Buraya kadar anlattığımız gibi, kavimlerin inkarcı önde gelenlerinin hepsi her dönemde aynı azgınlık ve başkaldırıyla ortaya çıkmışlardır. Allah'ın kendilerini doğru yola davet etmek için gönderdiği elçileri büyüklenerek yalanlamış, onlara karşı çıkıp hakkı inkar etmişlerdir. Allah'a karşı büyüklenmelerinin karşılığını da dünyada ve ahirette benzer şekillerde almışlardır.
Şimdi de Kuran'da anlatılan kavimleri ve kendilerine gelen peygamberlere karşı tavırlarını tek tek inceleyelim.
Nuh kavminin önde gelenleri tarihteki diğer benzerleri gibi son derece gururluydular. Hz. Nuh onları din ahlakına davet ettiğinde aralarından çok az kişi kendisine icabet etmişti. Buna rağmen Hz. Nuh onların ahiret azabına uğramamaları için büyük çaba sarf etti. Fakat onun tüm çabalarına karşı kavminin kendisine cevabı şöyle oldu:
Bozuk ifadelerinden kibirleri çok rahat anlaşılan bu insanlar, Hz. Nuh'un yanındaki müminlere de hakaret etmişlerdir. Onlara göre üstünlük, mala, mülke, makam ve mevkice yüksek olmaya bağlı olduğu için peygambere tabi olan müminlerde de bu özellikleri aramışlardır. Üstünlüğün ahlaka, Allah'a yakınlığa bağlı olması gerektiğini ise akledememişlerdir. Ayetlerde Nuh kavminin elçilerine karşı kullandıkları enaniyetli üslup açıkça görülmektedir:
Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı; böylece kulumuz (Nuh'u) yalanladılar ve "Delidir" dediler. O, baskı altına alınıp engellenmişti. (Kamer Suresi, 9)
Tüm bu çirkin hareketlerine karşın Hz. Nuh kavmine karşı çok sabırlı davranmış, kendisine verilen hakka davet görevini ihlasla yerine getirmiştir. Ancak düzelmeyeceklerini anlayınca da Allah'a kavminin büyüklendiğini anlatmış ve O'dan yardım dilemiştir:
Nuh: "Rabbim, gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve çocukları kendisine ziyandan başka bir şeyi artırmayan kimselere uydular. Ve büyük büyük hileli düzenler kurdular. Ve dediler ki: Kendi ilahlarınızı bırakmayın; bırakmayın ne Vedd'i, ne Suva'ı, ne Yeğus'u, ne Yeuk'u ve ne de Nesr'i. Böylece onlar, çoğu kimseyi şaşırtıp saptırdılar. Sen de o zalimlere sapıklıktan başkasını artırma. (Nuh Suresi, 21-24)
Nuh:"Rabbim, yeryüzünde kafirlerden yurt edinen hiçkimseyi bırakma" dedi. (Nuh Suresi, 26)
Hz. Nuh'un bu duası üzerine Allah ona icabet etmiş ve kavmine büyüklenmeleri ve elçisini yalanlamaları nedeniyle dünyada ve ahirette bela vermiştir:
Allah Ad kavmine peygamber olarak Hz. Hud'u göndermişti. O da kavmini Allah'ın yoluna davet etmiş ama diğer peygamberler gibi büyük bir azgınlık ve inkarla karşılaşmıştı. Kuran'da Ad kavminin büyüklenmesi şu şekilde bildirilir:
Allah'a karşı gösterilen böylesine bir gurur, sapkınlığın en üst derecesidir. Çünkü hiçbir varlığın cüret edemeyeceği bir şeye cüret etmişlerdir. Kendi güç ve kuvvetlerini gözlerinde öylesine büyütmüşlerdir ki, kalpleri körelmiş ve bu çok önemli gerçeği dahi fark edemeyecek hale gelmişlerdir. Allah'ın kendilerine verdiği ve her an ellerinden alabileceği bir güçle, Allah'a ve peygamberine karşı gelmişlerdir. Karşılığında ise dünyada da kıyamet gününde de lanete tabi tutuldukları ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
Semud kavmine Allah Hz. Salih'i peygamber olarak göndermiştir. Her elçi gibi Hz. Salih de kavmini hakka davet etmiş, gerçekleri görebilmeleri için onlara yaratılışlarını hatırlatmıştır. Fakat kavmi kendisini sürekli yalanlamıştır. Kuran'da bu olay şöyle haber verilir:
Dikkat edilirse peygamberin de kendileri gibi bir insan olması onları yanıltmıştır. Onların ilkel mantığına göre tabi olabilmeleri için elçinin kayıtsız şartsız insandan üstün bir varlık olması veya mucize göstermesi gerekiyordu. Çünkü azgın enaniyetleri kendileri gibi bir insana tabi olmalarına müsade edemezdi. Bu nedenle de elçileri yalancılıkla itham edip iftiralar attılar.
Kuran'da kavim olarak en çok üzerinde durulan halklardan birisi İsrailoğullarıdır. Ayetlerde Allah'ın verdiği nimetlere karşı nankörce bir tavır içinde olmalarından dolayı sıkça zikredilmiş olan bu topluluk, tarihe azgın bir kavim olarak geçmiştir. Tarihin akışıyla beraber düşünüldüğünde bu kavmin, Allah'ın merhametine ve bağışlayıcılığına rağmen sürekli olarak bir büyüklenme ve inatçılık göstermesi oldukça şaşırtıcıdır.
Bilindiği gibi İsrailoğulları, bir dönem alemlere üstün kılınacak şekilde nimetlerle donatılmış ve kendilerinden bunların karşılığında sadece "Allah'ın ahdine bağlı kalmaları" istenmiştir. Kendilerine bunca nimet veren Allah'a itaat ve sadakat, şevkle yerine getirmeleri gereken bir konuyken onlar, eşi benzeri görülmemiş bir şekilde Rabbimizin emirlerini yerine getirmemişler ve kendi nefislerine zulmetmişlerdir:
... Biz de onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kin salıverdik. Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez. (Maide Suresi, 64)
Allah, bu kavmi pek çok defa nimetlerle veya sıkıntılarla denemeden geçirdiğini Kuran'da bildirmiştir.
Bilindiği gibi İsrailoğulları, Firavun döneminde köle olarak çalıştırılan ve Firavun'un zalim düzeninden dolayı bu konumlarında yüzyıllar boyunca değişiklik yapamamış olan bir halktı. Egemen olan Firavun'un ahlak sistemi ve hükümdarlık anlayışı, son derece katı ve zalim bir yönetim biçimi olduğu için, yüzyıllarca bu despot sistemin içinde ezilmişler, ayette bildirildiği gibi "kadınlarını diri bırakıp erkek çocuklarını boğazlayan" bu yapıya çaresiz mahkum olmuşlardır. Bu büyük imtihanın sonucunda Allah bu köle topluma Hz. Musa'yı peygamber olarak göndermiş ve onlara "denizin yarılması" gibi büyük bir mucizeyi göstererek Firavun'un zalim yönetiminden kurtarmıştır:
Sizi, dayanılmaz işkencelere uğrattıklarında, Firavun ailesinin elinden kurtardığımızı hatırlayın. Onlar, kadınlarınızı diri bırakıp, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardır. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. (Bakara Suresi, 49)
Ve sizin için denizi ikiye yarıp sizi kurtardığımızı ve Firavun'un adamlarını -gözlerinizin önünde- boğduğumuzu hatırlayın. (Bakara Suresi, 50)
Kalbi katılaşmamış her kişi tarafından büyük bir şükür vesilesi olarak değerlendirilecek bu olay, İsrailoğullarının kalplerinde Allah korkusundan dolayı bir yumuşama meydana getireceği yerde, bir gevşeklik ve rahatlamaya sebep olmuştur. Bu büyük mucizeyle imanlarının kat kat artması gerekirken bu kavim, aradan bir süre geçtiğinde Hz. Musa'nın ilk yokluğunu fırsat bilerek hemen taşkınlıkta bulunmuşlardır. Olmadık bir sapkınlık sergileyerek buzağıyı şirk koşmaya kalkışmışlardır:
Kuran'da tüm insanlara ibret olarak gösterilen bu kavmin azgınlığı ve Allah'a karşı büyüklenmeleri bu örnekle sınırlı değildir. Allah'ın kendilerini bağışlamasını takdir edemeyip taşkınlıklarını sürdüren bu kavimle ilgili daha pek çok örnek bildirilmiştir.
Örneğin, Allah İsrailoğullarına şükretmeleri için arka arkaya pek çok nimet vermişti. Bunun karşılığında ise yalnızca nimetlerle dolu şehrin kapısından girerken secde etmelerini istemişti. Ancak onlar nefislerine zulmetmişler ve Allah'a başkaldırmışlardı:
Diğer bir örnek ise kendilerine "Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın" denildiğinde, Hz. Musa'ya tek çeşit yemeğe katlanamayacaklarını söylemeleridir. Ayetlerde bu basit tavırları, nankörlükleri ve dünyada gördükleri karşılık şöyle anlatılmıştır:
Bir başka çirkin tavırları ise, peygamberleri tarafından Allah'tan getirilen bir emre karşı gösterdikleri konuşma tarzlarıdır. Kullandıkları kelimeler ve ifadeler kibirlerini ve saygısızlıkları ortaya çıkarmaktadır:
"Ey kavmim, Allah'ın sizin için yazdığı kutsal yere girin ve gerisin geri arkanıza dönmeyin; yoksa kayba uğrayanlar olarak çevrilirsiniz." (Maide Suresi, 21)
Dediler ki: "Ey Musa, biz onlar durduğu sürece hiçbir zaman oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin git ikiniz savaşın. Biz burada duracağız." (Maide Suresi, 24)
Allah'ın ve peygamberin, emrine karşı gelip böyle pervasız ifadeler kullanmaları iman edenlerin ibret almalarına vesile olmuştur. Zira bu tavırlarıyla ahirette çok büyük karşılık görecekleri açıktır. Allah Kuran'da onları böylesine ciddi bir başkaldırıya sürükleyen bozuk mantıkları ve görecekleri karşılık hakkında şöyle hükmetmiştir:
Ayetlerden de anlaşıldığı gibi, hareketlerinin altında yatan yegane sebep kibirleriydi. Peygamberliğin kendilerinden başkalarına indirilmiş olmasını kıskanmışlar, elçilerin üstünlüğünü kabullenmek istememişlerdi. En üstün olanların kendileri olmasını istiyorlardı. Kısacası bütün bu ayak diretmelerinin, zorluk çıkarmalarının ve kendileriyle uğraştırmalarının sebebi müstekbir oluşlarıydı. Böylece peygamberlerine zorluk çıkaran, onlara eziyet etmeye çalışan kavim olarak tarihe geçtiler. Elbette ki bu tutumlarının karşılığını gördüler ve doğru yoldan sapan ve sonsuz azaba mahkum olan yine kendileri oldu:
İsrailoğulları yalnız Hz. Musa'ya karşı değil Allah'ın kendilerine gönderdiği tüm elçilere karşı büyüklenmişler, hatta kimi zaman bu kibirleri onları elçileri öldürmeye kadar götürmüştür:
İsrailoğulları kibirlerinden kaynaklanan taşkın tavırlarına sonra da devam etmiş, Hz. Davud döneminde kendilerinde "melik" (yönetici) olarak atanan Talut'a karşı, inkarcıların önde gelenlerine benzer örnekler getirmişlerdir:
İsrailoğullarına verilen mucizelerin tek bir tanesi bile, inançlı bir kişinin tüm davranışlarına ömür boyu Allah korkusunun yön vermesine yetecektir. Oysa İsrailoğulları defalarca merhamet edilip bağışlanmış olmalarına rağmen sürekli bir akılsızlık ve bozgunculuk içinde yaşamışlardır. Bu da şu gerçeği göstermektedir ki Allah kötü ahlaklarına karşılık bu kavmin anlayışını kapamış, gözlerini köreltmiş, kulaklarını sağırlaştırmıştır. Tarihe yaptıkları taşkınlıklarla geçen İsrailoğullarının dünyada ve ahirette alacakları karşılıklar da Kuran'da bildirilmiştir. Bahsedilen yönüyle bu kavim, verilen nimetlerden şımarma, kendine pay çıkarma, böbürlenme ve yeryüzünde bozgunculuğa yeltenme konusunda tüm enaniyetli kişilere bir ibret tablosu oluşturmaktadır.
Peygamber Efendimiz (sav) de kavmine gönderildiğinde onlara Allah'ın elçisi olduğunu ve kendisine itaat etmeleri gerektiğini söylemişti:
Görüldüğü üzere Peygamberimiz (sav) kavmine gönderildiğinde onları Allah'a davet etmiş, hidayete çağırmıştı. Onun tebliğine karşılık kavminin cevabı ise şöyle oldu:
Kavminin bu cevabı Peygamberimiz (sav)'in anlattıklarını kavrayamadıklarından dolayı verilmiş bir cevap değildi. Verilen karşılık kavmin sahip olduğu azgınlığın bir göstergesiydi. Onlar da diğer kavimler gibi gurur ve büyüklenmeleri nedeniyle Hz. Muhammed (sav)'i inkar etmişlerdi. Kuran'da inkar edenlerin durumu şu şekilde anlatılmaktadır:
Aynı geçmiş kavimlerde olduğu gibi Mekke müşrikleri de, yine kibirlerinden ve büyüklenme tutkularından ötürü Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğini kabul etmediler. Aslında kendileri de öyle olmadığını bildikleri halde Peygamberimiz (sav) hakkında şairlik iddiasında bulundular. Aynı şekilde söylediklerini kendisinin uydurduğunu iddia ederek yalancılık iftirasında bulundular.
Bu iftiralarının daha önceki kavimlerin sözlerine bu derece benzemesi ise, bunun Allah'ın değişmeyen bir kanunu olduğunu göstermektedir. Ancak Allah'ın değişmeyen bir sünneti daha vardır: Elçilerini inkar eden, büyüklenen kavimlere azap indirmek, onları dünyada ve ahirette aşağılık kılmak…
Her kavmin elçilere karşı kullandıkları ifadelerin benzerliği çok dikkat çekicidir. Aralarında yüzlerce yıl zaman farkı, kültür ayrılığı ve coğrafi farklılıklar olması hiçbir şey değiştirmemektedir. Enaniyetten dolayı doğruyu göremeyen, görseler de görmezlikten gelen inkarcılar, her dönemde aynı karakteri taşıyıp, aynı örnekleri verip, aynı savunmaları yapmışlardır. Elbette ki sonları da aynı olmuş ve büyüklenmeleri karşılığında aşağılatıcı azap ile karşılık görmüşlerdir.
Kuran'da bizlere bu yaptıklarının karşılığı olarak ahiret azabından önce dünyevi azapla da cezalandırılmış olan birçok kavmin haberi verilmektedir. Buraya kadar üzerinde durulan kavimlerden başka Eyke, Medyen, Hicr, Ress halkları, Lut kavmi bu kavimlerden yalnızca birkaç tanesidir. Bunların haricinde isimleri, yaşadıkları devirler, coğrafyaları her ne kadar bilinmese de birçok kavmin helak edilerek yeryüzünden silindiği ve hep aynı nedenle azaplandırıldığı kesin bir gerçektir: