2. Atatürk'ün Dindar Kişiliği

'... Halbuki Elhamdülillah, hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız....'
(16 Mart 1923, Adana Türk Ocağı, esnaf ve sanatkarlarla toplantı)

Vefatından bu yana Atatürk hakkında pek çok yazı ve eser kaleme alınmış, konferanslar ve toplantılar düzenlenmiş, çeşitli yorum ve değerlendirmeler yapılmıştır. Şüphesiz Atatürk; tarihin şahit olduğu en büyük komutan ve devlet adamlarından biridir. Bunu tüm dünya kabul etmektedir.

Atatürk'ün saydığımız bu özellikleri, aslında onu tanımak için yeterli unsurlardır. Ancak Atatürk'ün, bütün bu üstün özelliklerinin yanı sıra hayatında ve davranışlarında önemli yer tutan, onun sosyal yönünü ve karakterini belirleyen İslam ahlakından kaynaklanan pek çok özelliği bulunmaktadır. Tevazusu, hoşgörüsü, barışçı ve uzlaşmacı kişiliği, duygusallıktan uzak, akılcı yapısı, ahlak anlayışı, dinine karşı olan hassasiyeti, kararlılığı, giyim ve kuşamına, temizlik ve bakımına, sanat ve estetiğe verdiği önemi bunlar arasında sayabiliriz.

Sadece TBMM'nin açılışı için hazırlattığı bildiri ya da Balıkesir'de verdiği hutbe bile, tek başına Atatürk'ün dindar kişiliğini gözler önüne sermek için yeterlidir.

TBMM'nin Açılış Bildirisi

Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920 Cuma günü açılmıştır. Bu açılışın 21 Nisan 1920'de tüm Türkiye'ye gönderilen bildirgesi, bildirgeyi kaleme alan Atatürk'ün samimi dindarlığını açıkça gözler önüne seren tarihi bir belge niteliğindedir:

1. Allah'ın yardımıyla 23 Nisan Cuma günü, Cuma namazından sonra Ankara'da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.

2. Vatanın bağımsızlığı, yüksek halifelik ve saltanat makamının kurtarılması gibi çok önemli vazifeleri olan Meclisin açılış gününü, Cumaya tesadüf ettirmekten maksat, o günün kutsallığından faydalanmak ve açılmadan önce sayın milletvekilleriyle Hacı Bayram Camii'nde Cuma namazı kılmak, Kuran ve namazın nurlarından faydalanmaktır. Namazdan sonra Peygamberimiz (sav)'in sakalı ve sancağı el üstünde olduğu halde Meclis binasına gidilecektir. Camiden buraya kadar olan merasim için Kolordu Komutanlığı'nca özel olarak askeri tertibat alınacaktır.

3. O günün kutsallığını güçlendirmek için bugünden başlayarak valiliklerde, vali beyefendinin düzenlemesiyle hatim indirilecek, muhayiri şerif okunacaktır. Hatmin son kısımları Cuma namazından sonra Meclis binası önünde tamamlanacaktır.

1. Türkiye Büyük Millet Meclisi binası

4. Kutsal ve yaralı vatanımızın her köşesinde aynı biçimde bugünden başlanarak muhari ve hatm-i şerif okutularak Cuma günü ezandan önce selavat verilecek ve hutbede halife padişahımızın adı söylenirken, padişahımızın ve topraklarımızın bir an önce kurtuluşu ve mutluluğa erişmesi için dua edilecektir. Cuma namazı kılındıktan sonra hatim duası yapılarak yüce halifelik ve saltanat makamının ve bütün yurdun kurtulması uğrundaki milli çalışmaların kutsallığı ve milletin her bireyinin kendi temsilcilerinden oluşan Büyük Millet Meclisi'nin vereceği vatan görevlerini yerine getirmesine ilişkin vaazlar verilecektir. Sonunda halife ve padişahımızın, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin kurtuluşu, mutluluğu ve bağımsızlığı için dua edilecektir.

Bu dini ve vatani törenin arkasından camilerden çıkıldıktan sonra bütün yurtta hükümet konaklarına gelinerek Meclisin açılmasından dolayı kutlama yapılacaktır. Her tarafta Cuma namazından önce Mevlid-i Şerif okunacaktır.

5. Yüce Allah'tan tam başarı dileriz."

Beş maddeden oluşan bu bildirgenin her maddesi Atatürk'ün samimi, dindar kişiliğinin açık birer ifadesidir.

Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi balkonunda milletvekilleriyle birlikte. (11 Ocak 1921)

Sayın Adnan Oktar'ın Kanal Malatya Tv'deki Röportajı, 7 Ocak 2009

KANAL MALATYA: Atatürk dindar mıydı?

ADNAN OKTAR: Atatürk hem ne dindardı, hem ne mükemmel insandı. Anlatsak sabahlara kadar bitmez. Bir insan düşünün ki Müslümanların temel ihtiyacı olan bilgiyi, yani Kuran’ı tefsir ettiriyor. Ve en mükemmel âlime tefsir ettiriyor. Elmalılı Hamdi Yazır Efendi’ye. Ve bu tefsiri Türk Halkı’na sunuyor. Ve en muteber hadis kitabını açıklattırıyor. Şerh ettiriyor. Sahih-i Buhari’yi halkına sunuyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurduruyor, halkına sunuyor. Ve diyor ki Türk Milleti’nin en büyük düşmanı komünistliktir. Ve her görüldüğü yerde ezilmelidir. Tam bir aslan üslubu maşaAllah. Türk Birliği’ni savunuyor, İslam Birliği’ni savunuyor, Türk İslam Birliği’ni savunuyor.

Ve Kuran aşığı, her akşam Kuran okutturuyor ve dinliyor. Peygamberimiz (sav)’in güzel ahlakını, onun güzel hayatını çok iyi bilen bir insandı. Tam bir peygamber hayranıdır. Yani o kadar çok Atatürk’ün Peygamberimiz (sav)’le ilgili güzel sözü vardır ki, söylediğim gibi ben sabaha kadar anlatsam bitmez.... Mesela Atatürk diyor ki “Ey millet Allah birdir. Şanı büyüktür.” Ağzından nur akıyor bak maşaAllah. “Allah’ın selameti, atıfeti, hayrı üzerinize olsun.Koyduğu esas kanunlar” - dikkat edin- “Kuran’ı azimüşandaki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhunu vermiş olan dinimiz son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer İlahi ve tabii kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Bütün İlahi kanunları yapan Cenab-ı Hak’tır.” Tam Müslüman evladı bak maşaAllah. “Bütün dünyanın Müslümanları Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’in gösterttiği yolu takip etmeli. Ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli.”

Sayın Adnan Oktar'ın Ekin Tv'deki Röportajı, 2 Subat 2009

ADNAN OKTAR: Atatürk dindarlığını bütün açıklığıyla ortaya koyan bir insandır. Bakın Atatürk’ün günlüğünden biraz anlatayım. Oradan daha iyi anlarlar. 9 Mart 1922, Perşembe, Sivrihisar, kendi el yazısıyla. “Saat sekize doğru, akşam İsmet Paşa geldi. Evvela yemek, yemekten sonra 10 Mart için program kararlaştırıldı. Siyasi durum hakkında bilgi verdim.” Bakın dikkat edin. “Ondan sonra hafıza Kuran okuttuk.” Buyurun. 10 Mart 1922 Cuma, Aziziye. Günlüğü bu kendi el yazısıyla yazdığı. “Selahattin Paşa da gelmişlerdi. Beraber yemek yedik. Bazı telgraflar gelmişti. Gördüm,” Sonra bakın ne diyor, “Hafıza Kuran okuttum.” 17 Mart Cuma, Akşehir, karargaha dönüş. “Saat sekize kadar yalnız kaldım. Mustafa Abdülhalik Bey geldi, hafıza Kuran okuttuk” ve devam ediyor. 20 Mart Pazartesi, Akşehir. “Fahrettin Altan Paşa ve kurmayını yemeğe davet etmiştim. Hafıza Kuran okuttuk.” 24 Mart Cuma, Akşehir. “Mütareke teklifini Celal Bey bildirdi. Cuma namazında hafız Ulucami'de mevlit okudu. Gece yarısından sonra sekiz saat beşte sabaha kadar Ankara'da Bakanlar Kurulu ile görüşme yaptım.” Gece gündüz Kuran okutan, hafızın okuduğu Kuran’ı zevkle dinleyen bir insan.

Balıkesir Hutbesi

Atatürk bütün yaşamını cephelerde mücadele etmekle geçirmiş, Kurtuluş Savaşı'na tek başına yön vermiş, Türk Ordusunun başına geçmiş ve büyük bir zafere imza atmış büyük bir komutandır.

Atatürk'ün din konusundaki samimiyetini ve dinine olan bağlılığını ortaya koyan diğer bir tarihi delil de onun çıktığı bir yurt gezisi sırasında Balıkesir'de vermiş olduğu hutbedir. Atatürk, bu hutbeyi, 7 Şubat 1923 tarihinde Zağanos Paşa Camii'nde vermiştir:

◉Ey Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe, memur ve Resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki, Kuran-ı Azimüşşan'daki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhunu vermiş olan dinimiz son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer İlahi ve tabii kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Çünkü bütün İlahi kanunları yapan Cenab-ı Hak'tır.

◉ Arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber mesaisinde iki dara yani iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah'ın evi idi. Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı.

◉ Efendiler... camiler; ibadet ve itaatle beraber din ve dünya için neler yapmak gerektiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni, başlı başına faaliyette bulunmak elzemdir.

◉ İşte bizim burada din ve dünya için, istikbal ve istiklalimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Milli emelleri, milli iradeyi yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin bilinmesi neticesinden çıkarmak gerekir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.

◉ ... Efendiler! Hutbe demek halka hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin manası budur. Hutbe denildiği zaman bundan birtakım manalar ve mefhumlar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi irad eden hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber zaman-ı saadetlerinde hutbeyi kendileri verirlerdi.

◉ Gerek Peygamber Efendimiz gerekse Hulefayı Raşidin'in hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin gerekse Hulefayı Raşidin'in söylediği şeyler, o günün meseleleridir. O günün askeri, idari, mali, siyasi ve içtimai konularıdır.

Sivas Kongresi sırasında milli teşkilatlanmaya destek olan Sivas Kadısı Hasbi ve Erzincanlı fieyh Fevzi Efendilerle

◉ İslam ümmeti çoğalıp, İslam memleketleri genişlemeye başlayınca, Cenab-ı Peygamber ve Hulefayı Raşidin'in hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin irad etmelerine imkan olmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar herhalde ileri gelenlerin en büyüğü idi.

◉ Onlar cami-i şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için ne söylemek gerekiyorsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruları söylemesi ve halkı aydınlatması; halkı, umumi ahvalden haberdar etmek son derece ehemmiyetlidir. Çünkü herşey açık söylendiği zaman halkın dimağı faaliyet halinde bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek, şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir...

◉ Hutbeden maksat, halkın aydınlatılması ve doğru yolun gösterilmesidir. Başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehl ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutbeyi okuyanın her halde halkın kullandığı dili kullanması lazımdır. Geçen sene BMM'de irad ettiğim bir nutukta demiştim ki: 'Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir feyz menbaı, bir nur menbaı olmuştur.' Böyle olabilmesi için minberlerde aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, fenni ve ilmi hakikatlere uygun olması lazımdır. Hatiplerin siyasi, içtimai ve medeni ahvali her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinler verilmiş olur. Binaenaleyh hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın icaplarına uygun olacaktır.8

Atatürk'ün önderliğinde yürütülen ve büyük bir zaferle neticelenen Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasında, Türk Milleti'nin inançlı tavrının çok büyük bir rolü olmuştur. Genç-yaşlı demeden büyük fedakarlıklar gösteren Türk insanı, vatanın müdafasına önemli bir katkıda bulunmuştur. Üstteki resimde Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara'da askeri bir fabrikada mermi yapan, ninesi ve torunlarıyla fedakar Türk kadınları görülüyor. Kurtuluş Savaşı'nda Cephane Taşıyan Kadınlar, Halil Dikmen (Ankara Resim ve Heykel Müzesi, 1933)

Vatana, millete hizmet edenleri daima takdir eden Atatürk, Milli Mücadele'yi destekleyen Amasya Müftüsü Kamil Efendi ile görüşürken, 22 Kasım 1930 Köyün Geriye Alınması, Sami Yetik (İstanbul Askeri Müze, 1934)

Atatürk'ün dindarlığının önemli bir göstergesi de; elbette ki vatanın müdaafası için verdiği mücadelesidir.

Atatürk bütün yaşamını cephelerde mücadele etmekle geçirmiş, Kurtuluş Savaşı'na tek başına yön vermiş, Türk Ordusunun başına geçmiş ve büyük bir zafere imza atmış büyük bir komutandır.

İslam yurdu olan güzel vatanımızın düşmanın eline geçmemesi için herşeyi göze almış ve yıllarca mücadele etmiştir. Atatürk'ün önderliğinde yürütülen Kurtuluş Savaşı'nı büyük bir inançla gerçekleştiren Türk Milleti'nin tavrı, aşağıdaki Kuran ayetiyle büyük bir uyum içindedir:

Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez.(Bakara Suresi, 190)

Atatürk'ün Günlüğünden Bazı Notlar

Mücadelesinde destek ve yardımı her zaman Allah'tan isteyen Atatürk, her fırsatta Kuran okutup dua etmeye önem vermiştir. Üstelik bu konuyla ilgili deliller Atatürk'ün kendi el yazısıyladır. Gençliğinden itibaren günlük tutma alışkanlığı olan ve bu alışkanlığını Büyük Taarruz döneminde de sürdüren Atatürk'ün notları, bize onun samimi inancını gösteren önemli delillerdendir. Aşağıda Atatürk'ün günlüğünden konumuzla ilgili bazı bölümleri aktarıyoruz :

9 Mart 1922, Perşembe - Sivrihisar

Saat 8'e doğru (akşam) İsmet Paşa geldi. Evvela yemek. Yemekten sonra 10 Mart için program kararlaştırıldı. Siyasi durum hakkında... bilgi verdim. Ondan sonra hafıza Kur'an okuttuk.

10 Mart 1922, Cuma - Aziziye

Saat 5 (akşam) Aziziye, yorgunluk hissettim... Bir saat kadar uyudum. Sonra vücudumu süngerle sildim. Yeterli istirahat etmiştim. İsmet, Yakup Şevki ve Selahattin Paşalar gelmişlerdi. Beraber yemek yedik. Bazı telgraflar gelmişti, gördüm. Hafıza Kur'an okuttum. Saat 10'da gittiler. Benim notları yazıyorum. Biraz kitap okuduktan sonra yatacağım. Yarınki planımız üç tümenin teftişidir.

Mücadelesinde destek ve yardımı her zaman Allah'tan isteyen Atatürk, her fırsatta Kuran okutup dua etmeye önem vermiştir. Resimde ordularımızın muzafferiyeti için TBMM önünde Abdullah Azmi Efendi tarafından okunan dua görülüyor. (28 Mayıs 1922)

17 Mart Cuma - Akşehir

Tayyare bölüğünü teftiş. Fazıl Bey ve diğer bir pilot uçtu. Fransızlardan alınan 14 tayyare Adana'ya gelmişti... İki tayyare uçurmak istedik. Motorları işletmek güç oldu. Biri uçabildi.

Karargaha dönüş. Saat 8'e kadar yalnız kaldım. Mustafa Abdülhalik Bey geldi. Hafıza Kur'an okuttuk. İsmet Paşa da geldi. Yemekten sonra gittiler.

20 Mart Pazartesi-Akşehir

Müdafaa-i Hukuk heyeti, İhsan, Fahrettin Paşalar geldi.

İhsan Paşa (Ali İhsan Sabis) şikayet etti. Haksızdır. Açık konuştum. Otomobille gezdim. İsmet Paşa'ya gittim. Beraber bize geldik. Fahrettin (Altay) Paşa ve kurmayını yemeğe davet etmiştim. Hafıza Kur'an okuttuk.

24 Mart Cuma - Akşehir

Mütareke teklifini Celal Bey bildirdi. Cuma namazında hafız Ulucami'de mevlüt okudu... Gece yarısından sonra saat 5'e (sabah) kadar Ankara'da Bakanlar Kurulu ile görüşme yaptım..."9

Ankara Vilayet Konağı kapısının önünde Nevşehirli Hasan Fehmi Efendi tarafından yapılan duayı dinlerken (27 Aralık 1919) TBMM önünde Ramazan Bayramı münasebetiyle ordularımızın başarısı için yapılan dua ve bayram merasimi (6 Mayıs 1920)

Atatürk Çanakkale Savaşı'nın Başarıya Ulaşmasının Nedeni Olarak
Allah'a ve Dine Olan Bağlılığı Göstermektedir

Anafartalar Grubu Komutanı Atatürk muharebe arkadaşlarıyla.

Çanakkale muharebelerinde Atatürk'ün emrinde çarpışan, daha sonra Atatürk Anafartalar Grup Komutanı olunca onun yerine 19. Tümen Komutanı olan Albay Şefik Aker, tarihi bir anısını şöyle anlatır:

8/9 Ağustos (1915) gecesi bana 19. Fırka Komutanlığı'nı teslim edip Anafartalar Grubu Komutanlığı'na idareye giderken, Atatürk benim sol yanımda idi. Ağzından çıkan bir fısıltı dikkatimi çekti. O'nun selamet ve başarı için Allah'a fısıltı ile niyazda bulunduğunu görmüş ve anlamıştım. 10

Atatürk'ün bu güzel tavrı, 'Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse müminler yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.' (Al-i İmran Suresi, 160) ayetinde tarif edilen mümin karakterinin güzel bir örneğidir.

Çanakkale Savaşı sırasında kahraman ordumuzun da manevi gücüyle ayakta kaldığını gören Atatürk, askerlerimizin kararlılıklarını şöyle belirtmiştir:

Allah'tan başkasından korkmayan ve şehit olmayı en yüksek mertebe kabul eden Atamız, aynı duyguları ordumuza da aşılamıştır. Üstte Büyük Taarruz'a hazırlanan askeri birliklerin TBMM önündeki geçit töreni görülüyor.

Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, en ufak bir fütur (yılgınlık) bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler, kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesi'ni kazandıran bu yüksek ruhtur. 11

Bu iman vesilesiyledir ki, Türk Ordusu Çanakkale'de 250 bin şehit vermesine rağmen en ufak bir gerileme ve sarsılma göstermeden kahramanca mücadele etmiştir. Çanakkale'de şehit ve gazi olan askerlerimizin bu üstün ahlakı, aşağıdaki Kuran ayetinin de bir tecellisidir:

Ey iman edenler, bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklık gösterin ve Allah'ı çokca zikredin. Ki kurtuluş (felah) bulasınız. (Enfal Suresi, 45)

Atatürk de, şehadeti ve gaziliği en büyük onur ve en yüce makam bilen kahraman Türk Ordusuna şu sözlerle hitap etmiştir:

Türk Ordusu! Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle hiçbir korkunun yıldırmadığı demir gibi temiz kalbinle düşmanı sonunda alt eden büyük gayretin için gönül borcumu ve teşekkürümü söylemeyi kendime aziz bir borç bilirim. 12

Allah'tan başkasından korkmayan ve şehit olmayı en yüksek mertebe kabul eden Atamız, aynı duyguları ordumuza da aşılamıştır. Bir Kuran ayetinde iman edenlerin bu güzel özelliklerine şöyle dikkat çekilir:

'Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun"dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir"diyenlerdir.' (Al-i İmran Suresi, 173)

Ey iman edenler, bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklık gösterin ve Allah'ı çokca zikredin. Ki kurtuluş (felah) bulasınız. (Enfal Suresi, 45)

Atatürk'ün İslam'da Vicdan Özgürlüğü Konusundaki Yorumu

İslamiyet insanları din ahlakına uymaya çağırır. Kabul edenin mükafatı veya kabul etmeyenin cezası Allah Katındadır. Müslümanlara bu konuda düşen görev, sadece insanları Allah yoluna çağırmaktır. Uyup uymamak kişinin kendi seçimidir. Atatürk'ün bu konuyla ilgili olan şu sözleri, Kuran ahlakına tamamen uymaktadır:

Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz, dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasde ve fiile dayanan taassupkar hareketlerden sakınıyoruz. 13

İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.
M. Kemal Atatürk

Atatürk'ün söz konusu laiklik tarifi İslam'ın ruhuna ve amacına tamamen uygundur. Kuran-ı Kerim'de, bir kimsenin dini kabul etmesinin kendi kararı olacağı, dini kabul etmezse bunun için kendisine zorlama yapılamayacağı şöyle bildirilir:

Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara Suresi, 256)

Bilime Verdiği Önem

Atatürk'ün önem verdiği ve savunduğu kavramların dinimizle olan uyumunu hemen her alanda görmek mümkündür. Atatürk'ün bilim konusundaki yaklaşımı bunun bir başka örneğidir. Atatürk, "İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur"derken14, aslında Peygamberimiz (sav)'in asırlar öncesinde söylediği "ilim Çin'de bile olsa alınız" buyruğuyla tamamen paralel bir prensip ortaya koymuştur.

Atatürk, dünya çapında yabancı bilim adamlarının katıldığı milletlerarası toplantılara katılırdı. Yukarıda bu şahsiyetlerle bir sohbet sırasında görülüyor. Karşısındaki hanım, manevi kızlarından Prof. Dr. Afet İnan, yanındaki de onun hocası İsviçreli Tarih Profesörü Eugene Piccard'dır.

İslam'da bilime verilen önem Kuran'da açıkça belirtilmektedir. Kuran ayetlerinde Allah; insanları düşünmeye, incelemeye ve araştırmaya çağırır. Bir ayette şöyle buyrulur:

Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)

Gerek gökyüzü, gerek yeryüzü, gerekse bu ikisi arasında yaşayan canlılara baktığımızda her birinin kendilerini var eden Allah’ın varlığını tasdik ettiğini görürüz. Evreni ve içindeki tüm varlıkları incelemenin ve Allah'ın yaratmasındaki sanatı keşfedip insanlığa açıklamanın yolu "bilim"dir. Dolayısıyla İslam Dini, bilimi Allah'ın yaratışındaki detaylara ulaşmada bir yol olarak benimser ve bu nedenle bilimi teşvik eder. Atatürk'ün bilime verdiği önem, bu manada anlaşılmalıdır.

Atatürk'ün Kuran Ahlakına Uygun Kişiliği

Atatürk'ü, askeri dehasının ve devlet adamı vasfının yanısıra insan olarak da ön plana çıkartan birçok önemli özelliği vardır. Bu özellikler incelendiğinde ise; Atatürk'ün ahlakının Kuran ahlakına pek çok yönüyle mutabık olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Atatürk'ün yakın arkadaşı, TBMM'nin Gaziantep vekili Kılıç Ali Paşa, Atatürk'ün müşfik, anlayışlı ve kibar kişiliğini şöyle özetlemiştir:

Atatürk, çok müşfik, çok ince, çok vefakar bir şahıstı. Vefasızlara, vefasızlıklara karşı son derece gücenir ve üzüntü duyardı. Yakınlarının, sevdiklerinin hususi, hatta ailevi dertlerini dinler, adeta bir baba şefkatiyle onlara çareler arar, onları teselli ederdi. İnsan onun huzuruna çıkarak dertlerini döktükten sonra rahatlar, kalbi huzur dolarak büyük bir ferahlık içinde yanından çıkardı. 15

Atatürk; çok sabırlı bir şahıstı. Bazen sofrasında, kendisiyle davetlileri arasında, mebuslarla, arkadaşlarıyla mücadele şekline dökülen öyle münakaşalar olurdu ki, onun müsade ve müsamahasından cüret alınarak gösterilen taşkınlıklara sabır ve tahammül gösterebilmek için, ancak ve ancak Mustafa Kemal olmak lazımdı. Bu sabır ve tahammül ona mahsus, ona yakışan bir meziyetti. 16

Atatürk'ün hassasiyetle üzerinde durduğu sabır, Allah'ın uygulamamızı istediği önemli mümin özelliklerindendir. Sabretmenin önemi pek çok Kuran ayetiyle bize bildirilmektedir. Atatürk'ün diğer bazı ahlaki özellikleri ise konuyla ilgili bir eserde şöyle anlatılır:

Atatürk iki yüzlü, riyakar, dalkavuk insanlardan hoşlanmazdı. Hiç kimsenin gammazlık etmesine, yahut birbiri aleyhinde dedikodu yapmasına ve bu kabil bayağılıklara müsamaha etmezdi. Böyle bir hal vukua geldiği takdirde, ilk fırsatta o iki insanı yüzleştirirdi. 17

İnsanları sabırla dinleyip, sorunlarının çözümüne yardımcı olması ve karşılık beklemeden iyilikte bulunması Atatürk'ün Kuran ahlakına uygun kişiliğinin birer yansımasıdır. Resimde Atatürk, bir seyahati esnasında yaşlı bir hanımın derdini dinlerken görülüyor.

Kuran ayetlerini incelediğimizde müminlerin şefkat, merhamet, ince düşünce, vefa, sabır, dürüstlük, hoşgörülü olma ve arkadan konuşmama gibi birçok güzel özelliğe sahip olduklarını görürüz. Bu konularla ilgili ayetlerden bazılarında şöyle buyrulmaktadır:

Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, yumuşak davranandır. (Bakara Suresi, 263)

İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Lokman Suresi, 18)

Katımızdan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi. (Meryem Suresi, 13)

... Öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Al-i İmran Suresi, 134)

Yine Atatürk'ün hayatını anlatan kaynaklarda aktarıldığı üzere, "Atatürk, sofrasında dedikodu mevzularının konuşulmasına da asla müsaade etmezdi."18 Atatürk'ün bu tavrı da, Allah'ın insanlardan istediği Kuran ahlakına uygun bir davranış tarzıdır. Ayetlerde şöyle buyrulur:

Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir. (Hucurat Suresi, 11-12)

Atatürk gerek ailesinden gerekse yetiştiği okullardan Osmanlı kültürünü öğrenmiş ve bu kültürün örnek özelliklerini üzerinde taşımış bir kişiydi. Kendini yetiştirmeye çok önem veren, sürekli okuyan, yeni fikirlere açık, nezih bir kişiliğe sahip olan Atatürk, giyimine dikkat eden, kuvvetli ve zinde bir insandı. Bulunduğu mekanların düzen ve tertibi konusunda da titizlik gösterirdi. Sofra, Atatürk'ün karar ve düşüncelerinin bir nevi mihrak noktası, müdavimlerinin ise adeta feyz kaynağı idi. Atatürk'ün manevi kızı Sabiha Gökçen, Atatürk'ün sofrasını şöyle anlatır:

Şu bilinmelidir ki, Gazi Paşa'nın sofrası asla bir işret alemi yeri, bir vakit geçirme, bir zaman öldürme yeri değildi. O, bu sofrayı adeta bir okul haline sokmuştu. Dünya sorunlarının, yurt sorunlarının, ilmin, felsefenin, sanatın, insanlık idealinin ve uygar Türk Ulusu'nun geleceğinin sabahlara kadar tartışıldığı bir okuldu bu sofra... Aydınlıklarla, iyi niyetlerle dolu bir sofra. 19

Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)

Sofra, Atatürk'ün karar ve düşüncelerinin bir nevi mihrak noktası, müdavimlerinin ise adeta feyz kaynağı idi. Bu nedenle Atatürk'ün sofrasında daima konuklar bulunur, devlet ve kültür sorunları tartışılırdı.

Boş konuşmalardan hiç hoşlanmayan Atatürk, diğer insanların da bu konuya titizlik göstermelerine dikkat ederdi. Bu özelliğin de Kuran'da belirtilen bir mümin vasfı olması dikkat çekicidir. Boş konuşmalar -hiçbir amaca yönelik olmayan, insanları düşünceden, akıldan uzaklaştıran sözler- karşısında müminlerin gösterdikleri asil tavır, Kuran'da şöyle tarif edilir:

... Boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir. (Furkan Suresi, 72)

Nezih bir kişiliğe sahip olan Atatürk, giyimine dikkat eden, kuvvetli ve zinde bir insandı.

İstişareye Verdiği Önem

Atatürk'ün istişare, yani farklı insanların görüşlerini alma konusuna verdiği önem bir kaynakta şöyle anlatılır:

O, harikulade zekasına, büyük görüş kuvvetine, hadiseleri tahlil derinliğine dayanmakla beraber, başkalarının fikir ve mütalaalarına da kıymet verirdi. Onun en kuvvetli tarafı, en büyük kudreti, belki istişare etmesini bilmesi ve istişareler sonunda kendi eşsiz mantığını hadiselere hakim kılmasıydı. 20

Atatürk de kendisinin bu özelliğini şu cümlelerle özetlemiştir:

Ben diktatör değilim... Çünkü, ben zoraki ve insafsız davranmayı bilmem. Ben kalpleri kırarak değil, kazanarak hükmetmek isterim. 21

Atatürk'ün söz konusu, istişare yapma ve diğer insanlara yumuşak davranma gibi özellikleri de yine Kuran'da bildirilmiş mümin vasıflarıdır. Allah Kuran'da Müslümanları tarif ederken "Onların iş ve yönetimleri aralarında şura iledir"(Şura Suresi, 38) buyurmaktadır. Bir diğer ayette ise, insanlara yumuşak söz söylemek şöyle emredilir:

Eğer Rabbinden ummakta olduğun bir rahmeti beklerken (darlıkta olduğundan) onlara sırt çevirecek olursan, bu durumda onlara yumuşak söz söyle. (İsra Suresi, 28)

Peygamberimiz (sav) de her zaman için etrafındaki insanlara çok yumuşak ve ılımlı davranmış, onlarla istişare edip görüşlerine başvurmuştur. Bir ayette Peygamberimiz (sav)'in bu vasıfları şöyle anlatılır:

Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. (Al-i İmran Suresi, 159)

Atatürk , kendini yetiştirmeye çok önem veren, sürekli okuyan ve yeni fikirlere daima açık bir kişiliğe sahipti.

Atatürk, farklı insanların görüşlerini alma konusuna çok önem vermiştir. Dolmabahçe Sarayı'nda İsmet İnönü ve Tevfik Rüştü Aras'la toplantıda (1935)

Sayın Adnan Oktar'ın Kral Karadeniz Tv’deki Röportajı, 31 Mart 2009

ADNAN OKTAR: "Alpaslan" dedin mi bambaşka bir şey aklımıza geliyor. Kanuniler, Yavuz Sultan Selimler, Fatih Sultan Mehmet deyince bambaşka şeyler aklımıza geliyor. Mesela Atatürkümüz de öyle geldi. Bütün milletin, dünyanın nefesi kesildi. Muazzam bir hizmet verdi, muazzam faydalar, muazzam güzellikler sundu. Allah ona belirli bir ömür verdi. Ömrü içerisinde mükemmel hizmetler yaptı. O da halis Türk’tü, halis Müslüman evladıydı. Türklükle Müslümanlığı içiçeydi onun ve mükemmel bir akılcı faaliyet içerisinde oldu.

Sayın Adnan Oktar'ın Mavi Karadeniz Tv’deki Röportajı, 24 Mart 2009

ADNAN OKTAR: Mesela Atatürk’ün anti komünist olması, anti mason olması, mason localarını kapatması, komünist örgütlenmeye karşı kesin tavır alması, Allah’a, Peygamber (sav)’e adeta aşık olması, müthiş bir sevgi duyması, mesela İmam Hatiplerin açılmasında, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulmasında, Elmalılı Tefsirinin oluşturulmasında, Buhari’nin tercümesinde, Peygamber Efendimiz (sav)’in hayatının hazırlanmasında, yani çok çok alanda, çok büyük faydaları oldu ve emeği geçti Atatürk’ün.

Sayın Adnan Oktar'ın Hilal Tv’deki Röportajı, 23 Ocak 2009

ADNAN OKTAR: Atatürk’ün özelliği yiğit ruhlu olması ve hiç kimseden korkmamasıydı, yani ne İngiltere’den korkuyordu, ne Amerika’dan korkuyordu, ne İtalyanlardan, ne Fransızlardan korkuyordu, yiğitliğini açıkça göstertti, değil ki bir avuç masondan çekinsin. Hiçbirini kaale almadı, yani Allah ona özel bir güç verdi...

Kararlılık

En önemli mümin özelliklerinden biri de kararlılıktır. Bir ayette zalim inkarcılara boyun eğmeyen Kehf Ehlinin kararlılığı şöyle bildirilir:

Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabtetmiştik; Kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi'dir; ilah olarak biz O'ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız."(Kehf Suresi, 14)

Kararlılık Atatürk'ün de çok belirgin bir vasfıydı. O, Müslüman toprağı Türkiye'yi işgal eden güçlere karşı korumak için hayatı boyunca çok kararlı bir mücadele yürüttü. Tüm zorluklara rağmen, Samsun'a ayak bastığı andan Milli Mücadele'nin sonuna kadar mücadeleden asla vazgeçmedi ve en ufak bir gevşeklik göstermedi. Bunun en güzel örnekleri Samsun'a ayak basmasından, Erzurum Kongresi'ne kadar olan dönemde görülür. Halkın ve idarecilerin büyük bir umutsuzluğa kapıldıkları anda, onun kararlılığı ve davasına olan inancı başarıya giden yolda tek ışık olmuştu. Mustafa Kemal Paşa bu zorlu dönemde bir yandan kumandanlarla temas kuruyor, yapılacak savunma konusunda onlarla bir fikir birliği sağlamaya çalışıyor, bir yandan da yorgun ve perişan durumda olan halkın moralini ve kendine olan güvenini kuvvetlendirmeye çalışıyordu. Çalışmaları bu konuda sağlam temeller atmasını sağladı ve çevresine, çalışma arkadaşlarına ve halka moral aşılamayı başardı.

Atatürk'ün kararlılığının gerçek ifadesini, "Gençliğe Hitabe"sinin her satırında okumak mümkündür:

Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve Cumhuriyetini müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve Cumhuriyetine kast edecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet, hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı!
İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen; Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır... 22

Atatürk'ün kararlılığının bir başka örneği de Sakarya Meydan Savaşı'ndan önce yaşanan gelişmelerde görülür.

Sakarya Meydan Savaşı'ndan önce, Türk kuvvetlerine göre daha kalabalık olan, daha modern silahlara, daha çok erzağa sahip olan Yunan kuvvetleri çok büyük bir taarruz başlatmışlardır. Bu durum karşısında Türk Ordusu gerilemeye başlar. Hatta Yunan toplarının sesleri Ankara'dan duyulacak noktaya gelmiştir. TBMM'de bir kargaşa yaşanmaya başlamış, cepheye milletvekillerinden oluşan bir heyet gönderilmiştir. Halkta ve Meclis'te oluşan havayı fark eden Atatürk, bir genelge yayınlayarak tüm halkın moralini düzeltmiş, zafere olan inancın tekrar tesisini sağlamıştır. Atatürk'ün aşıladığı bu inanç ve güven duygusu kısa bir süre sonra büyük bir zafere vesile olmuştur. Söz konusu genelgede şunlar yazılıdır:

Düşmanın ilerlemesi ihtimaline karşı halkın, kesinlikle tereddüt ve kuşku duymasına yer yoktur. Düşmanın Anadolu ve içlerine doğru uzanmak isteyen kolları mezarlarına yaklaşıyor; bu yeni sefer, düşmanın ölüm yolculuğudur. Allah'ın yardımı, yakın olaylar bu sonucu gösterecektir. 23

Osmanlı Devleti'nin başarılı olmasındaki en önemli etkenlerden biri olarak, padişahların orduya şahsen komuta etmeleri gösterilir. Padişahın ordunun bizzat başında olması, askerlere büyük moral vermiştir. Fakat duraklama ve gerileme dönemlerinde padişahlar, orduyu vekillerine emanet etmeye başlamışlar, bu da askerin moralini olumsuz yönde etkilemiştir. Milli Mücadele döneminde ise tekrar ordu milletin lideri tarafından bizzat sevk ve idare edilmeye başlanmıştır.

Kurtuluş Savaşı esnasında sayı ve mühimmat açısından çok kısıtlı imkanlara sahip olan ordumuz, Atatürk ve silah arkadaşlarının cesaret ve kararlılığından aldığı moralle, tarihte eşi görülmemiş bir zafere imza atmıştır. Sadece Kurtuluş Savaşı dönemi değil, onun öncesindeki I. Dünya Savaşı muharebelerinde de Atatürk'ün cesareti kayda değerdir. Ulu Önderimiz Çanakkale'de yaralanmış, Sakarya Savaşı sırasında da kaburga kemiği kırılmıştır. Buna rağmen yaralı olarak sedye üzerinde orduyu idare etmiştir. Atatürk'ün bu cesareti ve kararlılığı, inandığı mukaddes değerlerden kaynaklanmaktadır.

Ordumuz, Atatürk ve silah arkadaşlarının cesaret ve kararlılığından aldığı moralle, tarihte eşi görülmemiş bir zafere imza atmıştır.

Atatürk'ün yıllar sonra Hafız Sadettin Kaynak'a Türk Ordusu için hazırlattığı hitabe; onun şehitliğe, vatan yolunda mücadeleye verdiği önemi açıkça ortaya koymaktadır.

Atatürk, ordu müfettişleri için hazırlattığı bu hitabede aşağıdaki Kuran ayetlerine yer verdirmiştir:

Allah yolunda öldürülenleri sakın 'ölüler' saymayın. Hayır, onlar, Rableri Katında diridirler, rızıklanmaktadırlar. (Al-i İmran Suresi, 169)

Ey iman edenler, bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklık gösterin ve Allah'ı çokça zikredin. Ki kurtuluş (felah) bulasınız. (Enfal Suresi, 45)

Halkın ve idarecilerin büyük bir umutsuzluğa kapıldıkları bir dönemde Atatürk'ün kararlılığı ve davasına olan inancı başarıya giden yolda tek ışık olmuştur. Atatürk bu tavrıyla çevresine, çalışma arkadaşlarına ve halka moral aşılamıştır.

Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve siz haksızlığa uğratılmazsınız. (Enfal Suresi, 60)

Ey peygamber, mü'minleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur. Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za'f olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah'ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 65-66)

Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever. (Saf Suresi, 4)

Milli Mücadele döneminde ordu milletin lideri tarafından bizzat sevk ve idare edilmiştir. Sol sayfada üstteki resimde Atatürk, Sakarya Muharebesi'nde orduyu idare ederken, alttaki resimde ise Büyük Taarruz'u Kocatepe'den bizzat yönetirken görülüyor.

Ey iman edenler, sizi acı bir azabdan kurtaracak bir ticareti haber vereyim mi?. Allah'a ve O'nun Resulü'ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cehd edersiniz (çaba harcarsınız). Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. O da sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte 'büyük mutluluk ve kurtuluş' budur. (Saf Suresi, 10-12) 24

Bir önceki sayfadaki ayetlerin içinde yer aldığı bir hitabenin, Türk Ordusunun müfettişlerine verilmesini isteyen Atatürk'ün maneviyata ne derece önem verdiği açıkça ortadadır.

Türk Ordusu büyük zaferi kazanmış, İzmir'e giriyor. (9 Eylül 1922)

Atatürk, dindar kişiliğinin bir göstergesi olarak din adamlarına karşı da her zaman samimi bir şekilde hürmetkar olmuştur. Cumhuriyetin ilk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi, bu konuyu şöyle anlatır:

Ata'nın huzuruna girdiğimde beni ayakta karşılardı. Utanır, ezilir, büzülür, "Paşam beni mahçup ediyorsunuz"dediğim zaman, "Din adamlarına saygı göstermek Müslümanlığın icaplarındandır"buyururlardı. Atatürk, şahsi çıkarları için kutsal dinimizi siyasete alet eden cahil din adamlarını sevmezdi. 25

Düşmanın ilerlemesi ihtimaline karşı halkın, kesinlikle tereddüt ve kuşku duymasına yer yoktur.Düşmanın Anadolu ve içlerine doğru uzanmak isteyen kolları mezarlarına yaklaşıyor; bu yeni sefer, düşmanın ölüm yolculuğudur. Allah'ın yardımı, yakın olaylar bu sonucu gösterecektir.

Atatürk'teki Bir Diğer Mümin Özelliği: Tevazu

Florya'da halk ve çocuklar arasında (1935)

Atatürk'ün en büyük özelliklerinden biri de, yaşadığı çağın çok ötesinde bir dehaya ve başarılarla dolu bir yaşama sahip olmasına rağmen, son derece mütevazi ve alçak gönüllü olmasıydı.

Tevazu sahibi ve alçak gönüllü olmak da bize Kuran ayetlerinde tavsiye edilen önemli Müslüman özelliklerindendir. Bu konuyla ilgili ayetlerden bazıları şöyledir:

O Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman "Selam"derler. (Furkan Suresi, 63)

… İşte sizin İlahınız bir tek İlahtır, artık yalnızca O'na teslim olun. Sen alçakgönüllü olanlara müjde ver. (Hac Suresi, 34)

Atatürk'ün tevazusunu ortaya koyan belgelerde şahsının bir başka özelliği de ön plana çıkmaktadır. Bu özellik, söylemek istediği sözü en çarpıcı kelimelerle, en güzel manayı oluşturacak şekilde anlatmadaki ustalığıdır. Atatürk, karşısındaki insanı hep en güzel şekilde onore etmiş ve bunu yaparken söz söyleme sanatındaki ustalığını kullanmıştır.

Alçak gönüllüğü, hitabetteki ustalığı ve bu ustalığı insanları en olumlu etkileyecek şekilde kullanması, dünya tarihinde çok az büyük insanda görülen gerçek bir mümin özelliğidir. Bir ayette şöyle buyrulur:

İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Lokman Suresi, 18)

Atatürk'ün en büyük özelliklerinden biri son derece mütevazi ve alçak gönüllü olmasıydı. Tevazu sahibi ve alçak gönüllü olmak bize Kuran ayetlerinde tavsiye edilen önemli Müslüman özelliklerindendir.

Çalışkanlığı

Atatürk'ün bir başka önemli özelliği ise söylemek istediği sözü en çarpıcı kelimelerle, en güzel manayı oluşturacak şekilde anlatmadaki ustalığıdır. Hitabetteki bu ustalığını insanları en olumlu etkileyecek şekilde kullanması, dünya tarihinde çok az büyük insanda görülen gerçek bir mümin özelliğidir.

Atatürk çalışkan olmanın önemini ısrarla vurgulamış, dahası bunun İslam Dininin bir gereği olduğu üzerinde durmuştur. Aşağıdaki sözleri bu konudaki düşüncelerini ortaya koymaktadır:

"Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk Milleti'nin karakteri yüksektir."(Onuncu Yıl Nutku)

Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını söyler. Bazı kimseler, medeni olmayı kafir olmak sanıyorlar. Asıl kafirlik onların bu inanışıdır. 26

Bizim dinimiz, milletimize değersiz, miskin ve aşağı olmayı tavsiye etmez. 27

Atatürk çalışkan olmanın önemini ısrarla vurgulamış, dahası bunun İslam Dininin bir gereği olduğu üzerinde durmuştur.

Belirttiğimiz gibi, Atatürk'ün bu öğütleri Kuran ahlakına uygundur. Kuran'da Allah insana çalışkan olmayı şöyle emretmektedir:

Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın yorulmaya-devam et. (İnşirah Suresi, 7)

"Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk Milleti'nin karakteri yüksektir."
(Onuncu Yıl Nutku)

Atatürk'ün Sanata Verdiği Önem ve Kuran'daki Sanat Anlayışı

Atatürk, güzel sanatlara ve estetiğe büyük önem vermiştir. Aşağıdaki sözleri bu konudaki düşüncelerini özetler niteliktedir:

Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.28

Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir. Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. 29

Güzel sanatlara da alakanızı yeniden canlandırmak isterim. Ankara'da bir konservatuar ve temsil akademisi kurulmakta olmasını zikretmek, benim için bir hazdır. 30

Atatürk, güzel sanatlara ve estetiğe büyük önem vermiştir. Adana Kız Enstitüsü'nde el sanatları çalışmalarını incelerken görülüyor.

Atatürk'ün sanata verdiği bu önem, Kuran'da tarif edilen sanat anlayışına son derece uygundur. Allah Kuran'da sanatın önemini vurgulayan, Müslümanların sanat zevkine işaret eden çok önemli bilgiler vermektedir. Cennet hakkında yapılan tasvirler, orada kusursuz bir sanat zenginliği olduğunu göstermektedir.

Allah Hz. Süleyman'ın sanat anlayışını da Müslümanlara örnek olması için Kuran'da detaylarıyla aktarmıştır. Ayetlerde Hz. Süleyman'ın çok görkemli bir saray yaptırdığı, burada "kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar"(Sebe Suresi, 13) bulunduğu bildirilmektedir. Hz. Süleyman'ın sarayının zemininin camdan yapıldığı ve bunu gören Sebe Melikesi'nin bunu bir su sandığı anlatılmakta, Sebe Melikesi'nin bu saraya olan hayranlığına dikkat çekilmektir. (Neml Suresi, 44) Bu ayetler Müslümanların, özellikle de Müslüman yöneticilerin sanata vermeleri gereken öneme bir işarettir ki, Atatürk'ün konuşmalarında ifade ettiği idealleri ve çeşitli uygulamaları da Kuran ahlakı ile büyük bir uyum göstermektedir.

Atatürk'ün Güzel Konuşma Hakkındaki Öğütleri

Kuran'da geçen önemli mümin özelliklerinden biri de, insanlara güzel söz söylemektir. Yani insanlarla yapıcı, samimi, etkileyici ve akılcı şekilde konuşmak, onlara karşı en kibar ve nezih üslubu kullanmaktır. Kuran ayetlerinde bu konunun önemi şöyle açıklanır:

Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler. (İbrahim Suresi, 24-25)

Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53)

Atatürk de Kuran ahlakının bir parçası olan "güzel söz söyleme"konusuna büyük önem vermiştir. Kendisinin sohbetleri, söylev ve demeçleri incelendiğinde bu açıkça görülür. Dahası, bu konuda topluma da önemli öğütler vermiştir. Aşağıdaki sözleri Türk gençliğine bu konuda gösterdiği yolun ifadesidir:

Türk çocuğu konuşurken, onun beyan ve anlatış tarzı, Türk çocuğu yazarken, onun ifade üslubu, kendisini dinleyenleri, onun yürüdüğü yola götürebilecek; bu kabiliyeti sayesinde Türk çocuğu kendisini dinleyen veya yazısını okuyanları, peşine takarak yüksek Türk ülküsüne iletebilecek, ulaştırabilecektir. 31

Kuran'ın Okunmasına ve Anlaşılmasına Verdiği Önem

Allah Kuran'ı insanlara bir rehber ve rahmet olarak indirmiştir. Allah, Kuran'la insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, onlara kurtuluş yollarını gösterir. Kuran'ın bu özelliğini bize bildiren ayetlerden biri şöyledir:

(Bu Kur'an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. (Sad Suresi, 29)

Atatürk de Kuran'ı rehber edinmiş bir Müslümandır. Yaşamının her döneminde Kuran okutulmasına son derece önem vermiştir. Hafız Zeki Çağlarman Atatürk'ün bu yönünü şöyle anlatmıştır:

Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Hanım'la uzun yıllar komşuluk yaptık. Her yıl Ramazan ayı yaklaşınca Atatürk kız kardeşine; "Makbule, Ramazan geliyor, annemize hatim okutmayı ihmal etme"der ve hatim okuyacak hafıza hediye edilmek üzere bir zarf içerisinde para verirdi. 32

Atatürk Kuran'ın manasının halk tarafından anlaşılması için de çok büyük bir çaba göstermiştir. Bu amaçla o dönemde var olmayan bir Türkçe meal ve tefsir yazılması emrini vermiştir. Hadimli Efendi'nin Hulasatü'l Beyan fi Tefsiri'l Kuran ve Elmalılı Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kuran Dili: Yeni Mealli Türkçe Tefsir'i başta olmak üzere, Cumhuriyetin ilk on beş yılında -yani Atatürk'ün hayatı süresince- Kuran'la ilgili 10 kadar eser yazılıp neşredilmiştir. Bu eserlerin pek çoğu da, başta 1936'da Hamdi Yazır'a yaptırdığı eser olmak üzere, halkımıza ücretsiz olarak dağıtılmıştır. Türkçe’ye çevrilen hadisler de, halkımıza gerçek İslam'ı öğretme çerçevesinde yine ücretsiz olarak dağıtılmıştır.33 Yeni aynı dönemde camilerin din görevlisi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla İmam-Hatip okulları açılmıştır.

Atatürk, dinin ihyası doğrultusunda gerçekleştirdiği bu faaliyetleri şöyle anlatmaktadır:

İlk olarak Kuran'ın dilimize çevrilmesini istedim. Bu da ilk defa olarak Türkçeye çevriliyor. Hz. Muhammed (sav)'in hayatına ait bir kitabın çevrilmesini emrettim. 34

Camilerde okunan hutbelerin gerçek amacına ulaşması, yani insanlara faydalı ve yol gösterici olmaları için aldığı tedbirleri de şöyle açıklamaktadır:

Hutbeden maksat; halkın aydınlanması ve halka yol göstermektir. Hutbe okuyan kimselerin siyasi durumu, toplum durumunu, uygarlık durumunu, uygarlık dünyasının sorunlarını her gün izlemeleri şarttır. Bunun için hutbeler tamamen Türkçe ve günümüze uygun olmalıdır ve olacaktır. (Balıkesir Hutbesi) 35

(Bu Kur'an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. (Sad Suresi, 29)

Kuran'ın halka öğretilmesi ve açıklanması çalışmaları da Atatürk'ün dine olan inancının ve dine hizmet anlayışının açık bir göstergesidir. O döneme kadar Türkçeye çevrilmeyen Kuran, ilk olarak Atatürk zamanında Türkçe tercüme ve tefsir edilmiş, bununla toplumun Kuran'ı anlaması ve ondan öğüt alması hedeflenmiştir. Nitekim bu, Kuran'ın indiriliş amacıdır. Ayetlerde Kuran'ın insanlar tarafından anlaşılmasının ve kendi dillerinde okunup kavranmasının önemine şöyle işaret edilir:

Belki onlar öğüt alıp-düşünürler diye, Biz onu (Kur'an'ı), senin dilinle kolaylaştırdık. (Duhan Suresi, 58)

Eğer Biz onu A'cemi (Arapça olmayan bir dilde) olan bir Kur'an kılsaydık, herhalde derlerdi ki: "Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A'cemi (Arapça olmayan bir dil)mi?"De ki: "O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur'an), onlara karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir. (Fussilet Suresi, 44)

Atatürk, Dinimizde Emredildiği Gibi, Barış Yanlısı Bir İnsandır

Kuran ahlakının temelini oluşturan sevgi, şefkat, hoşgörü, adalet ve merhamet gibi özelliklerin tümünü Atatürk'te görmek mümkündür.

Kuran Allah'ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği bir kitaptır ve Allah Kuran'da insanlara en güzel ahlakı yaşamayı emretmektedir. Bu ahlakın temelinde ise, sevgi, şefkat, hoşgörü, adalet ve merhamet gibi kavramlar yer alır. İslam bireyler arasında olduğu gibi toplumlar ve ülkeler arasında da bu vasıfların hakim olmasını öngörür. İslam kelimesi, Arapçada "barış"kelimesiyle aynı anlama gelir. Kuran ayetlerinde insanlar, yeryüzünde merhametin, şefkatin, hoşgörünün ve barışın yaşanabileceği model olarak İslam ahlakına çağırılmaktadırlar. Bakara Suresi'nin 208. ayetinde şöyle buyrulmaktadır:

Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. (Bakara Suresi, 208)

Kuran'a göre savaş, sadece zorunlu olduğunda başvurulacak ve mutlaka belirli insani ve ahlaki sınırlar içinde yürütülecek bir "istenmeyen zorunluluk"tur. Bir ayette, yeryüzünde savaşları çıkaranların inkarcılar olduğu, Allah'ın ise savaşa rıza göstermediği şöyle açıklanır:

... Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez. (Maide Suresi, 64)

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in hayatına baktığımızda da, savaşın ancak zorunlu hallerde ve savunma amaçlı olarak başvurulan bir yöntem olduğunu görebiliriz.

Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. (Bakara Suresi, 208)

Atatürk de İslam ahlakının bu barışçı özelliğini kendisine rehber edinmiştir. Atatürk'ün siyasi doktrini, aynen Kuran'da emredildiği gibi, gerektiğinde savunma amaçlı olarak savaşmak, ancak asıl olarak barış yanlısı olmaktır. Onun ünlü "Yurtta sulh cihanda sulh"sözü, bu konuda tarihe geçmiş bir slogandır. Bir konuşmasında ise şöyle demiştir:

"Cumhuriyetin dış siyasada özenle güttüğü amaç, uluslar arası barışı korumak ve güven içinde yaşamaktır. Komşularımızla dostluk ve iyi geçinme yolunda her gün biraz daha ilerlemekteyiz."36

Yurtta sulh, cihanda sulh

Dipnotlar

8. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 93

9. Ali Mithat İnan, Atatürk'ün Not Defterleri, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1996, s. 122-127, Ek 10, 11, 12, 13

10. İsmet Görgülü, Sesli Belgelerden M. Kemal Atatürk; Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, sayı 11, 1988 ( http://www.mkataturk.gen.tr/ozel/ozel4.html#9)

11. Atatürk'ten Seçme Sözler, Derleyen: Cihat İmer, Remzi Kitabevi, 1989, s. 136)

12. Atatürk'ten Seçme Sözler, Derleyen: Cihat İmer, Remzi Kitabevi, 1989, s. 138)

13. Sadi Borak, Atatürk ve Din, 1962 (A. Gürtaş, s. 34)

14. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s. 44

15. Atatürk'ün Hususiyetleri, s. 71

16. Atatürk'ün Hususiyetleri, s. 72

17. Atatürk'ün Hususiyetleri, s. 80

18. Atatürk'ün Hususiyetleri, s.100

19. Atatürk'ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, Sabiha Gökçen, s. 55

20. Atatürk'ün Hususiyetleri, s. 73

21. Atatürk Bir Çağ'ın Açılışı, Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak, s. 33

22. Nutuk, 1927, Son Bölüm

23. Türk Tarihi, Silahlı Kuvvetleri ve Atatürkçülük, Genelkurmay Başkanlığı 50. Yıl Yayını, 1973, s. 252

24. Sadi Borak, Atatürk ve Din, 1962 (A. Gürtaş, s. 50)

25. Atatürk ve Din Eğitimi - Ahmet Gürtaş - Diyanet İşleri Bakanları Yayınları s. 12

26. Atatürk'ün S.D. II, 1923, s. 128

27. Atatürk'ün S.D. II, 1923, s. 92

28. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s. 67

29. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt I, s. 378

30. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt I, s. 387

31. Prof. Dr. Afet İnan, Atatürk Hakkındaki Hatıralar ve Belgeler, s. 285

32. Ercüment Demirer, Din, Toplum ve Kemal Atatürk, s.10

33. Ahmet Nazım, Kamil Miras, 1932, (http://www.mkataturk.gen.tr/ozel/ozel4.html)

34. Fethi Naci, Atatürk'ün Temel Görüşleri, s. 55

35. Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 93

36. Atatürk'ün SD, I, 1935, s. 361 (Fethi Naci, s. 93)

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER
  • Giriş
  • 1. Atatürk'ün İslamiyet'e Bakışı
  • 2. Atatürk'ün Dindar Kişiliği
  • 3. Nasıl Bir Millet İstemiştir?
  • 4. Yakınlarının Dilinden
  • 5. Laiklik İlkesi ve İslam
  • 6. Atatürk ve Türk Kadını'nın Hakları
  • Sonuç