Münafıklar, şeytanın zekasıyla hareket ettikleri için birçok konuda 'zekice planlar yapabilir ve ustaca oyunlar oynayabilirler'. Şeytanın ilham ettiği zeka oyunları ile çevrelerindeki 'pek çok insanı istedikleri gibi yönlendirebilir, ikna edebilir ya da kendi taraftarları haline getirebilirler'. Kendilerini, samimiyetsizliklerini, gerçek amaçlarını ve oyunlarını sinsice gizleyebilirler.
Tarih boyunca münafıklar şeytanın yöntemlerini kullanarak çok sinsice oyunlar oynamış, çok sayıda karanlık eylem yapmışlardır. Her birinde de kendileri, perde arkasında kalarak sinsice gizlenmiş ve olayları organize edip, yöneten kimseler olarak başkalarını ön plana çıkarmışlardır. Bu, münafıkların çok sık kullandıkları önemli bir taktiğidir: Yaptıkları her bir eylem için, 'suçu üzerlerine atabilecekleri' birilerini bulurlar. Bu kimi zaman 'halktan sıradan birileri', kimi zaman 'bir kurum' kimi zaman da 'devletler ya da hükümetler' bile olabilir. Oynadıkları oyunun çapı ne kadar büyükse, suçlayacakları odaklar da o kadar önem kazanır. Böylece, insanlar, toplumlar veya devletler, bir olayın sorumlusu olarak lanse edilen başka bir hedefin peşinden giderken, bu sinsi oyunu oynayanlar da, arka planda rahat rahat planlarını uygulamaya devam ederler.
İşte bu, münafıkların ve onları sinsi bir şekilde kendi çıkarları doğrultusunda kullanan odakların ana vasıflarından biridir: Sezdirmemek ve çaktırmadan kirli oyunlar oynamak...
Ancak münafıklar oyunlarının eninde sonunda bozulacağının farkında değillerdir. Akıl almaz bir şımarıklık, pervasızlık ve üst perdeden bakma ruhu içerisinde, kendilerinin herkesten çok daha üst akılda oldukları zannına kapılırlar. Oysa onları bu aldanışa sürükleyen sadece şeytanın sinsi zekasıdır. Ancak şeytan da, münafık da Allah'ın ayetlerde belirttiği gibi, 'samimi iman' karşısında mutlaka mağlup olmaya mahkumdur. Allah Kuran' da, "Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat Biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık." (Enbiya Suresi, 70) şeklinde bildirmektedir.
Dolayısıyla münafıklar, kendilerini gizleyerek bu sinsi oyunlarını samimi Müslümanlara oynamaya kalktıklarında, ne kadar inandırıcı ve kesin delillerle ortaya çıkarlarsa çıksınlar, Allah samimiyetsizliklerini bir şekilde inananlara gösterir ve onları mağlup eder. Allah inkarcılar ile münafıkların gizli oyunlarla elde ettikleri şeytani gücü mutlaka etkisiz hale getirir ve asıl etkili olan gücü samimi Müslümanların safına verir. Kuran'da münafıkların karşılaşacakları bu mutlak mağlubiyet şöyle bildirilmiştir:
Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)
Münafıklar inkarcılarla ve diğer münafıklarla bağlantı kurarlarken Müslümanlar tarafından fark edilme ihtimalini göz önünde bulundurarak, 'yalnızca kendilerinin anlayacakları özel bir dille konuşurlar'. Deşifre oldukları takdirde, 'tevil ederek yalanlayabileceklerini' düşündükleri bir konuşma tarzları vardır. Müslümanlar aleyhinde açıkça beyanatlarda bulunmak yerine, edindikleri bilgileri 'şifreli bir dille' karşı tarafa aktarırlar. Münafıklar inkarcılarla ve diğer münafıklarla olan her bağlantılarında, titizlikle bu özel dili kullanır, hiçbir şekilde açık vermemeye özen gösterirler.
Münafıklar küfürle bağlantı kurabilmek için bulundukları farklı ortamlara uygun, çeşitli 'haberleşme ve mesajlaşma yöntemleri' geliştirirler. Özelikle günümüzde yaygın olarak kullanılan sosyal medyadaki iletişim imkanları, münafıkların haberleşmeleri, birbirlerine mesaj iletmeleri açısından çok uygun ortamlardır. Münafık bu platformlarda, özel bir dil ve sinsi yöntemler kullanarak küfürdeki dostlarına ya da münafık yandaşlarına hastalıklı fikir ve düşüncelerini iletir. Geleceğe yönelik planları ya da istekleri hakkında onlara gizli mesajlar verir. Müslümanlardan elde ettiği bilgileri de, yine bazen bu gibi gizli anlamlar yüklü şifreli mesajlarla küfürdeki bağlantılarına iletir.
Temiz ve düz mantıkla düşünen bir insanın asla aklına gelmeyecek yazılar, şiirler, kitap isimleri, alıntılar, semboller, resimler, videolar ya da benzeri paylaşımlar; münafıklar ve küfür arasında derin anlamlar taşıyan mesajlar olarak kullanılabilir. Örneğin bir kişinin internette yayınladığı bir 'gözetleme kulesinin tarihi tablosu', münafığın mantığını bilmeyen biri tarafından son derece 'masum hatta sanatsal bir paylaşım' olarak değerlendirilebilir. Ancak münafık lisanında bu, o tabloyu yapan sanatçının ülkesindeki derin devlet yapılanmalarının casusluk ve istihbarat faaliyetlerine dikkat çekiyor olabilir. Ya da 'belirli bir mekanın, bir denizin ya da gölün resimleri' kendi aralarında özel anlam taşıyan mesajlar olarak kullanılabilir. Sıradan görünen 'tek bir kelime' bile başka insanların anlamayacağı; ama münafıkların kendi aralarında kullandıkları 'özel bir şifre' olabilir. Aynı şekilde münafığın sosyal medya hesaplarında takip ettiği, paylaşımlarını Twitter üzerinden 'retweet' ettiği; ya da diğer sitelerde 'paylaştığı' veya 'beğen' seçeneğini işaretlediği kişiler; ya da kendine ait bir paylaşımda 'etiketlediği' insanlar veya bir paylaşım yaparken yanına eklediği, arandığında bulunmasını sağlayacak 'etiketler' de, hep bu şekilde gizli birer mesaj ya da anlam yüklü olabilir.
Ancak münafıkların, küfürle ve yandaşlarıyla diyaloglarında kullandıkları bu 'özel ve şifreli dil' her zaman konuşarak uygulanmaz. Münafıklar birbirleriyle gizlice anlaşıp mesajlaşmak istediklerinde bazen de, bu sinsi ve gizli işaretleşme yöntemini 'yüzlerini şekilden şekle sokarak' kullanırlar. Bir münafık, farklı anlamlar taşıyan onlarca mimik hareketiyle karşısında oturan diğer münafık karakterli kişiye, ağzını hiç oynatmadan çok kapsamlı mesajlar iletebilir. Kendilerince Müslümanların görmediğini düşündükleri anlarda birbirlerine bir 'kaş-göz hareketi' ile ne düşündüklerini, ne yapmak istediklerini hemen tarif edebilirler. Örneğin bir münafık bir Müslümanla konuşurken, onun yüzüne bakıp dediğini kabul ediyor gibi görünse de, hemen arkasında duran yandaşına kaşlarını sinsice kaldırarak, 'aslında o denileni kabul etmediği' mesajını verir. Ya da Müslümanlarla konuşurken mülayim bir üslupla "Tamam, tabi" derken, ağzını hafif yana doğru çarpıtarak karşısındaki diğer münafığa müstehzi bir şekilde gülümser. Kendince o Müslümanın sözlerini aslında dikkate almadığı mesajını vermiş olur.
Allah Kuran'da münafığın bu samimiyetsiz ve sinsi karakterini Müslümanlara çok detaylı olarak tanıtmıştır:
Doğrusu, 'suç ve günah işleyenler,' kimi iman edenlere gülüp-geçerlerdi. Yanlarına vardıkları zaman, birbirlerine kaş-göz ederlerdi. Kendi yakınlarına döndükleri zaman neşeyle dönerlerdi. Onları gördükleri zaman ise: "Bunlar elbette şaşkın-sapıklardır" derlerdi. (Mutaffifin Suresi, 29-32)
Münafık diğer yandaşlarıyla bu şekilde işaretleşerek mesajlaşmadan önce, bazı sinsice tespitler yapar. Öncelikle bulunduğu ortamda kimin sağlam karakterli ve dindar olduğunu, kimin ise daha zayıf kişilikli ve daha yüzeysel bir imana sahip olduğunu ustalıkla teşhis eder. Kendisi de hastalıklı olduğu için, başka kimin kalbinde hastalık olduğunu görür. Sinsiliği, sadakatsizliği, gaddarlığı, suç işleme soğukkanlılığını, kısacası münafık alametlerini çok iyi bildiği için, başka bir münafığı da hemen tanır. Ardından da söz konusu 'gizli ve şifreli işaretleşme yöntemlerini' de bu kişilere karşı uygular. Şeytanın gizliden insanlara sokulması gibi, münafık da gizliden gizliye zayıf imanlı, zayıf kişilikli, zayıf akıllı kişilere yanaşır. Önden bir deneme yapar ve ortaya adeta bir yem atar. Örneğin Müslümanların en güvendikleri kişilerden birine sinsice bir suçlama yapar. Eğer karşısındaki kişi buna tepki göstermez ve karşı çıkmazsa, münafık bu kişinin yemi yuttuğunu düşünür. Sonrasında da ağını iyice sarmaya başlar ve bu kişilerle istediği gibi mimikleriyle, kaş-göz işaretleriyle gizli ve şifreli bir şekilde mesajlaşmaya başlar.
Ancak şunu asla unutmamak gerekir ki, münafık baştan yenilgiye uğramış olarak yaratılmış bir varlıktır. Ne kadar çabalarsa çabasın; ne kadar gizli ve sinsi yöntemler kullanırsa kullansın, münafığın sonu mutlaka hüsran olacaktır. Belki küfürdeki dostlarıyla ya da münafık yandaşlarıyla bu şifreli mesajlarıyla ittifak kurup 'geçici birkaç menfaat' elde edecektir. Ama kısa bir süre içinde elindeki her şey tükenip yok olacaktır. Münafık mutlaka Allah'ın huzuruna tek ve yapayalnız olarak çıkacak ve yaptıkları dolayısıyla hesaba çekilecektir. Ve ölümünden önce tövbe edip bu sinsi ahlakından vazgeçmemiş ise, sonsuz bir azapla karşılaşacaktır.
Allah Hümeze Suresi'nin ilk ayetinde "Arkadan çekiştirip duran, kaş-göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline" sözleriyle, bu şeytani işaretleşmenin çirkinliğine, bu kişilerin dünyada ve ahirette düşecekleri aşağılık konuma dikkat çekmiştir.
ADNAN OKTAR: "Münafıkların kaşı, gözü, ağzı, burnu her yerleri oynar. Çok sinsidirler. "Doğrusu, 'suç ve günah işleyenler,' kimi iman edenlere gülüp geçerlerdi." (Mutaffifin Suresi, 29) Sinsice alay ediyorlar. "Yanlarına vardıkları zaman, birbirlerine kaş-göz ederlerdi." (Mutaffifin Suresi, 30) Yani işaretle konuşuyorlar; mesela Rumiliğin işaretlerini kullanıyorlar veya resim sembolleriyle anlaşıyorlar. Mesela 'Açık kapı', 'Oradan kaç' anlamına geliyor. ' Açık kapı', 'Müslümanlıktan çık' anlamına geliyor. Münafıklar olarak kendi aralarında öyle haberleşme dilleri var." (A9 TV, 1 Haziran 2016)
ADNAN OKTAR: "Münafık, yazılarında, konuşmalarında hep gizli mesajlar verir. Münafığın dili çok gizlidir. Münafık mesela kaş-göz hareketleriyle de konuşur. Bir toplulukta bir kaş hareketi veya bir göz hareketi yapar; eğer karşısındaki de münafıksa onun mesajını alır. Kuran'da belirtiliyor, 'kaş-göz işaretleriyle, çeşitli mimiklerle anlaşıyorlar'. İşte bu onların gizli ve şifreli konuşacaklarının işareti. Konuşmaları çok gizli ve sinsi olur. O konuşmasından onun bütün pis ahlakı, kini ve nefreti anlaşılır. Mesela Peygambere düşmandır, Müslümanların sevdiği insanlara düşmandır. Ağzından adeta lağım akar. Çok kin doludur, nefret doludur. Hemen oradan anlarsın. Münafıkların küfürle saatler süren, çok uzun ve gizli, sayfalarca yazışmaları olur. Bakın, kendi aralarındaki bu gizli yazışmalarında tek kelime Allah'tan bahsetmezler. Millet uyurken onlar saatlerce yazışırlar. Tenhalarda, sessizlerde böyle yarasa gibidirler, karanlıklar içinde uçan yarasa gibi. Kime ne zaman yapışacağı da belli olmaz münafıkların." (A9 TV, 24 Ocak 2016)
Münafıklar, inkar edenlere hayranlık duydukları ve onlar arasında yer edinmeye çalıştıkları için, onların dostluğunu kazanabilmek uğruna gereken her şeyi yapmaya hazırdırlar. İşte gözlerinde büyüttükleri bu insanların güvenlerini kazanıp onların dünyalarında iyi bir yere gelebilmek için başvurdukları en kirli yöntemlerden biri de, "Müslümanlar aleyhinde ajanlık ve casusluk faaliyetleri" yapmalarıdır.
Tarih boyunca Müslüman devletler üzerinde oynanan oyunlarda, kimi devletlerin yıkılmasında, zayıflatılmasında ya da kargaşaya sürüklenmesinde de yine hep, bu toplumlar içerisinde sinsice faaliyet gösteren münafıklar rol almıştır. Kendilerini Müslümanların safındaymış gibi tanıtan bu ikiyüzlü insanlar, inananlar aleyhinde yıkıcı eylemler yapmak isteyen inkarcılara her türlü desteği sağlamışlardır.
Münafıklar tüm bu istihbarat faaliyetlerini adeta şeytani bir dürtüyle gerçekleştirmişlerdir. Ruhlarındaki dünya hırsını, küfre olan hayranlıklarını ve insanların gözüne girebilme arzusunu gören şeytan, münafıklarla adeta derin bir transa geçer. Ve şeytanın ilhamıyla münafıklar, artık küfre istihbarat sağlamayı kendilerince 'kutsal bir görev' olarak görmeye başlarlar. Müslümanlardan gizli ve sinsice bir şeyler yapmanın ve bunun sonucunda da gizli menfaatler elde edebileceklerini ummanın verdiği heyecan, münafığın ruhunda şeytani bir haz oluşturur.
Kuran'da "Arada bocalayıp dururlar. Ne onlarla, ne bunlarla…" (Nisa Suresi, 143) ayetiyle bildirildiği gibi, münafıklar ne inkar edenlerden ne de Müslümanlardan yana bir tavır içindedirler. İnananlarla birlikte olmalarına rağmen, küfre karşı çok daha derin bir özenti ve hayranlık duyarlar. Bu yüzden de mümkün olan her imkanda, onlarla olan yakınlıklarını artırmaya ve ilişkilerini daha da güçlendirmeye çalışırlar.
Dolayısıyla münafıkların bu bakış açılarını bilen inkar edenlerin, kalpleri iman ile küfür arasında gidip gelen bu kimselere yanaşmaları ve onları istedikleri gibi yönlendirebilmeleri son derece kolay olur. Küfre hayranlık duyan münafıklar, toplumda -kendi cahiliye kriterlerine göre- sükseli yerlere gelebilmiş kişilerle, az da olsa bir yakınlık kurabilmek için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdırlar. Dünyaca tanınan bir gazetenin bir köşe yazarı, ünlü bir TV kanalında program yapımcısı, adı duyulmuş bir siyasi-analist, önde gelen bir düşünce kuruluşunun yöneticisi veya önemli bir vakfın kurucusu konumundaki insanlarla sadece tanışabilme ya da onlara kendi isimlerini duyurabilme ihtimali bile, münafık karakterli insanlarda büyük bir heyecan yaratır. Onlarla sadece birkaç kelime olsun konuşabilmek ve dikkatlerini çekip beğenilerini kazanabilmek için, kendilerini önemli, yetenekli ve söz sahibi biriymiş gibi tanıtmaya çalışırlar. İleride bir gün bu insanların sahip olduğu makam, mevki ve itibar gibi imkanlardan, bir ihtimal dahi olsa istifade edebilme umudu içerisindedirler. Belki bir gün onların da ünlü bir dergi ya da gazetede köşe yazısı çıkabilecek, belki ünlü ve yabancı bir TV kanalında kısa da olsa bir görünüp birkaç kelime edebilme imkanı yakalayabileceklerdir. Böyle fırsatları kullanabilmek, münafıklar için dünyadaki her şeye bedeldir.
İşte münafık karakterli insanlardaki bu zaafı çok iyi bilen inkarcı odaklar da, 'içlerinde amansız bir yabancı hayranlığı besleyen, yükselme hırsı ve şöhret tutkusu içinde olan bu insanları tek tek tespit ederler'. Zaaflarından en iyi şekilde yararlanıp onlara 'en cazip tekliflerle' yaklaşırlar. Sağladıkları küçük menfaatlerle çok inandırıcı bir zemin oluşturur ve sonuçta da onları kendilerine en iyi şekilde hizmet edecek, istedikleri her şeyi yapabilecek hale getirirler. Kısa zaman içerisinde bu insanlar, birlikte oldukları Müslümanlara, en yakın arkadaşlarına, ailelerine ve hatta kendi milletlerine, devletlerine dahi, en kalleş şekilde ihanet edebilecek; en düşmanca üsluplarla konuşup yazılar yazabilecek bir çizgiye gelirler.
İşte Müslüman toplumları dağıtıp etkisiz hale getirmeyi amaçlayan şeytani odaklar için, küfre derin bir hayranlık duyan münafık karakterli bu insanlar bulunmaz birer fırsattır. Onların bu zaaflarını kullanarak, onları 'birer piyon gibi nasıl yönlendirebileceklerini', 'hangi vaatlerle onları kolaylıkla ikna edebileceklerini' çok iyi bilirler. Küçük birkaç menfaat karşılığında, onlara istedikleri her şeyi yaptırabileceklerinin ve kendilerine bağımlı hale getirebileceklerinin farkındadırlar.
Burada şu açık gerçeğin çok net bir şekilde bilincinde olmak gerekir ki; inkar edenlerle münafıklar arasındaki alışveriş talebi ve menfaat beklentileri tamamen karşılıklıdır. Her iki tarafın da en çok istediği şey, diğerindedir. İşte bu durumu fark ettikleri andan itibaren de, kirli ve sinsi bir ittifakın ilk adımlarını atmaya başlarlar.
Münafıkların 'sükseye, makama, itibara olan hayranlıklarını ve bir yerlere gelebilme konusundaki delice hırslarını' bilen derin şeytani yapılanmalar, onlara bu istediklerini vermek üzere hemen harekete geçerler. Bu aşamada ya kendilerini önemli ve kilit noktalarda görev yapan, geniş çevre ve yetki sahibi kimseler olarak tanıtır; ya da halihazırda zaten bu konumda olan kimseleri, birer piyon olarak kullanırlar. İkinci adımda ise, bazen sosyal medya yoluyla, bazen bir tanıdık aracılığıyla, bazen de doğrudan arkadaşlık kurarak münafık karakterli insanların dikkatini çekmeye çalışırlar. İşte bu noktada her iki tarafın da arayıp da bulamadığı fırsat artık karşılarına çıkmıştır.
Münafık hayal ettiği basamakları çıkmasına yardımcı olacağına inandığı bu insanların her türlü istek ve beklentilerine büyük bir şevkle karşılık verir. Bunun sonucunda da, derin devletin ajanları kısa sürede münafıkların sık sık yazıştıkları, uzun uzun sohbet ettikleri, her konuda yardımlaştıkları yakın dostları haline gelirler. Ve bu yakın sohbetlerin her birinde, kendileri gibi birer ajan olarak kullanmak istedikleri bu münafık karakterli insanlara daha da fazla güven vermeye çalışırlar. Onları 'ne kadar çok sevdiklerine, değer verdiklerine, hayatları boyunca her sıkıntılarında, her ihtiyaçlarında onlara ellerinden gelenin en fazlasıyla yardım edeceklerine, asla yalnız bırakmayacaklarına, maddi manevi her konuda destekleyeceklerine' inandırırlar. Böyle bir dostluğa inanmaları için de, ara ara onlara kayda değer menfaatler sağlar, onları ne kadar iyi kolladıklarını ispatlamaya çalışırlar. "Sen herkesten çok daha farklı, çok daha yetenekli bir insansın; senin insanlar üzerinde çok ayrı bir etkin var; üslubun, anlatımın, yazıların çok etkileyici" gibi süslü sözlerle, onlara 'kendilerini özel hissettirecek' iltifatlar ederler. "Onlardaki bu üstün özellikleri en iyi kendilerinin fark ettiğini, başkalarının ise bu özel yeteneği görüp takdir edemediklerini" söylerler. Dolayısıyla onlara hak ettikleri değeri verebilecek yegane insanların kendileri olduğunu ima ederek, münafık karakterli kişileri kendilerine bağlamayı başarırlar.
Münafık karakterli insanlar ise, kendilerine gösterilen bu ilgiden oldukça hoşnutturlar. Gerçekten güçlü dostlar kazandıklarını düşünerek onlara daha da çok yanaşırlar.
Kendilerini kimi zaman 'önemli bir yazar', kimi zaman 'ünlü bir doktor' kimi zaman da 'önemli bir siyasi danışman' ya da 'dünyanın en büyük kuruluşlarının önde gelen isimlerinden biri' gibi tanıtan bu kimseler, aslında bazı ' derin yapılanmaların en önde gelen ajanları' dır. Amaçları doğrultusunda yönlendirmeyi hedefledikleri bu insanlar yoluyla, aynı zamanda da 'işlerine yarayacağını düşündükleri her türlü bilgi ve belgeye ulaşabilmeyi' planlamaktadırlar. Bu, bazen sıradan 'kişisel bir bilgi' olabileceği gibi, bazen de 'bir devleti yıkmaya, güçsüzleştirmeye kargaşaya sürüklemeye, itibarını zedelemeye ya da bir başka ülke ile anlaşmazlığa düşmesine' neden olacak 'gizli devlet sırları' da olabilir. Hedeflerine ulaşabilmek için, piyon olarak seçtikleri münafık karakterli insanlara, 'onları çok seven, koruyup kollayan, onlar için her türlü fedakarlığı yapmaya hazır, yakın birer dost' gibi görünürler. Örneğin karşılarındaki kişi bir doktorsa, "Ben seni çok seviyorum. Çok değerli, yetenekli ve mesleğinde de gelecek vadeden bir insansın. O yüzden gel seni tabiplerin başı yapalım" gibi sözler söyleyerek ona çıkarlarına uygun yeni imkanlar sağlarlar. Sonrasında da, o münafıklar kanalıyla, ulaşmak istedikleri daha önemli kişiler ve daha kilit noktalar hakkında istihbarat elde etme arayışına girerler. Bu şekilde münafıkları kullanarak sinsice bağlantı kurdukları bu insanların peşini hiç bırakmazlar.
Gün içinde mümkün olan her aşamada bu kimselerle bağlantı halinde olmaya gayret ederler. Uzaktalarsa mesajlaşma ya da telefon konuşmaları yoluyla; yakınlarındaysalar da sürekli bir arada olmaya çalışarak, mümkün olan her bilgiyi toplamaya çalışırlar. Yemek yerken, ders çalışırken, hatta uyurken bile belki ağzından birşey kaçırır, belki bir açık ya da ipucu verir diye yanlarından ayrılmazlar. Zira onlara göre her an önemli bir bilginin gündeme gelmesi mevzubahistir. Bir insan ne kadar irade kullanırsa kullansın, boş bulunup bir açık verebilir. Kirli bağlantıları ve kalleşçe hedefleri olan insanların kullanabileceği, bağlı oldukları derin yapılanmaları ilgilendiren mühim bir bilgi ağzından kaçabilir. Onun için "Ne zaman ağzından bir bilgi alabilirim?" düşüncesiyle sürekli olarak bu insanların başında beklemeye başlarlar. Böylece onlar da topladıkları tüm bu bilgileri, anında mensubu oldukları derin yapılanmalara bildirerek, inançlı insanlar, toplumlar ya da devletler aleyhindeki faaliyetleri için aleyhte kullanma imkanı bulurlar.
Tarihi kaynaklarda, 'istihbarat örgütlerinin münafıkları kullanarak yaptıkları casusluk faaliyetlerine' dair çok çeşitli örnekler yer alır. Zira eğer bir yerde hak olan bir dava, başarılı bir hak din mücadelesi varsa, bunun karşısında şeytani bir yapılanmanın olmaması da mümkün değildir. Bu, Kuran'da bizlere bildirilen bir Adetullahtır. Dolayısıyla, hakka karşı batıl düşüncelerini hakim kılmak isteyen odaklar olacak; ve elbette ki bu topluluklar, galip gelebilmek için ellerinden gelen her türlü sinsi ve kalleşçe oyunu oynayacaklardır. Çünkü hak, küfrü fikren ezer ve mağlup eder. Dolayısıyla küfür de refleks olarak kendini savunmaya ve buna engel olmaya çalışır. Bunun için de hak yolda yürüyen iman edenlerin arasına mutlaka 'muhbirlik yapacak istihbaratçılar' yerleştirmek ister. Allah Müslümanlar arasında kalarak, küfre istihbarat sağlayan münafık karakterli insanların küfürle olan kirli ittifakına bir ayette "... İçinizde onlara 'haber taşıyanlar' vardır..." (Tevbe Suresi, 47) sözleriyle dikkat çekmiştir. Bu ayet, tarihin başlangıcından bu yana, gelmiş geçmiş ve gelecekte de yaşayacak olan tüm Müslüman topluluklar için geçerlidir.
Örneğin Osmanlı İmparatorluğu zamanında, sinsi ve ikiyüzlü münafıklar küçücük bir bilgi dahi edinebilmek için, Sultan Abdülhamit' in yanından hiç ayrılmadan beklemişlerdi. Ve bu yolla çok fazla istihbarata ulaşmayı da başarmışlardı. Kimi saray doktoru, kimi danışman, kimi de Sultan Abdülhamit'in sözde en yakın dostları olarak Saray'da kendilerine kilit noktalarda birer yer edinmişlerdi. Bu kişiler gece yarılarına kadar Padişah'ın yanından ayrılmıyorlardı. O da, belki de bu insanların güvenilir, sadık ve kendisine bağlı kimseler olduğunu zannediyordu. Oysaki onun yanında kalmaktaki tek amaçları istihbarat elde etmekti. Ve edindikleri tüm bilgiyi, Osmanlı Devleti'ni parçalamayı hedefleyen o dönemin İngiliz Derin Devleti'ne aktardılar. Ardından da bilindiği gibi Sultan Abdülhamit'i maddi manevi gözden düşürdüler ve görevinden aldırarak, etkisiz hale getirdiler.
Münafıkların bu tür girişimleri Osmanlı İmparatorluğu döneminde başa geçen her Padişah ile birlikte devam etti. Münafıklar Fatih Sultan Mehmet'in yanına da, Sultan Süleyman'ın yanına da ve tüm şehzadelerin ve Saray erkanının yanına da, hep bu sinsi yöntemlerle yanaştılar.
Münafıkların bu tür girişimleri Osmanlı İmparatorluğu döneminde başa geçen her Padişah ile birlikte devam etti. Münafıklar Fatih Sultan Mehmet'in yanına da, Sultan Süleyman'ın yanına da ve tüm şehzadelerin ve Saray erkanının yanına da, hep bu sinsi yöntemlerle yanaştılar.
İslam'ın ilk tebliğ edildiği yıllarda münafıklar Peygamberimiz (sav)'in yanına da geliyorlardı. Çevresine oturup 'her anlattığını titizlikle dinliyor ve her gittiği yere de beraberinde gitmek istiyorlardı'. Sebep olarak da Peygamberimiz (sav)'e olan sevgilerini öne sürüyorlardı. Oysa ki engel olamadıkları bozuk ve nefret dolu bakışlarından, küstah, haysiyetsiz, kibirli ve ters üsluplarından, çirkin ahlaklarından, aslında böyle bir sevgi beslemedikleri açıkça anlaşılıyordu. Kuran'da "...Seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi" (Kalem Suresi, 51) sözleriyle haber verildiği gibi, içlerinde Peygamberimiz (sav)'e karşı büyük bir nefret duyuyorlardı. Ancak buna rağmen, sırf istihbarat elde edebilmek için, bu 'sözde sevgi' bahanesini kullanarak Peygamberimiz (sav)'in bulunduğu her ortama giriyorlardı. Ve ardından da elde ettikleri her türlü bilgiyi Mekke müşriklerine ve Peygamberimiz (sav)'e karşı olan gruplara aktarıp, karşılığında menfaat sağlamaya çalışıyorlardı. Zira o dönemde Peygamberimiz (sav)'i seven çok fazla kişi olduğu gibi, Hristiyanlardan da, Musevilerden de, Peygamberimiz (sav)'e düşman olan çok çeşitli gruplar da vardı. Dolayısıyla tüm bu çevreler için Peygamberimiz (sav)'in yanına yaklaşabilmek ve istihbarat elde edebilmek çok hayati bir konuydu.
Bu amaçla gece yarılarına kadar Peygamberimiz (sav)'in yanından ayrılmıyorlardı. Oradan uzaklaşmak istediklerinde ise, bunu yine sinsice ve kimseye çaktırmadan yapıyorlardı. Peygamberimiz (sav)'in sohbet ortamlarına kimsenin fark etmeyeceği şekilde adeta 'bir yılan gibi sinsi bir girişle giriyorlar ve ayrılırken de yine aynı yöntem ile sinsi bir çıkışla çıkıyorlardı'. Sohbet esnasında da, mümkün olduğunca 'başkalarını kendilerine siper ederek', kalabalıkların arkasına saklanıyorlardı. Özellikle de Peygamberimiz (sav)'in kendilerini fark etmeyeceğini düşündükleri şekilde; ya arkasında ya da onun görüş alanında olmayan yerlerde oturmayı tercih ediyorlardı. Dolayısıyla özel bir dikkat verilmediği takdirde, 'girdikleri de çıktıkları da, sohbet ortamında oldukları da anlaşılmayabiliyordu'. Zira bu sohbetler oldukça kalabalık olduğu için, Peygamberimiz (sav)'in de, oradaki sahabelerin de münafık karakterli bu insanların her birini tek tek takip etmesi zor oluyordu.
İşte bu yöntemlerle kendilerince sezdirmeden, adeta 'bir yılan gibi süzülerek' kuytu bir köşeden anlatılanları dinliyorlardı. Elde etmeyi umdukları istihbaratı aldıktan sonra da, yine yılan gibi süzülerek birisinin arkasına takılıp çaktırmadan çıkıp gidiyorlardı. Böylece kendilerini fark ettirmeyerek, belki de kendileri varken konuşulmayacağını düşündükleri daha 'özel ve gizli konulardan' haberdar olabilmeyi umuyorlardı. Allah Kuran'da münafıkların bu 'sinsice süzülerek gizli gizli giriş çıkışlarını' Müslümanlara, "Allah, sizden bir diğerinizi siper ederek kaçanları gerçekten bilir" sözleriyle haber vermiş ve münafıkların bu 'istihbaratçı kişiliklerini' vurgulamıştır:
Elçinin çağırmasını, kendi aranızda kiminizin kimini çağırması gibi saymayın. Allah, sizden bir diğerinizi siper ederek kaçanları gerçekten bilir. Böylece onun emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden veya onlara acı bir azabın çarpmasından sakınsınlar. (Nur Suresi, 63)
ADNAN OKTAR: "Münafıklar buna çok dikkat eder, mesela gelir "Seni çok seviyorum, çok saygı duyuyorum" der. Sonra gelir yılan gibi konuşmayı dinlemeye başlar. Amacı orada konuşulanları dinlemektir. O konuşmanın içinde onun aleyhine bir şey çıkacak mı? İhbar edeceği, bilgilendireceği bir şey var mı? Veya o devrin derin devletine, o devrin küfür yapısı kimse mesela Firavun devletine ya da Nemrut devletine bildireceği bir bilgi var mı ona bakar. Onun için münafıklar Müslümanlara yapışmış gibi gezerler. Hiç ayrılmak istemez münafıklar, bir istihbarat çıkacak, bir bilgi çıkacak diye.
Peygamberimiz (sav)'in yanına 'katip' olarak geliyor adam. Yapışmış gibi, gece kalkıyor Peygamberimiz (sav), o da kalkıyor. Peygamberimiz (sav) yemeğini yiyor, o da oraya geliyor. Amacı istihbarat toplamak. Peygamber (sav) bir şey konuştuğunda onu küfre iletmek. Şeytanlığa bak, Allah'tan korkmamanın şiddetine bak. Vahiy gelen bir Peygamber olduğunu görüyor; eli yüzü tertemiz, nur gibi, dünyanın en efendi insanını görüyor. Alçağa bak, pislik müşriklere, o devrin alçaklarına, katillerine, kahpelerine haber götürmek için çektiği çileye bak sen. Nelere katlanıyor, uykusuz kalıyor ama buna rağmen gece kalkıyor Peygamber (sav)'in yanına geliyor. "Fedakarlık yaptım, onu çok sevdiğim için geldim" diyor. Sevdiğin için gelmiyorsun, oradan istihbarat toplamak için geliyorsun." (A9 TV, 26 Ocak 2016)
ADNAN OKTAR: "Münafığın sinsice sokulma özelliği vardır, meşhur özelliğidir. Mesela bir meclisteyken geldiğinden gittiğinden, yeniden geldiğinden kimsenin haberi bile olmaz; yılan gibi akar. İstihbaratı güçlüdür. Mesela kapı ağzına gider, dinler. Hatta kapıdan girmez, pencereden girer. Ayette de var Allah diyor ki, "Pencerelerden girmeyin" (Bakara Suresi, 189), işte münafık istihbarata ulaşmak için yapıyor bunu. Çünkü kapıdan girerse Peygamber (sav) onu görecek. Ona göre dikkat edecek. O ne yapıyor? Peygamber (sav)'in konuşmasını gizlice duyabilmek için, Peygamberin (sav) hiç ummadığı bir yerden pencereden giriyor. O devirde pencereler, Arap pencereleri biliyorsunuz elips biçiminde. Bir insanın rahatlıkla geçebileceği gibi. Bir de o zamanlarda cam çerçeve falan yok. Sadece örtü oluyor. Örtüyü açıyor, pencereden giriyor. Sorulunca da "Kapının önü kalabalıktı" diyor. "Burası kestirme dendi. Ben o yüzden buradan geldim" diyor. "Resulullah (sav)'e yetişmek için, kolaylık olsun diye buradan geldim" diyor. Çok alçaktır münafık. Asıl derdi kendiyle ilgili ne konuşuldu onu yakalamak ve küfre de sürekli haber akıtmak ve kendini ön plana getirmek. Bir şey olduğunda da başarıyı kendine mal etmektir." (A9 TV, 11 Şubat 2016)
Peygamber Efendimiz (sav) Allah'ın kendisine vahyettiği ayetleri, okuma yazması olan Sahabeler yoluyla yazılı hale getirtmiş ve böyle muhafaza edilmesini sağlamıştır. Sayıları 40 civarında olan bu kimselere 'Vahiy Katipleri' adı verilmiştir. Ancak hadislerde, Peygamberimiz (sav)'in yanına vahiy katipliği yapmak için yaklaştığı halde, asıl amacı yalnızca Peygamberimiz (sav) aleyhinde istihbarat toplamak olan bir münafıktan da bahsedilmiştir:
Enes b. Malik (ra): Bizden, Neccaroğullarından bir kimse vardı. Bu zat, Bakara ve Al-i İmran surelerini okumuştu. Allah Resulü'ne de katiplik yapıyordu. Derken bu adam kaçıp gitti… Onlar kendisini yüksek makamlara çıkardılar ve: "Şu adam Muhammed'e katiplik yapıyordu" diyerek kendisini pek beğendiler. Aradan çok zaman geçmeden Allah onu helak etti…" (Sahih-i Müslim, Hadis no: 4987)
Neccaroğulları'ndan olduğu bildirilen bu münafık, Kuran'ın bazı uzun surelerini de ezberden bilen, kültürlü ve bilgili bir kişiydi. Peygamberimiz (sav)'in yanında vahiy katipliği yapıyor ve 'Peygamberimiz (sav)'i çok sevdiğini söyleyerek' gece gündüz yanından hiç ayrılmıyordu. Böylece, tüm Müslümanlara da kendisini, Peygamberimiz (sav)'e 'çok sadık, ona çok yakın olan biri' olarak tanıtıyordu. Gerçekte azılı bir münafık olan bu şahıs, Peygamberimiz (sav)'e "Ya Resulullah (sav), sana ne zaman vahiy geleceğini bilmiyorum, o yüzden senin yanından hiç ayrılmak istemiyorum" diyordu. Öyle ki belki de uzaktan bakanlar, bu kişinin Peygamberimiz (sav)'e 'güçlü bir sevgi ve bağlılık duyduğunu' düşünüyorlardı. Ancak bir an bile ayrılmaksızın Resulullah (sav)'in yanında olmaya çalışan bu vahiy katibinin amacı kesinlikle 'sevgi değil', kendince Peygamber (sav) aleyhinde kullanabileceği 'istihbarat elde edebilmek' ti.
Peygamber (sav)'e ne kadar yakın olabilirse, o kadar fazla olaya şahit olacağını ve küfürdeki dostlarına o kadar çok istihbarat toplayabileceğini umuyordu. (Peygamberimiz (sav)'i tenzih ederiz.) Kendince Hz. Muhammed (sav)'in, 'güya Peygamber olmadığını ispat edecek bir delil, insani bir hata, bir yanlışlık' arıyordu.
Ancak elbette ki Allah diğer tüm münafık güruhunda olduğu gibi, bu alçak karakterli insanı da başarılı kılmamıştır. Allah, tüm Müslümanlar için bir rahmet olarak yarattığı Peygamberimiz (sav)'i bu sinsi insanların fitnelerinden korumuştur.
Bu kişi, daha sonra Peygamberimiz (sav)'in yanından kaçıp inkar edenlerin yanına sığındığında, dönemin ileri gelenleri, onu konum itibariyle çok önemli biri olarak gördüler ve ona sahip çıktılar. Peygamberimiz (sav)'in yanında vahiy katipliği yapmış olmasıyla küfürde kendine 'şeytani bir sükse ve prestij' elde etti. Müslümanlar aleyhinde konuştuğu; orada duyduklarını, gördüklerini anlattığı için, ayrıca inkarcılardan 'maddi manevi kazanç da sağladı'. İnkarcı dostları ona her türlü desteği ve imkanı verdiler. Ancak sözde vahiy katibi olan bu münafık, oynadığı şeytani oyun ile küfürden yalnızca çok kısa bir süre için yararlanabildi. Ölüm ile birlikte kazandığı tüm menfaatler elinden gitti. Geriye sadece, yaptığı kötülükler dolayısıyla ahirette yaşayacağı sonsuz azap kaldı.
ADNAN OKTAR: "Enes bin Malik (ra), "Bizden Neccaroğulları'ndan bir kimse vardı" diyor. "Bu zat Bakara ve Al-i İmran surelerini okumuştu" yani ezberden biliyordu. "Allah Resulü (sav)'e de katiplik yapıyordu" diyor. Çok kültürlü, ağzı laf yapan birisi.
"Derken bu adam kaçıp gitti." Münafık krizi tutuyor kaçıp gidiyor. "Onlar, (yani küfür) kendisini yüksek makamlara çıkardılar." "Hz. Muhammed (sav)'in yanında çalışmış, bir de casusluk yapmış bir adam, pislik yapmış bir adam, biz de buna vefa gösterelim, buna iyi makamlar verelim, değer verelim" diyorlar. "Ve şu adam Muhammed'e katiplik yapıyor" diyerek kendisini pek beğendiler. Aradan uzun zaman geçmeden Allah onun boynunu helak etti." diyor Sahihi Müslim'de 4987. hadiste. Sonra Allah bu münafığı helak ediyor." (A9 TV, 25 Mayıs 2016)
ADNAN OKTAR: Münafığın hedefi sürekli elçilerin, Peygamberlerin yanıdır. Münafığın en çok ulaşmak istediği yer orasıdır. Çünkü en çok saldırıyı yapacağı yer orasıdır. Peygamber (sav)'in ya da elçilerin faaliyetini durdurabilmek ve şeytanlarına istihbarat ulaştırabilmek için, merkez olan yer orası olduğu için, Peygamberlerin yanında bulunmayı çok hayati bir konu olarak görür. Mesela Peygamberimiz (sav)'in zamanında vahiy katibi olanlar var, sürekli yanında oluyorlar. "Ya Resulullah (sav), sana vahiy gelişini ben izlemek istiyorum" diyor. Sonra da "Şu an vahiy geldi, hemen yazayım" diyor. Halbuki Peybamber (sav)'e inanmıyor, -haşa- alay ediyor. Dışarıya çıktığında diyor ki "Ben onlarla alay etmek için onun yanındayım, o bir mecnun" diyor. "Cinlenmiş" diyor. "Vahiy de gelmiyor, cinler ona onu söylüyor" diyor, inanmıyor Resulullah (sav)'ın Peygamberliğine. Sırf alçaklık ve ahlaksızlık yapmak için yanına yanaşmak istiyor. (A9 TV, 28 Şubat 2016)(A9 TV, 28 Şubat 2016)
Münafığın Müslümanlar arasında yaşadığı zamanlar, onun ince ince gelecekteki hayatının altyapısını oluşturduğu ve küfre yatırım yaptığı dönemlerdir. Bu hayatının yapı taşlarını oluşturacak olansa, Müslümanlar aleyhinde yaptığı faaliyetler ve küfre taşıdığı istihbarattır. Küfrün gözüne girebilmesi ve onlardan elde edeceği menfaatler, Müslümanlar hakkında onlara akıttığı bilginin çokluğuna ve önemine bağlıdır. Kendince onlara ne kadar işe yarar bilgiler aktarabilirse, küfürdeki insanlar da onu, o kadar yakın dostları edineceklerdir. Ve onlara ne kadar sıcak bir dost olabilirse, onların küfürde ona sunacakları imkanlardan da o kadar iyi istifade edebilecektir. Böylece küfürde, kendine o oranda çıkar sağlayabilecek, o kadar iyi bir itibar ve çevre elde edebilecek ve bunun sonucunda da kendince istediği hayata o kadar yaklaşmış olacaktır.
İşte bu kirli hayallerine ulaşmanın yolunun 'Müslümanlardan elde edeceği bilgilere ulaşmak olduğuna' inanan münafık, gününün büyük bölümünü 'Müslümanları izleyerek' geçirir. Allah Kuran'da münafıkların bu sinsi yöntemini "Onlar sizi gözetleyip-duruyorlar..." (Nisa Suresi, 141) ayetiyle haber vermiştir. Münafık sabahtan akşama kadar Müslümanların peşinde dolaşarak onların 'neler yapıp ettiklerini, nelerden bahsettiklerini, kimlerle neler konuştuklarını' öğrenmeye çalışır. Nerede birkaç kişinin sohbet ettiğini görse, hemen bir bahaneyle oraya gidip yanlarında durmaya çalışır. Birinin telefonda konuştuğunu duysa, hemen oraya yaklaşıp başka bir iş yapıyormuş gibi davranıp anlatılanları dinlemeye uğraşır. Bilgisayarında biriyle yazışan birini gördüğünde, yine orada işi varmış gibi yaparak, tam da bilgisayarın ekranını görebileceği şekilde durup yazılanları okumaya çalışır. Fark ettirmeden bir Müslümanın telefonunu alıp, rehberindeki isim ve telefon numaralarının kopyasını kendisine alır. Ya da sadece kısa birşeye bakacağını söyleyip bir Müslümanın bilgisayarını kısa bir süre için ödünç alıp, içinde neler olduğuna bakmayı amaçlar. Akşama kadar münafığın sinsi gözetlemesi bu şekilde sürüp gider. Sonrasında ise münafık gizlice küfürdeki dostlarıyla bağlantıya geçer ve -küçük büyük- gün boyunca şahit olduğu her şey hakkında edindiği bilgileri onlara aktarır.
Müslümanlar zaten hayatlarıyla, ahlaklarıyla, yaptıkları hayırlı faaliyetleriyle şeffaf bir hayat yaşayan, toplumdaki herkesin iyiliğini düşünen temiz insanlardır. Dolayısıyla da gizlileri saklıları yoktur. Tüm hayatları, amaçları, çabaları zaten ortadadır. Bu nedenle münafığın elde ettiği bilgiler, münafık ne kadar istese de, Müslümanların aleyhine bir sonuç getirmez.
Ancak münafık şeytani bir eylem yapabilmiş olmanın verdiği kendine güven ve küfürdeki dostlarının gözüne girebilmiş olmanın heyecanıyla, bu yaptıklarından dolayı kendi kendine sevinir. Oysaki şeytanla ve küfürle yaptığı her işbirliği dünyada da ahirette de onun aleyhine olacaktır. Müslümanlar ise, münafığın tüm sinsi oyunlarına ve tuzaklarına rağmen mutlaka galip geleceklerdir. Allah bir ayette inkar edenlere Müslümanların aleyhinde kesinlikle yol vermeyeceğini şöyle bildirmiştir:
Allah, kıyamet günü aranızda hükmedecektir. Allah, kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez. (Nisa Suresi, 141)
Müslümanlardan istihbarat edinip, öğrendiklerini küfürdeki yandaşlarına iletmeyi kendince çok 'kutsal bir görev gibi' gören münafık, bu faaliyetlerini yaparken 'çok sinsice ve sessizce hareket etmeye' büyük özen gösterir.
Münafık için istihbarat akışını sağlamak çok önemlidir çünkü ancak bu şekilde Müslümanların faaliyetlerinin önünü kesebileceğini düşünür. Örneğin münafık, Müslümanların Allah yolunda, İslam adına yapacağı hayırlı bir faaliyeti öğrenir. İslam'a fayda sağlanmasını ve Müslümanların başarılı olmalarını asla istemediği için, bunu hemen ya telefonla ya da internet üzerinden bir mesaj programıyla diğer yandaşlarına bildirir. Tabii ki bu istihbaratı edinirken çok ustaca hareket eder. Müslümanların yanlarına 'kendini hiç sezdirmeden' ve 'adeta bir yılan gibi sessizce' girer.
Çünkü münafık aslında Müslümanların kendisinin münafık olmasından şüphelendiklerini bilir. Eğer yanlarına 'ses yaparak' girerse Müslümanların dikkatli konuşacaklarını bildiği için, ufacık bir ses bile çıkarmadan Müslümanların özel sohbet ortamlarına dahil olur. Kuran ahlakını yaşayan samimi ve normal bir Müslüman bir ortama girdiğinde hemen oradaki diğer mümin kardeşlerine selam verir, hal hatır sorar. Ama münafık bilgi toplayacağı vakit, bunu özellikle yapmamaya çok özen gösterir. Müslümanların bulunduğu bir odaya sesini çıkarmadan girer, bir duvarı ya da bir eşyayı siper ederek o ortamdaki Müslümanların kendisini göremeyeceği bir yere oturur. Ya da kapalı kapıların arkasında bir yerlerde ayakta durup sanki başka bir işle meşgulmüş gibi bir pozisyon alır.
İster ki Müslümanlar onun varlığını fark etmeden konuşsunlar, o da böylece onların bütün faaliyet planlarını öğrenebilsin. Bu şeytani azim münafığın bedenine o kadar işlemiştir ki, bu konuda en ufak bir boş bulunması ya da dikkatsizliği olmaz.
Münafıkların bu gibi sinsi çabaları, tarihte birçok önemli olayda etkisini göstermiştir. Birçok suikastın ve saldırı planının hayata geçirilmesinde, toplumların kargaşaya sürüklenip savaşlar çıkarılmasında hep münafıkların bu sessizce yanaşıp bilgi toplama faaliyetlerinin etkisi olmuştur.
Bu nedenle Müslümanlar, münafık olmasından şüphelendikleri kişilerin yanında çok itinalı davranmalı ve münafığın sessiz ve gizli bir şekilde yanaşıp sinsice oyunlar oynamasına karşı dikkatlerini tamamen açmalıdırlar. Münafıkların, öğrendikleri takdirde engel olabilecekleri, fitne çıkarabilecekleri hayırlı faaliyetlerin, Allah yolundaki hayırlı çalışmaların bilgisinin bu insanlara ulaşmasına asla izin vermemelidirler.