Vicdan, insana Allah'ın ilhamıyla sürekli doğru olanı gösteren bir yol göstericidir. Kuran'da vicdanın tarifinin yapıldığı ayetler şöyledir:
Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)
"Fücur", nefsin istek ve tutkularını haram ya da gayrimeşru yollardan da olsa gerçekleştirmeyi istemesidir. Allah fücura karşı insanı sürekli ilhamıyla uyarmaktadır. Bu ilhamı ise insan, vicdanın sesi olarak algılar. Bu sese daimi olarak tabi olunması, insanı kötülüklerden ve günahlardan temizleyip arındırır, sonsuz kurtuluş ve mutluluk yurduna götürür. Bu sesi dinlemeyen insan, nefsinin sınırsız arzularına her ne şekilde olursa olsun ulaşmaya çalışır, böylece önce derin bir gaflete girer, sonra da büyük bir azaba doğru ilerler. Gaflet içindeki insanların, vicdanlarının sesine rağmen inkarda direnmeleri Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler... (Neml Suresi, 14)
Vicdanın sesi nefsin sınırsız arzularına karşı insanı sürekli uyarır ve insanı doğru yola davet eder. Gafil insan ise bu uyarıyı -nefsinin istekleriyle çakıştığı için- rahatını bozacak ve huzurunu kaçıracak endişesiyle dikkate almaz. Örneğin Allah 5 vakit namazı müminlerin üzerine farz kılmıştır ancak nefis kimi zaman bu ibadeti yerine getirmemek için çeşitli bahaneler öne sürer. Vicdanını kullanan bir insan bu bahanelere hiçbir şekilde kanmaz. Namazın büyük bir titizlikle, hiç aksatmadan, tam vaktinde, büyük bir şevk ve huşu ile yerine getirilmesi gereken bir ibadet olduğunu bilir. Her insanın ahirette namaz ibadetini yerine getirip getirmediği konusunda sorgulanacağındah hiç kuşku duymadan hareket eder.
Peygamberimiz (sav) de pek çok hadis-i şerifinde 5 vakit namazın önemine dikkat çekmiştir. Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayet edilen bir kudsi hadisinde Resulullah (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Beş vakit namazlar, gelecek haftaya kadar Cuma, gelecek seneye kadar Ramazan, büyük günahlardan sakınılırsa, aralarındaki hatalar için kefarettirler."(Müslim) (Riyazü's Salihin, İmamı Nevevi, çeviren: Mehmet Emre, Bedir Yayınevi, sf. 698)
Resulullah Efendimiz (sav), namaz kılmamanın ya da namaz vaktini geçirmenin ne kadar tehlikeli olduğunu ise başka bir mübarek hadis-i şeriflerinde şöyle bildirmiştir:
Imam-i Sâfi ile Beyhakî'ye göre Peygamberimiz (sav): "Herhangi bir vakit namazı kılmaksızın vaktini geçirenler yuvası dağılmış, malını mülkünü elden kaçırmış gibidirler." buyuruyor. (Imam Gazali – Mükasefetü'l Kulub - Kalplerin Keşfi)
Gafil kişi ise, vicdanından gelen bu sesi, onun Allah'ın -doğru yola, sonsuz mutluluğa çağıran- bir ilhamı olduğunu göz ardı ederek sürekli susturmaya çalışır. Çünkü, bu ses sürekli nefsin, gayrimeşru yollardan istediklerine ulaşmasına karşı çıkmaktadır.
Vicdanın sesini dinlememekten dolayı düşülen bu gaflet hali ise, nefsin isyanla, günahla, bozulmalarla daha da kötü hale gelerek fücurun (sınır tanımaz günah ve kötülüğün) artmasına sebep olur. Gafil insan artık öyle derin bir şuursuzluk içindedir ki hayatını fücurla sürdürmek ister:
Ancak insan, önündeki (sonsuz geleceği)ni de 'fücurla sürdürmek ister.' "Kıyamet günü ne zamanmış" diye sorar. Ama göz 'kamaşıp da kaydığı,'Ay karardığı, Güneş ve Ay birleştirildiği zaman; insan o gün: "Kaçış nereye?" der. Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok.O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)' yalnızca Rabbinin Katıdır. (Kıyamet Suresi, 5-12)
Vicdanını dinlemeyen insanın, Allah'ın rızasından uzak gafil davranışlarının sonucu ise elbette büyük bir yıkım olacaktır. Bu yıkım da dünyadaki en büyük acı ve en büyük işkencelerle bile kıyaslanamayacak derecede şiddetli ve sonsuz bir azap demektir. Bu azap yeri de şüphesiz ateş çukuru olan cehennemdir.
Kader, Allah'ın tüm varlıkların yaşayacakları hal ve hadiseleri önceden belirlemiş olmasıdır. Geniş bir anlatımla ise, büyük küçük tüm canlıların -küçük bir sinek, büyük bir fil, denizdeki küçük bir balık yavrusu ya da dünyanın herhangi bir yerindeki mikroskobik bir canlıya kadar- ve uçsuz bucaksız kainattaki tüm varlıkların tüm hallerini, başlarına gelecek büyük küçük her olayı Allah'ın takdir etmiş olmasıdır.
İnsanın gözlerini dünyaya açtığı andan itibaren sahip olduğu hiçbir fiziksel özelliğin seçimi kendine ait değildir. Anne-babasını seçemez, ten rengini, göz rengini, boyunu kendi isteğine göre belirleyemez. Açıktır ki, hiçbir fiziksel özelliğini seçme gücüne sahip olmayan insanın yaşayacaklarını da kendi isteğine göre belirlemesi söz konusu değildir. Kuran'da, "Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık." (Kamer Suresi, 49) ayetiyle bu gerçek insanlara haber verilmiştir.
Bunun bilincinde olan insanın yapması gereken, sahip olduğu herşeyi ve karşılaştığı her olayı Allah'ın rızası ve rahmetine yönelerek Allah'ın istediği şekilde değerlendirmektir. Kuran ve Peygamberimiz (sav)'in sünneti bu değerlendirmede tek yol göstericidir. Ne herhangi bir insan -ister büyük güce sahip bir işadamı ister Afrika kıtasında yaşayan bir kabile üyesi olsun- ne de herhangi bir varlık -ister denizin derinliklerinde yaşayan bir canlı, ister dev bir ormanda yaşayan küçük bir böcek olsun- Allah'ın kendisi için belirlediği kaderin dışına çıkamaz. İnsanın yaptığı herşey de kendisi için belirlenmiş olan kader doğrultusunda gerçekleşmektedir. Bu durum Kuran'da insanlara şöyle bildirilmektedir:
Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kuran'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahitler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)
İnsanın yaşadığı ve yaşayacağı her anın kaderde belirlenmiş olduğu bu ayetlerde bildirilmiştir. Kuran'da bildirilen bu gerçekleri göz ardı eden insan, büyük bir cehaletle, uçsuz bucaksız evrende, dünya üzerindeki milyarlarca insanın arasında rastlantılar içinde yaşayıp gittiğini sanır. Bu durumda kendini, dilediği gibi davranma özgürlüğüne sahip başıboş bir canlı gibi görür. Böyle çarpık bir bakış açısı da insanın kendini müstakil ve Allah'tan bağımsız bir varlık sanarak derin bir gaflet içine dalmasına sebep olur.
İnsanlar genelde ölümle hiç beklemedikleri bir anda, hiç beklemedikleri bir yerde karşılaşırlar. Allah bu gerçeği, "... Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdârdır." (Lokman Suresi, 34) ayetiyle bildirilmektedir.
Her insanın ölüm anı henüz doğmamışken kaderinde bellidir. Şu anda yaşayanların ve doğacak olan tüm insanların ne zaman ölecekleri bellidir. Bu gerçek Kuran'da, "Sizi çamurdan yaratan, sonra bir ecel belirleyen O'dur. Adı konulmuş ecel, O'nun Katındadır..." (Enam Suresi, 2) ayetiyle haber verilmektedir. İnsanın kendi ölüm anını bilmemesi onu gaflet içinde yaşamaya götüren sebeplerden biridir. Çünkü, ahiretteki azabı bilen ve düşünen bir insan ne zaman öleceğini bilse Allah'ın emirlerine karşı kayıtsız kalmaz, dünya hayatına dalarak ahireti ve hesap vereceğini unutmaz. Ölüm vaktinin bilinmemesi insanın dünyadaki imtihanının bir sırrıdır. Bunun bilincinde olan mümin her an ölecekmiş gibi ahiret yurdu için hazırlık yapar. Allah'ın tüm emir ve yasaklarını samimi bir şekilde hayatının her anında yerine getirir.
İman etmeyen bir insan ise, Allah rızasının değil, nefsinin istekleri doğrultusunda yaşar. Öleceğini bilir ancak ölümün ahirette ya sonsuz cehennem ya da sonsuz cennet yurdunda bir uyanış olduğunu kavrayamaz. Ölüm gaflet içindeki insanın zihninde sadece herşeyinden ve tüm sevdiklerinden uzaklaşarak, ebediyen onlardan ayrılmak düşüncesinden ibarettir. Bu nedenle de sevdiklerine tutkuyla bağlanır, ölümün konusunun geçmesinden bile rahatsız olur. Ölüm aklına geldiğinde ise başka şeyler düşünerek unutmaya çalışır. Ölümü biraz düşünse bunalıma gireceği ve hayatının değişeceği endişesine kapılır. Ancak, her an hayatının sona ereceğini düşünmediği, ölüm üstünde tefekkür etmediği için, Allah'ın emir ve yasaklarını göz ardı eder ya da erteler. İbadet etmek için daha vakti olduğunu, yaşı ilerleyince yapacağını düşünür. Oysa ne kadar ömrü kaldığı konusunda hiçbir fikri yoktur. Ölümün her an gelebileceğini düşünmeden sürdürdüğü bu gaflet hali içinde Allah'ın emir ve yasaklarnı yerine getirmeye zaman bulamadan, ölüm apansız gelip çatar. Gaflet içindeki bu insanların hep uzak gördükleri ölümle karşılaştıkları an Kuran'da şöyle bildirilir:
O inkâr edenler, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi püskürtemeyecekleri ve hiç yardım alamayacakları zamanı bir bilselerdi. Hayır, onlara apansız gelecek de, böylece onları şaşkına çevirecek; artık ne onu geri çevirmeye güçleri yetecek ve ne onlara süre tanınacak. (Enbiya Suresi, 39-40)
Ayetten de açıkça anlaşıldığı gibi ölüm, mazeretleri dinlememekte ve takdir edilen vakit hızla yaklaşmaktadır. Hiçbir şeyin ölümü engellemesi ya da durdurması söz konusu değildir. Kuran'da bunun haber verildiği bir ayet şöyledir:
De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8)
İnsan her an ölebilir, bu gerçeği unutmaya ya da bu gerçekten kaçmaya çalışmak insanın gaflette olduğunun ya da hızla gaflet girdabına doğru sürüklendiğinin göstergesidir. Gafletin insanı sonsuz azap yurduna götüreceği de kesin bir gerçektir.
İnsanın gaflete düştüğü konulardan bir diğeri de, ahirette Allah'ın huzurunda yalnız hesaba çekileceğini unutmasıdır. Bir insanın ölümü ne kadar kalabalık bir ortamda olursa olsun, ölüm meleği ruhunu alırken dünya ile ve o anda yanında olan diğer kişilerle ilişiği kesilir. Ahirette diriltilip hesap vermeye koşarken mahşer kalabalığı içinde de yalnızdır. Çünkü, orada kimse kimseyle ilgilenecek durumda değildir. Bu yalnızlık dünyadakine de benzemez. Hesaba çekilme anı, dünyada gafil yaşamış bir insan için yaratılışından itibaren o zamana kadar içine düştüğü en zor andır. O anda hissettiği yalnızlık, yaptığı herşeyin bir bir hesabını vereceği, bu anda hiç kimsenin olmadığını ve Allah'ın huzurunda son derece aciz olduğunu anlamanın verdiği bir yalnızlıktır. Bütün gücünden, malından, ünvanından, mevkiinden, şöhretinden, değer verdiği, yakınlık duyduğu bütün insanlardan uzaklaşmış bir şekilde maddi ve manevi olarak yalın haldedir. İnsanlara Allah'ın huzurunda yalnız olacakları Kuran'da şöyle haber verilmektedir:
Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız, tek başlarına' geleceklerdir. (Meryem Suresi, 95)
Dünyada yaptıklarının karşılığını hemen görmeyen, kendisine süre verilen gaflet içindeki insanlar ahirette de böyle olacağını zannederler. Bu çarpık düşünceleri sebebiyle Allah'ın rızasına uygun olmayan bir davranışı yaparken de yanlarına yandaşlar ararlar. Hatta dostlarına "dünyaya bir kere gelinir", "boş ver", "günahı boynuma" gibi batıl sözler söyleyerek, onları da Allah'ın emir ve yasaklarını göz ardı etmeye ya da ertelemeye teşvik ederler. Bu tür, şuursuzca söylenen sözlerin gaflet halinin bir sonucu olduğu açıktır. Çünkü bir insan dünyaya nasıl bir kez geliyorsa, cehenneme de bir kez gidecektir ve sonsuz bir azapla karşılaşacaktır. İşte bu insanlar Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu gerçekten gafildirler. Cehennemde (Allah'ın dilemesi dışında) sonsuza kadar kalma ihtimalini hiç düşünmemektedirler. Söz konusu insanların, Allah'ın azabını hafife alarak başkalarının günahını üstlenmeleri ise Allah'ın üstün ilim ve kudretini kavramaktan ne kadar uzak olduklarının bir göstergesidir. Nitekim, bir insanın diğer bir insanın günahını yüklenmesinin söz konusu olmadığı da Kuran'da açıkça bildirilmiştir:
Hiçbir günahkar bir başka günahkarın günahını yüklenemez. Eğer yükü ağır olan kimse (bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, -bu, yakın- akrabası da olsa- kendisine ondan hiçbir şey yükletilmez… (Fatır Suresi, 18)
Doğrusu, hiçbir günahkar, bir başkasının günah yükünü yüklenmez. (Necm Suresi, 38)
Her nefis ahirette kendi yaptıklarının karşılığını görecektir. Artık etrafında, dünyada iken kendisine "günahını yüklenirim" diyen kimseler de yoktur. Kendisine yardımcı olacak ne bir dostu ne de akrabası vardır. Hatta artık değer verdiği tüm yakınlarından, dünyada onu gaflete sürükledikleri için nefret etmeye başlar. Allah ahiretteki bu düşmanlığı Kuran'da şöyle haber vermektedir:
Muttakiler hariç olmak üzere, o gün, dostların kimi kimine düşmandır. (Zuhruf Suresi, 67)
O gün, bir dost dosttan herhangi bir şeyle yarar sağlayamaz. Ve onlara yardım edilmez. (Duhan Suresi, 41)
Dünyadaki sahte dostluklar yok olup gitmiş, ahirette yerini düşmanlığa bırakmıştır. Çünkü, bu dostluklar Allah'ın rızası göz ardı edilerek kurulan çıkar dostluklarıdır. Dünyada iken Allah'ın sevdiği, O'na yönelmiş insanlarla değil, gaflet içinde inkar eden, Allah'tan yüz çevirmiş samimiyetsiz insanlarla dost olunmuştur. Aslında dünyada bile çıkarları çatıştığında, çok samimi dostların birbirlerine düşman olduklarını sıkça görmek mümkündür. Birbirlerini gaflete sürükledikleri ve zarar verdikleri halde ölene kadar bozulmayan dostluklar ise, Kuran'da da bildirildiği gibi, Allah'ın huzurunda düşmanlığa dönüşür. Bu düşmanlık, gaflet perdesi gözlerinden kalkan insanların azabın farkına varmalarıyla başlar. Ahirette gözlerinden gaflet perdesi kaldırılan insanların samimi itirafları Kuran'da şöyle bildirilir:
Artık bizim için ne bir şefaatçi var, ne de candan-yakın bir dost. Bizim bir kere daha (dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da iman edenlerden olabilseydik. (Şuara Suresi, 100-102)
İnkar edenler, hesap günü pişmanlık içinde sürekli yalnız kaldıklarını dile getirirler. Çevrelerinde, dünyadayken kendilerini alaya aldıkları müminler yoktur. Hafife aldıkları bu gerçekle karşılaşınca geri dönüp gerçekten iman edenlerden olmayı dilerler. Bu durum ayette şöyle haber verilir:
O inkâr edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. (Hicr Suresi, 2)
Ancak geri dönüş yoktur.