Bu makale, The Jakarta Post isimli günlük gazetede 22 Kasım 2015 tarihinde yayınlanmıştır.
Myanmar'da geçen hafta yapılan 2015 genel seçimlerinin resmi sonuçları açıklandı. Nobel ödüllü San Suu Kyi'nin liderliğini yaptığı muhalefet partisi Ulusal Demokrasi Birliği (NDL) parlamentodaki 664 koltuğun 348’ini kazandı ve ülkeye önümüzdeki dönem cumhurbaşkanlığı yapacak olan ismi tek başına belirleyecek çoğunluğu elde etti.
Bu sonucu aşağı yukarı herkes zaten tahmin ediyordu. Esas bilinmeyen ve merak edilen husus, bundan sonra ülkede neler gelişeceği... Çünkü ülkeyi 1962 askeri darbesinden bu yana demir yumrukla yöneten ordunun seçim sonuçlarını tanıyıp tanımayacağı meçhul. Tanısa bile 15 sene ev hapsinde tuttuğu muhalefet lideri Aung San Suu Kyi'yle nasıl bir ilişki kuracağı belli değil. Acaba ordu 1990 seçimlerinde yaptığı gibi "Seçimleri tanımıyorum"mu diyecek? Yoksa iktidarı teslim mi edecek?
İşin doğrusu, kim iktidarda olursa olsun, Myanmar'ın rejiminde ve politikalarında kısa vadede herhangi bir değişim olması pek mümkün değil. Çünkü, Parlamento'nun %25’ini otomatik olarak askerlere tahsis eden Myanmar Anayasası generallerin onaylamadığı hiçbir değişikliğin hayata geçmesine izin vermiyor. O nedenle yeni başkan ve yeni hükümet, askerlerin çizdiği rotanın sınırları içerisinde yürümek zorunda olacak.
Kuşkusuz, rejimin değiştirmek istemediği şeylerin başında bu ülkedeki Müslümanların trajedisi geliyor. Çoklukla Rakhine Eyaleti'nde yaşayan ve "Rohingyalar" ismiyle bilinen Müslümanlar, en temel barınma, sağlık, eğitim, seyahat, evlenme, çocuk sahibi olma, seçme-seçilme haklarından mahrum durumdalar.
Bu da yetmiyormuş gibi, Budist görünümlü komünist çetelerin, cinayet, tecavüz, gasp, şiddet eylemleri eşliğinde yürüttükleri bir etnik temizliğe maruz kalıyorlar. Kimi resmi görevlilerden de himaye gören bu insanlık dışı saldırılardan kaçan yüz binlerce Müslüman, derme çatma teknelerle komşu ülkelere sığınıyorlar. Binlercesi de saldırılarda veya kaçarken hayatlarını kaybediyorlar. Başta 4 milyon olan Müslüman nüfus, toplu katliamlar ve saldırıların tetiklediği göçler nedeniyle bugün 1-1,5 milyona düşmüş durumda.
Rohingya Müslümanları ile Budistler arasında çıkan çatışmalarda pek çok kişi yaşamını yitiriyor. Aşırı milliyetçi Budist çeteler çocuklarına bile Müslüman aleyhtarlığını öğretiyorlar. |
Bağımsız insan hakları kuruluşu Human Rights Watch'ın 153 sayfalık, 22.04.2013 tarihli Myanmar raporunda, Müslümanları hedef alan eylemler için "etnik temizlik", "insani kriz", "insanlığa karşı suç" nitelemeleri yapıldı. Raporda, Müslümanların toplu mezarlara gömüldükleri, resmi görevlilerin camileri tahrip ettikleri, toplu gözaltılar yaptıkları, şiddet kullandıkları, insani yardımları engelledikleri, sivil halka yönelik yaygın ve sistematik saldırılarda bulundukları ifade edildi.
Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından hazırlanan Ekim 2015 tarihli son raporda ise Rakhine'de yaşananlar "soykırım" olarak tanımlandı ve bu soykırımın halihazırda devam ettiği ifade edildi. 1948 tarihli BM Soykırım Sözleşmesi'nin en az 3 noktadan ihlal edildiğini ifade eden rapor, soruna Güvenlik Konseyi'nin derhal el koyması gerektiğini söyledi.
Myanmar'da yaşananlar uzun zamandan beri Birleşmiş Milletler'in takibinde. BM İnsan Hakları Konseyi, Myanmar hakkında 5 ayrı rapor yayınlarken, BM Genel Kurulu da 15 ayrı karar imzaladı. Bunlardan en sonuncusu olan 24.02.2014 tarihli kararda Genel Kurul "keyfi gözaltılar... zorla göç... tecavüz... işkence... dini ve etnik ayrımcılık... şiddet... uluslararası insancıl hukuk ihlali..." şeklinde ifadeler kullandı.
Bunu müteakiben, BM Güvenlik Konseyi'nin 29.05.2015 tarihli toplantısında Myanmar sorunu ele alındı. Daimi üyeler Çin ve Rusya, Myanmar'da yaşananların bu ülkenin bir iç meselesi olduğunu, dünya barışını ve güvenliğini tehdit etmediğini savunarak bu ülkeye yaptırım uygulanmasına karşı çıktılar. Onların vetoları nedeniyle de Konsey hiçbir karar alamadı.
Oysaki bu veto gerekçesi hukuki dayanaktan yoksun. BM Anlaşması, önsöz'de "insanın temel haklarına, insanın temel haysiyet ve değerlerine" vurgu yaptıktan sonra "amaçlar ve ilkeler" başlıklı 1. maddede "bütün devletlerin ırk, cinsiyet, dil veya din ayrımı yapmadan herkes için insan hakların ve temel özgürlüklerine saygıyı geliştirip güçlendirme"yi BM'nin temel amaçları arasında sayar. İşte bu nedenledir ki BM Güvenlik Konseyi bir ülkeye yaptırım uygulamanın ön şartı olan "uluslararası barışı tehdit" kavramını "bir başka ülkeye silahlı saldırı"dan ibaret saymaz.
Konsey, bir ülkenin kendi sınırları içinde meydana gelen soykırımı (1994 Ruanda kararı), etnik temizliği (1991 Irak kararı), yüksek mal ve can kayıplarını (1992 Somali kararı), yüksek sivil kayıpları (1994 Ruanda kararı), yaygın insan hakları ihlallerini (1993 Haiti kararı), ırk ayrımcılığını (1977 G. Afrika kararı) "uluslararası barışı tehdit" olarak kabul eder.
Myanmar'da ise tüm bunların tamamı vardır. Hal böyleyken uluslararası barışın tehdit edilmediğini öne sürmek hem mantığa, hem vicdana, hem de tüm bu GK kararlarına aykırıdır.
BM İnsan Hakları Konseyi, Soykırımı (1994 Ruanda kararı), |
Hukukta "jus cogens" olarak isimlendirilen soykırım yasağı, işkence yasağı gibi üstün hukuk kuralları, uluslararası belgelerdeki normların üzerindedir. Bu temel ilkeden yola çıkarak önce Avrupa Parlamentosu (1944) sonra da BM (1965 Rodezya kararı) "insani müdahale" kavramını geliştirmiştir. Eğer bir devlet kendi halkına karşı bu kuralların gereğini yerine getirmiyorsa o zaman uluslararası camia bunu yerine getirecektir.
Mesela Kosova İç Savaşı sırasında Müslümanlara yönelik etnik temizliği durdurmayı hedef alan GK tasarıları Rusya ve Çin tarafından vetolarla engellenince, NATO "insani müdahale" kapsamında harekete geçmiş ve hiçbir GK kararı olmadan müdahale ederek o zulmü durdurmuştur.
Myanmar'da kronik bir hal almış olan ve gittikçe derinleşen trajediyi de sadece uluslararası camianın durdurabileceği çok açıktır. Eğer olağan yollar netice vermezse, "insani müdahale" gibi olağandışı yollar insanlık adına devreye sokularak Myanmar'daki soykırım durdurulmalıdır.
Böyle bir müdahale için hukuki altyapı mevcut olduğu gibi, infial halinde olan uluslararası kamuoyu da fazlasıyla hazırdır. Yapılması gereken tek şey, BM Genel Kurulu'nu acil toplantıya çağırmak ve "Barış için Birlik" kararı çıkarmaktır. Bu tavsiye kararı doğrultusunda ilgili ülkelerce gereği yapılacaktır.