulaşmaya çalışması kesinlikle mümkün değildir. Dolayısıyla bu tarz kişiler uygulamaları ile din ahlakının tam tersi bir yaşam sürmektedirler ve eylemlerini materyalist ideolojilerin etkisi ile gerçekleştirmektedirler.

"İslam Terörü Lanetler" isimli kitabımızda İslam dininin -kime karşı yapılırsa yapılsın- terörün her türlüsünü şiddetle lanetlediğini belirtmiş ve İslam ahlakının insanları barışa, anlayışa ve uzlaşıya davet ettiğini, Kuran ayetleri ışığında anlatmıştık. Terörizmi sadece kendi tarafına yapıldığı takdirde kınamanın bir samimiyetsizlik olduğunu, böyle bir yaklaşımın terörle mücadeleyi zayıflatacağını, İslam ahlakına sahip olan bir kişinin terörün her türlüsüyle ilmi mücadele etmesi gerektiğini vurgulamıştık. Bu fikri mücadelenin temelini ise din ahlakının insanlara anlatılması oluşturmaktadır.

Günümüzde politikacılar, siyaset uzmanları ve çeşitli akademisyenler de terörizm bataklığının sadece askeri güç kullanılarak kurutulmasının mümkün olmadığı konusunda hemfikirdirler. Biz de bu kitabımızda terörü ortadan kaldırmanın ancak sevgi, merhamet ve barış ile mümkün olabileceğinin üzerinde duracağız. Allah'ın elçileri vasıtasıyla gönderdiği hak dinler bizlere bu konuda gerçek birer yol göstericidirler. Bu nedenle de kitapta Kuran'dan ve Eski ve Yeni Ahit'ten (Eski ve Yeni Ahit zaman içinde tahrif edilmiştir. Ancak içlerinde İslam ahlakına uygun bölümler de muhafaza edilmiştir.) örnekler vererek terörün tüm İlahi dinlerce yasaklanan, lanetlenen bir zorbalık olduğunu ortaya koyacağız. Ayrıca terör ile tek mücadele yönteminin din ahlakının insanlara kazandırdığı sevgi, şefkat, merhamet, tevazu, ince düşünce, affedicilik ve adalet anlayışı olduğunu tarihten örneklerle gözler önüne serecek ve "Allah barış yurduna çağırır..." (Yunus Suresi, 25) ayeti gereği, insanları barış ve sevgi dolu bir dünya oluşturma konusunda gayret göstermeye davet edeceğiz.

Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse,
(İslam'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.
(Araf Suresi, 199)

Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.
(Ali İmran Suresi, 104)

 

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER
  • Giriş
  • Terörün Kanlı Bilançosu
  • Terörün Tırmanışında Dinsiz İdeolojilerin Rolü
  • Terörizm Ancak Sevgiyle Yok Edilir
  • Eski Ahit'ten ve İncil'den Barışa, Anlayışa ve Güzel Ahlaka Davet
  • Peygamber Efendimiz (sav)’in Anlayışlı ve Sevgi Dolu
  • Bediüzzaman Said Nursi'den terör ve anarşiye çözümler
  • Sonuç
  • Evrim Yanılgısı