Yemen'deki çatışmalar sürüyor. Husiler son haftalarda Suudi Arabistan-Yemen sınırlarında konuşlanan Suudi ordusu ve koalisyon güçlerine karşı saldırılarını artırdı. Koalisyon güçleri de, Suudi Arabistan sınırındaki Hacce kenti yakınlarında bulunan Husi üslerine havadan saldırıyor.
Ülkedeki iç çatışmaların ve koalisyon güçlerinin hava saldırılarının denizdeki ablukasının, gıda, su ve ilaç sıkıntısına yol açtığı Yemen'de, barış için henüz bir umut yok.
Koalisyon güçleri, Husilerin başkentten çıkmasını ve Riyad'da sürgünde olan Devlet Başkanı Mansur Hadi'nin, Birleşmiş Milletler kararı uyarınca ülkesine dönmesini istiyor. Ancak BM Özel temsilcisi İsmail Veled Şeyh Ahmed liderliğinde, taraflar arasında kalıcı bir ateşkes anlaşması için yapılan görüşmelerde henüz net sonuç alınamadı.
Öte yandan başkent Sana'da geçen hafta birçok Şii camiine bombalı saldırı düzenlenmişti. Yemen El Kaidesi ise, ülkenin doğusundaki Mukalla kentinin kontrolünü elinde tutarak bölgedeki gücünü korumayı sürdürüyor. Yemen ile ilgili yazılarımızda, uzun zamandır Yemen'deki fakirlikten ve iç çatışmalardan bahsediyoruz. Oysa tüm bu makalelerde, Yemen'de artan refahtan, şehirlerin yeniden imar edilişinden, Şii ve Sünnilerin birlik olmalarından, beraber namaz kılıp oruç açmalarından bahsetmeyi gönülden isterdik.
Evet, bugün Yemen'de büyük bir çatışma ortamı var, bu nedenle insanların büyük bir kısmı çetin koşullarda yaşıyor. Ancak geçmişe dönüp bakılacak olunursa, o dönemlerden de övgü ile bahsetmek pek mümkün değil.
Sana, Kahire, Bağdat, Halep, çatışmaların olmadığı dönemlerde de aynı sorunlarla boğuşan şehirlerdi. Bölgeye hakim olan özellikler, kahverengi tonlarındaki renkler, toz, toprak, kirlilik, çarpık yapılaşma ve muhtaç konumdaki fakir insanlardı. Afganistan'dan Libya'ya kadar uzanan topraklar, kadınların kendilerini güvende hissederek özgürce gezemedikleri yerlerdi.
Demokrasinin adından tarih boyunca çokça bahsedilmiş ama buralarda varlığına pek rastlanmamıştır. Bugünün huzursuzluğunu, dün de Kaddafi, Saddam gibi liderler yaşatmıştır bu topraklarda. Kendi gibi düşünmeyen, kendi gibi olmayanın ölmesi gerektiğine inanan bir zihniyet hakim olmuştur. Bazen siyaset, bazen din, bazen de milliyet ya da aşiret farklılıkları sebebiyle insanlar üzerinde ağır baskılar kurulmuş, fikir ve inanç özgürlüğü kısıtlanmıştır. Yönetenler, halklarına kendi ideolojilerini, inanç ve yaşam tarzlarını benimsetmekle uğraşmış sadece. Yönetilenler ise geçim derdine düşmüş hatta sadece yaşıyor olmak bile onlar için bir avuntu kaynağı olmuştur.
Karşılıklı anlayışın yeşermediği bu topraklarda geçmişteki gibi sanat eserleri yapılamamıştır. Birkaç diktatör sarayı haricinde, hiçbir yerde estetik bir kaygı gözetilmemiş, yüzyıllardır, dünyaca tanınmış tek bir bilim adamı yetişmemiştir bu topraklarda.
Oysa geçmişte bu topraklar, fikirde, bilimde, sanatta dünyanın önde gelen coğrafyalarındandı. Bu üstün medeniyetin kaynaklarından biri, Kuran'da bildirilen akılcılık ve açık görüşlülüğün, büyük bir şevk ve kararlılıkla uygulanmasıydı.
Müslümanlar tarihte, diğer inançların ve medeniyetlerin temsilcileri tarafından hep gıptayla ve hayranlıkla izlenmişlerdir. Günümüz Müslümanlarının İslam medeniyetinin bu görkemli geçmişini iyi bilmeleri, bunun hem heyecanını hem de sorumluluğunu taşımaları gerekiyor.
Bugün de geçmiştekine benzer bir ihtişamın yeniden inşa edilmesi, Müslümanların yeniden dünyaya ışık tutan kültür ve medeniyet önderleri olmaları mümkün. Ancak bu yönde yapılacak her türlü faaliyetin, öncelikle birlik ve beraberlik ruhu içinde gerçekleştirilmesi son derece önemli. Farklılıkları hoşgörü ile karşılayan, gücünü ve enerjisini Müslümanların ve insanlığın hayrına kullanan, uzlaşmacı ve barışsever bir kültür Müslümanlar arasında hakim olursa, hiç kuşku yok ki İslam dünyası 21. yüzyılın en büyük medeniyetini inşa edecektir.