Sonsuz adalet sahibi olan Rabbimiz, her insanın dünya hayatında yaşadıklarının karşılığını, ahirette verecektir. Allah İsra Suresi'nin 71. ayetinde, bu karşılığı, hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar bile bir haksızlık olmadan vereceğini bildirmiştir. Bu, Allah'ın Kuran'da bildirdiği açık bir gerçektir. Ancak bazı insanlar, ölümden sonraki hayatın varlığına, yani cennet ve cehenneme inanmamaktadırlar. Bazıları ise sözleri ile ahiretin var olduğunu kabul etmekle birlikte, buna kalben kesin kanaat getirememektedirler. Allah Kuran'ın birçok ayetinde ahiretin varlığından kuşku duyan insanların durumunu şu şekilde bildirmiştir:
... Biz ahirete iman edeni, ondan kuşku içinde olandan ayırt etmek için (ona bu imkanı verdik). (Sebe Suresi, 21)
Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, herşeyi sarıp-kuşatandır. (Fussilet Suresi, 54)
Senden, yalnızca Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri kuşkuya kapılıp, kuşkularında kararsızlığa düşenler izin ister. (Tevbe Suresi, 45)
Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri 'art arda toplanıp pekiştirildi,' hayır, onlar bundan bir kuşku içindedirler; hayır, onlar bundan yana kördürler. (Neml Suresi, 66)
İnsanların bazılarının cennet ve cehennemin varlığından kuşku duymalarının nedenlerinden biri, maddenin gerçek mahiyeti hakkında yanlış kanılara sahip olmalarıdır. Maddeyi mutlak varlık zanneden bu insanlar, madde dışındaki varlıkları yok kabul etmektedirler. Yani bu insanlara göre, gözleriyle görmedikleri, elleriyle dokunup sertliğini hissetmedikleri şeyler yoktur. Oysa bu büyük bir yanılgıdır; Allah'ın, Rum Suresi'nin 7. ayetinde de bildirdiği gibi bu insanlar, "Dünya hayatının sadece dışta (zahirde) olanını bilirler ve ahiretten de gafildirler."
Allah bir ayette inkar edenlerin ahiretten, "kafirlerin mezar halkından umut kesmeleri gibi" (Mümtehine Suresi, 13) umut kestiklerini bildirmektedir. Bu, inkar edenlerin maddeye verdikleri önemin bir delilidir. İnsanın, sadece etten, kemikten, yani maddeden ibaret olduğunu sandıkları için, kemik haline dönüşmüş bir insanın yeniden dirileceğine bir türlü inanamamaktadırlar. Oysa, dirilecek olan kemikler değildir.
Sadece maddesel dünyanın varlığına inanan bu kişiler, cennet ve cehennemi bu dünyanın içinde bir yere yerleştiremedikleri için, ahiretin varlığına da inanmazlar. Bazıları, bu nedenle cennet ve cehennem için uzayda bir mekan arayışı içine girecek kadar sapmışlardır. Aynı sebepten dolayı, yani maddesel dünyanın ve evrenin bir yerinde bulamadıkları için, Allah'ın, meleklerin ve cinlerin varlığına da inanmazlar. Oysa inkarlarının temelini oluşturan madde hakkındaki inançları büyük bir yanılgıdır. Yanılgı içinde oldukları ise günümüzde bilim tarafından açıkça ortaya konmuştur.
Bilimsel olarak da ispatlandığı gibi bizim muhatap olduğumuz dünya, insanların büyük bir çoğunluğunun sandığı gibi maddeden oluşan bir yer değildir. Dış dünyada madde vardır; ancak bizim gördüğümüz, dokunduğumuz, yaşadığımız herşey, her insanın beyninin arkasındaki, çok küçük olan algı merkezinde yaratılan bir algılar bütünüdür. Allah dışımızda maddesel bir dünya yaratmıştır ve bu dünya Allah Katında sonsuza kadar yok olmaz. Fakat biz bu maddesel dünya ile yalnızca algılarımız vasıtasıyla muhatap olabiliriz, yani dışarıda var olan aslına hiçbir zaman ulaşamayız. Bu önemli gerçeğin daha iyi anlaşılması için, bilimsel açıklamasını kısaca anlatalım.
Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır. |
Şu anda elinizde tutmakta olduğunuz kitabı gözünüzle gördüğünüzü sanıyorsanız, yanılıyorsunuz demektir. Çünkü gören gözünüz değildir. Gözleriniz sadece dışarıdan gelen ışığı iletmekle görevli bir organdır. Gören beyninizdir.
Gözünüze gelen ışık demetleri, gözünüzün ardındaki bazı hücreler tarafından, birtakım kimyasal işlemler sonucunda elektrik sinyaline dönüştürülür. Bu elektrik sinyali doğrudan beynin arka kısmında yer alan görme merkezine ulaşır. Görme merkezi birkaç santimetreküplük çok küçük bir yerdir. Elektrik sinyali buraya ulaştığında, elinizde tuttuğunuz kitabın görüntüsünü oluşturur. Yani siz şu anda bu kitabı beyninizin arkasında görmektesiniz. Gördüğünüz, maddesel varlığı olan bir kitap değil, ancak "sağlamlık ve sertlik hissi" verilmiş, beyninizdeki bir kitap görüntüsüdür.
Kitabın basıldığı kağıdı da benzer şekilde algılıyorsunuz. Parmaklarınızdaki sinir hücrelerinden beyne iletilen elektrik sinyalleri, beyninizdeki dokunma merkezinde dokunma hissine dönüşüyor. Yani kuşe kağıda dokunan ve hisseden parmaklarınız değil; bu his de beyninizde bir algı olarak oluşuyor.
İnsan, beyninin dışındaki aleme ise asla ulaşamaz. Gördüğü, duyduğu, dokunduğu, tattığı herşey beyninde gerçekleşen algılardan ibarettir. İnsanın kendisinin dışında, uzağında sandığı herşey aslında beyninin içindedir. Yani tüm bir evren, dünya hayatının tamamı, yıldızlardan odasındaki çiçeğe kadar herşey, insanın kafatasının içinde yaratılır. Her insan beyninde oluşan alemi seyreder, beyninde oluşan aleme dokunur, beynindeki alemin sesini dinler.
Allah, yarattığı madde alemini, her insana beyninde bir görüntü olarak izlettirmekte ve bu görüntüye sağlamlık, sertlik vererek görüntüyü gerçek gibi algılattırmaktadır. Yüzyıllarca önce İmam Rabbani, Muhyiddin Arabi gibi büyük İslam alimleri tarafından da anlatılan bu büyük gerçek, 20. yüzyılda bilimsel bulgularla kanıtlanmıştır.
Maddenin aslı ile muhatap olduklarını sandıkları için cennet ve cehennemin varlığına şüphe ile yaklaşanlar için burada anlatılanlar son derece önemlidir. Tüm evrenin beyninde bir görüntü olduğunu anlayan bir insan, cennet ve cehennemin gerçek mahiyetini bilir. Ayrıca Allah'ın dünyayı insanın zihninde nasıl yarattığını anlayan bir kimse, cennet ve cehennemin yaratılışını da anlayabilir. Çünkü bu insan ne dünyada ne de ahirette maddenin aslı ile asla muhatap olmadığını anlayacaktır. Yaşadığı herşeyin kendisine hayal suretinde gösterildiğini kavrayınca, cenneti ve cehennemi gözüyle görmediği, eliyle dokunmadığı için inkar etmesi anlamsızlaşacaktır.
Ayrıca Allah'ın sonsuz ilmini, ihtişamlı yaratışını daha iyi takdir edebilecektir. Çünkü Allah, görüntüye sağlamlık ve sertlik vermekte, görüntüyü aynı madde gibi yaratmaktadır. Bu görüntü o kadar gerçek ve o kadar aslının benzeridir ki, binlerce yıldır insanların büyük bir kısmı aslında beyinlerinin içindeki bir hayali izlediklerinin farkına varamamışlardır. Hatta, beyinlerindeki görüntüyü seyrederken dışarıdaki aslı ile muhatap olduklarını zannetmiş; oda onların içinde iken, kendilerinin odanın içinde olduklarını sanmışlardır. Aynı şekilde beyinlerindeki yıldız görüntüsünün kendilerinden milyonlarca kilometre uzakta olduğunu düşünerek yanılmışlardır. Binlerce yıldır, milyarlarca insanın kapkaranlık kafatasının içinde, gerçeği ile birebir aynı, kusursuz, ışıl ışıl dünyalar yaratan Yüce Allah, elbette ki, benzer şekilde cennet ve cehennemi de yaratmaya kadirdir.
Allah, dünyanın görüntüsünü gösterdiği bir insanın, ölümle birlikte görüntüsünü değiştirir; ona ahiretin görüntüsünü göstermeye başlar. Bu aynı bir perdenin kalkıp, ardından bambaşka bir görüntünün çıkması gibi bir geçiştir. Örneğin koltuğunda otururken kalp krizi geçiren bir insan, evinin odasının görüntüsünü görürken, bir anda canını almakla görevli meleklerin görüntüsünü görebilir ve ardından hesabının görülüşüne ve sonsuz mekanına sevk edilişine şahit olabilir.
Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. ... |
Allah ölüm anındaki insan için şöyle bildirmektedir:
Hele can boğaza gelip dayandığında, ki o sırada siz (sadece) bakıp-durursunuz. Biz ona sizden daha yakınız; ancak görmezsiniz. (Vakıa Suresi, 83-85)
Vakıa Suresi'ndeki bu ayetlerde de bildirildiği gibi, ölen insanın bedeni her ne kadar yakınlarının yanında gibi görünse de, bu kişi aslında artık onların yanında değildir. Çünkü o artık bambaşka bir alemin görüntülerini görmektedir.
Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi, cennet ve cehennem şu anda zaten yaratılmış olarak vardır. Örneğin Allah Hadid Suresi'nde şöyle bildirir:
Rabbiniz'den olan bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) 'çaba gösterip-yarışın' ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah'a ve Resûlü'ne iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu, Allah'ın fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir. (Hadid Suresi, 21)
Necm Suresi'ndeki ayetlerde ise Rabbimiz, Peygamber Efendimiz (sav)'e henüz dünyada iken Cennetü'l-Me'va'nın yanında bulunan Sidretü'l-Münteha'nın gösterildiğini haber vermektedir. Bu ayetler de cennetin şu an yaratılmış olarak var olduğunun açık bir delilidir:
Sidretü'l-Münteha'nın yanında.
Ki Cennetü'l-Me'va onun yanındadır.
Sidreyi örten örtmekte iken,
Göz kayıp-şaşmadı ve (sınırı) aşmadı.
Andolsun, o, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü. (Necm Suresi, 14-18)
Ancak Allah'ın bize gösterdiği görüntüde henüz sadece dünya hayatı vardır. Allah dilediğinde her insana cennet ve cehennemin görüntüsünü göstermeye başlayacaktır. Allah bazı ayetlerinde cennetin yakınlaştırıldığını bildirir. Diğer bir deyişle zaten var olan cennet, insana yakınlaştırılarak onun görüntüsüne getirilecek olabilir. Bu, dünyaya ait görüntünün uzaklaştırılıp ahiret görüntüsünün yakınlaştırılması gibi olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Bu ayetler şöyledir:
Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır. (Kaf Suresi, 31)
Cehennem ateşi çılgınca kızıştırıldığı zaman,
Cennet de yakınlaştırıldığı zaman,
(Artık her) Nefis, neyi hazırladığını bilip-öğrenmiştir. (Tekvir Suresi, 12-14)
Hiç şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve nehir (çevresin)dedirler. |
Geçtiğimiz yüzyılın en büyük İslam alimi, Üstad Bediüzzaman Said Nursi de, cennet ve cehennem ile ilgili açıklamalarında, cennet ve cehennemin -tıpkı dünya hayatı gibi- hayal suretinde yaratıldıklarını belirtmiştir. Örneğin aşağıdaki sözünde, cennet ehlinin hayal suretinde yaratıldıkları için, Allah'tan bir nimet olarak, aynı anda birkaç mekanda bulunabileceklerini açıklamıştır:
Hem nasıl ki şu kesafetli (bulanık), karanlıklı, dar dünyada Güneş'in pek çok âyinelerde (aynalarda) bir anda aynen bulunması gibi, öyle de: Nurani bir zât, bir anda çok yerlerde aynen bulunması -Onaltıncı Söz'de ispat edildiği gibi- meselâ, Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm bin yıldızda bir anda hem Arş'ta (Allah'ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği yer), hem huzur-u Nebevî'de (Peygamber huzurunda), hem huzur-u İlahîde (Allah'ın huzurunda) bir vakitte bulunması; hem Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın haşirde (kıyametten sonra bütün insanların toplanacakları meydan) bir anda ekser (en çok) etkıya-ı ümmetiyle (Peygamberin yolundan giden çok takva sahibi kimseler) görüşmesi ve dünyada hadsiz (sayısız) makamlarda bir anda tezahür etmesi (görünmesi) ve evliyanın bir nevi garibi olan ebdalların (evliyadan başka nuraniyet kazanmış olanlar) bir vakitte çok yerlerde görünmesi ve avamın (ilim sahibi olmayan halk) rü'yada bazan bir dakikada bir sene kadar işler görmesi ve müşahede etmesi (gözle görmesi) ve herkesin kalb, ruh, hayal cihetiyle (yönüyle) bir anda pek çok yerlerle temas edip alâkadarane (ilişkili) bulunması, malûm (bilinen) ve meşhud (görülen) olduğundan... elbette nuranî, kayıtsız, geniş ve ebedî olan cennette, cisimleri ruh kuvvetinde ve hayal sür'atinde olan ehl-i cennet, bir vakitte yüzbin yerlerde bulunup yüzbin hurilerle sohbet ederek yüzbin tarzda zevk almak; o ebedî cennete, o nihayetsiz (sonsuz) rahmete lâyıktır ve Muhbir-i Sadık'ın (A.S.M.) haber verdiği gibi hak ve hakikattır. Bununla beraber, bu küçücük aklımızın terazisiyle o muazzam hakikatlar tartılmaz. (Sözler, 502)
Bediüzzaman'ın bu sözüyle dikkat çektiği gerçek, inananlar için büyük bir müjdedir. Allah'ın dilemesiyle cennet ehli aynı anda birçok bedene sahip olabilecek, birçok isteğini aynı anda yerine getirebilecektir. Kitabın önceki bölümlerinde anlattığımız gibi Peygamber Efendimiz (sav) de bu büyük müjdeyi bize hadisleriyle bildirmiştir.
Elbette dünyada, mekana ve maddeye tabi olan bir varlık için böyle bir durumu anlamak mümkün değildir. Ancak Allah'ın sonsuz ilmi ve sonsuz aklı ile yaratılan cennette, Allah insanı -dünyada olduğu gibi- mekana ve maddeye bağımlı olmadan yaratacak, üstelik Kendinden bir nimet olarak dünyada bağımlı olduğumuz sebepler ve kanunlardan da ayrı bir ortamda yaşatacaktır. Burada cennete layık olan kullarına sonsuz nimetinden güzellikler sunacaktır.
Samimi olarak iman eden bir insan için, Allah'ın, cennet ve cehennemin varlığını bildirmiş olması yeterlidir; Allah'ın sözüne ve Kuran'da bildirdiği gerçeklere iman eden bir mümin, bunlara, hiçbir şüphe duymadan, kesin olarak iman eder. Gerçek müminler, bu bölüm boyunca anlatılan gerçekleri bilmeseler de ahiretin varlığına iman ederler. Ancak, ahiretten yana kuşkuda olanlara ahiretin varlığını anlatabilmeleri, onların kavramalarına yardımcı olabilmeleri için burada anlatılan bilgiler de son derece önemlidir. Cennet ve cehennemi gözleriyle görmediği için inanmayan, şüphe duyan insanlar bu hayatlarında da yaşadıkları maddesel dünyanın aslı ile hiçbir şekilde muhatap olamadıklarını anladıklarında ahirete bakış açıları değişecektir. Nasıl bu dünyada maddenin aslı ile karşılaşmadıkları halde onun gerçek olduğundan şüphe etmiyorlarsa, Allah Katında sonsuza kadar yok olmayacak maddesel bir dünyanın varlığından da şüphe duyamayacaklardır.
Maddenin gerçek mahiyeti konusu, inkar edenlerin ellerinden, cennet ve cehennemin varlığını inkar etmek için kullandıkları sözde gerekçeleri almaktadır. Bu konu kendilerine anlatılmasına rağmen inkarlarına devam ettiklerinde ise, gerçekleri göz ardı ederek inkarı tercih ettikleri açıkça ortaya çıkmış olacaktır. Ama her inkarcının gerçekleri kabul edeceği, şüphelerinden arınacağı bir an vardır. İstisnasız her inkarcı ve şüpheci, mutlaka Allah'ın ve ahiretin varlığına iman edeceği bir anla karşılaşacaktır. Bu an, dünya hayatının görüntüsünün kaldırılıp, meleklerin görüntüsünün gösterildiği ölüm anıdır. Hesapları görülüp de cehenneme sürüklendiklerinde ise, cehennemden ve cennetten yana hiçbirinin en küçük bir şüphesi kalmayacaktır.
Sonsuz adalet sahibi olan Rabbimiz Duhan Suresi'ndeki ayetlerde şöyle bildirmektedir:
Onu tutun da cehennemin orta yerine sürükleyin. Sonra kaynar suyun azabından başının üstüne dökün; (Azabı) Tad; çünkü sen, (kendince) üstün, onurluydun. Gerçekten bu, sizin kuşkuya kapıldığınız şeydir. (Duhan Suresi, 47-50)
Allah'tan başka varlıklara güç atfederek ve bunların Allah'ın yarattığı görüntü varlıklar olduğunu unutarak, şirk içinde yaşayan insanlar, ne denli büyük bir yanılgı içinde olduklarını da ahirette anlayacaklardır. Allah Kuran'da insanların dünya hayatında şirk koştukları varlıkların kendilerinden uzaklaşıp kaybolduklarını göreceklerini bildirmektedir:
Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı. (Enam Suresi, 24)
... "Allah'tan başka taptıklarınız nerede?" "Onlar bizi (yüzüstü) bırakıp-kayboldular" diyecekler... (Araf Suresi, 37)
... Gerçek şu ki onlar, kendilerini hüsrana uğratmışlardır, uydurmakta oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır. (Araf Suresi, 53)
... onlar asıl-gerçek mevlaları olan Allah'a döndürülecekler. Yalan yere uydurdukları da, kendilerinden kaybolup uzaklaşacaklar. (Yunus Suresi, 30)
"Allah'ın dışında (taptıklarınız)." Dediler ki: "Bizi bırakıp-kayboluverdiler. Hayır, biz önceleri (meğer) hiçbir şeye tapar değilmişiz." İşte Allah, kafirleri böyle şaşırtıp-saptırır. (Mümin Suresi, 74)
Mümin Suresi'ndeki ayette de bildirildiği gibi, bu insanlar öldükten sonra, yani dünyaya ait görüntüleri değiştikten sonra, dünya hayatında taptıklarının bir görüntü olduğunu anlayarak "biz önceleri (meğer) hiçbir şeye tapar değilmişiz" diyor olabilirler. Akıl ve vicdan sahibi insanlar ise, zaten ahirette kavrayacakları bu gerçeği, gereği gibi düşünerek dünya hayatında iken, yani geç kalmadan önce kavrayıp anlamalıdırlar.