Önceki bölümlerde açıkladığımız gibi Allah'ın elçileri ne zaman bir kavme gönderilseler, o kavmin inkarcıları onları kin ve düşmanlıkla karşılamışlardır. İnkarcıların bu tutumları sadece peygamberlere karşı olmamıştır. Allah'ın dinine olan bağlılığı ve Allah yolundaki kararlılığı, samimiyeti, ihlası ile bilinen her Müslüman inkar edenlerin benzeri fiili ve sözlü saldırılarına uğramıştır. Allah, inkarcıların Müslümanlara karşı besledikleri bu öfkeyi aşağıdaki ayetiyle bildirerek iman edenleri bu konuda uyarmaktadır:
Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur'an'da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler. (İsra Suresi, 46)
Ayette de gördüğümüz gibi inkarcıların asıl öfkesi ve kini, söz konusu kişilerin şahıslarına değil, onların temsil ettikleri güzel ahlaka karşıdır. Bu kişiler kendilerini ve sahip oldukları herşeyi yaratmış olan Rabbimize karşı sorumlu olduklarını kabul etmek istemedikleri için, O'nun adının hatırlatılmasını bile istemezler. Bunu engellemek için, kendilerini Allah'ı tek İlah olarak kabul etmeye, hak dine uymaya davet edenlere karşı saldırgan bir tutum sergilerler. Dolayısıyla hak din ve dindar insanlar yeryüzünde var olduğu sürece, inkar edenlerin iftiraları ve incitici sözleri de devam edecektir.
İşte bu gerçeği bilen müminler, benzeri olaylarla karşılaştıklarında kesinlikle sıkıntı yaşamaz ve ümitsizliğe kapılmazlar. Çünkü onlar Allah'ın haksız saldırılara uğrayan müminlere vaat ettiği güzel haberleri de bilmektedirler:
Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır. (Hac Suresi, 40)
Kuşkusuz bu tür olayların geçmişte kaldığını düşünmek, günümüzde artık inkarcı insanların veya iftiraya uğrayan Müslümanların var olmadığını düşünmek bir hata olacaktır. Çünkü her dönemde Allah'ın bildirdiği bu olaylar yaşanmıştır ve bundan böyle de yaşanacaktır.
Çok yakın bir geçmişte bazı inkarcı kimselerin karşıtlığı ile karşılaşmış ve ölüm döşeğine gelene kadar onların zulümlerine sabır ve tevekkülle göğüs germiş olan Bediüzzaman Said Nursi, bu konudaki en güzel örneklerden biridir. İnsanları Kuran ahlakını yaşamaya, iman hakikatlerini görmeye, Allah'ın varlığını ve sonsuz kudretini takdir etmeye davet eden Bediüzzaman, dini yalanlayan bazı kişilerin iftiralarına maruz kalmıştır. Hatta bu yüzden hayatının çok uzun yıllarını hapishanelerde veya sürgünde geçirmiştir.
İlerleyen sayfalarda Bediüzzaman Said Nursi'nin yaşadığı bazı olaylar aktarılacak, bu tarz olaylar karşısında gösterdiği üstün tavrı müminlere bir örnek olarak anlatılacaktır.
Bediüzzaman Said Nursi, 20. yüzyılda yetişmiş en büyük İslam alimlerinden biridir. 87 yıl süren hayatı boyunca İslam'ı savunmuş, materyalist felsefeye, din ve mukaddesat karşıtlarına karşı büyük bir ilmi mücadele vermiştir. 6000 sayfalık dev eseri Risale-i Nur, hem çok derin bir Kuran tefsiri, hem de materyalist felsefeyi çürüten ve iman hakikatlerini en iyi şekilde ortaya koyan bir eserdir. Bediüzzaman Said Nursi, mütevazi üslubuyla ahiret, kader, iman gibi birçok konuyu o güne kadar hiç açıklanmamış bir şekilde anlatmış, ortaya koymuştur.
İnsanları Kuran ahlakına, hak dine davet etmek için verdiği bu fikri mücadelede Bediüzzaman Said Nursi'nin karşısına çıkan en büyük engel ise, materyalist felsefeyi ve din ahlakına karşı olmayı kendisine temel prensip olarak kabul eden bazı çevreler olmuştur.
Bediüzzaman Said Nursi de asılsız felsefeleri çürüten, dinin akıl ve ilimle çatışmadığını, tam tersine aynı noktada birleştiğini ortaya koyan ve toplumda büyük bir manevi uyanış başlatan bir İslam alimidir. O dönemde bu büyük İslam alimini engellemek için de klasik iftira atma yöntemleri bir kez daha uygulanmıştır.
Kitabın başından beri vurgulandığı gibi, geçmişte yaşamış olan peygamberlerin, elçilerin ve salih müminlerin başlarına gelenler, onların yaşadıkları tecrübeler müminler için her zaman yol göstericidir. Bu açıdan Bediüzzaman'ın yakın geçmişimizde yaşadığı olayların, karşılaştığı zorlukların öğrenilmesi de günümüz Müslümanları için faydalı olacaktır.
Unutulmamalıdır ki, Allah bir ayetinde ''Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız...'' (Bakara Suresi, 214) diye buyurarak, müminlerin geçmişte yaşanmış olaylara hazırlıklı olmaları gerektiğini bildirmiştir. Bediüzzaman'a atılan iftiraların bazılarına ve bu iftiraların Kuran'da bildirilen iftiralarla benzerliklerine bakmak, Allah'ın kanununda bir değişme olmadığının görülmesi açısından da son derece önemlidir.
Bediüzzaman'ın Allah'ın varlığını, milli ve manevi değerlerin önemini anlatan çalışmalarından rahatsız olan çevreler, ellerinde bulunan bazı basın organlarını da kullanarak, Bediüzzaman'a karşı en olmadık iftiraları atmışlardır. Dönemin gazetelerinden birinde Bediüzzaman için şöyle denmektedir:
"Said-i Kürdi, dini siyasete alet yaparak irtica-i propagandalara girişmiş ve birtakım adamları kandırarak doğru yoldan şaşırtmaya çalıştığı anlaşılmıştır... Otuz senelik mayalı bir mürteci olup ifsad edecek saf vatandaş aramaktadır... Şeyhin (Bediüzzaman'ın) bu meseledeki rolünün bazı safdilleri kandırarak kendilerinden para çekmek olduğu anlaşılmıştır..." (Cumhuriyet, 10 Mayıs 1935)
Aynı gazetede farklı tarihlerde ise, ''Dini istismar eden Said Nursi hakkında takibat başladı'', ''Said-i Nursi mühimsenecek bir kimse değildir. Maddi ve manevi menfaatler sağlamak amacında olan bir kimsedir'' diye gerçek dışı haberler yayınlanmıştır. Dünyadan hiçbir beklentisi olmayan, hiçbir malı mülkü bulunmayan, kendi deyimiyle ''kendisini beğenmemeyi kendisine meslek edinen'' ve son derece mütevazi bir hayat yaşayan Bediüzzaman'a talebelerinden para sızdırmak, liderlik hırsını tatmin etmek gibi asılsız, mantıksız, manasız iftiralar atılmış olmasının tek amacı, bu iftiralarla Bediüzzaman'ı kendi akıllarınca etkisiz ve sözü dinlenmez hale getirmektir.
Bu iftira, geçmişte peygamberlere atılan iftiraların da bir benzeridir. Peygamberler de kavimleri tarafından dini kullanarak menfaat elde etme gibi akıl almaz bir suçlamayla karşı karşıya kalmışlardır. Örneğin ayette bildirildiği gibi, Hz. Nuh'a şöyle iftira edilmiştir:
... Bu sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor... (Müminun Suresi, 24)
Hz. Musa ve Hz. Harun'a Firavun'un kavminin yaptığı suçlama ise ayette şöyle bildirilmektedir:
Siz ikiniz, bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)dan çevirmek ve yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz? Biz, sizin ikinize inanacak değiliz. (Yunus Suresi, 78)
Bediüzzaman bu iftiraların sonucunda hapis cezası almış ve Eskişehir hapishanesine gönderilmiştir. Eskişehir hapishanesinden tahliye olan Bediüzzaman, Kastamonu'da karakol karşısında bir evde oda hapsine alınmıştır. 8 sene sonra gelen Denizli Mahkemesi 20 ay hapis cezası vermiş, daha sonra Bediüzzaman Emirdağ'a ''mecburi ikamet''e yollanmıştır.
Bütün bu olaylar sırasında sayısız işkence ve eziyete maruz kalmış, defalarca zehirlenmiştir. Son derece yaşlı ve hasta olan Bediüzzaman, özellikle soğuk, nemli ve havasız hücrelerde tutulmuştur. Ancak, ilerleyen sayfalarda da yer verileceği gibi, kendisine yapılan tüm bu eziyetlere sabır ve tevekkülle karşılık vermiş, imanının ve Allah'a bağlılığının ne kadar güçlü olduğuna tüm Müslümanlar şahit olmuştur. Bediüzzaman, bu üstün ahlakıyla herkes tarafından örnek alınması gereken değerli bir İslam büyüğümüzdür.
Önceki sayfalarda da örneklerine yer verildiği gibi, geçmişte müminlere en çok atılan iftiralardan biri deliliktir. Bediüzzaman Said Nursi de aynı iftira ile karşılaşmıştır.
1908 yılında, yine suni olarak oluşturulan sebeplerle, mahkemeye sevk edilmiş ve mahkemenin görevlendirdiği doktor heyeti kendisine ''akli dengesi bozuk'' raporu vermiştir. Daha sonra sevk edildiği akıl hastanesindeki doktor, Bediüzzaman'ın kendisiyle konuşması sonucunda ''bu adamda delilik varsa, dünyada akıllı yoktur'' diyerek, raporun asılsızlığını vurgulamıştır.
Bediüzzaman bundan sonra da söz konusu çevrelere ait basında sık sık delilik suçlamasıyla karşılaşmıştır. Din ahlakına karşı olan bazı çevrelere ait yayınlarda ''Said Nursi tımarhaneye de girip çıkmıştır'' gibi aldatıcı yorumlarla, bu büyük İslam alimini kendilerince halkın gözünde küçük düşürmeye çalışmışlardır. Ancak bu da, inkar edenlerin müminler aleyhinde kurdukları tüm tuzaklar gibi hiçbir zaman başarıya ulaşmamıştır.
Bediüzzaman ve talebeleri için öne sürülen iftiralardan biri de "İnanç Sömürücüleri" başlıklı yazı dizisi ile dönemin gazetelerinden birinde yer almıştır. Bu yazı dizisinde Said Nursi'nin talebeleri hakkında da Kuran'daki inkarcıların ''büyülenmişler'' iftirası tekrarlanmış ve ''bunlar sadece ve sadece dini bir taassupla ona bağlanmışlar, gözleri kafaları başka bir şeyi görmez, anlamaz olmuştu'' diye yazılmıştır. Görüldüğü gibi bunların tamamı geçmişte yaşayan müminlere yöneltilen iftiraların tamamen aynısıdır. Kuran'da geçmişte yaşamış ve Allah'ın gönderdiği elçilere tabi olmuş müminlerin de "düşük akıllılık", "sığ görüşlülük" gibi asılsız sözlerle itham edildikleri haber verilmiştir:
Ve (yine) kendilerine: "İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde: "Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. (Bakara Suresi, 13)
Kavminden, ileri gelen inkarcılar: "Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz" dedi. (Hud Suresi, 27)
Bu iftiralarla, Bediüzzaman'ın, çevresindeki gençlerin beyinlerini yıkadığı, bu gençlerin de, beyinleri yıkanacak kadar akıldan ve mantıktan yoksun insanlar oldukları imajı oluşturulmaya çalışılmıştır. Yani Bediüzzaman -tıpkı geçmişteki Müslümanların karşılaştıkları gibi- bir nevi "büyücülük"le itham edilmiştir.
Oysa, Bediüzzaman ve yanındaki müminler, akılları, vicdanları ve Kuran'ın rehberliği ile hareket eden aklı selim sahibi insanlardı. Ve bu iftiraları atanlar da aslında bunun böyle olduğunu çok iyi biliyorlardı. Nitekim bu iftiraların hiçbiri Bediüzzaman'a ve yanındaki Müslümanlara bir zarar verememiş; aksine baştan beri üzerinde durduğumuz gibi bu olaylar karşısında gösterdikleri sabır ve tevekkül onların manevi olgunluğunun, ahiretteki derecelerinin artmasına vesile olmuştur.
Bediüzzaman'a karşı yapılan suçlamalardan birisi de onun İslami hükümleri saptırarak, kendine göre bir din anlayışı savunduğu ve çevresindeki kişilere de bu sapkın dini telkin ettiği yalanıdır. Bediüzzaman'ın, Kuran ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnete uymadığı, kendine göre bir din uydurduğu şeklindeki yalanların amacı, kendi akıllarınca halkı ve konuyu ayrıntısıyla bilmeyen bazı dindar çevreleri kışkırtarak Bediüzzaman'ı onlara yanlış tanıtmaya çalışmak olmuştur.
Ancak inkarcı kesimin bu iftirası da bir işe yaramamıştır. Çünkü Bediüzzaman'a karşı ortaya atılan bu ''sapkınlık'' iddiasının, ayette bildirildiği gibi Hz. Nuh'a ''... gerçekte biz seni açıkça bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık' içinde görüyoruz'' (Araf Suresi, 60) diyen inkarcıların iftiralarının bir benzeri olduğunu akıl ve vicdan sahibi Müslümanlar açıkça görmüşlerdir.
Allah birçok ayetinde, inkarcıların her dönemde hileli düzenler kurduklarını bildirmektedir. Bu ayetlerden biri şöyledir:
Onlardan öncekiler de hileli-düzenler kurmuşlardı; fakat düzen kuruculuğun (tedbirlerin, karşılık vermelerin) tümü Allah'a aittir. Her bir nefsin ne kazandığını O bilir. Bu yurdun sonu kimindir, inkar edenler pek yakında bileceklerdir. (Rad Suresi, 42)
Bediüzzaman için de döneminin din karşıtı çevreleri, iftiralarını destekleyebilmek için benzer hileli düzenler kurmuşlardır. Bu düzenlerin örneklerinden biri "Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursi" adlı eserde anlatılmaktadır. Buna göre, bir içki dükkanında ''Said'in hizmetçisi Said'e rakı aldı'' diye yazılı bir kağıdın altına içki dükkanındaki sarhoşlardan imza alınmaya çalışılmıştır. Bu şekilde kendisine iftirada bulunulmuştur. Bu iftiranın amacı ise, Bediüzzaman'ı halkın gözünde kendilerince küçük düşürmek, dini yönden samimiyetsiz olduğu imajını vermektir.
Kendisine yönelik komploların bir başka örneğini, Bediüzzaman bir mektubunda anlatmaktadır. Bu iftirada da, Bediüzzaman'ın sabahlara kadar alem yaptığı ve ''fahişe ve namussuzların Bediüzzaman'ın evine girip çıktığı'' gibi son derece mantık dışı ve akılsız bir yalan söylenmiştir. Bu asılsız söylentiye karşı Bediüzzaman'ın verdiği cevap ise son derece açık ve nettir:
"Halbuki benim kapım geceleyin dışardan ve içerden kilitliydi ve sabaha kadar bir bekçi o bedbahtın (iftira atan adamın) emriyle kapımı bekliyordu." (Tarihçe-i Hayat, s. 451)
Görüldüğü gibi, halkı Bediüzzaman'dan soğutmak için onu fuhuşla, sarhoşlukla suçlayan çok çirkin iftiralar atılmıştır. Ancak elbette tüm bu iftiralar boşa çıkmış ve Bediüzzaman yürüttüğü iman hizmetine sabırla devam etmiştir. Kuran-ı Kerim'de, inkarcıların komplo ve tuzaklarının inananlara asla bir zarar veremeyeceği, sonucun mutlaka inananların hayrına olacağı şöyle bildirilmektedir:
… Ancak onlara bir uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu,) nefretlerinden başkasını artırmadı. (Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin kanunundan başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah'ın kanununda kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah'ın kanununda kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın. (Fatır Suresi, 42-43)
Bediüzzaman'ın kendisine atılan iftiralara ve aleyhinde kurulan düzenlere karşı tutumu da, Kuran'da bildirilen peygamberlerin ve salih müminlerin ahlakı ile benzer olmuştur. Bu iftiralara karşı son derece sabırlı ve mütevekkil bir tavır göstermiş, çevresindekilere ise şevki, neşesi, kararlılığı ve imanı ile herzaman güzel bir örnek teşkil etmiştir.
Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur'da, kendisine yöneltilen iftiralar sonucunda aldığı hapis cezasını ve kendisine çektirilen sıkıntıların güzel ve hayırlı yönlerini şöyle anlatmıştır:
"Benim şahsımı çürütmek fikriyle, hiç kimsenin inanmayacağı isnadlarda bulundular. Pek acib iftiraları işaaya çalıştılar. Fakat kimseyi inandıramadılar. Sonra pek âdi bahanelerle, zemheririn en şiddetli soğuk günlerinde beni tevkif ederek, büyük ve gâyet soğuk ve iki gün sobasız bir koğuşta tecrid-i mutlak içinde hapsettiler. Ben küçük odamda günde kaç defa soba yakar ve daima mangalımda ateş varken, zaafiyet ve hastalığımdan zor dayanabilirdim. Şimdi, bu vaziyette hem soğuktan bir sıtma, hem dehşetli bir sıkıntı ve hiddet içinde çırpınırken, bir inayet-i İlahiye ile bir hakikat kalbimde inkişaf etti. Manen: "Sen hapse Medrese-i Yûsufiye namı vermişsin; hem Denizli'de sıkıntınızdan bin derece ziyade hem ferah, hem mânevî kâr, hem oradaki mahpusların Nurlardan istifadeleri, hem büyük dairelerde Nurların fütuhatı gibi neticeler, size şekva yerinde binler şükrettirdi, her bir saat hapsinizi ve sıkıntınızı, on saat ibadet hükmüne getirdi; o fâni saatleri bâkileştirdi." (Lemalar, s. 244)
Bediüzzaman bir sözünde ise, çevresinde kendisiyle birlikte aynı iftira ve zulümlere maruz kalan müminlerin de, bu olaylardan dolayı ümitsizliğe kapılıp üzülmediklerini şöyle anlatmıştır:
"On aydan beri, münafıkların bir resmî memuru elde edip bütün desiseleriyle yaptıkları hücum en küçük bir şakirdi sarsmadı. O iftiraları hiç hükmündedir… böylelerden böyle iftiralar, binden bir tesiri bize olmadığı gibi, inşâAllah daire-i Nur'a da zararı olmayacak." (Şualar s. 410)
Bediüzzaman'ın ve çevresinde bulunan iman ehlinin zorluklara, iftiralara ve hileli düzenlere karşı gösterdikleri tavır, tüm Müslümanların kendilerine örnek alması gereken salih ve mütevekkil mümin tavrıdır. Allah Kuran'da Peygamberimiz (sav)'in şahsında tüm Müslümanlara, inkarcıların düzenleri karşısında nasıl davranmaları gerektiğini şöyle hatırlatmıştır:
Sabret; senin sabrın ancak Allah(ın yardımı) iledir. Onlar için hüzne kapılma ve kurmakta oldukları hileli-düzenlerden dolayı sıkıntıya düşme. Şüphesiz Allah korkup-sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir. (Nahl Suresi, 127-128)