Berlin Duvarı yıkılıp Sovyetler Birliği dağıldığında, insanlar savaşların ve acıların daha az yaşanacağı bir dünya düşlemeye başlamışlardı. Komünizmin yıkılmasının ardından esen küreselleşme rüzgarları bu düşü daha da büyüttü.
Artık sermaye dolaşımı daha kolay olacak, zenginlik her yere dağılacaktı. İletişim gelişecek, insanlar yaşanan olaylardan anında haberdar olacak, bu ise baskıcı devletleri kısıtlayacaktı. Hatta sınırlar kalkacak, dünya adeta bir köy gibi olacak ve herkes istediği yere seyahat edebilecekti.
Tunus'ta Arap Baharı başlayıp yayıldığında bazı kimseler; "İşte Ortadoğu'daki otoriter rejimler yıkılıyor. Artık dünya demokrasinin kıymetini anlıyor, yakında tüm ülkeler demokrasi ile yönetilecek" şeklindeki sözleri ile küreselleşme konusunda bir adım daha atıldığını ifade ettiler. Ancak sonrasında yaşananlar, olayların hiç de beklendiği gibi gelişmediğini gösterdi.
Dev bir çatışma sahasına dönüşen Ortadoğu'da yaşayan insanlar canlarını kurtarmak için, daha güvenli ve ekonomik imkanları daha fazla olan Avrupa'ya doğru bir göç dalgası başlattı. Avrupa ülkeleri durumu önce önemsemedi, Akdeniz'i aşmaya çalışan göçmenler, yalnızca İtalya'nın sorunu olarak görüldü. Suriye'den kaçanlar içinse "Türkiye kucak açıyor" diye düşünüldü.
Fransa, Almanya, İngiltere ve diğer Kuzey Avrupa ülkeleri için endişe edecek bir şey yoktu. Ne var ki göçmen dalgası Yunanistan üzerinden Balkanlara oradan Avrupa'nın içlerine vurmaya başlayınca bu gibi değerlendirmeler de değişti.
AB ülkeleri bir anda alarm durumuna geçti. Almanya Başbakanı Merkel, göçü önleme adına kilit bir ülke olarak gördüğü Türkiye'ye gitmekte tereddüt etmedi. Türkiye'nin Avrupa'ya göçü önlemek için alacağı tedbirler karşılığında Türkiye'ye ödenek verilmesi, AB ile müzakere sürecinin canlandırılması gibi vaatler gündeme geldi.
Bugün Avrupa'yı tedirgin eden göçmen dalgasının benzeri dünyanın başka bir yerinde yaşanıyor. Ancak orada Türkiye gibi göçmenlere kucak açan, kendi bütçesinden milyarlarca dolar harcayacak bir ülke yok. Oysa onların da hayatları en az Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan göçenler kadar tehdit altında.
Bu ölümcül göç hareketi Avrupa'dan çok uzakta, dünyanın öbür ucunda, Hint Okyanusu'nun doğusunda yaşanıyor. Göç dalgasının merkez üssü, eski adı 'Burma' olan Myanmar. Göç edenler ise Myanmar'ın Arakan bölgesinde yaşayan Müslümanlar. Myanmar'da 1978'den beri Arakanlı Müslümanlara karşı insanlık suçları işleniyor. Kendi ülkelerinde ağır işkencelere uğruyor, tecavüze maruz kalıyor ibadetlerine izin verilmiyor, evlenemiyorlar, hatta bir çoğuna kimlik bile verilmiyor. Bu yüzden Arakanlılar ülkelerini terk etmek zorunda kalıyor.
Güvenlik, gıda ve barınma imkanlarından öte, ayaklarını basabilecekleri bir toprak parçası bile onlar için bulunması zor bir nimet. Çünkü Arakan Müslümanları sığındıkları ülkelerde de sorunlarla karşılaşıyor ve botlara bindirilip açık denizlerde terk ediliyorlar. Arakan Müslümanlarının yaşadığı bu dram yalnızca Avrupa basınında değil, pek çok Müslüman ülkede bile kıyıya vuran yunuslar ya da balinalar kadar ilgi görmüyor.
İşte bu kitapta Arakan Müslümanlarının zorlu yaşam mücadeleleri hakkında, muhtemelen büyük medya organlarında yer bulmayan haberlere ve bilgilere rastlayacaksınız. Tüm bu gerçekleri gündeme getirmekle amaçlanan ise, çocukları bile teknelere doldurup açık denizde ölüme terk edecek kadar vicdanların körelmesine neden olan ideolojilerin, hırsların yanlışlığını anlatmaktır. Ayrıca uluslararası kamuoyuna, daha fazla masum insanın ölmemesi için, Myanmar'da yaşananların sıradan birer olay olmadığını hatırlatmaktır.
Kitapta Sayın Adnan Oktar'a ait dünya basınında çıkan ve Rohingya halkının zorlu hayatını, yaşadıkları sıkıntıları anlatan makaleler yer almaktadır. Makaleler geçmişten günümüze tarih sırasına göre düzenlenmiştir.