Bu makale, Burma Times haber sitesinde, 8 Nisan 2015 tarihinde ve The Hans India gazete ve haber sitesinde 25 Haziran 2015 tarihinde yayınlanmıştır.
Dünya dikkatini daha çok Ortadoğu'daki Şii-Sünni çatışmalarına ya da radikal terör örgütlerinin yaptığı şiddet eylemlerine verirken, eski adıyla Burma, yeni adıyla Myanmar'da vatandaşlığa dahi kabul edilmeyen Rohingya halkı yıllardır acımasız katliamlara maruz kalıyor. Müslümanların köylerini, evlerini, camilerini ateşe veren, acımasızca kadınlarını, çocuklarını öldüren bazı ulusalcı Budist teröristler bölgede kan dökmeye devam ediyor. Zulüm ve şiddet dolu bu savaşın en büyük mağduru ise çocuklar ve kadınlar.
Çağdışı koşullardaki derme çatma kamplarda hayatlarını sürdürmeye çalışan kadınlar bir yandan çocuklarının karınlarını nasıl doyuracaklarını, hastalandıklarında neyle tedavi edeceklerini bilememenin çaresizliğini yaşarken, diğer yandan da kendilerinin ve kız çocuklarının tecavüze uğrayıp köle haline getirilmelerini önlemek için çözüm arıyorlar. Haklarını aramak için yasal yollara başvurduklarında ise linç ediliyorlar. Pek çok genç kızın kendini uçurumdan aşağı veya denize atarak intihar ettiği biliniyor.
Dünya ise bu ülkeden yükselen çığlıkları duymamayı ve zulme seyirci kalmayı sürdürüyor. Dünyanın bu tutumu sebebiyle de, Myanmar'daki Müslümanların dramatik yaşamları her geçen gün şiddetini artırarak devam ediyor. Tüm İslami eğitim kurumları ve camiler kapatılıyor. Hacca gitmek, kurban kesmek, toplu namaz kılmak ve diğer ibadetler yasaklanıyor. Kanunlara ve insan haklarına aykırı olarak yapılan tutuklamalar ve uluslararası kurumlar tarafından da tespit edilip ispatlanmış olan işkenceler, Myanmar yönetiminin gündelik uygulamaları. Kısacası Arakan Müslümanlarının dinlerini diledikleri gibi yaşama hak ve özgürlükleri tamamen ellerinden alınmış ve engellenmiş durumda.
On binlerce Müslüman çareyi, boğulmayı göze alarak derme çatma teknelerle Tayland, Malezya ve Avustralya gibi komşu ülkelere sığınmakta buluyor. Üstelik canlarını hiçe sayarak atıldıkları bu yolculuk için insan tacirlerine büyük paralar ödüyorlar.
Arakan Müslümanlarının en çok sığındığı ülkelerden biri ise Bangladeş. Dünyanın en yoksul ülkeleri arasında yer alan Bangladeş'te kısıtlı imkanlarla hayatlarını devam ettirmeye çalışan yaklaşık 500.000 Arakanlı, bu mülteci kamplarında altyapı, hijyen, sağlık, eğitim, barınma, temiz su, gıda ve kıyafet gibi en temel insani ihtiyaçlar konusunda dahi büyük sorunlar yaşıyorlar. Tüm bu olumsuz koşullara rağmen Arakanlılar yine de Bangladeş'e sığınmaya çalışıyorlar fakat Bangladeş de artık Arakanlıları kabul etmiyor.
Eğer tüm bunlar sizin başınıza gelseydi siz neler hissederdiniz? Kendi ülkenizde, vatandaş olarak kabul edilmiyor, her türlü haksızlığa ve zulme uğruyorsunuz. Küçük çocuğunuza yedirecek yiyecek, giydirecek giysi bulamıyorsunuz. Evladınızın, eşinizin namusunu koruyamıyor hatta ölüm ve intiharlarına şahit oluyorsunuz. Hiç kuşku yok ki, bu, bir insanın dünyada hissedebileceği en büyük acılardan biri.
1942-1996 Yılları Arasında | |
2 Milyon Arakanlı evlerini terk etti, | 300.000 kişi şehit edildi, |
Dünyanın görmezden geldiği bu durumun çok daha hafif bir örneği Batı ülkelerinde meydana geldiğinde ise büyük bir etki uyandırıyor. Elbette ki saldırı karşısında tepki göstermek, saldırılara karşı çıkmak ve saldırıyı bir insanlık suçu olarak değerlendirmek normaldir. Dolayısıyla Batı'da meydana gelen benzer olaylara tepki gösterilmesi son derece olağan ve gereklidir. Ancak aynı insanların şiddetin en üst boyutuna maruz kalan Arakan Müslümanlarının yaşadıkları zulüm karşısında aynı tepkiyi göstermemeleri ve sessiz kalmaları, onlar adına bir utançtır. Belli ki bu insanlar, kendi coğrafyalarına çok uzak buldukları, kendileri gibi modern olarak nitelendirmedikleri, etnik kökenleri farklı olduğundan belki de ikinci sınıf gördükleri bu mazlum ve değerli halkı pek umursamamaktadırlar. Oysa zulüm gören insanlara karşı yaklaşım her yerde aynı olmalı ve tüm insanlık, zulmün son bulması paydasında birleşmelidir.
Şüphesiz bu noktada Birleşmiş Milletler'e de büyük bir sorumluluk düşmektedir. BM, temel ilkesi olan 'tüm insanların yaşama hakkını garanti altına alacak' tedbirleri bir an önce Myanmar için uygulamalıdır. Tecavüz, işkence, haksız tutuklama, yaralama ve öldürme gibi insanlık suçlarının ortadan kaldırılması için BM tarafından denetimler yapılmalı; evlerinden uzaklaştırılan halkın, köylerine geri dönmeleri ve burada güven içinde oturmaları sağlanmalıdır. Bu hukuksuz uygulamaları yapanlar, insan hakları mahkemelerinde yargılanmalı; Rohingya halkının vatandaşlık hakkını kazanması yönünde bir an önce girişimlerde bulunulmalıdır. Uluslararası medya ise, Myanmar'da yaşananları tüm dünya kamuoyuna duyurarak vicdanları harekete geçirecek bir yöntem izlemelidir.
Arakan Müslümanlarının ülkedeki tüm diğer vatandaşlar gibi eğitim, sağlık, ilaç ve tedavi gibi kamusal haklardan yararlanmaları ve diğer tüm insani haklara sahip olmaları sağlanmalıdır.
Ülkedeki zulüm ve şiddetin merkezindeki Myanmar hükümetinin ise, sevgi temelli bir sisteme geçmesi şarttır. Sevgi ve kardeşlik ruhu, Budizm'in özünde de vardır. Myanmar hükümeti bir an önce bu sevgi temelli politikalara geçmeli ve demokrasiye geçiş sürecini hızlandırmalıdır. Yeni siyasi yaklaşımla uluslararası arenada imajı değişecek olan Myanmar, yabancı yatırımlara da açık hale gelecektir. Böylece ülke zenginleşecek, tüm Myanmar halkının yaşam standardı yükselecektir.
Arakan halkı Myanmar hükümetinin kendi halkıdır. Dolayısıyla hükümetin kendi halkına zulmetmekten vazgeçmesi gerekmektedir. Irkına ve dinine bakmaksızın, zulüm altındaki bu mazlum insanları, yani kendi halkını korumak, onlara sevgi ve kardeşlikle yaklaşmak devlet borcudur.