Münafığın hayatı, sinsilik, samimiyetsizlik ve sahtekarlık üzerine kuruludur. Elindeki tüm imkanları kullanarak, 'hayatının her anında özgürce ahlaksızlık yapabilmek' ister. Bunu gerçekleştirebilmesi içinse, yaptığı sahtekarlıkların deşifre olmaması gerektiğini bilir. Bu yüzden oynadığı oyunların gündeme getirilmesini, yaptığı sinsi faaliyetlerden Müslümanların haberdar olmasını istemez. Çünkü münafık ancak bu şekilde, sistemini sürdürebilir ve ancak bu şekilde kendini gizlemeyi başarabilir.
'Münafığın gizliliği ortadan kaldırıldığında', yani çevirdiği işler anlaşıldığı, kullandığı yöntemler fark edildiği zaman, münafık tüm gücünü kaybetmiş olur. Gizliliğini kaybetmesi, artık istediği gibi özgürce münafıkane eylemler yapamaması demektir. İşte bu yüzden münafık 'kendisi hakkında bilgi edinilmesinden' çok korkar. Ve bilgi akışını engelleyebilmek için sürekli olarak karşı mücadele verir. Müslümanlardan birinin, onda fark ettiği samimiyetsizliği, bir başkasına bildirmesi ya da topluca tüm Müslümanların bu konu hakkında bilgilendirilmesi, münafığı çok zor durumda bırakır. Bunun gibi, farklı zamanlarda, farklı yerlerde, münafığın farklı oyunlarına, sinsiliklerine, sahtekarlıklarına rastlayan Müslümanların, tüm bu bilgileri bir araya getirerek birleştirmeleri, bunların toplamından bir sonuç çıkarmaları münafık için büyük bir 'tehlike' dir.
İşte bu yüzden münafık Müslümanların kendisi hakkında birbirlerine bilgi vermelerinden çok çekinir. Aynı şekilde gün içinde ne yapıp ettiğinin fark edilmesinden de çok rahatsız olur. Münafıklık yapma konusundaki özgürlüğünü hiç kimsenin bozmamasını ister. Müslümanların hayırlı amaçlarla bilgi alış verişi yapmaları ise, onun bütün oyununu bozar ve münafığı aşırı derecede kinlendirir. Kendisi hakkındaki bilgiyi öğrenene de, gündeme getirene de akıl almaz kin duyar.
Peygamberimiz (sav) dönemindeki münafıklar da, tarih boyunca gelmiş geçmiş tüm münafıklarda olduğu gibi, bu 'bilgi akışından' müthiş rahatsız oluyorlardı. Kuran'da bu münafıkların (Peygamberimiz (sav)'i tenzih ederiz) Peygamberimiz (sav) için "O (her sözü dinleyen) bir kulaktır" diyerek, haince çirkin bir üslup kullandıkları haber verilmiştir:
İçlerinden Peygamberi incitenler ve: "O (her sözü dinleyen) bir kulaktır" diyenler vardır. De ki: "O sizin için bir hayır kulağıdır. Allah'a iman eder, müminlere inanıp-güvenir ve sizden iman edenler için bir rahmettir. Allah'ın elçisine eziyet edenler... Onlar için acı bir azap vardır." (Tevbe Suresi, 61)
Münafıklar, iman edenlerin Resulullah (sav)'e, şahit oldukları olaylar ya da konuşmalar hakkında bilgi aktarmalarından müthiş rahatsızlık duymuşlardır. Ancak Allah ayetin devamında, Peygamberimiz (sav)'in iman edenler için 'bir hayır kulağı' olduğunu ve bunun da 'Müslümanlar için bir rahmet olduğunu' bildirmiştir. Üstelik Peygamberimiz (sav) aynı zamanda devlet lideri konumunda olduğundan, halkın güvenliği, iyiliği, Müslümanların güçlü ve kuvvetli olması için her bilginin kendisinde toplanması hem doğal hem gerekli bir durumdur. Nasıl bugün tüm devletlerin istihbarat birimleri varsa ve bu gerekliyse, Peygamberimiz (sav) döneminde de istihbaratın olması son derece önemlidir. Resulullah (sav) de mükemmel bilgi akışıyla Müslümanları en iyi şekilde koruyup kollayan, alemlere rahmet olarak gönderilmiş çok hayırlı bir insandır.
Bir başka ayette ise Allah, iman edenlerin Peygamberimiz (sav)'e mühim olaylar hakkında bilgi iletmelerinin önemine dikkat çekmiştir. Allah, Peygamberlerin, elçilerin ve Müslümanların başında bulunan emir sahiplerinin bu bilgilerden 'en hayırlı sonuçları' çıkarabileceklerini hatırlatmıştır:
Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde, onu yaygınlaştırırlar. Oysa bunu Peygambere ve kendilerinden olan emir sahiplerine götürmüş olsalardı, onlardan 'sonuç-çıkarabilenler,' onu bilirlerdi. Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz. (Nisa Suresi, 83)
Bu ayetler bize, Müslümanların kendi aralarında 'önemli olabilecek bir olay, konuşma ya da bilgiye şahit oldukları zaman, bunu Peygamberimiz (sav)'e ya da aralarındaki emir sahiplerine götürmeleri gerektiğini' göstermektedir. Bu kişiler kendilerine gelen bu istihbarat, bilgi ve haberleri en iyi şekilde değerlendirebilecek ve bunlardan en iyi sonucu çıkarabilecek akıl, tecrübe, hikmet ve anlayışa sahip olan kişilerdir.
Ancak, Müslümanlar arasında böyle bir bilgi akışı olması ve bu bilgileri özellikle de bunları yorumlayabilecek akla sahip olan kişi ya da kişilere ulaştırmaları, münafığı çok huzursuz eder. Bu durum onun, ciddi şekilde korkuya ve paniğe kapılmasına neden olur.
Müslümanlar ise böyle bir bilgi akışından hiçbir rahatsızlık ya da sıkıntı duymazlar. Çünkü onların hayatları zaten alabildiğince 'açık, şeffaf ve temizdir'. Hayatlarının her anını Allah'tan korkup sakınarak geçirirler. Yalnız olduklarında bile, Allah'ın kendilerini gördüğünü ve tüm davranış ve konuşmalarından dolayı ahirette kendilerini hesaba çekeceğini bilerek hareket ederler. Dolayısıyla da, söz konusu olan kendi eksiklikleri ya da hataları bile olsa, bunların gündeme gelmesinden hiçbir şekilde rahatsız olmazlar. Aksine bu vesileyle ahlaklarını ve davranışlarını düzeltebilecekleri için bunda hayır görür ve sevinirler.
Münafığın kirli dünyası hep sahtekarlık ve şeytani oyunlarla dolu olduğu için, münafık bunların fark edilmesinden ve öğrenilmesinden çok ciddi şekilde tedirgindir. Bu korkusu sebebiyle de, Müslümanlar arasındaki hayatı hep 'kuytu köşelere saklanarak, karanlıklarda gizlenerek, sezdirmeden gizlice birşeyler yapmaya çalışarak' geçer. Yakalanmaktan ve 'yaptıklarının anlaşılmasından duyduğu korku, huzursuzluk ve gerilim' münafığın ruh haline tamamen hakim olur. Sürekli, 'yakalandığını' sanarak sebepsiz dehşete kapılır. En ufak bir kıpırtı olsa, örneğin geçerken biri dönüp ona baksa, biriyle göz göze gelse, iki kişi bir yerde oturup birşey konuşsa, münafık tüm bunları üzerine alınıp şüpheye kapılır. Her an hakkında bir konu olacak ve planları bozulacak korkusuyla cehennem benzeri bir hayat yaşar. Huzurlu, içi rahat, mutlu olarak güzel vakit geçirdiği bir anı yoktur. Huzursuzluk, şüphe ve korku tüm hayatına hakim olur. Kuran'da münafığın bu korku dolu dünyası şöyle haber verilmiştir:
... Şayet korku gelecek olsa, ölümden dolayı üstüne baygınlık çökmüş kimseler gibi gözleri dönerek sana bakmakta olduklarını görürsün... (Ahzap Suresi, 19)
Faaliyetlerini sinsice ve gizliden gizliye yürütmeye çalışan münafıkların en çekindikleri konulardan biri de, Müslümanlar tarafından fark edilmektir. Onlara ihanet ettiklerinin, küfürle bağlantı halinde olduklarının ve gizlice bilgi aktardıklarının, Müslümanlar aleyhinde planlar kurduklarının anlaşılmasından çok çekinirler. Nihai amaçlarına ulaşana ve kendi istekleriyle Müslümanların yanından ayrılana kadar deşifre olmamak için çok büyük bir titizlik gösterirler. Bu ayrılık kararını vermeden önce, maddi manevi Müslümanların imkanlarından daha da yararlanmak, küfrün gözüne girebilecek daha önemli ve hayati bilgiler edinebilmek isterler. Doğrudan küfrün yanına gitmektense, Müslümanların arasındaki güvenlik, huzur, refah ortamından ve nimetlerden yararlanarak küfürle olan işlerini yoluna koymayı tercih ederler.
Ancak bir yandan da, Allah'ın Kuran ile Müslümanlara münafıkları çok detaylı bir şekilde tanıttığını da bilmektedirler. Müslümanlar Kuran ayetleri ışığında, bir insandaki 'münafık karakterini ve münafık alametlerini' çok iyi fark edebilmektedirler. Dolayısıyla münafık da, her ne kadar büyük bir dikkat sarf etse de, hem yüzüyle, hem vücut diliyle, hem de karakteriyle dikkat çektiğinin bilincindedir. Müslümanları ne kadar iyi taklit etse de, onların gözlerini boyamak için ne kadar çok emek verse de, onlardan farklı olduğunun anlaşıldığını görmektedir.
İşte bu ihtimal münafığın dehşetli bir korku içerisinde yaşamasına neden olur. "Ya münafık olduğu ortaya çıkarsa? Ya yaptığı sahtekarlıkları anlaşılırsa? Ya küfre taşıdığı bilgilerin, onlarla yaptığı planların delilleri ortaya çıkarsa?" İşte bu düşünceler münafığı içten içe yiyip bitirir. Gece gündüz, "Acaba Müslümanlar yaptıklarından haberdarlar mı?", "Acaba biliyorlar da, ona mı belli etmiyorlar?" gibi şüphelerle beyni yanıp kavrulur. Ancak bu şüphelerini doğrulayabileceği bir yol da bulamaz. Zaman zaman Müslümanların ağzını arayarak, zaman zaman blöf yaparak aklındaki bu soruların yanıtlarını öğrenmeye çalışır. Ama sonuç alamaz.
Elbette ki Müslümanlar münafıktan kat kat daha fazla akıllıdırlar. O kişinin münafık olduğundan şüphelendiklerinde bile, onu çok iyi analiz edip, istedikleri gibi yönlendirebilecek ve ikna edebilecek kadar yüksek bir feraset ve basiret ile hareket ederler. Ve münafığa asla istediği cevapları vermezler. Yaptığı şeytani işbirliklerinden, gizli bağlantılarından, Müslümanlar aleyhinde yürüttüğü casusluk faaliyetlerinden ne kadar detaylı şekilde haberdar olsalar da, bu konuda ona hiçbir şey hissettirmezler. Ve hatta onu ortada hiçbir şüphe ya da sorun olmadığına ve ona güvendiklerine ikna edebilirler. Böylece içi rahatlayan münafık da, sinsi istihbarat faaliyetlerine ve küfürle olan işbirliğine yeniden devam eder. Müslümanlar ise, münafığın bu faaliyetlerinden haberdar oldukları için, bir yandan Müslümanları koruyacak tedbirlerini alır, diğer yandan da münafığı samimi olması için eğitip onu doğru yola iletmeye çalışırlar.
Peygamberimiz (sav) dönemindeki münafıklar da, tarih boyunca yaşamış her samimiyetsiz insan gibi bu 'fark edilme korkusu' yla yaşıyorlardı. Ve Allah'tan vahiy alarak hareket eden Peygamberimiz (sav)'e, kendileri hakkında ayet inmesinden, Allah'ın onları Peygamberimiz (sav)'e tanıtmasından dehşetli bir korkuyla korkuyorlardı. Kuran'da münafıkların bu korku dolu ruh hali şöyle bildirilmiştir:
Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir surenin aleyhlerinde indirilmesinden çekiniyorlar. De ki: "Alay edin. Şüphesiz, Allah kaçınmakta olduklarınızı açığa çıkarandır." (Tevbe Suresi, 64)
Ancak elbette ki münafıkların bu düşünceleri, Allah'a ve vahye olan inançlarından kaynaklanmıyordu. Onlar -Peygamberimiz (sav)'i tenzih ederiz- Kuran'ın tamamının Resulullah (sav)'in kendi sözleri olduğuna inanıyorlardı. "Aleyhlerinde bir Sure’nin inmesinden çekindiklerini" söylerken 'vahiy gelmesi 'ni değil, Peygamberimiz (sav)'in yine kendinden bir söz söylemesini kastediyorlardı. Yaptıkları gizli casusluk faaliyetlerinin, adiliklerinin, alçaklıklarının bir şekilde öğrenilmesinden çekiniyorlardı. Bu durumunda kavimlerindeki herkese karşı 'rezil olacaklarını ve küçük düşeceklerini' biliyorlardı. Asıl çekindikleri de zaten buydu. Peygamberimiz (sav), kavmine 'onların münafık olduklarını söyler de, adilikleri, alçaklıkları, haysiyetsizlikleri açığa çıkar ve bütün insanlar onlara karşı galeyana gelir' diye korkuyorlardı.
'Esbab-ı Nuzül' yani ayetlerin indiriliş sebeplerini açıklayan tefsirlerde Tevbe Suresi'ndeki bu ayetin nüzul sebebi hakkında üç ayrı rivayet vardır:
2. Suddi konuyu biraz daha kişiselleştirir ve der ki: Münafıklardan birisi: "Bana yüz celde (sopa) vurulsa da bizim hakkımızda bizi rezil edecek bir şey nazil olmasa." demiş ve bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.
3. İbn Keysân da münafıklardan bir grubun, Hz. Peygamber (sav)'in Tebük'ten dönüşü sırasında karanlık bir gecede Hz. Peygamber (sav)'e suikast hazırladıklarını, Cibril'in de gelerek Rasûlullah (sav)'e bunu haber verdiğini ve işte böylece bu Ayet-i Kerime'nin inmiş olduğunu söylemiştir.
Tefsirlerdeki bu bilgilerde münafıklardan birinin, "Bana yüz sopa vurulsa da bizim hakkımızda bizi rezil edecek birşey nazil olmasa" dediği anlatılmıştır. Bu da bize münafığın, rezil olmaktansa, eziyet görmeyi tercih ettiğini göstermektedir. Çünkü münafık için 'gösteriş' çok daha önemlidir. 'İnsanların ne dediği', onların gözünde 'nasıl bir imajı' olduğu, 'itibarı' hayati bir konudur. Kendisini sezdirmemek için, Müslümanlardan biri gibi bilinmeyi sürdürmek zorundadır. Eğer münafık olduğu ortaya çıkarsa, tüm bu imajı zedelenecek, itibarını kaybedecektir. Bunun sonucunda da çıkar ve menfaat kapıları ona kapanacaktır. İşte böyle bir durumla karşılaşmaktansa, münafık acı çekmeyi tercih etmektedir.
Allah'ın sonsuz gücüne inanmayan münafık, gizli saklı fısıldaşıp sinsice muhbirlik yaparken ya da Müslümanlar aleyhinde tuzak kurarken, Allah'ın, yaptığı her şeyi gördüğünden gafildir. Eğer insanların duymayacağı ya da görmeyeceği bir yerde, tedbirini alarak bir tuzak kuruyorsa, bunu kimsenin bilmediğini düşünür. Tuzağı kuran o iki kişiden üçüncüsünün Allah olduğuna inanmaz. O yüzden de çekindiği şey, 'alçak ve sahtekar olduğunu' Allah'ın bilmesi değil, insanların duymasıdır. Ancak Allah, münafıkların kendi aralarında gizlice fısıldaştıkları sırlarını bildiğini bir ayette şöyle haber vermiştir:
Yoksa onlar; gerçekten bizim, sır tuttuklarını ve aralarındaki fısıldaşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır, (işitiyoruz) ve onların yanlarındaki elçilerimiz de (her şeyi) yazıyorlar. (Zuhruf Suresi, 80)
Münafıklar zekice oyunlarla Müslümanlarla uğraşıp onlara zarar verdiklerini ve bundan hiç kimsenin haberi olmadığını zannederlerken, Allah onların tüm yaptıklarını görmektedir. Ve Allah tüm bunları 'açığa çıkaracağını' haber vermiştir. Münafık neyi gizlemek istiyor, neyin öğrenilmesinden korkuyorsa, Allah onların bu 'kaçındıkları şeyleri' bir bir ortaya çıkaracaktır. Kaçtıkları her ne varsa tüm bunlar onlara yürek acısı olacaktır.
Münafığı ele veren en önemli alametlerinden biri 'yalan söyleme konusundaki şeytani mahareti' dir. Münafık sinsi bir zekaya sahip olduğu için, sadece ağzına geldiği gibi yalan söylemez. Bir konuda yalan söyleyeceği zaman, o yalanın bütün altyapısını kapsamlı şekilde beyninde hazırlar. Özellikle de sahtekarlıklarının yakalanması ihtimaline karşı öne süreceği teviller zihninde hep mevcuttur. O yüzden münafığı 'suçüstü yakalamak' çok zordur. Oyunları çok net teşhis edilip, deşifre edilse dahi, arsızca bunları inkar eder. O an Müslümanlar, münafığın yaptığı bir ahlaksızlığı çok net gözleriyle görseler bile, münafık buna hemen onlarca şeytani açıklama getirir. Bütün ahlaksızlıklarını yalanlarla kamufle etmeye çalışır. Hazırcevap, dilbaz ve tartışmacı olduğu için, bir yalandan hemen başka bir yalana anında geçebilir. Yalanları yakalandığında öne sürdüğü mantık ise, hep 'kendisinin her zaman iyi niyetli ve hep hayır peşinde olduğu' dur. Ona karşı güçlü bir 'önyargı olduğu için' bu şekilde sürekli kendisinden şüphe duyulduğu iddiasındadır.
Peygamber Efendimiz (sav) döneminde münafıklar Dırar mescidini kurduklarında, tek amaçları Peygamberimiz (sav)'e karşı münafıkları bir araya toplayıp, fitne çıkartıp Müslüman topluluğunun arasını ayırmaktı. Ama kendilerine sorulduğunda, bu mescidi sadece iyilik ve hayır amaçlı oluşturduklarına dair Allah adına yemin etmişlerdi. Allah bize münafıkların bu sinsi taktiklerini Kuran'da şöyle haber vermiştir:
Zarar vermek, inkarı (pekiştirmek), müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah'a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescit edinenler ve: "Biz iyilikten başka bir şey istemedik" diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahitlik etmektedir. (Tevbe Suresi, 107)
İşte münafıkların yalan yöntemi asırlardır hiç değişmemiştir. Tartışma ve tevil yöntemleri, kendilerini kurtarma metotları, savunma stratejileri ve yalanlarını kamufle etme teknikleri, dönemler, kişiler ve örnekler değişiklik gösterse de, hep aynıdır. Örneğin, münafık iki Müslümanın konuştuğunu görür. Eğer konuştukları özel bir konuysa, onların yanına gittiğinde Müslümanların susacaklarını ya da konuyu değiştireceklerini bilir. Çünkü Müslümanlar, İslam'ın menfaati, diğer Müslümanların güvenliği konusunda çok tedbirli, hamiyet hisleri kuvvetli ve korumacıdırlar. O yüzden münafık sinsice ve kendini hissettirmeden, Müslümanların konuştukları odanın tam kapısında bekleyerek anlatılanları dinlemeye çalışır. O anda biri kendisini görüp, ne yaptığını sorsa, "Buraları temizliyordum" der. Yalan söylediğini anlayan Müslümanlar, eğer onun yalanını ortaya çıkarmak için biraz daha üstüne gidip, "Burası daha yeni temizlendi" deseler, "Az önce buraya kirli bir eşya kondu, o yüzden yeniden temizliyorum" der. Eğer Müslümanlar o yalanını da bertaraf edecek birşey söylerlerse, bu sefer de bambaşka bir yalan daha ortaya atar. En sonunda artık çok köşeye sıkışınca da, başka bir sahtekarlık yapar. Ağlamaya, çirkef şekilde bağırmaya ve oynadığı sinsi oyunu teşhis eden Müslümanlara iftira atmaya başlar. 'Aslında orada iyilik için bulunduğunu, Müslümanların bilmeden kirli bir yere değmemeleri için fedakarlık yapıp oraları temizlediğini; ama buna rağmen üstüne varıldığını, kendisine sevgisiz ve gaddar davranıldığını' söyler. Hatta konuşarak biraz daha üstüne gidilip, doğru konuşması için daha da zorlansa, bu sefer sağlığını, tansiyonunu, şekerini veya başka bir hastalık ihtimalini öne sürüp, bayılıyormuş gibi numara yapmaya başlar. Amacı, yalanını saklayabilecek imkanı kalmadığı için, artık bu konuşmalarla daha fazla üstüne gelinmemesini sağlamaktır. Ve tam bir 'tiyatro oyuncusu gibi' mükemmel, ama bir o kadar da 'şeytani, sinsi ve kahpece bir oyun' sergiler.
Münafık Müslümanları çok iyi tanıdığı için, onların nezaketini, şefkatini ve merhametini çok iyi kullanır. Ağladığında ya da sağlığını öne sürdüğünde Müslümanların vicdanen daha fazla soru sormayacaklarını, üsteleyemeyeceklerini ve anlamazdan gelerek konuyu kapatacaklarını çok iyi bilir. O yüzden ne zaman böyle sıkışıp zor durumda kalsa, hemen bu planlarını devreye sokar. Allah Kuran'da münafıkların bu gibi yöntemlerle 'gerçekleri çarpıtarak sürekli yalan söylediklerini' şöyle haber vermiştir:
Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi? Onlar, 'gerçeği ters yüz eden,' günaha düşkün olan her yalancıya inerler. Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler. (Şuara Suresi, 221-223)
Münafık çok temkinli davrandığı için, yakalanma ihtimaline karşı, Müslümanların aleyhine yaptığı her tavrın ve ahlaksızlığın cevabını seri olarak kafasında önceden planlar. Bu yöntemle hem kendini sürekli gizleyebileceğine hem de boş bulunup yalanlarının ortaya çıkmasını engelleyebileceğine inanır.
Oysaki münafık 'şeytani bir zekaya' sahiptir ama, Müslümanlar zekayı kolaylıkla alt edebilecekleri 'imani bir akla' sahiptirler. Dolayısıyla Müslüman, aklıyla, münafığın zekasıyla adeta 'köşe kapmaca' oynar. Ancak Müslümanların dikkatinin münafıklara karşı sürekli açık olması elbette ki çok önemlidir. Dahası, Müslüman münafıkla uğraşırken, şeytanla uğraşmış ve şeytanla mücadele etmiş olur. Münafığı yendiğinde ise, Allah'ın izniyle şeytanı alt etmiş olur.
Münafık, şeytandan aldığı ilhamlarla oldukça kurnaz hareket edebilen bir varlıktır. Müslümanların arasında gizlice ve sinsice faaliyet yürüttüğü için, sürekli olarak birileri tarafından fark edilme korkusu içinde yaşar. Bu nedenle de sürekli olarak 'havayı koklar' ve herhangi bir tavrından dolayı kendisinden şüphelenen olup olmadığını sürekli 'kontrol eder'. Bu yönde çok küçük bir ihtimal bile olabileceğini düşünürse, hemen ona göre tavrını, konuşmalarını, eylemlerini aksi yönde bir imaj verecek şekilde ayarlar. Anlaşıldığından her şüphe ettiğinde, 'bukalemun gibi' çok süratli bir şekilde renk değiştirir.
Münafığı bu şüpheye iten en önemli konulardan biri ise, Müslümanların münafıklar hakkındaki sohbetlerinin, yazılarının, video çalışmalarının artması, bu konunun yoğun olarak gündemde tutulmasıdır. Bu durumda münafığın aklına gelen ilk düşünce, "Acaba aralarında birinin münafık olmasından şüphe duydukları için mi bu konuyu bu kadar ön planda tutuyorlar?" olur. Bu da münafığın delice bir korkuya ve dehşete kapılmasına yol açar. Bu yüzden de hemen bir sakinleşme dönemine girer. Eylemlerini ya yavaşlatır ya da bir süreliğine tamamen durdurur. Müslümanların kendisi hakkında bir şüpheleri olup olmadığından emin olabilmek içinse, ara ara 'zemin yoklamaları' yapar.
Ancak münafığın bu duraksaması, Müslümanlar için asla dikkate alınacak bir duruş olmaz. Çünkü onlar, münafığın neden sinsice faaliyetlerinden vazgeçmiş gibi göründüğünü; bunun sadece 'geçici bir durum olduğunu ve zemin bulduğunda daha da şiddetli bir eylemle harekete geçeceğini' bilirler.
Münafığın bu halleri, vahşi hayvanların yakalandıklarını sandıklarında durup beklemelerine benzer. Nasıl ki bir hayvan tehlikeyle karşılaştığında önce durur, karşısındaki avcının dikkatinin dağıldığı bir anı bekler, bu anı yakaladığında hemen yeniden atağa geçerse münafık da yakalandığını ya da kendisinden şüphelenildiğini anladığında hemen eylemlerini durdurur, şartların değişmesini ve ortamın sakinleşmesini bekler, yeniden atağa geçmek için uygun fırsat kollar.
Örneğin tavırlarıyla, konuşmalarıyla, yüzüyle Müslümanlara rahatsızlık veriyorsa, onu bir süre için durdurur. Ya da küfre gizlice istihbarat sağlıyorsa, Müslümanlar aleyhinde tuzaklar kuruyorsa, bunlara bir süre için ara verir. Sürekli tembellik yapıp, boş işlerle vakit geçiriyorsa, anlaşılmamak için birkaç işte bir ucundan Müslümanlara yardım ediyor gibi yapar. Şüphenin üzerinden dağıldığına inanana kadar bu tür ince taktiklerini uygulamaya devam eder.
Ancak eğer, herhangi bir sebeple Müslümanların dikkatlerinin bu konudan dağıldığını ve başka bir konuda yoğunlaştıklarını görürse, hemen kaldığı yerden misliyle eylemlerine yeniden başlar. Yine tüm tavırlarıyla Müslümanları huzursuz etmeye, konuşmalarıyla fitne çıkarmaya, çirkeflik yaparak onları rahatsız etmeye devam eder.
Münafık adeta bir 'verem mikrobu' gibidir. Yakalandığını anladığında kısmen düzelme gösterir. Ama dikkat üzerinden dağıldığında, yeniden azgınlaşmaya ve alçaklık yapmaya başlar. Verem mikrobunu etkisiz kılmak için nasıl sürekli 'antibiyotik' verilmesi gerekir; yoksa mikrop bünyeyi sarmak için sürekli atak yaparsa, münafık da işte aynı, bu bir türlü iyileşmeyen mikrop gibidir. Verem mikrobunun yüksek dozda antibiyotikle sürekli kontrol altında tutulması gerektiği gibi, münafığa da sürekli yoğun dikkatin üzerinde olduğu gösterilerek yıldırılması gerekir.
ADNAN OKTAR: "Münafıklar çok büyük bir tehlikedir. Münafık yalnız bazen geri adım atar. Fakat o geçicidir. Sonra yeniden adiliğin, pisliğin içine döner yani münafığın çok iyi kollanması lazım. Münafık yakalandığını anlarsa, geçici olarak taktik yapabilir. Müslüman gibi görünmeye başlayabilir. Ama bir fırsatını bulduğunda yine, ayetteki gibi, "yüz üstü geri dönerler". İşte hemen yine pisliğin içine dalarlar. Kuran'da münafığın ahlakı çok detaylı tarif edilmiştir. Pislik onun ciğerine işlemiştir. O hep o pislikle yanıp tutuşur. Hep küfürle bağlantı ister. Müslüman onu sıkar. İslam'dan bahsetmek, Kuran'dan bahsetmek onu rahatsız eder." (A9 TV, 29 Ocak 2016)
İnsanlardan kimi, Allah'a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır. (Hac Suresi, 11)
Münafık kafasını sürekli şeytani yönde çalıştırdığı için olaylar karşısında ezbere hareket etmez ve tek bir yöntem kullanmaz. Şeytanın ilhamıyla hareket ettiği için, Müslümanlara çok farklı yönlerden yanaşabilir. Allah'ın Kuran'da şeytanı tarif ettiği şu ayet münafıklarda da tecelli etmektedir:
"Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Araf Suresi, 17)
Bunun yanı sıra münafık adeta bir bukalemuna benzer. Nasıl ki bukalemun bulunduğu her ortama ve duruma göre hemen rengini değiştirebilirse, bir münafık da içinde bulunduğu şartlara ve ortama hemen uyum sağlayabilecek bir ruha sahiptir. Kendi çıkarları için ne gerekiyorsa onu hemen yapar. Adeta 'profesyonel eğitimli bir tiyatro sanatçısı' gibidir. Ağlaması gerektiğini düşündüğünde ağlar, neşeli olması çıkarları açısından gerekiyorsa, neşeli olur. Dikkat çekmek isterse, bir anda içine kapalı bir ruh sergileyebilir. Ruhu inişli çıkışlı olduğu için, bu ruh değişimlerini hayata geçirirken de hiç zorlanmaz. Ruhundaki oyuncu, karanlık, sevgisiz yönleri istediği zaman istediği ölçüde ortaya çıkarır, istediği zaman da yine tamamen kendi belirlediği bir ölçüde gizler.
Allah Kuran'da her türlü nimeti vermesine rağmen Kendisi'ne nankörlük edip, büyüklük taslayan bir münafığın karakterini tarif ederken şu ayetleri bildirmektedir:
Kahrolası, nasıl bir ölçü koydu? Yine kahrolası, nasıl bir ölçü koydu? (Müddessir Suresi, 19-20)
Allah'ın bu ayetlerde dikkat çektiği gibi, münafığın her hareketinde bir 'ölçü' vardır. Şeytani zekasıyla ince ince, sürekli planlar kurar. Temiz ve samimi bir düşünce yapısı olmadığı için, en umulmadık zamanlarda dahi yalan, entrika, gizlilik ve oyun peşindedir. Münafığın tek bir sinsi hareketinin arka planında onlarca karanlık mantık gizlidir. Hepsini detay detay zihninde oluşturur ve aşama aşama harekete geçirir. Bu planların Müslümanlar tarafından fark edilmesi ve deşifre edilmesi ihtimaline karşı da münafığın A, B ve C planları her daim zihninde hazırdır. Sahip olduğu o şeytani tiyatroculuk yeteneğiyle de hiç boş bulunmaksızın yeri geldiğinde, bir sonraki ilgili planı devreye sokar.
Münafığın tüm planlarının tükendiği ve yakalandığını anladığı anda bir kaçış taktiği olarak uyguladığı bir başka yöntem daha vardır: 'Kontrolünü kaybettiği ve ne yapacağı belli olmayan kontrolsüz bir çizgiye geldiği' imajını vermek...
Bu imajı verebilmek için, planına önce sudan bir sebeple huzursuzluk çıkararak başlar. Bu ortamı yüzüyle, sesiyle ve diliyle kızıştırır. Sinir bozukluğundan ve öfkeden kendini kaybediyor görünümü verir. Bundaki amacı da tamamen 'kontrolünü kaybetmeye başlamış ve ne yapacağı belli olmayan' izlenimi vermektir. Böylece her an kendine ya da müminlere zarar verebileceği yönünde Müslümanlarda bir 'tedirginlik oluşturmaya' çalışır. Akabinde de, amacı Müslümanların iyi niyeti ve yatıştırıcı ahlakından istifade edip, normal tavrına dönmesi karşılığında, isteklerini bir 'pazarlık malzemesi' yapabilmektir. Münafık bu oyunuyla, müthiş bir 'şov yapma yeteneğine sahip olduğunu' da açıkça sergilemiş olur. Adeta bir tiyatro sahnesindeymişçesine mükemmel bir oyun çıkarır. Ve ardından da, sinirlerinin yatışması için, madde madde bütün isteklerinin yerine getirilmesini şart koşar.
Müslümanlar ise münafığın tüm bu oyununu, aşama aşama A, B, C ve daha sonraki planlarını da tüm detaylarıyla fark ederler. Ve münafığın istediği huzursuzluk ve kargaşa ortamının oluşmasına asla izin vermezler. Her zaman itidalli ve yatıştırıcı bir üslupla konuşup, olayları İslam'ın menfaatine uygun hale getirecek şekilde hareket ederler.
Müslümanlar kendi aralarında olup, kendilerinden biri gibi davranan ve Müslüman olduğunu söyleyen her insana karşı hüsn-ü zan ve güzel ahlak ile yaklaşırlar. Ayrıca bir kimsede çok fazla münafık alameti gördüklerinde bile, onu şeytanın etkisinden kurtarmaya, samimi imana, güzel ahlaka yöneltmeye çalışırlar. Bu nedenle de münafık olmasından şüphe ettikleri bir insana dahi hiçbir zaman "Sen münafıksın" ya da "Sen bunları münafıkane bir amaçla yapıyorsun" demezler. Onun çok açık görünen en şeytani eylemlerine bile akıl ve vicdan kullanarak Kuran ahlakının gerektirdiği şekilde karşılık verirler.
Ancak elbette ki bu şekilde güzel ahlak gösterseler de, karakterinde, tavırlarında ya da konuşmalarında pek çok münafık alameti gördükleri bir kişiye karşı son derece dikkatli olurlar. Şüphe duydukları ve güvenmedikleri böyle bir kişiye karşı, her konuda mutlaka kendilerini koruyacak tedbirlerini alırlar. Ve uzaktan uzağa bu kişinin sinsi eylemlerini sessizce izleyerek amacını ve gerçek kişiliğini anlamaya çalışırlar.
Münafık ise, Müslümanların ona karşı olan bu dikkatlerinden ve değerlendirmelerinden habersizdir. Müslümanların bu sessizliğini, tamamen farklı değerlendirir. Kendisini hiç sezdirmediğini ve fark ettirmeden onlar arasında sinsice bir hayat yaşayabildiğini sanır. Anlaşılmadığını düşündüğü için de, hiçbir tedbir almaksızın üzerindeki münafık alametlerini daha da artıracak eylemler yapar ve Müslümanların, onun hakkındaki kanaatlerini daha da güçlendirir.
Münafığın durumu, deniz kenarında küçük bir deniz canlısının, bir deniz kabuğunun altına gizlenip ilerlemeye çalışması gibidir. Dışarıdan bakan, bir kabuğun yürüdüğünü görünce, 'altında ayakları olan bir canlı bulunduğunu' hemen anlar. Münafığın durumu da aynı böyledir. Kendine bir kabuk yapar onunla beraber yürür. Ama ahmak olduğu için, fark edildiğini bilmez. Akılsızca, alttan alta Müslümanlara oyun oynadığını zanneder. Oysaki, yaptığı sinsi oyunların, kurduğu alçakça tuzakların, aleyhte yürüttüğü faaliyetlerinin 'anlaşılmadığını sanması' münafığın 'kendisini giderek daha da açık bir şekilde ele vermesine neden olur'.
Kuran'da, "... Oysa Allah, gizlediklerinizi açığa çıkaracaktı." (Bakara Suresi, 72) sözleriyle, insanların gizlediklerini sandıkları her şeyin, tek tek mutlaka ortaya çıkacağı haber verilmiştir. Bir başka ayette ise Allah, "... Şüphesiz, Allah kaçınmakta olduklarınızı açığa çıkarandır." (Tevbe Suresi, 64) şeklinde buyurmuştur.
İşte kendilerini gizlediklerini sanarak şeytani eylemlerini, sinsi oyunlarını daha da artıran münafıklar, bu gerçekten gafil haldedirler. Allah, ahirette onların 'hiç hesaba katmadığı şeylerin de açığa çıkacağını' ve bunların 'kötü bir azaba dönüşeceğini' bildirmiştir:
Eğer yeryüzünde olanların tümü ve bununla birlikte bir katı daha zalimlerin olmuş olsaydı, kıyamet günü o kötü azaptan (kurtulmak amacıyla) gerçekten bunları fidye olarak verirlerdi. Oysa, onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah'tan kendileri için açığa çıkmıştır. (Zümer Suresi, 47)
Münafığın canını en çok acıtan, ruhunu en çok yakıp kavuran konulardan biri, 'münafıklığın sırlarını anlatan Kuran ayetlerini duymak, münafık karakterinin deşifre edilmesini dinlemek zorunda kalmak' tır. Çünkü bu onun tüm oyunu bozacak, onun gizliliğini ortadan kaldıracak ve sinsice hareket edebilmesini tamamen engelleyecektir.
Çünkü münafık, münafıklığını ancak 'sinsiliği' ve 'gizliliği' sayesinde istediği gibi yaşayabilir. Bu imkanlar elinden alındığında, eli kolu bağlanmış hale gelir. Tüm sinsi yöntemlerinin açıkça deşifre olduğu, çevresindeki herkesin 'münafığın şeytani sanatını' bildiği bir ortamda, münafık kolay kolay eylem yapamayacaktır. Çünkü her oynamaya çalıştığı oyun, etrafındaki Müslümanlar tarafından anlaşılacak; bakanlar onun her yaptığının 'münafık tavırları' olduğunu hemen fark edeceklerdir. İşte o zaman da, münafık kendisine hayat sahası bulamayacak ve eylemlerini durdurmak zorunda kalacaktır.
İşte tüm bu gerçeklerin şuurunda olan münafık, Müslümanların, münafıklığın yanlışlığını anlattıkları hiçbir faaliyet yapmalarını istemez. Ne Kuran'daki münafık ayetlerini anlatmalarını, ne münafık karakteri üzerine imani sohbetler yapmalarını, ne bu konularda yazılar yazılmasını, ne de sosyal medyada, televizyon kanallarında, dergilerde, kitaplarda bu yönde bilgilerin paylaşılmasını ister.
Elinden geldiğince tüm bu çalışmaları durdurup engellemeye çalışır. Kimi zaman bu yönde faaliyet yapacak kişileri lüzumsuz sözlerle meşgul edip vakitlerini alarak; kimi zaman uykusuz bırakarak; kimi zaman onları boş işlerle yorup bitkin hale getirerek; kimi zaman da çalışacakları ortamlarda gürültü yapıp örneğin radyonun ya da televizyonun sesini açarak, yüksek sesle konuşarak dikkatlerini dağıtmayı ve çalışmalarını engellemeyi hedefler.
Münafığın gösterdiği bunca çabaya ve oynadığı onca oyuna rağmen, tüm bunlara engel olamaması ise onu çok kızdırır. Münafıklığın deşifresinin çok mükemmel bir şekilde yapılarak, bu bilgileri, hemen herkesin öğrenmesinin sağlanması, münafığın büyük bir paniğe kapılmasına neden olur. Tüm bunların kendisine getirebileceği zararları düşündükçe münafık dehşete düşer.
Ancak, bir de münafık alametlerini anlatan Kuran ayetlerini ve bu doğrultudaki açıklamaları bizzat kendisinin dinlemek zorunda kalması, münafığın iyice delirip azgınlaşmasına ve korkuya kapılmasına neden olur.
Allah Nuh Suresi'nde, Hz. Nuh (as)'ın çevresindeki münafıkları ve inkar edenleri, her Kuran'a davet edişinde; onları münafıklıktan ve küfürden kurtulmaya her çağırışında, bu insanların anlatılanları hiçbir şekilde 'dinlemek istemediklerini' haber vermiştir. İşte Peygamberler gibi, diğer Müslümanlar da, münafıklara Kuran ahlakını tebliğ ettiklerinde, onlara samimiyetsizliklerini anlattıklarında, münafıklar aynı ayette bildirildiği gibi, anlatılanları duymamak için kaçacak yer ararlar. Eğer bu konuşmalar bir sohbet ortamında yapılıyorsa, ya hemen yeni bir konu açıp, münafıklıkla ilgili bahsin kapanmasını sağlamaya çalışır ya da hemen bir bahane bularak oradan uzaklaşırlar. Eğer Müslümanların bu sohbetini yandaki bir odadan duymak zorunda kalıyorlarsa, hemen kapılarını kapatıp, o konuşmanın sesini bastıracak şekilde yüksek sesle bir müzik ya da televizyon programı açarlar. Eğer münafıklık ile ilgili ayet ve açıklamaları, bir televizyon kanalından, radyodan ya da internet üzerinden bir yayından dinlemek durumunda kalıyorlarsa, bu sefer de hemen ya televizyonu kapar ya yayının sesini kısar ya da hemen kanal değiştirirler. Ya da gürültü yaparak, konuşarak bu anlatılanların hem dinlenmesini engellemeye çalışır, hem de kendileri duymamış olurlar. Allah bir ayette münafıkların bu tavrını şöyle haber vermiştir:
Ona ayetlerimiz okunduğunda, sanki işitmiyormuş ve kulaklarında bir ağırlık varmış gibi, büyüklük taslayarak (müstekbirce) sırtını çevirir. Artık sen ona acı bir azap ile müjde ver. (Lokman Suresi, 7)
Ayette Allah, münafığın 'kendini müstağni görerek' ve 'büyüklük taslayarak' anlatılanları dinlemediğini söylemiştir. Münafık anlatılanları bilerek ve kasıtlı olarak dinlememektedir. Kendince bu şekilde Müslümanlara karşı bir 'eylem' yapmakta ve "Ne yaparsanız yapın, ne anlatırsanız anlatın, ben sizi dinlemiyorum ve anlattıklarınızdan da etkilenmiyorum" mesajı vermeye çalışmaktadır. Bu eylemiyle münafık, 'münafıklıktan kurtulmak istemediğini' ve 'samimi olmaya niyeti olmadığını', 'sinsi hayatını sürdürmekte ne kadar kararlı olduğunu' açıkça beraberindeki Müslümanlara göstermeye çalışmaktadır.
Burada dikkat çekici olan ise münafığın ahmaklığıdır. Münafık, münafık karakterine dair bilgileri yalnızca kendisinin duymamasının her şeyi halledip çözüme kavuşturacağını düşünür. Oysaki, o duymasa da, tüm Müslümanlar, münafığın kirli dünyası hakkındaki her detayı öğrenmekte ve münafığı gördükleri yerde doğrudan tanıyacakları bir anlayış kazanmaktadırlar. Bir tek o dinlemiyordur, ama televizyon, radyo, internet gibi kanallardan, tüm dergilerden, kitaplardan ve makalelerden, tüm dünya münafık karakterini öğrenmektedir. Ancak münafık, ahmaklığı dolayısıyla tüm dünyanın bilmesini önemli görmez, sadece kendisinin dinlemiyor olmasının, onun sinsi sistemini korumaya yeteceğini düşünür.
Allah bir Kuran ayetinde münafığın bu 'akılsızca yöntemlerini' ve 'bununla sonuç alıp başarılı olabilmeyi umduklarını' şöyle bildirmiştir:
İnkar edenler dediler ki: "Bu Kur'an'ı dinlemeyin ve onda (okunurken) yaygaralar koparın. Belki üstün gelirsiniz." Artık gerçekten o inkar edenlere şiddetli bir azap tattıracağız ve yaptıklarının en kötüsüyle cezalandıracağız. (Fussilet Suresi, 26-27)
"Bu Kuran'ı dinlemeyin ve onda (okunurken) yaygaralar koparın" sözleri, şeytanın tüm inkarcılara ve münafıklara, imana yaklaşmamaları için fısıldadığı, şeytani bir 'direnme yöntemi' dir. İşte münafık da, şeytandan öğrendiği bu yöntemi tam olarak uygulamakta ve münafıklık aleyhinde tek bir söz duymayacak şekilde, kendisine yapılan tebliğlerden kaçmaktadır. Allah münafığın bu ruh halini bir ayette, "Ki onlar, Beni zikretme (konusun)da gözleri bir perde içindeydi. (Kur'an'ı) dinlemeye katlanamazlardı." (Kehf Suresi, 101) sözleriyle açıklamıştır.
Münafıklar, kendi şeytani dünyalarını deşifre eden, münafıklık hakkındaki ayet ve konuşmaları dinlemek istemediklerini ve bu konudaki kararlılıklarını çok açık bir şekilde ortaya koyarlar. Ancak bu konuda bilinmesi gereken önemli bir başka bilgi daha vardır: Münafıklar büyük bir titizlikte dinlemekten kaçtıkları bu Kuran ayetlerini ve açıklamalarını, dinleseler de anlamazlar.
Allah'ın Kuran'da, "... De ki: "O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur'an), onlara karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir." (Fussilet Suresi, 44) sözleriyle bildirdiği gibi, münafıkların Kuran ayetlerine karşı kulaklarında bir ağırlık vardır. Anlatılanları duysalar da, anlayamaz, kavrayamaz ve duyduklarından samimi bir şekilde etkilenmezler. Allah, onların bu durumunu "Kuran onlara karşı bir körlüktür" sözleriyle ifade etmiştir. "Sanki onlara uzak bir yerden seslenilir" cümlesiyle belirtildiği gibi, dinledikleri münafığa çok uzaktan gelen bir ses gibidir, kalbine ulaşıp içinde bir etki meydana getirmez.
Nitekim, dönemin inkarcıları da Hz. Şuayb (as)'a bu durumlarını, şu sözlerle açıklamışlardı: "Ey Şuayb" dediler. "Senin söylediklerinin çoğunu biz 'kavrayıp anlamıyoruz." (Hud Suresi, 91) Şuayb Peygamber (as) onlara yıllar boyu tebliğ yaptığı halde, bunları dinlemek istemedikleri ve üzerlerine alınmadıkları için, "Biz bunları kavrayıp anlamıyoruz" diyerek yüz çevirmişlerdi.
Kuran'da bu konu hakkında verilen tüm bu bilgiler, Kuran ayetlerinin okunmasının, münafık alametlerinin anlatılmasının, yalnızca Müslümanlara fayda getirdiğini, münafık olmakta kararlı olan bir kimsenin ise, bunlardan hiçbir şekilde etkilenmediğini ortaya koymaktadır. Müslüman anlatılanları dinleyerek, ahlakındaki tüm eksiklikleri giderip düzeltme imkanı bulurken; münafık ise değişmeye, düzelmeye ve münafıklıktan vazgeçmeye hiç niyeti olmadığı için baştan bu bilgileri dinlemekten kaçınır. Allah bir Kuran ayetinde, "Onların kalpleri parçalanmadıkça, kurdukları bina kalplerinde bir şüphe olarak sürüp-gidecektir..." (Tevbe Suresi, 110) sözleriyle münafıkların kalpleri parçalanmadıkça vazgeçmeyeceklerini ve imana karşı direnmeye devam edeceklerini haber vermiştir.
ADNAN OKTAR: "Münafığı, münafık alametlerinin anlatılması yakar, üstüne benzin döküp yakmışsın gibi, şeytanı ve münafığı mahveder münafık alametleri. Onun anlatıldığını duydukça çıldırır, dinlemek istemez; ellerini kulaklarına kapatır, cinnet geçirir adeta. Münafığın çok canını yakar münafık alametleri. Allah, ona azap verdiği için de, Kuran ayetlerine koymuştur münafık alametlerini. Hem müminleri kurtarmak, hem de onlara azap olması için. Çünkü azap olduğunu kendileri söylüyorlar; münafıklar zaten acı çektiklerini, belirtiyorlar, duymak istemiyorlar. Kuran'da da var; elleriyle kulaklarını kapatıyorlar, acı duyuyorlar, münafık alametlerini duymaktan, ızdırap duyarlar." (A9 TV, 18 Mayıs 2016)
"Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip-direttiler." (Nuh Suresi, 7)
ADNAN OKTAR: "Münafık ayetleri, küfür ayetleri hep müminlere yöneliktir. Çünkü bu ayetlerden küfür ve münafıklar etkilenmez. Sadece mümin etkilenir. Müminin kalbinde derin etki yapar. Onun için biz bunları müminlere anlatıyoruz. İnananlara anlatıyoruz. Münafık ve kafir bu ayetlerin açıklamalarını dinlediği zaman içten içe kinlenir, öfkelenir. Nefreti artar. Allah "Onların öfkesini, nefretini artırmaktan başka faydası olmaz" diyor. "Yeni sure indiğinde bu hanginizin imanını artırdı?" derler diyor.
Müminin imanını artırır, münafığın kinini ve öfkesini daha da artırır. Mümin kendini düzeltir, kafir daha da beter hale gelir. Münafık daha beter hale gelir. Münafık daha sinsi, daha azgın olur. Kalbi daha da kararır. Müminin kalbi ise aydınlanır, ferahlar." (A9 TV, 26 Mayıs 2016)
Münafıklar her fırsatta, her alanda inkar edenlerle bağlantı içerisinde olmak isterler. Bunun için gizli gizli faaliyetler yürütürler. Ancak Allah samimi iman eden kullarına 'doğruyu yanlıştan ayıran üstün bir akıl ve anlayış' vermiştir. İşte bu yüksek akıl ve anlayış münafıkta yoktur. Bu nedenle iman edenler münafığın oyunlarını kolaylıkla fark eder ve bu oyunları bozacak bir tavır gösterirler. Münafığın samimiyetsizliğini her detayıyla ve tüm açıklığıyla deşifre eder ve böylece onu bu yönde tekrar bir adım atamayacak hale getirirler. Örneğin münafığın sırtını yasladığı, menfaat duyduğu küfre dayalı bir sistem varsa, Müslümanlar bunu fark edip bu küfri sistemi dünya çapında deşifre edip çökertirler. Bu durumda münafık yalnız kalır. Çevresindeki tüm yandaşları onu terk eder. İşte bu noktada münafığın bir başka önemli özelliği ortaya çıkar. Münafık, en zor şartlarda bile münafıklığından vazgeçmez. Elindeki imkanları kaybettiği takdirde, yeni bir samimiyetsiz eyleme geçmek için mutlaka başka bir imkan bulmaya çalışır. Allah Kuran'da münafıkların 'kalpleri parçalanmadığı sürece münafıklığa devam edeceklerini' şöyle bildirmiştir:
Onların kalpleri parçalanmadıkça, kurdukları bina kalplerinde bir şüphe olarak sürüp-gidecektir... (Tevbe Suresi, 110)
Ayette anlatıldığı gibi, münafıkta herhangi bir uslanma ya da durulma olmaz. Sürekli haysiyetsizlik yapar ve oyun oynar. Her yakalandığında bir başka yeni eylem şekline bürünür. Bir ahlaksızlıktan çıkarıp kurtardığınızda, bir başka alçaklığa ve yeni bir melanet arayışına yönelir. Her deşifre olduğunda yeni bir ahlaksızlığın, yeni bir sinsi boyutun, yeni bir eylem şeklinin içine girer.
Allah'ın münafıklık konusunda bir mucize ve Müslümanlar için bir rahmet olarak yarattığı bir durum da, 'münafığın her ne yaparsa yapsın, üzerinde münafık alametleri oluşmasını engelleyememesi' dir. Münafık çok şeytani bir zekaya sahiptir. Ve Müslümanların münafıkları gösterdikleri münafıkane tavırlar ile tanıyıp teşhis ettiklerini de çok iyi bilmektedir. Normalde, şeytanın da yardımıyla, bu zekasını kullanarak, münafık olduğunu ele verecek olan bu delilleri oluşturmamayı ya da ortadan kaldırabilmeyi başarabilmesi gerekir. Ama işte Allah münafığın böyle bir oyun oynamasına izin vermemiştir. Allah, münafığı, üzerindeki münafık alametlerini gizleyemeyecek şekilde yaratmıştır.
Allah bir ayette Müslümanların münafıkları, 'konuşmalarındaki ve yüzlerindeki alametleriyle tanıyıp teşhis edebileceklerini' şöyle haber vermiştir:
Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. And olsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir. (Muhammed Suresi, 30)
ADNAN OKTAR: "Münafık, Müslümanların yanına sokulmuş, insan şeklinde bir şeytandır. Alametlerinden anlaşılır. Ve münafık bu alametlerden kurtulamıyor. Mesela normalde bir insan bu alametler olduğunda, 'münafık' olacağını bilir. Bilir ve vazgeçer ama münafık vazgeçmiyor. Yine yalan söyler, yine oyunlarını yapar, yine ağlayarak konuşur, yine çirkeflik yapar, yine gizli bağlantılar kurar, yine Müslümanların aleyhine davranır, yine her sözü yalan olur, yine tamahkar olur, her türlü adiliği yine yapar. Münafığın özelliğidir bu. Onun için ayette "Kalpleri parçalanmadıkça vazgeçmezler" diyor Allah. “Kalpleri parçalanmasa ebedi olarak vazgeçmezler” diyor. Çok azgın mahluklar." (A9 TV, 23 Ocak 2016)
ADNAN OKTAR: "Normalde Müslümanlar münafığa, "Münafığın bu vasıfları sende var" demeden, onun bunu görüp bundan vazgeçmesi gerekir değil mi? Çünkü o zaman alenen münafık olmuş oluyor. Kaşı şöyle, gözü şöyle diye tarif ediyorsun münafığı, ama adam vazgeçemiyor. O zaman metafizik bu işte, o zaman demek ki münafık. Çünkü onun çıkarına uygun olan, o delilleri vermemesidir. Münafık alametini vermemesi gerekir. Çünkü o zaman yakalanacak ve yakalanmaması için vermemesi gerekir. Ama kurtulamaz, illa ki yapar. İşte yapacak olduğu için de söylüyorum, görürseniz bilin ki münafık. İnternetteki paylaşımlarına bakın, oradan da anlarsınız. Yazılarına bakın, oradan da anlarsınız. Sohbet ettiğinizde, oradan da anlarsınız. Her şeyle anlarsınız. Anlaşılır Allah'ın dilemesiyle. Net olmamakla beraber, kalbi olarak geniş çapta anlaşılır." (A9 TV, 23 Ocak 2016)