İnkar edenler ile müminleri birbirlerinden ayıran en önemli özelliklerden biri, müminlerin tevbe etme ibadetini sıklıkla yapmalarıdır. İnkarcılar kendilerini hatasız ve günahsız saymaya çalıştıkları için tevbe etmeye gerek duymazlar. Müminler ise Allah’a karşı hiçbir günah işlemek istemezler. Ancak insan yaratılışı gereği, kimi zaman nefsine uyup, hata yapabilir ve günaha girebilir. Allah’ın hükümlerini uygulamada gevşeklik göstermek gibi bir gaflete düşebilir. Ama sonuçta iman eden insanlar, hataları nedeniyle pişman olup Allah’a yönelir ve Rabbimiz’den bağışlanma dilerler.
Allah insanı çok aciz bir varlık olarak yaratmıştır. Cahillik veya bilgisizlikten dolayı insan gaflete kapılabilir, en iyi bildiği konuları bile unutup yanılabilir, eksik veya hatalı düşünebilir, yanlış kararlar alabilir, bilerek veya bilmeyerek kusurlu bir davranışta bulunabilir. Çünkü insanı Allah’a karşı isyana sürüklemeye çalışan, vesvese vererek doğru yoldan onu saptırmaya çalışan şeytan gibi amansız bir düşmanı vardır. Nefis gibi de sürekli olarak kötülüğü emreden bir yönü vardır. İnsan bu iki negatif güçten kendisini koruyabildiği ölçüde Allah’ın rızasını ve hoşnutluğunu kazanabilir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri “bu tahribat, sefahet ve cazibedar hevesat (dünyanın cazip yönlerinin çok olduğu) zamanında davranışlarımızda temel hareket noktamızın, şerleri (kötülükleri) def etmek ve günahları terk etmek” olduğunu belirtir. Ancak her ne olursa olsun Allah insanlara hatalarını telafi edebilmeleri için mutlaka bir yol gösterir; bu yol tevbedir.
Allah, insanlara hata ve günahlarından dolayı her zaman bağışlanma dileme ve tevbe etme imkanı tanır. Samimi olarak hatalarından vazgeçen ve Allah’a tevbe eden kimse Allah’ın kendisini bağışlayacağını umabilir. Allah Kuran’da pek çok ayette ‘Affeden’, ‘Bağışlayan’ ‘Koruyan’ ‘Rahmet eden’ olduğunu bildirir. Allah’ın Tevvab yani ‘Tevbeleri kabul eden’, Gafur yani ‘Bağışlayan’, Rahman yani ‘Merhamet eden’ yüce sıfatları pişman olan ve tevbe eden herkesin üzerinde tecelli eder. Allah bir ayetinde “Haber ver kullarıma; şüphesiz Ben, Ben bağışlayanım, esirgeyenim.” (Hicr Suresi, 49) diye buyurarak kullarını müjdeler.
İnsanın hayatı boyunca hiç hata yapmayacağını, eksiksiz ve kusursuz olduğunu iddia edebilmesi imkansızdır. Çünkü insan hata yapabilecek aciz bir varlık olarak yaratılmıştır. Yüce Rabbimiz ise sonsuz bağışlayan ve tevbeleri kabul edendir. Bu nedenle müminin bilerek veya bilmeyerek, gaflete kapılarak ya da nefsine uyarak işlediği hataları konusunda yapması gereken, bunlardan ibret almaktır. Pişman olup doğruya yönelmek, vakit geçirmeden Rabbimiz’e sığınmak ve bir daha o hatayı tekrarlamamak için gayret göstermektir. Elbette ki insan hata yapmamaya ve günah işlememeye, Rabbimiz’in sınırlarını korumaya çok özen göstermelidir fakat buna rağmen hata yaptığında da, Allah’tan bağışlanma dilemesi çok güzel bir mümin özelliğidir. Rabbimiz’in ‘Tevbeleri kabul eden’ (Tevvab), ‘Bağışlayan’ (Gafur), ‘Merhamet eden’ (Rahman) isimleri de hatalarından pişman olan ve tevbe edip Allah’a yönelen müminler üzerinde tecelli eder.
Merhametin önemli göstergelerinden biri kişinin affedici ve bağışlayıcı olabilmesidir. Allah Kuran’da iman eden kullarını “affedici ve bağışlayıcı” olmaya şöyle çağırmaktadır:
“Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam’a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.” (Araf Suresi, 199)
Bu, insanın nefsine zor gelebilen, ama Allah Katında güzel karşılığı olan bir tavırdır. İnsan yapılan bir hata karşısında öfkeye kapılabilir ya da onu affetmek istemeyebilir ama Allah müminlere affetmenin daha güzel olduğunu bildirmiş ve onları bu ahlaka teşvik etmiştir:
“Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a aittir...” (Şura Suresi, 40)
Bir başka ayette Allah “Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir” (Şura Suresi, 43) şeklinde bildirerek bunun üstün bir ahlak olduğuna dikkat çekmiştir.
Ayrıca Allah, “Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir” (Nur Suresi, 22) ayetiyle müminleri bu konuda kendi durumlarını düşünmeye de teşvik etmiştir. Çünkü gerçekten de her insan Allah’ın kendisini bağışlamasını, esirgemesini ve rahmet etmesini ister. Yine aynı şekilde bir hata yaptığı zaman, çevresindeki insanların kendisini mazur görmesini ve affetmesini diler. İşte Allah müminlere bu durumu hatırlatarak kendilerine yapılmasından hoşlandıkları bir tavrı, başkalarına da göstermelerini bildirmiştir. Elbette bu, müminler arasında merhameti teşvik eden önemli bir emirdir.
Müminlerin affediciliği, din ahlakından uzak yaşayan kimselerin affetmesinden çok farklıdır. Din ahlakını yaşamayan insanlar, çoğu zaman dilleriyle karşılarındaki kişiyi bağışladıklarını söyleseler bile, yapılan hataya karşı kalben duydukları kin ve kızgınlıktan kurtulmaları oldukça uzun sürer. Tavırları genellikle bu kızgınlığı yansıtacak bir sitemkarlık içerisindedir. Nitekim ellerine ilk fırsat geçtiğinde de zaten kalplerinde biriktirdikleri bu kin ve öfkelerini dile getirirler.
Müminler insanın hata yapabilecek acizlikte yaratıldığını bildikleri için, daha en başından karşı tarafa merhametle yaklaşırlar. Zira Kuran’da yer alan tevbe ile ilgili ayetler, insanın hata yapmaya açık bir varlık olduğunu, ancak önemli olanın bu hatayı fark eder etmez, bir daha tekrar etmeme gayretiyle hemen vazgeçmek olduğunu bildirmektedir. Bu ayetlerden biri şöyledir:
“Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemen tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.” (Nisa Suresi, 17)
Kişinin samimiyetini ifade eden bu şartlar oluştuğu sürece müminler de birbirlerine karşı son derece bağışlayıcı ve merhametli bir tavır gösterirler. Tevbe ettiği, pişmanlık duyduğu ve düzeltmeye çalıştığı hatalarından dolayı bir mümine karşı içlerinde kin beslemezler. Samimi olarak vazgeçmişse kimseyi geçmişte yaptıklarından dolayı yargılayamayacaklarını ve asıl önemli olanın kişinin son anda gösterdiği ahlak olduğunu bilirler.
İman edenler kendilerinin tamamen haklı oldukları ve karşı tarafın tümüyle haksız olduğu bir durumda bile hiç tereddütsüz affedici olabilirler. Çünkü Allah bunun güzel bir ahlak özelliği olduğunu bildirerek müminlere şöyle tavsiye etmiştir:
“Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.” (Al-i İmran Suresi, 134)
İman edenler Allah’ın bu hükmüne uyarak kendi haklarından kolaylıkla vazgeçer ve alttan alarak karşı tarafa güzel ahlakları ile örnek olurlar.
Bu konuda yine Kuran ahlakının getirdiği büyük bir farklılık daha söz konusudur; müminler affetme konusunda hataları büyük ya da küçük diyerek ayırmaz ve hataya göre farklı bir affedicilik anlayışı geliştirmezler. Hatayı yapan kişi istemeden büyük bir can ya da mal kaybına neden olmuş ve bu da karşı tarafın menfaatlerine büyük ölçüde zarar vermiş olabilir. Ancak meydana gelen her olayın Yüce Rabbimiz Allah’ın izni ile ve bir kader dahilinde geliştiğini bilen mümin, bu tür bir olayı tevekkülle karşılar ve şahsi bir kızgınlık içerisine girmez.
Yine bu kişi cehalet sonucu Kuran’ın bir hükmünü gereği gibi yerine getirememiş ve Allah’ın koyduğu sınırları aşmış olabilir. Ancak bu tavırlarından dolayı kişiyi yargılayacak olan yalnızca Allah’tır. Dolayısıyla bu konuda bir yargılama yapmak ve kişiyi affetmemek gibi bir tavır müminlerin sorumluluğunda değildir. Kişinin samimi olarak tevbe edip bu tavrından pişman olması durumunda alacağı karşılık Allah Katındadır. Nitekim Allah “Gerçekten, Allah, Kendisi’ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar...” (Nisa Suresi, 48) ayetiyle “Allah’a ortak koşma” dışında müminlerin samimiyetle vazgeçtikleri hatalarını affedebileceğini bildirmiştir. Müminler bunu bilemeyecekleri için onlar ancak Allah’ın bildirdiği şekilde affeder ve eğer bu konuda Kuran’da bildirilen bir açıklama varsa, hata yapan kişiye bu doğrultuda davranırlar. Kuşkusuz ki bu aynı zamanda Rabbimiz’in hoşnutluğunu ve rızasını kazanmaya da en uygun olan tavırdır:
“... Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Teğabün Suresi, 14)
İman eden bir kişinin sık sık tevbe etmesi onun tevazusunun ve Allah karşısında aczini ve fakrini bilmesinin bir alametidir. Allah’ın rızasına uygun bir harekettir. Bu ibadete karşılık olarak da Allah çok tevbe eden kişilerin kalbine ferahlık verir, üzerindeki ağırlığı kaldırır, aklını açar.
Müminin tevbe etmesindeki hikmetlerden biri kesin bir pişmanlık yaşayarak vakit geçirmeden Allah’a sığınıp bir daha o hatayı yinelememek için gayret göstermesidir. Yani gerçek ve içten bir tevbe yapmasıdır. Niyetine ve sözüne sadık kalıp, ölüm gelinceye kadar da doğru istikamet içinde olup tevbe etmesidir. Kuran’da, “Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemen tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder...” (Nisa Suresi, 17) ayetiyle, samimiyetle tevbe eden bir kişinin bakış açısının nasıl olması gerektiği tarif eder. Bir başka ayette de Allah “Ve ‘çirkin bir hayasızlık’ işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.” (Al-i İmran Suresi, 135) diyerek müminin tavrının nasıl olması gerektiğini bildirir.
Yapılan hatalardan hemen Allah’a sığınılması, tevbenin geciktirilmemesi önemli bir noktadır. Çünkü hatalar, Bediüzzaman Hazretleri’nin tarifiyle “tevbe ile çabucak silinmezse, kalbi ısıran zehirli bir yılan haline dönüşür. Kalp de bir defa lekelenince artık yeni lekelere açık hale gelir. Böylece insan fasid (bozuk) bir daire içine düşer. Her günah yeni bir günahı doğurur; doğurmakla kalmaz, insanın içindeki tevbe ve nedamet (kıskançlık) duygularını da pörsütür. Nihayet “Hayır hayır, onların kalbleri pas bağladı.” (Mutaffifin, 83/14) sırrı zuhur eder.”
“Günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.”
(Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, 21)
Elbette samimi pişmanlığı yaşayan bir kişi işlediği hatayı veya günahı tekrarlamamaya itinayla gayret etse de yine aynı hataya düşebilir. Bu durum, kişinin kendine olan güvenini yitirmesine sebep olmamalıdır. Ölene kadar her insan için her an tevbe etme ve samimiyetle Allah’a teslim olma yolu açıktır.
Fakat insan da kendisine tanınan süreden dolayı aldanmamalıdır. Allah’ın merhametini, affediciliğini, bağışlayıcılığını suistimal edecek bir ahlak göstermemelidir. Allah’ın kendisine tanıdığı süreyi lehinde kullanmalı, vakti varken tevbe ve bağışlanma dileyerek hidayete yönelmelidir. Çünkü ölüm anındaki iman ve tevbe Allah Katında geçerli olmayabilir. Bu nedenle her insan, her an ölecekmiş gibi hareket etmek ve ahlakını güzelleştirmek için gayret etmek zorundadır.
Unutulmamalı ki, insan hayatı boyunca küçük veya büyük nasıl bir hata yaparsa yapsın, samimi olarak tevbe ettiği müddetçe, samimi bir kalple, bağışlayan ve esirgeyen, tevbeleri kabul edip günahları iyiliklere çeviren Allah’a yöneldiği sürece geçmişte yaptığı hatalarının bağışlanmasını umabilir. Allah, tevbenin karşılığını mutlaka verir. Günahlarını bağışlayarak iyiliklere çevirir, yaptığı ve yapacağı hayırlı ve güzel işleri en güzeliyle ödüllendirir.
Allah’ın bağışlayan sıfatı, Rabbimiz’in insanlara sunduğu en büyük nimetlerden ve kolaylıklardan biridir. İnsanın ümitsizliğe kapılıp yaptığı hatalardan sonra kendini bir daha toparlayamayacağını düşünmesi çirkin bir zandır. Allah’ın şefkatini, merhametini, bağışlayıcılığını göz ardı eden kişi kendi kendine zulmetmiş, aynı zamanda da Kuran ahlakının gereğini uygulamamış olur. Hatalar, bunlardan hemen vazgeçen ve Kuran’a uygun bir tavır sergileyerek bunları telafi eden samimi müminlerin ahiretteki derecelerini yükseltir, onları olgunlaştırır, eksiklik ve acizliklerinin, kulluklarının daha iyi bilincine varmalarını sağlar. Önemli olan kişinin günahında ısrar etmeden hemen pişman olup tevbe etmesidir. Ayetlerde Rabbimiz salih amellerde bulunan, zekatı veren, kısaca Kuran ahlakını yaşayanları bağışlayacağını ve rahmetine sokacağını bildirmektedir:
“Gerçekten Ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım.” (Taha Suresi, 82)
İnsanları din ahlakından uzaklaştıran sebeplerden bir tanesi, işledikleri günahların getirdiği suçluluk duygusu nedeniyle kendilerini “asla düzelmez, iflah olmaz” kimseler olarak görmeye başlamalarıdır. Allah’ın Rahman ve Rahim isimlerini, tevbeleri kabul eden, sonsuz bağış sahibi olan olduğunu unutan bu insanları şeytan sürekli kışkırtır ve günah işleyen bir insana “sen zaten günahkarsın, artık düzelmen mümkün değil, bunu böyle kabul et” telkini verir. Daha sonra da kişiyi “nasıl olsa bir kez günah işledin, tekrar işlemenin hiçbir kaybı olmaz” gibi kandırmacalarla çok büyük bir batağın içine çeker. İnsanın günahı nedeniyle Allah’a karşı duyduğu mahcubiyet hissini kullanır ve bunu o insanı Allah’tan tamamen uzaklaştırmak için suistimal eder. Ancak şeytanın her hilesi gibi bu da zayıftır. Çünkü bir insanın günah işlemesi, o kişinin artık doğru yolu bulamayacağı anlamına gelmez. Allah, günahlarından dolayı samimi bir şekilde tevbe eden, bağışlanma dileyip artık o günahı işlememeye azmeden herkesi bağışlayacağını Kuran’da şu şekilde bildirmiştir:
“Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Maide Suresi, 39)