Sinsice İft
Münafık hayatı boyunca sürekli Müslümanların aleyhine çalışır. Günün 24 saati boyunca ne tür şeytanlık yapacağını düşünür. Sabah kalktığından akşam yatana kadar samimiyetsizlik, sinsilik ve kalleşlik peşindedir. Gizli gizli Müslümanları yıpratmak, güçlerini kırmak ve onları huzursuz etmek için çalışır. Ama bu planlarını açıkça istediği gibi gerçekleştiremediği için, ancak sinsice güç yetirebildiği kadar eylem yapar. Yoksa münafık çok ‘alçak karakterli ve şirret’ bir varlıktır. Eline imkan geçse ya da küçük de olsa bir fırsat yakalayacak olsa, Müslümanlara zarar verebilecek her türlü pis işin içine girer. Onların aleyhine olan her yola başvurur. Her imkan bulduğunda Müslümanların düşmanlarıyla ittifak kurar, casusluk yapar ve onlara bilgi taşır. Müslümanlara kendince zarar vereceğini düşündüğü her türlü faaliyeti yapmak ister.
Allah bir Kuran ayetinde ‘münafıkların asıl amaçlarının Müslümanların aleyhine faaliyet yürütmek olduğunu’ şöyle haber vermiştir:
Zarar vermek, inkarı (pekiştirmek), müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah’a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescit edinenler ve: “Biz iyilikten başka bir şey istemedik” diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik etmektedir. (Tevbe Suresi, 107)
Allah bu ayette münafığın ‘zarar vermek’ ve ‘inkarı pekiştirmek’ amacıyla hareket ettiğini bildirmiştir. Zarar vermenin şekli ise, münafığın elindeki imkanlara göre değişir. Eğer gücü yeterse olabilecek en fazla maddi ve manevi zararı vermek ister. Ama buna imkan bulamadığında da, çok küçük dozlarda bile olsa mutlaka Müslümanların aleyhinde bir şeyler yapmaya çalışır. Kimi zaman ‘yalan söyleyerek, iftira atarak, kavgacı, saldırgan, züppe ve küstah bir üslupla konuşarak’, kimi zaman ‘egoistlik ya da tembellik yaparak’, kimi zaman ‘boş işlerle Müslümanları meşgul edip vakitlerini alarak, onları uykusuz bırakıp, yormaya çalışarak’ huzursuzluk çıkarmaya ve Müslümanları rahatsız etmeye gayret eder.
Ayetin devamında haber verilen münafığın Müslümanlar aleyhindeki bir diğer çabası da ‘inkarı pekiştirmek’tir. Münafık elinden geldiğince ‘İslam’a zarar verebilmek, Müslümanları güçsüz hale getirebilmek, dinsizliği, samimiyetsizliği, küfür ahlakını yaygınlaştırabilmek’ ister. İslam aleyhinde etkili olacağını düşündüğü her türlü girişime ve faaliyete destek verir. Küfrün güçlenmesi için Müslümanlardan bilgi toplayıp inkar edenlere aktarır. Dinsiz ideolojilerin güçlenmesi için gizliden gizliye faaliyet yapar. Müslümanların Kuran ahlakını dünyada hakim kılabilmek için yaptıkları çalışmaların etkisini kırmak, onları başarısızlığa uğratmak için türlü türlü oyunlar oynar ve tuzaklar kurar.
Ayette bildirilen, münafığın Müslümanlar aleyhinde yaptığı bir başka faaliyet de, ‘Müslümanların arasını ayırmak’tır. Çeşitli ‘yalan, iftira ve oyunlarla Müslümanları birbirlerine düşürmeye çalışmak, anlaşmazlığa düşmelerini sağlamak, birbirleriyle görüşmelerini, yakın dostluklar kurmalarını engellemeye çalışmak’ da yine münafığın Müslümanlar aleyhinde oynadığı oyunlardandır.
Allah Kuran’da “Allah, kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez.” (Nisa Suresi, 141) buyurmuştur. İşte bu nedenle, münafık da küfürle olan ittifakında, Allah’ın bu ayeti gereği, her ne yaparsa yapsın, istediği başarıyı asla elde edemez. Allah Müslümanların mutlaka üstün geleceğini Kuran’da şöyle haber vermiştir:
Andolsun, gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir: Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklardır. Ve hiç şüphesiz; Bizim ordularımız, üstün gelecek olanlar onlardır. (Saffat Suresi, 171-173)
Münafığın sinsi oyunlarından biri de, hemen her fırsatta samimi Müslümanlara ‘iftira atma alışkanlığı’dır. Münafık ‘kuşkuyu üzerinden dağıtmak, suçlu görünümünden kurtulmak ve kendince temize çıkabilmek’ için sürekli ‘kendisini mağdur gösterme çabası’ içine girer. Amacı kendisini, ‘gereksiz yere kuşkulanılan, gereksiz yere tedirgin olunan’ ‘masum bir insan’ gibi göstermektir. Ancak elbette bu da münafığın hastalıklı planlarından biridir. Ne kadar mağdurmuş izlenimi verirse, kendisine o kadar geniş, rahatça hareket edebileceği, kolaylıkla hainlik yapabileceği bir alan açabileceğini düşünür. Bu hedefine ulaşabilmenin en kısa ve etkili yollarından birinin de, kendince ‘Müslümanlara iftira atmak’ olduğuna inanır.
Münafığın hemen her sözünde ‘açık ya da gizli bir mağduriyet iması’ vardır. Bu sözde mağduriyeti delillendirmek için de, bol bol yalan söyler ve Müslümanlara iftira atar. İzlediği bu yol da elbette ki sinsi planın bir parçasıdır. İftira atarak hem öfke duyduğu Müslümanları karalamak, hem de kendini ‘mağdur ve masum’ göstererek yüceltmeyi hedefler. Kendince Müslümanlara duyulan güveni ve onların sözlerine karşı duyulan inancı sarsacak, kendisine karşı duyulan güven ve itibarı ise güçlendirecektir.
Ancak münafık iftirayı, elinde hiçbir delil olmaksızın gelişigüzel bir şekilde gündeme getirmez. Şeytandan aldığı ilhamlarla önce konuyu sinsice planlar ve zeminini güçlendirir. Atacağı iftiranın bir altyapısı olabilmesi için, olayları, olmasını istediği şekle, yani atacağı iftiraya benzer hale getirebilmek için özel olarak yönlendirir. Sonrasında yeri geldiğinde, atacağı iftira için geçmişe yönelik sunabileceği sahte deliller oluşturur. İşte zaman içerisinde tüm bu altyapıyı güçlendirdikten sonra, planını uygulamaya başlar.
Münafık, iftira atarken kullandığı konuları da çok özenle seçer. Genellikle ‘iftiraları, onun samimiyetine, iyi niyetine, gösterdiği çabaya rağmen, Müslümanların anlayışsızlığı, kötü ahlakı, yalan söylemeleri, kötü davranmaları, adaletsizlik yapmaları, iftira atmaları, kasti olarak onu dışlamaları gibi’, ‘kendisini yüceltmeyi Müslümanları ise kötülemeyi’ amaçlayan mantıklar üzerine kuruludur. Bu iftiralarda Müslümanlar hep neredeyse dünyanın en kötü insanlarıdır. Ve özellikle de ona karşı çok çirkin tavırlar sergiliyorlardır. Münafık ise tüm bu iftiralarda hep iyi niyetle çabalayan, ancak hep hakkında yanlış teşhisler konulan, yanlış anlaşılan, iyilikten başka bir isteği olmayan masum ve mağdur kişi konumundadır. Ancak tüm bunlar tam şeytanın ahlakına uygun olarak ‘kurgulanmış yalanlar’dan ibarettir. Zira münafık her eyleminde olduğu gibi, bu planını uygularken de doğrudan şeytan ile ittifak halindedir. Allah Kuran’da şeytanların işbirliği yapacakları kimselerin ‘gerçeği ters yüz eden’, ‘günaha düşkün’ ve ‘yalancı’ insanlar olduklarını bildirmiştir. İşte bu özelliklerle de, tam da ‘münafığın ahlaksızlığı’ tarif edilmiştir:
Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi? Onlar, ‘gerçeği ters yüz eden,’ günaha düşkün olan her yalancıya inerler. (Şuara Suresi, 221-222)
Münafıkların Müslümanlara iftira atma yöntemlerine sayısız örnek vermek mümkündür. Örneğin ‘münafığın en istemeyeceği şeylerden biri İslam’a ve Müslümanlara fayda sağlayacak çalışmalar yapmaktır’. Ancak Müslümanlar gece gündüz tebliğ çalışmaları yaparken, kendisinin bu çalışmalara hiç bir katkıda bulunmaması dikkat çekmesin diye, bu konuda kendini temize çıkarmak zorundadır. İşte bunun için hemen etrafını suçlar ve Müslümanlara iftira atar. “Ben İslam’a çok hizmet etmek istiyorum ama onlar benimle ortak çalışma yapmak istemiyorlar, bana bir faaliyet vermiyorlar, benim yardımımı istemiyorlar ya da çalışmalarıma engel oluyorlar” gibi bahanelerle ortaya çıkar.
Oysa ki elinin altında İslam’a faydalı olabileceği, Müslümanlara yardım edebileceği çok fazla imkanı vardır. Ayrıca her “Ben de bir faaliyet yapmak, size yardımcı olmak istiyorum” dediğinde ona “Tamam, o zaman şu konuda şöyle bir çalışma yapar mısın?” gibi bir talepte bulunulur. Ama münafık kasıtlı olarak bunların hiçbirini yerine getirmez. Zaten ‘bu sözleri söylerken ki niyeti de asla hizmet etmek değildir’. Sadece iftira atabilmek ve huzursuzluk çıkarabilmek için bahane bulmaktır. Hiçbir işe yaramadığının ve Müslümanlara hiç bir konuda yardım etmediğinin kendisi de farkındadır ve çirkeflik yaparak yaygaralar kopararak bu imajının üstünü örtebileceğini sanır. İnsanların aklında ‘istiyor ama imkan tanınmadığı için bir şey yapamıyor algısını oluşturabileceğini’ zanneder. Halbuki Müslümanlar samimi hizmet etmek isteyen birinin tavrıyla, ahlaksızlığından dolayı hizmetten sinsice kaçan birinin tavrını kolaylıkla ayırt edebilecek kadar akıllıdırlar.
Münafığın bu ahlakını detaylandırmak için verilebilecek daha yüzlerce örnek vardır. Münafık iftira malzemesi olarak gerektiğinde, ‘sağlık gibi hassas bir konuyu bile kullanmaya çalışır’. Örneğin kendisine yeni pişirilmiş çok güzel bir yemek ikram edilir, ‘yemeğin bayat olduğunu’ iddia eder. Yediği meyvenin kenarında bir çürüme görse, “Bana bunu özellikle seçip verdiler, benim sağlığımı umursamıyorlar” gibi hayal ürünü bir iftirayla ortaya çıkar. Bulunduğu yerdeki tozdan alerjisi tutsa, “Burayı özellikle tozlu bıraktılar, hayatımı tehlikeye attılar” der. Ona güzel bir söz söyler, iltifat ederler; “Benimle alay ettiler, dalga geçtiler” der. Yaptığı bir işe yardım etmek isterler, “Beceriksiz olduğumu ima etmeye çalıştılar” der.
İşte münafık, Müslümanların arasında kaldığı sürece, bunlara benzer iftiraları asla son bulmaz. Dünyada karşılaşabileceği en vicdanlı, en dürüst insanların Müslümanlar olduğunu bildiği halde, ‘Bu nur gibi tertemiz insanları karalamaya çalışarak huzursuzluk çıkarmak ve Müslümanlara zarar vermek’ ister. Ancak bu yaptıkları Müslümanlar için hayır, münafık için ise azapla sonuçlanır. Allah Kuran’da ‘gerçeği sürekli ters yüz ederek’ iftira atan münafığın ahirette acı bir azapla karşılaşacağını şöyle bildirmiştir:
Gerçeği sürekli ters yüz eden, günaha düşkün olan herkesin vay haline. Kendisine Allah’ın ayetleri okunurken işitir, sonra müstekbirce (inatla büyüklük taslayarak) sanki işitmemiş gibi ısrar eder. Artık sen onu acı bir azapla müjdele. (Casiye Suresi, 7-8)
Münafık iftira atarak, ‘Müslümanlar arasında fitne ve kargaşa çıkarmak, kendince onları birbirlerine düşürebilmek, ve birbirlerine karşı duydukları güveni zedelemek’ ister. İşte bu konuda kendine ilk hedef olarak seçtiği kişiler de, ‘Müslümanlar arasında aklına, güzel ahlakına, sözüne en güvenilen, en takva, en dürüst ve en adaletli bilinen, Allah’ın elçileri olan kimseler’dir. Gerçeği ters yüz ederek, dil eğip bükerek, yalan söyleyip iftira atarak, kendi zayıf akıllarınca sürekli olarak onları haksız çıkarmaya ve Müslümanların nezdinde onları sözde ‘adaletsiz ve güvenilmez’ kimseler olarak göstermeye çalışırlar. Allah Kuran’da münafıkların bu şeytani yöntemlerini şöyle haber vermiştir:
... Hiçbir bilgiye dayanmaksızın insanları saptırmak için Allah’a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir? Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Enam Suresi, 144)
Münafıklar tarih boyunca bu sinsi taktikleriyle her Müslüman toplumunda aynı fitneyi çıkarmaya çalışmış, tüm Peygamberlere, elçilere ve Allah’ın veli kullarına aynı iftiraları atmaya kalkışmışlardır. Hz. Yusuf (as), Mısır’da yanında kaldığı Vezir’in karısı tarafından ‘kendisinden murad almak’ istediği iftirasıyla suçlanmış; ve Vezir’in karısının yalana dayalı açıklamaları sonucunda yıllar yılı zindanda kalmıştır. Bu olay, Allah korkusu olmayan, ahirette hesap vereceğini düşünmeyen, yalanı kendi menfaatleri için alçakça kullanan münafık karakterli insanların ne kadar gözü dönmüş olduklarını açıkça ortaya koymaktadır.
Kuran’da, ‘Aslında Vezir’in karısının Hz. Yusuf (as)’a yaklaşmak istediği’ ve Yusuf Peygamber (as)’ın onu reddetmesi üzerine de, ‘yalan söyleyerek ona iftira attığı’ anlatılmıştır:
Evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: “İsteklerim senin içindir, gelsene” dedi. (Yusuf) Dedi ki: “Allah’a sığınırım. Çünkü O benim Efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa ermez.” (Yusuf Suresi, 23)
Kapıya doğru ikisi de koştular. Kadın onun gömleğini arkadan çekip yırttı. (Tam) Kapının yanında kadının efendisiyle karşılaştılar. Kadın dedi ki: “Ailene kötülük isteyenin, zindana atılmaktan veya acı bir azaptan başka cezası ne olabilir?” (Yusuf Suresi, 25)
Vezir’in karısı “Ailene kötülük isteyenin zindana atılmaktan ve acı bir azaptan başka cezası ne olabilir?” diyerek açıkça yalan söylemiş, Hz. Yusuf (as)’a iftira atmış ve haksız yere zindanda kalmasına neden olmuştur. Kuran’ın “... (Kocası): “Doğrusu, bu sizin düzeninizden (biri)dir. Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür” dedi.” (Yusuf Suresi, 28) ayetiyle, ‘Vezir’in de bu iftiranın ‘büyük bir düzen’den ibaret olduğunu gördüğü ve Hz. Yusuf’un masum olduğu halde iftiraya uğradığını anladığı’ anlatılmıştır. Nitekim bir başka ayette de Allah, “Sonra onlarda (Yusuf’un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü)ağır bastı.” (Yusuf Suresi, 35) sözleriyle Hz. Yusuf (as)’ın, masum olduğu anlaşıldığı halde, haksız yere zindanda tutulduğunu haber vermiştir.
İşte Kuran’da anlatılan bu olay, Allah korkusu olmayan insanların iftiralarının ve düzenlerinin büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Bu iftirada, Yusuf Peygamber (as)’ın iffeti hedef alınmıştır. Ancak münafıkların iftira atarken Müslümanları itham ettikleri konular çok çeşitlidir. Özellikle de Allah’ın elçileri ya da Müslümanların liderleri söz konusu olduğunda, münafıklar - zayıf akıllarınca- mutlaka o kimselerin ‘yönetici vasıfları’ açısından, sözde ‘acz içinde’ ve ‘yetersiz’ oldukları izlenimini vermeye çalışırlar (bu mübarek insanları münafıkların bu iddialarından tenzih ederiz). Dönemin putperest müşrikleri kendilerince Peygamberimiz (sav)’i ‘delilik’, ‘yalancılık’, ‘akli yetersizlik’, ‘kahinlik’, ‘şairlik’ gibi düzmece suçlamalarla itham etmeye çalışırken, Müslümanlar arasındaki münafıklar da, yaptıkları ince ince oyunlar, söyledikleri yalanlar ve iftiralarla, Müslümanlara bu konularda şüphe vermek ve Peygamberimiz (sav)’e duyulan güveni kırmak istiyorlardı.
Günümüzde de münafıklar, Müslüman toplumlarına manevi önderlik eden kimselere karşı verdikleri sinsi mücadelede aynı taktikleri kullanırlar. Münafıklar, bu kimselerin ‘İslam ahlakını anlatmada, dünya çapında dinsizliğin fikri zeminin ortadan kaldırmada ve özellikle de İslam alemindeki münafıklara karşı mücadelede ne kadar etkili olduklarının’ çok iyi bilincindedirler. O yüzden de kendilerine asıl hedef olarak onları seçerler. Bu mübarek insanların varlığı, münafığın küfürdeki dostları için önemli bir tehdittir. Çünkü münafık, takvaca üstün olan bu kimselerin, kendilerinin küfürle olan gizli işbirliğini, sinsi planlarını fark edip bozabilecek bir akıl, feraset ve basirete sahip olduklarının farkındadır. Kendi şeytani sistemine zarar gelmemesi için, kendince bu insanların etkisini kırabileceği yollar arar. İşte bunun için de bazen gizli ve açık imalarla, bazen açıkça yaptığı suçlamalarla, hemen her konuda bu kimselere karşı ‘iftiraya dayalı bir mücadele’ vermeye başlar.
Kuran’da münafıkların bu ahlakı, ‘kötü bir zan ile zanda bulunan münafık erkekler ve münafık kadınlar’ sözleriyle anlatılmıştır:
Bir de; kötü bir zan ile zanda bulunan münafık erkeklerle münafık kadınları ve müşrik erkeklerle müşrik kadınları azaplandırması için. O kötülük çemberi, tepelerine insin. Allah, onlara karşı gazaplanmış, onları lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Varacakları yer ne kötüdür. (Fetih Suresi, 6)
Münafığın şeytani zekası keskin, yalan söylemedeki ufku da çok geniştir. ‘Bir yalanı sıfırdan uydurup süslemek ve onu onlarca sahte delille detaylandırmak’ münafık için kolaydır. Bir anda ‘masal gibi bir senaryo yazarak’, hiçbir gerçekliği olmayan bir yalan ile Müslümanlara iftira atabilir. Bunun için özellikle de kendince sürekli ‘geçmişi’ delil olarak kullanır. İnsanların geçmişte yaşanan olayları zamanla unutabileceklerini, detayların hafızalarında silikleşebileceğini düşünür. İşte bu inancı doğrultusunda, geçmişe dair sürekli yalan hikayeler anlatmaya başlar. O anda onun için önemli olan, Müslümanların nezdinde, hedef aldığı elçiler ya da Müslümanların manevi liderleri hakkında, kendince ‘olumsuz bir kamuoyu oluşturabilme çabası’dır. “Geçmişte şurada bir kere de şöyle olmuştu, bir keresinde de böyle olmuştu” gibi, kendince dört beş tane yalan olayı arka arkaya sayıp delil gösterdiğinde, bunun o anda atacağı bir iftirayı güçlendireceğini sanır.
Oysa ki Müslümanlar ‘akıllı ve dikkatleri açık’ insanlardır. Özellikle de aralarındaki, çok değer verdikleri ve takvaca üstün gördükleri ‘Peygamberi ve Allah’ın elçilerini koruyup kollama konusunda çok titizdirler’. Dolayısıyla münafığın zayıf aklınca iftira atarak, geçmişten deliller sunarak yaptığı ‘karalama’ ve ‘olumsuz kamuoyu oluşturma’ çabaları Müslümanlar üzerinde hiçbir işe yaramaz. Aksine bu şeytanlıklarını gördüklerinde, bu kişinin münafık karakterini çok açık bir şekilde teşhis edip, ona karşı daha da dikkatli olurlar. Ayrıca ‘Müslümanlara iftira atılmasının da önemli bir mümin özelliği olduğunu’ da bilirler. Bundan dolayı da Müslümanlara atılmaya çalışılan her iftira ile, Müslümanların birbirlerine olan sevgileri de daha da artar. Allah Kuran’da Müslümanların arasında yaşayan, ‘uydurdukları yalan ve iftiralarla ortaya çıkan’ münafıkların varlığının Müslümanlar için bir ‘şer değil aksine hayır olduğunu’ bir ayette şöyle bildirmiştir:
Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azap vardır. (Nur Suresi, 11)
Peygamberler, elçiler ve Müslüman önderler, her zaman için münafıkların hep ilk hedefi olmuşlardır. Bu nedenle de münafıklar sinsi oyunlarını en çok bu insanlara yöneltmiş; Allah yolunda en etkili mücadeleyi yapan bu mübarek şahıslar hakkında her türlü yalan ve iftirayı üretmeye çalışmışlardır.
Peygamberlere yönelik ‘rahatlıkla iftira atabilmek ve yalan söyleyebilmek için’ ise, ‘onlarla hep yalnız görüşmek ve etraflarında hiç şahit olmadan onlarla konuşmak’ istemişlerdir. Bunun nedeni, Peygamber (sav)’in yanından ayrıldıktan sonra, ‘onun söylemediği şeyleri, onun adına yalan olarak etrafa yaymak ve kendilerince Peygamber (sav)’i sözde güç duruma düşürebilmek’tir. Yanlarında bir şahit olması durumunda ise, münafıkların yaptıkları ahlaksızlıkları ve söyledikleri yalanları bir başkası da görüp duyacak ve bu şekilde münafıkların müminlere iftira atma ihtimalleri ortadan kalkacaktır.
İşte bu durumu bilen münafıklar da, sırf bu nedenle ‘Müslümanların hep yalnız anlarını kollarlar’. Hatta bulundukları ortam kalabalık bile olsa, münafıklar ‘ahlaksızlık yapabilmek için Müslümanların oradan gitmelerini ve kendilerini Peygamber (sav) ile yalnız bırakmalarını’ talep ederler. Amaçları, serbestçe çirkeflik ve haysiyetsizlik yapabilmek için kendilerine ortam hazırlamaktır.
Nitekim Peygamber Efendimiz (sav)’in döneminde de münafıklar bu amaçla Peygamberimiz (sav)’le sık sık yalnız görüşme talebinde bulunmuşlardır. Ancak Peygamberimiz (sav) onların bu sinsi niyetlerini ve haysiyetsiz kişiliklerini bildiği için, etrafında hep salih ve samimi Müslümanlar varken münafıklarla konuşmuştur.
Yüce Rabbimiz de münafıkların bu oyununa karşı bir ayet indirmiş ve “Ey iman edenler, Peygambere gizli bir şey arz edeceğiniz zaman, gizli konuşmanızdan önce bir sadaka verin...” (Mücadele Suresi, 12) şeklinde buyurmuştur.
Kuşkusuz ki Allah’ın, Peygamber (sav)’in yanına gelip gizli bir konuşma yapmak isteyen kimseler için, ‘sadaka vermelerini’ şart koşmuş olmasında pek çok hikmet vardır. Zira münafığın en korktuğu şeylerden biri de ‘parasını vermek’tir. Çünkü münafık sinsilikle çıkar elde eden insandır. Bunun tam aksine, para vererek bir menfaat kaybına uğradığında kendini halk arasında ifade edildiği şekliyle ‘enayi’ gibi görür. Peygamber (sav)’in yanına ahlaksızlık yapmak için gelip, üstüne bir de para verecek olması, münafığı çok kızdırır ve çok ağırına gider. Dolayısıyla da sırf para vermemek için, aslında adeta yaşama amacı olan pislik ve şaytanlığını yapmamayı kabul eder. Nitekim sırf bu nedenle, bu ayetin inmesinden sonra münafıklar sadaka vermemek için Peygamberimiz (sav)’le yalnız konuşma taleplerinden vazgeçmişlerdir.
Elbette ki, özellikle bir Peygamberin ya da herhangi başka Müslümanın sözü, tek bir şahit olarak bile, diğer bir mümin için her zaman güvenilirdir. Ama yine de fitne çıkmasının önlenmesi için, ‘Allah’ın Kuran’da müminlerin münafıklarla konuşulurken tedbir almalarına yönelik hükmü’ çok hikmetlidir. Bu şekilde münafıkların iftira atma oyunlarının da önüne geçilmiş olur. Çünkü münafık bir konuda iftira atsa da, o ortamda bulunan diğer müminler çoğunluk konumunda olacak ve onun iftiraları kendiliğinden geçerliliğini kaybedecektir.
Münafık en çok sevgiden rahatsız olur. Çünkü sinsi oyunlarla, sahtekar metotlarla dünyadaki maddi birçok nimeti elde edebilir ama ruhundaki şeytanlık ve alçak karakteri nedeniyle ‘hiçbir zaman için gerçek sevgiyi yaşayamayacağını’ bilir. Bu haliyle ne onun başkasını; ne de bir başkasının kendisini sevmeyeceğinin farkındadır. İşte bu da, münafık için büyük bir ‘yürek acısı’dır.
Bu acı ve ‘asla elde edemeyeceği bir nimete karşı duyduğu kıskançlık’, münafığı her türlü alçaklığı yaparak ‘intikam almaya’ iter. Allah bir Kuran ayetinde münafığın, Müslümanlara zarar verebilmek ve onlardan intikam almak için başvuracağı yöntemlerden bazılarını şöyle haber vermiştir:
Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık; alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan); hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkar; zorba-saygısız, sonra da kulağı kesik. (Kalem Suresi, 10-13)
Ayetlerde de açıklandığı gibi münafık, aşağılık, zorba, saygısız ve saldırgan bir mahluktur. Her türlü hayrı ve güzelliği engelleyebilmek için elinden geleni yapar. Müslümanlar hakkında seri yalanlar uydurarak, iftira atarak, aralarında söz getirip-götürerek, asılsız haberler taşıyarak ve yalan yere yeminler ederek Müslümanlara karşı mücadele verir. Bu aşağılık yöntemlerle, Müslümanların arasını açabileceğini, onları birbirlerine düşürebileceğini ve böylece aralarındaki sevgiyi yok edebileceğini düşünür. Bir Müslümanın yanına gidip, “Falanca şöyle bir şey dedi, bilmiyorum tabi tam olarak kimi kastetti ama, bana sanki senden bahsediyormuş gibi geldi” der. Bir başkasına yanaşıp “Şu kişiyi seninle ilgili konuşurken duydum; ortalığı dağınık bıraktığın için sana biraz kızmış herhalde” der. Yine bir başka Müslümana da, “Şu kişi senin yaptığın yemeği pek beğenmemiş, uzun uzun eksiklerini anlattı” der.
Bazen de bu sinsiliğini ‘o an için ispat edilmesi mümkün olmayacak’ konuları kullanarak yapar. Örneğin “Geçen gün şu şahsı gördüm, sana çok ters bakışlarla bakıyordu” der. Ya da “Sen iyi ki o tarafa dönük değildin de görmedin; falanca senin kıyafetine çok küçümseyen bakışlarla baktı” der. Münafığın bu sözleri baştan sona yalana dayalıdır. Dahası bunların her biri aslında günlük hayata dair çok sıradan ve önemsiz konulardır. Müslümanların da üzerinde duracağı, büyüteceği, vakit ayırıp gündem yapacakları, üzerinde uzun uzun yorumlar yapacakları mevzular da değildir. Ama münafık bu sıradan konularla bile olsa, Müslümanlar arasında fitne ve ayrılık çıkarmak, kalplerinde burkuntu oluşturmak, birbirlerine olan saygı, sevgi ve güvenlerini zedelemek ister. Ayette bildirildiği gibi, ‘alabildiğine ayıplayıp kötüleyerek’, ‘Müslümanlar arasında birbirleri hakkında haber taşıyarak’, ‘yalan söyleyerek’, ‘iftira atarak’, ‘konulara eklemeler-çıkarmalar yaparak’, ‘basit bir şeyi abartılı kelimelerle çarpıtarak’ sinsice oyunlar oynar.
Ancak münafık bazen de ‘açıkça çirkeflik yaparak’ Müslümanları birbirlerine düşürmeye çalışır. Alenen saldırganlaşarak, bağırıp çağırarak, öfkeyle, züppe ve küstah bir üslupla, ‘bir Müslümanın sözde ne kadar kötü huylu, ne kadar art niyetli ve sahtekar olduğunu’ anlatmaya başlar. Sözlerinin tamamen ‘iftiradan ibaret olduğu’ açıktır. Bu nedenle de Müslümanlar onun hiçbir iddiasına itibar etmezler. Ama içindeki kin, öfke ve kıskançlık bir türlü yatışmadığı için, anlattıklarına inanılmamasının da ayrı bir samimiyetsizlik olduğunu iddia eder. Müslümanları adaletsizlikle, bir tarafın sözüne inanıp, diğerini haksız yere korumakla itham eder. Yalanlarının ve çirkefçe metotlarının ardı arkası kesilmez. Hırsını alamadığı için, bu tür yöntemlerle ‘sürekli olarak Müslümanlar hakkında aynı iftiraları atmaya, aleyhlerinde bir fikir oluşturana kadar onları kötülemeye’ devam eder. İstediği, Müslümanların ona, “Evet, şu kişi gerçekten çok kötü bir insanmış; sahtekar ve samimiyetsizmiş” demeleri ve ‘ona artık güvenmediklerini, onu sevmediklerini söylemeleri’dir. Çünkü münafık ancak bu sevgiyi yıprattığını görebilirse rahatlar.
Allah Kuran’da münafıkların, ‘hayrı engelleyip, sürdüren’ kimseler olduklarını da bildirmiştir. (Kalem Suresi, 12) İşte münafıkların en sinsi yöntemlerinden biri bu tür sinsi ve alçakça yöntemlerle, ‘her türlü hayrı engellemeye çalışmaları’dır. Müslümanların hoşuna gidecek, onlara nimet olacak, onları mutlu edecek, huzur getirecek, hayırlı ve güzel olan her şeye engel olmak ister. İşte ‘sevgi’ de Müslümanların en önem verdikleri nimetlerden biri olduğu için, münafık bu hayır ve güzelliği de mutlaka onlardan uzaklaştırmaya çalışır.
Ne var ki, Müslümanlar asla ve asla bir münafığın şeytani zekasının ürünü basit yalanlarla, iman eden bir insan hakkında kanaat değiştirmezler. Aksine o kişiye yaptığı alçakça tavırlar ve attığı kalleşçe yalanlar nedeniyle, o Müslümana olan sevgi ve şefkatleri daha da artar.
iralar Atarak Müslümanların Aleyhine Çabalayan Münafıklar