Azap size gelip çatmadan evvel, Rabbiniz'e yönelip-dönün ve O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Rabbiniz'den, size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda değilken, azap apansız size gelip çatmadan evvel. (Zümer Suresi, 54-55)
İnsan hayati bir tehlike ile yüz yüze geldiği zaman, vicdanı, şaşırtıcı bir hızla her şeyin muhasebesini yapmaya başlar. Dünyada geçirdiği ömrünü ve bu süre içinde yaptığı işleri bir bir değerlendirir. Eğer bu kişi dünyada iyi işler yapmamış, Allah'ın dinine uymamış bir kişi ise, o an içini büyük bir pişmanlık kaplar. Çünkü dünyadaki yaşamı boyunca hiç düşünmediği gerçekler, bir anda tüm açıklığıyla gözünün önünde beliriverir. Belki de hayatında ilk defa, ölümün gerçekte çok yakın olduğunun farkına varır. Dünyadayken cenneti hak edecek bir yaşam sürmediğini ve yaşadığı pişmanlık hissinin de bundan kaynaklandığını düşünüp anlar. Allah'a karşı gösterdiği nankörlüğü fark etmiştir ve bu tavrının karşılıksız kalmayacağını da vicdanıyla çok iyi hissedebilmektedir. O ana kadar hiç yaşamadığı yoğun bir korku içini kaplar. İçinde bulunduğu durumdan kendisini yalnızca Allah'ın kurtarabileceğini anlar. Eğer kurtulursa artık bundan sonra bu yaşadıklarını kesinlikle hiç unutmayacağına, Allah'a çok şükredeceğine ve hayatının geri kalan kısmını bu gerçeklere göre düzenleyeceğine dair sözler verir. O anki tehlikeden kurtulabilmek için yalvara yalvara Allah'a dua eder. Yeter ki kurtulsun ve eline bir daha yaşama fırsatı geçsin...
Ama kimi insan, içinde bulunduğu tehlikeyi atlattıktan sonra, Allah'a verdiği sözüne sadık kalmaz. Allah'ın kendisini kurtarması ile birlikte bir anda eski ruh haline geri döner. Duyduğu pişmanlık ve teslimiyet, yerini bir anda eski nankörlüğüne bırakır. Ölümle burun buruna geldiğinde düşündüğü ve farkına vardığı gerçekleri bir anda unutur. Tehlikeyi atlatmanın verdiği güven içinde, sanki Allah'a dua eden ve o pişmanlığı yaşayan kendisi değilmiş gibi Allah'tan yüz çevirir. Eski yaşamına kaldığı yerden, belki de dünyaya daha da bağlanarak devam eder. Allah bu kimselerin ruh hallerini Kuran'da şu örneklerle açıklamıştır:
Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatır; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na 'gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)' olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak Sana şükredenlerden olacağız." "Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi, 22-23)
Size denizde bir sıkıntı (tehlike) dokunduğu zaman, O'nun dışında taptıklarınız kaybolur-gider; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür. Kara tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya üzerinize taş yığınları yüklü bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil bulamazsınız. (İsra Suresi, 67-68)
Ayetlerde de dikkat çekildiği gibi acaba insan bu tehlikeyi atlattıktan sonra benzer ya da başka bir tehlikeyle karşılaşmayacağından, karşılaşsa bile tekrar kurtulabileceğinden emin midir? Elbette böyle bir şeyden emin olamaz. Üstelik tekrar kurtulsa bile bir şey değişmez çünkü kendisi için takdir edilmiş süreyi doldurduğunda mutlaka ölecektir. O zaman da yine aynı pişmanlığı yaşayacak ama bu pişmanlık fayda etmeyecektir.
Burada anlatılanlar, aslında dinden uzak yaşayan tüm insanların sahip oldukları ortak ruh halidir. Allah Kuran'ın başka ayetlerinde bu insanların içinde bulundukları durumu bizlere şöyle haber vermektedir:
İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara Bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi, 12)
İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, 'gönülden katıksız bağlılar' olarak, Rablerine dua ederler; sonra Kendinden onlara bir rahmet taddırınca hemencecik bir grup Rablerine şirk koşarlar. (Rum Suresi, 33)
Görüldüğü gibi ayetlerde tarif edilen insanlar, bir sıkıntıyla karşılaştıkları an Allah'a yönelirler. Ancak tehlikeden kurtulduktan sonra bir anda Allah'a verdikleri sözü unutarak nankörlük ederler. Buradan da anlaşılmaktadır ki, yaşadıkları pişmanlık, tehlike anındaki çaresizliklerinden kaynaklanmaktadır.
Oysa en başta da belirttiğimiz gibi inanan insanlara has, fayda getiren pişmanlık böyle değildir. Gerçek pişmanlık, bir anda unutulmayan, insanı harekete geçiren, hatta kimi zaman insanda köklü değişiklikler meydana getirebilen bir duygudur. Samimi bir pişmanlığı kalbinde hisseden kişi, hayatının kendisine bağışlanan ondan sonraki bölümünü Allah'ın rızasına uygun olarak yaşar ve Allah'ı bağışlayan ve esirgeyen olarak bulmayı umar. Şartlar değiştiğinde ve kendisine yeni bir fırsat tanındığında asla eski tutumuna geri dönmez. Çünkü böyle bir nankörlüğün, Allah'ın, ayetlerinde belirttiği gibi, kendi aleyhine olacağını bilir.
Allah, Kuran'da bahsi geçen gemideki insanların psikolojilerini bize bir ibret olarak bildirmektedir. Zira bu, her insanın nefsinde bulunan bir eğilimdir. Öyleyse her insan nefsinin bu olumsuz özelliğinden sakınmalı, ayetlerde tarif edilen insanların durumundan ibret alarak samimi bir vicdan muhasebesi yapmalıdır. Ve şunları düşünmelidir:
"Ben, buna benzer bir durumla karşı karşıya kalsam nasıl bir ruh haline sahip olurdum? Nelerden pişmanlık duyar ve bana isabet eden tehlikeden kurtulduğum takdirde, kendimde neleri değiştireceğime dair Allah'a söz verirdim? Nelerden vazgeçer, hangi kararlarımı samimiyetle uygulamaya başlardım?"
İnsanın bunları düşünmesi ve doğru bir karar alması için mutlaka tehlike içinde olması gerekmez. Hatta böyle bir tehlikeyle karşı karşıya olmadığı için kimse aldanmamalıdır. Bugün böyle bir duruma hiç düşmeyeceğini düşünen bir insan, belki çok yakın bir zamanda benzeri bir olay yaşayacaktır. Veya belki de hayatının sonuna kadar böyle bir olayla karşılaşmayacaktır. Ama kesin olan bir şey vardır ki, kendisi için takdir edilen ölüm anı gelip çattığında, bir anda ölüm meleklerini yanında bulacaktır. Ve ölümün gerçekliğini gördüğü anda, eğer Allah'ın rızasına uygun bir yaşam sürdürmediyse mutlaka pişmanlığını hissedeceği şeyler olacaktır.
İşte bu pişmanlıkla dünyada da, ahirette de sonsuza kadar karşılaşmamak için yapılacak tek şey, Allah'a yönelmek, O'ndan korkup sakınmak, O'nun Kuran'da bildirdiği emirlerini yerine getirmektir. Ölüm çok yakındır. O halde insan, yapacaklarını hiçbir şekilde ertelememeli, aldığı samimi kararları da sabır ve irade göstererek uygulamaya geçirmelidir. Allah'a olan yakınlık ve samimiyetinin ölçüsü ise, çaresizlik ve tehlike anında Allah'a katıksızca yönelip dönen bir kimsenin eriştiği yakınlık ve samimiyet derecesinde olmalıdır. Bu yakınlık ve samimiyeti de geri kalan tüm hayatı boyunca sürdürmelidir.
İnsanın unutmaması gereken en önemli gerçek şudur: Dünyada bulunmasının asıl amacı, Allah'ın razı olduğu bir kul olmaktır. Bunun dışındaki her şey; kazandığı başarılar, sahip olduğu mal mülk, ailesi, çevresi, makamı Allah'a yakınlaşmak için yalnızca birer araçtır. Bunların kendisine, Allah'a şükretmesi, O'na yönelmesi için verildiğini unutup veya göz ardı edip, yalnızca bu araçları şuursuzca elde etmeyi amaç edinenlerin ise dünyada yapmakta oldukları her şey -Allah'ın dilemesi dışında- boşa çıkacaktır. Dünyada elde ettikleri geçici faydalar bu kişilere ahiret gününde hiçbir şey kazandırmayacaktır. Üstelik Yüce Rabbimiz Allah, en çok böyle insanların hüsrana uğrayacaklarını Kuran’da şöyle açıklamaktadır:
De ki: "Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi?" "Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar." İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık onların yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız. (Kehf Suresi, 103-105)
Eğer insan, dünyada sergilediği hal, tavır ve ahlakıyla Allah'ın rızasını kazanırsa, Allah onu dünyada ve ahirette koruyup gözetecektir. Ama dünyadayken bu fırsatı kaçırırsa, dünya hayatına hırsla bağlanırsa, daha ölüm melekleri yanına geldiği anda artık telafi edemeyeceği bu korkunç hatasının farkına varacak ve -Allah'ın dilemesi dışında- sonsuza kadar sürecek bir pişmanlık içinde yaşayacaktır. Allah Kuran'da, Kendi huzuruna çıktıklarında yaptıklarından dolayı pişman olan insanların sözlerini şöyle bildirmektedir:
Der ki: "Keşke hayatım için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim." (Fecr Suresi, 24)
"... Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım." (Kehf Suresi, 42)
"... Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım," (Furkan Suresi, 27)
Yaptıklarından dolayı pişmanlık yaşayıp, çaresizlik içerisinde bu sözleri söylemek istemeyen her insan, hemen şimdi, dünya hırslarından kendisini arındırarak Rabbimiz'e icabet etmeli ve O'nun bizden istediği şekilde yaşamını sürdürmelidir.
SORU: Bugün ateist birine Allah’ın varlığını anlatırken bana dedi ki; 'Bütün dünyada binlerce ölüm var. Allah neden bunlara izin veriyor?” Ne demeliydim, hikmeti nedir?
ADNAN OKTAR: Peki ölüm olmasa, hastalık olmasa insanların ne hale geleceğini düşünüyor musun? Ölüm olduğu halde, yüzlerce binlerce hastalık olduğu halde, mesela birçok insanın dişi ağrıyor, böbreği ağrıyor, kulağı, başı ağrıyor. Baş ağrısı için ayrı ilaç alıyor, saçı için ayrı ilaç alıyor. Hatta sırtı ağrıyor, elektro manyetik aletler takıyor. Ayaklarına tabanlıklar alıyorlar. Her yerde acz var, her insan acz dolu. Sabah kalkıyor, burnunu yıkıyor; ağzını, kulağını yıkıyor. Bunca acizliğe rağmen bazı kişiler deliler gibi dünyaya bağlılar. Mallar ve oğullar, evlenmek, çoluk çocuk sahibi olmak için, zengin olmak için nasıl çılgıncasına, nasıl delicesine bir hırs gösteriyorlar. 70-80 yaşında kişiler bile böyle...
İşte bu imtihanın bir sırrı, bu bir harikadır, mucizedir. Allah’ın harikasıdır bu. Sen diyorsun ki; “ölüm olmasın.” O zaman dünya firavun kaynar Allah esirgesin. Ölümlerle, bu acizlikle ancak ucu ucuna dengeleniyor insanlar. İnsanların halini görüyorsunuz buna rağmen. Bütün milletin yüzükoyun yere kapanıp, secdeden kalkmaması gerekir böyle bir durumda ama çoğu kişinin umurunda bile değil. Mesela ben hanımlar görüyorum; boynunda fıtığı oluyor tedavi görüyor; böbreğinde rahatsızlık oluyor ayrı tedavi görüyor. Bin bir türlü ilaç alıyor.
Belinde disk kayması oluyor, dizlerinde kireçlenme, dişlerinde enfeksiyon, buna rağmen hala dünyayı yaşamanın peşinde oluyorlar. Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi davranıyorlar.” (Sayın Adnan Oktar'ın 25 Nisan 2012 tarihli A9 TV röportajından)
İman etmeyen kimi insanlar, bir hata yaptıklarında, üzerinde tek bir saniye dahi düşünmeden umursuzlukla hayatlarına devam edebilirler. Ne Allah'a karşı bir pişmanlık hissi, ne telafi etme isteği, ne hatadan vazgeçme arzusu ne de bir daha tekrarlamamak için tedbir alma ihtiyacı içinde olurlar.
İman edenler ise çok hassas bir vicdana sahiplerdir. Vicdanlarına uymayan en küçük bir tavır bile, manen bu durumdan müthiş rahatsız olmalarına neden olur. Allah'tan saygıyla korktukları için, Allah'ın razı olmayabileceği bir tavır göstermiş olma ihtimallerinden dolayı ciddi şekilde tedirgin olurlar. Ancak bu rahatsızlıklarını ve tedirginliklerini yine Allah'a sığınarak, Kuran ahlakıyla hareket ederek ortadan kaldırırlar. Cahiliye insanlarında olduğu gibi, tedirgin oldukları için ruhsal bir bunalıma girmezler. Hatalarını duygusal bir bakış açısıyla değerlendirip üzüntüye, sıkıntıya, karamsarlığa ya da umutsuzluğa kapılmazlar. Bu tedirginlikleri, onlarda yalnızca çok derin ve şiddetli bir pişmanlık hissi oluşturur. Ancak bu, ‘şeytani’ değil, ‘Rahmani bir pişmanlık’tır.
Kimi cahiliye insanları ‘pişmanlık’ denilince bunun, ‘insanın içine kapanması, çevresindeki insanlardan uzaklaşması, bitmeyen bir suçluluk hissiyle yaşaması, bunalıma girmesi ve hayatının geri kalanında sürekli olarak bu hatasının acısını çekmesi’ olduğunu sanırlar. İşte bu ‘şeytani bir pişmanlık’ şeklidir. Ve bu pişmanlığın devamında, o hatanın düzeltilmesi de söz konusu değildir. Sadece şirke dayalı bir pişmanlığın sıkıntısı yaşanır.
Müminler ise yaşadıkları derin pişmanlık ile birlikte, çok üst bir samimiyet elde ederler. -Allah'ın izniyle-, Allah'a daha da yakınlaşırlar, Allah'a daha da derinden dua ederler. İman coşkuları, Kuran ahlakını yaşamaktaki kararlılıkları, Allah'a olan bağlılıkları, ahirete olan inançları, Allah korkuları çok daha fazla artar. Her konuda çok daha iyi olmak için çok daha samimi kararlar alır, çok daha fazla çaba harcayacak bir şevk ve enerji kazanırlar.
Cahiliye ahlakındaki kimi insanlar, herşeyi Allah'ın yarattığını düşünmedikleri ve kadere iman etmedikleri için, hayatlarının sonuna kadar yaşadıkları pişmanlık hissinden ve suçluluk duygusundan kurtulamazlar. “Eğer şöyle yapmamış olsaydım, bugün bu durumlar oluşmazdı”, “Şu kişi bana şöyle yapmamış olsaydı, ben şimdi çok farklı bir durumda olurdum” gibi, hiç bir faydası olmayacak varsayımlar üzerinde düşünüp, üzülüp dururlar.
Müminler ise her hatalarından ders alırlar. Onlar da, “Şimdiki aklım olsaydı asla öyle düşünmezdim ya da öyle davranmazdım” derler ama olayların, Allah o şekilde dilediği için ve kaderde o şekilde olması gerektiği için öyle gerçekleştiğini hiç unutmazlar. Defalarca aynı tarihe döndürülseler, her seferinde de olayların aynı şekilde gerçekleşeceğini bilirler.
Dolayısıyla müminlerin yaşadığı pişmanlıkta ‘şirk yoktur’. Kendilerini kınarken, nefislerini eleştirirken ve yaptıklarından dolayı pişmanlık duyarken, bunların tümünün kaderde olduğu için o şekilde gerçekleştiğini unutmazlar. Bu nedenle de cahiliye insanlarında olduğu gibi, ‘kurtulamadıkları bir suçluluk hissiyle yaşamazlar’. Yaşadıkları pişmanlık da, “Nasıl yaptım?”, “Neden yaptım?”, “Keşke yapmasaydım...” gibi Kuran dışı mantıklara dayalı değildir. Herşeyin, yalnızca Allah öyle dilediği için yaratıldığının şuurundadırlar. Önemli gibi görünen bir hata da yapmış olsalar, büyük bir zarara da yol açmış olsalar, tüm bunları Allah'ın yarattığını, hepsinin kaderin bir parçası olduğunu ve hepsinde kendileri için pek çok hayır ve hikmet olduğunu bilirler. Bu nedenle de o hatadan sonraki hayatlarını suçluluk ve eziklik hisleri içerisinde geçirmezler. Hem Allah'tan korkarak hem de Allah’ın rahmetini umarak, samimi olduklarını bilerek, ellerinden gelenin en iyisini yapmak için sürekli olarak çaba harcarlar.
Elbette ki yaptıkları hataları unutmazlar. Ancak bu ‘unutamamalarından’ kaynaklanmaz. İmanın ve Allah korkusunun bir gereği olarak, hataları, iman edenlerin çok daha iyi insanlar olmalarına vesile olur. Müminler hatalarını işte bu sebeple unutmazlar. Bir konuda belki bir kez hata yaparlar ama hayatlarının sonuna kadar hatalarını hatırlayarak, o olaydan aldıkları dersten istifade ederek benzer bir tavır göstermekten sakınırlar.
(Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı). Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O’nun dışında (yine) Allah’tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar. Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 118)
Cahiliye ahlakını yaşayan kimi insanlar ise tevekkül edemedikleri, kadere ve Allah'ın herşeyi hayırla yarattığına inanmadıkları için, hatalarını unutmayı isteseler de başaramazlar. Hayatlarının sonuna kadar hep o hatalarının etkisinde kalarak; onun suçluluğu ve ezikliğiyle sıkıntılı bir ruh hali içinde yaşarlar.
Doğrusu, temizlenip arınan felah bulmuştur. (A’la Suresi, 14)
Dünya hayatı, insanların cennetteki kusursuz ve sonsuz hayatı kazanabilmeleri için yaratılmış çok önemli bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendiremeyip din ahlakından uzak yaşayan insanlar ise, biraz önce sözünü ettiğimiz gibi, ahiretteki azabı gördüklerinde, dünyada geçirdikleri her dakikanın an an pişmanlığını yaşayacaklardır. Çünkü bu insanlar dünyada çok defa uyarılmış, cennetin ve cehennemin varlığından haberdar edilmişlerdi. Hangi davranışlarının kendilerine nasıl bir son hazırlayacağı da onlara bildirilmişti.
Ancak, bu geri dönülmez sona erişmeden önce Allah, dünyada bulundukları süre içerisinde insanlara pişmanlığın nasıl bir duygu olduğunu tanıtır. Ölümlerinden önce belki düşünür ve doğruyu görürler diye pişmanlık hissini onlara mutlaka yaşatır. Bununla birlikte, pişmanlığı içlerinde yaşayan insanlara, hatalarını ve yanlış olan davranışlarını düzeltebilecekleri belli bir süre de verir. Her insan henüz dünyada iken, hayatını Allah'ın kendisinden istediği şekilde yönlendirme ve tevbe ederek geri kalan yaşamını Allah'ı razı edecek şekilde sürdürme imkanına sahiptir.
İşte bu yönüyle dünyadaki pişmanlık duygusu, aslında insanlara Allah'ın vermiş olduğu çok büyük bir fırsattır. Çünkü eğer bu pişmanlığın arkasından Allah'a yönelirlerse, Allah onları, bu samimiyetlerine karşılık ebedi olarak kurtarır. Ama aksine, Allah'tan gelen bu uyarı ve fırsatları umursuzca görmezden gelip vurdumduymazlık yaparlarsa, cezaları, Allah dilediği sürece kurtulamayacakları bir pişmanlık ve azap olur.
Kuran'da hata yapıp sonradan pişman olan insanlar hakkında pek çok örnek verilir. Yaşadıkları pişmanlık, bu insanlardan bir bölümünü Allah'a yöneltmiş, geri kalan yaşamlarında bir daha aynı hataları tekrar etmemelerini sağlamıştır. Ama bir bölümü de bir süre sonra yaşadıkları sıkıntıyı unutmuş, aynı isyankar tavırlarına geri dönmüşlerdir.
Hatalarından dolayı duydukları pişmanlığın kendilerini tevbe etmeye ve doğru yola sevkettiği kimselere, Allah Kuran'da, Peygamberimiz (sav) döneminde mücadeleden geri kalan üç kişiyi şöyle örnek verir:
Andolsun Allah, peygamberin, Muhacirlerin ve Ensarın üzerine tevbe ihsan etti. Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi nerdeyse kaymak üzereyken- ona güçlük saatinde tabi oldular. Sonra onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir. (Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı). Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O'nun dışında (yine) Allah'tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar. Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 117-118)
Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi o dönemde geri kalan üç kişi, içlerinde büyük bir pişmanlık yaşamışlardır. Ve bu pişmanlıktan kurtulmanın tek yolunun da yine Allah'a sığınarak tevbe etmek olduğunu anlamışlardır.
İşte gerçek pişmanlık, insanları hemen harekete geçiren, hatta onları değiştiren, hatalarını düzeltmeye yönlendiren böyle bir pişmanlıktır. Böylesine samimi bir pişmanlıkta insanlar, hayatlarının geri kalan bölümünü Allah'ın rızasına uygun olarak yaşayacak ve Allah'ı bağışlayan ve esirgeyen olarak bulmayı umacaklardır. Çünkü Allah tevbeleri kabul eder ve hatalarını düzelten kullarını bağışlar. Allah bu gerçeği Kuran'ın şu ayetleriyle haber verir:
Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. Kim tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah'a döner. (Furkan Suresi, 70-71)
Kötülük işleyip bunun ardından tevbe edenler ve iman edenler; hiç şüphesiz Rabbin, bundan (tevbeden) sonra elbette bağışlayandır, esirgeyendir. (A'raf Suresi, 153)
Gerçekten Ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım. (Taha Suresi, 82)
Bunun yanı sıra, Kuran'da, peygamber gönderilen kavimlerin, yaptıkları büyük hatalardan dolayı pişman oldukları da belirtilmektedir. Nitekim Hz. Musa (as)'ın Tur Dağı'na gitmesinin ardından kavmi, Allah'ı unutup bir heykele tapmaya başlamış, ancak yaptıklarının büyük bir hata olduğunu gördüklerinde büyük pişmanlık duymuşlardır. Allah, kavmin içine düştüğü bu pişmanlığı, ayetlerde şöyle haber vermektedir:
(Tur'a gitmesinin) Ardından Musa'nın kavmi süs eşyalarından böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tapılacak ilah) edindiler. Onun kendileriyle konuşmadığını ve onları bir yola da yöneltip-iletmediğini (hidayete erdirmediğini) görmediler mi? Onu (tanrı) edindiler de, zulmedenler oldular. Ne zaman ki (yaptıklarından dolayı pişmanlık duyup, başları) elleri arasına düşürüldü ve kendilerinin gerçekten şaşırıp-saptıklarını görünce: "Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa kesin olarak hüsrana uğrayanlardan olacağız" dediler. (A'raf Suresi, 148-149)
Allah'ın, Kuran'da bu konuda bahsettiği bir diğer örnek ise bahçe sahipleridir. Bahçe sahipleri Allah'ın nimet olarak verdiği bahçeyi kendilerine maletmiş, büyüklenmiş ve Allah'a şükretmeyi unutmuşlardır. Bunun üzerine Allah'tan gelen azap, onların bu davranışlarından dolayı pişman olmalarına ve hemen Allah'a yönelip dönmelerine vesile olmuştur. Kuran'da bahçe sahipleri ile ilgili ayetler şöyledir:
Gerçek şu ki, Biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik. Hani onlar, sabah vakti (onu) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi. (Bu konuda) Hiçbir istisna yapmıyorlardı. Fakat onlar, uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp-gelen bir bela' onun üstünü sarıp-kuşattı. Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup-kapkara kesildi. Nihayet sabah vakti birbirlerine seslendiler. "Eğer ürününüzü devşirecekseniz erkence kalkıp-çıkın." Derken, aralarında fısıldaşarak çıkıp-gittiler: "Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın." (Yoksulları) engellemeye güçleri yetebilirmiş gibi erkenden gittiler.
Ama onu görünce: "Muhakkak biz (gideceğimiz yeri) şaşırmışız" dediler. "Hayır, biz (her şeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık." (İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: "Ben size dememiş miydim? (Allah'ı) Tesbih edip yüceltmeniz gerekmez miydi?" Dediler ki: "Rabbimiz Seni tesbih eder, yüceltiriz; gerçekten bizler zalim imişiz." Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başladılar. "Yazıklar bize, gerçekten bizler azgınmışız" dediler. "Belki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca Rabbimiz'e rağbet eden kimseleriz." (Kalem Suresi, 17-32)
Ne var ki insanların birçoğu, dünyadayken pişman olmaları ve tevbe edip salih amellerde bulunmaları için kendilerine gelen uyarıyı, şartlar değiştiğinde ve kendilerine yeni bir fırsat tanındığında hemen unutabilirler. Bu uyarıyı göz ardı edip eski tutumuna geri dönenlerin ise, tevbe etmedikleri müddetçe bu nankörlükleri karşılıksız kalmayacaktır. Hz. Salih (as)'ın kendilerine peygamber olarak gönderildiği Semud kavminin yaşadıkları da böyledir. Allah'ın elçisi onları açıkça uyardığı, pişman olacaklarını, azapla karşılaşacaklarını bildikleri halde ısrarla isyanda diretmişlerdir. Elbette Allah vaadinden dönmeyendir ve vaat ettiği azabı bu insanlara göstermiştir. Tüm insanlara ibret olacak bu gerçeği Allah Kuran'da şöyle haber verir:
Dedi ki: "İşte, bu bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günün su içme hakkı da sizindir. Ona bir kötülükle dokunmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar." Sonunda onu (yine de) kestiler, ancak pişman oldular. Böylece azap onları yakaladı. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir. (Şuara Suresi, 155-159)
Bilinmelidir ki Allah sonsuz adalet sahibidir. Yapılan hiçbir hatayı karşılıksız bırakmaz, ancak Kendi rızası için yapılan güzelliklerin de kat kat karşılığını verir. Samimi bir pişmanlık duyarak Kendisi'ne yönelen bir kimseyi mutlaka kurtuluşa erdireceğini ve onu rahmeti ve cennetiyle mükafatlandıracağını müjdeler. Bu durumda insanın kendine şu soruyu sorması gerekir: Dünyada yaşanan geçici bir pişmanlığın dahi ne kadar büyük bir sıkıntı olduğunu biliyorken, sonsuza dek sürme ihtimali olan bir pişmanlığı göze almak doğru olur mu? Üstelik azabın bir an olsun hafifletilmeyeceği cehennem hayatında yaşanacak bir pişmanlığı...
Elbette hiç kimse böyle bir pişmanlığı göze alamaz. Bu durumda insanın yapması gereken bellidir. Dünyada bu fırsatı değerlendirme imkanı her insan için halen mevcuttur. Dahası bu fırsatı kullanabilen bir insan sadece cehennem azabından kurtulmakla kalmayacak, hem dünyadaki hem de cennetteki tüm nimetlerin varisi olacaktır.
İşte bu nimetlere kavuşmak ve cehennem halkının pişmanlığından uzak kalmak isteyen her insan, hayatını Allah'ın rızasını kazanmaya adamalıdır. O'nun kendisini çağırdığı, karanlıklardan nura ileten yola kayıtsız şartsız uymalıdır. Konuyla ilgili ayetlerde Allah şöyle buyurmaktadır:
O'dur ki, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için size rahmet etmekte; melekleri de (size dua etmektedir). O, müminleri çok esirgeyicidir. O'na kavuşacakları gün, onların dirlik temennileri: "Selam"dır. Ve O, onlara üstün bir ecir hazırlamıştır. (Ahzab Suresi, 43-44)