İnsan bedenindeki yaklaşık 100 trilyon hücrenin, kemiklerin, solunum sisteminin, salgı bezlerinin, organların, tüm dokuların ve diğer tüm detayların sahibi ve Yaratıcısı üstün kudret sahibi olan Allah'tır. Allah insanı yoktan var etmiş, Kendisi'ni tanıyıp bilmesi için de hem kendi bedeninde hem de evrende ona delillerini göstermiştir. Önceki bölümde de vurguladığımız gibi Allah'ın insana merhametini, daha ilk başta onun anne karnında ayette bildirildiği gibi, "sağlam bir yere yerleştirilmesi"nde (Mü'minun Suresi, 13) görürüz. Tek bir hücrenin güzel surette bir insana dönüşmesi sırasında yaşanan her gelişme Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatının çok üstün tecellileridir. Dünyaya gelmesinin ardından geçen ortalama 60-80 yıllık ömrü boyunca aynı kusursuz işleyiş devam etmektedir. İnsanın her hücresinde yaşanan gelişmeler, her nefes alışı, çevresindekileri görmesi, idrak edişi, algılama gücü, beyin faaliyetleri, yemek yemesi, yediklerini sindirmesi, büyümesi, kısacası 24 saat x 80 yıl boyunca vücudunda yaşanan tüm gelişmeler an an Allah'ın koruması altında, Allah'ın dilemesiyle ve sonsuz merhametiyle meydana gelir. İnsanın yaratıldığı suret, donatıldığı akli, manevi ve bedensel yetiler Allah'ın insana olan büyük merhametinin bazı delilleridir. Rabbimiz bu gerçeği Kuran'da şu şekilde bildirmiştir:
Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 18)
Bu bölümde insan vücudundaki bazı organların mucizevi işlevlerini, hayatın devamı için gerekli olan olağanüstü sistemleri ve bir gün içinde beden içinde gerçekleşen faaliyetlerden bazılarını ele alacak ve tüm insanları Allah'ın sonsuz rahmeti sayesinde hayatlarını devam ettirebildikleri gerçeği üzerinde düşünmeye davet edeceğiz. Hiç unutmamak gerekir ki, aşağıda maddeler halinde özetleyerek anlatacaklarımızın her biri tüm kainatın tek hakimi olan, sonsuz güç ve kudret sahibi Rabbimiz'in emri ile gerçekleşmektedir. Bunların hiçbirinin gerçekleşmesi için hiçbir insan müdahalede bulunmamıştır ve bulunması da mümkün değildir.
İnsan vücudundaki 100 trilyon hücre sanki birbirlerini tanıyormuşçasına hareket eder. Kendilerine verilmiş özel görevleri, sonuna kadar, hiçbir ihmal ve gevşeklik göstermeden yerine getirirler. İşte bu mükemmel koordinasyonda hormon denilen mesaj taşıyıcılar hücrelere emir taşımakla görevlidirler. Vücudun büyümesi, üremenin düzenlenmesi, vücuttaki iç denge, sinir sistemindeki koordinasyon ve daha birçok işlem hormonların, ilgili hücrelere ulaştırdıkları mesajlar sonucunda gerçekleşir. Benzersiz sistemler yaratan Rabbimiz hücreleri de hormonlar vasıtasıyla yönlendirir. Allah sizin haberiniz bile olmadan içinizde muhteşem bir emir-komuta sistemi oluşturmuştur ve yine sizin bilginiz dışında içinizdeki herşeyi kontrol altında tutmaktadır. Bu sistemde sizin hiçbir söz hakkınız yoktur. Örneğin vücudunuzun büyümesi. Siz ne kadar isteseniz de boyunuzu olduğundan fazla uzatamazsınız. Ne yaparsanız yapın içinizdeki hücrelere "bölünün, çoğalın ve beni büyütün" gibi bir emir veremezsiniz. Ancak hücreler, sizin için belirlenmiş olan boyu ve vücut şeklini bilirler ve o belirli şekle ulaşıncaya kadar çoğalarak vücudu büyütürler. Sonra da tam gerektiği anda büyümeyi durdururlar. İşte bu kontrol Allah'ın insanlara büyük bir lütfudur. Eğer insan kendi vücudunu kontrol etmek zorunda olsaydı bunu başarması asla mümkün olmayacaktı. Ya da bu kontrol insana ait olsaydı, insanın yaşamını sürdürmesi kesinlikle mümkün olmayacaktı. Ancak sonsuz kerem sahibi olan Rabbimiz insan vücudunun ve dünya üzerindeki tüm varlıkların, tüm hücrelerini aynı anda kusursuzca yaratmakta, yaşatmakta ve kontrol etmektedir. İnsanın bu durum karşısında yapması gereken Allah'ın herkesi ve herşeyi kuşatan rahmetini görerek O'nun kadrini gereği gibi takdir etmektir.
Allah geceyi insanın dinlenmesi için yaratmıştır.
İnsanlar vücutlarındaki birtakım hayati fonksiyonların uyurken ne olacağı, nasıl yerine getirileceği konusunda hiçbir endişe yaşamaz, hatta bunu düşünmezler bile. Çünkü bu sistemlerin kusursuzca işleyeceğinden son derece emindirler. Gerçekten de Allah'ın rahmeti sayesinde insan uyurken de vücudundaki tüm sistemler sessiz sedasız görevlerini yerine getirmeye devam ederler. Oysa bu sistemlerden sadece birinin bile birkaç saniyeliğine durması kolaylıkla hayatımıza mal olacak sonuçlar doğurabilir. Ancak sonsuz merhamet sahibi olan Rabbimiz'in dilemesiyle uyku anında da insan nefes almakta, kalbi çalışmakta ve beyni faaliyetlerine devam etmektedir.
Kılcal damarlar vücudun dört bir yanındaki hücrelerin her birine gerekli oksijen, enerji, besin, hormon gibi maddeleri taşırlar. Vücudumuzdaki ortalama 5 milyar kılcal damarın toplam uzunluğu 950 km.yi bulur. Eğer insan vücudunun en küçük kılcal damarlarının 10 bin tanesini yan yana getirirsek, toplam kalınlıkları ancak bir kurşun kalemin kurşun kısmı kadar olur. Kanın bu kadar daracık damarlar içinde tıkanmadan ve ağırlaşmadan hareket edebilmesi, suyun yüksek akışkanlığı sayesinde mümkün olmaktadır. Ünlü moleküler biyolog Michael Denton, bu akışkanlığın birazcık bile daha düşük olması durumunda hiçbir kan dolaşımı sisteminin işe yaramayacağını şöyle anlatır: "Eğer suyun akışkanlığı sadece birkaç kat daha fazla olsa, kılcal damarlardaki kan akışı için çok büyük bir pompalama basıncı gerekecek ve herhangi bir kılcal damar sistemi işlemez hale gelecektir. Eğer suyun akışkanlık değeri biraz az olmuş olsa ve en küçük kılcal damarın çapı 3 mikron yerine 10 mikron olmak zorunda kalsa, bu kılcal damarlar, yeterli oksijen ve glikoz oranını ulaştırabilmek için (beslemeleri gereken) kas dokusunun neredeyse tamamını kaplayacaklardır. Bu durumda geniş yaşam formlarının tasarımı imkansız hale gelecek ya da olağanüstü derecede sınırlanacaktır. Dolayısıyla, suyun hayata uygun bir temel olabilmesi için, akışkanlığının şu anda sahip olduğu değere çok çok yakın olması, zorunludur." Bir başka deyişle, suyun tüm diğer özellikleri gibi akışkanlığı da, yaşam için olabilecek en ideal değerdedir. Sıvıların akışkanlıkları arasında milyarlarca kat farklılıklar vardır. Ama su, bu milyarlarca farklı akışkanlık değeri içinde tam olması gereken değerle yaratılmıştır.
Suyun akışkanlık özelliği sayesinde incecik damarlarda bile kan hücreleri dolaşabilir.
Göz, ışığın girdiği öndeki çıkıntı dışında, küre biçimindedir. Bu kürenin en dışında göz akı denen sert, çok dayanıklı ve süt gibi donuk beyaz renkli bir katman bulunur. Göz akı, gözü çepeçevre kuşatır ve göz içindeki dokuların korunmasını sağlar. Gözün ortasındaki renkli bölümü çevreleyen beyazlık da bu katmanın görünen bölümüdür. Göz akı, yumuşak ve jölemsi bir yapıya sahip olsaydı gözün korunması gerektiği gibi sağlanamayacaktı. Ayrıca göze toz veya herhangi bir yabancı madde kaçtığında bu cisim göze yapışacağı için çıkarması zorlaşacak, büyük zararlar verecekti. Oysa göz akı sert olduğu için gözyaşının da yardımıyla yabancı maddeler kolaylıkla gözden temizlenir. Göz üzerindeki sert ve dayanıklı beyaz dokunun yapısı, gözün önündeki çıkıntılı bölüme gelince değişir. Bu çıkıntılı bölüm kornea denilen, ışığı geçiren saydam bir tabakadan oluşur. Birbirlerinin devamı oldukları halde göz akı ve korneanın yapıları tamamen farklıdır ve kesin bir sınırla ayrılırlar. Göz akı bir binanın dış cephesini kaplayan sert granit kaplamaya, gözün önündeki şeffaf kornea da bu binanın penceresine benzetilebilir. Eğer korneayı oluşturan ince doku gözün bütününü kaplasaydı göz dış etkilere karşı son derece savunmasız ve güçsüz kalacak, sonuç körlük olacaktı. Eğer göz akını oluşturan sert ve mat doku gözün önündeki saydam tabaka üzerinde devam etseydi, ışık merceğe ulaşamayacak ve görüntü oluşamayacaktı. Ama bunların hepsi kusursuzca ayarlanmış ve insan gözü çok korunaklı ve sağlam bir şekilde var edilmiştir. Bütün bunlar Allah'ın benzeri olmayan sanatının delillerindendir.
Göz, günümüz teknolojisi ile bir benzeri yapılamamış mükemmel bir yaratılışa sahiptir.
Nesneleri net görebilmek için korneanın her zaman saydam ve çok duyarlı olması gerekir. Çünkü saydamlığını yitirdiği anda göze yeterince ışık giremediği için görüntü bulanıklaşır. Gözün dışarıya açık olan bölümündeki bu katmanın çok duyarlı olması da göze kaçan küçük bir toz parçasının bile hemen fark edilip temizlenmesini sağlar. Korneanın bu derece saydam olmasının sebebi, kendisini oluşturan liflerin hassas bir düzen içerisinde sıralanmalarıdır. Bu sıralanmaya yapılacak herhangi bir müdahale korneanın kararmasına ve görüntünün bulanıklaşmasına sebep olur. Fotoğraf makinesi için objektif ne kadar önemliyse göz için de kornea aynı önemi taşır. Dahası kornea o kadar şeffaftır ki, ancak çok yakından dikkatle bakıldığında görülebilir. Aynı zamanda vücuttaki en hassas yapılardan biridir. Kornea yüzeyi gözle görülmeyen sinirlerden ve lenf damarlarından oluşur. Ancak bunlar görüntüyü bozmazlar. Bu sinirler en hafif dokunuşa veya dokunma tehlikesine karşı harekete geçip, reflekslerle göz kapağı gibi koruyucu mekanizmaları yardıma çağırırlar. Göz kapağı, kornea üstüne yapışan herhangi bir şeyi derhal dışarı atar ve göz kapağının kapanması korneayı diğer muhtemel tehlikelerden korur. Korneayı oluşturan liflerin ve sinirlerin son derece hassas olmaları yine üstün bir yaratılışın delilidir. Kornea bir anlamda arkasında gözün çalıştığı bir penceredir. Rüzgarın savurduğu bir kum tanesi veya talaş parçası korneayı çizebilir. Kornea bu tür sebeplerle çizilirse ya da hasara uğrarsa kendi kendini tamir edebilir. Gözün hızlı bir kendini yenileme kabiliyeti vardır. Korneanın netliği tam olarak sağlanmasaydı hiçbir zaman düzgün bir görüntüyle muhatap olunamayacak, insan devamlı olarak bulanık görecekti. Böyle bir görüntü olsaydı dünya, elbette şu anda olduğundan çok farklı olacak, herşey puslu bir perde arkasından izlenecekti. Bu yüzden dış dünyayı bu incecik canlı tabakanın izin verdiği netlikte izleyebiliriz. Canlı bir et parçasının bir cam kadar şeffaf ve saydam olması Allah'ın çok üstün bir yaratış delilidir. Dünyaya liflerden ve damarlardan oluşan canlı bir dokunun arkasından baktığımız halde, herşeyi bu kadar net görmemiz Allah'ın sanatı ve lütfudur.
Gözlerimiz dış dünyayı bize tanıtan birer aracıdır. Allah'ın tüm insanlar için rahmet olarak yarattığı gözler sayesinde renkli, pırıl pırıl net görüntüler görürüz.
Vücudumuzdaki bütün hücreler tek bir hücrenin çoğalmasıyla oluşur. Gözdeki son derece ince, şeffaf ve narin olan bu canlı zarı oluşturan hücreler de, sert kemikleri oluşturan hücreler de, bağırsak dokularını oluşturan hücreler de, kan hücreleri de hepsi tek bir hücrenin bölünmesi ve çoğalması sonucunda var olmuşlardır. Aynı hücrenin bölünmesi sonucunda, bir yanda taş gibi sert olan kemikler, bir yanda da cam kadar şeffaf olan kornea meydana gelmiştir. Elbette ki cansız ve şuursuz atomlardan oluşmuş hücrelerin böyle bir kararı verme, plan yapma yetenekleri yoktur. Hücrelere neler yapacaklarını hangi organı oluşturup, ne gibi görevler yapacaklarını ilham eden Allah'tır.
Bu cümleyi siz okuyup bitirinceye kadar gözünüzde yaklaşık yüz milyar (100.000.000.000) işlem yapıldı. Belki inanması güç fakat dünyanın en muhteşem aygıtlarından bir çiftine sahipsiniz. İnsanoğlu halen bir benzerini üretemedi. Üretmek şöyle dursun, bu sistem hakkında bilinenler bilinmeyenlerin yanında hiç kalmaktadır. Yaşamınızda sahip olduğunuz herşey gözleriniz sayesinde bir anlam kazandı. Ailenizi, dostlarınızı, evinizi, işinizi, kısaca yaşamınız boyunca karşılaştığınız herşeyi gerçek anlamıyla gözleriniz sayesinde tanıdınız. Onlarsız dış dünyayı hiçbir zaman tam olarak bilemezdiniz. Gözleriniz olmasaydı bir rengin, bir şeklin, bir manzaranın, bir insan yüzünün, güzellik denen kavramın nasıl bir şey olduğunu hiçbir zaman hayalinizde canlandıramazdınız.
Göz kapakları ve kirpikler gözü her türlü dış etkiden korurlar.
Fakat, gözleriniz var, bu sayede etrafınızı görüyor, şu anda da önünüzdeki yazıyı okuyorsunuz. Dahası, görmek için hiçbir çaba harcamıyorsunuz; sadece görmek istediğiniz şeye doğru bakıyorsunuz. Gözünüze, gözün içindeki organellere, gözden beyne giden sinirlere ve beyninize "bakın, görün, şu işlemleri yapın" emri vermiyorsunuz. Tıpkı yeryüzünde yaşayan ve yaşamış milyarlarca insan gibi sadece bakıyor ve görüyorsunuz. Bir cisme odaklanıp onu net görmek için göz merceğinizin cismin uzaklığına göre alması gereken yarıçapın optik ölçümlerini, merceğe bağlı kasların çok hassas kasılma oranlarını hesaplamıyorsunuz. Yalnızca o cismi net görmek istiyorsunuz, gerisi saniyenin çok küçük bir diliminde sizin için otomatik olarak hallediliyor. Bunun ne kadar büyük bir mucize olduğu bazı insanların aklına dahi gelmiyor olabilir. Ancak iman sahipleri görmenin Allah'ın çok büyük bir lütfu olduğunun farkında olan insanlardır.
Göz, oldukça karmaşık bir yapıya ve çok özel bir işleve sahip olmasına rağmen bedenimizde çok küçük bir yer işgal eder. Tıpkı değerli bir mücevherin kutusunda saklanması gibi kafatasımız içinde dış etkilerden korunacak bir biçimde saklanır. Sahip olduğu görevin önemi ile doğru orantılı olarak, üstün bir yaratılış sayesinde korunur. Gözler, altı kemik uzantısı ile kafatasına bağlanan, etrafları özel dokularla çevrelenmiş göz yuvaları içinde, koruyucu bir yağ yastıkçığı üzerine yerleştirilmişlerdir. Burun kemeri, kaşlar ve elmacık kemikleri tarafından dış etkenlere karşı korunurlar.
Gözleri çevreleyen tüm bu kemik ve dokular hep birlikte "göz çukuru" olarak adlandırılır. Gözler, çok iyi korunmalarının yanısıra vücutta, görmeyi en rahat ve en ideal biçimde sağlayacak bir bölgeye yerleştirilmişlerdir. Bu bölge, vücudumuzu ve uzuvlarımızı en mükemmel şekilde kontrol ve idare edebilmemizi sağlayacak bir konuma sahiptir. Gözlerimizin şu anki yerleri dışında vücudumuzun herhangi başka bir yerinde bulunmalarının doğuracağı sakıncalar saymakla bitmez. Dahası gözlerin başımızda bulunması, onların her an sağlık ve emniyetini sağlama bakımından da en uygun durumdur. Boynun, küçük ve hızlı bir refleks hareketiyle, gözün ona zarar verebilecek herhangi bir cisimle teması engellenmiş olur. Gözler yüz üzerinde de en ideal konumda bulunurlar. Acaba gözler yüzün başka bir yerinde, örneğin burnun altında bulunsalardı ne olurdu? Hem emniyet açısından riskli bir durum oluşur hem de estetik olarak oldukça rahatsız edici bir görünüm meydana gelirdi. Görüş açısı da şu ankinden çok daha kısıtlı olurdu. Gözlerin her yönden, olabilecek en ideal yerde, simetrik bir biçimde bulunmaları estetiğe de son derece uygundur. İki gözün arası ortalama tek göz boyundadır. Bu oran bozulduğunda, gözlerin arası daha açık veya daha yakın olunca yüzün tüm ifadesi değişir. Göz, sahip olduğu bütün özellikleri ile insanın Allah'ın yarattığı bir varlık olduğunu ispatlayan bir delildir. İnsan vücudundaki bu uyum, simetri ve estetik görüntü Allah'ın bizlere sunduğu bir güzelliktir. Çünkü Rabbimiz ihsanı çok bol olandır.
Allah bir ayette insanlara bu nimetini bildirirken onlara bunun için şükredici olmaları gerektiğini şöyle bildirir:
Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 9)
Gözler vücudun dış dünyaya açılan pencereleridir. Bu pencerelerin korunması ve bakımı özel bir sistem sayesinde sağlanır. Göz kapakları, mükemmel bir şekilde işleyen bu sistemin en önemli parçalarından birisidir. Göz kapaklarının görevi, göz küresini korumakla birlikte "konjonktiva" ve "kornea"yı her an belli bir nem oranında tutmaktır. Göz kapaklarının iç kısmında bulunan konjonktiva adlı katmanın damarları, uykuda oksijen alamayan gözün dış tabakasını besler. Gerektiği zaman göz yuvasının üstünü tamamen ve sıkıca örtebilen göz kapağının derisi, vücudun diğer kısımlarına göre çok daha incedir. Göz kapağı derisinin alt tabakası yağsız ve çok gevşektir, kan bu bölgede kolay toplanır. Eğer göz kapağının derisi kalın ve yağlı bir yapıya sahip olsaydı, gözlerin açılıp kapanması oldukça zor bir işlem olurdu. Herkes gün içinde hiç farkında olmadan binlerce kez gözlerini kırpar. Bu hareket istem dışı olarak yapılır ve bu sayede gözler yoğun ışık temasından ve yabancı maddelerden korunur.
İşlemin otomatik olarak yapılması da çoğu insanın farkında olmadığı bir nimettir. Bu temizlenme otomatik olarak yapılmasaydı ne olurdu? Böyle bir durumda insan göz kırpmayı yalnızca gözünün içinde rahatsız edici miktarda kirlilik oluştuğunda hatırlardı. Bu da gözün mikrop kapmasına neden olurdu. Gözler tamamen temizlenemediğinden puslu, bulanık bir görüntü meydana gelirdi. Göz kırpmak büyük bir külfet olur, insan gün boyunca sürekli göz kırpmayı unutmamaya konsantre olmak zorunda kalırdı. Her birkaç saniyede bir göz kırpıldığında göz kapakları tıpkı araba camı silecekleri gibi gözleri sulandırır, kirleri temizler. Uyku sırasında ise göz kapakları kapalı olduğu için gözler kurumaya karşı otomatik olarak korunur. Göz kapağı, kavisli göz yapısının üstüne kusursuz olarak oturan bir mekanizmadır. Bu mükemmel uyum sayesinde, göz kapağının açılıp kapanması esnasında gözün ön yüzeyinde temas edilmeyen hiçbir nokta kalmaz. Göz kapağı, gözü bu şekilde kusursuz olarak sarmasaydı, kalan boşluklardaki yabancı maddelerin temizlenmesi mümkün olmayacaktı. Açılıp kapanma esnasında, göz kapağının içinde bulunan özel bir bezden salgılanan yağlı bir salgı kapakların birbirlerine yapışmalarını engeller ve göz kapaklarının kaymasını kolaylaştırır. Yukarıda kısaca özetlediğimiz bu detaylar Rahman ve Rahim olan Rabbimiz'in bizim üzerimizdeki korumasını göstermektedir. Allah'tan bir lütuf olarak var edilen göz kapağı insan vücudunun en önemli organlarından biri olan göz için çok harikulade bir korumadır. Bu örnekler, Allah'ın kullarına olan şefkat ve merhametinin çok açık örneklerinden sadece birkaç tanesidir.
Allah'ın insan bedeninin her noktasında yarattığı kusursuz tasarımın bir örneği de iskelet sistemindedir. Her adımda iskelete büyük bir yük biner. Ancak kemiklerin hiçbiri bundan etkilenmez.
Eğer göz kapağı uyurken kapanmasaydı, uyumak insan için son derece zor bir işlem haline gelecekti. Uyuyabilmek için karanlık bir odaya ihtiyaç olacak, gündüzleri hiç uyunamayacaktı. Uyku esnasında açık kalan gözler ise her türlü dış etkiye karşı savunmasız kalacaklardı.
Eğer göz kapağı diye bir şey olmasaydı, yeryüzündeki insanların tamamı çok kısa bir süre içinde kör olurdu. Gözün üst tabakasını oluşturan kornea kuruyacak, göz kısa bir süre sonra görevini yapamamaya başlayacaktı. Göze girecek en küçük bir toz tanesi bile zamanla büyük problemler yaratacak, göz hemen mikrop kapacaktı. En küçük darbelere karşı korumasız kalan göz her an kör olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktı. Örneğin lagoftalmi adlı hastalıkta göz kapakları ya tamamen kapanamaz veya çok zor kapanır. Bu durumda korneanın nemlenmesi tehlikeye gireceğinden, korneada kurumaya bağlı olarak enfeksiyon görülür. Bu hastalığın uzun süre devam etmesi durumunda ise kalıcı göz bozuklukları oluşabilir.
Refleksler insanın çeşitli dış uyaranlara, irade dışında ve çok kısa bir süre içinde verdiği tepkilerdir. Gerekli durumlarda göz kapağını da harekete geçiren bu refleks mekanizması, tehlikelere karşı bir sigorta görevi görür. Korneaya, kirpiklere, hızlıca kaşların ortasına ya da alna dokunma göz kapağını uyaran refleksin oluşmasına neden olur. Eğer göz kırpma refleksini meydana getiren sinir ağı incelenirse, bu ağın ne kadar incelikle planlanmış bir yapıya sahip olduğu açıkça görülür. Çünkü yukarıda belirtilen her refleks için göz kapağına taşınan uyarılar farklı sinir yollarından geçmektedir. Yani gözün etrafı çok sayıda erken uyarı sistemiyle donatılmıştır. Beyin, çok kısa sürede gelen bu uyarıları değerlendirir ve ilgili kaslara sinir uyarılarının gitmesini sağlar.
Bu işlemler sırasında sinir uyarıları yollarını hiç şaşırmadan saniyenin binde biri kadar kısa bir süre içinde beyne ulaşırlar. Beyinden gelen emir sonucunda göz kapağı, gözü yabancı maddelerden korumak veya silecek görevini yerine getirebilmek için tam zamanında kapanır. Mevcut tehlikenin anında tanınması, farklı durumlara ait reflekslerin ayrı sinir yollarından, birbirine karıştırılmadan sinyal olarak ulaştırılması son derece karmaşık işlemlerdir. İnsan, çevresinde devamlı olarak değişen şartlar karşısında hayatını devam ettirebilmek için, dışarıda olup biten olaylardan tam zamanında haberdar olmalıdır. Bu yüzden göz kırpma işlemi insanın dış dünyayı algılamasını engellemeyecek kadar kısa bir süre içinde gerçekleşir. Eğer bu işlem uzun sürseydi çok büyük tehlikeler söz konusu olabilirdi. İnsan gözünü kırpma işlemi ile meşgul olduğu bir anda belki de üzerine gelen bir kamyonu fark edip kaçmaya fırsat bulamazdı. İnsanın dış dünyaya açılan penceresi olarak nitelendirilen gözün bu kadar kapsamlı bir şekilde korunması Allah'ın dünyadaki nimetlerinden bir örnektir.
Derinin bir bölümünün tahrip olması bile vücutta ciddi kayıplara yol açar. Büyük çaplı bir tahribat ise vücutta şiddetli su kaybına hatta ölüme sebebiyet verebilir. İncecik bir doku olan deriye bu koruma özelliğini veren Allah, kullarına karşı çok merhametli olan, herşeyi kusursuzca yaratandır.
Çoğu insanın yalnızca "tuzlu su" zannettiği gözyaşı, çeşitli görevler için farklı karışımlarla oluşturulmuş son derece özel bir sıvıdır. Gözyaşının ilk görevi gözü mikroplara karşı korumaktır. İçinde bulunan "lizozim" enzimi birçok bakteri türünü parçalayabilme ve mikrop öldürme özelliğine sahiptir. Lizozim sayesinde göz, enfeksiyonlardan korunur. Bu madde, binaları mikroplardan temizlemek için kullanılan kuvvetli dezenfektanlarda kullanılan maddelerden bile daha etkilidir. Bu kadar güçlü olduğu halde göze hiçbir zarar vermemesi ise büyük bir mucizedir. Allah, içinde son derece güçlü bir dezenfektan bulunan gözyaşını gözün kimyasal yapısına en uygun şekilde yaratmıştır. Yaratılışın her noktasında mevcut olan muhteşem uyum, aynı şekilde göz ve gözyaşı için de geçerlidir. Bu güçte başka hiçbir dezenfektan göz üzerinde kullanılamaz. Öte yandan insan yapımı hiç bir dezenfektan gözyaşının yerini tutmaz.
Kalple ilgili her detay benzersiz bir şekilde yaratılmıştır.
Gözyaşının üretimi de son derece hassas bir ölçü ile yapılır. Gözyaşı, sadece korneayı kurumaktan kurtaracak ve göz küresinin yüzeyinin kayganlığını kaybettirmeyecek miktarda üretilir. Böylece, göz hareket ettiğinde göz kapağının iç kısmı konjonktiva ile gözün üstü arasında sürtünmeden kaynaklanan bir rahatsızlık meydana gelmez. Uyarıcı bir durum söz konusu olduğunda, mesela göze toz gibi yabancı bir madde kaçtığında, gözyaşı üretimi otomatik olarak artar. Bu bir yandan antiseptik amaçla daha çok lizozim enzimi üretilmesini diğer yandan da uyarıcı maddenin dışarı atılabilmesi için bol miktarda sıvı oluşmasını sağlar. Gözyaşı yeterli miktarda üretilmeseydi, göz ile göz kapağı arasında sürekli bir sürtünme olur ve gözün her hareketi bizim için bir eziyet haline gelirdi. Örneğin gözyaşı kuruluğu olan hastalarda, gözlerde sürekli bir yanma ve gözün içinin kum dolu olduğu hissi duyulur. Gözler şişer, kızarır ve hastalığın ileri aşamalarında hasta gözünü kaybedebilir.
Göz kapağının sınırından çıkan kirpikler gözü toz ve yabancı maddelerden korurlar. Koptukları veya kesildikleri zaman tekrar uzarlar. Uzama, kirpik eski boyutuna geldiğinde biter. Kirpikler düzgün, yumuşak ve yukarı doğru hafifçe kıvrıktırlar.
Elimizle çok ağır bir cismi taşıyabildiğimiz gibi, bir iğneyi de tutabiliriz. Bu, mükemmel yaratılış gerektiren bir durumdur.
Bu şekil hem kullanışlı hem de son derece estetiktir. Kirpiklerin bu şekli kazanmaları da Allah'ın çok büyük bir rahmetidir. Zeis adlı bezlerin salgıladıkları yağlı bir salgı ile kirpikler yağlanır, kavisli elastik bir yapı kazanırlar. Eğer bu ince bakım yapılmasaydı kirpikler son derece sert, fırça gibi olacak, her göz kırpmada rahatsızlık verici bir karışma ve takılma hissi meydana gelecekti. Kaşlarımız da alnımızdan akan terlerin gözün içine girmesine engel olur. Ayrıca güneş ışınlarını kırarak gözün içine yansımasını engeller. Bunun yanı sıra insan gözünün estetik görünümünü tamamlayan çok önemli birer unsurdurlar. Rabbimiz bütün detaylarıyla insanı en güzel surette yaratmıştır.
Gözü sürekli yıkayan ve mikroplardan arındıran bir gözyaşı sisteminin yanısıra gözde bir yağlama sistemi de mevcuttur. Bu sistem günde yaklaşık yüzbin defa, dört ayrı yöne dönen gözün, bu hareketlerin sonucunda yıpranmasını engeller. Bu sayede göz sürekli yağlanarak sürtünme etkisine ve yabancı maddelere karşı korunmuş olur. Bu yağ o kadar kaygandır ki göz hareket ettiğinde hiçbir rahatsızlık hissedilmez. Eğer konjonktivanın çalışmasında ciddi bir aksaklık olup da bu yağlanma işlemi gerçekleşmezse, gözün her hareketinde çok büyük ve dayanılmaz ağrılar meydana gelirdi. Oysa sağlıklı bir insan, Allah'ın yarattığı bu kusursuz sistem sayesinde hayatı boyunca böyle bir rahatsızlık çekmez.
Yetişkin bir insanın kalbi uykuda saatte yaklaşık 340 lt. kan pompalamaktadır. Bu hızla toplam yedi dakika içinde bir arabanın benzin deposunu rahatlıkla doldurmak mümkündür.
Beş duyu, tam insanın ihtiyacına yönelik olarak düzenlenmiştir. Sözgelimi kulak ancak belirli sınırlar arasında gelen ses titreşimlerini algılar. Çok daha geniş sınırlar içinde duymak ilk başta avantajlı gibi gözükebilir. Ancak, "duyum eşiği" olarak adlandırılan bu algı sınırları, belirli bir amaca yönelik olarak ayarlanmıştır. Eğer çok hassas bir kulağa sahip olsaydık, kalbimizin atarken çıkardığı sesten, yerdeki mikroskobik böceklerin çıkardığı hışırtılara kadar birçok sesle her an muhatap olmak durumunda kalacaktık. Bu da bizim için oldukça rahatsızlık verici bir durum meydana getirecekti. Kulaktaki ve duymadaki bu kusursuz yaratılış Allah'ın çok büyük bir lütfudur. Nitekim bir ayette Rabbimiz "O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz." (Müminun Suresi, 78) şeklinde buyurmaktadır.
Yemeği ağzınıza götürmenizle beraber sindirim sistemi harekete geçer. Ağza alınan yiyecek dişler tarafından parçalanır ve öğütülür. Dişler bu işlem için özel olarak yaratılmışlardır. Bilinen en sert organik madde olan -diş minesi- ile kaplanmışlardır ve aynı zamanda kimyasal maddelere karşı da çok dayanıklıdırlar. Her diş görevine uygun bir şekle sahiptir. Örneğin ön dişler keskindir, yiyeceği koparır. Köpek dişleri sivridir, besini yırtar, parçalar. Azı dişleri ise besini öğütebilecek şekilde yaratılmıştır. Eğer ağzımızdaki dişlerin hepsi aynı cins olsaydı, örneğin 32 köpek dişi veya 32 kesici dişe sahip olsaydık yemek yememiz hemen hemen imkansız hale gelirdi. Dişlerdeki yaratılışın bir başka örneği de dişlerin diziliminde görülür. Her diş olması gerektiği yerdedir. Kesiciler olmaları gerektiği gibi ön tarafta, azılar yine olmaları gerektiği yerde arka taraftadır. Bunların yerinin değiştirilmesi bile dişleri tamamen kullanışsız hale getirebilir. Birbirinden bağımsız olan üst ve alt dişler arasında da kusursuz bir uyum vardır. Her iki bölgedeki dişler, çene kemiği kapandığı zaman tam olarak birbirlerinin üzerine oturacak şekilde yaratılmıştır. Örneğin tek bir azı dişiniz diğer dişlerden daha uzun olsa veya üzerinde fazladan bir çıkıntı bulunsa, ağzınızı kapayamazdınız. Bu durumda konuşma ve yemek yeme gibi ihtiyaçlarınızı dahi karşılayamaz duruma gelirdiniz. Bu uyum Allah'ın insan için var ettiği nimetlerden sadece bir tanesidir.
Besinler bir yandan dişler tarafından öğütülürken, bir yandan da kimyasal bir saldırıya uğrarlar. Bu saldırıyı gerçekleştiren ise tükürük sıvısıdır. Günlük hayatta hiç kimse ağzındaki bu sıvının farkında olmaz; salgılanıp salgılanmadığını, miktarının çokluğunu azlığını kısacası bu konuyla ilgili hiçbir detayı genellikle düşünmez. Basit bir salgı zannedilen tükürük salgısı, aslında çok hassas oranlara sahip çeşitli kimyasal maddeler içeren özel bir karışımdır. Bu sıvı öncelikle besinlerdeki tadı almamızı sağlar. Besinlerin içindeki tat veren moleküller, tükürük içinde çözülerek dilin üzerinde bulunan tat algılayıcı sinir uçlarıyla birleşirler. Ancak bu şekilde yediğimiz yiyeceklerin tadını alabiliriz. Kuru bir ağızla yenen yiyeceklerin tatlarının alınmaması da bu yüzdendir. Ağızda birbirinden farklı özelliklere sahip iki farklı tükürük sıvısı salgılanmaktadır. Bunlardan biri karbonhidratları çok ince bir şekilde parçalar ve kısmen şekere dönüştürür. Örneğin ekmek bir karbonhidrattır. Eğer ağzınıza bir parça ekmek alır ve birkaç dakika yutmadan bekletirseniz, parçalanan karbonhidratın şeker tadını dilinizde hissedersiniz. Diğer tükürük sıvısı ise çok yoğun bir kıvama sahiptir.
Kanın %55'ini oluşturan plazma, taşıdığı maddeler ve sahip olduğu özellikler nedeniyle vücut için son derece önemlidir. Besinlerin ve atıkların taşınmasından kan basıncının kontrolüne kadar vücudun dengesini sağlayan pek çok şey plazmanın özelliklerine ve geniş hareket kabiliyetine bağımlıdır.
Bu yapışkan sıvı sayesinde yemek yerken ağzın her tarafına yayılmış olan yiyecek parçaları biraraya getirilerek lokma şeklini alır. Peki tükürük salgısı olmasaydı ne olurdu? Elbette ki ağzımızdaki kuruluktan dolayı ne yediklerimizi yutabilir, ne besinlerin tadını alabilir, ne de rahatça konuşabilirdik. Katı hiçbir besini yiyemez, sadece sıvı olanlarla beslenmek zorunda kalırdık. Bu da insan için oldukça zor bir durum olurdu. Üç ayrı salgı bezinden salgılanan tükürük, bir yandan yiyecekleri nemlendirerek yutulmasını kolaylaştırırken, diğer yandan da içerdiği kimyasal maddeyle yiyeceklerin içinde vücuda faydalı olan parçaların çözünmesini sağlar. Ağzımız adeta bir kimya laboratuvarı gibi çalışır ve yediğimiz besinlerdeki nişastayı parçalar. Tükürükte bulunan ve pityalin adı verilen enzim bu iş için özel üretilmiş bir kimyasaldır. Pityalin, nişastayı ayrıştırarak şekere dönüştürür. Ağızda yapılan sindirim sadece kimyasal değildir. Aynı zamanda dişlerin yaptığı mekanik bir sindirim de söz konusudur. Bu iki sindirim çeşidi de birbirlerini tamamlayacak şekilde çalışırlar.
Yemekleri öğütmede dilin de önemli bir rolü vardır. Çok hassas bir tat ölçme özelliğine sahip olan dil, aynı zamanda yiyeceklerin ağızda yuvarlanarak boğazdan geçişinde kolaylık sağlar. Dilin üst yüzeyinde ve yanlarında bulunan dört farklı tada; acıya, tatlıya, tuzluya ve ekşiye duyarlı 10.000'e yakın tat noktası vardır. İşte bu tat tomurcukları her gün yediğimiz onlarca çeşit besinin tadını birbirlerine hiç karıştırmadan algılamamızı sağlar. Öyle ki dil daha önce hiç tanımadığı bir besinin tadını da kolaylıkla ayrıştırabilir. Bu sayede hiçbir zaman bir karpuzun tadını greyfurt gibi ekşi olarak algılamayız veya bir pastaya tuzlu demeyiz. Üstelik tat tomurcukları milyarlarca insanda aynı besinde aynı tadı algılar. Herkes için tatlı, tuzlu, ekşi gibi kavramlar aynıdır. Bazı bilim adamları dilin bu yeteneğini "olağanüstü kimya teknolojisi" olarak adlandırırlar. Peki dilin üzerinde az sayıda tat noktası olsaydı ne olurdu? O zaman yediğimiz yiyeceklerin hiçbirinin tadlarını alamazdık. Ne tatlının, ne ızgaranın, ne ekmeğin, ne de başka bir yiyeceğin tadını bilemezdik. Her ne yersek yiyelim, hep aynı yavan tadı alırdık. Yemek yemek zevkli bir nimet olmaktan çıkarak, her gün yapmak zorunda olduğumuz eziyetli bir iş haline gelirdi. Ancak böyle olmaz ve dildeki özel tat tomurcukları sayesinde yediğimiz bütün yiyeceklerin tatlarını ayırt edebiliriz.
Midedeki sistemde mükemmel bir denge söz konusudur. Besinlerin midedeki sindirimi, bu organın içindeki hidroklorik asit tarafından gerçekleştirilir. Ancak bu asit o denli güçlüdür ki, yalnız besinleri değil, mide duvarını bile eritebilecek güçtedir. Fakat Rabbimiz bunun çözümünü de en güzel şekilde yaratmıştır: Sindirim sırasında salgılanan mukus adlı bir madde midenin tüm duvarlarını kaplar ve asidin parçalayıcı etkisine karşı mükemmel bir koruma sağlar. Böylece midenin kendi kendini yok etmesi engellenmiş olur. Mukusun bileşimindeki bir hata onun koruyucu özelliğini bozabilir. Oysa, gerek midenin sindirim için kullandığı asitte, gerekse o salgıdan mideyi korumak için ortaya çıkan mukusta kusursuz bir uyum vardır. Mide boşken, proteinleri yani et gibi hayvansal gıdaları parçalamakla sorumlu salgı midede bulunmaz. Daha doğrusu mide boşken bu salgı tamamen farklı, parçalayıcı özelliği olmayan bir madde olarak midede mevcuttur. Protein içeren bir besin mideye geldiğinde, mideye salgılanan bir bileşim bu etkisiz maddeyi çok güçlü bir protein parçalayıcısı haline getirir. Böylece mide boş kaldığında bu güçlü protein parçalayıcı, proteinlerden yapılmış olan mideye zarar vermez. Midedeki sıvının, besin geldiğinde parçalayıcı özellik kazanması Allah'ın insan üzerindeki korumasının çok olağanüstü bir örneğidir.
Solunum, hassas dengeler üzerine kuruludur. Solurken ciğerlerimize çektiğimiz havanın soğuk ve kirli olması sağlığımızı olumsuz yönden etkiler. Bu yüzden havanın önceden temizlenmiş ve ısıtılmış olması gerekmektedir. Burnumuz tam da bu işe uygun olarak yaratılmıştır; burun duvarlarında bulunan tüyler ve içerideki yapışkan madde, içeri giren havadaki tozları tutarak süzme işini gerçekleştirir. Ayrıca hava, burun içindeki kıvrımlardan geçerek ısınır. Burun kemikleri içinde öyle özel bir yapı vardır ki içeri giren hava, burun içinde ancak birkaç tur attıktan ve ısındıktan sonra ciğerlere gidebilir. Küçücük bir kemiğin içinde hava akımına bir kaç tur attıracak yapı ancak özel bir yaratılış sayesinde ortaya çıkabilir. Çünkü havanın hareketini yönlendirmek birtakım hesapların ve planlamanın sonucunda gerçekleştirilebilir. Böyle özel bir yapının, bir başka sistemin ihtiyacına cevap vermek -ciğere giden havayı ısıtmak ve temizlemek- için var olması her iki sistemi de Rabbimiz'in özel olarak yarattığının bir delilidir. Bütün bu saydığımız basamaklar sonucunda içeri giren hava nemlendirilmiş ve tozlardan arınmış şekilde nefes borusuna gelir. Bu kusursuz sistemin içindeki her detay Allah'ın üzerimizdeki rahmetinin bir delilidir. Atmosferdeki ince ayar, burnumuzun kusursuz yaratılışı, burun içindeki tüm detaylar özel olarak var edilmiştir. Her bir detayda Allah'ın insanlar üzerindeki korumasını, şefkatini, merhametini açıkça görürüz.
İnsanın vücudundaki şeker miktarının belirli sınırlar içinde olması yaşamın devamı için zorunludur. Ama günlük hayatta şekerli gıdalar yerken elbette ki bu hassas dengenin hesabını siz yapamazsınız. "Sizin adınıza" bu hesap yapılır. Kanınızdaki şeker miktarı yükseldiğinde pankreas adı verilen organınız insülin denilen özel bir madde salgılar. Bu madde karaciğer ve vücuttaki diğer hücrelere kandaki fazla şekeri geri çekip depolamalarını emreder. Kandaki şeker oranı, böylece hiçbir zaman tehlikeli bir düzeye çıkmaz. Onları kontrol etmek bir yana, günlük hayatta sizin ne pankreastan ne insülinden ne de karaciğerden haberiniz olmaz. Kanınızdaki şekerin yükseldiğini fark etmezsiniz, hatta önünüze farklı şeker oranları olan iki şişe kan konulsa aradaki farkı anlayamazsınız. Bunun için laboratuvarlara, gelişmiş aletlere ihtiyacınız vardır. Ama hiçbir zaman görmediğiniz ve bilmediğiniz bazı hücreleriniz, kandaki şekeri bu laboratuvar ve aletlerden daha hassas şekilde ölçer ve ne yapılması gerektiğine karar verirler. Sonra gerekli tedbirler alınır, hücreler kandaki şekeri tanıyıp, ayırt edip, yakalarlar. Yediği herhangi bir şekerli yiyecek nedeniyle kolaylıkla ölebilecek olan insan, Allah'ın vücuduna yerleştirdiği bu eşsiz koruma sistemi sayesinde hayatta kalır.
İnsan bedeni çeşitli etkenler nedeniyle kolaylıkla güçsüz düşebilir. Böyle bir acizlikle yaratılmış olması, insanın dünya hayatının geçiciliğini düşünmesi için bir vesiledir.
İskelet başlı başına bir mühendislik harikasıdır. Vücudun yapısal destek sistemidir. Aynı zamanda beyin, kalp, akciğer gibi hayati organların korumasını yapar, iç organlara destek olur. İnsan vücuduna, hiçbir yapay makine tarafından taklit edilemeyen üstün bir hareket kabiliyeti verir. İskeleti oluşturan kemikler de üstün bir yapıya sahiptirler. Örneğin; uyluk kemiği, dikey durumda bir ton ağırlığı kaldırabilecek kapasitededir. Nitekim atılan her adımda bu kemiğimize, vücut ağırlığımızın üç katı kadar bir yük binmektedir. Hatta sırıkla yüksek atlama yapan bir atlet yere inerken kalça kemiğinin her santimetrekaresi 1400 kiloluk bir basınca maruz kalır. Peki kemik denen ve bir tek hücrenin bölünmesi sonucunda ortaya çıkan bu yapıyı, bu kadar kuvvetli kılan nedir? Sorunun cevabı kemiklerin eşsiz yaratılışında gizlidir. Bu benzersiz yaratılış sayesinde kemikler, hem son derece sağlam, hem de rahatlıkla kullanılabilecek hafifliktedirler. Eğer aksi olsaydı, yani kemiklerin içi, dışı gibi sert ve tamamen dolu olsaydı, hem kemik ağırlığı insanın taşıyabileceğinin çok üzerinde olurdu, hem de kemiğin yapısı gevrek ve sert olup en küçük bir darbede çatlama ve kırılma yapardı. Kemiklerimizin bu mükemmel yaratılışı, bizim son derece rahat bir hayat sürmemizi, çok zor hareketleri kolaylıkla ve hiç acı duymadan yapabilmemizi sağlamaktadır.
Koku duyumuz olmasaydı yediklerimizden, içtiklerimizden zevk alamazdık. Güzel kokunun ne olduğunu bilemezdik. Rahman ve Rahim olan Allah'ın yarattığı koku alma sistemi sayesinde bu önemli nimetten haberdarız.
Kemiğin yapısının bir başka özelliği de vücudun gerekli bölgelerinde esnek bir yapıya sahip olmasıdır. Örneğin göğüs kafesi; kalp ve akciğer gibi hayati organları korurken, bir yandan da akciğerlere havanın dolmasını ve boşalmasını sağlayacak şekilde genişler ve büzülür. Kemiklerin esneklikleri zamanla değişebilir. Örneğin kadınlarda leğen kuşağı kemikleri, hamileliğin son aylarına doğru gevşer ve birbirlerinden biraz ayrılırlar. Bu son derece önemli bir ayrıntıdır, çünkü bu gevşeme sayesinde bebeğin başı doğum sırasında ezilmeden dışarı çıkabilir. İskeletin bu hareket kabiliyeti Allah'ın sonsuz şefkatinin birer tecellisidir.
Her adım atışımızda omurgamızı oluşturan omurlar birbiri üstünde hareket ederler. Bu sürekli hareket ve sürtünme, omurların aşınmasına sebebiyet verecekken bu tehlikeyi önlemek için her bir omur arasına disk denen dayanıklı kıkırdaklar yerleştirilmiştir. Bu diskler amortisör görevi yaparlar. Dahası her adım atışta, vücut ağırlığından kaynaklanan bir tepki kuvveti yerden vücuda gelir. Bu kuvvet, omurganın sahip olduğu amortisörler ve "kuvvet dağıtıcı" kıvrımlı şekli sayesinde, vücuda zarar vermez. Eğer tepkiyi azaltan esneklik ve özel yapı olmasa, ortaya çıkan kuvvet direk kafatasına iletilirdi ve omurganın üst ucu, kafatası kemiklerini parçalayarak beynin içine girerdi.
Tüm bu detaylar Allah'ın üstün yaratışının delillerindendir. Allah kullarını sevendir, onlara acıyan, merhamet eden, şefkatini tecelli ettirendir. Yarattığı her nimet, sunduğu her kusursuz sistem insanın rahat etmesi içindir. Allah insanı aynı zamanda en güzel, en estetik, göze en çok zevk veren şekilde var etmiştir. İnsan bedenine yalnızca dıştan bakıldığında dahi Allah'ın mükemmel sanatı hemen görülebilir. Mümin Suresi'nde şu şekilde bildirilmektedir:
Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel-temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne Yücedir. (Mümin Suresi, 64)
Kemiklerin birbirlerine eklendikleri yerlerde de çok üstün bir yaratılış söz konusudur. Eklemler bir ömür boyunca hareket ettikleri halde yağlanmaya ihtiyaç duymazlar. Çünkü eklemlerin sürtünme yüzeyleri, ince ve gözenekli bir kıkırdak tabakasıyla kaplanmıştır ve bu tabakaların altında koyu ve kaygan bir sıvı bulunur. Kemik, eklemin bir yerine baskıda bulunursa bu sıvı, gözeneklerden dışarı fışkırır ve eklem yüzeyinin "yağ gibi" kaymasını sağlar. İnsan bu mükemmel yaratılış sayesinde birbirinden çok farklı hareketleri büyük bir hız ve rahatlık içinde yerine getirir. Herşeyin bu kadar mükemmel olmadığını mesela tüm bacağımızın tek bir uzun kemikten meydana geldiğini düşünün. Yürümek büyük bir sorun haline gelecek, son derece hantal ve hareketsiz bir bedenimiz olacaktı. Bir yere oturmak bile güçleşecek, bu tür hareketler sırasındaki zorlamalar nedeniyle bacak kemiği kolaylıkla kırılabilecekti. Oysa insanın iskeleti, vücudunun her hareketine kolaylıkla izin verecek bir yapıdadır. İskeletin sahip olduğu tüm özellikleri kullarına karşı çok merhametli olan Rabbimiz yaratmaktadır. Allah, Kuran'da şöyle bildirir:
... Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz?... (Bakara Suresi, 259)
Metrelerce uzunlukta ama tek parçadan oluşan bir doku düşünün; bu hem ısınmayı, hem de serinlemeyi sağlayacak özelliklere aynı anda sahip olan; sağlam ama aynı zamanda çok estetik, her türlü dış etkiye karşı çok etkin bir koruma sağlayan bir doku olsun. İnsan vücudunu ve diğer tüm canlıların vücutlarını türlere göre bazı değişiklikler göstererek kaplayan deri dokusu yukarıdaki özelliklerin tümüne sahiptir. Derinin sadece bir bölümünün bile tahrip olması öncelikle vücutta önemli bir su kaybına sebep olacağı için ölüme yol açar. Derimizin 1 cm altını kaldırdığımızda karşılaşacağımız manzara; yağların ve proteinlerin oluşturduğu, çok çeşitli damarların da bulunduğu estetik olmayan, hatta ürkütücü bile sayılabilecek bir görüntü olacaktır. Deri, bütün bu yapıları kapatıcı özelliği sayesinde hem vücudumuza çok önemli bir estetik katkıda bulunurken, hem de tüm dış etkenlerden korunmamızı sağlar ki sadece bu özelliği bile derimizin varlığının ne kadar önemli olduğunu göstermeye yeter. İnsan yaşamında hayati bir yere sahip olan deri, Allah'ın sonsuz rahmetinin çok güzel tecellilerinden biridir.
Rabbimiz deriyi yaratarak insana hem çok güzel bir görüntü vermiş, hem de bir santimetre altına yerleştirdiği maddelerle acizliğini fark etmesini sağlamıştır. Deri, kulaktan, burundan hatta gözden bile önemli bir organdır. Diğer duyu organlarımız olmadan yaşayabiliriz. Ama deri olmadan insanın hayatını sürdürmesi mümkün değildir. Çünkü insan vücudunun en hayati sıvısı olan "su"yun deri olmadan vücutta tutulması mümkün değildir.
Deri dayanıklı ve esnektir: Üst deri yüzeyindeki hücrelerin önemli bir kısmı ölüdür. Alt deri ise canlı hücrelerden oluşur. Üst deri hücreleri bir süre sonra hücre niteliklerini kaybetmeye başlarlar ve 'keratin' adını verdiğimiz sert bir maddeye dönüşürler. Ölen bu hücreleri keratin maddesi birarada tutar ve vücudu koruyucu bir zırh oluşturur. Derinin daha sert ve kalın olması halinde koruyucu özelliğinin artacağı düşünülebilir. Ancak bu yanıltıcıdır. Eğer bir filin ya da gergedanınki kadar sert ve kalın bir deriye sahip olsaydık, oldukça hareketli olan bedenimiz bu yeteneğini yitirecek ve hantallaşacaktı. Zaten hangi canlı türü olursa olsun deri hiçbir zaman gereğinden kalın olmaz. Derinin yapısında çok ölçülü, çok kontrollü bir plan vardır. Üst deri hücrelerinin sürekli öldüğünü ve bu işlemin belli bir yerde durmadığını düşünelim. Bu durumda derimiz kalınlaşmaya devam edecek bir süre sonra aşırı kalın bir hale dönüşecekti. Ama hiçbir zaman böyle olmaz, deri hep gerektiği kalınlıktadır. Peki bu nasıl olur? Deri hücreleri nerede duracaklarını nasıl bilirler? Deri dokusunu oluşturan hücrelerin, nerede duracaklarını kendi kendilerine bulduklarını ya da bu sistemin tesadüfi bir şekilde oluştuğunu iddia etmek son derece mantıksız ve komik bir iddia olacaktır. Derinin yapısında apaçık bir yaratılış vardır. Bu yaratılışı meydana getiren de hiç kuşkusuz ki alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Ve deriyi insanın her türlü ihtiyacını gözeterek yaratmıştır. Deri, Allah'tan bir rahmet ve nimet olarak insanların hizmetine sunulmuştur.
Deri sıcak havalarda vücudun serinlemesini sağlayan mekanizmaları içerir. Soğuk havalarda ise vücut sıcaklığını korur: Soğuk havalarda derideki ter bezleri çalışmalarını yavaşlatır ve kan damarları daralır. Böylece deri altında kan dolaşımı azalacağından vücut ısısının dışarı kaçması engellenmiş olur. Tüm bunların bize gösterdiği sonuç, insan derisinin hayatımızı kolaylaştırmak için özel olarak yaratılmış mükemmel bir organ olduğudur. Deri hem korur, hem "klima" görevi görür, hem de esnekliği sayesinde hareket kolaylığı sağlar. Dahası, son derece estetiktir. Bu tür bir derinin yerine sert, kalın ve kaba bir derimiz olabilirdi. Esnek olmayan, bu nedenle biraz kilo aldığımızda çatlayıp açılacak bir derimiz de olabilirdi. Ya da yazın sıcaktan baygınlık geçirmemize, kışın kolayca donmamıza neden olacak bir deriye de sahip olabilirdik. Ancak bizi yaratan Rabbimiz, en konforlu, en kullanışlı ve en estetik şekilde deriyle bedenimizi kaplamıştır. Çünkü O, "...Yaratan'dır, kusursuzca var edendir, şekil ve suret verendir." (Haşr Suresi, 24)
İnsan vücudundaki 100 trilyon hücreyi teker teker gezen dolaşım sisteminin en önemli elemanı, hiç kuşkusuz ki kalptir. Kalp; kirli ve temiz kanın birbirine karışmadan vücudun farklı bölgelerine pompalanmasını sağlayan dört farklı odacığıyla, emniyet sübabı görevi yapan kapakçıklarıyla son derece hassas dengeler üzerine kurulmuş bir yaratılışa sahiptir. Hiçbir müdahalemiz olmamasına rağmen yaşamımız boyunca belirli bir tempoda hiç ara vermeden atan kalbimiz, Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatının açık delillerinden biridir. Henüz anne karnındayken atmaya başlayan kalp, dakikada 70-100 atışlık bir tempoyla yaşam boyunca hiç ara vermeden çalışır; sadece her çarpma arasında yarım saniye dinlenir ve bir gün içinde yaklaşık 10.000 kez atar. Bu rakamı insan ömrünün uzunluğunu göz önüne alarak değerlendirirsek karşımıza hesaplamakta oldukça zorlanacağımız bir rakam çıkacaktır. İşleyişinde son derece hassas bir düzen olan kalpteki bütün yapılar özel olarak yaratılmıştır. Kalpte; temiz ve kirli kanın birbirlerine karışmamalarından, vücut basıncının ayarlanmasına, besinlerin tüm vücuda taşınması için gerekli işlemlerden, kanı gerektiği kadar pompalayan sistemlere kadar her detay için farklı bir özellik düşünülmüş ve kalp buna göre dizayn edilmiştir. Rabbimiz kalbi vücudun en güvenli yerlerinden birine yerleştirmiştir. Kalp, göğüs kafesinin içinde yer alarak, dışarıdan gelecek darbelere karşı oldukça iyi korunmuştur.
Kalbin pompaladığı kan miktarı vücudun ihtiyacına göre değişir. Normal şartlarda kalp dakikada 70 kez atar. Yorucu egzersizler sırasında ise kaslarımız daha çok oksijene ihtiyaç duyduğu için, kalp çalışma temposunu dakikada 180 defaya kadar yükselterek pompaladığı kan miktarını artırır. Böyle olmasaydı ne olurdu? Vücudun daha fazla enerjiye ihtiyaç duyduğu bir anda, kalp normal bir tempoda çalışsaydı, dengesi bozulacağından vücutta hasarlar meydana gelirdi. Oysa kalbin sahip olduğu mükemmel yapı sayesinde böyle bir şey olmaz. Bizim bir ayarlama yapmamıza gerek kalmadan kalp, pompalanacak kan miktarını kendisi ayarlar.
Kalbin pompalayacağı kan miktarını özel bir sinir sistemi kontrol eder. İster uykuda olalım, ister uyanık olalım sinir sistemimiz pompalanması gereken kan miktarı ve kan pompalanış hızını kendiliğinden ayarlar. Nerede, ne zaman, ne kadar kan gerektiğini hiçbir müdahale olmadan ayarlayan kalpteki yapı tek kelimeyle kusursuzdur. Bu sistemi kalp kendi kendine oluşturamayacağına ya da bu mükemmel sistem tesadüfen oluşamayacağına göre, kalp yaratılmıştır. Sonsuz ilim sahibi olan Allah kalbimizi de olabilecek en kusursuz şekilde yaratmıştır. Bütün özelliklerinde de görüldüğü gibi kalpteki yapı da bize ondaki kusursuz yaratılışı ve kendisini yaratan üstün güç sahibi Allah'ın sanatını tanıtır. Allah sonsuz rahmet sahibi olduğu için, lütfederek insanın yaratılışında üstün sanatını tecelli ettirmiştir. Bu kadar inceliğin, düzenin, kusursuzluğun, planın birarada yaratılmış olması Rabbimiz'in biz kullarına olan sevgisinin ve şefkatinin delillerindendir.
Bir çayı karıştırmak, gazetenin sayfalarını çevirmek, yazı yazmak gibi sıradan gördüğümüz işlemleri yürüten elimiz mükemmel bir mühendislik harikası olarak çalışmaktadır. El birbirinden farklı çok sayıda işleve sahip, kusursuz bir yaratılış delilidir. Çok sayıda kas ve sinire sahip olan kollarımız, şartlara göre elimizin kuvvetli veya yumuşak kavramasında yardımcı olurlar. Örneğin insan eli, yumruk sıkılmamış haldeyken bile herhangi bir nesnenin üzerine 45 kilo ağırlığında bir güçle darbe indirebilir; diğer taraftan başparmak ve işaret parmağı arasına aldığı, milimetrenin onda biri inceliğindeki bir kağıt parçasını da hissedebilir. Görüldüğü gibi bu iki işlem de birbirinden tamamen farklı niteliklere sahip işlemlerdir. Biri çok ince bir ayar gerektirirken, diğeri tam tersine büyük bir güç gerektirmektedir. Ama biz, kağıdı alırken de, yumruk atarken de 1 saniye bile nasıl yapmamız gerektiğini düşünmeyiz, ikisi arasındaki güç farkını ayarlamayı da düşünmeyiz. Çünkü insan eli bütün bu işlemleri aynı anda yapabilecek şekilde yaratılmıştır. Eldeki bütün parmaklar, işlevlerine göre en uygun uzunluktadırlar ve en uygun yerdedirler, ayrıca birbirlerine orantılıdırlar.
Mesela, normal başparmağa sahip bir elle atılan yumruğun gücü, normalden daha kısa bir başparmağa sahip elin attığı yumruğun gücünden daha fazladır. Çünkü başparmak, kendisi için seçilen uygun uzunluk sayesinde diğer parmakların üzerine kıvrılabilmekte, böylece onları destekleyerek güç artırımını sağlamaktadır. Tüm bunların üstüne; insanda iki elin aynı anda, mükemmel bir uyumla çalıştığı da eklenince, eldeki yaratılışın kusursuzluğu daha net ortaya çıkmaktadır. Allah, eli insanlar için özel olarak yaratmıştır. Her özelliğiyle, Allah'ın yaratma sanatındaki kusursuzluğu ve örneksizliği bizlere gösterir. Tüm kainattaki kusursuz yaratılış insan vücudunda da en üst seviyede bulunmaktadır. İnsan vücudunun her detayı Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatını en güzel şekilde delillendirmektedir. İnsana düşen ise bu deliller üzerinde dikkatle düşünüp, kendisine rahmetini hesapsızca veren Allah'a gönülden teslim olmaktır.
Kan, vücudu bir ulaşım ağı gibi saran damarlar içinde akar ve insan vücudunun her noktasını ziyaret eden uçsuz bucaksız bir nehre benzer. Bu nehir, vücuttaki yolculuğu sırasında hücrelerin ihtiyacı olan maddeleri paketler halinde taşır. Nehrin taşıdığı bu paketleri bir kargo paketi olarak nitelendirecek olursak, bu paketlerde yiyecek, su ve bazı kimyasal maddeler bulunur. Ulaştırılması gereken en acil paket ise oksijendir. Çünkü hücreler oksijensiz kalırlarsa kısa bir süre içinde ölürler. Ancak vücutta kurulmuş olan kusursuz sistem sayesinde paketlerin tümü hücrelere tam zamanında taşınır ve hep doğru adreslere teslim edilir. İnsan günlük hayatında vücudundaki bu nehrin akışını hiç hissetmez. Ancak insan vücudu o kadar mükemmel bir sanatla yaratılmıştır ki, bedenin her noktası damarlarla kaplı olduğu halde, dışarıdan bakıldığında bu damarlar belli olmaz. Çünkü insan vücudunu kaplayan 2 mm. kalınlığındaki deri tabakası damarları ustalıkla gizler. Bu tabaka aslında o kadar incedir ki, deride meydana gelen en küçük bir çizik bile kanın dışarı sızmasına neden olur. Eğer damarlar, incecik ve estetik bir deri ile gizlenmeselerdi, kuşkusuz dünyanın en güzel insanı dahi yüzüne bakılamayacak kadar çirkin ve itici bir görüntüye sahip olurdu. Bu estetik görünüş Rahman olan Allah'ın insanlara güzel bir lütfudur.
Kan sıvısının en mucizevi özelliklerinden biri de 'pıhtılaşma' mekanizmasıdır. Pıhtılaşma sayesinde, hasara uğrayan bir damarda meydana gelebilecek olan kan kaybı en aza indirilmiş olur. Pıhtılaşma mekanizmasında kanın içinde bulunan onlarca protein, enzim ve vitamin bir düzen içinde görev alır. Bu özelliği ile pıhtılaşma mekanizması bilim adamları tarafından kusursuz bir planlama ve yaratılış örneği olarak gösterilmektedir. Zaman zaman insan bedeninde meydana gelen küçük bir çizik veya kesik sonucunda kanama olur. Normal şartlarda olması gereken, vücuttaki bütün kanın -tıpkı su sızdıran bir şişe gibi- bu delikten dışarı akması ve küçük bir çiziğin bile insanı kan kaybından öldürmesidir. Ancak bu gerçekleşmez. Söz konusu deliğin etrafında kan pıhtılaşmaya başlar ve pıhtılaşan kan, deliği adeta bir tıpa gibi tıkar. Bu durum, dibi delinen bir şişenin içindeki suyun dışarı akmamak için deliği onarmasına ve katılaşarak deliği tıkamasına benzer. Bu, kuşkusuz büyük bir mucizedir. Kanın bu özelliği dünyadaki her insanın hayatını kurtarmaktadır. Aksi takdirde çok küçük bir yara bile insanların ölümüne neden olacaktır.
Ancak Rabbimiz kullarına olan sonsuz şefkati ve merhametiyle pıhtılaşma gibi mucizevi bir yolla insanları korumaktadır. Pıhtılaşma ise çok karmaşık ve mucizevi bir durumdur. Pıhtılaşmanın oluşumu için onlarca enzim biraraya gelmekte ve çok kapsamlı reaksiyonlar gerçekleşmektedir. Burada bahsedilen enzimler, proteinler, cansız, şuursuz, kör atomların farklı şekillerde dizilmelerinden oluşmuş yapılardır. Bunların her biri, yaralanma olayının en başından beri bir görev üstlenerek, en acil şekilde akan kanı durdurmak için organize olurlar, ilaç üretir gibi gerekli proteinleri üretirler, yardım için diğerlerine haber gönderirler, diğerleri haberin mahiyetini anlayıp derhal olay yerine gelir ve her biri görevini eksiksizce yerini getirirler. Sistem en küçük ayrıntısına kadar kusursuz bir şekilde çalışmaktadır. Eğer bu hayati sistemde bir aksaklık olsaydı ne olurdu düşünelim: Yara olmadığı halde kan birdenbire pıhtılaşmaya başlasaydı ya da yaranın etrafında oluşan pıhtı, bulunduğu yerden ayrılsaydı veya pıhtılaşmada rol alan proteinler arasındaki haberleşmede aksaklıklar olsaydı… Bunlardan herhangi birinin olması durumunda kalp, akciğer veya beyin gibi hayati organlara giden yollarda tıkanma, kan kaybından ölme gibi durumlarla karşılaşırdık. Kanın pıhtılaşması denince, sadece gözle görülür yaralardaki pıhtılaşma akla gelmemelidir. Gün içinde çok sık başımıza gelen, ancak çoğu zaman fark etmediğimiz kılcal damar parçalanmalarının tamir edilebilmesi için de pıhtılaşma sisteminin olması zorunludur. Bacağınızı masanın kenarına ya da sehpaya çarptığınızda çok sayıda kılcal damarınız parçalanır.
Bu durum iç kanamalara yol açar ancak pıhtılaşma sistemi sayesinde kanama hemen durur ve arkasından tamir işlemi başlar. Pıhtılaşma sistemi olmasaydı ne olurdu? Hemofili olarak nitelendirilen hastalık ortaya çıkardı. Hemofili rahatsızlığı olan kişilerin en ufak bir darbeden bile korunmaları gerekir. Çünkü özellikle hastalığın ileri aşamalarında çok ufak bir kanama bile durdurulamaz, bu da hastanın kan kaybından ölümüne neden olur. Kanımızdaki pıhtılaşma özelliği mutlaka olmak zorundadır. Üstelik çok sıkı bir denetime tabi tutulması da gerekmektedir. Her detayı ayrı bir plan ve yaratılış ürünü olan bu sistem, Allah'ın sonsuz ilminin, aklının ve gücünün bir göstergesidir. İnsan eli kesildiğinde ya da bir kaza geçirdiğinde, yaralandığında Allah'ın bu nimetine muhtaçtır. Kendi başına kanını durdurması, yaralarını iyileştirmesi mümkün değildir.
İnsan vücudu birçok düşman ve tehlike odağı ile çepeçevre kuşatılmış durumdadır. Bu düşmanlar bakteriler, virüsler ve buna benzer mikroskobik canlılardır. Düşmanlar, solunan havadan, içilen suya, yenilen yemekten içinde bulunulan ortama kadar her yerde bulunur. Ancak Rabbimiz insanı bu tehlikelerden korumak için vücut içinde kusursuz sistemler var etmiştir. Örneğin deri hücrelerinde bulunan keratin maddesi, bakteri ve mantarlar için aşılması çok zor bir engel oluşturur. Deri üzerine gelen yabancı canlılar bu duvarı aşıp içeri giremezler. Dahası keratin içeren dış deri sürekli dökülür ve alttan gelen deri ile tazelenir. Böylece deri arasına sıkışan istenmeyen mikro canlılar, derinin bu içten dışa doğru yenilenme hareketi sayesinde, ölü deri ile birlikte vücuttan uzaklaştırılırlar. Düşmanın içeri girmesi, ancak deri üzerinde açılan bir yara ile mümkün olur. Virüslerin vücuda girmek için kullandıkları yollardan biri de havadır. Düşman, solunan bu hava sayesinde vücuda girmeyi dener.
Ancak burun mukozasında bulunan özel bir salgı ve akciğerlerde bulunan hücre yutan savunma elemanları (fagositler), bu düşmanları karşılar ve çoğu kez tehlike büyümeden duruma el koyarlar. Yiyecekler yoluyla bedene girmeye kalkan mikropların çok büyük bölümü de mide asidi ve ince bağırsaktaki sindirim enzimleri tarafından saf dışı edilirler. Yukarıda saydıklarımızın her biri, virüs ve bakteri gibi tehlikeli maddelerin vücuda girmelerini engellemek için Rabbimiz'in var ettiği kusursuz savunma mekanizmalarıdır. Ancak söz konusu savunma bunlarla da kısıtlı değildir. İnsan vücudunda düşmanlara karşı savaşan üstün bir savunma sistemi de bulunmaktadır. İnsan ise kendi vücudunda böylesine mükemmel bir sistemin işlediğinden haberdar bile değildir. Oysa farkında olmadığı bu sistem onu mutlak bir ölümden korur. Açıktır ki, savunma sistemini yaratan, tüm insan bedenini yaratan, üstün bilgi ve güç sahibi bir Yaratıcıdır. İşte o Yaratıcı, insanı her türlü zorluk ve sıkıntıdan esirgeyen, ona acıyan sonsuz şefkat sahibi Allah'tır.
Nefes almak, yemek yemek, yürümek vs. insanlar için çok doğal olaylardır. Ama insanların bir kısmı bu hayati olayların nasıl meydana geldiğini düşünmezler. Örneğin içinde vitaminler, protein ya da çeşitli mineraller bulunan bir yiyecek yediğinizde, o yiyeceğin nasıl vücudunuza yararlı hale geleceğini düşünmezsiniz. Vitamin ya da proteinleri kimin ayrıştırıp, ilgili organa ulaştıracağını, kanınıza ne oranda karışacağını ne kadarının sizin için fazla ya da az olduğunu hiç aklınıza getirmezsiniz. Siz iyi bir besin alıyorum düşüncesindeyken vücudunuz, bu besini "iyi" hale çevirebilmek için hiç düşünemeyeceğiniz kadar detaylı işlemler yapar. Bedenimiz Rabbimiz'in ilhamıyla tüm bu zorlu işleri bizim yerimize yapar. Her besindeki yararlı ve zararlı maddeleri ayırır, kullanıma geçirir, gereksiz olanlarını da vücut dışına atar. Tüm bunlar Allah'ın insanlara olan sevgisinin çok önemli işaretlerindendir. Rabbimiz bizim üzerimize böyle önemli ve hayati sorumlulukları yüklemeyerek şefkat ve merhametini göstermiştir.
Ağrının oluşması da Allah'tan bir rahmettir. Çoğu insan bu nimetin bilincinde değildir ve şimdiye kadar bunu hiç düşünmemiştir belki ama ağrılar sayesinde insan, bedeninin içinde yolunda gitmeyen bir durum olduğunu anlayabilmekte, doktora gidip bu rahatsızlığını tedavi ettirebilmektedir. Eğer ağrı olmasaydı, insan ne midesinde bir rahatsızlık olduğunu anlayacak ne de böbreklerindeki bir taşın varlığını fark edecekti. Fark etmediği için de ancak hastalığı sürekli bir hal alıp, dışarıdan fark edilecek bir şekle dönüştüğünde içinde bulunduğu durumu anlayabilecekti. Ancak Allah her hastalığın belirtilerini, merhametinin bir tecellisi olarak insanlara hissettirmekte, o nedenle de birçok hastalığa çok önceden teşhis konulabilmektedir.
Koku alma duyusu da Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatının eşsiz tecellilerindendir. İlk anda aklımıza gelen kokuları sıralayalım: güller, karanfiller, leylaklar, yaseminler, lavantalar, çimenler ve değişik bitkilerin bahar aylarında çevreye yaydıkları çarpıcı kokular; çiçek açmış portakal, mandalina ve limon ağaçlarının etrafı çepeçevre saran kokuları; çeşitli parfümlerin hoşa giden kokuları; çeşitli baharatların kokuları; sabah kalktığınızda mutfaktan gelen kızarmış ekmek, çay veya kahvenin cazip kokuları, mangalda pişen etin kokusu ya da sabunun tertemiz kokusu... Bu kokular sonsuz lütuf sahibi ve benzersiz var eden Rabbimiz'in bizlere sunduğu çok büyük nimetlerdir. Koku olarak tanımladığımız şey aslında nesnelerden buharlaşan kimyasal tanecikler, yani moleküllerdir. Söz gelimi, taze çekilmiş kahve kokusu olarak algıladığımız ve hissettiğimizde bize hoş gelen kokunun kaynağı kahveye ait uçucu koku molekülleridir. Buharlaşma ne kadar yoğun olursa, meydana gelen koku da o denli belirgin olur. Fırında pişmekte olan bir kekin bayat bir keke oranla daha çok kokmasının nedeni fırındaki kekten daha çok koku zerresinin ortama yayılmasıdır. Çünkü sıcağın etkisiyle koku molekülleri havada serbest hareket etmeye başlar ve geniş bir alana yayılabilirler. Bu noktada insan yaşamı için düzenlenmiş bazı hassas dengelerin olduğuna dikkat çekmek gerekir. Şu anda bulunduğunuz ortamda taş, demir, cam gibi kokmayan maddeler vardır. Çünkü bu saydıklarımız oda sıcaklığında buharlaşmazlar. Bir anlığına odanızdaki herşeyin koktuğunu var sayalım. Böyle bir durumun ne kadar rahatsızlık vereceğini hiç düşündünüz mü? İlginç olan diğer bir gerçek de, suyun düşük ısılarda buharlaşma özelliğinin olmasına rağmen kokusunun olmamasıdır. Sudaki bu özel yaratılış da çok önemlidir. Böylece kuru bir gül ile yeni sulanmış, üzerinde su damlaları bulunan bir gülün kokusu arasında farklılık olmaz. Diğer bir ifadeyle, gülün doğal kokusu bozulmamış olur. Ayrıca havada bulunan su buharı yani nem mevcut kokunun etkisini güçlendirir. Örneğin yağmur sonrası buharlaşan su molekülleri çiçeklerin kokulu taneciklerini de havaya kaldırır ve çiçeklerin hoşa giden kokularının etrafı sarmasına yardımcı olur.
Kokulardaki çeşitlilik de Allah'ın çok büyük bir lütfudur. Halen doğada ne kadar farklı çeşitte koku olduğu bilinmemektedir. Milyonlarca değişik molekülün varlığı dikkate alınırsa, doğada çok çeşitli koku olduğu söylenebilir. Bunları belirli kategorilerde toplamak için çalışmalar yapılmış, fakat kokuların olağanüstü çeşitliliği nedeniyle doyurucu bir gruplandırma elde edilememiştir. Rabbimiz dünya üzerindeki nimetleri insanların ihtiyaçlarını giderecek ve onlara fayda verecek şekilde var ettiği gibi, aynı zamanda onların ruhlarına hitap edecek ve onlara zevk verecek şekilde de yaratmaktadır. Yiyeceklerdeki, bitkilerdeki muazzam kokular da Allah'ın şefkatinin çok güzel delilleridir. Çünkü güzel koku bir ihtiyaç değil, insanın hoşuna giden, ruhuna zevk veren bir güzelliktir. Allah iyiliği bol olan, sonsuz cömertlik sahibi olan ve kullarına güzellikler sunandır.
Kokuya karakteristik niteliğini veren, moleküller arasındaki mikroskobik değişikliklerdir. Örnek olarak, pişmiş taze bir yumurta ile çürük bir yumurtayı birbirinden ayıran özellik, çevreye yaydıkları taneciklerin yapılarındaki farklılıktır. Çeşitli moleküllerin kimyasal yapıları arasındaki farklılıklar ise oldukça hassas ayrımlara dayanır. Öyle ki tek bir karbon atomu değişikliği bile güzel bir kokuyu itici hale dönüştürebilir. Evrenin her noktasındaki yaratılış, koku moleküllerinin yapılarında da ilk bakışta fark edilir. Kakaonun, lavanta çiçeğinin veya çileğin kendilerine has kokuları, koku moleküllerini meydana getiren atomlar ve aralarındaki bağların özel olarak düzenlenmesinin sonucudur. Her molekül belirli bir amaç doğrultusunda, tam olması gerektiği gibi planlanmıştır. Şüphesiz bu muhteşem yaratılış, ayette bildirildiği gibi, "Herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiş" (Furkan Suresi, 2) olan Allah'a aittir. Ve tüm bu detaylar zaruri bir ihtiyaç için değil, insanın nimetlerden daha fazla zevk alabilmesi için var edilmiştir. Sonsuz lütuf sahibi olan Rabbimiz'den kullarına bir lütfudur.
Zevklerimiz ile kokular arasında çok önemli bir denge ve uyum vardır. Bize yararlı olan maddelerin kokuları hoşumuza gider, bize zararlı olanlar ise kokularıyla bizi iterler. Vücudumuza faydalı olan gıdalardan gelen kokular bizde hoşnutluk duygusu uyandırırlar ve o maddelere karşı ilgi duymamıza yol açarlar. Acıktığımızda pişen yemeğin kokusu bizi yemek yemeye teşvik eder; böylece hem yemekten zevk alırız hem de bedenimizin ihtiyaçlarını karşılamış oluruz. Öte yandan, vücudumuz aldığımız maddeleri sindirmekle meşgulken ve yeni bir besine gereksinim duymazken, yemek kokusu bize pek de cazip gelmeyecektir. Kötü koku olarak nitelendirdiğimiz kokuların kaynakları ise, genellikle bizim için zararlı maddelerdir. Zehirli kimyasal maddeleri fena kokularından rahatlıkla tanıyabiliriz. Bakterilerin etkinliği sonucunda meydana gelen kötü kokular da bizi uyararak o maddelerden uzak durmamızı sağlarlar. Çürümüş bir meyvenin veya bozulmuş bir yemeğin etrafa yaydığı ağır kokular insanları tehlikeye karşı uyarırlar.
Kokulardaki söz konusu düzenlemenin insan sağlığı açısından hayati bir önemi olduğu tartışılmazdır. Genel olarak, tehlikeli veya zararlı maddeler kötü kokarlar ve böylece hemen ayırt edilirler. Örneğin maydanoz, zehirli olan baldıran bitkisine görünüş olarak çok benzer. Fakat kokuları birbirlerinden tamamen farklıdır. Maydanozun kendine has bir kokusu, baldıranın ise son derece rahatsız edici, kötü bir kokusu vardır. Bu sistem olmasaydı, baldıranı maydanoz zannederek yanılabilirdik veya zehirli bir kimyasal maddeyi meyve suyu sanarak içebilirdik. Yaşadığımız sürece zehirlenme tehlikesiyle iç içe yaşardık. Buna önlem olarak da, herhalde elimizde neyin faydalı neyin zararlı olduğunu açıklayan listeler ve kitaplarla dolaşmak zorunda kalırdık. İnsanın hayatı boyunca etkileyici kokuları algılayabilmesi Allah'ın dilemesiyle gerçekleşmektedir. Eğer düşünülecek olursa tüm bunlar vicdan sahibi insanların Allah'ın sınırsız kudretini, ilmini ve merhametini düşünmelerine ve Rabbimiz'in bunca sevgisine ve iyiliğine layık olabilmek için harekete geçmelerine birer vesiledir.
Kainatın her noktasında görülen hassas dengeler, koku alma sisteminde de kendilerini belli ederler. Her canlının koku alma kapasitesi, ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak düzenlenmiştir. İnsanı ele alalım. Eğer koku alma duyarlılığımız daha az olsaydı, bizim için tehlike oluşturan durumları fark edemeyebilirdik. Koku alma duyumuz bir köpekteki kadar güçlü olsaydı, her an dikkatimizi dağıtan ve oldukça rahatsızlık veren durumlar ortaya çıkardı. Söz konusu dengeler koku moleküllerinin yapılarında da görülebilir. Örneğin, normal şartlarda bize güzel gelen bir koku yüksek konsantrasyonda olduğunda hoşumuza gitmez. Bitkilerin kokuları bahçede oldukça etkileyicidir, ancak aynı bitkilerden yapılan ağır bir esans rahatsız edicidir. Bu da onların kokularının insan için ideal oranda yaratıldıklarının bir göstergesidir. Koku ile ilgili her detayın insan yaşamı için özel olarak yaratıldığı ve Allah'tan bir nimet olduğu açıktır. Gereksinim duyduğumuz yiyecekleri ve bitkileri sahip oldukları çekici kokularla birlikte yaratan Rahman ve Rahim olan Allah'tır. Sınırsız ihsan ve lütuf sahibi olan Rabbimiz, vücudumuzun her sisteminde olduğu gibi koku almayı da bizim zevkimize uygun olarak yaratmıştır. Sonsuz merhameti ve şefkatiyle, bize faydalı olan şeylerin kokularını sevdirmiş, zararlı olanlarınkini çirkin göstermiştir. Bize düşen, kokladığımız güzel kokuları Allah'ın yarattığını ve bunları bizlere lütfettiğini düşünüp şükretmektir. Bu güzel davranışı gösterenler, Allah dilerse, söz konusu nimetlerin asıllarına sürekli olarak cennette kavuşacaklardır. Allah'ın nimetlerini yalanlayıp nankörlük edenler ise, cehennemde sonsuza kadar bu nimetlerden mahrum olarak yaşayacaklardır.
Tat alma duyusu da Rabbimiz'in dünya hayatında var ettiği eşsiz nimetlerdendir. Çeşit çeşit yemeklerin, tatlıların, etlerin, balıkların, sebzelerin, çorbaların, salataların, pastaların, böreklerin, meyvelerin, içeceklerin, reçellerin, dondurmaların, şekerlemelerin ve diğer besinlerin şahane tatlarının yanısıra Allah, bunların her birinin farkına varmamızı ve onlardan zevk alabilmemizi sağlayan sistemleri de vücudumuzda yaratmış, sonsuz merhametinin bir tecellisi olarak bu nimetleri insanların hizmetine sunmuştur. Bu sistemlerden ikisi, bizim için son derece önemli olan "koku ve tat alma"dır. İnsan koku ve tat dünyalarının zenginliklerini ancak onların aracılığıyla keşfedebilir. Düşünün ki, bu sistemler olmasaydı, tat, koku, lezzet gibi kavramlar sizin için bir anlam ifade etmeyecekti. Yediklerinizin ve içtiklerinizin güzel kokularını ve tatlarını alamadığınızı varsayın; ne kadar önemli olduklarını hemen kavrarsınız. Örneğin, çileği çilek yapan onun kokusu ve tadıdır; bunları hissedemezseniz, çileğin ne demek olduğunu da bilemezsiniz. Dünyaya geldiğinizden bu yana koku ve tat alma duyularınızı kullanıyor, on binlerce kokuyu ve tadı hiçbir güçlük çekmeden algılayabiliyorsunuz. Çünkü bunu mümkün kılan harikulade sistemlere sahipsiniz.
Koku ve tat alma duyularınız bir ömür boyu durup dinlenmeksizin, tek bir hata yapmaksızın sizin adınıza faaliyet gösterirler. Üstelik bunları elde etmek için hiçbir eğitim almadınız, özel bir çaba harcamadınız.
Elbette bahsedilenler, üzerinde derin düşünülmesi gereken gerçeklerdir. Şüphesiz, sahip olduğumuz herşey gibi, bu harika nimetleri de alemlerin Rabbi Yüce Allah yaratmıştır. Koku ve tat alma sistemleri incelenirse, bu kusursuz sistemlerin hayranlık uyandıran yaratılış delilleriyle dopdolu olduğu açıkça görülür. Allah'ın yaratışındaki kusursuzluk Kuran'da şöyle bildirilir:
O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)
İnsan bedeninin hayati fonksiyonlarının devam edebilmesi için besine ve suya ihtiyacı vardır. Böylece trilyonlarca hücremizdeki işlemler için gerekli enerjiyi temin ederiz. Yemek yerken, aslında sağlığımızı doğrudan doğruya etkileyecek kararları da alırız. Neyi yememiz neyi yemememiz gerektiğini biliriz. Hangi gıdaların besleyici ve yenilebilir olduğunu, hangilerinin besin değeri taşımadığını, hangilerinin zararlı olabileceğini anlarız. Kötü tatlarını hemen algıladığımız bozulmuş gıdaları çöpe atarız. Ekşilik oranına bakarak, olgun bir meyveyi ham olanından ayırt ederiz. Asitli bileşikleri ekşi tatlarından tanırız. Vücudumuzun içindeki koşulları sabit tutmak için gerekli olan mineral tuzları ve sıvıları, hücrelerimizdeki protein sentezinde kullanılan amino asitleri, enerji ihtiyacımızı karşılayacak karbonhidrat ve yağları elde edebileceğimiz gıdaları kolaylıkla seçebiliriz.
Dahası, neyi ne zaman yememiz, ne zaman yemememiz gerektiğini de biliriz. Kendimizi halsiz hissettiğimiz dönemlerde vitamin, mineral ve şeker oranı yüksek gıdaları tercih ederiz. Tansiyonumuz düştüğünde tuzlu besinler alır, yükseldiğinde ise tuzlu yiyecek ve içeceklerden uzak dururuz. Bunların tümünü yapabilmemize olanak sağlayan harika bir sisteme, tat alma duyusuna sahibiz. Tat alma sistemimiz, proteinleri, iyonları, kompleks molekülleri ve pek çok kimyasal bileşiği analiz eder; bir ömür boyu durup dinlenmeksizin bizim adımıza çalışır. Üstelik günlük gıda gereksinimlerimizi karşılarken, yemeklerin, içeceklerin, meyvelerin, pastaların, şekerlemelerin eşsiz tatlarından büyük bir zevk alırız. Bugüne kadar tattığınız hepsi birbirinden leziz yiyecekleri ve içecekleri gözünüzün önüne getirmeye çalışın: Susuzluğunuzu gidermek için içtiğiniz limonata veya meyve suları, yaz sıcağında yediğiniz kavun ya da karpuz, mangalda pişirilen pirzola, meyveli veya çikolatalı dondurma, börek, sütlaç, mantı, aşure, çilekli pasta, pilav, bal… Bu güzellikleri, sonsuz ihsan sahibi olan Rabbimiz'in hizmetimize verdiği tat alma mekanizması sayesinde algılarız. Allah'ın insanlar için güzel ve temiz besinler yarattığı Kuran'da şöyle bildirilir:
Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel-temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne Yücedir. (Mümin Suresi, 64)
The human body's approximately 100 trillion cells, as well as its bones, respiratory system, glands, organs, tissues, and every other element, belong to Allah, Who placed proofs in the human body and the universe so that people will come to know and recognize Him. As we said in the last chapter, we see Allah's mercy toward human beings while they are still in their mother's womb: "… then made him [or her] a drop in a secure receptacle" (Surat al-Muminun, 13). Everything that happens in this process of human development is a wondrous manifestation of His name the All-Merciful and Most Merciful. During a person's life, the same functions continue. Each cellular change, breath, glance, perception, understanding, mental activity, eating, digestion, growth, and everything else that happens in one's body is controlled by Allah, Who wills it to happen. A person's shape, intelligence, and spiritual and physical faculties are all proofs of His great mercy. The Lord tells us of this reality in the Qur'an:
If you tried to number Allah's blessings, you could never count them. Allah is Ever-Forgiving, Most Merciful. (Surat an-Nahl, 18)
In this chapter, we consider the wonderful functioning of some human organs, the extraordinary systems required to sustain life, and some of the bodily functions in the hope that readers will realize that only Allah's endless mercy sustains their lives. It must not be forgotten that everything we will sum up in the following paragraphs happens by the endless power and might of our Lord, the only Ruler of the universe. No human being can ever have any influence over the functioning of any of these things.
The 100 trillion cells act as if they knew each other. They carry out their special functions without any negligence or laxity. In this perfect coordination, hormones (messenger cells) relay commands that cause physical growth, reproduction, the body's inner balance, the coordination of the nervous system, and many other functions to occur. Allah created these incomparable systems and directs it through cells and hormones without your knowledge and fully out of your power to control. For example, you have nothing to say about how this system functions: you cannot make your height longer, or command your cells to divide, multiply, and make you taller, for all of these have been determined by Allah and cannot be altered. This control is a grace from Allah, for exercising such continual control is beyond any person's ability. A person could never control his own body even if he had to. Or if a human being had such control, human life could never possibly survive. But, in his infinite kindness, Allah creates every cell in the human body and in everything in the world perfectly at the same moment and sustains them all under his control. Thus, we should understand that Allah's mercy encompasses everyone and everything and acknowledge His power.
Allah created night so that people could rest.
People do not have to worry or even think about their vital functions while sleeping, for Allah keeps them working perfectly. Indeed, Allah's mercy causes each bodily system to perform its functions silently while sleeping. We never have to worry that one will stop functioning, such as our lungs forgetting to breath.
Capillary vessels carry oxygen, energy, nutrients, hormones, and other materials to every cell. The 5 billion capillary vessels have a total length of 950 kilometers (590 miles). If a person put 10,000 of the smallest capillary vessels side by side, the total thickness would be roughly equivalent to a piece of pencil lead. Blood can move in these narrow vessels, without getting clogged or slowing down, because of water's high fluidity. Michael Denton, a noted molecular biologist, says: "A capillary system will work only if the fluid being pumped through its constituent tubes has a very low viscosity. A low viscosity is essential because flow is inversely proportional to the viscosity... From this it is easy to see that if the viscosity of water had a value only a few times greater than it is, pumping blood through a capillary bed would require enormous pressure and almost any sort of circulatory system would be unworkable... If the viscosity of water had been slightly greater and the smallest functional capillaries had been 10 microns in diameter instead of 3, then the capillaries would have to occupy virtually all of the muscle tissue to provide an effective supply of oxygen and glucose. Obviously the design of macroscopic life forms would be impossible or enormously constrained ... It seems, then, the viscosity of water must be very close to what it is if water is to be a fit medium for life" (Michael Denton, Nature's Destiny [Free Press: 1998), 35-36.) In other words, the fluid's fluidity is also ideal for sustaining life. And, Allah created the fluid with these millions of different fluidities and regulates each one of them as exactly as required.
Water's fluidity allows blood cells to circulate even in tiny blood vessels.
The eye, apart from its front part, is spherical in shape. Its outer surface, a hard resilient stratum with a full white color (the white of the eye), is visible and surrounds the center's colored part. If the white of the eye had a soft, gelatinous consistency, it could not protect the eye effectively. But because it is hard, it can easily rid the eye of such harmful foreign matter as dust with the help of tears. The hard, resilient tissue covering the eye changes at the cornea, which it is composed of a transparent stratum that allows light to pass through it. Despite the fact that the cornea and the white of the eye both form continuity, their structures are totally different and separated by a distinct boundary. The white of the eye can be compared to the hard granite covering the front of a building; the transparent cornea can be compared to the building's windows. If the cornea's thin tissue covered the whole eye, it would be totally defenseless against external influences, powerless, and blind. If the hard, white tissue that forms the white of the eye extended over the front transparent stratum of the eye, light could not reach the lens and so people could not see. But Allah arranges all of these things perfectly to display His incomparable artistry.
The eye has a wonderful creation that modern technology cannot reproduce.
The cornea must always be transparent and sensitive in order to see objects clearly. But when this transparency is lost, one's vision becomes blurred due to insufficient light. The stratum open to the outside is very sensitive; it can notice the smallest speck of dust that flies into the eye and get rid of it. The cornea is transparent because its fibers are arranged in a delicate order. Any interference with this order will cause the cornea to grow dark and one's vision to blur. The cornea is just as important as a camera lens; it is so clear that it can only be seen when looked at carefully from close up. One of the body's most delicate structures, its surface is composed of invisible nerves and lymphatic vessels that do not interfere with vision. But these do not interfere with vision. These nerves react to the slightest touch, and their reflexes summon such protective mechanisms as the eyelid to assist. The eyelid immediately ejects anything adhering to the cornea, and closing it protects the cornea from other dangers. In one sense, the cornea is like a window behind which the eye works. A grain of sand can scratch it; however, if it is scratched or damaged, it can repair itself rapidly. Thus, people do not have to go through life with blurry vision, as if staring through a hazy curtain. The facts that a living piece of tissue of fibers and blood vessels is as clear and transparent as glass, and that it can make such a difference in our life, are proofs of Allah's wonderful creation.
Our eyes present the world to us. These gifts, which Allah bestowed upon us as blessings make it possible for us to see colors and vivid images.
All of the cells that form this thin, transparent, and delicate living membrane in the eye; that form hard bones and the tissue of the intestines; and those belonging to the blood came about due to the division and multiplication of one cell. As the result of the division of the same cell, rock-hard bones and the cornea as transparent as glass were formed. These cells, all of which are formed from lifeless, unconscious atoms, cannot decide to create such things or design the necessary plans. Allah orders them to do what they do, what organ they form, and what functions they perform.
By the time you finish reading this sentence, your eyes will have performed about 100,000,000 functions. It may be hard to believe, but you have two of the world's most magnificent instruments. Humanity has never been able to produce the like. Your eyes give meaning to whatever you see: family, friends, home, work, and so on. Without them, you could not know the outside world, imagined colors, shapes, views, people's faces, or understand the concept of beauty.
Eyelids and eyelashes protect the eye from all kinds of external influences.
Even more amazing, all you have to do to see something is just look at it. It is as simple as that. You do not order your eyes, or the organelles, the nerves connecting the eyes to the brain, and then the brain to Look and see. You only have to look to see. In order to see an object clearly, you cannot calculate the optical measurement of the radius that your eye's lens needs to make according to its distance from the object, or the delicate proportions of the contraction of the muscles attached to the lens. Many people do not realize what a great miracle this is. But believers know that vision is a wonderful gift from Allah.
The eye is a complex structure that occupies a very small space. Just as valuable jewels are protected in a case, so are our eyes protected against external influences. In proportion to their importance, they are protected because of their superior creation. The eyes rest on a protective cushion of oil connecting the lower bone protrusion with the skull, within sockets surrounded by special tissues. They are protected from external trauma by the nose bone, muscles, and the cheek bones, also known as the eye cavity.
Their location is ideal for providing the best vision. For example, their position allows us to control and manage our bodies and limbs in the best possible way and, moreover, ensures their health and security. With a small quick movement of the neck, the eyes ensure that a person does not come into contact with any object that could cause injury. The best location for the eyes is on the face. For example, if they were located under the nose they would not be so secure, would present an esthetically discomforting sight, and limit a person's vision. From all points of view, the eyes are in their ideal place, symmetrical, and esthetically pleasant. The space between them is about the size of one eye. If this proportion were wider or narrower, the whole expression of the face would change. The eye, with all of its characteristics, is proof that human beings were created by Allah. This resulting harmony, symmetry, and esthetical appearance are blessings from Him.
Allah tells human beings about these blessings and wills us to be thankful:
Then [He] formed it [a human body], breathed His Spirit into it, and gave you hearing, sight, and hearts. What little thanks you show! (Surat as-Sajda, 9)
The eyes, the body's windows, look out on the external world. They are protected and maintained by a special system. One of this system's most important parts is the eyelids, which protect the eyes and ensure that the conjunctiva and the cornea are always covered with a certain amount of fluid. The vessels of the conjunctiva, a stratum located on the inside of the eyelids, nourish the eye's outer layer, which receives no oxygen during sleep. The eyelid's skin is very thin, compared to other parts of the body, and can completely and tightly cover the eye socket when necessary. This skin's lower layer contains no oil, is very loose, and blood can collect in it. If it were thin and oily, opening and closing the eyes would be very difficult. Every day, a person's eyes blink thousands of times. This involuntary and automatic movement, which most people do not pay much – if any – attention to, protects the eyes from contact with intense sunlight and foreign matter. The fact this movement is automatic is a blessing that most people are not aware of. If this cleansing were not automatic, blinking would only remind people that some material needed to be removed from their eyes so that it would not be infected by germs and that they could see clearly. As a result, blinking would be a bother and a person would have to concentrate so as not to forget to blink. This would be a great problem, especially during sleep, as the eyes would dry out if people forgot to blink.
The eyelids, located on the eye's curved surface, are in full contact with the eye's front section as they open and close. If this were not the case, it would be impossible to keep the opening clean and free of foreign matter. An oily secretion from a gland within the eyelids prevents them from sticking together when opening and closing, and facilitates their sliding over the eyes. Such precision shows the protection of the All-Merciful and Most Merciful over us. The eyelid is a grace from Allah, one of countless clear examples of His mercy and compassion. If the eyelids did not close during sleep, sleeping would be very difficult. A dark room would be needed, and a person would not be able to sleep during the day. Moreover, during sleep the eyes would remain open and thus defenseless before every external influence.
The skeletal system is an example of the flawless creation with which Allah created every aspect of the human body. The skeleton bears an enormous weight every time we take a step, and yet none of the bones are adversely affected by this.
If the eyelids did not close during sleep, sleeping would be very difficult. A dark room would be needed, and a person would not be able to sleep during the day. Moreover, during sleep the eyes would remain open and thus defenseless before every external influence.
If eyelids did not exist, people would go blind very quickly. The cornea, the eye's top layer, would dry up and cease functioning. The least bit of dust entering the eye would gradually cause major problems, and the eye would be attacked by germs, defenseless against any trauma, and in constant danger of becoming blind. For example, people suffering from lagophthalmia, an illness that prevents the eyelids from completely closing or closing in the normal manner, find themselves faced with the danger that the cornea cannot be lubricated, and infections may arise due to drying. If this illness persists for a long time, the eye can be permanently damaged.
Human reflexes are defined as rapid involuntary reactions to external warnings. This reflex mechanism moves the eyelids at the appropriate time and wards off danger. Something that touches the cornea, the eyelashes, the area between the eyes, or the forehead may cause a reflex that warns the eyelids. If we examine the network of nerves that produce blinking, we see just how subtle this nerve network really is. To produce each of the reflexes described above, warnings must be carried to the eyelid by different paths and proceed to the brain, where they are evaluated. Nerve stimuli are then sent to the relevant muscles.
In this process, the nerve stimuli reach the brain directly within one one-thousandth of a second. Thus, the eyelid closes at just the right time to protect the eye from the foreign matter or to clean it. This process of recognizing danger and sending various reflexes as signals along separate nerve paths without any confusion is extremely complicated. Human beings, who are surrounded by constantly changing conditions, must know what is going on around them. For this reason, blinking is such a quick action that it does not endanger the person in any way, which is truly a great blessing. It would be very dangerous if blinking lasted a long time. At a moment when a person was engaged in blinking, perhaps he might not notice a truck coming at him and be able to escape. The eye—a human being's window on the outside world—is protected in all these ways; it is an example of the blessings of Allah in this world.
Even if a small section of the skin is damaged, the whole body can be adversely affected. If the damage is extensive, the body may lose water and soon die. Allah gives the skin protective qualities in His great mercy, creates everything perfectly.
Most people think of tears as just salty water. However, in reality they are composed of a very special fluid whose components differ according to their various functions. The tears' first duty is to protect the eyes from germs. Lysozyme, an enzyme found in tears, destroys many kinds of bacteria and germs and thus protects the eyes from infection. This material is more effective than the powerful disinfectants used to clean buildings from germs. And yet it does not harm the eyes, for Allah created it to be in perfect harmony with the eye's chemical structure. No other disinfectant of such power can be used in the eyes, and no artificial disinfectant can replace human tears.
Every detail relative to the heart has an incomparable creation.
Tears are produced according to very delicate measurements that provide the right amounts to protect the cornea from drying out and the eyeball from losing its lubrication. Thus, the eye can move comfortably, for no discomfort is produced when the inside of the eyelid moves against the eye's surface. If some foreign matter enters the eye, tear production increases automatically, the presence of more lysozyme acts as an antiseptic, and the increased amount of fluid ejects it. If sufficient tears were not produced, the resulting (and constant) friction between the eye and the eyelid whenever our eyes moved would torment us. We can get an idea of this when eyes, for whatever reason, cannot produce tears: The person always feels a burning sensation in his or her eyes, which swell, get red and, in advanced states, may destroy the person's eyes.
Eyelashes protect the eye from dust and foreign matter. If they are plucked or cut off, they grow again. When they reach their former length, they cease to grow. Eyelashes are smooth, soft, and curl upwards.
Our hands can lift a heavy object and pick up a needle because of their perfect creation.
Their curved and elastic form occurs with the help of a greasy secretion from the sebaceous glands, known as the glands of Zeis, inside the eyelids. If this were not the case, one's eyelashes would be like a brush, and every blink would engender an uncomfortable sticking feeling. Our eyebrows prevent sweat from dripping into our eyes, break up the Sun's rays, and prevent them from shining in our eyes. Besides this, they complete the esthetic appearance of a person's eyes, for Allah has created human beings to be beautiful in every detail.
In addition to tears, the eye has a lubrication system. The eyes move in every direction about one hundred thousand times a day, and this system protects them from becoming worn out. This constant lubrication which produces no discomfort when the eyes move, protects the eyes from the effects of friction and foreign matter. If a serious problem arose with the conjunctiva and lubrication could not occur, every movement of the eye would cause unendurable pain. However, thanks to this flawless system, a healthy person never experiences such discomfort.
An adult's heart pumps about 340 liters (12,000 ounces) of blood during sleep. At this speed, a car's gasoline tank could be filled within 7 minutes.
Our five senses have been created to meet our needs. For example, our ears hear sound waves only between certain limits. At first, it might appear advantageous to hear a wide range of sound waves, but this limit of perception (the sound threshold), has been set for a particular purpose. If we had more sensitive ears, we would hear all sorts of sounds, from our heart beats to the rustling of microscopic bugs in the ground. This would make us very uncomfortable. The flawless creation in our ears and our hearing is a gracious gift from Allah. In this regard, the Lord says in the Qur'an: "He has created hearing, sight, and hearts for you. What little thanks you show. " (Surat al-Muminun, 78)
When you eat, your digestive system starts working. The teeth, which have been specially created to tear and grind the food, are covered with enamel, the hardest known organic material, and are highly resistant to chemical substances. Every tooth is shaped to suit its function. For example, ten sharp teeth cut the food, the canine teeth are pointed to tear the food into pieces, and the molars are designed to grind the food. If our teeth were all the same shape, eating would be impossible. Moreover, each tooth is in its proper place: The incisors are in the front the molars are in the back. No other arrangement would be suitable. The upper and lower teeth are independent of one another, yet enjoy a relationship of perfect harmony. They are designed to press against one another when the mouth is closed. For example, if one molar were longer than the other teeth or if it protruded too much, you could not close your mouth or speak and eat as you do now.
Food is both ground by the teeth and attacked by chemicals found in one's saliva. No one really pays attention to their saliva, whether it is being secreted or not, or in what amount. But saliva, usually considered a simple secretion, is actually a special balance of various chemicals. First of all, it allows us to taste our food by recognizing the food molecules that give food its taste. Only when these combine with the tongue's taste-sensing nerve endings can we taste food. This is also why we cannot taste food when our mouth is dry. The mouth secretes two kinds of saliva. One of them decomposes carbohydrates and changes them partly into sugar. For example, bread is a carbohydrate. If you put a piece of bread in your mouth and wait for a moment without chewing, you will sense the taste of sugar on your tongue from the decomposing carbohydrates. The other kind of saliva has a dense sticky consistency that causes whatever you eat come together in a shape like a piece of syrupy cake so that you can swallow it. Without saliva, we could not swallow, taste our food, talk comfortably, or eat solid food. This would be a very difficult situation for us.
Plasma makes up 55 percent of the blood. Its qualities and the material it carries make it a vital substance for the human body. Many things, from transporting nutrients and waste to controlling blood pressure, are connected with its properties and its ability to move throughout the body.
Saliva secreted from three different glands enables us to swallow our food easily and its chemical components breaks this food down into useful parts. Our mouths work like a chemistry laboratory that breaks down the starch in our food. Salivary amylase, an enzyme found in saliva that is specially produced for this work, breaks down starch and converts it into sugar. This process of digestion that happens in the mouth is chemical and mechanical (viz., the teeth), two distinct kinds of digestion that complement each other.
The tongue plays an important part in grinding the food, for it is very sensitive to taste and allows chewed food to pass easily through the throat. On its top surface and sides are about 10,000 taste buds that are sensitive to the four tastes: bitter, sweet, salty, and sour. Through them, we can taste what we eat, even if we have never eaten that particular item before, because they do not confuse the tastes and each individual perceives the same taste in the same food. In other words, bitter is always bitter, regardless of who is doing the eating and tasting. Some scientists regard the tongue as having an extraordinary chemical technology. If it had only a few taste buds, we could not perceive the taste of each piece of candy, grilled meat, bread, or any other food. No matter what we ate, it would always have the same insipid taste. Eating would no longer be an enjoyable blessing and would become an irksome duty.
The stomach's various functions display a wonderful balance. Digestion is accomplished by the stomach's hydrochloric acid, which is so strong that it can both digest food and decompose the stomach's lining. But Allah created the perfect solution for this: The stomach's walls are completely covered by the mucus secreted during digestion, which protects the stomach against the acid's corrosive quality. However, there is a perfect harmony between this digestive acid and the protective mucus. When the stomach is empty, the secretion decomposes protein (meat products) and does not have its corrosive quality. When food containing protein enters the stomach, a compound secreted into the stomach turns this benign substance into a powerful decomposer of protein. So, when the stomach is empty, this powerful protein decomposer does not harm the stomach, which is made up of protein. This is an extraordinary example of how Allah protects human beings.
Breathing depends on delicate balances. If we breathe cold or dirty air, our health may be adversely affected. Our noses have been created to warm and purify this air. For example, its hairs and inner sticky material catches dust from the air and filters it, and its curves warm the air. The bones inside the nose are created in such a way that air passing through it is warmed up before entering the lungs. The fact that air is directed to the lungs by such an intricate system is proof that Allah, in His mercy, created both systems. As a result, we breathe warm, moist, and purified air. The delicate adjustment of the atmosphere and the perfect design of all the aspects of our nose have been specially created. We can see Allah's protection and His mercy and compassion for human beings in every detail.
Your survival depends upon the amount of sugar in your body remaining between certain limits. When you eat food containing sugar, the necessary calculations are done automatically. For example, when the amount of sugar in our blood rises, the pancreas secretes insulin, which commands the liver and other bodily cells to recover and store the excess sugar so that it will not reach dangerous levels. Besides controlling these things, your pancreas, insulin, and liver maintain this balance. If two containers of blood with different sugar levels were placed in front of you, could one determine the difference between them without the presence of a laboratory and advanced instruments? However, Allah has made such an analysis automatic, for certain cells measure the blood's sugar level more precisely than any laboratory could do and then take the appropriate measures: locate the sugar in the blood, separate it, and burn it. This is an incomparable protective system, because too much sugar in the blood could be fatal.
The human body can be weakened by many influences. This weakness provides an opportunity for us to think about life's transitory nature.
The skeleton, the body's structural support, is a wonder of engineering. It protects the body's essential organs (e.g., the brain, heart, and lungs) and enables movement far beyond the ability of any artificial machine. Its bones have a superior structure. For example, the thigh bone, when standing upright, can lift a ton. And at every step, a weight equal to three times the body's weight is put on this bone. When a pole-vaulter lands on the ground, his or her thigh bone is subjected to a pressure of 1,400 kilos (3,086 pound) per square centimeter. What makes this bone, the result of a single cell's division, so strong? The answer is hidden in its incomparable creation, which makes bones extremely strong and light enough to be managed. Otherwise, if each bone was strong inside and out and not hollow, it would be too heavy for a person to carry, and its structure would be so hard and brittle that it would break at the slightest trauma. This wonderful creation allows us to live very comfortably and make difficult movements without pain.
If we could not smell, we could take no pleasure from our food or drink or know what a lovely scent was. We are aware of this important blessing because the All- Merciful and Most Merciful has enabled us to smell.
Another characteristic of the bones' structure is that they are flexible wherever flexibility is required. For example, the rib cage protects the heart and the lungs and expands and contracts to allow the lungs to breathe. This flexibility can change with time, such as when a woman's pelvic bones become loose and separate from each other in the last months of pregnancy. This is very important, because it allows the baby's head to come out without being crushed. The skeleton's capacity for movement is a manifestation of Allah's endless compassion.
At every step we take, the vertebrae that make up our spinal column move on top of one another. This continual movement and friction could cause the vertebrae to wear away. However, this is prevented by the resilient cartilage (disks) located between them to serve as shock absorbers. Moreover, every step sends a reactive force, due to the body's weight, from the ground to the body. This force does not harm the body, because these shock absorbers and their folded force-dispersing shape do not allow the force from the ground to be carried directly to the brain. As a result, the top of the spinal cord cannot break through the skull and pierce the brain.
All of these details are proof of Allah's wondrous creation. Allah loves all people and so manifests His pity and mercy to them. Every blessing and perfect design He creates are designed to give us comfort. Also, He has created human beings in an aesthetically beautiful way. Even looking at the human body from the outside reveals His perfect artistry. It says in Surah Ghafir:
Allah made Earth a stable home for you and the sky a dome; and formed you, giving you the best of forms; and provided you with good and wholesome things. That is Allah, your Lord. Blessed be Allah, the Lord of all the worlds. (Surah Ghafir, 64)
The joints that attach the bones to each other are also great miracles. Although they move as long as the person is alive, they do not need to be lubricated, for the surfaces where they receive friction are covered with a thin, porous layer of cartilage below which is a dark, slippery fluid. If part of the joint is under pressure, the fluid squirts from the pores, making the joint's surface as slippery as oil. Therefore, human beings can perform many actions quickly and comfortably. What if our leg consisted only of one bone? Walking would certainly be a major problem, and our bodies would be extremely clumsy and slow-moving. It would even be hard for us to sit down, and the danger of breaking a leg because of the strain of such movements would be constant. However, our skeleton allows the body to move with ease, truly a great mercy. Allah reveals in the Qur'an as follows:
Look at the bones – how We raise them up and clothe them in flesh. (Surat al-Baqara, 259)
Think of a long piece of tissue. It has the ability to become warm or cool, is strong but beautiful, and can protect what it covers against every kind of external influence. Our skin has all of these characteristics. If just one part of it is damaged, we may die because of significant water loss. If we remove one centimeter (0.3 inch) of skin, we will see underneath it is something not so pleasing to look at: fats, proteins, and blood vessels. The skin, covering up all of these unsightly things, contributes an important aesthetic quality to our bodies as well as protecting us from all external influences.
By creating our skin, Allah gave us a beautiful appearance and, because of its underlying material, allowed us to be aware of our vulnerability. Skin is more important than ears, nose, or eyes. We can live without the other sense organs, but we cannot survive without skin, for without skin, the body could not retain the water that forms a significant part of our body.
The skin is resilient and flexible. While a significant number of cells on its upper layer are dead, those on its lower layer are alive. The former soon begin to lose their character as cells and turn into keratin, a hard substance that holds dead cells together and enables them to form a protective armor for the body. You might think that if the skin were harder and thicker, its protective qualities would increase. But this is not the case. If our skin was as thick as that of elephants or rhinoceroses, our bodies would be able to move only with great difficulty. If the cells in the skin's upper layer were constantly dying, our skin would continue to thicken until it became too thick. But this never occurs; the skin is always just as thick as it needs to be. The cells that make up skin tissue cannot decide when to stop, nor can this whole system have come into being by chance. There is an obvious design in its structure, and its designer is Allah.
The skin contains mechanisms that enable it to cool down in hot weather. In cold weather, it maintains the body's heat by slowing down its sweat glands and narrowing its blood vessels. This decreased blood flow prevents the body's heat from escaping. The skin both protects us and acts as a climate-control device and, because of its elasticity, enables us to move easily. Besides, it is very aesthetic. Our skin could have been hard, thick, and course; or so inelastic that it could have split when we put on a bit of weight; or could have caused us to faint in the summer and freeze in the winter. But He covered us in the most comfortable, convenient, and aesthetic way, for "He is Allah—the Creator, the Maker, the Giver of Form" (Surat al-Hashr, 24).
The most important part of our body is surely the heart. Its creation, based on extremely delicate balances, consists of four chambers that pump blood throughout the body without mixing purified and non-purified blood and contains small safety valves. Our heart always beats at a certain tempo—an obvious proof of His name the All-Merciful and Most Merciful. It begins to beat while the embryo is still in the mother's womb, and beats at a rate of 70-100 beats per minute (about 10,000 times per day) until the person dies, with only a half-a-second wait between beats. All of its elements function in a very delicate way. Every detail (e.g., pure blood being separated from impure blood, blood pressure, delivering nutrients to the body) was created for a specific function and designed accordingly. Located in the rib cage, it is well-protected from external trauma.
The amount of blood pumped changes according to the body's needs. Under normal conditions, the heart beats 70 times a minute. Our muscles need more oxygen during times of intense exercise, and so the heart rate goes up to 180 and the amount of blood pumped increases. If this did not happen, the body's balances would break down and damage would occur. However, without any intervention on our part, the heart itself adjusts the amount of blood to be pumped.
A special nerve system controls the amount of blood to be pumped and adjusts both the amount and the rate at which it must be pumped. The heart's elements, also without our intervention, adjust how much blood is needed and where and when it is needed. Since the heart could not form itself, and since this wonderful system could not have come into being by chance, the heart must have been created. Allah, in His eternal knowledge, is responsible for this amazing creation and uses it to display His flawless artistry. The fact that such subtlety, order, and perfection could come together in one plan is a sign of His love and compassion.
Our hands do normal things like stirring tea, turning pages, and writing. But these are really wonders of engineering. The hand, a perfect proof of creation, has several different functions. For example, when clenched into a fist it can hit any object with a force of 45 kilograms (99 pounds); at the same time, it can sense a piece of paper one tenth of a millimeter thick when held between the thumb and the index finger. We can see that these two functions are totally different from each other: the first requires delicacy, while the second requires great force. But when we pick up a sheet of paper or hit something with our fist, we do not consider how to perform these functions or adjust the needed force. The hand has been created to do all of these things at the same time. All of its fingers, which are proportionate to one another, have the correct length and location to perform their functions.
For example, the force behind the blow of a fist with a normal thumb differs from the blow of a fist with a short thumb, for the thumb with the appropriate length can fold over the other fingers, support them, and increase their force. And when we add the fact that hands can work together in perfect harmony, we can see its perfected creation more clearly. Allah created our pair of hands to show us the incomparable perfection of His creative artistry. The universe's perfect creation is found at its highest level in the human body, every detail of which is a perfect proof of His name the All-Merciful and Most Merciful.
Blood flows in a network of vessels resembling an immense river that flows to every part of the body, carrying packets of material that the cells need to function properly: food, water, and chemical material. The package that needs to be delivered most urgently is oxygen, because cells die very quickly without it. We cannot feel or see this river flowing through our body, from the outside, for the two millimeters (0.07 inches) of skin covering the body hides them masterfully. But despite this, the skin can easily be cut and allow the underlying blood to escape. If the blood vessels were not covered by the thin and aesthetic skin, even the face of most beautiful person would be too ugly and repulsive to look at. This esthetical appearance is a wonderful grace from Allah the All-Merciful.
The most miraculous quality of blood is its ability to clot, which minimize the loss of blood due to an injury. Scientists have pointed to this clotting mechanism as an example of a perfect plan and creation, for all of the involved proteins, enzymes, and vitamins go about their tasks in perfect order. The body bleeds when it receives the occasional scratch or cut. Normally, we would expect the blood to flow out of such a cut; instead, it clots and plugs up the opening. This operation is like the repairing and stopping up of a hole in the bottom of a bottle so that the water will not run out. This is certainly a great miracle, for it enables people to go on living.
Allah, in His endless mercy and compassion, protects people by this wonderful process. Clotting is the result of many enzymes coming together. Composed of proteins and different kinds of lifeless, unconscious, and blind atoms, every one of them starts to function whenever a wound occurs by organizing themselves to stop the flow of blood. For examples, they produce the required proteins as medicine and send messages to others for help; the others understand the message, immediately go to place indicated, and perform their duties perfectly. The system works flawlessly. If the blood started to clot without a wound, or if the clot left its place around a wound, or if there was a breakdown of communication between the proteins involved … if any of these things happened, the way to the body's vital organs would be stopped up and death would occur through blood loss.
Blood clotting is not limited to visible wounds, for it also repairs the many tears that happen every day unnoticed by us in capillary vessels. When we hit a table with our leg, many capillary vessels are ripped and internal bleeding occurs. However, the clotting system stops this bleeding immediately and repairs the damage from inside. Without this clotting system, all of us would have hemophilia and would, in the advanced stages of this disease, be unable to stop even a small wound from bleeding. In other words, we would be in constant danger of bleeding to death. Every detail of this clotting system is a product of a separate plan and creation; a demonstration of Allah's eternal knowledge, intelligence, and power.
The human body is surrounded by several dangerous enemies: bacteria, viruses, and similar microscopic creatures found in the air and water, as well as our food and environment. But Allah has created for each body a wonderful protective system. For example, the keratin in the cells located on the skin's outer surface effectively prevents any foreign elements, such as bacteria and fungus, to penetrate the skin. In addition, this layer continually sheds and is replaced by new skin from below. So, any unwanted microorganisms that seep between the skin layers are removed along with the dead skin. These enemies can enter the skin only through a wound.
Viruses can enter the body through the air, but a special secretion in the nose's mucus and the lungs' protective cell-eating elements (phagocytes) is usually able to deal with such situations before the danger increases. The majority of germs that enter the body through food are destroyed by acid in the stomach and tiny digestive enzymes in the intestines. All of these defense mechanisms are created with a superior system that also fights against its enemies by a Creator with superior knowledge and power. This Creator, Who protects people from any hardship and difficulty with His endless mercy and compassion is Allah, the All-Merciful.
Breathing, eating, and walking are quite normal activities. However, most of us never wonder how these vital activities happen. For example, we do not think about how certain foods benefit our bodies or that vitamins and proteins separate from each other and go to the organ where they belong, in what proportion they will mix with our blood, or the exact amount required. When we think we want to eat something good, a vast and extremely complex network in our body starts to perform the necessary work for us, by Allah's inspiration, in order to separate the harmful from the beneficial, and to use what is beneficial and expel what is harmful or unnecessary. All of this is an important sign of Allah's love, mercy, and compassion, for we do not have to think about it. It simply occurs, as that was how He created each system.
Pain is a mercy from Allah. Many people are not aware that this is a blessing, for they never consider that pain makes them aware that something is wrong in their body and that they should go to the doctor. If there were no pain, how would people know that they have stomach problems or kidney stones? If this were not known, the illness would remain unknown until it intensified and somehow became noticeable. But, in His mercy, Allah makes people feel the symptoms of every illness, thereby enabling them to be diagnosed in advance.
The sense of smell is an incomparable manifestation of Allah as the All-Merciful and Most Merciful. Such smells as those that belong to roses, carnations, lilacs, jasmine, lavender, grass, spring flowers, orange, tangerine and lemon blossoms, various aromas, spices, toast, tea and coffee at breakfast, meat cooking on the grill, or the clean smell of soap are blessings from His endless generosity. What we define as smell is actually molecules that are released from objects. For example, what we perceive as the smell of freshly ground coffee is actually the pleasant aroma of airborne molecules carrying the coffee's smell. The more intensely molecules are given off, the stronger the smell is. The reason a cake cooking in the oven smells more than a stale cake is because it releases more particles into the surrounding environment, since heat allows the molecules of smell to move freely and spread over a wide area. At this point, we should take note of the order and delicate balances in human life. Some things have no smell, such as stones, steel, and glass, because they do not give off molecules at room temperature. If everything in your room had a smell, you would be rather uncomfortable. Another interesting and important fact is that water, even though it evaporates at low temperatures, has no smell. So, there would be no difference between a dry rose and one that had been recently watered and still had drops of water on it. In other words, the rose's natural scent would not be destroyed. And the water vapor in the air would make the smell stronger. For example, water molecules that evaporate after a rainfall raise particles of smell from flowers into the air and help these pleasant scents permeate the surroundings.
The variety of smells is a wonderful gift from Allah. It is still unknown how many scents exist in nature, for we can never know the number of different molecules. Attempts have been made to categorize scents, but there is such an extraordinary variety of smells that no satisfactory grouping has ever emerged. Allah, Who created this world's blessings to satisfy our needs and Who created these things to benefit us, created them to speak to our spirits and give us pleasure. The magnificent aromas of food and plants are proofs of His compassion. A pleasant smell is not a necessity; rather, it is something beautiful that pleases human beings and their spirits. Allah's goodness is great, His generosity is limitless, and He offers good things to humanity.
The characteristics of different smells come from the microscopic differences in molecules. For example, the difference between a freshly cooked egg and a rotten egg is the difference in the structure of the particles they spread in the air. The differences between molecules' chemical structures depend on very delicate distinctions. So, just changing one carbon atom could make a pleasant smell repulsive. The creation at every point in the universe is also noticeable in the structure of molecules of smell. The particular aromas of cacao, lavender, flowers, and strawberries come from the atoms that produce the smell molecules and the special ordering of the relation among them. Every molecule has been planned to fulfill its special purpose. Certainly, this wondrous plan belongs to Allah, for "He created everything and determined it most exactly" (Surat al-Furqan, 2). And all of these details have been created so that people can take greater pleasure in His blessings, which in itself is a grace from His eternal generosity.
There is a very delicate balance between smells and our pleasure. We enjoy the smells of things that are good for us, but are repelled by the smell of things that are harmful for us. The smells coming from food that is good for our bodies awake in us a sense of pleasure and arouse our interest. When we are hungry, the smell of cooking food makes us want to eat. So, we take pleasure in eating and also fulfill our bodily needs. Again, while our bodies are busy digesting the food and feel no need for more food, the smell of food is not very attractive to us. The smells we describe as bad usually come from things that are harmful to us. We can easily identify poisonous chemicals from their bad smell. Also, bad smells due to bacterial infections, such as rotten fruit or spoiled food, warn us not to eat them. The heavy smell spread around by a rotten fruit or spoiled food warns people of the danger.
Such delicate balances are also evident in the sense of smell, which is ordered to fulfill every creature's needs. Let's take a human being as an example. If our sense of smell were weaker, we could not be aware of some dangerous situations. If it were as strong as a dog's, our attention would be distracted every moment and we would be very uncomfortable. These balances can be seen in each molecule's structure. For example, a pleasant smell is not pleasing if it is too overpowering. Many plants have very pleasant smells, but a strong essence made from them does not please us. This shows that their scents have been created to please human beings as a blessing from the All-Merciful and Most Merciful, Who created the attractive scents in the plants we need for food. His generosity and grace are without limit, and in His endless compassion and mercy, He has made us like what is good for us and dislike those which are bad for us. We should thank Him for these blessings, instead of taking them for granted. If Allah do desires, those who do this, will have forever the real blessings of Paradise. However, those who are ungrateful enough to deny Allah's blessings will live forever without them in Hell.
The sense of taste is one of His incomparable blessings. Besides the wonderful tastes of such foods as meats, fish, vegetables, soups, salads, pastries, sweets, savories, fruits, jams, ice cream and candied fruit, Allah has created systems in our body that allow us to distinguish their tastes. Two of these systems, the senses of taste and smell, are very important for us. We can only discover the richness of the world of taste and smell through the agency of taste and smell. Without these systems, there would be no meaning to the ideas of a delicious taste or a pleasant smell. If we could not appreciate such fine smells and tastes, we would not know what a strawberry was. We use our senses of taste and smell as soon as we are born, and perceive an infinite number of them throughout our lives because of these wonderful systems. Even more amazing is that this all happens without our conscious effort.
Of course, we must think carefully about these things, and there is no doubt that, like everything else we possess, Almighty Allah, Lord of the universe has created them. If we examine the sense of taste and smell, we see that these systems are full of amazing proofs of creation. The Qur'an speaks of the perfection in Allah's creation:
He is Allah – the Creator, the Maker, the Giver of Form. To Him belong the Most Beautiful Names. Everything in the heavens and Earth glorifies Him. He is the Almighty, the All-Wise. (Surat al-Hashr, 24)
The human body needs food and water to continue its vital functions. We meet the needs of its trillions of cells by eating and drinking so that each cell can acquire the energy it needs to function properly. We make a variety of decisions while eating: Is the food nourishing and healthy, or is it rotten and potentially dangerous? Does the food taste bitter, salty, or acidic? Does it contain the necessary mineral salts and fluids, amino acids used in the synthesis of cell protein, carbohydrates to meet our energy needs, and fats?
Moreover, we know how to maintain our health. For example, when we feel out of sorts, we choose foods rich in vitamins, minerals, and sugars. When our blood pressure drops, we eat salty foods; when it rises, we avoid such foods and beverages. Our sense of taste analyses proteins, ions, complex molecules, and many chemical compounds; it works unceasingly throughout our lives on our behalf. And, as it provides our daily nutritional needs, we enjoy the incomparable tastes of food, drink, fruit, pastry, and candied fruit. We can enjoy such wonderful things because of the sense of taste that Allah, in His endless generosity, has placed at our service. The Qur'an tells us that Allah has created good, clean food for human beings:
Allah made Earth a stable home for you and the sky a dome; formed you, giving you the best of forms; and provided you with good and wholesome things. That is Allah, your Lord. Blessed be Allah, the Lord of all the worlds. (Surah Ghafir, 64)