Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; ancak o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, herşeyi bilendir. (Ahzab Suresi, 40)
Allah'ın yukarıdaki ayetinde bildirdiği gibi, Hz. Muhammed (sav) son peygamberdir. Kuran'daki "de ki" ile başlayan ayetlerle Allah Peygamberine söylemesi gerekenleri bildirmiş, Hz. Muhammed (sav) bu ayetlerle tebliğ yapmıştır.
Allah'tan korkan ve bağışlanmayı isteyen kulların kendisine uyması gerektiğini Hz. Muhammed (sav) şöyle tebliğ etmiştir:
De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Al-i İmran Suresi , 31)
Hz. Muhammed (sav)'in bu çağrısı bugün yaşayan tüm insanlar için geçerlidir. Allah dinini tebliğ etmeleri için gönderdiği elçilere tam bir itaati emretmiş, birçok ayette elçiye itaatin aslında Kendisine itaat olduğunu bildirmiştir. Bu nedenle elçiye itaat, dinin en önemli ve hayati konularından biridir. Ve bu itaatin gösterilmesi de elbette elçinin tebliğ ettiği konuları tam bir teslimiyetle uygulamakla olur.
Hz. Muhammed (sav) diğer elçiler gibi kavmine öncelikle, yaptığı tebliğ karşılığında hiçbir ücret istemediğini, her yaptığını Allah için yaptığını ve karşılığını Allah'tan beklediğini bildirmiştir. Allah'ın Hz. Muhammed (sav)'e, insanlardan hiçbir karşılık beklemediğini söylemesini emrettiği ayetlerden bazıları şu şekildedir:
İşte Allah'ın hidayet verdikleri bunlardır; öyleyse sen de onların bu hidayetlerine uy. De ki: "Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. O (Kuran), alemlere bir 'öğüt ve hatırlatmadan' başkası değildir." (Enam Suresi, 90)
De ki: "Ben sizden bir ücret istemişsem, artık o sizin olsun. Benim ecrim (ücretim), yalnızca Allah'a aittir. O, herşeye şahid olandır." (Sebe Suresi, 47)
Bir başka ayette ise kavmine hiçbir menfaat beklemediğini bildiren Hz. Muhammed (sav), onlara asıl amacını şöyle bildirmiştir:
De ki: "Ben buna karşılık, Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen (insanlar olmanız) dışında sizden bir ücret istemiyorum." (Furkan Suresi, 57)
Allah'ın varlığının delilleri apaçık olduğu halde inkar edenler, iman etmemek için bahaneler arar ve Allah'ın kendilerine mucizeler göndermesini isterler. Hz. Muhammed (sav)'in kavmi de ona tabi olmamak için kendilerine bir delil göstermesini istemişlerdir. Ancak bu insanların Allah'tan mucizeler istemelerinin nedeni onu gördüklerinde iman etmek veya imanlarını sağlamlaştırmak değildir. Söyledikleri sadece teslim olmamak için öne sürdükleri bir bahanedir. Allah Hz. Muhammed (sav)'e bu insanlara şöyle söylemesini emretmiştir:
Olanca yeminleriyle, eğer kendilerine bir ayet gelse, kesin olarak ona inanacaklarına dair Allah'a yemin ettiler. De ki: "Ayetler, ancak Allah Katı'ndadır; onlara (mucizeler) gelse de kuşkusuz inanmayacaklarının şuurunda değil misiniz? (Enam Suresi, 109)
Her insanın Allah Katı'nda belli olan bir ölüm vakti vardır. O an geldiğinde Allah'ın görevlendirdiği melekler insanın canını almaya gelirler. Eğer imanlı bir insanın ölümüyse melekler ona selam verip, onu cennetle müjdeleyip, canını kolaylıkla alırlar. İnkar edenlerin canları ise yüzlerine ve sırtlarına vurularak alınır. Melekler onlara aşağılatıcı bir azaba gireceklerini bildirirler. O anda iman etmeyen insanlar gördükleri apaçık gerçeğe teslim olurlar. Ancak bu andan sonra insanın iman etmesi ona bir fayda sağlamaz, çünkü artık kendisine verilen süre dolmuştur. Allah iman etmemek için bahane arayan insanlara bu gerçeği bildirmiş ve Hz. Muhammed (sav)'e insanlara şöyle söylemesini emretmiştir:
Onlar, kendilerine meleklerin gelmesini mi, ya da Rabbinin gelmesini mi veya Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin ayetlerinden bazılarının geleceği gün, daha önce iman etmemişse veya imanıyla bir hayır kazanmamışsa hiç kimseye imanı yarar sağlamaz. De ki: "Bekleyin, biz de şüphesiz beklemekteyiz." (Enam Suresi, 158)
Allah'tan korkmayan insanlar sahip oldukları gurur nedeniyle—vicdanları kabul etse dahi—bir insana tabi olmak, onun kendilerinden üstün olduğunu kabul etmek istemezler. Daha önceki elçilerin kavimlerinde de gördüğümüz gibi bu tip insanlar elçilerin insanüstü özellikler taşıması gerektiğini savunurlar. Hz. Muhammed (sav)'in kavmi de ona tabi olmamak için bunlar gibi, birçok bahane ortaya atmış, onun pazarlarda gezen, normal bir insan olduğunu söyleyerek peygamber olamayacağını söylemişlerdir.
Hz. Muhammed (sav) de böyle beklentileri olan kavmine kendisinin yalnızca bir insan olduğunu ve kurtuluşa ermek isteyenin ancak Allah'a yönelmesi gerektiğini tebliğ etmiştir:
De ki: "Şüphesiz ben, ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim; yalnızca bana sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın." (Kehf Suresi, 110)
De ki: "Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik." De ki: "Benimle aranızda şahid olarak Allah yeter; kuşkusuz O, kullarından gerçeğiyle haberdardır, görendir." (İsra Suresi, 95-96)
Yine kavmin bu şekildeki beklentilerine karşılık Hz. Muhammed (sav), onlara kendisinin yalnızca bir uyarıcı olduğunu, sadece Allah'ın emirlerini yerine getirdiğini, kendisine uyanların ise hidayet bulacağını bildirmiştir:
De ki: "Allah'a itaat edin, Resûl'e itaat edin. Eğer yine yüz çevirirseniz, artık onun (peygamberin) sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz. Elçiye düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir." (Nur Suresi, 54)
(De ki:) "Ben, ancak bu şehrin Rabbine ibadet etmekle emrolundum ki, O, burasını kutlu ve saygıdeğer kıldı. herşey O'nundur. Ve Müslümanlardan olmakla emrolundum." "Ve Kuran'ı okumakla da (emrolundum). Artık kim hidayete gelirse, kendi nefsi için hidayete gelmiştir; kim sapacak olursa, de ki: "Ben yalnızca uyarıcılardanım." Ve de ki: "Allah'a hamdolsun, O size ayetlerini gösterecektir, siz de onları bilip tanıyacaksınız." Senin Rabbin, yaptıklarınızdan gafil değildir. (Neml Suresi, 91-93)
Her inkarcı kavim gibi Hz. Muhammed (sav)'in kavmi de onunla Allah hakkında tartışmalara girmeye kalkmıştır. Hz. Muhammed (sav) bu şekilde çirkin bir tavır gösteren kavmine kendisinin Allah'a teslim olduğunu tebliğ etmişti:
De ki: "O bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz iken, bizimle Allah hakkında (sözde kanıtlarla) tartışmalara mı giriyorsunuz? Bizim amellerimiz bizim, sizin de amelleriniz sizindir. Biz, O'na gönülden bağlanmış (muhlis) olanlarız." (Bakara Suresi, 139)
Eğer seninle çekişip-tartışırlarsa, de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte, kendimi Allah'a teslim ettim." Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. Fakat yüz çevirdilerse, artık sana düşen yalnızca tebliğ(etmek)dir. Allah, kulları hakkıyla görendir. (Al-i İmran Suresi, 20)
Hz. Muhammed (sav), kavmine Allah'ın tek ilah olduğunun delillerini anlatmış ve onları iman etmeye davet etmiş, aksi takdirde azapla karşılık göreceklerine dair uyarmıştır. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:
De ki: "Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah'a davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah'ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim." (Yusuf Suresi, 108)
De ki: "Ben gerçekten, yalnızca Rabbime dua ediyorum ve O'na hiç kimseyi (ve hiçbir şeyi) ortak koşmuyorum." De ki: "Doğrusu ben, sizin için ne bir zarar, ne de bir yarar (irşad) sağlayabilirim." De ki: "Muhakkak beni Allah'tan (gelebilecek bir azaba karşı) hiç kimse asla kurtaramaz ve O'nun dışında asla bir sığınak da bulamam." "(Benim görevim,) Yalnızca Allah'tan olanı ve O'nun gönderdiklerini tebliğ etmektir. Kim Allah'a ve O'nun elçisine isyan ederse, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere onun için cehennem ateşi vardır." (Cin Suresi, 20-23)
De ki: "Ben, dini yalnızca O'na halis kılarak Allah'a ibadet etmekle emrolundum." "Ve ben, Müslümanların ilki olmakla da emrolundum." De ki: "Ben, Rabbime isyan ettiğim takdirde, büyük bir günün azabından korkarım." De ki: "Ben dinimi yalnızca O'na halis kılarak Allah'a ibadet ederim." "Siz, O'nun dışında dilediklerinize ibadet edin." De ki: "Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini hem yakınlarını hüsrana uğratanlardır. Haberiniz olsun; bu apaçık olan hüsranın kendisidir." (Zümer Suresi, 11-15)
Ya da halkı sürekli yaratmakta olan, sonra onu iade edecek olan ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? De ki: "Eğer doğru söylüyor iseniz, kesin-kanıt (burhan)ınızı getiriniz." (Neml Suresi, 64)
Hz. Muhammed (sav) kendisini doğru yoldan çevirmeye çalışan, ona iftiralar atarak, öldürmekle ve yurdundan sürmekle tehdit eden kavmine onların hevalarına uymayacağını şöyle tebliğ etmiştir:
De ki: "Ben, sizin Allah'tan başka tapmakta olduklarınıza tapmaktan nehyedildim." De ki: "Ben sizin heva (istek ve tutku)larınıza uymam; yoksa bu durumda ben şaşırıp sapmış ve doğru yolu bulmamışlardan olurum." De ki: "Ben, gerçekten Rabbimden kesin bir belge üzerindeyim, siz ise onu yalanladınız. Sizin kendisine acele ettiğiniz (azab) yanımda değildir. Hüküm yalnızca Allah'ındır. O, doğru haberi verir ve O, ayırt edenlerin en hayırlısıdır." (Enam Suresi, 56-57)
Kavmine Allah'ın tek ilah olduğunu hatırlatan Hz. Muhammed (sav), aynı zamanda Allah'a eş koştuklarının hiçbir şeyi yaratamayacaklarını, kimseye zarar vermeye veya fayda sağlamaya güçleri yetmeyeceğini de çeşitli şekillerde tebliğ etmiştir. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:
De ki: "O'nun dışında (ilah olarak) öne sürdüklerinizi çağırın, onlar sizden ne zararı uzaklaştırabilirler, ne de (onu yararınıza) dönüştürebilirler. (İsra Suresi, 56)
De ki: "Gördünüz mü haber verin; Allah'tan başka taptıklarınız, yerden neyi yaratmışlar, bana gösterin? Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı var? Eğer doğru sözlüler iseniz, bundan önce bir kitap ya da bir ilim kalıntısı (veya bir eser) varsa, bana getirin." (Ahkaf Suresi, 4)
De ki: "Allah'ın dışında (Tanrı diye) öne sürdüklerinizi çağırın. Onların göklerde ve yerde bir zerre ağırlığınca bile (hiçbir şeye) güçleri yetmez; onların bu ikisinde hiçbir ortaklığı olmadığı gibi, O'nun bunlardan hiçbir destekçi olanı da yoktur. (Sebe Suresi, 22)
De ki: "O'na (kulluk etmede) eklemekte olduğunuz ortakları bana gösterin. Asla (onlar ona gerçek ortak olamazlar); hayır, O, güçlü ve üstün olan, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah'tır." (Sebe Suresi, 27)
De ki: "Siz, Allah'ın dışında taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa Biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler? Hayır, zulmedenler, birbirlerine aldatmadan başkasını vadetmiyorlar. (Fatır Suresi, 40)
Allah herşeyi bir kader üzerine yaratmıştır. İnsan hayatı boyunca Allah'ın belirlediği bu kaderi yaşar. Hz. Muhammed (sav), kavmine Allah'ın kendileri için yazdığının dışında hiçbir şeyle karşılaşmayacaklarını, bu nedenle an an yaşadıkları olaylarda Allah'a tevekkül ederek ecir kazanmalarını söylemiştir:
De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)
Kuran'da "gayb" kelimesi, insanın algılarının ve ilminin kendisine uzanamadığı, gözden gizli olan herşeyi ifade eder. Kuran'da Allah'ın varlıklarından haber verdiği, ama mahiyetlerini gerçek anlamda bilemediğimiz yerler, varlıklar, geçmişe ait bilgi ve haberler gayb kavramının içinde yer alır. Gaybın bilgisi yalnızca Allah'ın Katı'ndadır. Ve Allah ancak dilediği insana bu bilgiyi vereceğini bildirmiştir. Hz. Muhammed (sav), gaybı yalnız Allah'ın bildiğini şu şekilde tebliğ etmiştir:
De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz." (Kehf Suresi, 26)
De ki: "Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez. Onlar ne zaman dirileceklerinin şuuruna varmıyorlar." (Neml Suresi, 65)
De ki: "Şüphesiz Rabbim hakkı (batılın yerine veya dilediği kimsenin kalbine) koyar. O, gaybleri bilendir. (Sebe Suresi, 48)
İnsanın yeryüzünde yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan her şartı yaratan Allah'tır. Dünya'nın Güneş Sistemi içindeki yeri, hayat için gerekli ortamı sağlayan atmosfer, yerkürenin büyük bir bölümünü kaplayan ve yaşam için varlığı zaruri olan su, Dünya'nın hareketleriyle her sabah güneşin doğması, her akşam tekrar batması ve bunlar gibi pek çok olay Allah'ın izni ile gerçekleşir.
İşte Hz. Muhammed (sav) kavmine Allah'tan korkmaları için O'nun üstün kudretini hatırlatmıştır:
De ki: "Gördünüz mü söyleyin; Allah, kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah'ın dışında size aydınlık verecek ilah kimdir? Yine de dinlemeyecek misiniz?" De ki: "Gördünüz mü söyleyin, Allah kıyamet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa Allah'ın dışında size içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yine de görmeyecek misiniz? (Kasas Suresi, 71-72)
Hz. Muhammed (sav) ahirete inanmayanlara Allah'ın dünyadaki yaratılış delillerine bakarak öğüt almalarını bildirmiştir. Bu kusursuz yaratılış delillerini gören insanların önemli bir gerçeği daha anlamaları gerekir. Tüm bunları yaratmaya kadir olan Allah elbette ahirette bunların benzerlerini de yaratacaktır. Hz. Muhammed (sav) bu önemli gerçeği kavmine şöyle bildirmiştir:
De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da, böylelikle yaratmaya nasıl başladığına bir bakın, sonra Allah ahiret yaratmasını (veya son yaratmayı) da inşa edip yaratacaktır. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir." (Ankebut Suresi, 20)
Allah'ın her türlü eksiklikten münezzeh olduğunu ve herşeyin Yaratıcısı olduğunu anlatmıştır.
İnsan eksikliklere ve zaaflara sahip aciz bir varlıktır. Allah'ın dilemesiyle yaşamını sürdürür. Oysa herşeyin Yaratıcısı olan Allah tüm eksikliklerden uzaktır ve tüm kusurlardan münezzehtir. O, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır. Hz. Muhammed (sav), kavmine bunu tebliğ etmiştir:
De ki: "O, gökleri ve yeri yaratırken ve O, (hep) besleyen (hiç) beslenmezken, ben Allah'tan başkasını mı veli edineceğim?" De ki: "Bana gerçekten Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve: Sakın müşriklerden olma." (denildi.) De ki: "Şüphesiz ben, Rabbime isyan edersem o büyük günün azabından korkarım." (Enam Suresi, 14-15)
Yine Hz. Muhammed (sav), kavmine Allah'ın eşi, benzeri olamayacağını, herşeyin tek sahibi olduğunu şöyle anlatmıştır:
De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." De ki: "Öyleyse, O'nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?" De ki: "Hiç görmeyen (a'ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?" Yoksa Allah'a, O'nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: "Allah, herşeyin yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır." (Rad Suresi, 16)
Cahiliye toplumlarının önemli özelliklerinden birisi, bu insanların birçoğunun Allah'a iman etmeleri, ancak O'nun büyüklüğünü ve gücünü takdir edememeleridir. Hz. Muhammed (sav) kendilerine "sizi kim yarattı?" diye sorduğunda "Allah" diye cevap veren, ancak O'nu tanımayan kavmine herşeyin O'nun kontrolünde olduğunu ve Allah'a şirk koştuklarının onlara hiçbir yarar sağlayamayacağını anlatmıştır:
Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette "Allah" diyecekler. De ki: "Gördünüz mü-haber verin; Allah'tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O'nun zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O'nun rahmetini tutup-önleyebilecekler mi" De ki: "Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O'na tevekkül etsinler." (Zümer Suresi, 38)
De ki: "Size bir kötülük isteyecek olsa sizi Allah'tan koruyacak, veya size bir rahmet isteyecek olsa (buna engel olacak) kimdir?" Onlar, kendileri için Allah'ın dışında ne bir veli, ne bir yardımcı bulamazlar. (Ahzab Suresi, 17)
Hz. Muhammed (sav), Allah'ın varlığını bildikleri halde O'nun üstün kudretini düşünmeyen, bundan dolayı O'nun büyüklüğünü takdir edemeyen kavmine, Allah'ın varlığını ve büyüklüğünü ikrar ettirmiştir. Ve bunun ardından, onları öğüt almaya ve korkup sakınmaya davet etmiştir:
De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de sakınmayacak mısınız?" De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor." "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?" (Müminun Suresi, 84-89)
Allah merhametlilerin en merhametlisidir. Allah'ın samimi kulları bir hata yaptıklarında karamsarlığa kapılmazlar. Çünkü insanların hataları karşısında yapmaları gereken hüzünlenmek değil hemen Allah'a yönelerek O'ndan bağışlanma dilemektir. Allah Hz. Muhammed (sav)'e bu konu ile ilgili olarak kavmine şöyle söylemesini emretmiştir:
... De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Zümer Suresi, 53)
İnsanın şerefli ve güzel bir hayat yaşayabileceği tek yol Allah'ın çağırdığı yoldur. Başka varlıkların rızasını arayarak, Allah'a ortak koşanlar hem dünyadaki yaşamlarında hem de ölümden sonraki ahiret hayatında büyük bir aşağılanmayla karşılık göreceklerdir. Bu nedenle Hz. Muhammed (sav), kavmine dünya ve ahiret kurtuluşunu veren asıl yolun Allah'ın yolu olduğunu tebliğ etmiştir:
De ki: "Bize yararı ve zararı olmayan Allah'tan başka şeylere mi tapalım? Allah bizi hidayete erdirdikten sonra, şeytanların ayartarak yerde şaşkınca bıraktıkları, arkadaşlarının da: "Doğru yola, bize gel" diye kendisini çağırdığı kimse gibi topuklarımız üzerinde gerisin geri mi döndürülelim?" De ki: "Hiç şüphesiz Allah'ın yolu, asıl yoldur. Ve biz alemlerin Rabbine (kendimizi) teslim etmekle emrolunduk." (Enam Suresi, 71)
Bazı insanlar gizli bir kötülük işlerken, bunu kimsenin görmediğini düşünerek sevinirler. Oysa Allah göklerde ve yerde olan herşeyi bilir. İnsanın an an yaptığı herşeye şahittir. İnsanlar dünyada yaptıkları herşeyin hesabını herkesin toplandığı din gününde Allah'ın huzuruna çıkarak vereceklerdir. Hz. Muhammed (sav) bu önemli gerçeğe dikkat çekmiş, kavmine Allah'ın herşeyi bildiğini, bir şeyi gizleseler de, açıklasalar da zaten Allah'ın ondan haberdar olduğunu hatırlatmıştır. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:
De ki: "Sinelerinizde olanı -gizleseniz de, açığa vursanız da- Allah bilir. Ve göklerde olanı da, yerde olanı da bilir. Allah, herşeye güç yetirendir." (Al-i İmran Suresi, 29)
De ki: "Benimle aranızda şahid olarak Allah yeter; kuşkusuz O, kullarından gerçeğiyle haberdardır, görendir." (İsra Suresi, 96)
Buna rağmen yüz çevirecek olurlarsa, de ki: "Size eşitlik üzere açıklamada bulundum. Tehdit edildiğiniz (sorgu ve azab günü) yakın mı, uzak mı, bilemem." "Şüphesiz O, sözün açıkta söylenenini de bilmekte, saklamakta olduklarınızı da bilmektedir." (Enbiya Suresi, 109-110)
De ki: "Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olanı bilir. Batıla inanan ve Allah'ı inkar edenler ise, işte onlar hüsrana uğrayanlardır." (Ankebut Suresi, 52)
De ki: "Siz Allah'a dininizi mi öğreteceksiniz? Oysa Allah, göklerde ve yerde olanları bilir. Allah, herşeyi bilendir." (Hucurat Suresi, 16)
İnsanın tek dostu ve koruyucusu kendisini yaratan Allah'tır. Ancak Allah'tan korkmayan insanlar bunu kabul etmek istemezler. Onlar kendilerini Allah'ın varlığını ve üstün kudretini gözardı etmeye şartlandırmışlardır. Ancak öyle anlar vardır ki insan Allah'tan başka hiçbir varlığın kendisine asla yardım etmeyeceği gerçeğini çok iyi anlar.
İşte Hz. Muhammed (sav) insanlara bu gerçeği hatırlatmıştır. Örneğin insan bir sıkıntıya, bir zarara uğradığı zaman, onun Allah'tan başka kendisini kurtarmak için çağırabileceği hiçbir yardımcısı yoktur. İnsan böyle bir olayla karşılaştığında Allah'a ortak koştuğu varlıkların kendisine hiçbir faydası dokunmayacağını anlar. O halde insanın henüz fırsat varken kendisine hatırlatılan bu gerçek üzerinde düşünmesi, Rabbimizden başka kimseden yardım göremeyeceğini unutmaması gerekir. Bu konu ile ilgili olarak Hz. Muhammed (sav), kavmine şu hatırlatmayı yapmıştır:
De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer size Allah'ın azabı gelirse ya da saat (kıyamet) gelip çatarsa, Allah'tan başkasını mı çağıracaksınız? Eğer doğru sözlüler iseniz (çağırın bakalım.)" Hayır, yalnızca O'nu çağırırsınız, dilerse kendisini çağırdığınız şeyi açar (giderir) ve şirk koşmakta olduklarınızı unutursunuz. (En'am Suresi, 40-41)
Allah yeryüzünde iman edenlerin sayısının her zaman az olacağını ve ancak bu azınlığın ebedi olarak cennete kavuşacağını bildirmiştir. Bu yüzden iman, bir insana hayatında verilebilecek en büyük lütuflardan biridir. Ancak Peygamberimiz (sav) döneminde bazı insanlar iman ettikten sonra sanki Hz. Muhammed (sav)'e bir iyilik yapmışlar gibi ona minnet etmeye kalkışmışlardır. Bu, son derece yanlış mantığı açıklamak için Hz. Muhammed (sav), kavmine şu hatırlatmayı yapmıştır:
Müslüman oldular diye sana minnet etmektedirler. De ki: "Müslümanlığınızı bana karşı minnet (konusu) etmeyin. Tam tersine, sizi imana yönelttiği için Allah size minnet etmektedir. Eğer doğru sözlüler iseniz (bunu böyle kabullenmeniz gerekir.)" (Hucurat Suresi, 17)
Hz. Muhammed (sav)'e tabi olmak istemeyen inkarcılar, Kuran'ı inkar etmek için birçok bahane öne sürmüşlerdir. Bu iddialardan en büyüğü Kuran'ın Hz. Muhammed (sav) tarafından yazıldığıdır. Oysa Kuran içinde, insan yazması olamayacağını tasdik eden sayısız mucizeyi barındırmaktadır. Hz. Muhammed (sav), kavmine bu gerçeği hatırlatmış ve Kuran'ı Allah'ın gönderdiğini bildirmiştir. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:
De ki: "Onu, göklerde ve yerde gizli olanı bilen (Allah) indirmiştir. Doğrusu O, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Furkan Suresi, 6)
De ki: "Gördünüz mü haber verin; eğer o (Kuran) Allah Katı'ndan ise, sonra siz onu inkar etmişseniz (bu durumda) uzak bir ayrılık içinde olandan daha sapık kimdir?" (Fussilet Suresi, 52)
Kuran Allah'ın kullarından istediklerini, onların yaratılış amacını, dünyada ve ahirette nasıl davranmaları gerektiğini ve insanın öğrenmesi gereken daha pek çok şeyi bildirdiği hak kitaptır. Hz. Muhammed (sav) de Allah'ın kelamı olan Kuran için kavmine şöyle demiştir:
De ki: "Bu (Kuran), büyük bir haberdir." Sizler ise, ondan yüz çeviriyorsunuz. (Sad Suresi, 67-68)
Kuran'ın insan tarafından yazıldığını iddia edenler, onun sahip olduğu mucizelerden, Allah'ın sonsuz hikmet içeren sözlerinden habersizdirler. Oysa Kuran değil bir insanın, bütün insanların ve cinlerin dahi biraraya gelerek yazamayacakları bir kitaptır. Ve Hz. Muhammed (sav) bu konu ile ilgili olarak kavmine şöyle bildirmiştir:
De ki: "Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kuran'ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- onun bir benzerini getiremezler." (İsra Suresi, 88)
Yoksa: "Bunu kendisi yalan olarak uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Bunun benzeri olan bir sûre getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüyseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi çağırın." (Yunus Suresi, 38)
Bu konudaki bir ayet şöyledir:
De ki: "İman edenleri sağlamlaştırmak, Müslümanlara bir müjde ve hidayet olmak üzere, onu (Kuran'ı) hak olarak Rabbinden Ruhu'l-Kudüs indirmiştir." (Nahl Suresi, 102)
Yine Hz. Muhammed (sav) Kuran'ın insanı hidayete yönelttiğini şu şekilde tebliğ etmiştir:
De ki: "Eğer ben sapacak olsam, artık kendi nefsim aleyhine sapmış olurum; eğer hidayeti bulacak olsam, bu da Rabbimin bana vahyetmekte olduğu (Kuran) sayesindedir. Şüphesiz O, işitendir, yakın olandır." (Sebe Suresi, 50)
İnsanın Allah'a olan yakınlığının artmasına vesile olacak en önemli ibadetlerden birisi duadır. İnsan istediği herşey için Allah'a dua etmelidir. Ve Allah kullarının tüm dualarına karşılık vereceğini haber vermiştir. Bu yüzden Allah'tan bağışlanmayı uman, dünyada samimi bir mümin olarak yaşamak, ahirette de ebedi bir kurtuluş yurdu olan cenneti kazanmak isteyen her mümin dua ibadetini yerine getirir. Kuran'da emredildiği gibi Allah'a sürekli dua eder. Hz. Muhammed (sav) duanın Allah Katı'ndaki değerini Müslümanlara şöyle tebliğ etmiştir:
De ki: "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır." (Furkan Suresi, 77)
Dini yaşamak isteyen birçok insan yakın çevresinden, yaptığı ibadetler için, "bunları yapmana gerek yok, ben senin günahlarını yüklenirim" gibi sözler duymuştur. Oysa hesap gününde herkes Allah'ın karşısında durup tek başına hesap verecektir. O gün herkes yalnızca kendi yaptığından sorumlu tutulacaktır. Kimseye başkalarının günahları sorulmayacak, kimse de kimsenin günahını yüklenmeyecektir. Hz. Muhammed (sav) bu konuyu şöyle tebliğ etmiştir:
De ki: "O, herşeyin Rabbi iken, ben Allah'tan başka bir Rab mi arayayım? Hiçbir nefis, kendisinden başkasının aleyhine (günah) kazanmaz. Günahkar olan bir başkasının günah yükünü taşımaz. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. O, size hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri haber verecektir." (Enam Suresi, 164)
Allah'ın Hz. Muhammed (sav)'in kavmini denediği imtihanlardan birisi savaş olmuştur. Bu insanlardan bir kısmı savaşa çıkmaları gerektiğinde insanların kendilerine bir zarar vermesinden korkmuş ve geride kalmak istemişlerdir. Elbette bunun altında ölüm korkusu ve dünya sevgisi vardır. Oysa dünya hayatı çok kısadır. İnsan savaşta veya başka bir yerde ama mutlaka Allah'ın kendisi için belirlediği zamanda ölecektir. Bu sebeple ölmekten veya başka bir şeyden korkarak Allah'ın rızasını gözardı etmek, insanın ahireti için çok büyük bir kayıptır. Bu nedenle Hz. Muhammed (sav), kavmine dünya hayatının yararının çok az olduğunu tebliğ ederek, asıl yurtları olan ahiret için çalışmalarını emretmiştir.
Kendilerine; "Elinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, zekatı verin" denenleri görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan Allah'tan korkar gibi- hatta daha da şiddetli bir korkuyla- korkuya kapılıyorlar ve: "Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?" dediler. De ki: "Dünyanın metaı azdır, ahiret, ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz 'bir hurma çekirdeğindeki ip-ince bir iplik kadar' bile haksızlığa uğratılmayacaksınız." (Nisa Suresi 77)
Aynı şey Allah'ın emri olan her konu için geçerlidir. Allah'ın beğendiği ahlakı insanlara anlatmak, Müslümanlara fayda sağlamak, dine hizmet etmek belki kimi zaman insanın nefsi ile çatışabilir. Müslümanın yerine göre fedakarlık yapması gerekebilir. Ama Allah'ın rızasını kazanma amacı ile yaşayan gerçek bir mümin için böyle anlar büyük birer fırsattır. Çünkü çok kısa olan dünya hayatında şeytanın kayıp gibi göstermeye çalıştığı fedakarlıklar, ahirette insana büyük fayda getirecektir.
Dünya Allah'ın insanları imtihan ettiği bir yerdir ve insanın sahip olduğu herşey ona Allah kendisini denemek için vermiştir. İnsanın bu gerçeği bilerek şükretmesi ve sahip olduğu şeylerle yalnızca Allah'ın rızasını kazanmaya çalışması gerekir. Oysa birçok insan sahip olduklarını Allah'a ortak koşar. Hz. Muhammed (sav) bu insanları Allah'ın azabı ile uyarmıştır:
De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda cehd etmekten (çaba harcamaktan) daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 24)
Dünya tarihi boyunca inkar edenler iman edenlere karşı sonuçsuz bir mücadele vermişlerdir. Bu mücadele iman edenlerin Allah'a olan imanlarını ve Allah Katı'ndaki derecelerini artırırken, inkar edenlere büyük bir kayıp olarak dönmüştür. Allah hiçbir inkarcı topluluğunun müminlere zarar vermesine izin vermemiştir. Eğer inkarcılar bir başarı kazanıyor gibi görünse de bunu mutlaka müminlerin hayrına çevirmiştir. Allah'ın pek çok ayetinde belirttiği gibi, her zaman üstün gelenler Maide Suresi'nde bildirilen "Allah'ın taraftarları"dır. Bu inkarcıların dünyada karşılaşacakları bir yenilgidir. Ahirette ise bu insanlar yaptıklarının karşılığını sonsuza kadar kalacakları cehennem azabı ile alacaklardır. Allah Hz. Muhammed (sav)'e, inkar edenlere şöyle söylemesini emretmiştir:
İnkar edenlere de ki: "Yakında yenilgiye uğratılacaksınız ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz." Ne kötü yataktır o. (Al-i İmran Suresi, 12)
Daha önce söz edilen peygamberlerin yaşamlarında da görüldüğü gibi, dünya tarihi boyunca Allah'ın elçisine karşı direnmiş olan tüm kavimler, tevbe edip durumlarını düzeltmemeleri durumunda büyük bir azap ile karşılık görmüşlerdir. Elbette bu durum, geride kalanların düşünüp, öğüt almalarını, onların başlarına gelenin kendilerine de gelmemesi için korkup sakınmalarını gerektirir. Bu nedenle Hz. Muhammed (sav), kavmini geçmiş toplulukların başına gelenleri düşünmeye ve bundan öğüt almaya davet etmiştir:
De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da, suçlu-günahkarların nasıl bir sona uğradıklarını görün" (Neml Suresi, 69)
De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra yalanlayanların sonu nasıl oldu, bir görün." (Enam Suresi, 11)
De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın, böylece daha öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görün. Onların çoğu müşrik kimselerdi." (Rum Suresi, 42)
Ahirete inanmayan insanların en büyük korkularından biri ölüm korkusudur. Bu insanlar ölümü kendilerinden uzaklaştırabilmek için her yolu denerler. Oysa her insan için Allah Katı'nda belirlenmiş bir ölüm vakti vardır ve o an geldiğinde kişi hiçbir erteleme yapamaz. Bu nedenle Hz. Muhammed (sav), kavmine ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar kesin olarak öleceklerini hatırlatmıştır:
De ki: "Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçış size kesin olarak bir yarar sağlamaz; böyle olsa bile, pek az (bir zaman) dışında metalanıp-yararlandırılmazsınız." (Ahzap Suresi, 16)
De ki: "Sizin için belirlenmiş bir gün vardır ki, ondan ne bir an ertelenebilirsiniz, ne de (bir an) öne alınabilirsiniz." (Sebe Suresi, 30)
Cahiliye toplumlarında birçok insan ölüm ile herşeyin biteceğini zanneder. Oysa ölüm insanın gerçek hayatının başladığı andır. Sanılanın aksine bir bitiş değil, bir başlangıçtır. İnsanlar ölümün ardından Allah'ın karşısında hesap verecek ve bu hesap anından sonra sonsuza kadar kalacakları mekana sevk edileceklerdir. Hz. Muhammed (sav) kavmine bu gerçeği şöyle hatırlatmıştır:
De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız." (Secde Suresi, 11)
İnsanların merak ettiği konulardan birisi kıyamet saatinin ne zaman geleceğidir. Oysa Allah kıyametin saatini Kendisinden başka kimsenin bilemeyeceğini bildirmiş ve Hz. Muhammed (sav)'e bu konuda kendisine sorulan sorulara şöyle cevap vermesini emretmiştir:
İnsanlar, sana kıyamet-saatini sorarlar; de ki: "Onun bilgisi yalnızca Allah'ın Katı'ndadır." Ne bilirsin; belki kıyamet-saati pek yakın da olabilir. (Ahzap Suresi 63)
De ki: "Bilmiyorum, size vadedilen (kıyamet ve azab) yakın mı, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koymuştur?" (Cin Suresi, 25)
Buna rağmen yüz çevirecek olurlarsa, de ki: "Size eşitlik üzere açıklamada bulundum. Tehdit edildiğiniz (sorgu ve azab günü) yakın mı, uzak mı, bilemem." (Enbiya Suresi, 109)
Asıl hayatın dünyada sürdürdükleri yaşam olduğunu düşünen inkarcılar, Hz. Muhammed (sav)'e tekrar dirileceklerine inanmadıkların söylemişlerdir. Bunun üzerine Allah, Hz. Muhammed (sav)'e şu şekilde cevap vermesini emretmiştir:
Dediler ki: "Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?" De ki: "İster taş olun, ister demir." "Ya da göğüslerinizde büyümekte olan (veya büyüttüğünüz) bir yaratık (olun)." Bizi kim (hayata) geri çevirebilir" diyecekler. De ki: "Sizi ilk defa yaratan." Bu durumda sana başlarını alaylıca sallayacaklar ve diyecekler ki: "Ne zamanmış o?" De ki: "Umulur ki pek yakında." (İsra Suresi, 49-51)
İnkar edenler, kendilerinden başka bir varlığa boyun eğmek gururlarına ağır geldiği için Allah'ın varlığını inkar eder ve elçiye tabi olmazlar. Oysa kıyamet gününde dirilecek, Allah'ın büyüklüğünü, gücünü ve onlara sunacağı azabı göreceklerdir. Bu nedenle Allah Hz. Muhammed (sav)'e "tekrar mı dirileceğiz" diye soran inkarcılara şu şekilde buyurmuştur:
"Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuzda mı, gerçekten biz mi diriltilecekmişiz?" "Veya önceki atalarımız da mı?" De ki: "Evet, üstelik boyun bükmüş kimseler olarak (diriltileceksiniz)." (Saffat Suresi, 16-18)
İnkar edenler Kuran ahlakının kendilerine tebliğ edilmesinden dolayı son derece büyük bir kin ve öfke duymuşlardır. Kuran'da bu kişilerin içlerinde iman edenlere karşı ne kadar büyük bir kin besledikleri haber verilmiştir. Allah Hz. Muhammed (sav)'e bu insanlara şöyle söylemesini emretmiştir:
Onlara karşı apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, sen o inkar edenlerin yüzlerindeki 'red ve inkarı' tanıyabilirsin. Neredeyse, kendilerine karşı ayetlerimizi okuyanın üzerine çullanıverecekler. De ki: "Size, bundan daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş... Allah, onu inkar edenlere va'detmiş bulunmaktadır; ne kötü bir duraktır." (Hac Suresi, 72)
Ayette görüldüğü gibi, Hz. Muhammed (sav), inkarcıların bu kinlerine karşılık hiçbir sonuç alamayacaklarını, aksine ebedi bir azapla karşılık göreceklerini bildirmiştir. Ayrıca Allah'a ve elçisine başkaldıranların cehennemde sonsuza kadar kalacaklarını da bir başka ayette şöyle haber vermiştir:
(Benim görevim,) Yalnızca Allah'tan olanı ve O'nun gönderdiklerini tebliğ etmektir. Kim Allah'a ve O'nun elçisine isyan ederse, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere onun için cehennem ateşi vardır. (Cin Suresi, 23)
Kavmin inkarcıları bir müddet cehennemde kalsalar bile sonra cennete gideceklerini iddia etmişlerdir. Hz. Muhammed (sav) ise cehennemi hak eden inkarcıların sonsuza kadar orada kalacaklarını şöyle tebliğ etmiştir:
Dediler ki: "Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir." De ki: "Allah Katı'ndan bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?" Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. İman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 80-82)
De ki: "Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar için Rablerinin Katı'nda, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir." (Al-i İmran Suresi, 15)
De ki: "Rabbim adaletle davranmayı emretti..." (Araf Suresi, 29)
De ki: "Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarmaktadır ki, siz (açıktan ve) gizliden gizliye ona yalvararak dua etmektesiniz: -Andolsun, bizi bundan kurtarırsan, gerçekten şükredenlerden oluruz." De ki: "Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır. Sonra siz yine şirk koşmaktasınız." (Enam Suresi, 63-64)
De ki: "Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (tevhide) gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim." Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız." (Al-i İmran Suresi, 64)
De ki: "Allah, diye çağırın, 'Rahman' diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O'nundur." Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse. Ve de ki: "Övgü (hamd), çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan ve düşkünlükten dolayı yardımcıya da (ihtiyacı) bulunmayan Allah'adır." Ve O'nu tekbir edebildikçe tekbir et. (İsra Suresi, 110-111)