İman edenler ile, Müslüman ahlakını yaşamayan insanların hayatlarının her anı birbirlerinden tamamen farklıdır. Bunun en önemli göstergelerinden biri de, inananların 'vicdanlarıyla', iman etmeyenlerin ise 'mantıkları' ile hareket etmeleridir. Müslümanlar karşılaştıkları her olayda, alacakları her kararda, atacakları her adımda, söyleyecekleri her sözde, her düşüncelerinde, her seçimlerinde vicdanlarının sesine kulak verirler. İman etmeyenler ise tüm bu aşamalarda hep dünyevi hesaplar yapar ve her şeyi mantık süzgecinden geçirerek hareket ederler. Dolayısıyla Müslüman ahlakıyla yaşamaya karar veren bir insanın, kendisinde mutlaka bu sorgulamayı yapması ve 'vicdanıyla' mı yoksa 'mantığıyla' mı hareket ettiğini gözden geçirmesi gerekir.
Nitekim bu sorgulamayı yapmamış olup iman ettiğini söyleyen bir kimseye, "Müslüman olduktan sonra hayatında ne değişti?" diye sorduğumuzda, "Artık namaz kılıyorum, haramlara dikkat ediyorum" diyebilir. Elbette ki bunlar İslam ahlakını yaşamanın birer gereğidir ve bu hükümlere titizlik göstermeye başlamış olması son derece güzeldir. Ama Müslüman olan bir kimsenin, diğer insanlardan farkı bir de şu olmalıdır: "Sen daha önce mantığınla hareket ediyordun, şimdi artık vicdanınla hareket edeceksin. Allah her an senin vicdanına vahyedecek sen de vicdanına uyacaksın. Vicdan kullanmadan mantıkla hareket etme alışkanlığı ise artık senin için bitecek."
Bir insanın iman ettiği halde hala Kuran ahlakı ve vicdanı yerine, mantığıyla düşünüp hayatını bu doğrultuda yönlendiriyor olması, onu samimiyetsiz bir karakterde bırakacak ve samimi iman etmesine engel olacaktır.
Çünkü Münafıklar da işte hayatlarını hep böyle 'mantık hesapları' yaparak geçirirler. Allah bir Kuran ayetinde münafıkların bu ahlakına şöyle dikkat çekmiştir:
Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. "Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte (savaşa) çıkardık." diye sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefislerini helaka sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor. (Tevbe Suresi, 42)
Ayette münafıkların Müslümanlarla birlikte olmak için 'yakın bir yarar', yani 'kısa zamanda ellerine geçecek bir çıkar arayışında oldukları' haber verilmiştir. Mantık ile hareket eden münafıklar için 'şahsi çıkarları' dünyadaki her şeyin üzerindedir. Dolayısıyla bir seçim yaparken, daha az emek vererek, daha kısa zamanda ve daha fazla menfaat kimden elde edebilirler, bunun hesabını yapar ve o taraftan yana tavır alırlar. Ve elde edecekleri menfaatin de mutlaka elle tutulur, somut nitelikte olmasına özen gösterirler. İşte Allah'ın ayette dikkat çektiği durum da münafığın bu ahlakını çok açık bir şekilde ortaya koyar. Münafık, eğer 'yakın bir yarar', 'emek vermeden elde edilecek', 'kolay bir kazanç' söz konusu olursa, o zaman Müslümanlardan yana tavır alabilir. Ama bunlar olmadığında, mutlaka bunları bulacağı başka bir yer aramaya başlar.
İşte münafığın hayatının her aşamasında, yaptığı her seçimde dikkat çeken bu küfri özellik, münafık karakterini tanımak açısından oldukça önemlidir.
ADNAN OKTAR: "İnsanın ruhunda iki güç de mücadele eder: Vicdanıyla mantığı. Mümin daima vicdanından yana olacak... Mesela ben Mimar Sinan Üniversitesi'nde Güzel Sanatlar Akademisi'nde iç mimari okuyordum. Tamam iç mimar olursun, ne yapar adam, bir atölye açar, bir şeyler yapar, devam eder. Mesela adam der ki "Ben evleneyim, çoluk çocuğa karışayım, toplumda bu daha iyi karşılanır. 'Evli bir adam, çocukları var, tebliğ yapıyor. Böyle bir adam çok makul görülür' diye düşünebilirim. Ya da "Niye sürekli İstanbul'da kalayım? Biraz da Antalya'da İslam'ı tebliğ edebilirim" diyebilirim, değil mi? Ya da "Yurt dışına gideyim, orada İslam'ı anlatayım" diyebilirim. (1980'li yıllar açısından) en tehlikeli olan yerde kalıyorum, tehlikenin göbeğinde, etrafım sarılmışken gidip orada tebliğ yapıyorum. Bunu bana kim diyor? Vicdanım diyor. Mantığım ne der? "Kardeşim belanı mı arıyorsun?" der. "Git başka bir ülkeye, değil mi? Ne tehlikesi olur, ne de başka bir şey. Öyle kimse de başına iş çıkartmaz, orada istediğin gibi yaşa" diyebilir. "Evlen, çoluğuna çocuğuna işine gücüne bak, ama yine de tebliğini yap" da diyebilir. Bunu kim der? Mantık der. Mantık insanı helak eder. Ben hep vicdanıma uydum, insanlar hep şaşırdı vicdanıma uyduğum için. "Sen belanı mı arıyorsun?" diyorlar. Halbuki vicdana uyulduğu için Allah hep zenginlik, bereket ve güzellik veriyor, hep başarı veriyor. İktidar, muktedir bir sistem her yerde yerleşiyor. İslam buram buram gelişiyor." (A9 TV, 21 Ocak 2016)
Münafıkların, güçlü olan taraf hangisiyse hemen ondan yana tavır almaları, bu samimiyetsiz insanların en karakteristik özelliklerindendir. Küfre duydukları özlem, onların küfrün, dünyanın her yerinde ve her alanda Müslümanlardan daha güçlü ve daha sükseli olduğunu sanmalarından kaynaklanır. Ama Müslümanlar dünya çapında bir güç kazandıklarında, bu sefer de hemen onlara yanaşır ve kendilerini onlara, 'Müslümanların en takva olanlarındanmış gibi tanıtmaya' çalışırlar.
Tarihin her döneminde münafıklar bu karakter özelliğini sergilemişlerdir. İçerisinde bulunduğumuz Ahir Zamanda İslam ahlakı tekrar dünyaya hakim olduğunda da, münafık karakterli insanlar yine Müslümanlardan yanaymış gibi gözükmeye çalışacaklardır. Allah Kuran'da onların bu samimiyetsiz tavrını bize şöyle bildirmiştir:
(Münafıklar) Onlara seslenirler: "Biz sizlerle birlikte değil miydik?" Derler ki: "Evet, ancak siz kendinizi fitneye düşürdünüz, (Müslümanları acıların ve yıkımların sarmasını) gözetip-beklediniz, (Allah'a ve İslam'a karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntular yanıltıp-aldattı. Sonunda Allah'ın emri (olan ölüm) geldi; ve o aldatıcı da sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak, hatta masumca sizden görünerek) aldatmış oldu." (Hadid Suresi, 14)
Onlar sizi gözetleyip-duruyorlar. Size Allah'tan bir fetih (zafer ve ganimet) gelirse: "Sizinle birlikte değil miydik?" derler. Ama kafirlere bir pay düşerse: "Size üstünlük sağlamadık mı, müminlerden size (gelecek tehlikeleri) önlemedik mi?" derler. Allah, kıyamet günü aranızda hükmedecektir. Allah, kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez. (Nisa Suresi, 141)
Ayette Müslümanlar bir başarı kazandıklarında ve bir güç elde ettiklerinde, münafıkların hemen onlara gidip "Biz de sizinle birlikte değil miydik?" diyerek bu güçten istifade etmeye çalıştıkları haber verilmiştir. Apaçık görünen onca samimiyetsiz tavırlarına rağmen, böyle bir durumda hiç utanıp sıkılmaksızın yüzsüzce "Biz zaten sizinle birlikteydik" diyebilmektedirler. Bunun sebebi ise elbette ki akılsızlıklarıdır. Münafıklar yaptıkları anormal ve Müslüman ahlakıyla bağdaşmayan tavırlarının, samimiyetsizliklerinin, ikiyüzlülüklerinin ve gizli gizli yaptıkları sinsice faaliyetlerin hiç anlaşılmadığından emindirler. Bu yüzden de "Biz zaten sizinleydik, İslam ahlakını dünyaya birlikte hakim ettik, birlikte çaba harcadık" gibi sözler sarf ettiklerinde, bunun hemen kabul göreceğini sanırlar.
Ayetin devamında bildirildiği gibi, güç küfrün eline geçtiğinde de, münafıklar bu sefer de onlara gidip "Müslümanlardan size gelecek tehlikeleri önleyip size yardım etmedik mi?", "Sizin üstün gelmeniz için size destek sağlamadık mı?" derler. İşte bu münafığın samimiyetsizliğinin çok açık bir göstergesidir. Kendi çıkar hesaplarına göre, hangi taraf daha etkili, başarılı ve sükseli ise, münafık mutlaka onlardan yana döner.
Ancak Allah Kuran'da münafıkların mantıklarıyla yaptıkları bu menfaat hesaplarının onlara hiçbir fayda sağlamayacağını hatırlatmıştır. Önceki devirlerde de münafıklar mantıklarıyla hareket etmiş; güçlü ve sükseli sandıkları tarafın safında yer almışlardır. Onlardan elde ettikleri menfaatlerin onlara da güç ve iktidar kazandıracağını sanmışlardır. Allah onların bu durumunu "... siz de, sizden öncekilerin kendi paylarıyla yararlanmaya kalkışmaları gibi, kendi paylarınızla yararlanmaya baktınız ve siz de (dünyaya ve zevke) dalanlar gibi daldınız..." sözleriyle hatırlatmıştır. Ancak elde ettikleri sükseli ve gösterişli menfaatler, onları Allah'ın azabından kurtaramamıştır. Allah Kuran'da bu insanların hem dünyada hem de ahirete hüsrana uğradıklarını haber vermiştir:
Sizden önceki (münafıklar ve kafirler) gibi. Onlar sizden kuvvet bakımından daha güçlü, mal ve çocuklar bakımından daha çoktular. Onlar kendi paylarıyla yararlanmaya baktılar; siz de, sizden öncekilerin kendi paylarıyla yararlanmaya kalkışmaları gibi, kendi paylarınızla yararlanmaya baktınız ve siz de (dünyaya ve zevke) dalanlar gibi daldınız. İşte onların dünyada ahirette bütün yapıp-ettikleri (amelleri) boşa çıkmıştır ve işte onlar kayba uğrayanlardır. (Tevbe Suresi, 69)
Münafıklar Allah'ın rızasını kazanmaktansa, dünya hayatının sükseli hayatına dair çok küçük ve sıradan bir menfaati elde edebilmeyi çok daha önemli görürler. Allah Kuran'da onların bu karakterini şöyle haber vermiştir:
Allah'a karşı haksız yere cahiliye zannıyla zanlara kapılarak: "Bu işten bize ne var ki?" diyorlardı. De ki: "Şüphesiz işin tümü Allah'ındır." Onlar, sana açıklamadıkları şeyi içlerinde gizli tutuyorlar, "Bu işten bize bir şey olsaydı, biz burada öldürülmezdik" diyorlar. (Al-i İmran Suresi, 154)
Münafıklar Allah'ın hoşnut olacağı ve İslam'ın hayrına olacak bir konuda çaba harcamaktan, Müslümanlara destek olup yardım etmekten itina ile kaçınırlar. Kendilerinden yardım talep edildiğinde, 'çeşitli yalanlarla, oyalamalarla, ertelemelerle ve sahtekarlıklarla' bunu yapmamaya çalışırlar. Allah'ın rızasını önemli görmedikleri için, bu çabalarının sonucunda ellerine geçecek 'somut bir çıkar' olmadığını düşünürler. Böyle bir durumda da kendilerince 'boşa gidecek birşey için emek vermeyi, kendilerini yormayı' gereksiz bulurlar. Vicdanlarıyla değil mantıklarıyla hareket eden münafıklarda böyle bir çaba harcamak için içlerinde en ufak bir ilgi, istek, şevk ya da heyecan oluşmaz. İşte bu yüzden de ayette bildirildiği gibi, İslam için birşey yapmaları gerektiğinde, ilk yaklaşımları "Bu işten bize ne var ki?" şeklinde olur.
Ayetin devamında bu kimselerin, "Bu işten bize birşey olsaydı, biz burada öldürülmezdik" dedikleri de bildirilmiştir. Peygamberimiz (sav) dönemindeki münafıklar bu sözleriyle, Müslümanlarla birlikte hareket edecek olurlarsa bundan hiçbir menfaat elde edemeyecekleri gibi, bir de öldürülme ihtimalleri olacağını dile getirmişlerdir. Dolayısıyla Peygamberimiz (sav) ile birlikte hareket etmeyi kendileri için büyük bir zarar olarak görmüşlerdir.
Oysaki, Allah takdir ettiyse, orada ya da bir başka yerde, zaten mutlaka öleceklerdir. Çıkar hesapları yapmakla, ne ölümden ne de kendilerine gelebilecek bir zarardan kaçmaları mümkün değildir. Aynı şekilde Allah onlar için bir hayır dilerse, bir lütufta bulunmak isterse, en zor şartlarda bile olsalar bu nimetler onlara mutlaka ulaşacaktır. Ancak münafıklar, olayları Müslümanca bir bakış açısıyla değerlendirmedikleri için, bu önemli gerçeklerin şuuruna varmazlar.
Münafıklar istedikleri kalıba girebilmekte oldukça ustadırlar. İstedikleri anda, kişiliklerini bir öncekine tamamen zıt bir şekilde değiştirmiş gibi gösterebilecek 'şeytani bir zeka ve iradeye' sahiptirler. Bulundukları ortama, karşılarındaki kişilere, konuşulan konulara ve şartlara göre istedikleri karaktere bürünebilirler. Dinsiz insanlarla, adeta dinsiz biri gibi 'dinsiz üslubuyla', müşrik karakteri gösteren kimselerle 'müşrik mantığıyla', münafık karakterli insanlarla bir araya geldiklerinde de 'münafık ağzıyla' konuşurlar.
Ancak münafıklar, şeytani zekaları sayesinde, tüm bu karakterlerin zıttı olan Müslüman ahlakını da çok iyi gözlemlemişlerdir. Dolayısıyla şartlar gerektirdiğinde; 'kendilerini masum göstermek, gizli eylemlerinin üstünü örtmek, münafıklıktan ve sinsi faaliyetlerinden vazgeçtikleri kanaatini oluşturmak istediklerinde', hemen takva bir Müslümana benzer tavırlar içerisine girerler. Gerçekten de görenlerin, aleyhinde bir zanda bulunamayacakları kadar mükemmel detaylarla, çok iyi niyetli, samimi, dürüst, Allah rızası için çabalayan, Müslümanlardan yana tavır almış bir insan görünümü verebilirler. Normal şartlarda son derece alçak, sinsi, züppe, küstah, kibirli, lafın altında kalmayan, kavgacı, yalan söyleyen, iftira atan, sürekli olay çıkarıp Müslümanları huzursuz etmeye çalışan, onların hayırlı faaliyetlerini engellemeye, neşelerini kaçırmaya, vakitlerini almaya yönelik eylemler yapan biriyken, istedikleri anda tüm bunlardan taktik amaçlı vazgeçebilirler. Sanki çevresindeki samimi Müslümanların ahlakından bile daha üstün ahlaklıymışçasına; uysal, tevazulu, uyumlu, halim selim, söz dinleyen, nezaketli, hürmetli, kibar, saygı sevgi dolu, fedakar, anlayışlı, şevkli, gayretli, temiz bir insan karakteri sergilerler. Peygamberimiz (sav) hadislerinde, 'münafıkların bu şekilde iki ayrı insan karakteri göstererek Müslümanları aldatmaya çalışmalarını' şöyle anlatmıştır:
Ebu Hureyre şöyle dedi: Peygamber (sav): "Sen kıyamet günü Allah Katında insanların en şerlisinden bir nevini (iki sınıf halk arasında) şunlara bir yüzle, bunlara bir yüzle gelmekte olan iki yüzlü (münafık kimse) bulursun" buyurdu. (Sahih-i Buhari c. 13, s. 6040, Hadis no: 87)
Ebû Hüreyre ravi etmiştir: Gelen rivâyete göre, Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: İnsanların şerlisi de iki yüzlü olan şu (münâfık) kimselerdir ki, (iki sınıf halk arasında) onlara bir yüzle gelirler, bunlara da başka bir yüzle gelirler. (Sahih-i Buhari, Hadis no: 1421)
Ancak bu tür bir şeytani oyuna kanmayacak ve sinsi planları açıkça görebilecek kadar derin bir akıl ve anlayışa sahip olan samimi Müslümanlar buradaki sinsiliğe de aldanmazlar. Münafık tavrı gösteren kişi ne kadar iyi olursa olsun, yine de teyakkuz halini bırakmaz ve yeni bir oyuna karşı hazırlıklı olurlar.
Münafığın en ağırına giden konulardan biri de, içindeki kine ve nefrete rağmen 'Allah'a secde etmek durumunda kalmak, yani namaz kılmak'tır. Allah'a baş eğmek münafık için çok ızdırap vericidir. Çünkü kendini -haşa- Allah'tan daha büyük görür. Secdeye kapanmak durumunda olması, adeta ciğeri parçalanıyormuşçasına münafığın içini yakar ve çok öfkelendirir. Allah münafıkların namaz kılarken nasıl isteksiz olduklarını ve inanmadan kıldıkları için nasıl zorlandıklarını Kuran'da şöyle haber vermiştir:
Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar. (Nisa Suresi, 142)
Müslüman için namaz vakti heyecan içinde beklenen bir vakittir. Çünkü Allah'a aşkla bağlı olan bir insan için, aşkla sevdiği Rabbimiz'e sevgisini ifade etmek, O'nun beğeneceği bir tavır içinde olmak, O'na bağlılığını, sadakatini göstermek, O'nu yüceltmek, O'na teşekkür etmek, O'na yakınlaşmak müthiş bir zevktir.
Ancak münafık Allah'a düşmandır (Allah'ı tenzih ederiz). Allah'ın dinine, Allah'ın güzel gördüğü inanç ve ahlak sistemine karşı savaşarak yaşar. Allah'ın beğendiği hak dini yeryüzünden silebileceğini, O'nun koruduğu, O'nun veli kıldığı insanları yenebileceğini düşünür. Bu nefret bütün bünyesine hakimken, Allah'ın karşısında eğilmek, alnını yere koyup secde etmek, Allah'ın farz kıldığı bir emrini yerine getirmek münafığın müthiş ağırına gider. Dolayısıyla namaz kılıyorsa, bu tamamen Müslümanları iman ettiğine inandırmak ve onlara dindar bir insan imajı vermek içindir. Bu nedenle de Allah Kuran'da münafığın namazı yalnızca 'gösteriş için kıldığını' bildirmiştir.
Namaz kılmayı da sinsi oyunlarının bir parçası olarak değerlendiren münafık, iman edenlerin yanında olduğu vakitlerde beş vakit namazını huşu içinde kılan takva bir Müslüman görünümüne bürünür. Namaz saatlerini titizlikle takip eder, hatta Müslümanlara da namaz saatlerini ve namazı kaçırmadan vakitlice kılmalarını hatırlatır. Namaz kılar ve sonrasında da uzun uzun dua ediyormuş gibi yapar. Namaz öncesi mutlaka herkesin göreceği şekilde abdest alır. Hatta herkesten uzun ve detaylı abdest alarak, ibadetlere son derece titiz olduğu izlenimi vermeye çalışır.
Ancak etrafta münafığı görecek bir Müslüman olmadığında, münafık asla namaz kılmaz. Namaz için abdest de almaz. Namaz saatinde kalkıp banyoya girer, abdest alacağı kadar bir süre banyoda vakit geçirip abdest almadan dışarı çıkar. Namaz kılmak için bir yere gidip kapısını kapar, ama orada da bir süre yalnız vakit geçirip, namaz kılmadan geri gelir. Münafık bunları yaparken kendince Müslümanlarla alay ettiğini, onları kandırdığını, saf yerine koyduğunu ve planını ustalıkla hayata geçirdiğini düşünüp şeytani bir sevinç yaşar.
Oysaki çektiği bu ızdıraba, sinsilik yapabilmek için katlandığı bin bir türlü sıkıntıya rağmen, hayat boyu aşağılanan, horlanan, sürekli korkarak, kaçarak, saklanarak yaşayan ve sonunda hiçbir şey elde edemeyen kendisidir. Müslümanlar tertemiz evlerinde, aşkla sevdikleri Allah'ın huzurunda, içlerinden gelerek namaz kılmanın sevincini ve huzurunu yaşarken; münafık izbe odaların karanlık köşelerinde yakalanma endişesi içinde sinsice namaz vaktinin geçmesini bekler.
Müslüman Allah'ın sonsuz güzellikteki sevgisini doya doya hissedip, bunun konforunu hem dünyada hem de ahirette yaşarken, münafık sonsuza kadar akılsızlığının ve ahmaklığının cezasını çeker. Münafığın namaz kılmaması Müslümanlara hiçbir zarar vermez. Ama münafık imansız, inançsız ve ibadetsiz yaşamanın kirini sonsuza kadar üzerinde taşır.
(Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz" (Fatır Suresi, 43)
Münafıklar, Müslümanların en yakınlarında bulunabilmek ve onlar hakkında daha özel, daha stratejik bilgilere ulaşabilmek için, kendilerini olabildiğince 'samimi, güvenilir ve sadık kimseler' olarak tanıtmaya çalışırlar. Kalpleri kin, nefret ve öfke ile dolu olduğu halde, bunu mümkün olduğunca gizler ve dilleriyle tam tersini konuşurlar. Müslümanların sevgiyi önemli bir samimiyet ölçüsü olarak gördüklerini düşünüp, sevgi konusunu en sinsi yöntemlerle, kendilerince en iyi şekilde kullanmaya çalışırlar. Sevgi taklidi yaparlarsa tüm samimiyetsizliklerini, ikiyüzlülüklerini, gizli ahlaksızlıklarını ve oyunlarını örtbas edebileceklerini düşünürler.
İşte Peygamberimiz (sav) dönemindeki münafıklar da bu yöntemi uyguluyor ve bunun sonucunda da kayda değer çıkarlar elde edebilmeyi umuyorlardı. Bu amaçla hemen her fırsatta Peygamberimiz (sav)'e övgüler yağdırıyor; herkesten çok iltifat eden, herkesten çok destekleyen kimseler olarak kendilerince Peygamberimiz (sav)'in gözüne girmeye ve ön plana çıkmaya çalışıyorlardı. Mümkün olan her imkanda, Peygamberimiz (sav)'e olan derin sevgilerini, asla kopmayacak olan bağlılıklarını ve adeta bir köle gibi ölümüne sadık olduklarını belirtiyorlardı.
Onu herkesten daha çok düşünen, daha çok seven ve saygı gösteren, onun en yakın dostları olan kişiler olduklarını iddia ediyorlardı.
En hayati faaliyetleri ve en önemli görevleri, en başarılı şekilde kendilerinin sonuçlandırabileceği gibi gerçek dışı sözler de sarf ediyorlar, böylece telkin yoluyla herkesi, kendilerinin Müslümanlar için oldukça önemli ve büyük hizmetler veren kimseler olduklarına inandırmayı amaçlıyorlardı.
Müslümanlar bir yerde bir zafer kazandıklarında da, münafıklar bu tür sahtekar konuşmalar yaparlardı. "Sen Allah'ın Resulü'sün (sav), seni çok seviyoruz, sen eşsiz bir lidersin. Müthiş bir zafer kazandın, inkar edenleri hezimete uğrattın, oyunlarını etkisiz hale getirdin" ya da "Allah sana zafer veriyor, belli ki sen Allah'ın hak elçisisin, bu yüzden biz seni çok seviyoruz, sana çok bağlıyız" gibi övgü dolu sözler söylüyorlardı. Allah, münafık karakterli insanların, aslında tam tersini düşündükleri halde, sırf itibar kazanabilmek için yaptıkları bu konuşmaların samimiyetsizliğini Peygamberimiz (sav)'e şöyle bildirmiştir:
Münafıklar sana geldikleri zaman: "Biz gerçekten şehadet ederiz ki, sen kesin olarak Allah'ın elçisisin" dediler. Allah da bilir ki sen elbette O'nun elçisisin. Allah, şüphesiz münafıkların yalan söylediklerine şahitlik eder. (Münafikun Suresi, 11)
Münafıklar inanmadıkları tüm bu sözleri sarf ederken 'adeta ciğerleri yanıyor ve akıl almaz bir ızdırap duyuyorlardı'. Peygamberimiz (sav)'e "Sen Allah'ın Resulü'sün (sav), bu yüzden biz seni çok seviyoruz" diyorlardı, ama aslında kalben ondan nefret ediyorlardı. İçten içe ona karşı büyük bir kin duyuyorlardı. "Acaba ona nerede, nasıl zarar verebilirim? Nasıl bir kötülük ya da hainlik yapabilirim? Müslümanlar arasında nasıl fitne, huzursuzluk, kargaşa çıkarabilirim?" gibi düşüncelerle kalleşçe planlar kuruyorlardı.
Peygamberimiz (sav) döneminde gördüğümüz bu münafık karakteri, şeytandan aldıkları ortak ilham ile hareket ettikleri için, o günden bu yana yaşamış tüm münafıklarda aynı şekilde ortaya çıkmıştır. Bugün de halen Müslüman toplumlar arasında kendilerine yer edinmeye çalışan münafık ruhlu insanlar, aynı samimiyetsiz yöntemleri uygulamaktadırlar. Müslümanların ve onlara önderlik eden kimselerin güvenini kazanabilmek için dilleriyle sürekli 'onları ne kadar çok sevdiklerini, onlara ne kadar bağlı olduklarını' anlatırlar. Bir başarı söz konusu olduğunda, Müslümanların önde gelenlerinin gözlerine girebilmek için, sürekli onları yücelten sözler sarf eder ve bu başarıdan duydukları sevinci de en abartılı şekilde dile getirirler. Müslümanlar inkar edenlere karşı bir zafer elde ettiklerinde, samimi Müslümanları taklit ederek, büyük bir sevinç ve coşkuya kapılmış gibi abartılı konuşmalar yaparlar.
Ama aslında iman edenler münafıkların oyunlarını bozup, inkar edenleri fikren hezimete uğrattıklarında, içten içe çok büyük bir acı yaşarlar. Münafıklarla küfür arasındaki sinsi işbirliği deşifre olup, kurmaya yeltendikleri tuzaklar bozuldukça, münafıklar adeta 'can çekişmeye' başlarlar. Çünkü Müslümanların güçlenmesi, münafıkların en istemediği şeylerden biridir. Allah onların bu alçaklıklarını bir ayette, "Size bir iyilik dokununca tasalanırlar, size bir kötülük isabet ettiğindeyse buna sevinirler..." (Al-i İmran Suresi, 120) sözleriyle açıklamıştır. Ama buna rağmen, bundan duydukları öfke, kin ve nefreti içlerinde saklar ve bunun tam tersi bir üslup kullanırlar. İnkar edenlerin oyunlarının bozulmasından duydukları sözde mutluluğu büyük bir coşkuyla ifade ederler. Gerçek amaçları Müslümanlara zarar vermek, onları başarısızlığa uğratmak iken, kendi bakış açılarıyla 'yağcılık' olarak nitelendirdikleri samimiyetsiz ahlakı gösterir ve bu duruma herkesten çok onlar sevinmiş gibi hareket ederler.
Kuran'da münafıkların bu 'ikiyüzlü oyunu' ve gerçekte 'kalplerinde sevgi değil aksine büyük bir kin, öfke, nefret gizledikleri' şöyle haber verilmiştir:
Ey iman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz. (Al-i İmran Suresi, 118)
Sizler, işte böylesiniz; onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler. Siz Kitap'ın tümüne inanırsınız, onlar sizinle karşılaştıklarında "inandık" derler, kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: "Kin ve öfkenizle ölün." Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Al-i İmran Suresi, 119)
Size bir iyilik dokununca tasalanırlar, size bir kötülük isabet ettiğindeyse buna sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların 'hileli düzenleri' size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır. (Al-i İmran Suresi, 120)
Allah ayetlerde, 'münafıkların bu oyunlarının ve sinsi girişimlerinin, iman edenlere zarar veremeyeceğini' bildirmiştir. İşte bu durum, münafık için çok büyük bir hezimettir.
Münafık, inkar edenlerle işbirliği yaptığında, her şeyin çok kolay olacağını, Müslümanları istediği gibi, hiç fark ettirmeden aldatıp amacına ulaşabileceğini sanır. Böyle büyük bir başarı umarken, çok güçlü olduğunu sandığı küfrün, hiç beklemediği bir anda fikren ezilip mağlup olması, münafığın derin bir ızdırap duymasına neden olur.
Müslümanların bir iyilikle karşılaşması, başarı elde etmesi ya da güçlenmesi münafıkları içten içe kahreder. Onların nimet içinde, neşeli, huzurlu olmaları, kendi aralarında sevgiyi, dostluğu olabilecek en güzel şekilde yaşamaları, münafık için kahredici bir sıkıntı sebebidir. Çünkü münafık bunun tam tersine; her an mutsuz, sıkıntılı ve acı içinde yaşar. Müslümanlarla birlikte olmayı seçmiş, ama aklı küfürde kalmıştır. Dünya hırsına kapıldığı için, küfürle birlikte olabilse, Müslümanlarla olduğundan çok güzel bir hayat yaşayabileceğini sanmaktadır. İşte onlarla olamamak, o ortamın ahlaksızlıklarını istediği gibi yaşayamamak, oradaki insanlardan çıkar elde edememek münafığı büyük bir acıya sürükler. Müslümanlarla olmaktan duyduğu pişmanlık ve bundan dolayı hissettiği kin ve öfke ruhunu sarmıştır. Bunun üstüne bir de, hemen her baktığı yerde, çevresindeki Müslümanların cennet benzeri hayatını görmek, münafığın acısını, kinini ve huzursuzluğunu daha da artırır. Bu kin giderek öyle dayanılmaz bir boyuta ulaşır ki, münafık artık bunu istese de gizleyemez hale gelir. Öfkesi, nefreti, kıskançlığı artık münafığın ağzından, dilinden, gözlerinden, yüzünden, vücudundan dışarı taşmaya başlar. Allah Kuran'da münafıkların bu şeytani ruh halini şöyle bildirmiştir:
Ey iman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz. (Al-i İmran Suresi, 118)
İşte münafık günün her saati ruhunda bu amansız öfke ile yaşamaya başlar. Hiçbir şey öfkesini dindirmeye yetmez. Sabah uyandığı andan gece tekrar yatana kadar her anı, her tavrı bu ruh halini yansıtır. Kuran'ın, "Size bir iyilik dokununca tasalanırlar, size bir kötülük isabet ettiğindeyse buna sevinirler..." (Al-i İmran Suresi, 120) ayetiyle, Allah münafığın bu kininin nedenini açıklamıştır. Müslümanların iyilik, güzellik, nimet, bolluk, huzur, sevinç, sevgi, dostluk ve mutluluk içinde yaşaması, münafığın kin, öfke ve üzüntü sebebidir.
Müslümanlar güne sevinçle, Allah'a ve kendilerine verdiği nimetlere şükrederek başlarlarken, münafık her sabah gözlerini güne mutsuzluk içerisinde açar. Yine istemediği, sevmediği, aynı idealleri ve inancı paylaşmadığı insanlarla bir aradadır. Haset ettiği, kin ve öfke duyduğu, dost olarak görmediği, sevmediği insanlara karşı yine rol yapmaya devam etmek durumundadır. İstemediği halde onlara sevgi ve saygı gösterecek, iltifat edecek, yaptıkları hayırlı faaliyetlere destek vermek ve elde ettikleri başarılardan dolayı onlarla birlikte sevinç taklidi yapmak zorunda kalacaktır.
O bu azap verici ruh halini yaşarken, Müslümanlar, samimi olmanın, gerçek sevgiyi ve dostluğu yaşamanın, dünyanın en güven dolu ortamında, en temiz, en güvenilir ve dürüst insanlarıyla, huzurlu bir hayat yaşamanın mutluluğu içindedirler. İşte bu acı zıtlığın çok iyi bilincinde olmaları, onların gün boyu büyük bir moral bozukluğu ve öfke içinde yaşamalarına neden olur.
Münafığı ele veren en önemli alametlerinden biri de, 'vücut dili' dir. Allah bir ayetinde, "Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. And olsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın." (Muhammed Suresi, 30) sözleriyle münafıkların konuşma, hal ve tavır bozukluklarını vurgulamakta, dikkatle izlenirse Allah'ın izniyle münafıkların bu alametlerinin fark edilebileceğine işaret etmektedir.
Müslümanların neşesini, başarısını, zenginliğini, konforunu, akıl derinliğini, güzelliğini, sağlığını, heybetini görmek münafıkların ruhlarındaki hasedi, kin dolu bir öfkeye dönüştürür. Bu yüzden öfkeden gözü dönen münafıklar gün içinde Müslümanlara sürekli sıkıntı vermeye çalışırlar. Büyük bir hırsla onların imkanlarını kısmaya, neşelerini kaçırmaya, başarılarını engellemeye gayret ederler. Ama tabii ki bunu açık açık değil, şeytani zekalarıyla gizliden gizliye ve sinsi yöntemler kullanarak yaparlar. Kendi düşük akıllarınca, bu şekilde Müslümanları 'psikolojik olarak güçten düşürüp yıpratabileceklerini' zannederler.
Oysa Müslümanlar üzerinde münafıkların psikolojik baskısının, gizli mücadelesinin negatif bir etkisi asla olmaz. Aksine münafık, Müslümanın gücüne güç, neşesine neşe katar, şevkini arttırır. Üzerindeki meskenet hissini yok eder, İslam'ı anlatma ve yayma çabasını güçlendirir. Müslümanın dikkatinin daha da açılmasını sağlar. Tehlikelere karşı önlem alabilme yeteneğini ve hepsinden önemlisi Allah'a olan sevgisini, bağlılığını ve Allah korkusunu arttırır.
Münafık, içten içe nefret ettiği Müslümanlara karşı açıkça bir eylem yapamıyor olmanın sıkıntısı içerisindedir. Onlardan elde etmeyi umduğu çıkar ve menfaatler uğruna, kendini sinsice gizlemek zorundadır. Bu nedenle de gerçek düşüncelerini dile getiremiyor, istediği gibi onlara açıkça zarar veremiyor ve yıkıcı bir karşı mücadele yürütemiyordur. İşte münafığın bu durumda yapabileceği tek şey, sinsice ve alttan alta zarar vermeye çalışmaktır. Eylemlerini ispatlanamayacak ve tevil edilebilecek şekilde gerçekleştirebilmelidir. İşte bu noktada münafığın kendi imkanları içerisinde en etkili bulduğu yöntem "bakışlarıyla eylem yapmak" tır.
Müslümanların en önemli özelliklerinden biri bakışlarındaki temizlik, huzur, güven ve sevgi dolu ifadedir. Allah bir ayette inananların yüzlerindeki iman dolu bu güzel ifadeyi şöyle bildirmiştir: "... Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir..." (Fetih Suresi, 29)
Her insan istediğinde yüzüne çeşitli ifadeler verebilir. Kimi zaman 'üzgün, kimi zaman mutlu ya da kızgın bir yüz elde etmek' pek çok kişi için mümkündür. Ancak Allah'ın ayette "secde izi" olarak tarif ettiği manevi güzellik, ne taklit ne de emek vererek elde edilebilir. Bu ancak Allah'ı çok sevmek, Allah'ın yarattığı kadere teslim olmak ve Kuran ahlakını samimi olarak yaşamakla, insanın yüzüne doğal olarak yansıyan bir güzelliktir. Dolayısıyla bu mucizevi Müslüman özelliği, aynı zamanda da münafık karakterli insanlardaki zıtlığı ortaya koyan önemli bir delil oluşturur.
Müslüman gün boyu huzur, sevgi, saygı dolu yüzüyle dikkat çekerken, münafık da kin ve öfkeden kararmış kötü çehresiyle kendisini belli eder. Yüzünde İblis gibi, uğursuz, pis ve şeytani bir ifade vardır. Kimi zaman bön bön, kimi zaman nefret dolu, kimi zaman hoşnutsuz, kimi zaman da ters ve saldırgan bakışlarla bakar. Bir Kuran ayetinde "... Kalplerinde hastalık olanların, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş olanların bakışı gibi sana baktıklarını gördün..." (Muhammed Suresi, 20) sözleriyle tarif edildiği gibi, mat bakışlıdır. Gözleri akık ve anlamsızdır. Ruhu alınmış gibi ölü; sevgiden, neşeden, canlılıktan yoksun bir bakışla bakar. İçi pislikle, günahla, kalleşlikle dolu olduğu için, bakışları da aynı şekilde pis olur. Kalbi, aklı, ruhu tertemiz, nurlu Müslümanların sevgi dolu, iman dolu, canlı ve dürüst bakışlarıyla kıyaslandığında, gözlerindeki anormallik hemen teşhis edilir. Kuran'da 'münafığın bu en önemli özelliklerinden biri olan pis bakışları', "(Allah,) Gözlerin hainliklerini ve göğüslerin sakladıklarını bilir." (Mümin Suresi, 19) ayetiyle haber verilmiştir.
Bu şeytani yüz ifadesi ile amacı, 'huzur içerisindeki Müslümanlara rahatsızlık vermek, neşelerini kaçırmak' tır. Çünkü münafık eğer Müslümanlara açıkça hiçbir yolla zarar veremiyorsa, geriye, kendine göre kullanabileceği en etkili silahı olan 'bakışları' kalmıştır. Allah Kuran'da münafıkların bakışlarıyla yaptıkları ahlaksızlığın şiddetini bir ayette şöyle bildirmiştir:
O inkar edenler, zikri (Kuran'ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi... (Kalem Suresi, 51)
Peygamberimiz (sav) döneminde münafıklar, Peygamberimiz (sav)'in ve Müslümanların Kuran ahlakını yaşamalarından ve Allah'ın dinini tebliğ etmelerinden duydukları akıl almaz kin ve öfkeyi, Peygamberimiz (sav)'e yöneltmeye cüret ettikleri pis bakışlarıyla gösteriyorlardı. Peygamberimiz (sav)'in mescidine, yüzlerindeki bu melanet dolu bakışlarıyla gidiyorlardı. Allah ayette geçen 'neredeyse gözleriyle seni devireceklerdi' ifadesiyle, münafıkların bu kinlerinin ne kadar büyük olduğunu belirtmiştir.
İşte o dönemdeki münafık ahlakı, günümüzde de aynı Kuran'da bildirildiği şekilde ortaya çıkmaktadır. O gün rahatsızlık ve sıkıntı vermek, huzursuzluk çıkarmak için kendilerine Peygamberimiz (sav)'i hedef olarak seçen münafıklar, günümüzde de İslam'a en etkili hizmeti eden, Müslümanlara en etkili şekilde önderlik eden kimselere, aynı şeytani eylemleri yöneltmektedirler.
Ancak münafık bu eylemlerini de yine sinsice ve gerektiğinde hemen başka bir şekil alarak kendisini gizleyebileceği şekilde yapar. Zira münafığın en mahir olduğu yöntemlerin başında 'gözlerine hakim olma yeteneği' gelir. Münafık gözlerine istediği gibi emir vererek, duruma göre vaziyet almasını çok iyi bilir.
Münafık gözleriyle sinsi bir mücadele verme konusunda çok ustadır gerçekten de, ama tüm bu yaptıklarıyla Müslümanlara zarar vermeyi başaramaz. İçindeki kin ve öfke büyüdükçe, kendi ruhuna ve vücuduna yaptığı tahribat da o oranda artar. Müslümanlar huzur, neşe ve mutluluk içinde yaşarken, münafık nursuz bir yüzle, pis bakışlarıyla, nefret dolu dünyasında azap içinde yaşar.
Münafık tüm 'bedenini, şeytani amaçları için ustalıkla kullanma konusunda' çok yeteneklidir. Müslüman nasıl ki her haliyle, her tavrıyla halim ahlakını, pozitif kişiliğini etrafına yansıtırsa; münafık da negatif düşüncelerle, şeytanlıklarla dolu ruhunu bedenine ve tavırlarına yansıtmakta çok beceriklidir. Allah Kuran'ın Müddessir Suresi'nde münafıkların bunu hangi şeytani yöntemlerle uyguladıklarını şöyle haber vermiştir:
Çünkü o, düşündü ve bir ölçü tespit etti. Kahrolası, nasıl bir ölçü koydu? Yine kahrolası, nasıl bir ölçü koydu? Sonra bir baktı. Sonra kaşlarını çattı ve yüzünü ekşitti. Sonra da sırt çevirdi ve büyüklük tasladı (istikbar). (Müddessir Suresi, 18-23)
Allah ayetlerde, münafığın eylem için harekete geçmeden önce, haince ve kalleşçe planlarını kafasında derin derin düşünerek tasarladığını haber vermiştir. Münafık yapabileceği ahlaksızlıkların her detayını öncesinde ayrı ayrı düşünüp zihninde belirler. Yeni bir güne başladığında, 'Müslümanlara hangi suçlamaları yöneltebilir, ne tür iftiralar atabilir, neşelerini nasıl kaçırabilir, yapacakları hayırlı faaliyetlere nasıl engel olabilir, nasıl ayak bağı olup vakitlerini alabilir, onları nasıl yorabilir ya da uykusuz bırakabilir, tebliğ için harcayacakları enerjilerini nasıl tüketebilir?' gibi ince ince planlar kurar. Kuşkusuz ki bu sinsi ve hain düşünceleri tasarlarken münafığın yol göstericisi ve ilham kaynağı da 'şeytan' dır.
Münafığın eyleminin ikinci aşaması ise, artık bu 'tasarlanan hainliklerin bakışlara yansıtılması'dır. Olabilecek en rahatsız edici, Müslüman ahlakından en uzak, küfür karakterini en iyi yansıtan, en ekabir, ters, züppe, küstah ve saygıdan yoksun bakışlarla bakmak, münafığın titizlikle ve sabırla uyguladığı bir yöntemdir. Gün boyu Müslümanlar arasında bu şekilde dolaşarak, kendince onları 'huzursuz ve tedirgin etmek' ister. Kendisiyle uğraştırarak, Müslümanların vakitlerini alarak, kendince İslam'a ve Müslümanlara zarar verebileceğini sanır. Küfür ahlakından uzak olan Müslüman topluluğu içinde dinsiz ahlakı yaşayarak, onları da bu karaktere çekmek ve özendirmek ister. Eğer Müslümanlar arasında kendisi gibi münafıklığa eğilimli başka kimseler de varsa, bu ahlakıyla onlara da mesaj vermek ve onları da yanına çekmek ister. Ya da iyi niyetli olup da, İslam'ı yeni öğrenen, yeni iman etmiş kimselerin de kalplerini kaydırıp onları da küfre yöneltebilmeyi hedefler.
Her türlü pislik ve melaneti önce kafasında özel olarak tasarlayan, sonra bakışlarıyla bu hainliğini Müslümanlara yansıtan münafığın bu eyleminin bir diğer parçası da 'kaşlarını çatması' dır. Bilindiği gibi 'kaş çatmak' halk arasında da özel bir mesaj verebilmek için yapılan bir harekettir. Nitekim sözlük anlamı da 'kaşlarını birbirine yaklaştırarak kızgın, öfkeli ve sinirli olduğunu göstermeye çalışmak 'tır.
Elbette ki insan normal şartlarda olağan ve insani bir mimik olarak kaşını çatabilir. Ancak münafık söz konusu olduğunda, tüm bu detaylar 'özel amaçlar için kullanılan, sinsi ve çirkin birer eylem' olarak uygulanır. Herkesin sevgi, saygı, güzel ahlak dolu, samimi ve dostane bakışlarla birbirine baktığı bir ortamda münafık, bakışları gibi kaşlarını da ahlaksızlık için kullanır. Müslümanların birbirlerine en güzel ahlakı gösterdikleri, en güzel sözleri söyledikleri, nimet ve güzellik içindeki ortamlarda, ortada hiçbir sebep yokken art arda bu ahlaksızlıklarını uygulamaya başlar. Kaşlarını çatarak yüzüne en melanet, en ters, en pis, en karaktersiz, en çirkin ifadeyi vermeye çalışır.
Ayetin devamında münafığın bir sonraki hamlesinin ise, 'yüzünü ekşitmesi' olduğu bildirilmiştir. Herkesin bildiği gibi insan, yüzünde çok 'çeşitli mimikler' kullanarak, çok zengin bir anlam çeşitliliği elde edebilir. Çoğu zaman karşımızdaki insanın duygu ve düşüncelerini, ruh halini, niyetini, hiç konuşmadığı halde sadece yüz ifadesinden anlarız. Aynı şekilde bir insanın yapmak üzere olduğu eylemi de, sözlü olarak hiçbir şey söylemese bile, yüzündeki anlam çeşitliliğini takip ederek fark ederiz.
İşte münafık da, her insanın sahip olduğu bu geniş imkanı, şeytani eylemlerini gerçekleştirebilmek için sonuna kadar kullanır. Yüzüne ne zaman, nerede ve hangi ifadeyi verirse, karşı tarafa nasıl bir mesaj vereceğini çok iyi bilen münafık, günün her anında bu silahı en güçlü şekilde değerlendirir. Çirkin bir yüz ifadesinin, hayatları temiz bir ahlak, dürüstlük ve samimiyet üzerine kurulu Müslümanları ne kadar rahatsız edeceğini bilen münafık için bu durum heyecan vericidir. Hem özlem duyduğu küfür ahlakını Müslümanlar içerisinde de istediği gibi pervasızca yaşayabilecek; hem de elde etmek istediği her menfaate ulaşmak için yüzünü olabilecek en çirkin şekilde kullanacaktır. İstediği birşey o an hemen yapılmadığında, olaylar onun çıkarlarına göre şekillenmediğinde, dikkat çekmek ve gündem konusu olmak istediğinde bu yola başvurur. Aynı şekilde huzursuzluk çıkarıp Müslümanları rahatsız etmeyi ya da birinden intikam almayı amaçladığında, yüzünü hemen ekşitip olabilecek en pis, en melanet ve küfür ahlakını en iyi yansıtan yüz ifadesini takınır. Böylece kendi aklınca Müslümanlar onunla ilgilenecek, güzel ahlakları ve yüksek vicdanları gereği ona şefkat, sevgi, saygı merhamet gösterecek ve onu mutlu edebilmek için istediği şeyleri yerine getirmeye çalışacaklardır. Bunun sonucunda da, yine kendince, Müslümanların sahip olduğu maddi manevi imkanlardan daha da fazla yararlanabilme fırsatı elde edecektir. "Bir daha böyle terslik ve çirkeflik yapmasın, huzursuzluk çıkarmasın, Müslümanları tedirgin ve rahatsız etmesin" denilecek ve böylece kendisine, kendi istediği gibi bir muamele yapılmasını sağlayacaktır.
Ancak unuttuğu birşey vardır ki, o da Müslümanların 'sevgi ve merhamet anlayışları' nın da Kuran'a dayalı olduğudur. Müslümanlar sadece bir kişi memnun olacak diye bir kişiye istediği tavrı göstermezler. Bu tavır ya da eylem ancak Allah'ın rızasına, Kuran ahlakına uygunsa bunu uygularlar. Dolayısıyla münafık bu planları kurarken, bu önemli Müslüman ahlakını göz ardı etmiştir. Dahası, sergilediği çirkin ahlakın ve büründüğü yüz ifadesinin de kendi aleyhinde bir münafık alameti oluşturduğundan ve böylece kendini ele verdiğinden de gafildir.
Münafığın eyleminin bu aşamaya kadar olan safhaları, istediği şekilde şeytani bir başarıya ulaşamamışsa, bu noktada münafığın başvurduğu bir diğer küfri yöntem de 'sırt çevirmesi' olur. Bilindiği gibi 'sırt çevirmek', 'bir kimsenin dost olduğu insanlara düşman olması, o kişilerle olan bağlarını koparması, onlardan yana olmaması' anlamında kullanılan bir deyimdir. İşte münafık da, Müslümanlara sinsice bu mesajları vermeyi ve bu ihtimalleri onlara düşündürterek kendince onları tehdit etmeyi amaçlar. Aralarında 'Müslümanlarla birlikte olduğu halde, küfür ahlakını yaşamaktan çekinmeyen, Allah'tan gereği gibi korkup sakınmayan ve münafık olma ihtimali olan bir insan olduğunu' hissettirerek onları tedirgin etmek ister. Allah'a olan güvenlerinden dolayı alabildiğine mutlu, rahat ve huzurlu yaşayan Müslümanların bu güzel hayatlarını kendince bozmayı ve neşelerine, sevinçlerine engel olmayı hedefler.
Bu amaçla Müslümanlarla birlikte bir hayat yaşadığı halde, aralarındayken de onlardan uzak durur. Yanlarında mutlu olmadığını hissettirmek amacıyla, en dikkat çekecek tarzda, her işte onlardan ayrı bir tavır gösterir. Müslümanlar topluca hayırlı bir faaliyet yaptıkları zaman, onlara ne fiziksel açıdan ne de manen destek verir. Kimi zaman da aleni şekilde ve sebepsiz yere, ters bir tavır takındığını göstermek için, Müslümanların yanında iken bile birden yanlarından uzaklaşarak onlara karşı bir tavır sergiler.
Münafığın her adımını sinsice tasarlayarak gerçekleştirdiği bu eylemlerin bir sonraki adımı ise münafığın 'kibirli, ekabir ve üst perdeden bakan bir tavır ile' Müslümanlara 'büyüklük taslaması'dır. Münafık bakışlarıyla, konuşmalarıyla, kullandığı üslup ve el kol hareketleriyle bu büyüklük iddiasını, karşısındaki insanlara olabildiğince hissettirme amacındadır. Onlara 'değer vermediğini, saygı duymadığını, küçük gördüğünü, fikirlerini ve sözlerini de kâle almadığını' göstermeye çalışır. Kendince yanlarındaki Müslümanların son derece 'akılsız ve saf', kendisinin ise 'müthiş bir zeka, akıl ve yeteneğe sahip olduğu' inancındadır. Kendisine söylenen her hayırlı söze, kibir ve enaniyetle, züppelik ve küstahlıkla, bilmişlik ve kabalıkla cevap verir. Saygısızlığını en iyi ve en abartılı şekilde vurgulamaya çalışır.
İşte münafığın haince planlarının küçük bir kısmı bu şekildedir. Ve Allah'ın Müddessir Suresi'nde, Peygamberimiz (sav)'e karşı yapılan bir münafık eylemi olarak bildirdiği bu tavırlar, münafığın küfre benzer ahlakını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ancak münafığın, tüm bu sinsi eylemleri, kasıtlı olarak ve hainlikle uygularken unuttuğu birşey vardır. Allah münafıkları asla başarılı kılmayacak ve bu hasta ruhlu insanların İslam'a ve Müslümanlara zarar vermesine asla izin vermeyecektir. Münafık kendi hain ve kalleş dünyasında, kurduğu tuzaklar içerisinde boğulup kalacaktır. Oynadığı sinsice oyunlar, dünyasının da ahiretinin de sonu olacaktır.
Müslümanların onlara sunduğu tertemiz, nurlu bir hayatta huzur bulamayan ve küfre yaklaştıkça mutlu olacaklarını sanan münafıklar, giderek küfrün zulmü içerisinde daha da büyük bir mutsuzluğa sürükleneceklerdir. Ahirette ise sonsuza kadar pişmanlık ve acı içerisinde, en yakın dostları olan şeytan ile birlikte büyük bir azap yaşayacaklardır.