... Münafık erkeklerle münafık kadınları ve müşrik erkeklerle müşrik kadınları azablandırması için. O kötülük çemberi, tepelerine insin. Allah, onlara karşı gazablanmış, onları lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır.
Varacakları yer ne kötüdür.
(Fetih Suresi, 6)
Müstağniyet münafıklar için başlı başına bir bela kaynağıdır. Ancak önceki bölümlerde de bahsettiğimiz gibi kendileri çoğu zaman bu belaların farkında değildirler. Hatta o derece müstağnidirler ki "... söylediklerimiz dolayısıyla Allah bize azap etse ya..." (Mücadele Suresi, 8) diyecek kadar ileri gidebilirler. Ancak daha önce de üzerinde durduğumuz gibi, kendileri açıkça görülen bir musibet beklerlerken aslında sayısız musibete uğramışlardır da farkında değildirler.
Nitekim gerek fiziki, gerekse manevi olarak çeşitli zararlar görürler. Allah ayetlerinde münafıkların uğradıkları bu zararlardan bahsetmiştir. Şimdi bunları maddeler halinde inceleyelim.
Bir insanın sahip olabileceği en önemli değerlerden biri akıldır. Akılsız insan çok zavallı bir konumdadır; ancak akılsız olduğu için bunun dahi farkına varamaz. Zeka ile aklı birbirine karıştırır ve tavırlarındaki, kararlarındaki isabetsizlikleri tesbit edemez.
Münafıklar için de aynı şey geçerlidir. Münafık belirli bir zekaya sahip olabilir, ama asla Allah'ın yalnız samimi müminlere nasip ettiği, 'doğruyu yanlıştan ayıran bir anlayış kazandıran' akla sahip değildir. Böylece en büyük nimetlerden birinden mahrum kalmış olur.
Akıl, insanın en büyük ihtiyaçlarındandır. Kişi hayatının her anında akla muhtaçtır. İyiyi kötüden ayırt edebilmek, kötülükten kendini sakındırabilmek için akıllı olması şarttır. Münafığın dünyaya olan bağlılığı aklının kapanmasına neden olmuştur. Bu nedenle en kolay akledilebilecek konularda bile başarı gösteremez. Münafıkların bu akılsızlıklarının en büyük delili, yaptıklarını Allah'ın görmediğini zannetmeleridir. Bundan dolayı müminleri aldatmaya çalışırlar ve aldatabildiklerine de inanırlar. Kuran'da Allah onlara şöyle seslenir:
(Peki) Onlar, Allah'ın, gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da bildiğini bilmiyorlar mı?(Bakara Suresi, 77)
Bir diğer akılsızca iddiaları, Allah'ın kendi durumlarını ortaya çıkarmayacağını zannetmeleridir. Oysa Allah tarih boyunca yaşamış olan bütün münafıkları din gününde toplar ve hepsini cezalandırır. Hesap gününden önce dünyada da akılsızlıklarıyla onları küçük düşürülmüşlerden kılar.
Samimi Müslümanların en önemli özelliklerinden biri Kuran'da, "Onlar, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır" (Furkan Suresi, 73) ayetiyle de ifade edildiği gibi, Allah'ın ayetlerine karşı çok duyarlı olmalarıdır. Her mümin Kuran'daki tüm ayetlerin kendisini ilgilendirdiğini, hiçbirinden uzak ve bağımsız olamayacağını bilir. Ancak bu ruh haline sahip olabilmenin çok önemli bir şartı vardır. Kişi çok tevazulu olmalı, kendisini hiçbir hata ve kusurdan münezzeh ve müstağni görmemelidir. Bu gerçek samimiyet ve tevazu olduğunda Allah, ayetlerinin manasını kişinin kalbine yerleştirir.
Samimiyetten uzak olan ve içlerinde müthiş bir kibir taşıyan münafıklar ise, müstağniyetlerinden dolayı bu kavrayışa asla sahip olamazlar. Sürekli olarak elçinin tebliğiyle muhatap oldukları halde, onun söylediklerinden tek bir kelimeyi dahi kavramaya güç yetiremezler. Bu anlayışsızlıkları Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
Şimdi sen, ölülere (söz) duyuramazsın ve arkalarını dönüp giden sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. Ve sen kendi sapıklıkları içinde kör olanları da doğruya iletici değilsin. Sen yalnızca, Bizim ayetlerimize iman edenlere duyurabilirsin ki onlar Müslümanlardır.(Rum Suresi, 52-53)
Elçinin sözlerine icabet etmeyen münafıkların Allah'ın ayetlerini de anlayamayacakları, müstağniyetlerinden dolayı kavrayışlarının kapatıldığı yine Kuran ayetleriyle şöyle bildirilir:
Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar.(Kehf Suresi, 57)
Yine içlerinde barındırdıkları 'müstağniyet hastalığı'nın bir sonucu olarak Allah'ın kitabını kavrayamadıkları gibi, çeşitli ayetleri de çarpık yorumlarlar. Bunun sebebi içlerinde taşıdıkları kibir ve 'düşük' akıllarına olan anlamsız güvenleridir. Allah onların ayetleri çarpık yorumlayarak mümin topluluğu içinde fitne çıkarmaya çalışacaklarını müminlere Kuran'da önceden haber vererek müminleri münafıkların bu hastalığına karşı şöyle uyarmaktadır:
Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.(Al-i İmran Suresi, 7)
Allah'a karşı büyüklenen ve kendilerini müstağni gören insanlara Allah manevi yönden de çeşitli sıkıntılar tattırır ve bu dünyada ayette bildirildiği gibi onlara 'sıkıntılı bir geçim' kılar. Münafıklar, manevi olarak verilen bu sıkıntıların nereden kaynaklandığını da kavrayamazlar ve sebebini bir türlü anlayamadıkları bir bunalım içinde yaşamlarını sürdürürler.
İlk olarak içlerinde nedenini teşhis edemedikleri bir huzursuzluğu sürekli barındırırlar. Aslında bu huzursuzluklarının nedeni çok açıktır.
Her insanın nefsinde kötülük vardır. Ancak her nefis kötülüğü bildiği gibi, ondan sakınmayı da bilmektedir. Zira Allah nefse günah ve kötülüğü verirken aşağıdaki ayette ifade edildiği gibi 'ondan sakınmayı' da ilham etmiştir:
Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene, Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)
Görüldüğü gibi, nefsin içinde nasıl ki insanı kötülüğe çağırıp duran bir yön varsa, aynı zamanda onu durmaksızın iyiliğe çağıran vicdan da bulunmaktadır. Nefsin sesi şeytanın, vicdanın sesi ise hakkın sesidir. Münafıklar, sürekli olarak vicdanlarının sesini duymamazlıktan gelerek, nefislerindeki kötülükleri ön plana çıkarırlar. İşte bu noktada büyük bir ruhi çatışmaya girmiş olurlar ve bunun sonucu olarak da içlerinde daimi bir huzursuzluk yaşarlar.
Sebebini bir türlü teşhis edemedikleri bu huzursuzluk yanında, sürekli olarak tedirginlik ve korkuyu da içlerinde barındırırlar. Bütün bu korku ve kaygıların altında yatan neden, Allah'a olan uzaklıkları, herşeyin O'nun kontrolünde olduğunu kavrayamamalarıdır. Bilakis olayların kendi kontrollerinde gelişeceğini zannettikleri için her ayrıntıyı ayrı ayrı hesaplamaları gerektiğine inanırlar.
Örneğin tüm inkarcılar için olduğu gibi münafıklar için de nasıl yaşayacakları, insanları nasıl memnun edecekleri, sağlıklarını nasıl koruyacakları, hiçbir hastalığa yakalanmamayı nasıl başaracakları gibi bir sürü dünyevi endişe kafalarını sürekli meşgul eden konulardır. Tabii ki hepsi bununla da bitmez; olayların hiç de kendi düşündükleri gibi gitmediğini görünce paniğe kapılarak, dünyanın peşinden daha çok koşmaya başlarlar. Bu durum öldükleri ana kadar devam eder durur. Tevekkül edip, işlerini Allah'a bırakmadıkları, O'na muhtaç olduklarını kabul edemedikleri için, stres ve tedirginlik peşlerini bırakmaz. Kaygılı ruh yapıları Kuran'da şu şekilde tarif edilir:
... Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar...(Münafikun Suresi, 4)
Tüm bu tedirginliklerinin yanında, bir de kendilerini sevdirmeye, insanları razı etmeye yönelik çabaları onları daha da kötü bir duruma düşürür. Zira durmaksızın kötülük işleyen, günaha batıp yara alan münafıklar, aslında pek çok kişi tarafından da sevilmezler. Müminlerin nefretini kazandıkları gibi, çevrelerindeki diğer kişilerin de antipatisini kazanır ve hatta oldukça itici bulunurlar. Allah onları insanlara itici göstermekle, sevdirmemekle aslında karşılaşabilecekleri en büyük belalardan birini vermiş ve onları dünyada da ahirette de yapayalnız bırakmış olur.
Allah'ın sevmediği gibi, kimsenin de hoşlanmadığı bu insanlar, -hiç olmadıkları halde- kendilerini büyük göstermeye çalışarak, durmadan övünerek, aslında son derece aşağılık bir duruma düşer ve çevreleri tarafından küçük görülürler. Dolayısıyla insan olarak hakiki bir saygı ve değer görmezler, fikirlerine de hiçbir şekilde önem verilmez. Dünyada ve ahirette küçük düşürülmüşler olacakları Kuran ayetleriyle de haber verilmektedir:
... Onlar için dünyada bir aşağılanma, ahirette de büyük bir azap vardır.(Bakara Suresi, 114)
... Yoksa siz Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkar mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası aşağılık olmaktan başka değildir...(Bakara Suresi, 85)
... (Bunlar) şu değersiz olan (dünya)nın geçici-yararını alıyor ve: 'Yakında bağışlanacağız' diyorlar...(Araf Suresi, 169)
Münafıklar içlerinde taşıdıkları 'müstağniyet hastalığı' sebebiyle Allah'ın kendilerini çok sevdiği, bir hayır olduğunda mutlaka onlara vereceği kanaatindedirler. Yaptıkları onca şeytani davranışı aslında iyi niyetle yaptıklarını savunurlar. Yukarıdaki ayette de bildirildiği gibi "eğer kötü birşey yapıyorsak, nasıl olsa bağışlanırız" diye düşünürler. Bu, onların Allah'ı tanımamaları, O'nun adaletini takdir edememelerinden kaynaklanır.
Oysa Allah, kötülüğün karşılığını mutlaka verendir. Münafıklar ise dünyada yaptıklarını yeterli görmeleri sebebiyle ahirette büyük bir hüsrana uğrayacaklardır. Onlar görünürde mümin topluluğu ile beraberdirler, çeşitli faaliyetler yapıyor da olabilirler ama kalplerinde taşıdıkları hastalık sebebiyle ahirette tüm yaptıklarının boşa çıktığını göreceklerdir. Ancak yine müstağniyetleri onların bunu dünyada kavramalarını engeller. Ahirette karşılaşacakları durum ise ayetlerde şöyle anlatılır:
De ki: "Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi?" "Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar." (Kehf Suresi, 103-104)
Münafıkların, yaptıklarının neden olacağı sonuçlardan habersiz olduklarını daha önce de vurgulamıştık. Onlar zarar göreceklerini düşünmek bir yana, ayette bildirildiği üzere "iyi işler yapmakta olduklarını zannettikleri" için kendilerine yapılan uyarılar ve hatırlatmalar onları oldukça şaşırtır. Kendi düşük akıllarınca karşılarındaki müminlerin hatalı davrandıklarını, 'masum' insanları gereksiz yere uyardıklarını düşünürler. Elçinin ve müminlerin kendilerini anlayamadıklarını, takdir edemediklerini zannederler. Fakat özellikle elçi onların kalplerindeki hastalığı gerek dış görünüşlerinden gerekse bozuk konuşmalarından rahatlıkla anlayabilmektedir. Nitekim Allah ayetinde elçinin onları tanıyabileceğini şöyle haber vermektedir:
Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir.(Muhammed Suresi, 30)
Oysa 'müstağniyet hastalığı', baştan beri anlattığımız gibi onlara çok fazla zarar getirir. İçlerindeki karanlık, tedirgin, sinsi ruh hali dış görünüşlerini de tamamen etkiler. Gerek konuşmalarında, gerekse fiziki görünümlerinde münafıklıklarına dair bariz delillere rastlanır. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi bu konuda teşhis koyabilecek olan yalnızca elçidir. Elçinin tarifiyle yanındaki müminler de onların içlerindeki hastalığın nasıl dışlarına yansıdığına şahit olurlar.
Konuşma üsluplarının ve bakışlarının bozuk olması, çirkinleşmeleri, yüzlerine karanlık bir ifadenin çökmesi, en basit konuları bile kavrayamamaları, akledememeleri, sadece bu hastalığın yol açtığı zararlardan bazılarıdır. Fakat onlar ellerindeki nimetlerin kendilerinden tek tek gittiğini göremezler, tam tersine herşeyin yolunda gittiğini zannederler. Hatta dış görünüşlerinde, mimiklerinde, bakışlarında ve konuşmalarında oluşan bozukluğun dahi şuuruna varamazlar. İşte bu da Allah'ın onlara verdiği hem büyük bir bela, hem de tuzaklarını başlarına geçiren daha büyük bir tuzaktır