Müminler Şefkat ve Merhameti Kimlere Gösterirler?

Muhammed, Allah'ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir...
(Fetih Suresi, 29)

... Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va'detmiştir.
(Fetih Suresi, 29)

Müminler her konuda ölçülerini "doğruyu yanlıştan ayıran" Kuran'a göre belirlerler. Kuran'da ise gerçek merhametin ne olduğu, hangi şartlarda, kimlere ve hangi ölçüler içerisinde gösterilmesi gerektiği "apaçık ayetlerle" bildirilmiştir. Bu bölümde bu konular detaylı olarak anlatılacaktır.

Müminlere Gösterilen Merhamet

Allah Kuran'da inananların "kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametli" (Fetih Suresi, 29) olduklarını bildirmiştir. Ayetin bu ifadesinden anlaşıldığı gibi, müminlerin şefkat ve merhamet gösterdiği kişiler yine müminler, yani Allah'a inanan, O'ndan korkup sakınan insanlardır. Onlar bunu herşeyden önce Allah'ın bir emri olarak yerine getirirler. Bunun yanında müminlerin Allah'a olan sevgilerini, O'nun rızasını kazanmak için gösterdikleri çabayı ve yaşadıkları güzel ahlakı görmek de diğer müminler üzerinde doğal bir sevgi, şefkat ve merhamet oluşmasına neden olur. "Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O'nun elçisi, rüku' ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü'minlerdir." (Maide Suresi, 55) ayeti gereği birbirlerinin velileri olduklarını bilir ve bunun getirdiği samimiyet ve düşkünlük ile hareket ederler. Bu özellikleri bir başka ayette de şöyle ifade edilmiştir:

Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)

İşte müminler, bu dostluk anlayışı içerisinde birbirlerine sıkıntı verecek her türlü etkiyi ortadan kaldırmaya, ferahlık, rahatlık ve huzur sağlayıcı ortamlar oluşturmaya çalışırlar. Diğer mümin kardeşlerinin de kendileri gibi aciz kullar olduklarını, bu nedenle de her zaman için hata yapmaya, yanılmaya, unutmaya açık olduklarını bilirler. Bundan dolayı da hiçbir zaman bir kızgınlığa ya da merhametsizliğe kapılmadan birbirlerini şefkatle doğruya davet ederler.

Ancak bunun yanında Allah müminlerin inkar edenlere karşı "zorlu" bir tavır göstermelerini emretmiştir. Çünkü onlar Allah'ın dinine karşı mücadele eden ve hatta din ahlakının yaşanmasını engellemeye çalışan kimselerdir. Bu durumda bu kişilere gösterilecek merhamet bir anlamda dine gelecek zarara göz yummak anlamına gelir ki, işte bu da müminlerin asla izin vermeyecekleri ve hayatlarının sonuna kadar mücadele edecekleri bir tavırdır. Bu nedenle de merhametleri, Allah'tan korkan ve var gücüyle O'nun rızasını kazanmak için çaba harcayan samimi müminlere yöneliktir.

Hicret Edenlere Gösterilen Merhamet

Kuran'da hicret edenler, "Allah'tan bir fazl arayıp, Allah'a ve O'nun Resûlü'ne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından sürülüp-çıkarılmış" (Haşr Suresi, 8) kimseler olarak tarif edilir. Yine bir başka ayette bu kimselerin yalnızca "Rabbimiz Allah'tır" (Hac Suresi, 40) demelerinden dolayı inkar edenler tarafından haksız yere sürgün edildikleri bildirilmektedir.

Allah, Kendi yolunda hicret eden bu kimselerin koruyuculuğuyla müminleri görevlendirmiş ve onların birbirlerinin velileri olduğunu bildirmiştir:

Gerçek şu ki, iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd edenler (çaba harcayanlar) ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır... (Enfal Suresi, 72)

Allah'ın "barındıranlar" olarak adlandırdığı müminler, maddi manevi sahip oldukları her türlü imkanı arkalarında bırakarak kendilerine sığınan bu kimselere, belki de daha önce hiç tanımadıkları halde yardım elini uzatırlar. Hicret edip gelen bu kimselerin ne mal varlığının miktarı, ne itibarları, ne de meslekleri, onlar için hiçbir önem taşımaz. Çünkü onlar bu kimselere sadece Allah'a iman ettiklerini söylemelerinden dolayı destek olurlar. Ayrıca bu kişilerden ne o an için, ne de ileriye yönelik bir karşılık ummazlar. Buradaki amaçları sadece Allah'ın rızasını kazanabilmektir, dolayısıyla verdikleri desteğin karşılığını da yine yalnızca Allah'tan beklerler.

Müminlerin hicret edenlere yaptıkları yardım onların güzel ahlaklarının ve merhamet anlayışlarının bir gereğidir. Ama asıl olarak bu ahlakı Allah'ın bir emri olduğu için uygularlar. Zira Allah "Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir" (Nur Suresi, 22) ayetiyle onlara bu yükümlülüklerini bildirmiştir.

Allah'ın bu emri gereği iman edenler, hicret eden kimseleri "mümin kardeşleri" olarak benimser ve onlara karşı son derece şefkatli bir tavır sergilerler. Ellerindeki maddi manevi tüm imkanları bu kimselerle paylaşır, onları barındıracak imkanlar sağlar ve bakımlarını üstlenirler. Rahat etmeleri ve sıkıntıya düşmemeleri için her türlü ihtiyaçlarını onlar henüz dile getirmeden tek tek tespit edip gidermeye çalışırlar.

Ancak herşeyden önemlisi müminlerin tüm bu fedakarlıkları içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, severek ve isteyerek yapmalarıdır. Gerektiğinde kendi yiyeceklerini, giyeceklerini, hatta evlerini onlara sunar ve belki de kendileri ihtiyaç içerisinde kalır, ama bundan dolayı en ufak bir huzursuzluk ya da sıkıntı duymazlar. Aksine hicret edenlere gösterdikleri bu merhamet onları vicdanen rahatlatır. Allah'ın beğendiği bir ahlakı gösterebilmiş olmaktan memnuniyet duyarlar. Allah müminlerin bu ahlakını, "Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır" (Haşr Suresi, 9) ayetiyle açıklamıştır. Allah üstün ahlaklarından dolayı bu kimselerin "kurtuluşa erenler" olduklarını da bildirmiştir. Bir başka ayette ise hicret edenlere Allah rızası için güzel bir tavır gösterenler, Allah'tan bir bağışlanma ve üstün bir rızık ile müjdelenmişlerdir:

… (Hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte gerçek mü'min olanlar bunlardır. Onlar için bir bağışlanma ve üstün bir rızık vardır. (Enfal Suresi, 74)

Anne Babaya Karşı Gösterilen Merhamet

Anne babaya karşı iyi davranmak, onlara merhamet göstermek Kuran'ın çeşitli ayetlerinde tekrar tekrar bildirilmiş bir hükümdür:

Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini) tavsiye ettik... (Ankebut Suresi, 8)

Biz insana, 'anne ve babasına' iyilikle davranmasını tavsiye ettik… (Ahkaf Suresi, 15)

Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: "Öf" bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara acıyarak alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki: "Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge." (İsra Suresi, 23-24)

Müminler Allah'ın ayetlerdeki emirleri dolayısıyla, yaşlılığa erişerek bakıma muhtaç duruma gelmiş olan anne ve babalarına karşı son derece şefkatli bir tavır sergilerler.

Kuran'ın bu ayeti bize aynı zamanda anne babaya karşı gösterilecek olan merhametin ölçüsünü de vermektedir. Allah "onlara öf bile deme, onları azarlama, güzel söz söyle" (İsra Suresi, 23) ifadesiyle müminlere, bu konuda yapılabilecek en ufak bir saygısızlığı ya da merhametsizliği yasaklamıştır. Bu nedenle müminler kendi yanlarında yaşlanarak, kuvvetten düşmüş anne ve babalarına karşı son derece hürmetkar, ince düşünceli, hoşgörülü ve itinalı bir tavır içinde olurlar. Onları rahat ettirmek için ellerinden geleni yaparlar. Saygıda ve merhamette kusur etmemeye çalışırlar. Yaşlılığın getirdiği zorluk ve sıkıntıları göz önünde bulundurur ve onlar henüz dile dahi getirmeden tüm ihtiyaçlarını anlayışla ve şefkatle gidermeye gayret ederler. Hem maddi hem de manevi açıdan bir eksiklik ve sıkıntı çekmemeleri için tüm imkanlarını seferber ederler. Ayrıca her ne olursa olsun gönül alıcı ve hürmetkar üsluplarından taviz vermezler.

Ancak tüm bunların yanında müminlerin anne babalarıyla ilgili olarak karşılaşabilecekleri bir başka durum daha söz konusudur. İman eden kimselerin anne babaları kimi zaman inkar yolunu benimsemiş olabilirler. Böyle bir inanç farklılığında müminin göstereceği tavır ise, yine güzel sözle ve gönül alıcı bir üslupla onları doğru yola davet etmesi olacaktır. Hz. İbrahim'in bu konuda babasıyla yaptığı konuşmalar bize böyle bir durumda kullanılacak üslup ve gösterilecek tavır konusunda yol göstermektedir. Hz. İbrahim, putlara tapan babasını şu sözlerle hak dine davet etmiştir:

Kitap'ta İbrahim'i de zikret. Gerçekten o, doğruyu-söyleyen bir Peygamberdi.

Hani babasına demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun?

"Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım."

"Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır."

"Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın velisi olursun." (Meryem Suresi, 41-45)

Ancak Hz. İbrahim'in babası gibi, kimi zaman böylesine güzel bir üslup ve saygılı bir tavırla yapılan çağrıya icabet etmeyen kimseler de olabilir. Mümin buna rağmen Allah'ın bu yöndeki emri dolayısıyla, yaşlı ve bakıma muhtaç olan anne ve babasına karşı olan hürmetkar ve merhametli tavrını bozmaz. Ancak sapkın bir inanç içerisinde yaşadıkları için de din konusunda getirdikleri fikirlere itibar etmez ve bu konuda onlara itaat etmez. Çünkü mümin için din konusunda tek yol gösterici Allah'ın emirleridir. Allah müminin böyle bir durumda göstermesi gereken tavrı da şöyle açıklamıştır:

Bununla birlikte, onların ikisi (annen ve baban) hakkında bir bilgin olmayan şeyi bana şirk koşman için, sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda onlara itaat etme ve dünya (hayatın) da onlara iyilikle (ma'ruf üzere) sahiplen (onlarla geçin) ve bana 'gönülden-katıksız olarak yönelenin' yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır, böylece ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim. (Lokman Suresi, 15)

Yolda Kalmış Kimselere Gösterilen Merhamet

Müminlerin merhametinin bir başka yansımasını da yolda kalmış kimselere gösterdikleri tavırlarda görmek mümkündür. İman edenler, çeşitli sebeplerden dolayı gitmek istedikleri yere ulaşmakta zorluk çeken kimselere maddi manevi her türlü yardımı yaparak, onların gidecekleri yere güvenlik içerisinde varmalarını sağlarlar. Bu esnada karşılaşabilecekleri sıkıntıları hesaplayarak, bunlara karşı etkili önlemler alır ve gerekli imkanları sağlarlar. Allah'ın müminlere yüklediği bu sorumluluk Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

… Yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Nisa Suresi, 36)

Sadakalar -Allah'tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalbleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 60)

Allah ayetlerinde, bu kimselere yapılacak maddi yardımların yanında, onlara karşı "güzel davranılmasını" da emretmiştir. Müminler yaşadıkları Kuran ahlakı dolayısıyla bu kimselere gösterilecek olan "güzel davranış" biçimlerinin nasıl olması gerektiğini vicdanlarıyla kolaylıkla bulur ve zevkle uygularlar. Yolda kalmış bir insanın ne gibi ihtiyaçları bulunabileceğini düşünür ve dolayısıyla halden anlayan bir tavır sergilerler.

Allah'ın bu hükümleri aynı zamanda Kuran ahlakının müminlere öğrettiği sorumluluk anlayışını ve insaniyet derecesini de ortaya koymaktadır. Yolda kalmış bir insanın bile sorumluluğunu üstlenen müminler, etraflarında olup biten hiçbir olaya karşı da umursuz bir tavır içinde olmazlar. Mağdur durumda olan bir insana karşı "ben bu insanı tanımıyorum", "bu olayın benimle bir ilgisi yok" ya da "herkes kendi başının çaresine baksın" gibi yanlış bir düşünceyle hareket etmezler.

İhtiyaç içerisinde olan insanların yardım taleplerine karşı duyarlılık gösterir ve imkanları ölçüsünde onlara destek olurlar. Bu konuda yardım sağlayabilecek maddi bir imkana sahip olmadıklarında ise, bu kimseleri yine de kendi başlarının çaresine baksınlar diyerek bırakmazlar. Hiçbir şey yapamasalar dahi en azından onlar adına çözüm ararlar. Öyle ki, çoğu zaman ihtiyaç içerisindeki kişinin kendi adına gösterdiği gayretten çok daha fazlasını gösterir ve konuyu çözüme ulaştırana kadar da peşini bırakmazlar.

Müminlerin gösterdiği bu ahlak ve merhamet anlayışı onların Allah'a derin bir sevgi ve korkuyla bağlı olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu bağlılıklarından dolayı da Allah'ın emrettiği Kuran ahlakını titizlikle uygularlar.

Yoksullara Gösterilen Merhamet

Cahiliye toplumu insanları, fakirlere yardım konusunda son derece duyarlı olduklarını düşünürler. Oysa bu kimselerin yoksul insanlara olan tavırları sadece alışkanlık olarak yerine getirilen bazı davranışlardan ibarettir. Gerçek bir duyarlılık ise ancak Kuran ahlakının bu konuda getirdiği yükümlülüklerin tam olarak uygulanmasıyla söz konusu olabilir.

İşte müminler Allah korkularından dolayı Kuran'ın fakirlere yardım ile ilgili tüm hükümlerini eksiksiz olarak yerine getirirler. Onlar bunu Allah'ın bir emri, aynı zamanda da vicdanlarının ve merhamet anlayışlarının bir gereği olarak uygularlar. Bu yönde maddi manevi her türlü fedakarlığı severek ve isteyerek yerine getirirler.

Öncelikle Allah Tevbe Suresi'nin 60. ayetinde, sadaka verilecek kişiler arasında fakirleri de sayarak, müminlerin mallarından bu kimselere sadaka vermelerini farz kılmıştır. Yine bir başka ayette de "Onların mallarında dilenip-isteyen (ve iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için de bir hak vardı." (Zariyat Suresi, 19) şeklinde bildirilerek, bu yükümlülüğün sadece ihtiyaç içerisinde olduğunu söyleyen kimseler için değil, aynı zamanda iffetinden dolayı bu durumunu dile getirmeyen kimseler için de geçerli olduğu açıklanmıştır.

Allah bir ayetinde yüksek ahlaklarından dolayı fakirliklerini dile getirmeyen bu kimseleri şöyle tanıtmıştır:

(Sadakalar) Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler içindir ki, onlar, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı bilmeyen onları zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Hayırdan her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. (Bakara Suresi, 273)

Ayette de bildirildiği gibi, onlar insanlardan sürekli bir şeyler istemezler, ama müminler merhametleri ve vicdanları gereği bu kimseleri fark eder ve ellerinden gelen her türlü yardımı yaparak onların ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar. Gerektiğinde kendi menfaatlerini göz ardı ederek bu kimselerin ihtiyaçlarına öncelik tanırlar. Kuran'da müminlerin bu üstün merhamet anlayışları bir ayette şöyle anlatılmıştır:

Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür." (İnsan Suresi, 8-9)

Görüldüğü gibi müminler, gösterdikleri merhametten, yaptıkları yardımdan dolayı kimseyi minnet altında bırakmaya kalkışmaz ve bir teşekkür kadar bile karşılık ummazlar. Onların asıl hedefledikleri yaşadıkları güzel ahlakla Allah'ın rızasını kazanabilmektir. Çünkü onlar ahiret günü yoksula hakkını verip vermediklerinden sorguya çekileceklerini bilirler. Kuran'da, Allah'ın bu hükümlerini bile bile yerine getirmemenin sonucunun cehennem olduğu birçok ayetle bildirilmiştir:

"Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?"

Onlar: "Biz namaz kılanlardan değildik" dediler.

"Yoksula yedirmezdik." (Müddessir Suresi, 42-44)

(Allah buyruk verir:) "Onu tutuklayın, hemen bağlayın."

"Sonra çılgın alevlerin içine atın."

"Daha sonra onu, uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire vurup gönderin."

"Çünkü, o, büyük olan Allah'a iman etmiyordu."

"Yoksula yemek vermeye destekçi olmazdı." (Hakka Suresi, 30-34)

Allah ahirette alınan bu karşılığın bir sebebinin de kişilerin yoksulları doyurma konusunda birbirlerini teşvik etmemeleri olduğunu bildirmiştir:

Dini yalanlayanı gördün mü? İşte yetimi itip-kakan;

Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. (Ma'un Suresi, 1-3)

Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. (Fecr Suresi, 18)

Bunun yanında müminlerin yoksul kimselere olan merhametleri sadece maddi yardımdan ibaret değildir. "… anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın…" (Nisa Suresi, 36) ayeti gereği ihtiyaç içerisindeki bu kimselere son derece nezaketli, saygılı ve insancıl bir tavır gösterirler. Yine bir başka ayet ile Allah müminlere, tüm ihtiyaç içerisindeki insanlara olduğu gibi yoksullara karşı da affedici ve hoşgörülü bir tavır göstermelerini emretmiştir:

Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 22)

Görüldüğü gibi, müminlerin yoksul kimselere gösterdikleri güzel ahlak onlara olan merhametlerini yansıtmaktadır. Müminler malı verenin de, alanın da Allah olduğunu, Allah'ın zenginliği karşısında tüm insanların fakir olduğunu kavradıkları için yoksullara karşı da şefkat ve merhametle yaklaşırlar.

Yetimlere Gösterilen Merhamet

Yetimin "itilip kakılmaması" ve "iyilikle davranılması"...

Müminlerin merhamet anlayışlarının bir başka örneği yetim çocuklara olan yaklaşımlarında görülür. Anne ve babalarını kaybettikleri için bir başkasının bakım ve ilgisine muhtaç kalan bu kimselere gösterilmesi gereken en güzel tavırlar Kuran'da bildirilmiştir. Müminlerin titizlikle uyguladığı bu tavırlardan biri, "yetimlerin itilip kakılmaması" ve onlara karşı "iyi davranılması"dır.

Din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda yetim olan bir çocuğun haklarını koruyacak ya da geleceğini her açıdan garanti altına alacak bir sistem yoktur. Bu koruma, insanların kendi vicdanlarına bırakılmıştır. Bu nedenle de bir kısım insanlar bu çocukların yaşlarının küçüklüğünden, tecrübe ya da bilgi sahibi olmamalarından kolaylıkla istifade edebilirler. Yine aynı şekilde bu çocuklar, haklarını savunabilecek kimseleri olmadığı için bakımlarını üstlenen kimseler tarafından rahatlıkla kötü davranışlara maruz kalabilirler. Söz konusu kişiler, yetimleri himaye altına aldıkları için onları minnet altında bırakarak yaptıkları iyilikleri "başlarına kakabilirler". Ya da ailenin diğer bireylerinden daha farklı bir muameleye tabi tutarak bu çocukları hem manevi hem de fiziksel açıdan ezebilirler. Oysa Allah Kuran'da yetimlere karşı merhametsizce davranmayı, onları itip kakmayı ayetleriyle yasaklamış ve bu tür çirkin davranışları gösterenleri kınamıştır:

Dini yalanlayanı gördün mü?

İşte yetimi itip-kakan;

Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur.

İşte (şu) namaz kılanların vay haline, ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösteriş yapmaktadırlar ve 'ufacık bir yardımı (veya zekatı) da engellemektedirler. (Ma'un Suresi, 1-7)

Kuran ahlakında ise tüm bu incitici tavırların aksine yetim çocuklara karşı gönül alıcı, merhametli, hoşnut edici tavırlar gösterilir. Kuran'da "... yetimlere ve yoksullara iyilikle davranın, insanlara güzel söz söyleyin..." (Bakara Suresi, 83) ayetiyle bu hüküm müminlere bildirilmiştir. Müminler de Allah'ın bu emrini titizlikle yerine getirirler. Onların vicdan ve insaniyet anlayışı, yardıma ve bakıma muhtaç çocuklara sahip çıkmayı, onlara ihtiyaçları olan maddi manevi her türlü ilgiyi göstermelerini sağlar. Hiçbir zaman yardımlarından dolayı onları ezmez, minnet altında bırakmaz ve onlardan maddi manevi çıkar elde etmeye çalışmazlar. Aksine tüm haklarını korur ve ellerinden gelen en mükemmel tavırları gösterirler. Müminlerin bu konuda gösterdikleri titizlik, Allah korkularından, yüksek vicdan ve merhamet anlayışlarından kaynaklanmaktadır.

Yetimin ıslah edilerek faydalı bir insan haline getirilmesi...

…Ve sana yetimleri sorarlar. De ki: "Onları ıslah etmek (yararlı kılmak) hayırlıdır. Eğer onları aranıza katarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir... (Bakara Suresi, 220)

Yukarıdaki ayetle Allah yetimlerin her yönden faydalı insanlar haline getirilmelerini tavsiye etmiştir. Müminler bu sorumluluğu büyük bir şevkle üstlenir ve bu kimselere, herşeyin en doğrusunu ve en güzelini öğretmeye çalışırlar.

Ancak bir çocuğun yetiştirilmesinde, onu himaye edenlerin üzerine düşen en büyük sorumluluk, kuşkusuz bu kimsenin Allah'ı gereği gibi tanıması ve Kuran'ı eksiksizce öğrenmesidir. Çünkü tüm bunlar bir insanı doğruya ve kurtuluşa götüren en önemli konulardır. Bu kişiler çocukken öğrendikleri bu bilgiler ışığında bir ahlak geliştirecek ve ahiret hayatlarına da ona göre hazırlanacaklardır. Bu nedenle yetim olarak himaye altına alınan bir kimse için, müminlerin en özen gösterdikleri konulardan biri budur. Kendi sorumluluklarındaki yetim çocukların bir mümin olarak üstün vasıflar kazanabilmeleri için gerekli çabayı gösterirler. Elbette ki bu da ancak Kuran ahlakının yaşanmasıyla mümkün olur. Bu ahlak onların en başta kendileri sonra da çevreleri için en faydalı, en akıllı ve en çalışkan yapıyı kazanmalarını sağlar.

Yetimin malını korumak...

Allah, miras yoluyla mal sahibi olan yetim çocukların mallarının haksızlıkla ellerinden alınmasını haram kılmış ve böyle davrananları şiddetli bir şekilde uyarmıştır:

Gerçekten, yetimlerin mallarını zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar, çılgın bir ateşe gireceklerdir. (Nisa Suresi, 10)

Bu nedenle müminler, bir yetimin bakımını üstlendiklerinde onun şahsi mallarından kendi çıkarları adına harcama yapmaz ve onlardan bir menfaat beklentisi içerisine de girmezler. Aksine kendilerine Allah'ın bir emaneti olan bu kimselerin hak ve mallarını, en başta kendileri korurlar.

Himayeleri altındaki yetimlerin maddi varlıklarını titizlikle korumak, ancak iman eden, yüksek ahlaklı ve Kuran'da tavsiye edilen merhameti kavramış insanların itina edeceği bir konudur. Çünkü vasiler yetimlerin malı üzerinde harcama yetkisine sahiptirler. Bir insanın harcama yetkisine sahip olduğu bir mülk üzerinde şahsi çıkarlarına yönelik hiçbir harcama yapmaması ise tamamen vicdani bir konudur. Allah Kuran'da zengin olanın bu konuda iffetli davranmasını, ancak fakir olanın eğer gerekirse yetimin malından Kuran'da belirtilen ölçülere uygun olarak harcama yapabileceğini bildirmiştir. Allah'tan korkan ve ahirette yaptıkları her tavrın hesabını vereceklerini bilen müminler bu konuda yüksek bir vicdan örneği sergilerler. Çünkü Allah yetimin malına göz dikerek bu maldan çıkar sağlamanın Kendi Katında bir suç olduğunu bildirerek müminleri bu konuda uyarmıştır:

Yetimlere mallarını verin ve murdar olanı temiz olanla değiştirmeyin. Onların mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu büyük bir suçtur. (Nisa Suresi, 2)

Müminler Allah'tan ve O'nun ahiretteki azabından korktukları için yetimlerin mallarını, onlar yeterli akli olgunluğa ulaşana kadar büyük bir itinayla muhafaza ederler. Kendi kendilerine sağlıklı ve akılcı bir muhakeme yapabilecek yaşa ve erişkinliğe geldiklerinde de bu haklarını kendilerine devrederler. Kuran'da bu devretmenin şartları şöyle bildirilmiştir:

Yetimleri, nikaha erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin. Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin. Zengin olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da artık maruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman onlara karşı şahid bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter. (Nisa Suresi, 6)

Müminler, Allah'ın yetimlerin bakımı, eğitimi ve gözetimi hakkında bildirmiş olduğu tüm bu hükümlere titizlikle uyarlar. Onların bu tavırları din ahlakından uzak toplumların kimsesiz çocuklara olan davranışlarıyla kıyaslandığında Kuran ahlakının üstünlüğü açıkça ortaya çıkar.

Borç İçinde Olanlara Gösterilen Merhamet

Allah müminlere merhametli tavrın çok güzel bir başka örneğini de borçlu kimselere karşı gösterilmesini tavsiye etmiştir:

Eğer (borçlu) zorluk içindeyse, ona elverişli bir zamana kadar süre (verin). (Borcu) Sadaka olarak bağışlamanız ise, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. (Bakara Suresi, 280)

Borçlanmış olup da borcunu ödeyemeyecek şekilde mağdur olan bir insan müminlerden mutlaka şefkatli ve anlayışlı bir tavır görür. Mümin herşeyden önce akıl ve vicdan sahibi bir insandır. Bu nedenle zor durumda kalmış bir insanın içerisinde bulunduğu şartları çok iyi değerlendirilir ve bu kişi için olabilecek en vicdanlı ve merhametli tavrı gösterir.

Borç elbette ki insanın yüklenmiş olduğu önemli bir yükümlülüktür ve karşı tarafa verilmiş bir sözdür. Nitekim Kuran ayetlerinde insanlara, verdikleri sözde durmaları emredilmiştir. Ancak Allah yukarıdaki ayetin hükmü ile, zor durumda kalma ihtimalinden dolayı bu konuda kararı borcu veren kişiye bırakmıştır. Bu kişinin ödeme süresini erteleyebileceği bildirildiği gibi, mümin açısından asıl hayırlı olanın bu borcu sadaka olarak bağışlaması olduğu da belirtilmiştir.

Ancak bu konuda önemli bir şart söz konusudur. Mümin bu hakkını ancak karşı tarafın dürüstüğüne kanaat getirdiğinde bağışlar. Yoksa ciddi anlamda zor durumda bulunmadığı halde, karşı taraftan menfaat elde etmek amacıyla sahtekarlığa başvuran bir kimse için bu durum söz konusu değildir. Aksi takdirde, samimi bir Allah korkusu taşımayan insanlar karşılarında iyi niyetli ve dürüst insanlar olduğu zaman bu tür bir sahtekarlığa başvurmaya kalkışabilirler.

İşte mümin bu noktada vicdanına ve aklına başvurur. Kuran'ın bu hükmünü kişinin gerçekten de dürüst ve samimi bir yaklaşım içerisinde olduğuna kanaat getirdikten sonra uygular.

"Kalpleri Dine Isındırılacak" Kimselere Gösterilen Merhamet

Sadakalar, -Allah'tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalbleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 60)

Yukarıdaki ayette de görüldüğü gibi, "kalpleri ısındırılacak" olan bir grup insandan bahsedilmektedir. Bu insanlar İslam dinini yeni tanımaya başlayan ya da henüz tanımayan, ancak iman etmesi için gayret sarf edilen kişilerdir.

Allah'ın kendileri için seçtiği dinin mükemmelliğini ve yaratılışlarına uygun olduğunu gören müminler, bu güzelliği kendileri gibi tüm insanların da yaşamasını isterler. Dahası Allah'ın, insanları dünya hayatında yaptıklarından dolayı ahirette sorguya çekeceğini bildikleri için henüz vakit varken tüm insanları uyarmaya ve onlara doğru yolu göstermeye çalışırlar. Çünkü insanlar için dünyada da, ahirette de tek kurtuluşun din ahlakını yaşamak olduğunu bilirler. Bunun yanında Allah din ahlakının diğer insanlara anlatılmasını inananların üzerine farz kılmıştır. Müminlerin bu özelliği Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz... (Al-i İmran Suresi, 110)

Müminler, insanların Kuran ahlakından uzak bir hayattan kurtulmaları ve cehennemden sakınmaları için her türlü fırsatı değerlendirirler. Onları doğruya davet eder, iyiliğe yöneltir, kötülükten sakındırırlar. Burada amaç, cahilliklerinden dolayı uçurumun kenarında olan bu kişileri çok geç olmadan kurtarabilmektir. Allah bir insanın iman etmeden önceki durumunu şu şekilde tanımlamaktadır:

… Siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)

Dinsizliğin hakim olduğu bir hayatın kişiye getirdiği azabı çok iyi bilen müminler, insanların Allah'a ve Kuran'a iman etmeleri ve içinde bulundukları durumdan kurtulabilmeleri için çok çeşitli yollar denerler. "Kalbi dine ısındırılacak" olan kimselere Kuran ahlakını anlatma konusunda maddi manevi hiçbir fedakarlıktan kaçınmazlar. Kuran'da, bu kimselerin imanı kavramaları için müminlerin karşılıksız olarak yaptıkları tüm maddi harcamalar "sadaka" olarak adlandırılmıştır. Bu, Allah Katında makbul tutulan ve karşılığı güzel olan bir harcamadır. Zira bir kişinin iman etmesi onun aynı zamanda cehennem azabından kurtulup sonsuz cennet hayatını kazanması demektir. Müminlerin hiçbir karşılık beklemeksizin bu harcamayı yapmaları ise, Allah korkularından kaynaklanan merhametlerinin bir gereğidir. Çünkü onların bu harcamalar sonucunda elde edecekleri hiçbir menfaat söz konusu değildir. Aksine tüm bunlar kendi imkanlarından kısarak ve büyük fedakarlıklarda bulunarak gerçekleştirdikleri yardımlar da olabilir. Ancak tüm bunları sadece Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla yaptıkları için hiçbir karşılık beklemezler. Öyle ki "kalbi dine ısındırılacak" olan bu kişilerin tüm bu çabaların sonucunda din ahlakını yaşamayı kabul etmeme ihtimali de söz konusu olabilir. Ancak bu durumda da müminler için boşa giden bir şey yoktur. Çünkü tüm yapılanların karşılığı ahirette kendilerine eksiksizce, hatta fazlasıyla verilecektir. Tarih boyunca din ahlakını anlatmakla görevlendirilen tüm elçiler bu gerçeği dile getirmişlerdir:

Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 51)

De ki: "Ben buna karşılık, Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen (insanlar olmanız) dışında sizden bir ücret istemiyorum." (Furkan Suresi, 57)

Kadınlara Gösterilen Merhamet

Kadının boşandıktan sonra maddi açıdan güvence altına alınması...

Allah Kuran'da boşanan kadının geçimini sağlaması amacıyla, maddi açıdan güvence altına alınmasının her mümin erkeğin üzerine bir yükümlülük olduğunu bildirmiştir:

(Kocası tarafından) Boşanan (kadın)ların maruf (meşru) bir tarzda yararlanma (ve geçim pay)ları vardır. Bu, sakınanlar üzerinde bir hak (borç) tır. (Bakara Suresi, 241)

Söz konusu yardımın miktarı ise taraflar arasında anlaşılarak tespit edilir. Kuran'da müminlerin, bu miktarı belirlerken karşılarındaki kişinin sosyal konumunu ve her türlü ihtiyacını göz önünde bulundurarak vicdanlı davranmaları bildirilmiştir. Allah bu konuda müminlere şöyle bir ölçü vermiştir:

… Onları yararlandırın, zengin olan kendi gücü, darda olan da kendi gücü oranında, maruf (meşru ve örfe uygun) bir şekilde yararlandırsın. (Bu,) iyilik edenler üzerinde bir haktır. (Bakara Suresi, 236)

Geniş-imkanları olan, nafakayı geniş imkanlarına göre versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah'ın kendisine verdiği kadarıyla versin. Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir. (Talak Suresi, 7)

Allah zengin olana da, fakir olana da kendi imkanları oranında yardımda bulunmalarını bildirmiştir. Cahiliye toplumlarında boşanılan ve artık hiçbir menfaatin söz konusu olmadığı bir kimseye yüklü miktarda maddi yardım yapmak, boşa giden bir harcama olarak değerlendirilir. Bu nedenle de kişiler boşandıkları kadınlara mümkün olduğunca az miktarda bir nafaka vermeye çalışır ve hatta kimi zaman sırf bu amaç için sahtekarca yöntemlere başvurmaktan da çekinmezler. Ancak mümin vicdanı ve merhameti gereği bu konuda asla çekimser davranmaz. Çünkü mümin bu yardımı herşeyden önce Allah'ın rızasını kazanmak için ahirete yönelik salih bir amel olarak gerçekleştirmektedir. O kişiden geleceğe yönelik bir beklentisinin kalmamış olması ya da o kişiye olan şahsi bakış açısı onun için ölçü olmaz. Ayrıca insaniyet ve merhamet anlayışı da yardıma muhtaç bir kimseye en iyi şekilde yardım etmeyi gerektirir. Bu nedenle zengin olan kimse, karşı tarafın rahat içinde yaşayabileceği imkanı ona sağlar. Aynı şekilde, fakir olan bir kimse de "nasıl olsa maddi imkanım yok" diyerek bu sorumluluktan kaçmaz ve kendi şartları ölçüsünde mutlaka bu yükümlülüğünü yerine getirir.

Kadına verilen malların boşandıktan sonra geri alınmaması...

Bir eşi bırakıp yerine bir başka eşi almak isterseniz, onlardan birine (öncekine) yüklerle (mal ve para) vermişseniz bile ondan hiçbir şey almayın. Ona iftira ederek ve apaçık bir günaha girerek verdiğinizi alacak mısınız? Onu nasıl alırsınız ki, birbirinize katılmış (birleşerek içli-dışlı olmuş)tınız. Onlar sizden kesin bir güvence (kuvvetli bir ahid) de almışlardı. (Nisa Suresi, 20-21)

Müminler, yukarıdaki ayetin hükmü gereği, evli kaldıkları süre içerisinde eşlerine vermiş oldukları malları, boşanma kararından sonra hiçbir şekilde geri talep etmezler. Çünkü bu mallar evlilik sırasında kadına bir güvence olarak verilmiştir ve bunların geri alınması ihtimalinde kadının zor durumda kalması söz konusudur. Allah bu ihtimali engellemek için mümin erkeğe böyle bir şart koşmuş ve kadının sosyal konumunu güvence altına almıştır.

Ayrıca bu malın miktarı ne kadar çok olursa olsun, Kuran'ın bu hükmünde hiçbir değişiklik olmaz. Mümin erkek malının tamamını eşine vermiş dahi olsa boşandığında hiçbir şey talep etmez.

Görüldüğü gibi, Kuran'daki bu hükümler, Allah'ın müminlerin kazanmalarını istediği merhamet anlayışının üstünlüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Müminler kendileri zor durumda kalma pahasına Allah'ın gösterdiği merhamet anlayışından taviz vermez ve bu hükmü eksiksiz olarak uygularlar.

Kadınlardan, gönülleri alınarak ve hoşnut bırakılarak boşanılması...

Dinden uzak yaşayan toplumlarda boşanma genellikle çeşitli huzursuzlukları ve anlaşmazlıkları da beraberinde getirir. Bunun temel sebebi ise tarafların ortak bir mantık çerçevesinde uzlaşamamalarıdır. Herkesin kendine göre birtakım talep ve iddiaları söz konusu olur ki, bunların doğruluğunu ya da yanlışlığını belirleyecek bir ölçüleri de yoktur. Bu da onların pek çok noktada birbirleriyle çatışmalarına ve anlaşmazlığa düşmelerine neden olur.

Allah'a inanan insanların yaşantıları ise cahiliye toplumlarından oldukça farklıdır. Onların hayatlarının her anını düzenleyen, onlar adına en doğru olanı belirleyen bir yol göstericileri vardır. Bu, Allah'ın insanlara bir rahmet olarak indirdiği Kuran'dır. Kuran'a uyan insanların ise doğruları, yanlışları, iddiaları, talepleri, kısacası her türlü görüş ve düşünceleri ortaktır. Dahası bu ortak anlayışın temeli Allah'ın indirdiği hak kitaba dayalı olduğu için mutlaka en güzel ve en doğru sonuç ortaya çıkar. Bu anlayış içerisinde evlenen insanlar, boşandıklarında da aynı ortak uyum içerisinde hareket ederler.

Çünkü müminler için olaylar ya da şartlar değişebilir, ancak esas olan Kuran ahlakını en mükemmel şekliyle yaşamaları ve Allah'ın razı olacağı şekilde hareket etmeleridir. Bu nedenle boşansalar dahi karşılarındaki kişiye gösterecekleri nezaketten, saygıdan ve merhametten taviz vermezler. Allah bu konuda gösterilmesi gereken tavrı müminlere şöyle bildirmiştir:

Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini tamamlamışlarsa, onları ya güzellikle tutun ya da güzellikle bırakın. Fakat haklarını ihlal edip zarar vermek için onları (yanınızda) tutmayın. Kim böyle yaparsa artık o, kendi nefsine zulmetmiş olur... (Bakara Suresi, 231)

Allah'ın bu hükmü gereği müminler gönül rızasıyla yaptıkları evlilikleri, gerektiği zaman, yine gönül rızasıyla sona erdirirler. Evlenirken eşlerine gösterdikleri hürmeti boşanma anında da korurlar. Boşanmayı bir kavga veya kırgınlık sebebi yapmazlar. Allah rızası için evlendikleri gibi Allah rızası için boşanırlar. Bu nedenle mümin bir erkek boşandığı eşini ne sözleriyle ne de tavırlarıyla kesinlikle zor bir durumda bırakmaz. Dahası bir mümin bir başka mümini imanından ve ahlakından dolayı sevdiği için, boşandığı kişiye karşı duyduğu imani sevgi, saygı ve hürmet de her zaman devam eder.

Boşanılan kadınların barınmalarının sağlanması...

Müminler, Kuran ahlakının kendilerine kazandırdığı merhamet gereği, boşandıkları kadınları bir anda ortada bırakmazlar. Bu kimselerin kendilerine bakacak aileleri, geçinebilecek maddi imkanları ve hatta kalabilecekleri bir başka evleri dahi olmayabilir. Bu ve benzeri şartları göz önünde bulunduran müminler, kadın kendini bu yönde garanti altına alana kadar, boşanmış oldukları halde, ona her yönden güvence sağlarlar.

Karşılıklı tercihleri doğrultusunda onların kendi evlerinde ya da yine kendi gözetimleri altındaki bir başka yerde barınmalarını sağlarlar. Ancak bu davranışlarının tek amacı Allah'ın rızasını kazanmak ve mümin bir kimseye karşı güzel ahlaklı ve merhametli bir tavır sergileyebilmektir. Bunun dışında en ufak bir menfaat beklentileri söz konusu değildir. Allah, bu süre içerisinde kadınları sıkıntıya düşürebilecek ya da onlara zarar verebilecek hiçbir tavra yanaşmamayı erkeklere tavsiye etmiştir. Kadınlara gösterilen bu şefkatli yaklaşım bir ayette şöyle haber verilmiştir:

(Boşadığınız) Kadınları, gücünüz oranında oturmakta olduğunuz yerin bir yanında oturtun, onlara 'darlık ve sıkıntıya düşürmek amacıyla' zarar vermeyin. Eğer onlar hamile iseler, yüklerini bırakıncaya (doğumlarını yapıncaya) kadar onlara nafaka verin. Şayet sizler için (çocuğu) emzirirlerse, onlara ücretlerini ödeyin. (Durum ve ilişkilerinizi) Kendi aranızda maruf (güzellikle ve İslam'a uygun bir tarz) üzere görüşüp-konuşun. Eğer güçlük içine girerseniz, bu durumda (çocuğu) onun (babası) için bir başkası emzirebilir. (Talak Suresi, 6)

Ayetin devamında ise boşanmanın ardından söz konusu olabilecek her türlü şartın kişiler arasında güzellikle ve İslam'a uygun bir şekilde konuşularak çözümlenmesi tavsiye edilmiştir. Bu tür bir anlaşmayı sağlayan değerler ise kuşkusuz müminin Allah korkusu, vicdanı ve merhameti olacaktır. Karşısındaki kimseye herşeyden önce iman eden bir insan olmasından dolayı değer veren müminler, bu kimsenin zor durumda kalabileceği ya da incinebileceği en ufak bir tavra dahi izin vermez ve üstün bir ahlak örneği sergileyerek kadını kendi isteği süresince barındırır ve ihtiyaçlarını karşılarlar.

Kadına zorla mirasçı olmamak...

Ey iman edenler, kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkışmanız helal değildir. Apaçık olan 'çirkin bir hayasızlık' yapmadıkları sürece, onlara verdiklerinizin bir kısmını gidermeniz (kendinize almanız) için onlara baskı yapmanız da (helal değildir.) Onlarla güzellikle geçinin... (Nisa Suresi, 19)

Allah kadına verilen malın, onun açıkça iffetsiz bir tavır içinde olması dışında hiçbir şekilde zorla geri alınmaması için müminleri uyarmıştır. Kuran'a göre kadına ait olan malın harcanması, tümüyle kendi rızasına bırakılır ve bu konuda hiçbir şekilde bir baskı uygulanmaz.

Ancak unutmamak gerekir ki tüm bu titizlik müminlerin Kuran ahlakını tam olarak yaşamalarından kaynaklanır. Allah'tan korktukları için, şartlar ne olursa olsun, kadınlara gösterdikleri bu merhamet anlayışlarında, hiçbir değişiklik olmaz. Öyle ki, kimsenin görmediği, duymadığı ortamlarda dahi karşılarındaki kişiye aynı merhamet ile yaklaşırlar. Allah'ın, yaptıkları herşeye şahit olduğunu bildikleri için bu tutumlarında sabır ve kararlılık gösterirler.

Kuran'da kadının şefkatle korunmasına ve sıkıntıya düşmesini engellemeye yönelik daha pek çok tedbir yer alır. Tüm bunlar Kuran ahlakının kadına karşı merhameti nasıl teşvik ettiğini ve müminlerin de bu merhamet anlayışını nasıl titizlikle uyguladıklarını açıkça ortaya koymaktadır.

 

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER
  • Giriş
  • Kuran'da Merhamet Nasıl Tarif Ediliyor?
  • Müminler Şefkat ve Merhameti Kimlere Gösterirler?
  • Müminlerin Merhametlerini Yansıtan Ahlak Özellikleri
  • Kuran'ın Kazandırdığı Merhamet Anlayışı Yaşanmadığında Neler Olur?
  • Sonuç
  • Ek Bölüm: Evrim Yanılgısı
  • Yaratılış Gerçeği 1/2
  • Yaratılış Gerçeği 2/2 (Fosiller Evrimi Yalanlıyor)