Gafletten Kurtulmak İçin

Kuran okumak ve ayetler üzerinde düşünmek

Gaflet tehlikesine karşı en etkili çözüm, Allah'ın kullarına yol gösterici bir nur olarak indirdiği Kuran'ı okumak ve onun üzerinde düşünmektir. Kuran okumak insanın Allah'a yakınlaşarak, Rabbimiz'in üstün ilim ve kudretini kavramasını sağlar. Ayrıca insanın daha önce bilmediği, düşünmediği, düşünüp de cevabını bulamadığı birçok konuda en açık ve en doğru bilgiyi verir. Bu nedenle Kuran'ı samimi bir niyetle okuyan ve anlayan bir insan, kalbi tatmin bulmuş olarak Allah'a yönelir.

Samimi bir şekilde ayetler üzerinde düşünen insan düşünce ve tavırlarındaki yanlışların farkına varır. Bilmediği ya da önemsemediği için yaptığı ya da yapmadığı şeylerin önemini ve ciddiyetini anlar. Rabbimiz'in üstün ilim ve kudretini kavrar ve Allah'a karşı duyduğu korku ve sevgi artar. Allah Kuran'ın indiriliş amacını ayetlerinde şöyle haber vermektedir:

İşte bu (Kuran) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurma (bir belağ)dır. (İbrahim Suresi, 52)

Şüphesiz, bu Kuran, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan mü'minlere, onlar için gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir. (İsra Suresi, 9)

Kuran'ı dikkatli bir şekilde okuyan ve ayetler üzerinde düşünen insan, samimiyeti ölçüsünde zamanla ayetlerin tecellilerini çevresinde görmeye başlar; bu da her an Allah'ı hatırlamasına ve gafletten korunmasına vesile olur. Örneğin, Kuran'da tarif edilen inkarcı karakterini, zamanla etrafındaki kimi insanlar üzerinde fark etmeye başlar. Onları bekleyen sonsuz azaptan haberdar olduğu için de bu örnekler kendisine önemli bir ibret vesilesi olur. Bu şekilde Allah'ın izniyle gafletten sakınır ve gaflete karşı nasıl tedbir alması gerektiğini bilir. Yine insan ayetler üzerinde düşünüp cehennemdeki acının ve pişmanlığın şiddetini öğrenir, sonsuz ateş azabından Allah'ın dilemesi dışında kurtuluş olmayacağını düşünüp anlar. Aynı şekilde, cennetteki sonsuz nimetleri, güzellikleri ve güzel yaşamı tefekkür eder, Allah'ın rahmetini ve cennetini kazanmanın şevkini yaşar. Kuran'ı okuyan insan dünyada yaptığı herşeyin hesabını vereceğini ve yaptığı işlerin sonucunda cennete veya cehenneme gireceğini anlar. İşte bu gerçeğin bilincine varan insan gafil olmaktan, hakkı unutmaktan veya uygulamamaktan şiddetle kaçınır.

Allah'ın verdiği fırsatları değerlendirmek

Allah, varlığını hatırlamaları ve Kendisi'ne yönelmeleri için insanlara çeşitli şartlar ve ortamlar var eder. Sıkıntı ve zorluklar da bunlardandır. Kuran'da bir ayette, "Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar" (Tevbe Suresi, 126) şeklinde buyrulmaktadır. Bu sıkıntılı anlar, insanlar için gaflette olduklarını fark etmelerini sağlayacak büyük birer fırsattır. Çünkü Allah'a isyan halinde olan nefis böyle anlarda acizliğini anlar. Bu durumda vicdanı ön plana çıkan insan, hatalarını görür ve onlardan sakınmanın yollarını arar. Bu, insana tanınan büyük bir fırsattır. Nefsin acz içinde sesini kıstığı bu anlarda insan kendini Allah'a daha yakın hisseder. Ve o anda samimi bir yakınlıkla Allah'a yönelir. Böyle zamanlarda Allah'ın herşeye güç yetirdiğini, herşeyin Allah'tan geldiğini, bu bela ve sıkıntıların da ancak O'nun dilemesiyle sona ereceğini fark eder. Bu durum tevbe etmek ve Allah'a yönelmek için bir fırsattır. Allah Kuran'da bu samimi ruh haline kavuşan insanı şöyle haber vermektedir:

Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur. Öyle ki, siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmekteler iken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na 'gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)' olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: "And olsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden olacağız." Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi, 22-23)

Gaflet içindeki insan, kendisine Allah'tan başka yardım edecek bir güç olmadığını yalnızca kendini çok çaresiz hissettiği zaman fark edebilmektedir. Ancak sıkıntının sona ermesinden sonra yine Allah'ı unutup eski gafletine dalar. Bu durum Kuran'da şöyle belirtilmiştir:

İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara Bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi,12)

Örneğin doğal bir afet, insana ne kadar aciz olduğunu, Allah'ın sonsuz ilim ve kudret sahibi olduğunu, herşeyi kuşattığını, her an herşeyden haberdar olduğunu hatırlatır. İnsan Allah'tan korkması gerektiğini, çünkü O'nun herşeye güç yetirdiğini, her an Allah'ın azabıyla karşılaşabileceğini anlar. Oysa o insan daha önce Allah'ın emir ve yasaklarını göz ardı etmiş ya da sürekli ertelemiştir. Korku içinde olduğu anda kişinin şuuru açılır ve gerçekleri görmeye başlar. Bu tür afetlerin gaflet içindeki insanın gerçekleri görmesini sağlayarak, ahiretini kurtaracak çok büyük hatırlatıcı vazifesi vardır. Fakat, uyarılardan ve belalardan gereken dersi almayan ve samimi iman etmeyen kişiyi biraz rahatlığa ulaştığında gaflet örtüsü tekrar bürür. Bu çirkin ahlaktaki insan yine geçici olan dünyaya sarılarak, Allah'ın varlığını, emir ve yasaklarını göz ardı eder ya da unutur. Oysa gafletten kurtulmak için insanın kendisine tanınan bu fırsatları değerlendirmesi gerekir. Yaşadığı sıkıntıları, daha sonra Allah'ın ona verdiği rahatlığı sık sık düşünüp hemen Rabbimiz'e yönelmelidir.

Bu tür olayların, Allah'tan birer uyarı olabileceğini ve bunun da büyük bir nimet olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir. Allah bu şekilde sonsuz kudretini göstererek insanın gafletten uzaklaşmasına bir yol açar. Ancak insanın, gafletten kurtulmak için kendi başından sıkıntılı bir olay geçmesini beklemesi doğru değildir. Çünkü Allah insanı her an çevresinde meydana gelen olaylarla uyarmaktadır. Örneğin yakınlarının, çevresindekilerin yaşadığı zorlu, sıkıntılı bir olayla, başka bir şehirde ya da ülkede yaşanan doğal afetlerle veya savaşlarla da insanlar uyarılmaktadırlar. Bu uyarıları dikkate alan insan, aynı olayın kendi başına gelebileceğini, Allah'ın üstün gücü karşısında insanların ne kadar aciz ve çaresiz olduklarını düşünür. Bu da gafletten kurtulup, Allah'a yönelmesine sebep olacaktır. Nitekim Kuran'da Ad kavminin helak edilişi anlatılarak insanlar şöyle uyarılmaktadırlar:

Ad (halkın)a gelince; onlar da, uğultu yüklü, azgın bir kasırga ile helak edildiler. (Allah) Onu, yedi gece ve sekiz gün, aralık vermeksizin üzerlerine musallat etti. Öyle ki, o kavmin, orada sanki içi kof hurma kütükleriymiş gibi çarpılıp yere yıkıldığını görürsün. (Hakka Suresi, 6-7)

Kuran'da verilen helak ve azap örnekleriyle, insanların başkalarının başlarına gelen belalardan ibret alarak Allah'ın sonsuz ilim ve kudreti üzerinde düşünmeleri istenmektedir. Allah'ın gücünü insanlara hatırlatacak birçok örnek günlük hayatta sürekli insanların karşısına çıkar. Fakat insanların büyük kısmı, çaresizlik içindeki kimselerin durumlarını sadece üzüntüyle karşılamakla ve onlara acımakla yetinirler. Gördüklerinin aynı zamanda kendilerine bir uyarı olduğunun farkına varmazlar. Oysa insanların acizliklerini ve çaresizliklerini gösteren bu tür durumların tümü, insanlara gaflet perdelerini aralamaları için yapılan açık birer uyarı ve verilen yeni birer fırsattır. Bu fırsatları değerlendirip Allah'a yönelmek insanın gafletten kurtulmasına yardımcı olacaktır.

Allah'ın herşeyden haberdar olduğunu ve herşeyi çepeçevre kuşattığını bilmek

Allah, "İnsan, 'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor?" (Kıyamet Suresi, 36) ayetiyle insanlara her an Kendi hakimiyeti ve kontrolü altında olduklarını açıkça bildirmiştir. Ancak gaflet içindeki insan bunu düşünmekten ve anlamaktan uzaktır. Oysa bunu anlamak için birkaç dakika samimi bir şekilde, yaşamını sürdürmesi için gereken herşeyi -en ince ayrıntısına kadar- kendisinin yapmak ve kontrol etmek zorunda kaldığını düşünmesi yeterli olacaktır.

Örneğin şu anda bedenimizin içinde neler olup bittiğini bile bilmiyor ve bunlarla ilgilenme gereği duymuyoruz. Ama tüm organlarımız düzenli ve birbirleriyle uyumlu bir biçimde sürekli çalışıyor. Kendi başımıza kaldığımıza göre ilk olarak yaşamımızı sürdürebilmemiz için düzenli bir şekilde oksijen almamız, düzenli bir şekilde kalbimizin atmasını, kan dolaşımımızı sağlamamız, mide asidini dengede tutmamız, sindirimimizi gerçekleştirmemiz ve bunun gibi milyonlarca işlemi kontrolümüz altına almamız gerekir. Vücudumuzun içinde gerçekleşen olayları kontrol altına aldığımızı -her ne kadar imkansız olsa da- düşünelim. Örneğin uyuduğumuzda bu işleri bizim yerimize kim devam ettirecek? Nitekim, uyurken de bütün organlarımızın çalışmaya devam etmesi gerekmektedir. Sadece kalbimizin birkaç dakika kontrolümüz dışında kalarak, durması bile hayatımızın sona ermesi için yeterlidir; ancak aynı zamanda uyumamız gerektiği de diğer önemli bir gerçektir. Kendi başımıza kaldığımızda yapmamız gerekenler bu kadarla da sınırlı değildir. Çünkü yaşamamızı sağlayan dış etkenleri de, artık bizim temin etmemiz gerekir.

Gayet açıktır ki, kendi bedenimiz bile kontrolümüz altında değilken, bizim dışımızdaki dünyayı ve evreni içine alan sonsuz sayıdaki ince ayar ve denge üzerine kurulu olan sisteme müdahale etmemiz sadece hayal gücümüzün genişliğini göstermekten ibaret kalacaktır. Bunları düşünüp de kendi bedeni dahil, hiçbir varlığı kontrol etmesinin mümkün olmadığını kavrayan her insan, kendi başına olmadığını, herşeyi üstün ilim ve kudret sahibi olan Allah'ın kontrol ettiğini anlayacaktır. Kainattaki canlı-cansız her varlığın Allah'ın yaratmasıyla meydana geldiğini ve O'nun kontrolünde olduğunu kavrayacaktır. Bunları anlamak, insanın içinde bulunduğu gafletten kurtulmasını sağlayacak ve her an Allah'ın kendini gördüğünü düşünerek hareket etmesine vesile olacaktır. Allah her an insanları gözetimi altında tutmakta, onları ve işledikleri fiilleri an ve an yaratmaktadır. Allah'ın her an insanları sarıp kuşattığı, "... Muhakkak Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır." (İsra Suresi, 60) ayetiyle haber verilmiştir. Allah'ın kendisini çepeçevre kuşattığının bilincinde olan mümin, gizli ya da açık yaptığı veya konuştuğu herşeyi, içinde bulunduğu her durumu Allah'ın bildiğini bilir. Her ortamda ve her an O'nun yanında olduğunu da bilir. Bu durum Kuran'da şöyle tarif edilir:

Allah'ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir. (Mücadele Suresi, 7)

Ayette açık olarak tarif edilen bu gerçek, samimi bir biçimde üzerinde düşünüldüğünde insanı gafletten kurtarmaya yeter. Gerçekleri idrak etmesine, hem dünyada hem de ahirette güzel bir yaşam sürmesine vesile olur. Çünkü kendisinin sürekli Allah'ın hükmü ve kontrolü altında olduğunu bilerek Allah'ın rızasının dışına çıkmaktan şiddetle korkup sakınacaktır. Yaptığı tüm güzel şeyleri ve iyilikleri de Allah'ın gördüğünü bilecek ve mükafatlandırılacağı gün için sevinç ve neşe duyacaktır. Herşeyin kendi özel imtihanı gereği gerçekleştiğini kavradığı için herşeyin kendisi için hayır olduğunu bilerek, bu anlarda güzel bir sabır gösterecektir. Bu sabrı ve güzel davranışları neticesinde ise, Allah'ın izniyle O'nun tüm inananlara vaat ettiği cennete kavuşacaktır.

Allah'ın yarattıklarını detaylarıyla bilmek

Bilgi gafletten kurtulmayı sağlayan en önemli etkenlerden biridir. Evreni saran yaratılış delillerini araştırmak, görmek ve anlamak insanın üzerinden gafleti dağıtır ve uzaklaştırır. Allah'ın üstün ilim ve kudreti, ancak böyle ciddi bir araştırma ve tefekkürle hakkıyla takdir edilebilir. Allah, "Biz, bir 'oyun ve oyalanma konusu' olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık" (Enbiya Suresi,16) ayetiyle evrenin ve içindeki varlıkların özel bir hikmet üzere yaratıldığını bildirmektedir.

Gerçekte, tüm yaratılmışlar Allah'ın varlığının açık delilleridir. Bu deliller üzerinde detaylı bilgi edinmek, detaylardaki üstün aklın tecellilerini görmeye sebep olacaktır. Allah'ın her yarattığının çok mükemmel sistemlerden oluştuğu, detayların incelenmesiyle kolaylıkla fark edilir. Bu detaylar karşısında insan, Allah'ın varlığını kesin olarak kavrayarak, O'nun üstün güç ve kudretinin farkına varır, O'nun varlığını her an hisseder. Gözlerini kör eden ve şuurunu işlemez hale getiren gaflet perdesini aralamayı ve samimi bir şekilde yapacağı derin tefekkürlerle de bu perdeyi tamamen kaldırmayı başarır.

Örneğin insan kendi vücudu ve yaratılışı hakkında detaylı bilgi edinerek Allah'ın üstün sanatını ve ilmini görebilir. Nitekim insanın yaratılışı, başlı başına gafleti dağıtan mucizevi olaylar zincirinden oluşur: Tek bir hücrenin içindeki genetik şifreden çoğalarak mükemmel sistemlere sahip bir canlıya dönüşen insan, tek başına Allah'ın varlığının, üstün aklının ve gücünün büyük bir delilidir: Birbirinden ayrı yerlerde ve ayrı canlılar içinde üretilen yumurta ve spermin tam bir uyum içinde birleşerek döllenmesi, tek tip hücrenin çoğalıp farklılaşarak kemikleri, kasları, organları, gözleri, el ve ayakları, bunlardaki kompleks sistemleri meydana getirmesi, daha sonra anne karnından ayrılan bu organizmanın görmesi, konuşması, yürümesi, gülmesi, ağlaması, duygulara sahip olması...

Günümüzdeki araştırma teknikleri sayesinde artık evrenin en uzak noktalarından okyanusların en derin yerlerine kadar gözlemler yapılabilmekte, buralardaki tüm varlıklar ve olaylar hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşmak gitgide daha kolay bir hale gelmektedir. İşte bu olaylar ve varlıklardaki yaratılış mucizeleri hakkında detaylı bilgi sahibi olan, düşünen ve "… Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru" (Al-i İmran Suresi, 191) diyen samimi ve vicdanlı her insan, Allah'ın izniyle gaflet perdesinden kurtulacaktır.

Gafletten kurtulan insan, Allah'ın bu açık delilleri karşısında kesin bir bilgiyle iman ederken, O'nun üstün sıfatlarını da tanır, Allah'a daha çok yakınlaşır ve artık her işinde O'nun rızasını gözetmeye başlar.

Dünyanın kısa ve geçici olduğunu bilmek

Dünya hayatı bir gün aniden yok olacak ve insan ebediyen yaşayacağı ahiret yurduna geçecektir. Oysa dünya hayatının geçici ve son derece kısa olduğunu fark edemeyen gaflet içindeki insan, büyük bir tutku ve hırsla dünyaya bağlanmıştır ve sadece dünya için yaşamaktadır. Çocukluğundan itibaren sürekli geleceğe dönük planlar yapar, hayatını istekleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışır. Ömrü, bu oyalanmalarla, dünyanın ne kadar kısa ve geçici olduğunu düşünmeden aniden son bulur. Tıpkı gördüğü ve uzun sürdüğünü sandığı, ama aslında uyuduğu sürenin yalnızca birkaç saniyesini kaplayan rüyanın sona ermesi gibi... Ahirette, dünya hayatının sadece bir rüya gibi çok kısa sürdüğünü, kesin olarak yanıldığını anlar. Ahirette insanların kendi aralarında dünya hayatının kısalığına dair yaptıkları konuşma Kuran'da şöyle bildirilir:

Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor." Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz" (Müminun Suresi, 112-114)

Ayette geçen "bir gün ya da bir günün birazı kadar" ifadesi çok uzun sanılan ömrün ne kadar kısa olduğunu açıkça belirtmektedir. Bu, Allah Katından bildirilmiş açık bir gerçek iken insan neyi neye tercih edeceğini çok iyi düşünmelidir. Sonsuz cenneti mi, yoksa çok kısa süreli dünyayı mı hedefleyerek hareket edecektir? İnsanın arzularını belirlerken üzerinde düşünmesi gereken en önemli unsur, kısa ve geçici olan dünya hayatının faydasının da yine kısa ve geçici olacağıdır. Bu nedenle dünyayı, asıl yurdumuz olan ahirete gitmek için bir bekleme salonu olarak düşünmek gerekir. Bir bekleme salonundaki eşyaların ve orada yaşanan olayların insanı ne kadar ilgilendireceği açıktır. Hiçbir yolcu, bekleme salonunda uzun bir süre kalacakmış gibi oraya yerleşip, bütün planlarını bu bekleme salonuna göre yapmaz. Çünkü burada çok kısa bir süre kalacaktır. Burada dışarıyı düşünmeden yalnızca bekleme salonunu göz önüne alarak aldığı kararlar ya da yaptığı hareketlerin dışarda bir faydası olmayacaktır. Aynı şekilde, dünya için yapılan hiçbir şeyin de ahirette bir faydası olmayacaktır. Bu nedenle dünya için yapılan işlerin eninde sonunda Kuran'da bildirildiği üzere, bir serap gibi yok olacağını bilmek gerekir. Kuran'da bunun haber verildiği ayet şöyledir:

İnkâr edenler ise, onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)

Ayette açıkça bildirildiği gibi, dünya için yapılanların hepsi birgün yok olup gidecek ve insan yalnız Allah rızası için yaptıklarıyla Rabbimiz'in huzurunda hesap verecektir. İşte o an insan yanılgısını farkedecek ve cehennem azabı karşısında sonsuz bir çaresizlik ve pişmanlık duymaya başlayacaktır. Gaflet halinin sona erdiği, tüm gerçekleri birer birer fark ettiği o anda dünya hayatına geri dönerek, Allah'ın emir ve yasaklarına uygun bir hayat yaşamak isteyecektir. Ancak bunun için çok geç kalmıştır. Çünkü artık geri dönüş yoktur:

İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur. (Fatır Suresi, 37)

Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız" (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen. (Secde Suresi,12)

İnsanın Allah'ın huzuruna yalnız başına getirileceği bu günle karşılaşmadan önce dünya hayatının ne kadar kısa ve geçici olduğunu anlaması ve tefekkür etmesi gerekmektedir. Dünyanın çok kısa bir süre sonunda mutlaka sona ereceği düşüncesi, insanın boş ve yararsız işlerden yüz çevirmesine, dünya hayatındaki kısa zamanını en iyi şekilde değerlendirerek, içinde bulunduğu gafletten kurtulmasına vesile olacaktır.

"Geçici Dünya Hayatını İsteyerek Ahiretten Gafil Olmak Büyük Bir Kayıptır"

ADNAN OKTAR: "Onlardan bazı gruplara, kendilerini denemek için yararlandırdığımız dünya hayatının süsüne gözünü dikme. (Hicr Suresi, 88)" Mesela diyor ki, "kızım" diyor yahut "oğlum şimdi istikbal seni bekliyor" diyor. "Ne olacak" diyor. "Şimdi okuyorsun sen, okulu bitireceksin" diyor, "okulu bitirdi, adam olacaksın" diyor "işe yerleşeceksin, tamam yerleşeceksin, bol maaş alacaksın" diyor. "Sonra ne olacak" diyor, "sonra evleneceksin" diyor, "sonra çocukların olacak" diyor, peki sonra ne olacak diyor, "sonra da öleceksin" diyor. Yani bu çok anormal bir şey, buna kilitlenmesi bir insanın, değil mi? Çünkü doğurduğu çocuklar da ölüyor, kendisi de ölüyor. Demek ki insanların hedefi bu değil. İnsanın hedefi; Allah'ın rızası, rahmetidir, her şeyin üzerinde Allah'ın rızasını kazanmaktır. Allah'ın rızasını kazanırken her Müslüman sadece okuluna işine gidebilir, evlenmenin peşinde olur, riskten çekinebilir. Yani mesela ben de öyle istesem kendi evimde otururdum. Ne beni tutuklarlardı ne hapse girerdim, ne aleyhimde basında bir yazı çıkardı, değil mi? Ne akıl hastanesine konurdum, ne böyle yargılanırdım, hiçbir şey de olmazdı yani. Kendi halimde yaşardım ama sonunda da herhalde cehenneme giderdik Allah esirgesin, değil mi? Onun için onu bir uyanıklık bilmek, anormal bir harekettir. Yani kendini feda eden, Allah rızası için gayret eden Müslümanları böyle zayıf akıllı görüp, bu gibi dünyevi hedeflerde de kendini akıllı görmek, bilakis tam ters harekettir. Bunun böyle olduğunu ahirette görmüş olacaklar. Dünya hayatı çok kısadır. Biz buraya doğup, büyüyüp, üreyip ölmeye gelmedik; bu hayvanların vasfıdır. Yani doğar, büyür, ürer ve ölür. Hayvanın tarifinde bu vardır. İnsanın amacı bu değildir. İnsan doğar, Allah'a kul olur, Allah'ın rızasını kazanmak için gayret eder, Kuran ahlakını yaşamaya gayret eder, Allah rızası için kendini feda eder ve cenneti hedefler. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri saflığından veyahut az düşünmesinden dolayı 30 yıl hapiste yatmadı. O, 30 yıl hapiste yatarken, o çileleri çekerken, birçok aile namazını kılıp, orucunu tutup, kendi evlerinde hem ticaretlerini yaptılar hem yemeleri içmeleri yerinde oldu hem evlendiler. Fakat kendilerini aynı eşit kategoride görüyorlar. Bu böyle değil. Allah onlara tek tek bunları sorar. Bediüzaman'ın yaptığı doğru olandır. Yani kendisini uyanık zannetmek bilakis tam uyanık olmadığını gösterir o insanın. Uyanık olan, Allah'a tam teslim olan insandır, değil mi? (Adnan Oktar'ın Samsun Aks TV röportajından, 27 Ocak 2010)

Ölümü düşünmek

İnsana dünyada belirli bir süre verilmiştir. Bu süre bittiğinde ölümle mutlaka karşılaşacaktır. Kuran'da her insanın bir gün mutlaka ölümle karşılaşacağı şöyle haber verilir:

De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahade edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8)

Ölüm, kendisinden kaçan, korkan ve öleceğini hiç düşünmeyen gaflet içindeki insanlar dahil tüm insanlara gelecektir. Ancak gaflet içinde Allah'ın hükümlerini göz ardı eden insanlarla iman eden insanların, ölüm anında yaşayacakları farklı olacaktır. İnkar edenler hiç beklemedikleri bir anda ölümle yüz yüze gelince dehşete kapılacak ve büyük bir korku yaşayacaklardır. Ayrıca canları büyük bir acıyla alınacaktır. İnkar edenlerin, canlarının alınışı Kuran'da şöyle tarif edilmektedir:

Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? (Muhammed Suresi, 27)

Kuran'da bildirildiği gibi, inkar edenlerin canları acı içinde alınacaktır. Bu anda, uğrunda hırs göstererek Allah'ın emir ve yasaklarını göz ardı ettiği herşeyin önemini yitirdiğini görecektir. Hayatı boyunca en çok değer verdiği ailesi, arkadaşları, akrabaları, çok sevdiği işi, arabası, evi, malı-mülkü hepsi tamamen değerini yitirir. Artık çaresiz ve yalnız kalmış, korkusu daha da artmıştır. Bu durumda inkar eden kişi tüm hayatını boşa geçirdiğini ve Allah'ın rızasına yönelik hiçbir şey yapmadığını fark ederek derin bir pişmanlık duyar. Korku ve pişmanlık içinde azaptan kurtulabilmek için çareler arar ve bütün sevdiklerini feda etmek ister. Allah Kuran'da inkar eden kişinin kıyamet gününde içine düştüğü bu durumu şöyle tarif etmektedir:

(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; kendi eşini ve kardeşini, ve onu barındıran aşiretini de; yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir. (Mearic Suresi, 10-15)

Ayette açıkça bildirildiği gibi, Allah'tan gafil yaşamış insan canını verecek kadar çok sevdiği yakınlarını, tutkuyla bağlı olduğu tüm dünya nimetlerini cehennem azabına karşılık vermek isteyecektir. Ancak kendisine dünyada sahip olduğu hiçbir şeyin faydası olmayacak, ebediyen kalmak üzere cehennem halkı arasına katılmaktan kendisini kurtaramayacaktır.

Gaflet içinde inkarda direnen insanların canları acı içinde alınırken, iman edenlerin canları ise kolaylıkla alınır. Gafletten korunmaya çalışan, iman etmiş insanların ölüm zamanı geldiğinde, canları melekler tarafından güzel bir şekilde alınarak cennetlere yerleştirilirler. Kuran'da iman edenlerin canlarının alınışı şöyle tarif edilmektedir:

Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl Suresi, 32)

O anda mümin, Allah'ın kendisine verdiği nimetleri, dünyada kalanlara duyurarak onları uyarmak ister. Müminlerin bu tavrı Kuran'da şöyle bildirilir:

Ona: "Cennete gir" denildi. O da: "Keşke benim kavmim de bir bilseydi" dedi. "Rabbimin beni bağışladığını ve ağırlananlardan kıldığını." (Yasin Suresi, 26-27)

Canının güzel bir şekilde alınmasını ve cennette ebedi bir hayat sürmeyi arzulayan her insan, gafletten kurtulmadığı takdirde ölüm anında yaşayacaklarını düşünmelidir. Dünyada canı yandığı ve acı duyduğu anlarda hissettiklerinin kat kat fazlasını ölüm anından itibaren ebediyen yaşayacağını tefekkür etmelidir. Bu azabı düşünüp, her an ölümle karışacağını bilen, korkuyla, gönülden Allah'a yönelen her insan içinde bulunduğu gafletin farkına varacaktır. Dolayısıyla da Allah'ın emir ve yasaklarına uyarak, göstereceği ciddi çabayla gafletten kurtulacaktır.

Asıl yurdun ahiret olduğunu bilmek

Asıl yurdun ahiret olduğunun şuurunda olmayan gaflet içindeki insanlar dünyada sürekli olarak rahat edecekleri daha iyi yerler ve imkanlar ararlar. Örneğin dar gelirli, evi olmayan biri hep kiradan kurtulacağı anı düşünür. Bir evinin olması onun en büyük idealidir. Bu uğurda sıkıntıya girer, ömrünün büyük bir kısmı ev ve diğer ihtiyaçları için taksit ödeyerek geçer. Bir başkası apartman dairesinden müstakil eve geçmeyi, bir diğeri ise, geniş arazili bir çiftliğe sahip olmayı düşünür. Ama Allah'ın ahirette vaat ettiği cennet mülklerinin varlığına inanmadığı ya da bu ihtimali kendince çok uzak gördüğü için bunlara ulaşmakta en ufak bir çaba bile göstermez. Oysa müminler, cennete ve oradaki nimetlere kavuşmak için yarışırlar. Allah gaflet içinde dünya nimetlerine sahip olmak için adeta diğer insanlarla yarışarak çaba harcayanları, Kuran'da şöyle uyarmaktadır:

Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. (Al-i İmran Suresi, 133)

Rabbinizden olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) 'çaba gösterip-yarışın,' ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah'a ve Resûlüne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah'ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir. (Hadid Suresi, 21)

Ahiret yurdunun varlığını kavrayamayan gafil kimselerin ortak özelliği, dünyada tatmin bulacakları yer ve imkanlara sahip olmaktır. Bunu büyük bir tutkuyla arzu ederler. Fakat elde ettikleri bütün bu değerler onları, sandıkları gibi çok mutlu edip, dertsiz kedersiz yaşamalarını sağlamaz. Çünkü dünya hayatında sahip olunan herşey eskiyip çürüyecek, bozulup yok olacaktır. Buna kişinin kendi bedeni de dahildir. Bu nedenle gaflet içindeki insanlar, sevdikleri ve değer verdikleri şeylere zarar geleceği korkusuyla sürekli tedirgin yaşarlar. Kendilerine çok kısa bir süreden başka hiçbir yarar sağlamayacak bu değerlere karşı insanlar Kuran'da şöyle uyarılırlar:

Ey kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma) dır. Şüphesiz ahiret, (asıl) karar kılınan yurt odur. (Mümin Suresi, 39)

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)

Kuran'da insanlara dünya nimetlerinin geçici olduğu, asıl nimetlerin ahirette bulunduğu bu ayetlerle açıkça bildirilmiştir.

Bu dünyanın geçiciliğinin farkına varmak, gaflet içinde olan bir insanın gafletten kurtulmasına vesile olur. İnsan, geçici fayda sağlayan dünya nimetlerine duyduğu tutkulu isteklerden arınır, sonsuz güzellikteki cennet nimetlerini ve Allah'ın rızasını kazanmaya yönelir. Allah Kuran'da bu hükmünü şöyle bildirmektedir:

Gerçek şu ki, ebrar olanlar, elbette nimetler içindedirler. Tahtlar üzerinde bakıp-seyretmektedirler. Nimetin parıltılı-sevincini sen onların yüzlerinde tanırsın. Onlara mühürlü, katıksız bir şaraptan içirilir. Ki onun sonu misktir. Şu halde yarışmak isteyenler, bunun için yarışsınlar. (Mutaffifin Suresi, 22-26)

Ahiretten geri dönüşün olmadığını bilmek

Gaflet içindeki insanın kendini kandırdığı konulardan biri de, kendisine bir fırsat daha tanınacağı yanılgısıdır. Hatta bu düşünce bazı çevrelerde reenkarnasyon adı verilen batıl bir inanış haline bile getirilmiştir. Gafil insan ne kadar hata yaparsa yapsın, öldükten sonra tekrar dünyaya dönerek, bunları telafi etme imkanına sahip olacağını zanneder. Bu nedenle öldükten sonra Allah'tan son bir umutla geri dönmeyi ister. İnkar edenlerin, bu istekleri Kuran'da şöyle bildirilir:

Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız" (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen. (Secde Suresi, 12)

Bu durumun ayetlerde bildirilmesinin bir hikmeti de geri dönüşü olmayan günden önce insanların kaçınılmaz olan bu gerçeği bilmesi, aksine kuruntulara kapılmadan Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışmalarıdır. Ancak Allah'ın bildirip uyardığı ahiret azabının şiddetini düşünmeyen buna bir türlü ihtimal vermeyen, kesin bilgiyle inanmayan insan, sonunda mutlaka Allah'ın huzurunda bu gerçekle yüz yüze gelecektir. Bunu ısrarla anlamazlıktan gelen derin gaflet içindeki insanın hala kendisine bir fırsat daha verileceğini düşünmesi, aslında kendini kandırmasından başka bir şey değildir. Azabı hak eden insan, pişmanlığını ahiret gününde dile getirecektir. Kuran'da cehennem halkının pişmanlıklarını içeren konuşmalar bildirilerek insanlar uyarılmaktadırlar. Bu ayetlerden biri de şöyledir:

Ya da azabı gördüğü zaman: "Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan edenlerden olsaydım" (diyeceği günden sakının). (Zümer Suresi, 58)

Gafletten kurtulmak ve bu ifadelerin sahibi olmamak için insanın iyice düşünmesi ve Allah'ın azabından şiddetle korkup sakınması gerekir. Azabı hak eden gafil insanların en büyük yanılgıları, ahiret yurdunu dünya hayatıyla karşılaştırmalarıdır. Allah'ın sorgusunu, cenneti ve cehennemi, dünyada yaşadıkları olaylarla kıyaslarlar. Dünyadaki gibi ahirette de herşeyin bir telafisi olacağını düşünerek kendilerini kandırırlar. Örneğin dünyada sınıfta kalsa, okuldan atılsa bile sonradan affedileceğini düşünür. Hapisteki bir insanın da bir gün süresi belirli olan cezası bitecek, serbest kalacaktır. Nitekim dünyadaki sıkıntılar ömür boyu sürmez, belli bir süre sonra biter. İşte gafil kişiler, ahirette de bu tür imkanlar ve fırsatlar olduğu inancıyla dünyada korkusuzca her türlü sınır tanımazlığı yaparlar. Oysa telafilerin yapılacağı, fırsatların değerlendirileceği yegane mekan dünyadır. Ahiret ise, karşılıkların verildiği yerdir. Bu nedenle, kişinin ebediyen sürecek cehennem azabına neden olan bu gaflet halinden kurtulması için, ahiretten geri dönüşün kesin olarak mümkün olmadığını ve ahirette hiçbir suçu telafi imkanının bulunmadığını tefekkür etmesi gerekir.

Cehennemin ne kadar azap verici bir mekan olduğunu ve orada Allah'ın dilemesi dışında sonsuza dek kalınacağını bilmek

Gafletteki kişi, ölümü uzak gördüğü gibi cennet ve cehennemi de kendinden uzak görür. Oysa ölüm ne kadar kesin ve gerçek ise, cennet ve cehennem de o kadar kesin ve gerçektir. Orada dünyadakinden çok daha net ve gerçek bir ortam vardır. Ve şurası çok kesin bir gerçektir ki, dünyadaki herkes mutlaka bu iki yerden birine girecek ve ebediyen de orada kalacaktır.

Cehennemi net ve kesin bir gerçek olarak bilip düşünmek ise, insandaki Allah korkusunu ve cennet özlemini artırır. Cehennemin nasıl bir azap yurdu olduğunu tefekkür etmek için Kuran'da yapılan cehennem tasvirleri üzerinde dikkatle düşünmek gerekir. Kuran'da cehennemin tasvirinin yapıldığı ayetlerden bazıları şöyledir:

O gün suçlu-günahkarların (sıkı) bukağılara vurulduklarını görürsün. Giyimleri katrandandır, yüzlerini ateş bürümektedir. (İbrahim Suresi, 49-50)

... Şüphesiz Biz zalimlere bir ateş hazırlamışız, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Eğer onlar yardım isterlerse, katı bir sıvı gibi yüzleri kavurup-yakan bir su ile yardım edilirler. Ne kötü bir içkidir o ve ne kötü bir destektir. (Kehf Suresi, 29)

... İşte o inkâr edenler, onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir; başları üstünden de kaynar su dökülür. Bununla karınları içinde olanlar ve derileri eritilmiş olur. Onlar için demirden kamçılar vardır. Ne zaman ordan, sarsıcı-üzüntüden çıkmak isterlerse, oraya geri çevrilirler ve (onlara:) "Yakıcı azabı tadın" (denir). (Hac Suresi, 19-22)

Ateş, onların yüzlerini yalayarak yakar da onun içinde onlar, (etleri sıyrılmış olarak sırıtan) dişleriyle kalıverirler. (Müminun Suresi, 104)

(Ateş,) Onları uzak bir yerden gördüğünde, onlar bunun gazablı öfkesini ve uğultusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yokoluşu isteyip-çağırırlar. Bugün bir yok oluşu çağırmayın, birçok (kere) yok oluşu isteyip-çağırın. De ki: "Bu mu daha hayırlı, yoksa takva sahiplerine va'dedilen ebedi cennet mi? Ki onlar için bir mükafat ve son duraktır." (Furkan Suresi, 12-15)

Dünyada en ufak bir acıya dahi tahammül edemeyen insan, bu acı ve ızdırap ortamını samimi bir şekilde düşünürse, cehennem azabının -Kuran'da tarif edildiği üzere- dünyaki hiçbir acı ile kıyas kabul etmeyecek derecede dehşetli olduğunu görür. Cehennemde ne azabın sona ermesi ne de ölmek yoktur. Kuran'da cehennem azabının süresiz olduğunu bildiren ayetlerden bazıları şöyledir:

(Orada) Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkacak değiller. Onlar için sürekli bir azab vardır. (Maide Suresi, 37)

Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa onlar ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 81)

Cehennemde sürekli olarak, büyük bir acı çekileceği, oradan hiçbir şekilde kurtuluşun olmadığı, acıların hiç son bulmayacağı, acıya karşı bir bağışıklık ya da alışkanlık da olmayacağı çok açık bir gerçektir. Bunları vicdanlı ve samimi bir biçimde tefekkür etmek insanın Allah korkusunu artırarak şuurunun açılmasına, gafletten kurtularak Allah'ın rızasını aramasına vesile olur.

Böyle olmakla beraber Allah'tan bir rahmet olarak Peygamber Efendimiz (sav)'in şöyle bir hadisi de vardır:

Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdular: "Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır." Ebu Said der ki: "Kim (bu ihbarın ifade ettiği hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti okusun: "Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz..." (Nisa Suresi, 40) (Tirmizi, Sıfatu Cehennem 10, (2601))

Sonsuzluğu kavramak

İnsanların bir kısmı sonsuzluk kavramını düşünmek konusunda da genelde tembellik ederler. Sonsuzluğun asla bitmeyecek, sonu gelmeyecek, tükenmeyecek bir zamanı ifade ettiğini, gereği gibi düşünüp anlamaya çalışmazlar. Sonsuzluğu, yalnızca çok uzun yılları, asırları ifade eden bir kavram gibi kabul ederler.

Oysa "sonsuzluk" çok farklı bir kavramdır. Sonsuzluk, bir insanın ömrü kadar süre değildir. Birkaç insan nesli kadar bir süre de değildir. Sonsuzluk bin yıl değil, on bin yıl değil, yüz bin yıl değil, milyon veya milyar yıl değil, hatta trilyon yıl da değildir. Sonsuzluk bunların tamamının dışında, hiçbir sona ulaşmayan, asla bitip tükenmeyen bir zamanı ifade eder.

İşte bu gerçeği düşünen insan sonsuz yaşamını cehennemde geçirme tehlikesini asla göze alamaz. Dünyada bir an bile dayanamadığı kadar şiddetli azapları, bitip tükenmesi olmayan zamanlar boyunca hissetmeyi tercih edemez. Dolayısıyla sonsuzluğu düşünmek gafil olan insanı uyandırır, kendine getirir ve Allah'ın razı olacağı işler yapma konusunda harekete geçirir. Sonsuz cehennem hayatından korkan imanlı bir insan, aynı zamanda sonsuz cennet nimetleri içinde yaşama imkanı olduğunu da düşünür ve dünyadaki kısa süren yaşamı bir an bile sonsuz ahiret hayatına tercih etmez.

Cennetin güzelliğini bilmek

Cennet, geçici olan dünya hayatında yapılan salih amellerin, Allah'tan korkmanın, Allah'ın rızasını kazanmanın güzel karşılığıdır. Allah Kuran'da insana bu vaadini şöyle bildirmektedir:

İman edip salih amellerde bulunanlar, Biz onları altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Bu, Allah'ın gerçek olan vaadidir. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır? (Nisa Suresi, 122)

Cennette sadece güzel bahçelerin yer aldığını düşünmek son derece yanlış bir bakış açısı olur. Herşeyden önce, insan orada en güzel biçimde yeni bir yaratılışla yaratılmıştır ve sonsuz nimetler içerisindedir. Ayrıca, cennet bütün duyuların çok daha keskin olduğu, herşeyden çok fazla zevk alınan bir ortamdır. Dünyada çok kısa süren zevkler orada sonsuzdur. Allah dünyadaki nimetleri bir örnek olarak yaratmıştır. Asılları ise cennettedir. Oradaki nimetlere kavuşunca, insan dünyadaki nimetlerle benzerliklerini fark edecektir ama artık bu nimetler çok daha mükemmel ve tükenmez bir haldedir. Bunların yanı sıra, bedensel kusurların hiçbiri cennette yaratılmaz. Herkes çok güzeldir. Çok güzel bir şekilde yaratılmış olan insanın artık fiziksel yönden eksiklikleri de yoktur. Örneğin terlemez, kötü kokmaz, tuvalet ihtiyacı olmaz, hastalanmaz. Acıktığı ya da vücudunun ihtiyacı olduğu için değil, sadece zevk için yer. Bu nimetler için çalışması gerekmez. Orada arzuladığı ve aklına hayaline gelmeyecek her tür eğlence, muhteşem bir mimari ve teknoloji, mükemmel ve kusursuz bir düzen vardır.

Dünyada eksik olan ve özlemi duyulan bütün hareket ve tavırlar cennette tamdır. Allah'ın emrettiği güzel ahlak orada tam olarak yaşanır. Orada gıybet, iftira, çekiştirme, küfür, yalan, riya, haset, kibir, sadakatsizlik ve kin yoktur. Selam, esenlik ve Allah'ın rızası vardır. Kuran'da cennetin tarif edildiği ayetlerden bazıları şöyledir:

Adn cennetleri (onlarındır); oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipek(ten)dir. (Fatır Suresi, 33)

Gerçek şu ki, bugün cennet halkı, 'sevinç ve mutluluk dolu' bir meşguliyet içindedirler. Kendileri ve eşleri, gölgeliklerde, tahtlar üzerinde yaslanmışlardır. Orada taptaze-meyveler onların ve istek duydukları herşey onlarındır. Çok esirgeyen Rabb'dan onlara bir de sözlü "Selam" (vardır). (Yasin Suresi, 55-58)

Nimetlerle donatılmış (naim) cennetlerde. Birbirlerine karşı, tahtlar üzerinde (otururlar). Kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır. Bembeyaz; içenlere lezzet (veren bir içki). Onda ne bir gaile vardır, ne de kendilerinden geçip, akılları çelinir. Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş iri gözlü kadınlar vardır. Sanki onlar, saklı bir yumurta gibi (çarpıcı ve pürüzsüz). (Saffat Suresi, 43-49)

Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız. (Zuhruf Suresi, 71)

Ayetlerde de tarif edildiği gibi cennet, insanın hayal bile edemeyeceği güzelliklerin ve nefsin arzu ettiği herşeyin mükemmel bir şekilde yaratıldığı, sonsuz esenlik yurdudur. Ancak, yine Kuran'da bildirildiği gibi cennet sadece iman edip, salih amellerde bulunanlar için hazırlanmıştır. Bunun açıkça bildirildiği ayetlerden bazıları şöyledir:

İman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Onda onlar için tertemiz kılınmış eşler vardır. Ve onları, 'ne sıcak-ne soğuk, tam kararında gölgeliğe' sokacağız. (Nisa Suresi, 57)

İman edip salih amellerde bulunanlar ve 'Rablerine kalbleri tatmin bulmuş olarak bağlananlar', işte bunlar da cennetin halkıdırlar. Onda süresiz kalacaklardır. (Hud Suresi, 23)

Kuran ayetlerindeki cennet tasvirlerini bilip tefekkür etmek gafletin dağılması ve dünya hırsının yok olması açısından son derece etkilidir. Samimi bir şekilde yapılacak ciddi bir tefekkür, cennetin dünyadaki hiçbir mükemmellikle kıyaslanamayacağını anlamak için yeterlidir. Bunu anlayan insan, cennet arzusu ve özlemiyle orayı hak edebilmek için çalışmaya başlayacak, kendisini cennetten uzaklaştıracak ve ebediyen mahrum bırakacak olan gaflet halinden ise, bütün gücüyle sakınacaktır.

"En Büyük Zevk Cennette Cenab-i Allah'ın Tecellisine Bakmak Olacak"

ADNAN OKTAR: "Mücahid der ki cennet ehlinin en az mertebelisi o kimsedir ki onun mülkünde bin yıl en yakın yerini gördüğü gibi en uzak yerini de görüp yürüyendir. Bin yıllık yürüyüş mesafesini en yakın yerini gördüğü gibi en uzak yerini de görüp yürüyendir" diyor. "En yüksek mertebelisi de sabah vakti Rabbinin cemaline bakandır", diyor yani Cenab-ı Allah'ın cennette tecelli edeceğini hadiste belirtmiş. Resulullah (sav) şöyle buyurdu, "Cennet ehli cennete girdiklerinde Allah-u Teala şöyle buyuracaktır: "Bundan daha fazla bir şey ister misiniz?" "Sen bizim yüzümüzü aydınlatmadın mı? Bizi cehennemden çıkarıp cennete koymadın mı?" diyecekler, bunun üzerine Allah onlardan perdeyi kaldıracak. Böylece Rablerine bakıp seyretmekten daha üstün bir şey onlara verilmeyecektir". Müslim'de var, diğer hadislerde var. En büyük zevk ahirette Cenabı Allah'ın tecellisine bakmak olacak inşaAllah.

Ebu Davud rivayeti şöyledir. "Cennet ehli cennette, cehennem ehli de cehenneme girdikleri için bir münadi şöyle seslenecek: "O bizim yüzlerimizi apaydınlık yapmadı mı?" Cenab-ı Allah için, "terazimizi ağır yapıp bizi ateşten kurtarmadı mı?" Terazi deyince tabii klasik terazi değil bu. Yani sevapların günahlara oranının tespiti. "Hemen o anda perde açık ona bakacaklar, vallahi Allah onlara kendisine bakmaktan daha sevimli ve gözlerden daha aydınlatıcı bir şey vermemiştir." En şiddetli zevki ondan alacaklar, diyor. Allah'ın tecellisini görmekten. Ebu Musa El Eşari (ra)'dan nakledilen rivayet edilen şöyledir: "O, Basra minberinde şöyle dedi; "Allah cennet ehline haber salıp sordurdu." Cennet ehline sordurdu. "Allah size verdiği sözünü yerine getirdi mi?" "O anda onlar kendilerine verilen ziynetlerle, elbiselerle, meyvelerle, tertemiz eşlerle, nehirlerle şöyle bir bakacaklar sonra şöyle demekten kendilerini alamayacaklar. "Allah bize verdiği sözünü yerine getirmiştir." Melek tam üç kere "Allah size verdiği sözü yerine getirdi mi?" diye soracak?" Üç kere üst üste soruyor. "Onlar kendilerine vaat edilen her şeyin eksiksiz yerine getirildiğini görünce, "evet" diyecekler. "Bir şey daha kalmıştır" diye karşılık verecek melek" diyor, yani bir şey daha var diyor. "Çünkü Allah-u Teala kullarına tecelli edip de gözlerinden perdeyi kaldırıp O'nu gördüklerinde bütün nehirler coşacak, ağaçlar sallanıp sesler çıkaracak." Yani sevinç sesleri çıkarıyorlar. "Bütün köşkler, ateş kıvılcımları avaz verecek, pınarlar şırıl şırıl daha hızlı akacak, güzel kokular avluları ve köşkleri saracak. Her tarafta güzel kokan misk ve kafur hissedilecek. Kuşlar ötüşecek, huriler bütün güzellikleriyle göz kamaştıracak." Nasıl ki sabah Güneş doğduğunda kuşlar ötmeye başlıyor. Bir hareketlilik oluyor. Allah tecelli ettiğinde de bütün cennette bir hareketlenme olacak, diyor hadiste. Yani tabii bu bir kısmı, çok yoğun bir hareketlenme olacak diyor.

Abdullah bin Mesut (ra)'dan; "Biz Allah'ın Resulullah (sav)'ın yanındaydık." Peygamberimiz (sav)'in yanındaydık diyor. "Kadir gecesi Ay'a baktı." Yani başını dikip dolunaya bakıyor ve "Şöyle buyurdu: "Siz Rabbinizi tıpkı şu Ay'ı gördüğünüz gibi apaçık görecek ve O'nu görmekten en ufak bir şüpheniz olmayacak. Veyahut birbirinizi sıkıştırmayacak gayet rahatlık içinde onu göreceksiniz, dedi" diyor, sayfa 370. Selebi'nin rivayeti: "Cennette boyunları, develerin boyunları gibi olan kuşlar vardır" develerin boyunları gibi olan kuşlar. İri kuşlar, zaten en çok istediğim şeylerden bir tanesi de şu var ya ilk çağlarda ilginç kuşlar. "Gelip Allah'ın velisinin elinde dolaşırlar" yani oralarda dolaşıyorlar.

"Onlardan biri şöyle der: Ey Allah'ın velisi, arşın altındaki yaylalarda otladım, nesim pınarlarından su içtim, hadi ne duruyorsun beni ye, önünde devamlı olarak duran bu yemeği aklından geçirir. Kuş hemen önüne çeşitli renklere dönüşmüş bir halde düşer ve ondan doyuncaya dek istediği gibi yer, doyduktan sonra kemikleri bir araya gelir, kuş canlanıp yeniden uçuverir" diyor, yedikten sonra kuş. Cennette dilediği yerde yemlemeye koyulur. "Yine yemini yemeye devam eder kuş" diyor. Yani şimdi rüyamızda da biz kuşu yiyoruz, mesela et yiyoruz, Allah bize rüyamızda canlandığını gösterse çok makul görürüz rüyamızda, özellikle rüyanın mantığı daha değişik oluyor biliyorsunuz. Rüyadan çok iyi anlayabilirler, bu konuları anlamak için rüyayı çok düşünmek lazım. Enes bin Malik (ra)'dan Peygamber (sav) buyurdu: "Allah Adnen cennetlerini yaratıp ağaçlarını kendi kudretiyle diktiği zaman ona haydi konuş dedi. O da şöyle konuştu: "Müminler felaha ermiştir." Allah ondan sonra şöyle buyurdu, "Ey krallar yurdu ne mutlu sana" diyor inşaAllah. Beyhaki'de sayfa 364, ki güvenilir bir hadis alimidir.

Berzar'ın rivayetinde Allah'ın Resulu (sav)'den şöyle nakledildi, "Allah cenneti bir kerpici altın, bir kerpici gümüş toprağı miskten teşekkül etmiş olarak yarattı". Ama bizim bildiğimiz altın değil tabii bu; bizim bildiğimiz altın orada çok küt gelir. Yani gümüş de çok küt gelir, orada nefes kesen bir malzeme, çok hoşlanacağımız bir malzeme "ona haydi konuş dendi o da şöyle konuştu. Müminler felaha ermiştir. Sonunda oraya melekler girip şöyle dediler, Ey melekler yurdu cennet konuştuğunda şöyle dedi. Ne mutlu sana" diyor almamışlar bu cümleyi "ne mutlu sana" olması lazım. "Ne mutlu sana" "Cennet konuştuğunda şöyle dedi: Ya Rabbi kendinden hoşnut olduğun kimseye ne mutlu." Cennet böyle hitap ediyor.

Cennette her şey canlıdır. Yani ağaçlar, sular aklına gelen her şey aslında dünyada da böyledir de fakat dünyada adetullah geçerli olduğu için Allah onları hareketlendirmiyor, normalde mesela bu kalem de bu kitap da hepsi canlıdır. Mesela bu kalem elimize aldık ayaklandı kalem fakat elim vesile olduğu için çok makul görüyorsunuz. Yani mesela elim olmadan şöyle bir misine ile tutturulsa görünmeden kalksa bu kalem değil mi insan acayip şaşırır, insanlar hayretler içinde kalırlar. Ama elimi Allah vesile ettiği için kalem buraya geldiğinde çok çok makul görüyorsunuz, elim görünmez olsa Allah göstermese elimi değil mi? Yani aslında elime sebep olarak hiç ihtiyaç yok fakat makul olması için Allah elimi vesile olarak insanlara gösteriyor. Bakın "Sidret-i Mümtehanın meyvesi çoğalır. Her bir meyvesinin 72 rengi vardır. Hiçbiri diğerine benzemez", mesela elma var şimdi biz bildiğimiz kırmızı elma var, yeşil elma var, koyu kırmızı var, sarı var başka da yok. Değil mi? Bak Allah diyor ki, "72 tane rengi vardır" diyor. Bizim bilmediğimiz renkler bakın 72 tane, biz 7 renk biliyoruz. Değil mi? Bak burada 72 renkten bahsediyor. İlk defa göreceğiz. Bizim için yani sekizinci bir renk nasıl, dokuzuncuyu bile tahayyül edemiyoruz şu an dünyada değil mi? Ama bakın cennette 72 renk sırf meyve için bu.

"Ey Allah'ın Resulü, cennette hurma var mıdır? Zira ben hurmayı çok severim" diyor sahabelerden birisi. Şu cevabı veriyor Peygamberimiz (sav), "nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a kasem ederim ki", yemin ediyor Peygamberimiz (sav); "kökleri altından, budakları altından, dalları altından, yaprakları varlık aleminin gördüğü en güzel elbiseler nevinden, çöpü altından, kabukları altından olup, testiler gibi" normal testiler var ya "testiler gibi olan meyveleri kaymaktan daha yumuşak, baldan daha tatlıdır" diyor. Cennette mesela, ağacı biz tahtadan biliyoruz, orada Allah altından diyor. Ama altın deyince aklımız yine klasik altına gidiyor, öyle değil. Çok hoşlanacağımız bir metal, beğeneceğimiz bir metal, göze çok hoş gelen bir metal. Bak meyvesi de testi gibidir diyor, gayet iri. İnsanın yiyip yiyip bitiremeyeceği gibi... (Adnan Oktar'ın Kanal 35 röportajından, 21 Mart 2010)

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER
  • Giriş
  • Gaflet Hali
  • Gaflette Olanların Özellikleri
  • Gafletin Nedenleri
  • Gafletten Kurtulmak İçin
  • Gafletin Sonu
  • Sonuç
  • Darwinizm'in Çöküşü
  • Yaratılış Gerçeği 1/2
  • Yaratılış Gerçeği 2/2