Kitabın başında Hz. İbrahim (as)'ın, kendisine bir öğreten olmadığı halde vicdanıyla Allah'ın varlığını ve büyüklüğünü kavradığından, Allah'a kulluk etmesi gerektiğini hemen anladığından söz etmiştik. Bilinmelidir ki, her insan aynı vicdana sahiptir; vicdansız insanları yüksek vicdanlı insanlardan ayırt eden, bildikleri gerçeklere gözlerini kapatmaları ve kulaklarını tıkamalarıdır.
Allah'ın Kuran'da övdüğü bir peygamber olan Hz. İbrahim (as) gibi hayatlarının her anında vicdanlarının sesine uyan insanlar, güzel ve huzurlu bir yaşam sürdürürler. Çünkü bu insanlar doğruya uymanın ve ahirette güzel bir karşılık ummanın verdiği manevi rahatlık içindedirler. Vicdanlarına uymayan insanlar için ise bunun tam tersi geçerlidir. Bu insanlar doğru olanı uygulamamanın, hak olana tabi olmamanın ve bunun karşılığında da büyük bir ceza olacağını bilmenin gizli sıkıntısını, yani vicdan azabını içlerinde yaşarlar. Nereye gitseler, ne yapsalar bu sıkıntı peşlerini bırakmaz. Dünyanın en büyük servetine de sahip olsalar, ülke ülke de dolaşsalar üstlerindeki bu manevi baskıdan kurtulamazlar.
Aslında çekilen bu vicdan azabı, yaptığı yanlışlıktan dönmesi için kişiye Allah'tan bir uyarıdır. Dolayısıyla mümin olanlar için büyük bir nimettir. Çünkü kişinin aklının başına gelmesine bir vesile, tevbe edip davranışlarını düzeltmesine bir teşviktir. Ama din ahlakından ve samimiyetten uzak insanlar için de gerçek manada bir azaptır. Onlar yaşadıkları bu sıkıntının sebebini bildikleri halde telafi etme yoluna gitmek yerine bunun nedenini anlamazlıktan gelirler. Gösterdikleri bu direnç yüzünden de hayatları boyunca gerçek manada mutlu ve huzurlu olamazlar.
İşte kitabın başından bu yana söz ettiğimiz, gerçekleri bildikleri halde görmezlikten ve anlamazlıktan gelerek kendilerini kandıran insanlar bir ömür boyu bu manevi azap içinde yaşarlar. Vicdanları böylesine bir azap ve baskı içindeyken onlar kendilerine sahte mutluluklar yaratmaya çalışır, ama başaramazlar. Çünkü azap içindeki vicdanı rahatlatmanın yegane yolu Allah'a tevbe ederek buna sebep olan hatayı terk etmektir.
Eğer siz de vicdanınızı dinlemek yerine çeşitli bahanelerle kendinizi kandırıp nefsinizin istek ve tutkularına uyarsanız, asla kendinizden savamayacağınız manevi bir azap içinde yaşarsınız. Ancak kendinizi kandırmanız dolayısıyla ebedi hayatınız içinde yaşayacağınız sıkıntı sadece dünyadaki sıkıntılar ile sınırlı kalmaz. Çünkü Allah dünyada kendilerini kandırarak hesap gününü göz ardı eden insanların ahirette de büyük bir azap ve pişmanlıkla karşılaşacaklarını haber vermiştir. Nitekim Kuran'da hesap günü "aldanma" günü olarak da anılmaktadır:
Sizi toplanma günü için birarada toplayacağı gün; işte bu aldanma (teğabün) günüdür. Kim Allah'a iman edip salih bir amelde bulunursa (Allah) onun kötülüklerini örter ve içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük 'mutluluk ve kurtuluş (fevz)' budur. İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince; onlar da içinde sürekli kalıcılar olmak üzere, ateşin halkıdırlar. Ne kötü bir dönüş yeridir o. (Teğabün Suresi, 9-10)
Ayetlerde bildirilen, "aldanma günü", insanın ölümüyle birlikte başlar, dirilişle ve hesapla devam eder, inkarcıların ebedi yurtları olan cehenneme yollanmasıyla son bulur. Dünyadayken kendilerini çeşitli bahanelerle kandıran, şeytanın vaatlerine aldanan insanların, cehennemde karşılaşacakları olaylardan bazıları Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
O, ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de, (insana) "İşte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir" (denildiği zaman da). Sur'a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür. (Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir. "Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir." Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: "İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey. Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine, hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi, ki o, Allah'la beraber başka bir ilah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın." Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: "Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi." (Allah buyurur:) "Benim huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce 'kesin bir uyarı' göndermiştim. Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim." O gün cehenneme diyeceğiz: "Doldun mu?" O da: "Daha fazlası var mı?" diyecek. (Kaf Suresi, 19-30)