Firavun Kuran'da Allah'a karşı olan kibiri ve büyüklenmesiyle ismi geçen kişilerden bir diğeridir. Kuran'da insanlara ibret olarak gösterilen Firavun'u sadece -tek bir kişi olarak- şahsıyla değerlendirmek bu konuyu dar kapsamlı görmemize sebep olur. Firavun'un Kuran'da anlatılan kıssasını çok yönlü değerlendirmekteki asıl amaç, ayetlerde bahsi geçen Hz. Musa'nın karşısındaki Firavun'la ilgili bilgi vermekle beraber, enaniyetli insanlarda yaygın olarak görülen "Firavun karakteri"nin de tarifini yapmaktır.
Tarihte bu karaktere sahip, bilinen ve bilinmeyen pek çok insan çıkmıştır. Bu karakter aslında halka da yabancı değildir. Halk arasında kibiriyle ünlü, azgın kişilere "Firavun gibi" benzetmesi yakıştırılır.
Şimdi Kuran'da bahsedilen Firavun ve ailesinin konumuna bakalım :
Firavun'un da ondan önce helak edilen diğer kavimlerin de ortak özellikleri enaniyet sahibi olmalarıdır. İçlerindeki büyüklük arzusu Allah'ın elçisini tanımalarını ve ona itaat etmelerini engellemiştir. Tabii ki bu davranışları hem dünyada hem de ahirette azaba uğramalarına neden olmuştur. Firavun'un enaniyetini anlatırken hem Kuran'da bahsedilen kavimlerle, hem tarihteki enaniyetli insanlarla ve hem de günümüzle bağlantı kurmak, konunun öneminin anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Firavun ve çevresinin Allah'ın elçisine karşı gösterdikleri tavır, bütün sapkın kavimlerde görülmüştür. Bu insanları Allah'ı ve elçisini tanımayacak kadar büyük bir kibir kaplamış, öyle ki bu, elçilerle ve Allah'ın ayetleriyle alay etmeye kadar varmıştır. Bu durum ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
Firavun'un en belirgin özelliklerinden biri de, lideri şeytan gibi zahiri değerlere önem vermiş olmasıdır. Kendi yanlış ölçüleriyle ve bozuk mantık yapısıyla olayları akılcı değerlendirememiş, dolayısıyla da Hz. Musa'nın üstünlüğünü kavrayamamıştır. Çünkü ona göre üstünlüğün ölçüsü dünyevi birtakım değerler (mal, güç, iktidar)dir. Firavun'un bu bozuk bakış açısı Kuran'da şöyle tarif edilmiştir:
Bu ayetlerde dikkat çekilen hususları maddelendirecek olursak, şunları görürüz:
1. Firavun için büyüklük ölçüsü takva değil, mal ve mülkçe üstün olmaktı. Ayrıca soyluluk da önemliydi.
2. Seçimin Allah'a ait olduğunu kavrayamadığı için Hz. Musa'nın elçi olarak gönderilmesi ona ağır gelmişti.
3. Hz. Musa'yı kendince küçümsemiş, aşağı sınıftan olduğunu söylemiş ve konuşma şeklindeki kusuru öne sürmüştü. Nitekim herkeste kendince küçümsenecek bir yön bulmak, enaniyetli insanların en belirgin özelliklerindendir.
4. Firavun'un ölçüsü mal, mülk ve güç olduğundan elçi geldiğinde yanında buna dair özellikler veya mucize olarak melekler olmasını beklemişti.
Kuran'da Hz. Musa ile Firavun arasında geçen bir diyalog şöyle bildirilmektedir:
Yukarıdaki ayetlerde Firavun'un enaniyetinin farklı bir çıkış şeklini görüyoruz. Hz. Musa onu Allah'ın emirlerine uymaya davet ettiğinde hemen cahiliye metodlarını kullanmış, onu minnet altında bırakmak istemiştir. Çocukken Hz. Musa'yı yetiştirip büyüttüğünü, ona emeği geçtiğini, bu nedenle kendisine borçlu olduğunu söylemiştir. Hemen arkasından geçmişte -daha dinden sorumlu olmadığı cahiliye döneminde- istemeyerek yapmış olduğu bir hatayı öne sürmüştür. Böylece sözde Hz. Musa'yı minnet altında bırakacak kendisini halkına karşı yüceltmeye çalışacaktır.
Firavun öylesine kibirliydi ki ancak Hz. Musa'yı öldürünce nefsi yatışacaktı. Bu kibirli tavrı aynı zamanda Allah'a karşı bir isyan niteliğindeydi. Aslında Hz. Musa'nın üstün olduğunu biliyor bu nedenle ona haset ediyor ve öldürüp kavminin gözünde tek hakim olmak istiyordu. Hz. Musa ise, Firavun'un azgınlığı karşısında en güzel tavrı göstermiş ve Allah'a sığınmıştır.
Ayette Firavun'un müstekbirliğine dikkat çekilirken, hesap gününe iman etmemesinin üzerinde de durulmuştur. Eğer bir insan Allah'ın gönderdiği kitapları ve hem de elçileri vasıtasıyla varlığını bildirdiği hesap gününe iman etmiyorsa bu, kişinin azgınlığını ve kibirinin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. Ancak bu tip kibirli kişiler büyüklenmelerinin cezasını ahirette en ağır şekilde göreceklerdir. Firavun'un da göreceği gibi...
Firavun dedi ki: "Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum..." (Kasas Suresi, 38)
Firavun ayetlerde bildirilen ifadeleriyle ve Allah'a karşı olan mücadelesiyle çok çirkin ve akılsızca bir cesaret göstermiştir. Ayrıca yanlış zannıyla Allah'ı sadece göklerin Rabbi olarak değerlendirmiştir. Oysa Allah göklerin, yerin ve bu ikisi arasındaki herşeyin Rabbidir; ancak Firavun bunu takdir edememiştir. Firavun -kendince- yerde ilahlığını ilan ettiği için, Allah'ın varlığını kabul ettiği takdirde kendi gücünün, hakimiyetinin bir anlamı kalmayacaktır. Bu nedenle Allah'ı sadece göklerin ilahı, hakimi olarak göstermek istemiştir. Ancak Mümin Suresi'ndeki ayetlerde ifade edildiği gibi bu tavrı ona yıkım ve kayıp getirmiştir. Firavun bu yıkımı görene kadar azgın enaniyeti sebebiyle büyüklenmeye ve ilahlık iddiasını sürdürmeye devam etmiştir. Hatta çevresindekilerin ve Hz. Musa'nın, bu iddiasını kabul etmeleri için zor kullanmayı, tehditler savurmayı da sürdürmüştür. Bu durum ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
Bu ayetlerde de Firavun'un ilahlık iddiaları ve Allah'a karşı yürüttüğü mücadelesi görülmektedir. Firavun önce Allah hakkında art niyetli bir soru sormuştur. Enaniyeti öylesine kuvvetlidir ki baştan Hz. Musa'nın vereceği her cevabı reddetme niyetindedir. Hangi delili görürse görsün Allah'ın büyüklüğünü kabul edemeyecek haldedir. Hz. Musa onun sorularına cevap verince, yani Allah'ın hem geçmiştekilerin hem de o dönemde yaşayan herkesin Rabbi olduğunu söyleyince, Firavun'un enaniyeti daha da artmıştır. Bu azgınlığının sonucunda, kendisine gönderilen elçiyi delilikle suçlamış, arkasından da onu hapse atmakla tehdit ederek yıldırmaya çalışmıştır. Hz. Musa ile bir mücadele içine girmiştir ancak sadece müminlere has olan berrak akla sahip olmadığı için en önemli şeyi unutmuştur: Hz. Musa'nın destekleyicisinin kendisi (Firavun) ve sahip oldukları da dahil olmak üzere herşeyin tek sahibinin Allah olduğunu...
Hz. Musa Firavun'a Allah'ın varlığını, birliğini anlatınca, onun ilk koşulu bir mucize göstermesini istemek olmuştu. Kendi bilgin büyücülerine güvenen Firavun, bütün insanları bir yerde toplayarak herkesin huzurunda iki tarafın da kendi büyülerini göstermesini istedi. Hz. Musa'nın mucizesi büyücülerin sihirlerini yok edince de Firavun yenilmiş oldu. Ancak bu durum karşısında baş eğmesi gerekirken enaniyeti daha da arttı.
Hz. Musa'nın mucizesinin büyücülerin sihirlerini sonuçsuz çıkarması üzerine, Firavun'un yakınında bulunan ve büyücülerin en üstünleri olan bu kişiler bile gerçeği görüp Allah'a iman ettiler. Ancak bu durum Firavun'un katılaşmış kalbini hiç etkilemedi, üstelik azgınlığı katlanarak arttı ve böylece şiddet kullanmaya karar verdi:
Firavun, yeryüzündeki enaniyetli insanların en önde gelenlerinden biridir. Ancak azgınlıkta kendisine şeytanı örnek almıştır. Nitekim Firavun da kılavuzu olan şeytan gibi yaptıklarının sonucunu görülmemiş bir aşağılanma ile almıştır. Üstelik bu öylesine bir aşağılanmadır ki sadece kendi nesline karşı küçük düşmemiş, Allah onu kıyamete kadar tüm insanlık için bir ibret vesilesi kılmıştır. Kuran'da Firavun'un ibret verici sonu şu şekilde bildirilir:
Tam ölüm anında hiçbir kurtuluş yolunun olmadığını ve ölümden kaçamayacağını anlayan Firavun Allah'a tevbe etmiş ancak bu tevbesi kendisine fayda vermemiştir. O, Allah'ı ve elçisini tanıyabilecekken, kendisine gerçekler tebliğ edildiği ve mucizeler de gösterildiği halde büyüklenmiş ve diretmiştir. Böbürlenmesi ve üstünlük iddiası onu böyle bir davranışa getirmiş, kendisine karşı büyüklendiği Allah'a son anda tevbe etmesi de fayda vermemiştir.
Burada bir noktaya dikkat etmek gerekir. Firavun'un inkarının temel nedeni, enaniyetidir. İman etmek için gerekli olan delilleri görmediği ya da anlamadığı için değil, iman etmek gururuna ağır geldiği için inkarda diretmiştir. Örneğin büyücülerinin Hz. Musa'nın üstünlüğünü ve doğruluğunu kabul ederek Allah'a iman etmeleri, onun için büyük bir delildi. Hz. Musa'nın mucizeleri de çok büyük birer delil hükmündeydi. Bunları gören bir insanın hemen Allah'a iman etmesini gerekirdi.
Firavun ise normal mantıkla düşünemiyordu, çünkü gururu aklını örtmüştü. Büyücüler iman ettiğinde, "burada gerçekten bir olağanüstülük var" diye düşünmedi. Onu etkileyen tek şey, büyücülerin kendisinden izin almadan böyle bir şey yapmış olmalarıydı. Bu nedenle hür bir akılla değil de gururunun baskısıyla düşünüyordu ve bu nedenle ölüm ona gelip de gururu kırılana kadar inkar etti.
Firavun'un inkarına neden olan bu durum, aslında her inkar eden kişi için geçerlidir. İnkarlarının temeli, yeterli delil görmeyişleri değil, gururları nedeniyle kendilerine yaptıkları baskıdır. Nitekim Kuran'da bu insanlar şöyle bildirilmektedirler:
Firavun hem dünya nimetlerinden mahrum olmuş, elindeki bütün zenginliği kaybolmuş hem de sonsuz hayatında ebedi azaba mahkum olmuştur. Büyüklenmesine vesile olan bahçeler, pınarlar, güzel evler, ekinler, kısacası bütün dünya malı elinden gitmiştir. Görüldüğü gibi, kişi istediği kadar zengin olsun, malı, mülkü ve gücü olsun Allah için bunları o kişinin elinden almak çok kolaydır.
Böylesine azgın ve kibirli biri için ahiret azabı da çok zorlu olur. Ayrıca böyle insanlara uyan ve Rabbimizi unutan kişilerin durumları da karşılıksız kalmaz. Firavun ve onun ahlakını taşıyan insanların peşine takılıp onları örnek alanlar hesap günü işledikleri bu günahların cezasını çekmek için önderleriyle birlikte Allah'ın huzuruna getirileceklerdir. Nitekim ayetlerde Firavun'un ve ona uyanların kıyamet günü karşılaşacakları durum şöyle bildirilir:
Daha önce de belirtildiği gibi bu anlatılanları sadece Firavun'un şahsında düşünmek yanlış olur. Enaniyetli her insanın böyle bir sondan korkması ve sakınması gerekir. Bu tip bir karakter ve çaba içinde olanlar, Firavun'un sonunu düşünüp kendi sonlarının onunkine benzemesinden şiddetle kaçınmalıdırlar.
Ancak bir noktanın üzerinde önemle durulması gerekir: Sadece "Firavun enaniyeti" değil, enaniyetin her çeşidi şiddetli bir beladır. Çünkü büyüklenmek aklı kapattığı için kişinin kibiri kendisi fark etmeden şiddetlenebilir. Pek çok ayette de tarif edildiği gibi bu, herşeyden önce Allah'ın tasvip etmediği bir tavırdır. Bu nedenle özellikle müminler, hiçbir konuda nefislerinin büyüklenmesine, böbürlenmesine, üstünlük iddiasında bulunmasına izin vermemelidirler. Unutmamak gerekir ki nefse verilen en ufak bir fırsat çok büyük bir kayıpla sonuçlanabilir. Kişi farkına varmadan yalnızca kendi fikirlerinin doğru olduğu, kendi tavırlarının üstün olduğu gibi bir saplantıya kapılabilir. Nitekim gururu, en şiddetli bir biçimde içinde büyüten Firavun da aynı tür bir saplantı ve aldanış içindeydi. Firavun'un bu durumu ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
Firavun'un kendi fikirlerine ve aklına nasıl güvendiği yukarıdaki ayette görülmektedir. Kendisi sapkın bir insan olduğu halde kitleleri yönlendirmek, onları peşinden sürüklemek ve saptırmak istemiştir. Görüşünden o kadar emindir ki yanlış yolda olduğuna ihtimal dahi vermemiştir.
Bu, enaniyetli insanların genel vasfıdır. Kibirli kişiler, kendilerine aşırı derecede güvenirler ve kendilerinden daha iyi bilen biri olduğunu kabul etmek istemezler. Hele kendilerinden üstün özelliklere sahip, Allah'ın seçtiği insanların varlığına hiç tahammül edemezler. İşte aklından böylesine emin olarak enaniyet yapan kişilerin, Firavun'un Kuran'da anlatılan durumunu bir ibret vesilesi olarak düşünmeleri şarttır. Onun ne kadar büyük bir akılsızlık içinde olduğunu görüp, vakit varken ona benzemekten vazgeçip tevbe ederek Allah'a karşı boyun eğici olmak gerekir.