Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. And olsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir. (Muhammed Suresi, 30)
Bakışları gibi, üslubu da münafığı ele veren en önemli alametlerden biridir. Allah Kuran'da Müslümanların münafıkları, 'konuşmalarındaki anormalliklerden tanıyıp fark edebileceklerini' bildirmiştir. Zira münafıkların konuşmaları bir Müslümanın konuşma tarzına, adabına, ahlakına hiç benzemez. Öfkeli, laf dokunduran, küstah, saygısız, kinayeli, kinli ve saldırgan bir üslupla konuşurlar. Züppelikleri, laf dokundurmaları, her fırsatta Müslümanları incitmeye çalışan sözler seçmeleri, yalan söylemeleri, iftira atmaları ve sürekli olarak Müslümanları suçlayan bir üslup kullanmaları karakteristik özelliklerindendir. Müslümanların Allah'tan korkup sakındıkları için asla ağızlarına dahi almayacakları sözleri, Kuran'a ve İslam ahlakına muhalif mantık ve fikirleri pervasızca konuşurlar.
Münafıkların kullandıkları bu üslupla neyi amaçladıklarını anlamak ise önemlidir. Çünkü münafığın her eylemiyle ulaşmayı hedeflediği bir sonuç vardır. Münafık gelişigüzel, doğal akışıyla konuşuyor değildir. Bir konuda istediği bir çıkarı elde edebilmek, kendini temize çıkarmak, kendi üstünlüğünü, haklılığını veya diğer insanların eksik
liklerini, kusur ve hatalarını daha iyi vurgulamak istiyordur. Sinsice ve gizlice yaptığı eylemlerin ya da küfürle olan gizli bağlantısının üstünü örtmeyi veya dikkati kendinden başka bir yöne çekebilmeyi hedefliyordur. Birinden intikam almak, bir yalanı destekleyip inandırıcı hale getirmek ya da Müslümanları aldatarak onları başarısızlığa sürükleyecek hatalı bir yöne doğru yönlendirmek gibi bir amaçla konuşuyordur. Ancak işte bunlardan hangisi olursa olsun, münafık tüm tavırlarında olduğu gibi, her konuşmasında da büyük bir planın küçük bir parçasını yerine oturtmaya çalışıyordur. Ve işte tüm bu sayılan üslup bozuklukları, bize 'münafığı tanımada önemli ipuçları veren' çok mühim alametlerdir.
Kuran'da "sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın" ifadesiyle tanıtılan münafıkların bu özelliği bir başka ayette de şöyle haber verilmiştir:
... Sizi keskin dilleriyle (eleştirip inciterek) karşılarlar. İşte onlar iman etmemişlerdir; böylece Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu Allah'a göre pek kolaydır. (Ahzab Suresi, 19)
Allah münafıkların 'keskin bir dile sahip olduklarını' bildirmiştir. Şeytani bir zeka ile dillerini küfri menfaatleri için en etkili şekilde kullanmaya çalışırlar. Ayette münafıkların aynı zamanda da, bu keskin dillerini Müslümanları 'eleştirmek' ve 'incitmek' için kullandıkları da haber verilmiştir. Bir başka ayette ise Allah, bu münafık ahlakını şöyle haber vermiştir:
And olsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu) emirlere olan azimdendir. (Al-i İmran Suresi, 186)
Münafıklar bu ahlaksızlıklarını, elbette ki tüm Müslümanlara karşı uygularlar. Ama özellikle de Müslümanlara önderlik eden, akıl, feraset, basiret, bilgi ve tecrübe açısından en güçlü gördükleri; İslam'a en çok hizmet eden ve dini en etkili şekilde tebliğ eden kimseler, münafıkların en önemli hedefleri konumundadır. Çünkü bu insanlar, şeytanın en istemeyeceği şeyi gerçekleştiren, şeytana karşı en güçlü fikri mücadeleyi veren insanlardır. Dolayısıyla şeytanın bir nevi kuklası olan münafıklar da, kendilerine ilk hedef olarak bu lider konumundaki kimseleri seçerler.
Nitekim tarih boyunca tüm münafıklar da bu hedeflerinden şaşmamış, her dönemde en büyük şeytani mücadelelerini Allah'ın hak Peygamberlerine, elçilerine ve veli kullarına karşı vermişlerdir. Kuran'da Peygamberimiz (sav) dönemindeki Müslüman topluluğun içinde bulunan münafıkların da "Peygamberimiz (sav)'i incitmeyi" hedefledikleri haber verilmiştir:
İçlerinden Peygamberi incitenler ve: "O (her sözü dinleyen) bir kulaktır" diyenler vardır. De ki: "O sizin için bir hayır kulağıdır. Allah'a iman eder, müminlere inanıp-güvenir ve sizden iman edenler için bir rahmettir. Allah'ın elçisine eziyet edenler... Onlar için acı bir azap vardır." (Tevbe Suresi, 61)
Münafıklar, yalan söylediklerine kendileri de şahit oldukları halde, sırf Peygamberimiz (sav)'i 'incitmeyi ve rahatsız etmeyi amaçlayarak' 'samimiyetsiz, sinsi, kin ve nefret dolu suçlamalar' yapmışlardır. Kuran'da aynı ahlaksızlığın, Hz. Musa (as)'ın kavmindeki münafıkların da önemli bir özelliği olduğu bildirilmiştir:
Ey iman edenler, Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın; ki sonunda Allah onu, demekte olduklarından temize çıkardı. O, Allah Katında vecihti. (Ahzab Suresi, 69)
Allah tarih boyunca yaşamış ve gelecekte de kıyamete kadar yaşayacak olan tüm münafıkların nasıl aynı şeytani ahlakı gösterip, nasıl aynı yöntemleri kullanabildiklerini ise şöyle açıklamıştır:
"Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaadlerde bulun." Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez. (İsra Suresi, 64)
Ayette "onlardan güç yetirebildiklerini" sözleriyle işaret edilen kimselerin önemli bir bölümü de işte "münafıklar"dır. Şeytan, sözünü dinleyen, kendisine itaat ederek, İslam'a, Kuran'a ve Müslümanlara karşı mücadele etmeyi amaçlayan bu insanlara istediği gibi güç yetirebilmektedir. Onları istediği gibi yönlendirebilmekte ve her istediğini yaptırtabilmektedir. İşte "dilleriyle Müslümanlara eziyet etmek", "sesiyle sarsıntıya uğratıp, yaygaralar kopartmak" da şeytanın münafıklara öğretip uygulattığı yöntemlerdendir. Şeytanın yol göstermesiyle, her dönemde münafıklar bu hain ve pis yöntemi uygulamışlardır ve uygulamaya da devam etmektedirler.
Münafıklar bu yöntemi uygularlarken de ayette haber verildiği gibi yine şeytanın ilhamıyla "keskin bir üslup" kullanmaya özen gösterirler. Kendilerince Müslümanların morallerini bozacaklarını, onları ümitsizliğe sevk edeceklerini, neşelerini kaçıracaklarını düşündükleri özel kelimeler kullanmaya büyük özen gösterirler. Kinayeci, haset dolu, kindar, kavgacı, laf dokunduran, gerilim oluşturup fitne çıkarmaya çalışan bir üslup kullanırlar. Kendilerince Müslümanların acizliklerini, eksikliklerini, kusurlarını, yanlışlarını gündeme getirerek onları mahcup etmeyi amaçlarlar. Bu yolla aynı zamanda da, diğer inananların bu kimselere olan saygılarını, sevgilerini, güvenlerini yok edebileceklerini sanırlar. Özellikle de manevi açıdan lider konumunda olan kişilerin -kendilerince- açıklarını bulduklarını sandıklarında büyük bir heyecanla ve abartılı üsluplarla bunları dile getirirler. Böylece Müslümanların gözünde bu kişinin itibarını, konumunu sarsabileceklerini; ona olan güvenlerini kaybettirebileceklerini zannederler. Ve bunun sonucunda da İslam'a, Müslümanlara zarar verebileceklerini umarlar. Ardından da kargaşa oluşturabileceklerini ve Müslümanların ayrılıp dağılacağını sanırlar. Böylece ruhlarındaki karanlık yolun kapısının açılacağını ve onların da istedikleri gibi küfrü yaşayabileceklerini umarlar.
Allah'a samimi imanda Müslümanın Allah'a karşı nasıl güçlü bir güven ve teslimiyet içerisinde olduğunu kavrayamadıkları için, sarf edecekleri birkaç kelime ya da yapacakları birkaç suçlama ile Müslümanları incitip üzebileceklerini, bakış açılarını değiştirebileceklerini, güvenlerini, sevgilerini, saygılarını kaybettirebileceklerini sanırlar.
Oysaki Müslümanlar Allah'ın her yarattığında hayır ve güzellik görürler. Allah yolunda mallarından, canlarından feragat etmeyi, her türlü fedakarlıkta bulunmayı göze almış insanlardır. Nimetler ve güzellikler kadar, hastalıkların da, eksikliklerin de, yapılan hataların da, yine hep kaderin bir parçası olduğunun bilincindedirler. Dolayısıyla da kalbi kin, öfke, haset ve nefretle dolu olan, küfre hayranlık duyup Müslümanları düşman olarak gören, şeytanın kontrolü altına girmiş bir münafığın durumunu da apaçık bir şekilde görebilirler. Böyle şeytani bir varlığın sözüyle Müslümanların ne morallerinin bozulması, ne incinmeleri, ne üzülmeleri, ne ümitsizliğe kapılmaları ne de neşelerinin kaçıp mutsuz olmaları mümkün değildir.
Ancak bu önemli gerçekten gafil olan münafıklar, hasta ruhlarının yansıması olan konuşmalarıyla Müslümanlara karşı sinsice bir mücadele vermeye çalışırlar. Böylece inkar edenler dışarıdan Müslümanları yıkmaya çalışırken, onlar da ellerindeki imkanlarla içeriden sinsice Müslümanların gücünü kırabileceklerini sanırlar. Şeytanın ilhamıyla yaygaralar kopararak, Müslümanları sarsıntıya uğratabileceklerini düşünürler. Oysa ayetin devamında, "... Sizi keskin dilleriyle (eleştirip inciterek) karşılarlar. İşte onlar iman etmemişlerdir; böylece Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu, Allah'a göre pek kolaydır." (Ahzab Suresi, 19) sözleriyle bildirildiği gibi, Allah münafıkların tüm sinsi oyunlarını boşa çıkaracak, tüm tuzaklarını bozacak, onları mutlaka başarısızlığa uğratacaktır.
Müslümanlar çok itidalli ve aklı başında insanlardır. Her şeyi ve bütün olayları Allah'ın yarattığına kesin olarak emin oldukları için sürekli tevekküllü bir ruh hali içinde yaşarlar. Dolayısıyla da gün içinde ne kadar zor olaylarla ve yanlış tavırlarla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, asla 'kontrollerini kaybetmez ve Kuran ahlakına uygun olmayacak bir tavır göstermezler'. Sinirlenmek, öfkeden kendini kaybetmek, ses yükseltmek, bağırıp çağırmak, saldırgan ve kavgacı bir üslup sergilemek, Müslümanın hiçbir şekilde yanaşmayacağı davranışlardır. Olaylar istedikleri gibi gelişmese de, karşılarındaki insanlar hata yapsalar da, Müslüman tüm bunların kaderde hayırla yaratıldığını bilir.
Münafıklar ise, her konuda olduğu gibi, bu tarz durumlarda da, Müslümanların tamamen zıttı olan tavır bozukluklarıyla dikkat çekerler. Terslik gibi görünen ufacık bir olayla karşılaştıklarında hemen öfkelenip söylenmeye, bağırıp çağırmaya ve tartışıp kavgacı ve saldırgan tavırlar sergilemeye başlarlar. İçlerinde gizledikleri anarşi ruhu tamamen ağızlarından dışa vurur. O ana kadar Müslüman taklidi yaparken, sinirlenmeleriyle birlikte kontrollerini kaybeder ve bir anda ruhlarındaki küfür özelliklerini açıkça ortaya dökmeye başlarlar. Allah, Peygamberimiz (sav) dönemindeki münafıkların da, Resulullah (sav)'ın yanındayken bile aynı küfri ahlakı ve tavır bozukluklarını sergilediklerini bildirmiştir:
... Ey iman edenler, seslerinizi Peygamberin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp-söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken, amelleriniz boşa gider. (Hucurat Suresi, 1-2)
Bir başka Kuran ayetinde ise Allah, "... Sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir." (Lokman Suresi, 19) sözleriyle, 'bağıran, rahatsız eden bir konuşma üslubunu beğenmediğini' bildirmiştir. İşte Allah'ın beğenmediği bir tavrı, bilerek ve ısrarla uygulamaya devam etmek, münafıkların önemli bir vasfıdır. Münafıklar bu ahlaklarındaki kararlılık ile, Müslümanlardan farklı olduklarını ve küfür ahlakını yaşamaktaki ısrarlarını açıkça ortaya koymuş olurlar.
Allah Kuran'ın "Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin." (İsra Suresi, 37) ayetiyle Müslümanlara büyüklenmekten sakınmalarını hatırlatmıştır.
Müslümanlar Allah'ın ayette tarif ettiği ahlakı beğenmediğini bilerek, enaniyet ve kibir gibi görünebilecek en ufak bir tavır bozukluğundan dahi şiddetle sakınırlar. Münafıklar ise Müslümanların tam aksine, her konuda kendilerini ön plana çıkarmak, büyüklüklerini ve herkesten üstün olduklarını vurgulayabilmek için her fırsatı kullanırlar. İçlerindeki büyüklük ve öne geçme hırsı çok şiddetlidir. Dolayısıyla da gün boyu tüm tavır ve konuşmalarına, yüz ifadelerine bu ruh halleri hakimdir. Bakışlarına, seslerine, konuşmalarına, oturup kalkmalarına, sıradan bir konuda yaptıkları yorumlarına ve hatta sevgi gösterme şekillerine kadar her hareketlerinde, her mimiklerinde bu büyüklük hırsının yansımaları görülür. Allah münafıklardaki bu 'şeytani büyüklük hırsına' Kuran ayetlerinde şöyle dikkat çekmiştir:
Kahrolası, nasıl bir ölçü koydu? Yine kahrolası, nasıl bir ölçü koydu? Sonra bir baktı. Sonra kaşlarını çattı ve yüzünü ekşitti. Sonra da sırt çevirdi ve büyüklük tasladı (istikbar). (Müddessir Suresi, 19-23)
Allah Kuran ayetlerinde münafık ahlakını çok detaylı olarak tarif etmiştir. Bu bakış açısıyla bakan Müslümanlar, münafıkların tavırlarından, konuşmalarından, vücut dillerinden, yürüyüş stillerinden, kaşlarını soktukları şekilden, bakışlarındaki bozukluktan ve yüzlerine verdikleri sinsi anlamlardan bu büyüklük tutkusunu çok açık bir şekilde anlayabilirler.
Münafık sahip olduğu her şeyi, büyüklüğünü vurgulamak için önemli bir fırsat olarak görür. Allah'ın verdiği güzelliğini, sağlığını, gençliğini, bilgisini, kültürünü, yeteneğini, itibarını, maddi manevi sahip olduğu nimetleri hep insanlara üstünlük taslamak için kullanır. Kendisini ne kadar büyütürse, çevresindeki diğer insanları da o kadar aşağı görüp küçümsemeye başlar. Dünyanın en akıllı, en zeki, en yetenekli, en iyi konuşan, en iyi yazı yazan kişisinin kendisi olduğu kanaatindedir. Hatta pek çok konuda kendisinin dünya çapında tüm insanlar arasında nadir rastlanacak mükemmellikte ve yetenekte bir insan olduğuna inanmaya başlar. Bu bakış açısının sonunda da iyice azgınlaşır. Allah münafıkların bu giderek artan büyüklük tutkusunu bir ayette "… Onların göğüslerinde kendisine ulaşamayacakları bir büyüklük (isteğin)den başkası yoktur…" (Mümin Suresi, 56) sözleriyle açıklamıştır.
Allah bir başka ayette de, "... Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (Nisa Suresi, 36) sözleriyle bu ahlakı beğenmediğini bildirmiştir. Eğer bir Müslüman istemeden bunlardan herhangi birine benzer bir tavır gösterecek olsa, iman edenler ona Kuran ayetlerini ve Allah'ın bu tavrı beğenmediğini hatırlatırlar ve o da hemen bu hatasını düzeltir. Ama münafıkta böyle bir sonuç alabilmek mümkün olmaz. Kuran ayetleri münafığa etki etmez. Münafık ayetleri ne dinler ne de anlamlarını düşünür. Dolayısıyla da münafığı, içindeki bu büyüklük hırsından kurtulması için doğru yola çağırmak etkili olmaz. Allah münafığın bu tarz bir çağrı karşısında nasıl bir tavır göstereceğini bir Kuran ayetinde şöyle haber vermiştir:
Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. (Bakara Suresi, 206)
Müslümanların en önemli özelliklerinden biri, hayatlarının her anında Kuran ahlakına uygun bir üslup ile konuşmalarıdır. İman etmeleriyle birlikte, cahiliye toplumlarında insanların büyük bölümüne hakim olan negatif karakter özelliklerinden arınmışlardır. Dolayısıyla bu temiz, Rahmani ahlak tüm tavır ve konuşmalarına hakimdir. Nasıl bir ortama girerlerse girsinler, olayların gidişatına, insanların ihtiyacına, duruma ve şartlara göre nasıl davranmaları gerektiğini vicdanlarıyla belirlerler. Daha önce hiç tecrübe etmedikleri olaylar bile söz konusu olsa, vicdanlarına uyarak yapılması gereken en doğru tavrı sergiler, en isabetli konuşmaları yaparlar.
Münafık karakterli kimseler ise, Müslümanlardaki bu feraset ve basiret mükemmelliğinden yoksundurlar. İsteseler, bu pozitif tavırları elbette ki samimi Müslümanlardan görerek öğrenebilirler. Ama asıl amaçları zaten Müslümanlara karşı içten sinsice bir mücadele vermek olduğu için ahlaklarını değiştirmeye gerek duymazlar. Tercihlerini Allah'tan, Kuran ahlakından, vicdandan yana yapmadıkları için, pozitif, halim ve güzel olan tavırlar yerine, şeytani ve negatif davranışlar sergilerler. Aynı şekilde konuşmalarında da yapıcı, yatıştırıcı, uzlaştırıcı olmak yerine, kinayeli, laf dokunduran, züppece ifadeleri tercih ederler. Kaba ve sivri dilli, nezaketsiz, münasebetsiz, çirkef, kavgacı, saldırgan, küstah ya da suçlayıcı üsluplar kullanmaktan çekinmezler. Cahiliye insanları arasında öğrendikleri görgü, adap ve edebe uymayan, kaba ve rahatsız edici her tavrı, Müslümanlar arasında da pervasızca uygularlar.
Müslümanların her sözü güzel ve incelik doluyken, konuşma adabı olmayan münafıkların sözleri hep çirkin ve iticidir. Saygıdan yoksun, küstah, ukala, züppe, bilmiş, küt, kaba, düşüncesiz ve patavatsızdırlar. Adeta şuurları kapalıymışçasına nezaketsiz ve münasebetsizdirler. İşte tüm bu özelliklerinden de, 'hasta, dengesiz ve münafık ruhlu insanlar oldukları' açıkça anlaşılır.
Oysaki Müslümanların en önem verdikleri ve en titizlik gösterdikleri konulardan biri, Allah'ın rızasını kazanabilmek için, tertemiz ve güzel bir ahlak anlayışıyla yaşamaktır. Cahiliyenin her türlü kirli anlayışından, tavırlarından ve konuşmalarından arınıp, cennet gibi güzel bir ortam oluşturmaya çalışırlar. Bu nedenle de birbirlerine karşı olabildiğince ince düşünceli, fedakar, anlayışlı, hoşgörülü, affedici, alttan alan, kalender, tevazulu, sabırlı, güzel sözlü, gönül alan, sevgi, saygı dolu, dostane tavırlar sergilerler. Dolayısıyla Müslümanların bu üstün ahlakıyla, münafıkların negatif tavırları arasında büyük bir zıtlık ortaya çıkar. Bu da, şeytani üsluplar kullanmaktan, küfri konuşmalar yapıp, çirkef tavırlar göstermekten çekinmeyen münafıkların tanınmasında önemli bir alamet oluşturur.
Peygamberimiz (sav) döneminde, Müslümanların çevresinde nezaketi, ince düşünceyi, saygılı olmanın adabını bilmeyen ve bu yöndeki çirkin üsluplarıyla dikkat
çeken birçok insan vardı. Bunlar arasında müşrikler, kalbinde hastalık olanlar, görgüsüz ya da bilgisiz olanlar olduğu gibi; bu ahlaksızlığı kasten uygulayan münafıklar da vardı. Ve bu kimseler, Müslümanlara gösterdikleri bu çirkin tavırları, Peygamberimiz (sav)'e karşı da sergiliyorlardı (Peygamberimiz (sav)'i tenzih ederiz). Hatta O'na karşı, özel ve kasıtlı olarak, Müslümanlara yaptıklarından çok daha şiddetli bir ahlak bozukluğu gösteriyorlardı. Bunun sebebi ise elbette ki imansızlıkları; Peygamberimiz (sav)'e, onun sahip olduğu nimetlere, ona gösterilen saygı ve sevgiye, onun makamına ve itibarına karşı olan kıskançlıklarıydı. Kendilerini liderlik makamına çok daha fazla layık görüyor; Peygamberimiz (sav)'den sözde daha üstün, daha akıllı ve yetenekli olduklarına inanıyorlardı. Bu yüzden de ona hak ettiği saygı, hürmet ve sevgiyi göstermek, ona karşı güzel ahlaklı davranmak ağırlarına gidiyordu.
İşte bu kişiler, Peygamberimiz (sav)'e karşı saygıdan yoksun, kaba, küstah, kavgacı, saldırgan ve suçlayıcı bir üslupla ve hatta seslerini de yükseltip bağırarak konuşuyorlardı (Peygamberimiz (sav)'i tenzih ederiz). Allah Kuran'da Peygamberimiz (sav)'e karşı bu çirkin tavrı sergileyen kimseleri uyarmış ve bunun 'Allah Katında büyük bir karşılığı olacağını' hatırlatmıştır:
Ey iman edenler, seslerinizi Peygamberin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp-söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken, amelleriniz boşa gider. (Hucurat Suresi, 2)
Allah, Peygamberimiz (sav)'in huzurunda ve ona karşı bu şekilde çirkin ve kavgacı bir üslupla konuşmalarının sonucunda, bu kimselerin o zamana kadar yaptıkları tüm salih amellerin boşa gidebileceğini bildirmiştir. Peygamberimiz (sav)'in huzurunda bu tür tavır bozukluklarından kaçınan, itidalli, saygılı bir üslupla konuşan samimi Müslümanlar için ise, ahirette büyük bir ecir olduğu haber verilmiştir:
Şüphesiz, Allah'ın Resûlü'nün yanında seslerini alçak tutanlar; işte onlar, Allah kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır. (Hucurat Suresi, 3)
Kuşkusuz ki Peygamberimiz (sav) zamanında yaşanan her olay, buna dair Kuran'da bildirilen her hüküm, o dönemden sonra yaşayacak her Müslüman toplumu için de yol göstericidir. Kuran'da tarif edilen, Peygamberimiz (sav)'e karşı gösterilmesi gereken 'saygı ve hürmet adabı', bugün de iman edenlerin birbirlerine ve onlara manevi önderlik eden üstün ahlaklı kimselere karşı göstermeleri gereken saygı şeklinin nasıl olması gerektiğini bize anlatmaktadır.
Kuran'da Müslümanlara hatırlatılan bir başka önemli konu da, 'Peygamberimiz (sav)'in bulunduğu bir ortamda, her konuda ona öncelik vermenin, onu en önde ve en üstün tutmanın önemi' dir. Bu ahlak anlayışı, Müslümanların Peygamberimiz (sav)'e olan sevgi, saygı, hürmet ve bağlılıklarını ortaya koyan çok önemli bir 'mümin alameti' dir. Ancak bu duyguları kalplerinde samimi olarak yaşamayan insanların taklidi olarak bu ahlak özelliklerini gösterebilmeleri mümkün değildir. Peygamberimiz (sav)'e karşı içlerinde 'kıskançlık, kin, öfke, çekememezlik, öne çıkma ya da üstünlük hırsı' gibi duygular besleyen münafıklar, hiçbir zaman gerçek bir Müslümanın saygı dolu tavırlarını gösteremezler. Hatta tam tersine, Peygamberimiz (sav)'in bulunduğu ortamlarda sergiledikleri Müslümanların ahlakına tamamen zıt olan, 'saygıdan yoksun tavırlarıyla' dikkat çekerler.
Allah Kuran'da, hem bu ahlak bozukluklarını gösteren münafık karakterli insanlara, hem de cahilliklerinden, bilgisizliklerinden ya da görgüsüzlüklerinden dolayı bu tarz yanlış tavırlar sergileyen iyi niyetli kimselere, Müslümanların saygı adabının nasıl olması gerektiğini şöyle açıklamıştır:
Ey iman edenler, Allah'ın Resûlü'nün huzurunda öne geçmeyin ve Allah'tan sakının. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir. (Hucurat Suresi, 1)
Bilindiği gibi o dönemde Peygamberimiz (sav)'in çevresinde samimi Müslümanların yanı sıra, her inançtan, her kültürden ve her karakterde insanlar da vardı. Bunlar arasında iyi niyetli olup da, İslam ahlakını henüz bilmeyen veya yetiştiriliş tarzları nedeniyle de ince düşünce, nezaket ve saygı konusunda kusurları olan kimseler de bulunuyordu. Fakat münafıklar, tüm bu insanlardan farklı olarak, bu ahlak ve tavır bozukluğunu bilinçli ve kasıtlı olarak uyguluyorlardı. Yoksa münafıklar da Peygamberimiz (sav)'in huzurunda nasıl bir adap ve edep ile hareket edilmesi gerektiğini çok iyi biliyorlardı. Ama ona karşı olan şeytani bakış açılarını sinsice hissettirmek için, özellikle bu saygı adabını uygulamıyorlardı. Samimiyetsizliklerini gizleyebilmek için dilleriyle Peygamberimiz (sav)'i sevdiklerini söylüyorlardı; ama gerçekte içlerinde sevgi değil kin ve nefret olduğu için, ona karşı saygı göstermek çok ağırlarına gidiyordu. Çünkü gerçek hedefleri, Peygamberimiz (sav)'i yüceltmek değil, asıl olarak kendilerini ön plana çıkarmaktı.
Kendilerince 'Peygamberimiz (sav)'e karşı duyulan sevgi ve saygıyı zayıflatmak ve ardından da sözde kendilerinin ondan daha akıllı, daha bilgili ve tecrübeli olduğunu herkese göstermek' istiyorlardı. Böylece kendileri gibi zayıf imanlı insanlara da yol gösterip, onları da Peygamberimiz (sav)'in yoluna uymaktan alıkoyabileceklerini düşünüyorlardı. Onları da küfür ahlakına teşvik edebileceklerini ve kendilerine yandaş toplayabileceklerini sanıyorlardı. Oysaki kendilerini ön plana çıkarabilmek için yaptıkları her sinsi ve samimiyetsiz tavır, her seferinde 'münafıkların akılsızlığını', 'Peygamberimiz (sav)'in ise ne kadar üstün bir akla sahip olduğunu' ortaya koyuyordu.
İşte Peygamberimiz (sav) dönemindeki bu münafık karakteri, tarih boyunca her Müslüman toplumunda aynı sinsilikle ortaya çıkmıştır. Müslümanların başında 'manevi lider ve yol gösterici olarak her kim bulunuyorsa', münafıkların hedefinde de her zaman o kimseler olmuştur. Günümüzde de halen, Müslümanlara en faydalı hizmeti kim yapıyor, en etkili fikri mücadeleyi kim veriyor ve inananları en çok kim güçlendiriyorsa, münafığın hedefinde de işte bu mübarek insanlar vardır.
Münafıkların Peygamberimiz (sav)'e karşı olduğu gibi, bu üstün ahlaklı lider konumundaki mümin şahıslara karşı saygı göstermeyi kabullenememelerinin sebebi de aslında çok açıktır. Münafıkların Müslümanların arasında bulunma nedenleri, Kuran ahlakını yaşayarak Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak değildir. Dolayısıyla Müslümanlar güzel ahlakın en fazlasını yaşamaya çalışırken, münafıkların böyle bir amaçları ve buna dair herhangi bir şevk ve azimleri de yoktur. Allah'a ve ahirete, ya çok zayıf bir iman ile inanmışlardır ya da tümüyle imansızlığı seçmişlerdir. Dünyada yapıp ettiklerinden dolayı ahirette sorguya çekileceklerini düşünmeden yaşarlar. Onlar için önemli olan, dünya hayatında menfaatlerini koruyabilmek ve her anlarını istedikleri gibi yaşayabilmektir. Eğer bu amaçları doğrultusunda sinsice ve kurnazca hareket edebiliyorlarsa, arkalarında iz bırakmadan ya da insanlara sezdirmeden, oyun oynayarak menfaatlerine ulaşabiliyorlarsa, onlara göre başka sorun yoktur. Çıkarlarını koruduktan, istediklerini elde edebildikten sonra, güzel ahlak göstermenin, nezaketli, ince düşünceli, saygılı olmanın onlar için hiçbir ehemmiyeti ve gereği yoktur.
İşte münafıklar, bu çirkin bakış açıları nedeniyle, Müslümanların manevi lideri olan kimselerin yanındayken de, sinsi oyunlarla, laf kalabalığıyla, yalan dolan dolu konuşmalar ile, sadece kendi hedeflerine ulaşma peşinde hareket ederler. İçlerinde ne Peygamberimiz (sav)'e ne Müslümanlara ne de onlara önderlik eden müminlere karşı gerçek bir sevgi hissetmedikleri için, bu sevginin göstergesi olan 'samimi saygı ve el üstünde tutma ahlakı' nı da göstermezler. Münasebetsiz, düşüncesiz, nezaketsiz, samimiyetsiz ve sahtekar tavır ve üslupları, Peygamberimiz (sav)'in, elçilerin ya da Müslümanların manevi liderliğini üstlenmiş kişilerin bulunduğu ortamlarda hemen kendini belli eder.
Ancak tüm bunları, ellerinden geldiğince 'sinsi ve sözde ispat edilemeyecek metotlarla', alttan alta yapmaya çalışırlar. Zira çok aleni bir ahlaksızlık yapmaları durumunda, tüm Müslümanların onlara karşı ciddi şekilde tavır alacaklarını çok iyi bilmektedirler. Dolayısıyla gizli ahlaksızlıklarını hep sanki 'yanlışlıkla, fark etmeden, düşünemedikleri için, tecrübesizliklerinden ya da bilmeden' yapıyorlarmış gibi bir ustalıkla gerçekleştirirler. Örneğin Müslümanların manevi önderi olan bir kişi hikmetli ve önemli bir konu anlatırken, mutlaka konuya kendileri de girmek, sözü o kişinin ağzından alıp, asıl olarak kendi bilgi ve kültürlerini göstermek isterler. Bu amaçla sanki yanlışlıkla oluyormuş gibi, sürekli olarak o kişinin sözünü keserler. Her yeni konuşmanın üstüne bilmişlik yaparak, o konuyu, anlatan kişiden çok daha iyi bildiklerini ispatlamaya çalışırlar. Ya da sanki makul bir bilgi veriyormuşçasına konuşurken, aslında bir yandan da, karşı tarafın yanlış bildiğini ve isabetsiz konuştuğunu vurgulamak isterler. Patavatsızca, münasebetsizce ve düşüncesizce, asıl dinlenmek istenen kişiye konuşma fırsatı vermeyecek şekilde saatlerce hikmetsiz ve gereksiz konuşmalar yaparlar. Karşılarındaki mübarek şahısların nezaketini ve güzel ahlakını bu yolla sürekli olarak suiistimal etmeye çalışırlar.
Elbette ki kasıtlı olarak yaptıkları tüm bu ahlaksızlıklar, sapkın ve şeytani bir mantığa dayanır. Münafıkların, Müslümanların inandığı gibi Peygamber ve elçilerin, kendilerinden üstün, Allah tarafından seçilmiş, özel bir akıl, hikmet ve bilgi ile donatılmış, yüksek bir vicdana sahip ve üstün ahlaklı, mübarek insanlar olduğuna inanmazlar. Hatta kendilerini akıl, zeka, hikmet, bilgi, kültür ve tecrübe açısından Peygamberlerden, Allah'ın elçilerinden, velilerden ve Müslümanlara önderlik eden lider konumundaki insanlardan çok daha üstün görürler. Kuran'da münafıkların bu sapkın aldanışları Talut Kıssası' nda şöyle haber verilmiştir:
Onlara Peygamberleri dedi ki: "Allah size Talut'u (melik olarak) gönderdi." Onlar: "Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?" dediler. O (şöyle) demişti: "Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir." (Bakara Suresi, 247)
Allah inananlara o dönemde 'lider olarak Talut'u seçtiğini' bildirmiş, ancak o dönemin münafık karakterli insanları, cahili ölçüleri öne sürerek 'kendilerinin hükümdarlığa ve liderliğe daha uygun olduklarını' iddia etmişlerdir. Serveti, malı mülkü en çok ve en zengin olan kişi kimse, onun lider olması gerektiğini savunmuşlardır. Oysaki Allah ayette, üstünlüğün mal mülk ile olmadığına dikkat çekmiştir. Liderlik zahiri ve cahili ölçülere göre değil, Allah'ın seçip takdir etmesiyle gerçekleşir. Ve Allah seçtiği kullarına da, Katından özel bir bilgi, hikmet ve ilim vermekte, böylece Müslümanlara önderlik edecek olan kullarını 'seçkin ve üstün' kılmaktadır.
Ancak işte gaflet içindeki münafık karakterli insanların değer yargıları Kuran'a göre değildir. Kendi müşrik inançları doğrultusunda 'hayatın gerçekleri' olarak tanımladıkları cahiliye hayatının kurallarından, Müslümanlara manevi anlamda liderlik görevini üstlenmiş olan bu kimselerin, habersiz olduğu kanaatindedirler. Kendilerince onların, 'insanları gereği gibi tanıyamadığını, onların içyüzlerini, gerçek karakterlerini fark edemediğini, olayları isabetli değerlendiremediğini ve bu yüzden de hikmetli kararlar alamadığını' düşünürler. Çünkü onlar her şeyin, zahirdeki menfaat hesaplarına göre değerlendirilmesi gerektiğine inanırlar. Onlara göre 'en akılı insan, menfaatlerini en iyi koruyan ve en çok çıkar elde edebilen kişi' dir.
Dolayısıyla Peygamberimiz (sav)'in, cahiliye insanlarının bu 'sapkın değer yargılarına ve çıkar hesaplarına' göre yaşamaması, münafık karakterli insanların kesinlikle kavrayamadıkları bir durumdur. Bu yüzden de, çıkarların en çok korunacağı tercihler yerine, Allah'ın rızasını en fazla kazandırabilecek tercihlerin yapılmasını, kendi zayıf akıllarınca 'isabetsiz' ya da 'yanlış' olarak nitelendirirler (Peygamberimiz (sav)'i tenzih ederiz).
Oysa Allah Peygamberlerine, elçilerine ve veli kullarına Kendi Katından özel bir ilim vermiş ve onlara 'zahir' dışında bir de 'batın ilmi' ni öğretmiştir. Dolayısıyla bu mübarek ve üstün insanlar, Allah'ın yol göstermesi ve ilhamıyla, avamdan insanların bilemeyeceği pek çok şeyi bilerek hareket ederler. İnsanların göremediği detayları, fark edemediği ihtimalleri yüksek bir ilim, feraset ve basiret ile görebilirler. Dolayısıyla konuşmaları, kararları, değerlendirmeleri, sadece zahir ile düşünen insanların kavrayışının çok üstünde, çok hikmetli ve isabetlidir.
Peygamberimiz (sav) küfrü de, müşrikleri de, münafıkları da, cahiliye insanlarının tüm kurallarını da yaratan, sonsuz akıl sahibi olan Yüce Allah'ın ilhamıyla ve O'nun kendisine lütfettiği üstün ilim ile hareket etmektedir. İnsanları ve olayları bu yüksek akıl, hikmet, feraset ve basiret ile değerlendirmekte, kararlarını Allah'ın yol göstermesiyle, Kuran ahlakı doğrultusunda ve vicdanıyla belirlemektedir. Dolayısıyla da en hayırlı kararları vermekte, en doğru teşhisleri yapmakta, en isabetli şekilde davranmaktadır. Ve tüm bunların sonucunda da, Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi 'galip gelenler, Allah'ın yardımıyla her zaman iman edenler' olmuştur:
Kim Allah'ı, Resulü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 56)
Münafıklar Peygamberimiz (sav)'in huzurunda nasıl bir üslup ve konuşma adabıyla konuşulması gerektiğini aslında çok iyi biliyorlardı. Ancak Peygamberimiz (sav)'in 'üstünlüğünü' kabullenemedikleri için, ona karşı derin bir saygı göstermek gururlarına çok ağır geliyordu. Dolayısıyla, bu ortamlarda, sinsice asiliklerini ve dik başlılıklarını hissettirerek kendilerince 'şeytani bir eylem' yapmaya çalışıyorlardı. Müslümanlar, Peygamberimiz (sav)'e olan 'itinalı sevgileri ve saygıdaki titizlikleriyle' dikkat çekerken, onlar da bu çirkin ahlaklarıyla Peygamberimiz (sav) ve samimi müminler tarafından 'münafık karakterli kimseler' olarak tanınmış oluyorlardı.
Ancak şunu da hatırlatmak gerekir ki, elbette insanların konuşma adaplarında ve üsluplarındaki bozuklukların tek sebebi 'münafıklık' değildir. Bir insan cahilliği, düşüncesizliği, bilgisizliği, tecrübesizliği, kaba tavırları, görgüsüzlüğü gibi sebeplerle de bu tarz hatalar yapabilir. Ancak münafıkları bu kimselerden ayıran ve dikkat çeken özellikleri, bu konudaki 'itinalı ısrarcılıkları; kendilerine hatırlatıldığı ve doğrusu öğretildiği halde yanlış tavırlarından vazgeçmemeleri' dir. Ve bu tavırları sergiledikten sonra da, herhangi bir 'pişmanlık duyup telafi yoluna gitmemeleri' dir. Kendilerini mutlaka doğru yolda ve haklı kabul etmeleridir. İşte bunların yanında bir de başka münafık özellikleri de sergilediklerinde, elbette ki bu durum, Müslümanlar için dikkate alınması ve şüphe duyulması gereken bir önem kazanır.
Kuran'da münafık karakterli insanların, Peygamberimiz (sav)'in huzurunda iken gösterdikleri bu tavır bozukluklarının diğer bir örneği yine Hucurat Suresi'nde şöyle haber verilmiştir:
Şüphesiz, hücrelerin ardından sana seslenenler de, onların çoğu aklını kullanmıyor. Eğer gerçekten, yanlarına çıkıncaya kadar sabretmiş olsalardı, herhalde (bu,) kendileri için daha hayırlı olurdu. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Hucurat Suresi, 4- 5)
Peygamberimiz (sav)'in yanında, söz keserek, bilmişlik yaparak, bağırıp çağırarak, seslerini yükselterek, tartışmacı bir üslup kullanarak, sinsice şeytani eylemler yapmaya çalışan münafıkların bir başka yöntemi de, ayette haber verildiği gibi Peygamberimiz (sav)'le 'hücrelerin ardından bağırarak konuşmaları' dır.
Peygamberimiz (sav) güzel ahlakıyla, yüksek vicdanıyla, müthiş akıllı konuşmaları ve nezih tavırlarıyla dikkat çeken çok mübarek bir insandır. Kuran'ın "And olsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resulü'nde güzel bir örnek vardır." (Ahzab Suresi, 21) ayetiyle bildirildiği gibi Allah onu, ahlakıyla ve hayatıyla tüm Müslümanlar için bir örnek kılmıştır. Böyle güzel bir nimet olan Peygamberimiz (sav)'in yakınında olabilen bir insanın, bu güzel ahlakı görüp fark etmemesi mümkün değildir. Vicdanını kullanan, Allah'ın rızasını hedefleyen her insan, bu üstün ahlakı kendisine örnek alıp tavırlarını güzelleştirebilir. Ayrıca güzel ahlakı, nezaketi, ince düşünceyi, saygıyı, sevgiyi bu kadar iyi bilen ve mükemmel şekilde uygulayan Peygamberimiz (sav)'in, bunun aksi tavırları ne kadar detaylı görüp fark edebileceği ve Kuran ahlakına zıt olan, şeytani ya da cahili tavır bozukluklarından ne kadar rahatsız olacağı da açıktır.
İşte münafıklar da, tüm bu gerçeklerin farkındadırlar. Kendilerince Peygamberimiz (sav)'e olan sapkın bakış açılarını vurgulayarak Müslümanları huzursuz edebilmek ve münafık karakterli insanların gözünde itibar elde edebilmek amacıyla bu çirkin tavırları sergilemişlerdir.
Peygamberimiz (sav)'in sohbetlerinde seslerini yükseltip bağıran, konuşmalarıyla Peygamberimiz (sav)'in önüne geçmeye çalışan ve Peygamberimiz (sav)'e odaların ardından seslenen münafıkların bu tavırları, elbette ki kendi aleyhlerinde önemli deliller oluşturur. Böylece Müslümanlar, onların Peygamberimiz (sav)'e gönülden bağlı olan, ona derin bir sevgi duyan, saygılarıyla onu el üstünde tutan samimi Müslümanlardan farkını çok net bir şekilde görürler. Güvenmeyecekleri ve dikkatli olacakları insanları tanımış olurlar.
Peygamberimiz (sav)'in üstün ahlakını, yüksek vicdanını, sabrını, hoşgörüsünü takdir edemeyen, Allah'ın sevdiği ve seçtiği mübarek bir Peygamber (sav) ile aynı dönemde yaşamanın, onu görmenin, tanımanın ne kadar büyük lütuf olduğunun şuurunda olmayan bu hasta ruhlu insanlar, elbette ki dünyada da ahirette de büyük bir kayba uğramışlardır.
Peygamberimiz (sav)'in döneminde olduğu gibi, günümüzde de Müslümanlara ve onlara manevi olarak önderlik eden mübarek insanlara aynı şeytani ahlakı sergileyen münafıklar da, kuşkusuz ki aynı hüsranı tadacaklardır. Yaptıkları münafıkane eylemlerle hiçbir zaman için İslam'a, Allah'ın seçip üstün kıldığı elçilerine ve Müslümanlara zarar vermeyi başaramayacaklardır. Arzuladıkları şeytani dünyanın karanlığı onları önce dünyada acı, sıkıntı ve mutsuzluk içinde kavuracak, ardından da ahiret azabıyla karşılaşacaklardır. Allah bir Kuran ayetinde, Allah'a karşı isyan ederek azgınlaşanların acı sonunu şöyle bildirmiştir:
Ülkelerden niceleri vardır ki, Rablerinin ve O'nun elçilerinin emrine karşı gelip azmışlar, böylece biz de onları çetin bir hesaba çekmişiz ve onları benzeri görülmedik bir azapla azaplandırmışız. (Talak Suresi, 8)
Kuran'da, münafıklar hakkında verilen bir başka önemli bilgi de, bu zayıf imanlı insanların 'Allah'ı çok az anmaları' dır:
Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar. (Nisa Suresi, 142)
Tüm Müslümanlar gibi, elbette ki münafıklar da Kuran ayetlerini çok iyi bilmektedirler. Ayetlerde anlatılan münafık özelliklerinin tamamından haberdardırlar. Dolayısıyla, 'Allah'ı çok zikretmenin Müslümanların önemli bir vasfı', 'Allah'ı anmaktan kaçınmanın da münafıkların çok belirgin bir özelliği' olduğundan haberdardırlar. Normalde bu bilgiye sahip bir münafığın, kendisini deşifre etmemek, Müslümanları, kendisinin de onlar gibi 'samimi bir mümin' olduğuna inandırabilmek için, Allah'ı anması, ayetlerden bahsetmesi beklenebilir. Ancak Allah'ın bir mucizesi olarak münafıklar bu güzel ibadeti taklidi olarak bile yapamazlar. Allah münafıkların bu konuda basiretlerini bağlamış, dillerini mühürlemiştir. Samimi bir Müslümanın dünyada herkesten ve her şeyden daha çok sevdiği Yüce Rabbimiz'i coşkuyla anması ile, münafığın isteksizce ve gönülsüzce imani sohbetlerden kaçmaya çalışması arasında büyük bir zıtlık vardır.
Münafıklar günlük hayatlarında kendi istek duydukları, menfaatlerine uygun olan her konuya saatlerce vakit ayırırlar. Fiziksel açıdan da, nefsen de, hoşlarına giden her türlü faaliyete katılmaya dünden hazırdırlar. Spor yapmak, müzik dinlemek, film izlemek, dışarda gezip dolaşmak, kuaförlerde saç bakımı yaptırmak, maç izlemek, sosyal medyada uzun uzun vakit geçirmek, kendileriyle ilgili paylaşımlar yapmak gibi aktiviteler onlara çok iç açıcı gelir. Bunların her birine herkesten önce, büyük bir heves ve coşkuyla koşarak giderler.
Münafık 'ne giyeceği, saçını nasıl yapacağı, ne yiyeceği, ne tür alışverişler yapacağıyla ilgili konularda' saatlerce hata gün boyu hiç sıkılmadan muhabbet eder. Bunlardan bahsederken münafığın içi müthiş ferahlar.
Elbetteki bunlar her insanın gün içinde yapabileceği son derece makul ve meşru faaliyetlerdir. Ancak münafıklar sadece bu konular söz konusu olduğunda aktif ve şevklidirler. Müslümanlarla birlikte hayırlı bir sohbet için bir araya gelmeleri söz konusu olduğunda, içlerini sıkıntı kaplar. Şevksiz, donuk ve heyecanlarını kaybetmiş haldedirler. Özellikle de Allah'ın anıldığı, imani sohbetlerin yapıldığı ortamlarda bulunmayı hiçbir şekilde istemezler. Allah'ın büyüklüğünü, kaderin mükemmelliğini, vicdanı kullanmanın, güzel ahlakın, Müslümanların birbirlerini sevip saymalarının, samimi dost olmalarının önemi gibi konuların konuşulduğu her yer, münafığın müthiş bunalmasına ve sıkıntıya kapılmasına neden olur.
Münafıkların Allah'ı anmak ve Rabbimiz'in anıldığı ortamlarda bulunmak istememelerinin sebebi ise, kalplerinde Allah sevgisi yerine, şeytana karşı bir muhabbet ve hayranlık duymalarıdır. Allah'ı değil, şeytanı dost edinmişlerdir. Dolayısıyla da Allah'ın istediklerini değil, şeytanın istediklerini yerine getirmektedirler. Bu yüzden de Allah anıldığı, Kuran ayetleri okunduğu zaman münafıklar içten içe büyük bir öfkeye kapılırlar. Okunan her bir Kuran ayetiyle, Müslüman ahlakına tamamen zıt olan kendi münafık ruhlarının açığa çıkıp deşifre olacağını düşündükleri için, akıl almaz bir kin ve öfke duyarlar. Allah'ın Kuran'da münafıkların teşhisini mükemmel bir şekilde yapmış ve münafık alametlerini çok detaylı olarak anlatmış olması, münafıkların korkudan dehşete kapılmalarına neden olur. Bu nedenle Kuran'ı dinlemeye dayanamazlar. Ancak kendilerini gizlemeleri gerektiğinden dilleriyle birşey söyleyemezler. Ellerinden gelen, yapabilecekleri hiçbir şey yoktur. Bu nedenle de kin ve öfkelerini gözlerine yansıtıp en azından o yolla Müslümanlara karşı bir eylem yapmak isterler. Allah Kuran'da münafıkların, Allah anıldığı ve Kuran okunduğu zaman aldıkları bu şeytani hali şöyle bildirmiştir:
O inkar edenler, zikri (Kur'an'ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi... (Kalem Suresi, 51)
Allah Kuran'da, "... Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük(ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir." (Ankebut Suresi, 45) buyurmuş ve Müslümanlara, Kendisi'ne olan sevgilerini, O'nu en güzel isimleriyle anarak ve yücelterek göstermelerini bildirmiştir. Bir başka ayette ise Allah, Müslümanlara bu hükmünü şöyle haber vermiştir:
Öyleyse (yalnızca) Beni anın, Ben de sizi anayım; ve (yalnızca) Bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin. (Bakara Suresi, 152)
Şeytan ise, birer birer eğiterek talebeleri haline getirdiği münafıklara, 'Allah'ı anmamalarını' fısıldar. Çünkü şeytanın da 'en istemediği ve canını en yakacak olan' tavır, 'Allah'ın anılması, Allah'a samimi olarak bağlanıp O'nun yoluna uyulması' dır. Allah bir Kuran ayetinde 'şeytanın bu gibi insanları sarıp kuşatarak kontrolü altına aldığını', ardından da onlara 'Allah'ın zikrini unutturduğunu' şöyle bildirmiştir:
Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 19)
İşte münafıklar da yol göstericileri ve liderleri olarak gördükleri şeytanın bu ilhamıyla, Allah'ın anıldığı ortamlardan kaçarlar. Ve mümkün olduğunca Allah'ın güzel ahlakından, muhteşem yaratmasından, Kuran ahlakının gerekliliklerinden, kaderin hayır ve hikmetlerinden, Müslümanların üzerindeki yükümlülüklerden ve sorumluluklarından bahsetmemeye çalışırlar.
Bulundukları yerde Allah anılmaya başladığında münafıkların birden moralleri bozulur, renkleri solar, rahatsızlanırlar. İçlerini müthiş bir sıkıntı kaplar. Bir anda üstlerine şeytani bir ruh çöker. Yüzlerine İblisane bir ifade hakim olur; çehreleri nursuzlaşır ve kararır. Ardından da münafık, etrafındaki insanlara da bulunduğu bu ortamdan ne kadar sıkıldığını hissettirmeye çalışır. Bir Kuran ayetinde, ahirete gereği gibi inanmayan münafıkların bu şeytani özellikleri, "Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O'ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar." (Zümer Suresi, 45) sözleriyle bildirilmiştir.
Bir başka ayette ise Allah, münafıkların Kuran okunmasından ne kadar şiddetli bir rahatsızlık duyduklarını şöyle bildirmiştir:
Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kuran'da sadece Rabbini "bir ve tek" (İlah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler. (İsra Suresi, 46)
Münafıklar Allah'ın büyüklüğünü, O'ndan başka bir güç ve İlah olmadığını duymaya dayanamazlar. Kuran'da bildirildiği gibi, bu gerçekleri asla dinlemek istemez ve 'nefretten deliye dönmüş bir halde' büyük bir sıkıntıyla hemen o ortamdan kaçarlar. Dini sohbetler yapılması münafığı çok kızdırır ve rahatsız eder. -Allah'ı tenzih ederiz- münafık, huzursuzluğunu ve hoşnutsuzluğunu, oflayıp puflayarak, ayaklarını sallamaya başlayarak ifade eder. Ancak elbette ki insanların bir sohbet ortamında ellerini oynatıp, ayaklarını sallamaları, havanın sıcaklığından, soğukluğundan veya farklı sebeplerden dolayı derin nefes alıp vermek durumunda kalmaları ya da yüzlerinin renginin değişmesi son derece doğaldır. Münafığın, Allah anıldığında ortaya çıkan bu vücut tepkileri ve yaptığı bunlara benzer hareketlerin sebebi ise, pek çok insanda görülebilen bu doğal tavırlardan çok farklıdır. Münafık tüm bunları, Allah'ın anılmasından duyduğu dayanılmaz azap ve sıkıntı nedeniyle yapar. Adeta tüm bedeni kasılır, ruhu müthiş daralır. İçinde gizlediği şeytani hastalık, Allah anıldığında yaşadığı bu derin huzursuzlukla ve vücudunun verdiği şeytani tepkilerle hemen ortaya çıkar.
Açıktır ki, insan en çok kimi seviyor, en çok kimi düşünüyor, en çok kime yakın olmak istiyorsa, kalbinde olduğu gibi, dilinde de hep o olur. Müslümanların dünyada en sevdikleri varlık Rabbimiz olduğu; ve her an her işlerinde Allah'a sığınıp O'ndan yardım dileyip O'nun rızasını kazanmaya çalıştıkları için, dillerinde de her zaman Rabbimiz'in güzel isimleri vardır.
Münafıklar da, kalpleri hep şeytanla beraber olduğundan, gün boyunca dillerinde de hep şeytani fikirler, Kuran dışı mantıklar, küfri konuşmalar, olumsuz, çirkin sözler, münasebetsizlikler, huysuzluklar vardır.
Şeytan Müslümanlar arasında huzursuzluk, fitne, kargaşa çıkarmak, onları rahatsız etmek için münafıkları bu şekilde kullanmakta, onların ağzından kendi felsefesini dile getirtmektedir. Ancak bu tümüyle münafığın aleyhine dönmekte ve bundan zarar gören sadece münafığın kendisi olmaktadır. Negatif ve şeytani dünyasının, karanlık zihninin ürettiği kirli düşünceler, sadece onu huzursuz etmektedir. Müslümanlarla birlikte hem manen hem de zahiri nimetleriyle cennet gibi bir ortamda olduğu halde, münafık Allah'tan uzak yaşamasının bir karşılığı olarak, cehennem hayatındaymış gibi, acı içinde, mutsuz bir hayat yaşar.
Allah'ı çok az anan ve Rabbimiz'in zikredildiği ortamlarda bulunmaktan da itinayla kaçınan münafıkların, bu konuda dikkat çeken bir özellikleri daha vardır. Dini konuların konuşulmasından büyük bir acı ve azap duyan münafık, dünya hayatına ilişkin konular söz konusu olduğunda müthiş açılır. Kendisine Allah'ı, ahireti, kaderi, vicdanlı olmayı, Kuran ahlakına uymayı hatırlatan her şey ona ne kadar sıkıntı veriyorsa, Allah'ı ve dini unutturan mevzular da, ona 'adeta can suyu gibi' hayat verir. Kuran'ın, "Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O'ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar." (Zümer Suresi, 45) ayetiyle, münafığın Allah'tan başka konular konuşulunca nasıl rahatlayıp canlandığını ve mutlu olduğu haber verilmiştir.
Münafık diliyle her ne kadar iman ettiğini söylese de, aslında ahirete inancı ya çok zayıftır ya da hiç yoktur. Dolayısıyla da onun için varsa yoksa önemli olan sadece dünya hayatıdır. Bu hayatın her bir detayı onun için çok önemlidir. Dünyanın önde gelen ülkeleri, en sükseli şehirleri, bu bölgelerin insanları, dünya çapında en itibarlı olan yabancı diller, bu ülkelerin siyasetçileri, sanatçıları, yazar kadrosu, onların savundukları fikirler, münafık için son derece önemlidir. Bu bölgelere gidemese, bu insanlarla tanışamasa bile, bunların her biri hakkında bilgi sahibi olmak bile onu çok heyecanlandırır. Çünkü münafık tüm bunları kendi geleceğinin bir parçası olarak görür. Ona hayat veren, onu canlı tutan düşünce de zaten, dünya çapında itibarlı, yüksek bir mevkiye gelebilme, hayran olduğu o önde gelen insanlar arasında, onlardan biri gibi olabilme hayalidir. Bu nedenle de bu konular mevzu bahis olduğunda, münafığın dili alabildiğine açılır. Allah'ı anmak söz konusu olduğunda birkaç cümle dahi konuşamayan, bir nimetle karşılaştığında ya da bir sıkıntıdan kurtulduğunda şükretmeyi bile bilmeyen münafık, geleceği olarak gördüğü dünya hayatından konu açılınca, saatlerce hiç susmadan konuşur. Neşesi, sevinci bir anda yerine gelir. En lüzumsuz ve gereksiz detayları bile saatlerce anlatır.
Ve münafık bu konularda öğrendiği dünyevi bilgileri hafızasında tutmada da, bunları ilgi çekici hale getirerek anlatma konusunda da oldukça yeteneklidir. Allah Kuran'da münafığın bu özelliğini şöyle haber vermiştir:
Sen onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar. (Münafikun Suresi, 4)
İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah'ı şahid getirir; oysa o azılı bir düşmandır. (Bakara Suresi, 204)
Allah, "konuştukları zaman da onları dinlersin" sözleriyle 'münafıkların din dışı konuşmalardaki şeytani yeteneklerini' haber vermiştir. Diğer ayette ise Rabbimiz, "dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider" şeklinde bildirmiştir. Demek ki münafık, dünya hayatının süksesine, çıkar ve menfaatlerine yönelik konular söz konusu olduğunda çok akıcı ve ilgi çekici şekilde konuşabilmektedir.
'Din ile ilgili sözler' ise münafığın ilgi duyduğu ve zevk aldığı konular değildir. Ama sanattan, resimden, heykelden, her türlü zenginlikten, paradan, modadan, kıyafetlerden, süslenmekten, saç bakımından, spordan, evlerden, arabalardan, yiyeceklerden, içeceklerden saatlerce zevkle bahsederler. Televizyondaki bir program, gazetelerde gündem olan bir dedikodu, sosyal medyada insanların kimleri takip ettiği gibi konularda müthiş açılırlar. Elbette bunlardan bahsetmesinde bir yanlışlık yoktur. Dikkat çekici olan, tüm bunlarda gösterdiği şevk ve yeteneği dini konularda kaybetmesidir.
Ve ayette "hoşuna gider" sözüyle bildirildiği gibi münafıklar, iman gözüyle, Müslüman ahlakıyla bakmayan insanların da ilgisini çekebilecek bir üslup kullanabilirler. Bu konuda yeteneklidirler. Tüm bu konular hakkındaki en detay bilgileri bile hafızalarında tutabilme konusunda da yeteneklidirler. Boş konulardan konuşmak söz konusu olduğunda ufukları da alabildiğine geniş olur. Ancak Allah ayetin devamında münafıkların "sütun gibi dayandırılmış ahşap-kütük gibi" olduklarını da bildirmiştir. Dolayısıyla bu, 'hiçbir işe yaramayan, içi kof boş bir yetenektir'. Ve ne kendilerine ne başkasına bir fayda getirmez. Çoğu zaman 'gevezelik' olarak nitelendirilebilecek tarzda boş konuşmalar yapmaktan öteye gidemezler. Bu lafazanlıklarıyla ne kendileri ne de bir başkası için bir hayra vesile olmazlar. Bu bilgileri hikmetli bir şekilde, iyi bir amaç için kullanamazlar. Sadece kendileriyle aynı kafadaki amaçsız insanlarla gevezelik ve boş konuşmalar yaparak, insanları rahatsız eden itici bir karakter sergilemiş olurlar.
Bir insan, Müslümanlardan birinin yanına gitse ve boş ya da sıradan konular hakkında uzun uzun konuşarak onun vaktini alacak olsa, samimi bir mümin bundan çok rahatsız olur. Aynı şekilde bu insan sırf denemek için, münafık karakterli birinin yanına gidip de Allah'ı içten ve samimi bir üslupla ansa, münafık da bu durumdan büyük bir acı çeker. Bu onun en tahammül edemediği, en acı çektiği konudur. Allah'tan, dinden bahsedildiğinde rengi solar, morali bozulur, neşesi kaçar. Kuran'ın "Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler; arslandan korkup-kaçmışlar." (Müddessir Suresi, 50-51) ayetleriyle bildirildiği gibi, münafıklar Allah'ın zikrini duyduklarında 'ürkmüş yaban eşekleri gibi hemen o ortamdan kaçıp uzaklaşırlar'. Ama eğer bir münafığa din dışında, dünyevi çıkarlarına ilişkin bir konu açacak olunsa, ne kadar neşelenip açıldığı ve canlandığı da açıkça görülür.
Allah Kuran'ın "İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah'ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence konusu edinmek için sözün 'boş ve amaçsız olanını' satın alırlar. İşte onlar için aşağılatıcı bir azap vardır." (Lokman Suresi, 6) ayetiyle, münafıkların bu 'boş ve amaçsız' konuşmalarla hedeflerinin, 'Müslümanları Kuran ahlakını yaşamaktan alıkoymak' olduğunu bildirmiştir. Münafık, Müslümanların vakitlerini alarak, onları boş sözlerle lafa tutarak yapacakları hayırlı faaliyetleri engellemek ister. Aynı zamanda da, Müslümanlar arasında eğer kendileri gibi zayıf imanlı ya da münafık karakterli insanlar varsa, bu yolla onların akıllarını çelebilmeyi ve onları da samimi bir mümin olmaktan uzaklaştırabilmeyi hedefler.
Ancak Allah münafıkların bu şeytani gayretini, Müslümanlar için bir rahmete dönüştürür. Müslümanlar Allah'ı büyük bir sevgiyle anan Müslümanlarla, Allah'ı anmaktan kaçınan ama boş ve amaçsız sözlerle müthiş canlanan insanların farkını görmüş olurlar. Böylece aralarındaki samimiyetsiz ve münafık ruhlu insanları tanıyabilir ve kimlere karşı dikkatli davranmaları gerektiğini görerek tedbir alabilirler.
Allah bir Kuran ayetinde münafıklar için, 'Sen onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır' şeklinde bildirmiştir:
Sen onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler..." (Münafikun Suresi, 4)
Ayette geçen 'cüsseli yapıları' ifadesiyle, cahiliye toplumlarında önem verilen 'zenginlik, sükse, gösteriş, bakım, modernlik ya da kalite' gibi 'sadece dış görünüşe ait' kriterlere dikkat çekilmiştir. Gerçekten de münafık için 'dış görünüş ve beğenilmek' çok önemli iki konudur. Ahirete inanmayan ve Allah'ın rızasını aramayan münafık için, sahip olduğu en değerli hazine 'bedeni' ve onu en etkili şekilde kullanabilmek için ihtiyacı olan 'beyni' dir. Ancak bilindiği gibi akıl, Allah'ın sadece samimi iman eden kullarına lütfettiği bir nimettir. Kuran'da bu gerçek şöyle haber verilmiştir:
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)
Allah, ancak Kendisi'nden saygı ile derin bir sevgi ile korkup sakınıldığı zaman kullarına Katından 'doğru ile yanlışı', 'iyi ile kötüyü' birbirinden ayırabilecek bir 'akıl ve anlayış' vermektedir. Dolayısıyla Allah korkusu çok zayıf olan münafık karakterli insanlarda, bu önemli Müslüman özelliği yoktur. Akılları şaşırtıcı şekilde zayıftır. Ama Allah'ın onlara bir tuzağı olarak, onlar bu durumdan habersizdirler. Aksine kendilerini, çevrelerindeki bütün insanlardan daha akıllı sanırlar. Oysaki onların kendilerinde gördükleri ve akıl zannettikleri şey, sadece 'zeka' dır.
İşte münafık elindeki bu sıradan zekasını ve bedenini kullanarak, dünya hayatından olabilecek en fazla menfaati elde edebilmeye çalışır. Allah'a, O'nun sonsuz aklına ve gücüne inancı olmadığı için, tüm bunlara Allah'tan bağımsız olarak tek başına ulaşacağını sanır. Bu yüzden de tek sahip olduğu şey olan bedenini çok kıymetli görür. Bedenini, Allah'ın yarattığı güzel bir nimet ve lütuf olduğu ya da onu Allah yolunda onu en iyi şekilde kullanabilmek, sağlık sıhhat bulmak için değil; müstakil olarak sahip olduğunu sandığı bir meta olarak gördüğü için önemser. Bedenine ne kadar iyi bakabilir, onu ne kadar iyi süsleyebilirse, kendisini ne kadar güzel, ne kadar farklı ve önemli bir insan gibi sunabilirse, karşısındaki insanları o kadar derinden etkileyebileceğini düşünür. Bu şekilde küfrün gözüne girebilecek, beğenilerini kazanabilecek, itibar elde edebilecek ve tüm bunların sonucunda da hırsla arzuladığı dünyevi makamlara gelebilecektir. Bu yüzdendir ki Allah ayette, "Sen onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır" şeklinde bildirmiştir.
Allah korkusu olmayan, ahirete inanmayan münafığa göre, ahlakını güzelleştirmeye çalışması ise hiçbir işine yaramayacak ve önemi olmayan bir konudur. Münafık zaten 'güzel ahlakı' beğenen bir varlık değildir. İstediği yalnızca, şeytanın ahlakını alabilmek, küfürde ve Müslümanlar arasında istediği gibi sinsice oyunları oynayabileceği küfri taktikleri ve yöntemleri bilmek ve bunları uygulayabileceği şeytani bir zekaya sahip olabilmektir. İşte bu nedenle de ahlak konusuyla hiçbir şekilde ilgilenmez. Ama bedenine delice bir hırsla bağlıdır. Bedenini genç, dinç, sağlıklı ve güçlü tutabilmek, münafığın hayattaki en önemli hedeflerinden ve en özen gösterdiği konulardan biridir.
Elbette ki bir Müslüman da bedenini en güçlü, en sağlıklı ve en güzel görünecek şekilde muhafaza etmek için gerekeni yapar. Modern, kaliteli, bakımlı ve güzel olmak Müslümanların da önem verdikleri güzelliklerdir. Ama münafığın bu yöndeki tavrı, delice bir hırs şeklindedir. Ve amacı bedenini Allah yolunda, Allah'ın razı olacağı hayırlı bir hayat için kullanmak değildir. Ahirete inançsızlığından, dünya hayatına olan gözü dönmüş bağlılığından ve bu dünyada sonsuza kadar yaşamak istemesinden dolayı bedenini önemli görür. Ölümün, hastalıkların, yaşlılığın da bu dünya hayatının bir parçası olduğunu unutabilmek için, bedenini sürekli gençleştirebilmeye ve daha gösterişli hale getirebilmeye çalışır.
Akıl, iman, güzel ahlak olmadan, vicdan kullanılmadan, içi boş bir bedenin hiçbir güzelliği olmayacağını ise anlayamaz. Tüm gücünü ve enerjisini sadece dış görünümünü mükemmelleştirip bedenini korumaya verir. Oysaki birgün herkes gibi münafık da ölecek ve bedeni çok kısa süre içerisinde çürüyüp toprak olacaktır. Geriye sadece Allah'a karşı olan tavrı, imanı ve bu dünyada yapıp ettikleri kalacaktır. Ancak aklı kapanmış olan münafık tüm bu gerçeklerden gafil bir haldedir. Bu nedenle de kavrayıp anlayamaz.