Suçlu insanla masum insanı birbirinden ayıran en önemli alametlerden biri, 'masumun huzuru, suçlunun huzursuzluğu'dur. Dünyanın tüm ülkelerinde suçlu insanlar, tedirgin ruh hallerinden, etrafı korku içinde araştıran huzursuz bakışlarından, garip hareket ve mimiklerinden kendilerini ele verirler. Bu tip insanlar hayatları boyunca deşifre olma, yakalanma, küçük düşme, aşağılanma korkusu yaşarlar. Suçlarını işledikten sonra, insanlardan kaçan 'yabani hayvanlar gibi', her fırsatta kendi kovuklarına, yani kendi yalnız dünyalarına çekilir ve korku dolu bir bekleyiş içine girerler. Karanlığa siner ve fark edilmemeyi umarlar.
İşte münafığın ruh hali de böyledir. Çünkü münafık sürekli suç işleyen, işlediği suçu örtbas edebilmek için yalan söyleyen, hasta bir ruha sahiptir. Hayatı boyunca hep hainlik yapar ve hep sinsi planlar kurar. Bu nedenle üzerinde her an bu durumun getirdiği yakalanma ve fark edilme korkusu vardır.
Münafığın fark edilmekten bu kadar korkmasının sebebi, tam bir 'dünya aşığı olması', yani 'dünyaya şiddetli bağlılığı 'dır. Bir münafık için en büyük felaket, 'küçük düşmesi, itibar kaybetmesi, işlediği suçların ortaya çıkıp aşağılanması'dır. Münafık küçük düşmekten çok şiddetli şekilde korkar. En ufak bir yalanının veya hainliğinin ortaya çıkması ihtimali, etinden et kopartılıyormuşçasına canını yakar. İtibarının zedelenmesi ihtimali ona dehşet verici gelir. Allah'tan korkmaz, ama insanlardan ölesiye korkar.
Öte yandan münafığın ruhunda yaşadığı azap dolu bu korkunun çapı, diğer suçlu insanlara göre kat kat daha fazladır. Çünkü münafık aralıksız suç işler ve aralıksız yalan söyler. Müslümanlarla birlikte yaşadığı her gün ve günün her saati ayrı bir hainlik yapar. Hırsızlık yapar, iftira atar, tuzak kurar, küfürle işbirliği yapar, casusluk yapar. Dolayısıyla işlediği her suç ondaki korku duygusunun derinliğini bir kat daha artırır. Zamanla bu durum öyle bir hale gelir ki, ruhu korkunun ve kuşkunun şiddetiyle sarsılmaya, şiddetli gelgitler yaşamaya başlar.
Allah münafıkların bu 'paranoyak ruh halini' bir ayette "her çağrıyı kendi aleyhlerinde sanırlar" sözleriyle açıklamıştır:
... Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar. (Münafikun Suresi, 4)
Allah bu ayet ile Müslümanlara, münafığın en zayıf noktalarından birini deşifre etmiştir. Münafık, 'etrafındaki her konuşmayı, her hareketi, her oluşan durumu, yakalanma korkusu nedeniyle kendi aleyhine zanneder'. En ufak bir hareketten, en ufak bir kıpırtıdan, en ufak bir sözden müthiş şüphelenir ve tedirgin olur. Sürekli işlediği suçların fark edilmesi kuşkusu içini kemirir.
Müslümanlar kendi aralarında sohbet ettiklerinde münafık hemen kulak kabartıp kendisiyle ilgili birşey konuşulup konuşulmadığını kontrol eder. Alakasız bir konudan kendisine pay çıkartıp, "Benim hakkımda mı konuşuyorsunuz?" diye yaygara yapar. Müslümanlar dürüst olmanın öneminden bahsetseler, sürekli yalan söylemesinin getirdiği suçluluk duygusuyla, "Beni mi ima ediyorlar?", "Bana yalancı diyorlar" diye ortaya çıkar. Müslümanlar çalışkan olmanın gerekliliğinden bahsetseler, "Bana tembel mi diyorsunuz?" diyerek huzursuzluk çıkarır. Kendisine bakan birini görse, "Beni izliyor, hareketlerimi gözlüyor" diye söylenmeye başlar. Kendisine bakmayan birini görse, "Gözünü benden özellikle kaçırıyor, görmezden geliyor" deyip sevilmediği, ilgi görmediği, umursanmadığı gibi iftiralarla 'sahte mağduriyet konuşmaları' yapar. Müslümanlar israf etmemenin önemini anlatsa, "Benim yediklerimde gözleri var, yediklerimi, içtiklerimi sayıyorlar" der. Yanındaki Müslüman kalkıp bir yere gidecek olsa, "Benden uzaklaşmaya çalışıyor, yanımda oturmak istemiyor" gibi sözlerle sorun çıkarır.
İşte münafığın hayatının her anı bu tip kuşkular, sanrılar ve paranoyak düşüncelerle geçer. Bu korku dolu ruh hali münafığın zamanla sinirlerinin şiddetli şekilde bozulmasına; 'agresif, saldırgan, çirkef tavırlar geliştirmesine' neden olur. Bu nedenle münafıkların ortak özelliklerinden biri de 'yaygaracı, kavgacı, saldırgan olmaları' dır.
Münafıkların bu şüpheci ve paranoyak tavırları, en çok da güzel ahlaklarıyla Müslümanlara manevi lider, yol gösterici olan takva Müslümanların yanında yoğunlaşır. Çünkü münafığın en kuşkulandığı insanlar hep en akıllı, en imanlı, en takva gördüğü Müslümanlardır. Yani 'kendisini fark edip münafık olduğunu teşhis etme ihtimali en yüksek olan insanlar' dır. Örneğin Peygamberimiz (sav)'in döneminde münafıklar 'Resulullah (sav)'in her sözünü, her öğüdünü kuşkuyla karşılar, bu yüzden de saldırgan ve çirkef bir tavır gösterirlerdi'. Çünkü Peygamberimiz (sav)'in çok üstün bir akla sahip olduğunu, yapılan bir samimiyetsizliği ve hainliği çok iyi fark edebileceğini bilirler ve bundan dolayı da çok korkarlardı. Peygamberimiz (sav)'in insanları teşhis edebilme gücü, aklı ve zekası münafıkların adeta korkulu rüyasıydı. Ayrıca Allah, münafıkların Peygamberimiz (sav)'e 'kalplerindeki hainliği haber verecek ve onların pisliklerini deşifre edecek bir sure indirilmesinden korktuklarını' da bir ayette şöyle bildirmiştir.
Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir surenin aleyhlerinde indirilmesinden çekiniyorlar. De ki: "Alay edin. Şüphesiz, Allah kaçınmakta olduklarınızı açığa çıkarandır." (Tevbe Suresi, 64)
Ayetten de açıkça anlaşılacağı gibi münafıklar, Peygamber Efendimiz (sav)'in, Allah'ın vahyi ve yardımıyla, kendi yaptıklarını öğrenebileceğinden müthiş korkuyor ve bunun tedirginliğini yaşıyorlardı. Elbette ki, bu Allah'a ve Peygamber (sav)'in vahiy aldığına inanmalarından kaynaklanmıyordu. Ama Peygamber (sav)'in bir şekilde onların samimiyetsizliğini görüp bunu açıklayabileceğini düşünüyorlardı. Bu nedenle saldırganlıkları iyice artıyor ve Peygamber Efendimiz (sav)'in her öğüdünü, her sözünü, her tavsiyesini aleyhlerine yorumluyor ve kuşkuyla karşılıyorlardı.
Ancak Allah'ın, ayetin devamında "Allah kaçınmakta olduklarınızı açığa çıkarandır" sözleriyle bildirdiği gibi, münafığın tuzağı mutlaka açığa çıkıp bozulacak şekilde yaratılmıştır. Münafıkların en korktukları şey mutlaka gerçekleşecek ve şüphelendikleri son mutlaka kendilerini bulacak ve Allah onları mutlaka yenilgiye uğratacaktır.
Allah bir Kuran ayetinde kendilerine samimi iman etmeleri için çağrıda bulunulan insanların Müslümanlar için "Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?" dediklerini bildirmiştir:
Ve (yine) kendilerine: "İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde: "Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. (Bakara Suresi, 13)
İşte ayette verilen bu örnek, 'münafığın ruh halini' ve 'Müslümanlara olan bakış açısını' çok açık bir şekilde göstermektedir. Münafık, kendisinin 'dünyanın en akıllı insanı' olarak görür. Gerçekte ise münafıkta 'akıl' oluşmaz, çünkü akıl ancak Allah'ın iman ettikleri takdirde insanlara lütfettiği bir nimetidir. Ancak işte münafık, aklı olmadığı için, 'ne kendi akılsızlığını ne de Müslümanların yüksek aklını' fark edemez. Ahmaklığı dolayısıyla, Müslümanların 'düşük akıllı kimseler' olduğuna inanır. Oysaki Allah, "Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler." sözleriyle, 'akılsız olanların münafıklar olduğunu ancak onların bu durumun şuurunda olmadıklarını' haber vermiştir.
Münafık, bu akılsızca değerlendirmesinden dolayı Müslümanların, kendi yaptığı sinsilikleri, ahlaksızlıkları ve akılsızlıkları fark edemediklerini düşünür. Oysaki Allah'ın Kuran ile yol göstermesi ve Müslümanlara verdiği keskin akıl ile Müslümanlar münafıklardaki her türlü şeytani alameti kolaylıkla fark ederler.
Münafık, kendisine oluşturduğu sinsi yaşam şekli içerisinde ayakta kalabilmek için, kendince sürekli olarak sahtekarlıklarına devam etmek, her bir oyununu bir diğeriyle desteklemek ve sürekli olarak şeytanlıklarını güçlendirmek durumundadır. İşte bu alçak sistemini korurken, en ihtiyaç duyduğu ve en çok faydalandığı ahlaksızlıklardan biri de 'yalan söylemek'tir.
Hayatını 'ikiyüzlülük, sinsilik, sahtekarlık ve oyun oynamak' üzerine kurmuş olan münafık için 'yalan söylemek, adeta nefes almak gibi, çok olağan ve sıradan karşıladığı bir eylemdir'. Yalan söylememesi durumunda münafık, münafık olmaktan çıkacaktır. Bu da onun kesinlikle istemeyeceği bir durumdur. Münafığın zayıf aklına göre, dürüst olması ona hiçbir şey kazandırmayacağı gibi, çok şey kaybettirecek ve tüm çıkarlarını tehlikeye atacaktır. Dolayısıyla da münafık yalanı, hayatının çok önemli bir parçası olarak benimsemiş ve günlük hayatının çok büyük bir bölümünü yalanla geçirir hale gelmiştir.
Yalan konusunda münafık hakkında bilinmesi gereken birşey daha vardır. Münafık yalanı, 'pislik yapabilmek, iftira atabilmek, insanları aldatabilmek, kendince Müslümanları kötü gösterebilmek, onları tuzağa düşürüp başarısız hale getirmek, küfre destek sağlamak gibi her türlü kötü amaç için' kullanır. Ancak bu yalan söyleme alışkanlığı, bir süre sonra münafıkta adeta bir 'akıl hastalığına' da dönüşür. Artık hayatının her aşamasında, 'gerekli gereksiz, amaçlı amaçsız aklına gelen her konuda' -yüzünde yalan söylediğine dair en ufak bir utanma sıkılma alameti olmaksızın- sürekli yalan konuşmaya başlar. Bu da çevresindeki insanların çok dikkatini çeker. Çünkü anlattığı her şey çok abartılı, çok masalımsı, çok ütopik ve çok nadir rastlanacak şeylerdir. 'Çocukken tek başına boğazdan yüzerek karşı kıyıya geçtiğinden, üstünden araba geçip hiçbir şey olmadan ayağa kalktığından, sokakta kuşların başına konup yüzlerce metre onunla birlikte yürüdüğüne kadar', hepsi 'birbirinden mantıksız ve abartılı' detayları olan hikayeler anlatır.
Bunun gibi münafığın yalanlarında dikkat çeken bir başka karakteristik özellik de, 'münafığın önceki yalanlarını unutması ve birbiriyle çelişkili konuşmalar yapması'dır. Münafık sabah farklı konuşur, akşam ise bambaşka birşey söyler. Beş dakika önce "Bugün bütün gece hiç uyuyamadım" der, beş dakika sonra ise "O kadar derin uyumuşum ki, sabaha kadar çok fazla rüya gördüm" diye başka bir hikaye anlatmaya başlar.
Normal akla sahip Müslümanlar çok dürüst ve çok ince vicdan sahibi insanlardır. Yalan söylemenin Allah'ın yasakladığı, haram kıldığı çirkin bir ahlak bozukluğu olduğunu bilirler. Zararlı veya zararsız herhangi bir konuda yalan söylemekten Allah'a sığınır, kendileri bundan dolayı bir mağduriyet yaşayacak olsalar bile, asla böyle birşeye tenezzül etmezler. Allah'tan korkar ve her zaman her konuda mutlaka doğru konuşurlar. Hatta bazen, istemeden bir konunun küçük bir detayı eksik kalıp da yanlış anlaşılacak bile olsa, bunu düzeltip tam anlaşılmasını sağlamak için defalarca açıklama yaparlar.
İşte vicdanen böylesine titiz insanlar arasında yaşayan bir münafık, sahtekarlıklarıyla müthiş bir zıtlık oluşturur ve çok dikkat çeker. Müslümanlar bu kişinin normal bir akla ve vicdana sahip olmadığını hemen anlar ve buna göre tedbirlerini alırlar. Münafık ise anlaşıldığının farkında değildir, bu yüzden de pervasızca yalanlarına devam eder.
Allah bir Kuran ayetinde "... Öyleyse onları yalan olarak düzmekte olduklarıyla baş başa bırak." (Enam Suresi, 112) sözleriyle münafıkların 'yalan söyleme' özelliklerini Müslümanlara bildirmiştir.
Bir başka ayette de yine Allah münafıkların bu bozuk ahlakını "... Onlar, gerçekten yalancıdırlar." (Haşr Suresi, 11) sözleriyle haber vermiştir. İşte münafık, Müslümanların yanında olduğu süre boyunca yaptığı gizli faaliyetlerini ve sahtekarlıklarını gizleyebilmek için pek çok yalan söyler. Sonra da her söylediği yalanın üstünü örtebilmek için yeni yeni yalanlara ihtiyaç duyar. Bunun sonucunda da sabahtan akşama kadar nefes almadan, hayasızca ve hiç utanmadan, Müslümanların gözlerinin içine baka baka, sürekli yalan söyler.
Bu yalanları söylerken münafığın dikkat çeken bir başka yönü ise, 'yalan konuşurken en ufak bir utanma, sıkılma ya da yüzünde bir kızarma olmaması' dır. Son derece 'yüzsüz ve haysiyetsiz bir şekilde', 'yalan olduğu herkes tarafından bilinen çok bariz bir konuda', hiç rahatsız olmadan saatlerce yalana dayalı konuşmalar yapabilir.
Münafığın yalanlarında göze çarpan diğer bir özellik ise, 'çok ahmakça yalan söylemesi' dir. Zira inkar eden insanlar arasında bazı kimseler vardır; onlar da yanlış bir tavır olarak yalan söylerler. Ama kendilerince yine de 'zekice yalanlar' söylemeye çalışırlar. Arkalarında aksini ispatlayacak bir delil bırakmazlar ve konuşmalarının yalan olduğu da ancak çok zor tespitlerden sonra anlaşılır.
Ancak münafık böyle değildir. Münafığın tüm yalanları çok 'ahmakça', 'yalan olduğu kolaylıkla ispatlanabilen' 'akılsızca mantıklara dayalı' dır. Biraz önce söylediği bir şeyi unutur, bir an sonra onu inkar eder. Önce "Ben bugün buraya hiç gitmedim" der, konuşmasının bir başka yerinde ise, "Yok ben bugün bütün gün buradaydım" der. "Az önce böyle demiştin ama" diye hatırlatıldığında, "Yok ben öyle demedim, nereden çıkardın, sana öyle geliyor" der. Sonra da "Sen durduk yere bana iftira atıp, beni yalancılıkla suçluyorsun" diye çirkeflik yapmaya ve karşı tarafı suçlu çıkarmaya çalışır.
İşte münafığın bu 'abartılı akılsızlığı' ve 'yalanlarındaki ahmakça ve acemice teknikler', Allah'ın Müslümanlara olan bir desteği ve koruması, münafığa ise samimiyetsizliğinden dolayı isabet eden bir 'beladır'. Böylelikle Müslümanlar her yalanında münafığı kolaylıkla fark edebilir ve tedbirlerini alırlar.
Münafık Müslümanlar arasında yalanı pek çok amaç için kullanır. Bunların en başında elbette ki 'Müslümanlara içten içe zarar vermek ve sinsice küfürle işbirliği yaptığını gizlemek istemesi' vardır. 'Kendi alçaklıklarını, yaptığı sinsilikleri, sahtekarlıkları, samimiyetsizlikleri gizlemek' için de, yine hep yalana başvurur. Özellikle de 'kendini savunmak, temize çıkarmak, üzerindeki münafık alametlerini gizleyip, kendisini samimi bir Müslüman gibi gösterebilmek' için münafık, yalanı şeytani bir silah olarak kullanır.
Münafık kimi zaman da, 'yalan ile diğer sinsi yöntemlerini birleştirip' çok 'daha şeytani bir savunma mekanizması' oluşturmaya çalışır. Bazen karşı tarafa 'iftira atarak, bazen ağlayarak, bazen bağırıp çağırarak, bazen de saldırganlaşarak' kendince yalanını iyice inandırıcı hale getirmek ister. Müslümanlar münafığın yalanını ortaya çıkardıklarında da, münafık onları kendisine 'iftira atmak' ile suçlar. Ona "Yalan söylüyorsun" denildiğinde, "Ben yalan söylemedim, sen niye bana iftira atıyorsun?" diyerek ardı arkası kesilmeyen çirkefliklerine devam eder. Ve tüm bunları yaparken de, Allah'ın Kuran'da, "... Biz iyilikten başka şey istemedik diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik etmektedir." (Tevbe Suresi, 107) sözleriyle bildirdiği gibi, 'ne kadar iyi niyetli olduklarını' vurgulamak için 'Allah adına yemin de ederler'. Oysaki Allah ayette onların 'yalan söylediklerini' haber vermiştir.
Bir başka ayette ise, "... Sana Allah adına yemin edecekler" sözleriyle Allah, münafığın bu yöntemine bir kez daha dikkat çekmiştir. Allah münafıkların, sanki iman ediyorlarmış ve samimi bir Müslümanmış gibi Allah'ı şahit göstererek yalan yere yemin ettiklerini bildirmiştir. Ve ayetin devamında da Allah, "Kendi nefislerini helake sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor." (Tevbe Suresi, 42) sözleriyle, münafıkların hem dünyada hem de ahirette hüsrana uğrayacaklarını haber vermiştir.
Münafığın sinsi oyunlarından biri de, hemen her fırsatta samimi Müslümanlara 'iftira atma alışkanlığı' dır. Münafık 'kuşkuyu üzerinden dağıtmak, suçlu görünümünden kurtulmak ve kendince temize çıkabilmek' için sürekli 'kendisini mağdur gösterme çabası' içine girer. Amacı kendisini, 'gereksiz yere kuşkulanılan, gereksiz yere tedirgin olunan' 'masum bir insan' gibi göstermektir. Ancak elbette bu da münafığın hastalıklı planlarından biridir. Ne kadar mağdurmuş izlenimi verirse, kendisine o kadar geniş, rahatça hareket edebileceği, kolaylıkla hainlik yapabileceği bir alan
açabileceğini düşünür. Bu hedefine ulaşabilmenin en kısa ve etkili yollarından birinin de, kendince 'Müslümanlara iftira atmak' olduğuna inanır.
Münafığın hemen her sözünde 'açık ya da gizli bir mağduriyet iması' vardır. Bu sözde mağduriyeti delillendirmek için de, bol bol yalan söyler ve Müslümanlara iftira atar. İzlediği bu yol da elbette ki sinsi planın bir parçasıdır. İftira atarak hem öfke duyduğu Müslümanları karalamak, hem de kendini 'mağdur ve masum' göstererek yüceltmeyi hedefler. Kendince Müslümanlara duyulan güveni ve onların sözlerine karşı duyulan inancı sarsacak, kendisine karşı duyulan güven ve itibarı ise güçlendirecektir.
Ancak münafık iftirayı, elinde hiçbir delil olmaksızın gelişigüzel bir şekilde gündeme getirmez. Şeytandan aldığı ilhamlarla önce konuyu sinsice planlar ve zeminini güçlendirir. Atacağı iftiranın bir altyapısı olabilmesi için, olayları, olmasını istediği şekle, yani atacağı iftiraya benzer hale getirebilmek için özel olarak yönlendirir. Sonrasında yeri geldiğinde, atacağı iftira için geçmişe yönelik sunabileceği sahte deliller oluşturur. İşte zaman içerisinde tüm bu altyapıyı güçlendirdikten sonra, planını uygulamaya başlar.
Münafık, iftira atarken kullandığı konuları da çok özenle seçer. Genellikle 'iftiraları, onun samimiyetine, iyi niyetine, gösterdiği çabaya rağmen, Müslümanların anlayışsızlığı, kötü ahlakı, yalan söylemeleri, kötü davranmaları, adaletsizlik yapmaları, iftira atmaları, kasti olarak onu dışlamaları gibi', 'kendisini yüceltmeyi Müslümanları ise kötülemeyi' amaçlayan mantıklar üzerine kuruludur. Bu iftiralarda Müslümanlar hep neredeyse dünyanın en kötü insanlarıdır. Ve özellikle de ona karşı çok çirkin tavırlar sergiliyorlardır. Münafık ise tüm bu iftiralarda hep iyi niyetle çabalayan, ancak hep hakkında yanlış teşhisler konulan, yanlış anlaşılan, iyilikten başka bir isteği olmayan masum ve mağdur kişi konumundadır. Ancak tüm bunlar tam şeytanın ahlakına uygun olarak 'kurgulanmış yalanlar'dan ibarettir. Zira münafık her eyleminde olduğu gibi, bu planını uygularken de doğrudan şeytan ile ittifak halindedir. Allah Kuran'da şeytanların işbirliği yapacakları kimselerin 'gerçeği ters yüz eden', 'günaha düşkün' ve 'yalancı' insanlar olduklarını bildirmiştir. İşte bu özelliklerle de, tam da 'münafığın ahlaksızlığı' tarif edilmiştir:
Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi? Onlar, 'gerçeği ters yüz eden,' günaha düşkün olan her yalancıya inerler. (Şuara Suresi, 221-222)
Münafıkların Müslümanlara iftira atma yöntemlerine sayısız örnek vermek mümkündür. Örneğin 'münafığın en istemeyeceği şeylerden biri İslam'a ve Müslümanlara fayda sağlayacak çalışmalar yapmaktır'. Ancak Müslümanlar gece gündüz tebliğ çalışmaları yaparken, kendisinin bu çalışmalara hiçdbir katkıda bulunmaması dikkat çekmesin diye, bu konuda kendini temize çıkarmak zorundadır. İşte bunun için hemen etrafını suçlar ve Müslümanlara iftira atar. "Ben İslam'a çok hizmet etmek istiyorum ama onlar benimle ortak çalışma yapmak istemiyorlar, bana bir faaliyet vermiyorlar, benim yardımımı istemiyorlar ya da çalışmalarıma engel oluyorlar" gibi bahanelerle ortaya çıkar.
Oysaki elinin altında İslam'a faydalı olabileceği, Müslümanlara yardım edebileceği çok fazla imkanı vardır. Ayrıca her "Ben de bir faaliyet yapmak, size yardımcı olmak istiyorum" dediğinde ona "Tamam, o zaman şu konuda şöyle bir çalışma yapar mısın?" gibi bir talepte bulunulur. Ama münafık kasıtlı olarak bunların hiçbirini yerine getirmez. Zaten 'bu sözleri söylerken ki niyeti de asla hizmet etmek değildir'. Sadece iftira atabilmek ve huzursuzluk çıkarabilmek için bahane bulmaktır. Hiçbir işe yaramadığının ve Müslümanlara hiçbir konuda yardım etmediğinin kendisi de farkındadır ve çirkeflik yaparak yaygaralar kopararak bu imajının üstünü örtebileceğini sanır. İnsanların aklında 'istiyor ama imkan tanınmadığı için bir şey yapamıyor algısını oluşturabileceğini' zanneder. Halbuki Müslümanlar samimi hizmet etmek isteyen birinin tavrıyla, ahlaksızlığından dolayı hizmetten sinsice kaçan birinin tavrını kolaylıkla ayırt edebilecek kadar akıllıdırlar.
Münafığın bu ahlakını detaylandırmak için verilebilecek daha yüzlerce örnek vardır. Münafık iftira malzemesi olarak gerektiğinde, 'sağlık gibi hassas bir konuyu bile kullanmaya çalışır'. Örneğin kendisine yeni pişirilmiş çok güzel bir yemek ikram edilir, 'yemeğin bayat olduğunu' iddia eder. Yediği meyvenin kenarında bir çürüme görse, "Bana bunu özellikle seçip verdiler, benim sağlığımı umursamıyorlar" gibi hayal ürünü bir iftirayla ortaya çıkar. Bulunduğu yerdeki tozdan alerjisi tutsa, "Burayı özellikle tozlu bıraktılar, hayatımı tehlikeye attılar" der. Ona güzel bir söz söyler, iltifat ederler; "Benimle alay ettiler, dalga geçtiler" der. Yaptığı bir işe yardım etmek isterler, "Beceriksiz olduğumu ima etmeye çalıştılar" der.
İşte münafık, Müslümanların arasında kaldığı sürece, bunlara benzer iftiraları asla son bulmaz. Dünyada karşılaşabileceği en vicdanlı, en dürüst insanların Müslümanlar olduğunu bildiği halde, 'Bu nur gibi tertemiz insanları karalamaya çalışarak huzursuzluk çıkarmak ve Müslümanlara zarar vermek' ister. Ancak bu yaptıkları Müslümanlar için hayır, münafık için ise azapla sonuçlanır. Allah Kuran'da 'gerçeği sürekli ters yüz ederek' iftira atan münafığın ahirette acı bir azapla karşılaşacağını şöyle bildirmiştir:
Gerçeği sürekli ters yüz eden, günaha düşkün olan herkesin vay haline. Kendisine Allah'ın ayetleri okunurken işitir, sonra müstekbirce (inatla büyüklük taslayarak) sanki işitmemiş gibi ısrar eder. Artık sen onu acı bir azapla müjdele. (Casiye Suresi, 7-8)
Münafık iftira atarak, 'Müslümanlar arasında fitne ve kargaşa çıkarmak, kendince onları birbirlerine düşürmek, ve birbirlerine karşı duydukları güveni zedelemek' ister. İşte bu konuda kendine ilk hedef olarak seçtiği kişiler de, 'Müslümanlar arasında aklına, güzel ahlakına, sözüne en güvenilen, en takva, en dürüst ve en adaletli bilinen, Allah'ın elçileri olan kimseler' dir. Gerçeği ters yüz ederek, dil eğip bükerek, yalan söyleyip iftira atarak, kendi zayıf akıllarınca sürekli olarak onları haksız çıkarmaya ve Müslümanların nezdinde onları sözde 'adaletsiz ve güvenilmez' kimseler olarak göstermeye çalışırlar. Allah Kuran'da münafıkların bu şeytani yöntemlerini şöyle haber vermiştir:
... Hiçbir bilgiye dayanmaksızın insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir? Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Enam Suresi, 144)
Münafıklar tarih boyunca bu sinsi taktikleriyle her Müslüman toplumunda aynı fitneyi çıkarmaya çalışmış, tüm Peygamberlere, elçilere ve Allah'ın veli kullarına aynı iftiraları atmaya kalkışmışlardır. Hz. Yusuf (as), Mısır'da yanında kaldığı Vezir'in karısı tarafından 'kendisinden murad almak' istediği iftirasıyla suçlanmış; ve Vezir'in karısının yalana dayalı açıklamaları sonucunda yıllar yılı zindanda kalmıştır. Bu olay, Allah korkusu olmayan, ahirette hesap vereceğini düşünmeyen, yalanı kendi menfaatleri için alçakça kullanan münafık karakterli insanların ne kadar gözü dönmüş olduklarını açıkça ortaya koymaktadır.
Kuran'da, 'Aslında Vezir'in karısının Hz. Yusuf (as)'a yaklaşmak istediği' ve Yusuf Peygamber (as)'ın onu reddetmesi üzerine de, 'yalan söyleyerek ona iftira attığı' anlatılmıştır:
Evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: "İsteklerim senin içindir, gelsene" dedi. (Yusuf) Dedi ki: "Allah'a sığınırım. Çünkü O benim Efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa ermez." (Yusuf Suresi, 23)
Kapıya doğru ikisi de koştular. Kadın onun gömleğini arkadan çekip yırttı. (Tam) Kapının yanında kadının efendisiyle karşılaştılar. Kadın dedi ki: "Ailene kötülük isteyenin, zindana atılmaktan veya acı bir azaptan başka cezası ne olabilir?" (Yusuf Suresi, 25)
Vezir'in karısı "Ailene kötülük isteyenin zindana atılmaktan ve acı bir azaptan başka cezası ne olabilir?" diyerek açıkça yalan söylemiş, Hz. Yusuf (as)'a iftira atmış ve haksız yere zindanda kalmasına neden olmuştur. Kuran'ın "... (Kocası): "Doğrusu, bu sizin düzeninizden (biri)dir. Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür" dedi." (Yusuf Suresi, 28) ayetiyle, 'Vezir'in de bu iftiranın 'büyük bir düzen'den ibaret olduğunu gördüğü ve Hz. Yusuf'un masum olduğu halde iftiraya uğradığını anladığı' anlatılmıştır. Nitekim bir başka ayette de Allah, "Sonra onlarda (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü) ağır bastı." (Yusuf Suresi, 35) sözleriyle Hz. Yusuf (as)'ın, masum olduğu anlaşıldığı halde, haksız yere zindanda tutulduğunu haber vermiştir.
İşte Kuran'da anlatılan bu olay, Allah korkusu olmayan insanların iftiralarının ve düzenlerinin büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Bu iftirada, Yusuf Peygamber (as)'ın iffeti hedef alınmıştır. Ancak münafıkların iftira atarken Müslümanları itham ettikleri konular çok çeşitlidir. Özellikle de Allah'ın elçileri ya da Müslümanların liderleri söz konusu olduğunda, münafıklar -zayıf akıllarınca- mutlaka o kimselerin 'yönetici vasıfları' açısından, sözde 'acz içinde' ve 'yetersiz' oldukları izlenimini vermeye çalışırlar (bu mübarek insanları münafıkların bu iddialarından tenzih ederiz). Dönemin putperest müşrikleri kendilerince Peygamberimiz (sav)'i 'delilik', 'yalancılık', 'akli yetersizlik', 'kahinlik', 'şairlik' gibi düzmece suçlamalarla itham etmeye çalışırken, Müslümanlar arasındaki münafıklar da, yaptıkları ince ince oyunlar, söyledikleri yalanlar ve iftiralarla, Müslümanlara bu konularda şüphe vermek ve Peygamberimiz (sav)'e duyulan güveni kırmak istiyorlardı.
Günümüzde de münafıklar, Müslüman toplumlarına manevi önderlik eden kimselere karşı verdikleri sinsi mücadelede aynı taktikleri kullanırlar. Münafıklar, bu kimselerin 'İslam ahlakını anlatmada, dünya çapında dinsizliğin fikri zemini ortadan kaldırmada ve özellikle de İslam alemindeki münafıklara karşı mücadelede ne kadar etkili olduklarının' çok iyi bilincindedirler. O yüzden de kendilerine asıl hedef olarak onları seçerler. Bu mübarek insanların varlığı, münafığın küfürdeki dostları için önemli bir tehdittir. Çünkü münafık, takvaca üstün olan bu kimselerin, kendilerinin küfürle olan gizli işbirliğini, sinsi planlarını fark edip bozabilecek bir akıl, feraset ve basirete sahip olduklarının farkındadır. Kendi şeytani sistemine zarar gelmemesi için, kendince bu insanların etkisini kırabileceği yollar arar. İşte bunun için de bazen gizli ve açık imalarla, bazen açıkça yaptığı suçlamalarla, hemen her konuda bu kimselere karşı 'iftiraya dayalı bir mücadele' vermeye başlar.
Kuran'da münafıkların bu ahlakı, 'kötü bir zan ile zanda bulunan münafık erkekler ve münafık kadınlar' sözleriyle anlatılmıştır:
Bir de; kötü bir zan ile zanda bulunan münafık erkeklerle münafık kadınları ve müşrik erkeklerle müşrik kadınları azaplandırması için. O kötülük çemberi, tepelerine insin. Allah, onlara karşı gazaplanmış, onları lanetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Varacakları yer ne kötüdür. (Fetih Suresi, 6)
Münafığın şeytani zekası keskin, yalan söylemedeki ufku da çok geniştir. 'Bir yalanı sıfırdan uydurup süslemek ve onu onlarca sahte delille detaylandırmak' münafık için kolaydır. Bir anda 'masal gibi bir senaryo yazarak', hiçbir gerçekliği olmayan bir yalan ile Müslümanlara iftira atabilir. Bunun için özellikle de kendince sürekli 'geçmişi' delil olarak kullanır.
İnsanların geçmişte yaşanan olayları zamanla unutabileceklerini, detayların hafızalarında silikleşebileceğini düşünür. İşte bu inancı doğrultusunda, geçmişe dair sürekli yalan hikayeler anlatmaya başlar. O anda onun için önemli olan, Müslümanların nezdinde, hedef aldığı elçiler ya da Müslümanların manevi liderleri hakkında, kendince 'olumsuz bir kamuoyu oluşturabilme çabası'dır. "Geçmişte şurada bir kere de şöyle olmuştu, bir keresinde de böyle olmuştu" gibi, kendince dört beş tane yalan olayı arka arkaya sayıp delil gösterdiğinde, bunun o anda atacağı bir iftirayı güçlendireceğini sanır.
Oysaki Müslümanlar 'akıllı ve dikkatleri açık' insanlardır. Özellikle de aralarındaki, çok değer verdikleri ve takvaca üstün gördükleri 'Peygamberi ve Allah'ın elçilerini koruyup kollama konusunda çok titizdirler'. Dolayısıyla münafığın zayıf aklınca iftira atarak, geçmişten deliller sunarak yaptığı 'karalama' ve 'olumsuz kamuoyu oluşturma' çabaları Müslümanlar üzerinde hiçbir işe yaramaz. Aksine bu şeytanlıklarını gördüklerinde, bu kişinin münafık karakterini çok açık bir şekilde teşhis edip, ona karşı daha da dikkatli olurlar. Ayrıca 'Müslümanlara iftira atılmasının da önemli bir mümin özelliği olduğunu' da bilirler. Bundan dolayı da Müslümanlara atılmaya çalışılan her iftira ile, Müslümanların birbirlerine olan sevgileri de daha da artar. Allah Kuran'da Müslümanların arasında yaşayan, 'uydurdukları yalan ve iftiralarla ortaya çıkan' münafıkların varlığının Müslümanlar için bir 'şer değil aksine hayır olduğunu' bir ayette şöyle bildirmiştir:
Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azap vardır. (Nur Suresi, 11)
Münafığın Müslümanları içeriden yıpratmak için verdiği şeytani mücadelede kullandığı birbirinden faklı, çok fazla yöntemi vardır. Bunlardan biri de, sinsice üsluplarla Müslümanlara vesvese verebilmek için kullandığı 'bilinçaltı kurgulama metotları' dır. Alttan alta verdiği sinsi telkinlerle, -haşa- Allah, Kuran, Peygamber ve Müslümanlar hakkında, Müslümanların aklında soru işaretleri oluşmasını ve şüpheye kapılmalarını sağlamaya çalışır.
Bilindiği gibi, Bilinçaltı Kurgulama Yöntemi, günümüzde 'olumlu ya da olumsuz maksatla birçok konuda insanları eğitme ya da yönlendirme' amacıyla kullanılan 'etkili bir teknik' tir. Şeytan ise bu yöntemi yaratıldığı günden bu yana kullanmakta ve münafığı da bunu şeytani amaçları için kullanmaya teşvik etmektedir.
Nitekim şu anda, şeytan ve münafıkların işbirliğiyle, 'dünya çapında İslam'ın ortadan kaldırılıp onun yerine her türlü ahlaksızlığın ve sapkınlığın yaygınlaştırılması için etkili bir 'bilinçaltı kurgulama faaliyeti' yürütülmektedir'. Her türlü ahlaksızlığın; adiliğin, hırsızlığın, fuhşun, homoseksüelliğin, alçaklığın ve sapıklığın yayılması için, inkar edenlerle İslam dünyasındaki münafıklar el ele vermiş durumdadır. Her biri gerek televizyonlarda, gerekse internette ve sosyal medyada yazdıkları yazılar, yaptıkları konuşmalar, paylaştıkları resimler, filmler ve bilgilerle, insanların bilinçaltlarında tüm bu sapkınlıkları meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar.
Tarihin başlangıcından bu yana, gelmiş geçmiş tüm münafıklar hep bu yöntemi kullanmış ve her dönemde Peygamberlere ve Müslümanlara karşı bu sinsi tekniği kullanarak mücadele etmişlerdir. Firavunlar, Nemrutlar, Samiri, Karun, Hz. Yusuf (as)'a iftira atan Vezir'in karısı, Hz. Lut (as)'ın karısı ve Hz. Nuh (as)'ın karısı, Dırar Mescidi'ni kuran münafıklar, Peygamberimiz (sav)'le savaşa çıkmaktan kaçıp geride kalan münafıklar; yaptıkları konuşmalarda etkili olabilmek için hep 'bilinçaltı kurgulama yöntemlerini' kullanmışlardır.
Bunun için münafıklar, 'kurdukları cümleler ve kullandıkları kelimelerle, öne sürdükleri bahaneler, yaptıkları teviller ve ortaya attıkları sorularla', konuşmalarına çok sinsice manalar yüklemiş ve bu yolla Müslüman toplumlarında bozucu ve yıpratıcı bir etki oluşturabilmeyi ummuşlardır. Özellikle de, tüm inananların aklına, adaletine, sevgisine, merhametine güvendikleri lider konumundaki 'Peygamberleri, elçileri ve takva kimseleri', 'kendilerince Müslümanların gözünden düşürmek, onları itibarsız, güvenilmeyen bir konuma getirmek' için, bu yöntemle sinsice oyunlar oynamışlardır.
Kuran'da münafıkların bilinçaltı kurgulama teknikleriyle oynadıkları sinsi oyunlara ilişkin pek çok örnek verilmiştir. Özellikle de Peygamberimiz (sav) döneminde, Müslümanlar ile birlikte mücadeleye katılmaktan kaçmaya çalışan münafıklar, bu sinsi yöntemi çok fazla kullanmışlardır. Bunlardan biri de Tebük Savaşı sırasında, Peygamberimiz (sav) ile birlikte sefere çıkmamak için yalan söyleyip bahaneler üreten münafıkların üslubunda görülür:
Allah'ın elçisine muhalif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla mücadele etmeyi çirkin görerek: "Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın" dediler. (Tevbe Suresi, 50)
Peygamberimiz (sav) Tebük Seferi' ne çıkmak üzereyken münafıklar savaşa katılmak istemedikleri için Resulullah (sav)'e muhalefet etmişlerdir. Bu davranışlarını makul ve meşru gösterebilmek için de, çeşitli konuşmalar yapmışlardır. Ardından da, "Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın" diyerek, başkalarını da kendileri gibi savaştan geri kalmaya çağırmışlardır. Böylece, 'başkalarını da geride kalmaya ikna ederek, kendilerinin de bu tercihlerinde sözde ne kadar haklı olduklarını' ispatlamaya çalışmışlardır. Bunun üzerine, rivayetlerde bildirildiğine göre 80 kadar münafık karakterli kişinin Peygamberimiz (sav) ile sefere çıkmayıp geride geri kalmasına izin verilmiştir.
Allah Kuran'da, samimi iman eden Müslümanların asla Peygamber (sav)'e destek olmaktan kaçınmayacaklarını bildirmiştir. Geçerli hiçbir mazeretleri olmaksızın Peygamberimiz (sav)'den izin isteyenlerin ise, ancak 'Allah ve ahiret inancı olmayan, kalpleri şüpheye kapılmış kimseler olduklarını' haber vermiştir:
Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cehd (mücadele) etmekten (kaçınmak için) senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini bilendir. Senden, yalnızca Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri kuşkuya kapılıp, kuşkularında kararsızlığa düşenler izin ister. (Tevbe Suresi, 44-45)
Bunun yanı sıra, Peygamberimiz (sav)'in yanındaki münafıkların "Bu sıcakta savaşa çıkmayın" derken, tek amaçladıkları 'haklı çıkmak ve kendilerine taraftar bulmak' değildir. Münafıklar bu sözleriyle aynı anda birçok konuda fitne oluşturup, birçok konuda şeytani hedefe ulaşmayı düşünmüşlerdir.
Münafıklar 'canları tatlı olduğu'; 'mallarına ve canlarına bir zarar gelmesinden çekindikleri ve İslam'a hiçbir şekilde destek vermek istemedikleri' için Peygamberimiz (sav) ile birlikte hareket etmek istememişlerdir. Ama bu konuşmayı yaparken ki asıl hedefleri, içlerinde büyük bir kin, öfke ve kıskançlık duydukları Peygamberimiz (sav)'dir. "Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın" sözleriyle asıl amaçları, (Peygamberimiz (sav)'i tenzih ederiz) Peygamberimiz (sav)'i sözde 'haksız, adaletsiz, mantıklı düşünmeyen, olayları doğru değerlendiremeyen ve Müslümanların menfaatlerini korumayan' biri gibi gösterebilmektir. Böylece Müslümanları tedirgin edebileceklerini ve güya Peygamberimiz (sav)'e karşı bir 'güven sarsıntısı' meydana getirebileceklerini düşünmüşlerdir. Amaçları, 'Peygamber (sav)'e şüpheyle bakılmasını sağlamak', diğer yandan da 'kendilerini ön plana çıkarmaktır'. Peygamber (sav)'in sözde akledemediği, düşünemediği birşeyi, sözde bu ahmak münafıklar düşünmüş olacak ve böylece kendi zayıf akıllarınca 'Peygamber (sav)'den daha büyük olduklarını' ispatlamış olacaklardır (Peygamberimiz (sav)'i tenzih ederiz). Bunun sonucunda da toplumda kendilerince bir 'itibar ve çıkar' kazanabileceklerdir. İşte münafık en başından itibaren tüm bu detayları hesaplamış ve kendince bu imajı vereceğini düşündüğü en etkili sözü seçip söylemiştir.
Bilinçaltı kurgulama metotlarıyla, Müslümanların içine şüphe, korku ve ümitsizlik duygularını düşürebileceğini, zihinlerinde soru işaretleri oluşturabileceğini düşünmüştür. Ve Peygamber (sav) her ne kadar aksini açıklayıp ispat etse de, o bir kez ortaya attığı şüphe ile kendince Peygamber (sav)'e ve onun adaletine olan güveni sarsabileceğini ummuştur.
Oysaki Suudi Arabistan zaten her zaman sıcak olan bir bölgedir. Zaten orada her zaman çöl iklimi yaşanmaktadır. Oradaki insanlar gölgede bile elli-altmış derecede her gün günlük hayatlarını sürdürmekte ve gerektiğinde ticaret için pek çok yere seyahat etmektedirler. Münafık da herkes gibi bu gerçeği çok iyi bilmektedir. Ama sırf ahlaksızlık olsun diye, özellikle kavminin topluca bir arada olduğu bir yerde, küstah ve saygısız bir üslupla 'havanın sıcak olduğunu' söyleyerek fitne çıkarmaya çalışmıştır. Bu söylediğini yani havanın sıcaklığını, başta Resulullah (sav) olmak üzere oradaki tüm Müslümanlar çok iyi bilmektedir. Ama münafık sırf adiliğinden, haysiyetsizliğinden, anarşist ve alçak ruhundan dolayı böyle bir konuşma yapmakta ve oradaki tüm insanların bilinçaltına -haşa- 'Peygamber (sav)'in güvenilmez ve adaletsiz' bir insan olduğu kurgusunu vermeye çalışmaktadır. Bu şekilde, zayıf aklıyla sözde Müslümanları pasifize edip güçlerini kırabileceğini sanmaktadır.
Allah bir ayette münafıklar için, "Sizinle birlikte çıksalardı, size 'kötülük ve zarardan' başka birşey ilave etmez ve aranıza mutlaka fitne sokmak üzere içinizde çaba yürütürlerdi..." (Tevbe Suresi, 47) buyurmuştur. İşte eğer "Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın" diye sinsice bahaneler öne süren münafıklara, "Burada hava her zaman sıcak, gelin Müslümanlarla birlikte savaşa katılın" denmiş olsa, Allah'ın ayette bildirdiği gibi, orada da Müslümanlara 'ayak bağı olacak' ve içlerinde mutlaka 'fitne çıkaracaklardır'. Peygamber (sav)'e ve Müslümanlara iftiralar atacak; haksızlığa uğradıklarını, mağdur olduklarını ve hatta eziyete uğratıldığını iddia edeceklerdir. Tüm bu iddiaları yalan olduğu halde, bu şekilde yaygara kopararak fitne çıkarmaya çalışacaklardır.
Oysaki açıktır ki bu şahıslara, Peygamber (sav) ile birlikte savaşa katılmaları karşılığında 'yüklü miktarlarda altın ya da para' verilmiş olsa, onlar hiçbir mazeret öne sürmeksizin koşarak Peygamberimiz (sav)'i izleyecek ve hava bundan çok daha sıcak da olsa, kendilerinde her türlü zorluğa katlanacak gücü de bulacaklardı.
ADNAN OKTAR: "Halkın yani herkesin anlayacağı gibi çok basit bir mantıkla diyor ki, "Bu sıcakta savaşa çıkmayalım". Sıcakta savaşa çıkılmayacağını herkes bilir zaten, ama akıldanelik yapıyor. Kendi keşfetmiş gibi söylüyor. Peygamber (sav) onu bilmez mi, sıcakta çıkılıp çıkılmayacağını? Peygamber (sav)'e akıl verip kendince -haşa- Peygamber (sav)'i mahcup edecek. Peygamber (sav)'in o kadar kolay bir şeyi akıl edemediğini -haşa- vurgulamak istiyor. İnsanların gözünden düşürmeye çalışıyor kendince. "Peygamber (sav) bunu bile akıl edemedi" diyecek -haşa-. Demek istediği bu. Sonra da o kendini kurtarıcı ve dürüst olarak da gösteriyor. Bakın ahlaksızı görüyor musunuz? İki türlü adilik yapıyor. Kendini 'kurtarıcı ve dürüst' gösteriyor. "Ben" diyor "Müslümanların menfaatini düşünüyorum. Sıcakta onlar helak olmasın. Acı çekmesinler diye ben bu iyiliği ve bu hatırlatmayı yapıyorum." diyor. Çok şeytanidir münafık. Kendini yüceltmek ve üstün göstermek amacındadır. Peygamber (sav)'i de mahcup etmeyi amaçlıyor. (Peygamber (sav)'i tenzih ederiz.)
Çünkü onda dava aşkı yok. O, geleceğini, dünyasını, rahatını düşünüyor. Peygamber (sav), İslam'ın yayılmasını, İslam'ın hakim olmasını, Müslümanların rahat olmasını, güvenlik içinde olmasını, zengin olmasını düşünüyor. O da sadece pis, egoist, kendi iğrenç menfaatlerini düşünüyor. Onun için hem Peygamber (sav)'e düşmanlık yapmaya çalışıyor hem de çevresinde bulunduğu kişilere yardakçılık ve yalakalık yapmaya kalkıyor, üstünlüğünü vurgulamaya çalışıyor. Ama aptalca bir yöntemle. Mesela "Evim açıkta" diyor. Oradan yaklaşıyor, halbuki herkesin evi açık, Peygamber (sav) bilmez mi onu?" (A9 TV, 19 Mayıs 2016)
ADNAN OKTAR: Peygamber (sav)'in yanına gidiyorlar, -haşa- bilmişlik yapıyorlar. Üst perdeden bir üslupla akıl vermeye kalkıyorlar. Peygamber (sav) sıcakta savaşa gidilip gidilmeyeceğini bilmez mi? Kim bilmez bunu? Herkes bilir. İşte illa züppelik yapacak, illa çakallık, bilmişlik yapacak ve kendini yüceltecek. Büyük bir buluşta bulunmuş gibi geliyor, kalabalığın içinde diyor ki, "Sen akıl edemedin -haşa- ben akıl ettim". "Bu sıcakta bizi savaşa gönderiyorsun. Bu olmaz. Bu sıcakta savaşa gidilmez" diyor. Yani "Bizi helak mı edeceksin?" "Bu sıcakta başımıza güneş geçer" diyor. Hem münasebetsiz, hem ahlaksız, hem züppe.
Orada bak kaç amacı var? 1- Peygamber (sav)'i -haşa- düşüncesiz ve akıl edemiyor göstermek. 2- Kendisini üstün, merhametli ve Müslümanları savunuyor göstermek. 3- Savaşa çıkılmasını engellemek, Müslümanların başını belaya sokmak. 4- Müslümanların dağılması için zemin hazırlamak.
Mesela yine aynı züppe takımı diyorlar ki, "Tamam savaşa gidelim biz, tebliğe gidelim ama çoluk çocuk evde, onlar ne olacak?" "Ailemiz ne olacak? Onları düşünmedin sen" diyorlar Peygamber (sav)'e (Peygamberimiz (sav)'i tenzih ederim). Ahlaksız adam, düşünmez olur mu? O da kendi ailesini bırakıyor. Herkes kendi ailesini bırakıyor. Askere giden bir asker zaten ailesini bırakır da gider. Bu kadar aptal mısın sen? İşte münafık aptallığı. Kendini nasıl gösteriyor? İşte ailesini, çoluğunu çocuğunu savunan merhametli, şefkatli adam. Peygamber (sav)'i nasıl gösteriyor? -Haşa- Çoluğu çocuğu düşünmeyen, aileleri düşünmeyen, eşlerini düşünmeyen bir insan, -haşa- öyle göstermeye çalışıyor. Böylece Peygamber (sav)'e bağlılığı kaldıracak, hem Peygamber (sav)'i de meşgul edecek böyle pis laflarla vaktini alacak, Müslümanların da moralini bozacak. Kalbinde hastalık olan da varsa o adam da diyecek ki, "Bu münafık haklı". Çünkü zayıf imanlı biri "Demek ki bu kişi münafık" demez, o anda onu akıllı adam olarak görür. O yüzden de "Ben de gitmeyeyim" diyecek.
Bunu dediğinde küfür de münafığa, "Helal olsun, sen ne kadar akıllı adamsın" diyor, bu ailelerini bırakmama konusunda. "Çok güzel söylüyorsun" diyor. Bütün küfür Peygamber (sav)'e karşı birleşiyorlar. "Müslüman böyle olur" diyor küfür. "Aferin, Peygamber (sav)'e karşı çok güzel söyledin" diyor -haşa-. İşte münafığın bu patavatsızlığı, münasebetsizliği tarih içinde hiç değişmez." (A9 TV, 30 Mayıs 2016)
ADNAN OKTAR: Münafıklar Peygamber (sav)'le öyle kahpece ve öyle alçakça bir üslupla konuşuyorlar ki, mesela, "Sen bizi savaşa götürüyorsun ama havanın sıcak olduğunu görüyorsun" diyor. Şimdi Peygamber (sav) ne desin? "Olsun sıcak da olsa gelin" dese, orada bayılan olsa veyahut kalbi sıkışan olsa münafık çıkıp "Ben demiştim" diyecek. Haşa "Müslümanı göz göre göre ölüme götürdü adam" diyecek. Peygamber (sav) hakkında -haşa- öyle küstah ifadelerle konuşuyorlar, üslupları öyle. Peygamber (sav) de bir şey demiyor o zaman. Çünkü münafık hep elliye elli, çok ortalı konuşur. Yani kendi lehine kullanılacak gibi seçer cümleleri ve kelimeleri. Çok alçaktır. Mesela diyor ki "Ben savaşmayı bilsem gelirim, ama bilmiyorum" diyor. Şimdi götürse Peygamber (sav) onu, mesela bir yerine ok gelecek ya da kılıç darbesi alacak. Sonra, "Ben size söylemiştim zaten, savaşmayı bilmiyorum diye. Bak kolum koptu." diyecek. Sonra da -haşa- Peygamber (sav)'i suçlayacak. Alçaklık yapıyor. Onun için Peygamberimiz (sav) bunlara bir şey yapmamış, bir şey dememiş. Bu alçaklar da imparatorluklarını kurmuşlar ve 1400 sene devam ettirmişler. 1400 sene. Sahabe döneminde de kan kusturmuşlar, şu anda da devam ediyorlar."(A9 TV, 20 Şubat 2016)
... Onlara: "Gelin, Allah'ın yolunda savaşın ya da savunma yapın" denildiğinde, "Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik" dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir. (A-i İmran Suresi, 167)
Münafıkların "Sıcakta savaşa çıkmayın" sözünü söylemekteki bir başka amaçları da, 'Peygamber (sav)'e olduğu kadar, Müslümanların -haşa- Allah'a karşı olan güvenlerini de sarsabilmek' tir. Bu konuşmalarıyla Peygamberimiz (sav)'e "Savaşa çıkın diyorsun ama, buradaki havanın durumunu görüyorsun. Beyin kanaması olacağız, sıcaktan tansiyonumuz çıkıyor, eğer savaşa çıkarsak helak oluruz. Sen bir Peygamber olarak bunu nasıl düşünmezsin?" gibi imalarda bulunabilmektedir. Ardından da, "Bak ben Peygamber değilim, ama ben bunu düşünüyorum. Görüyor musun, demek ki ben senden daha üstünüm. Demek ki Allah seni Peygamber olarak göndermekle hata yaptı. Ama bak ben hepinizden; Allah'tan da, Peygamberden de büyüğüm ki, bunları düşünebiliyorum" (Allah'ı ve Peygamberimiz (sav)'i tenzih ederiz) mantığıyla konuşacak ve -o zayıf akıllarınca- sözde kendi büyüklüklerini ispatlamış olacaklardır. Münafıklar bu sözleriyle, çevrelerindeki imanı ve aklı zayıf olan kimseleri de kolaylıkla etkileyebileceklerini ve onları kendilerine bağlayabileceklerini umuyorlardı.
Oysaki Peygamberimiz (sav)'in Müslümanları sefere çağırmasının pek çok zaruri sebebi ve hikmeti vardır. O dönemde Müslümanlar eziyet görmekte ve şehit edilmektedir. Peygamberimiz (sav) 'İslam'a yapılan saldırıları durdurmak; Müslümanları, kadınları, yaşlıları, çocukları korumak, şehit edilmelerini önlemek için' böyle bir karar almıştır. Bu durumda Müslümanlar, sıcağı hiç düşünecek bir konumda değillerdir. Çünkü savaşa gitmedikleri takdirde zaten evleri, aileleri, çocukları, eşleri tehdit altında olacak, büyük ihtimalle eziyet göreceklerdir. Bu seferin amacı, Müslümanları bu tehlikelerden koruyup güvenliğe çıkarabilmektir. Dolayısıyla sıcak, bu hayati tehditlerin yanında Müslümanlar için göze alamayacakları bir zorluk değildir. Dahası önceki bölümde de anlatıldığı gibi, oradaki halk zaten tüm hayatlarını bu sıcak hava şartları altında geçirmektedirler. Ticaret için sefere çıktıklarında da aynı şartları göğüslemektedirler. Bunun yanı sıra, savaşa da zaten şehit edilebileceklerini, yaralanabileceklerini göze alarak gitmektedirler. Dolasıyla sıcak, onlar için tüm bunların yanında çok hafif bir zorluktur. Ve elbette ki münafık da tüm bu gerçekleri bilmektedir. Ama alçakça bir ruhla kendisini çok halis niyetli ve Müslümanların iyiliğini düşünen biri gibi gösterme maksadıyla, alttan alta bir 'bilinçaltı kurgulama' yapmaktadır.
Ayrıca Müslümanlar son derece güzel ahlaklı ve halim insanlardır. Allah'ın rızasını kazanmaları söz konusu olduğunda, asla öncelikli olarak kendi çıkarlarını gözetmeyi düşünmezler. Eğer Allah'ın rızası öyle gerektiriyorsa, seve seve ve büyük bir şevkle Peygamberimiz (sav)'i izler ve savaşa çıkarlar. Günümüzde de aynı şekilde sıcak bir havada İslam'ı tebliğ ya da Müslümanlara destek için bir konuda hizmet etmeleri gerekse, Müslümanlar yine bunu sevinçle yaparlar. Asla "Hava sıcak, ben size yardım edemem" demezler. Ama münafık günümüzde de olsa, yine aynı mazereti öne sürer. Çünkü münafığın canı çok tatlıdır. Ve hep kendi menfaatini ön plana alır. Müslümanların huzuru, güvenliği ve menfaatleri münafık için önemli değildir. Mutlaka önce kendi çıkarlarını düşünür ve bunun için her türlü sahtekarlığı yapar.
Bunun yanı sıra münafıklar bu üsluplarıyla sadece Peygamber (sav)'i hedef almıyorlardı. Asıl istedikleri insanları -haşa- Allah hakkında çeşitli zanlara kaptırabilmek, şüpheye düşürebilmek ve böylece iman etmelerini engelleyebilmekti. Allah münafıkların tarih boyunca gösterdikleri bu çirkin çabayı Kuran ayetlerinde şöyle haber vermiştir:
İnsanlardan kimi, Allah hakkında bilgisi olmaksızın tartışır durur ve her azgın-kaypak şeytanın peşine düşer. (Hac Suresi, 3)
İnsanlardan kimi, hiçbir bilgisi, yol göstericisi ve aydınlatıcı kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışır-durur. Allah'ın yolundan saptırmak amacıyla 'gururla salınıp-kasılarak' (bunu yapar); dünyada onun için aşağılanma vardır, kıyamet günü de yakıcı azabı ona tattıracağız. (Hac Suresi, 8-9)
Allah hakkında yalan uydurup iftira edenlerden veya kendisine hak geldiği zaman onu yalan sayandan daha zalim kimdir? İnkar edenlere cehennem içinde bir konaklama yeri mi yok? (Ankebut Suresi, 68)
O'na icabet olunduktan sonra, Allah hakkında (sözde) 'deliller öne sürüp tartışanların' delilleri, Rableri Katında geçersizdir. Onların üzerinde bir gazap vardır ve şiddetli azap onlaradır. (Şura Suresi, 16)
Tüm bu ayetler, münafıkların tarih boyunca aynı bilinçaltı kurgulama yöntemlerini kullandıklarını ve Allah hakkında çeşitli zanlarda bulunarak insanları dinsizliğe çağırdıklarını göstermektedir. Oysaki oynadıkları sinsi oyun ve kullandıkları 'bilinçaltı kurgulama yöntemleri', Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilen Müslümanları hiçbir şekilde etkileyemeyecek ahmakça mantıklara dayalıdır. Müslümanlar Allah'ın sonsuz akıl, merhamet ve adalet sahibi olduğunu çok iyi bilirler. Allah'a olan sevgileri ve güvenleri sonsuzdur. "Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz." (Enbiya Suresi, 47) ayetiyle haber verildiği gibi, dünyadaki tüm insanlar, Allah'ın sonsuz adaletiyle karşılık bulacaktır. Dolayısıyla zayıf akıllı münafıkların, -Allah'ı tenzih ederiz- Allah'ın 'insanlara haksızlık yaptığı, hata yaptığı, düşünemediği' gibi alçakça konuşmaları, Allah'a karşı gösterdikleri çok çirkin bir cesaret ve çok büyük bir iftiradır. Bir ayette "... Benim Rabbim şaşırmaz ve unutmaz." (Taha Suresi, 52) sözleriyle anlatıldığı gibi, Allah her türlü eksiklikten, acizlikten, hatadan ve kusurdan münezzeh ve Yücedir. O münafığı da, onun ahmak yol göstericisi olan şeytanı da, küfürdeki dostlarını da yaratan Allah'tır. Onlara bu sözleri söyleyecek zekayı veren ve an an onların her yaptıklarını ve her söyledikleri sözü yaratan yalnızca Allah'tır. Ve "... Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır." (Haşr Suresi, 18) ayetiyle haber verildiği gibi, Allah münafıkların oynadıkları her türlü sinsi oyundan an an haberdardır.
Oynadığı alçakça oyunlar ne dünyada ne de ahirette münafıklara birşey kazandırmayacaktır. Dünyada hep horlanmış ve aşağılanmış olarak yaşayacak, ahirette ise bu şeytani ahlaklarından dolayı, sonsuz bir azap ile karşılık bulacaklardır.
'Kuran ayetlerini, Peygamberlerin, elçilerin ve Müslümanların konuşmalarını şeytani bir üslupla değiştirip, onların sözlerindeki anlamı çarpıtmaya çalışmaları', münafıkların önemli bir özelliğidir. Allah, bir Kuran ayetinde "… dillerini Kitap'a doğru eğip bükerler, siz onu (bu okur göründüklerini) Kitap'tan sanasınız diye..." (Al-i İmran Suresi, 78) ifadesiyle, münafıkların bu ahlaksızlığına dikkat çekmiş ve bu sinsi oyunlarına karşı dikkatli olmaları için Müslümanları uyarmıştır.
Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini Kitap'a doğru eğip bükerler, siz onu (bu okur göründüklerini) kitaptan sanasınız diye. Oysa o Kitap'tan değildir. "Bu Allah Katındandır" derler. Oysa o, Allah Katından değildir. Kendileri de bildikleri halde Allah'a karşı (böyle) yalan söylerler. (Al-i İmran Suresi, 78)
Münafığın böyle bir ahlaksızlığa başvurmasının nedeni, -kendince- 'dini şahsi çıkarlarına uygun hale getirmek istemesi' dir. Münafık içindeki amansız büyüklük duygusu nedeniyle, gerekli gördüğünde, kendini savunup haklı çıkarabilmek için, Kuran ayetlerini, Peygamberin, elçilerin ya da Müslümanların sözlerini çarpıtmaya çabalar. Kuran'da 'dil eğip bükme' olarak açıklanan bu ahlaksızlık münafıkta delilik derecesinde şiddetlidir. Sözün altında kalmamak, üstün gelmek, ön plana çıkmak, sözde hatasız, kusursuz ve eksiksiz bir insan olduğunu ispat edebilmek, münafık için hayati bir konudur. İçinde Allah korkusu olmadığı için, Kuran ayetleri hakkında tartışmaya girmekten, ayetlerin anlamını değiştirmeye ve çarpıtmaya kalkışmaktan hiç çekinmez. Aynı şekilde karşısında Peygamber ya da Allah'ın bir elçisi de olsa, ona karşı büyüklük taslamaktan ve iftira atarak bu mübarek insanların sözünü çarpıtıp değiştirmekten de sakınmaz. Kendisine doğrusu anlatılıp haksız olduğu ispatlandığında ise anlatılan ayetleri de, yapılan Rahmani konuşmaları da hep anlamazdan gelir.
Allah bir ayette münafığın bu sinsi taktiğini "O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı…" (Al-i İmran Suresi, 167) ayetiyle açıklamıştır. Münafıklar çarpıtmaya kalkıştıkları ayetlerin anlamlarını da, Müslümanların doğru söylediklerini de çok iyi bilirler. Ama şeytani ahlaklarından dolayı, kasıtlı olarak 'kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söyleyerek' üstün çıkmak için yalan söylerler.
Bir başka Kuran ayetinde ise, sürekli çirkeflik yaparak, iftira atarak, dil eğip bükerek, kelimelerin anlamını çarpıtarak yalan söyleyen münafıkların bu alçak karakteri "Onlar kelimeleri konuldukları yerden saptırırlar." (Maide Suresi, 13) sözleriyle haber verilmiştir.
Münafık şeytani zekasını ve keskin dilini kullanarak hemen her konuşmasında Müslümanlara karşı bu tarzda sinsi oyunlar oynar. Ancak Müslümanlar münafığın tüm bu oyunlarını anında görüp fark eder ve onun bu samimiyetsizliğini Kuran ayetleri ile ona ispatlarlar. Münafık yine de anlatılanları anlamazdan gelerek kendini savunur ve kendi çarpık iddialarından vazgeçmez.
ADNAN OKTAR: "Allah Maide Suresi 13. ayette Şeytandan Allah'a sığınırım "Onlar kelimeleri konuldukları yerden saptırırlar." diyor. İşte örneğin münafık Kuran ayetlerini değiştirir. Ama, karşısındaki insan bir şey konuştuğunda, onu da değiştirir. Mesela diyorsun ki, "Ben bugün seni çok dikkatli gördüm." O da "Sen bana öyle bir laf ettin ki benim dikkatsiz olduğumu vurgulamaya çalışıyorsun" deyip durduk yere pislik yapmaya çalışır. "Ben böyle bir şey demedim" deyince, o zaman da "Sen benim hafızamla mı alay ediyorsun?" der. Çok çirkeftir münafık. Ben tabii çok flu örnekler veriyorum; tam bir cemiyet mikrobudur münafık. Allah o kadar çok ayetle anlatmıştır ki, hadislerde de o kadar çok anlatıyor ki Resulullah (sav); tıpa tıp tarif ediyor. Hz. Ali (ra) da çok detaylı tarif ediyor, ayetlerde bütün kapsamıyla anlatılıyor. Ama tabii ayetlerin tefsir edilip açıklanması, hayata geçiş şekliyle anlatılması çok önemli." (A9 TV, 23 Ocak 2016)
ADNAN OKTAR: "Bir kere çok yalancıdır münafık. Alenen ve haysiyetsizce yalan söyler. Demagojiye çok alışıktır münafık, lafı evirir çevirir. "Kuran'dan sanasınız diye" diyor ayette de. Dilini eğip büker. Cümleleri bozmada, mantığı bozmada şeytani bir maharete sahiptir. (Al-i İmran Suresi, 78) "Dillerini eğip bükerler." diyor Allah. Senin söylediğin doğru bir cümleyi eğip büküp çok acayip bir hale getirebilir münafık. Sen ona gönlünü alacak bir söz söylesen, münafık onu bambaşka şekle çevirebilir, bozar. Yani bozuk konuşma vardır. Münafık "Sivri dilleriyle sizi incitmeye çalışırlar." diyor Allah ayette. (Ahzab Suresi, 19) Dilinin sivriliği; sivri nedir? Yıkıcı, yırtıcı bir şey için söylenir. Buna gayret ediyor münafık, bunun için uğraşıyor. Dil müminde hayır içindir; münafıkta şer içindir, pislik içindir. Ama mümine yapılan her şey hayırdır. Münafığın kendine hayır zannettiği her şey de ona şerdir. Yani ne yapsa onun aleyhine olur. "Dillerini eğip bükerler." Lafı sözü değiştirmede şeytani bir maharetten bahsediyor Allah Kuran'da. Mesela Müslüman münafığa normal, makul bir şeyi anlattığında veya bir hatasını, bir eksiğini anlattığında münafık onu akıl almaz çarpıtır, akıl almaz değiştirir. Kelimenin başını sona alır, sonu başa alır. Ona çok fazla yalan ekler ve bambaşka hale getirir. İşte dilini eğip bükmeden kasıt budur. Kuran'ın hükmünü de değiştirmeye kalkar." (A9 TV, 5 Haziran 2016)