Kuran ahlakına uygun bir şekilde yaşayan Müslümanlar ile Allah'ı inkar edenler arasındaki temel farklardan biri, Allah'ın iman ederek Kendisinden korkup sakınan ve vicdanlarını kullananlara verdiği akıldır. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Kuran'a Göre Gerçek Akıl) Sahip oldukları akıl sayesinde iman edenler, inkar edenlerin ya da gerçekleri kavrayamayan gaflet içindeki insanların anlamsız veya tesadüf olarak değerlendirdikleri olayların ardındaki hikmetleri hemen fark ederler.
Mümin sabah uyandığı ilk andan itibaren gün içinde karşılaştığı ve yaşadığı her olayda Allah'ın Kuran'da bildirdiği ifadeyle "ayetler" olduğunu bilir. "Ayetler", Kuran'da Allah'ın varlığının, birliğinin ve sıfatlarının kesin delilleri olan olaylar ve varlıklar anlamında kullanılır. Bu ifadeye benzer bir anlam taşıyan diğer bir kavram ise, "iman hakikatleri"dir. İman hakikatleri de, "imana götüren, imana vesile olan ve aynı zamanda imanın artmasını, gelişmesini ve pekişmesini sağlayan gerçekler" olarak tanımlanabilir. Ancak bu ayetleri ya da iman hakikatlerini fark edebilmek yalnızca samimi bir şekilde Allah'a yönelen insanlara ait bir özelliktir. Al-i İmran Suresi'nin 190. ayeti buna bir örnek olarak verilebilir: "Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır." (Al-i İmran Suresi, 190)
İman sahibi ve Kuran ahlakını benimsemiş kimseler için her yeni gün Allah'ın varlığının delilleri ile, iman hakikatleri ile doludur. Örneğin gözlerini açarak güne başlamak, Allah'ın insanlara sunduğu nimetlerden ve üzerinde düşünülmesi gereken iman hakikatlerinden biridir. Öyle ki, insan tüm gece boyunca şuursuz bir şekilde uyur. Uykuda geçen uzun saatlere dair hatırlanabilen tek şey 3-5 saniyelik belli belirsiz rüyalardır. İnsan bu süre içinde dünya ile hiçbir bağlantısı olmadan yatar. Bedeni ve ruhu birbirinden ayrılmıştır ve uyuduğunu sandığı bu süre boyunca aslında bir nevi ölüdür. Nitekim insanların uykuda canlarının alındığını Allah Kuran'da şöyle haber verir:
Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir… (Zümer Suresi, 42)
Sizi geceleyin öldüren (uyutan) ve gündüzün 'güç yetirip etkilemekte (yapıp kazanmakta) olduklarınızı' bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten (uyandıran) O'dur... (Enam Suresi, 60)
Rabbimiz yukarıdaki ayetlerde insanların uykuda canlarını aldığını, ancak daha sonra zamanı belirlenmiş ölüm vakitleri gelinceye kadar tekrar geri verdiğini bildirmektedir. Uyku süresi boyunca insan, bilincini ve dışarıyı algılama yeteneklerini kısmen yitirir. "Ölüm benzeri" olarak belirtilen uykudan şuurlu ve bir gün önceki haline kavuşmuş bir şekilde uyanmak, kusursuz bir şekilde görebilmek, duymak ve hissetmek, üzerinde düşünülmesi gereken mucizevi olaylardır. Gece uyumak için yatağına yatan insan bu eşsiz nimetlerin sabah kendisine yeniden verileceğinden emin olamaz. Ayrıca insan herhangi bir felaketle karşılaşmadan veya sağlık sorunu olmaksızın uyanacağından da asla emin olamaz.
Güne yeni başlayan mümin, bu gerçekleri düşünür; Allah'ın kendi üzerindeki geniş rahmeti ve koruması için O'na şükreder; önündeki yeni günü, Allah'ın hoşnutluğunu ve cenneti kazanmak için Allah'ın kendisine verdiği bir fırsat olarak değerlendirir. Sabah gözünü açtığı anda hemen Allah'a yönelerek samimi bir dua ile güne başlar. Gün içinde Allah'ın daima kendisini izlediği bilinci ile hareket eder. O'nun rızasını kazanmaya, emir ve tavsiyelerini yerine getirmeye titizlik gösterir. Allah ile yakın bir bağlantı kurarak samimi bir dua ile güne başlar. Böylece gün içinde Allah'ın rızasını unutması ya da sınırlarını göz ardı etmesi ihtimali azalır; gün boyunca Allah'ın kendisini dünyada imtihan ettiğinin farkında olarak hareket eder.
Samimi bir şekilde Allah'a yönelmiş bir insanın, kendisine sunulan nimetler üzerinde dikkatle düşünmesi, ona bu nimetleri Allah'ın dışında hiç kimsenin vermeye güç yetiremeyeceğini de görmesine yardımcı olur. İnsanların bu konu üzerinde düşünmeleri gerektiğini Rabbimiz bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:
De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah'tan başka getirebilecek ilah kimdir?"… (Enam Suresi, 46)
Şüphesiz, uykuyu dinlenme zamanı kılan ve sabah vakti insana sahip olduğu nimetleri yeniden bağışlayan, sonsuz bir güç ve ilim sahibi olan Allah'tır. Bu gerçeği kavrayanlar, güne başladıkları ilk andan itibaren Allah'ın yakınlığını hisseder ve bu benzersiz nimetlere sahip olmanın sevincini yaşarlar.
Allah'ın dininden uzak yaşayan ve söz konusu gerçeği düşünmeyen insanlar ise, sahip oldukları nimetlerin hiçbir zaman tam olarak farkına varamaz ve müminlerin yaşadığı bu sevinci yaşayamazlar. Genelde sabahın ilk saatlerinde sıcak bir yataktan kalkmanın zorluğunu, sıkıntısını ya da yeni başlayan güne ayak uydurmanın telaşını hissederler. Bazıları, her sabah yapmak zorunda oldukları işlerden dolayı bezgin ve sıkıntılıdır. Yataktan kalkmak istemez, bir dakika daha fazla uyumakla yataktan kalkmak arasında mücadele ederler. Uyandığında sinirli, gergin, asık yüzlü olmak bu gibi insanlarda çok sık rastlanan bir ahlak bozukluğudur.
Nimetlerin sevincini yaşamayan inkarcılar, sabah uyandıkları andan itibaren her gün aynı şeyleri yapmanın monotonluğana bir kez daha dönerler. Yaşayacakları günün belki de Allah'ın kendilerine verdiği son bir fırsat olduğunun farkında olmayan diğer bir kısım insan ise, sadece daha fazla para kazanmak, daha iyi yaşamak, yalnızca insanlar tarafından ilgi görmek ya da beğenilmek arzusu ile güne tutkulu ve hırslı bir şekilde başlar, acele ile hazırlanırlar.
Allah'ın Kuran'da bildirdiği gerçekleri göz ardı eden insanlar güne farklı şekillerde başlayabilirler. Ancak hepsinin davranışlarında ortak bir akılsızlık vardır: Allah'ın kendilerini yarattığını, O'na kulluk etmek ve O'nun rızasını kazanmakla sorumlu olduklarını ve önlerindeki günün bunun için yeni bir fırsat olduğunu düşünmemek. Allah onların bu durumunu, "İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar" (Enbiya Suresi, 1) ayetiyle haber vermektedir.
Büyük bir gaflet içinde yaşayan bu insanların çok önemli bir hata yaptıkları açıktır. Unutmamak gerekir ki, her sabah, insanın dünya hayatında kendisi için belirlenmiş son gününün başlangıcı olabilir. İşe veya okula giderken yaşanan bir trafik kazası, "beklenmedik" bir kalp krizi veya başka sayısız nedenden ötürü ölüm her an kendisini yakalayabilir. O halde, yukarıda da belirttiğimiz gibi insanın yapması gereken, önündeki günü Allah'ı razı edecek biçimde geçirmek için neler yapabileceğini düşünmek olmalıdır.
İnsanın sabah uyandığında vücudunda meydana gelen değişiklikler birçok hikmet içerir. Hiç istememesine rağmen yüzü şişmiş, saçları kirlenmiş, vücudunda ve ağzında istenmeyen kokular meydana gelmiştir. Aynada gördüğü şişmiş yüzü, dağınık ve bakımsız hali ona ne kadar aciz olduğunu gösterir. Her insan mutlaka sabahları yüzünü yıkamak, dişlerini fırçalamak ve bakım yapmak zorundadır. Bu durum, Kuran ahlakını benimsemiş bir insana kendisini diğer insanlardan üstün görecek bir yönünün olmadığını ve her türlü eksiklikten uzak olanın sadece Allah olduğunu hatırlatır.
İnsanın sabah uyandığında vücudunda meydana gelen değişiklikler birçok hikmet içerir. Hiç istememesine rağmen yüzü şişmiş, saçları kirlenmiş, vücudunda ve ağzında istenmeyen kokular meydana gelmiştir. Aynada gördüğü şişmiş yüzü, dağınık ve bakımsız hali ona ne kadar aciz olduğunu gösterir. |
Ayrıca samimi bir şekilde Allah'a yönelen bir insan, istemediği bu rahatsızlık veren halini aynada görünce, güzel olan şeylere kendi gücü ve isteğiyle sahip olmasının mümkün olmadığını çok daha iyi anlar.
Görüldüğü gibi Allah kullarını, acizliklerini hatırlamaları ve Kendisine yönelmeleri için birtakım eksikliklerle yaratmıştır. İnsanların bedenlerinin ve çevrelerinin kısa süre içinde kirlenmesi buna bir örnektir. Ancak Allah, bu eksiklikleri gidermenin yollarını da insanlara göstermiş ve su, sabun, deterjan gibi çeşitli imkan ve nimetleri onların hizmetlerine sunmuştur. Allah, "Demek ki, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır" (İnşirah Suresi, 5-6) ayetleriyle bu gerçeğe de işaret etmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki, nimetlerin yaratılışındaki bu sırrı fark etmek ve bundan dolayı Allah'a şükretmek, sadece üstün bir anlama ve kavrama yeteneğine sahip olan müminlere verilmiş bir özelliktir.
Gerek sabah gerekse gün içerisinde temizlik yapan bir mümin, Allah'ın kendisine verdiği temizlik malzemelerinden dolayı şükreder. Allah'ın temizliği ve temiz insanları sevdiğini bildiği için yaptığı işi bir ibadet olarak görür ve Allah'ın hoşnutluğunu kazanmayı umar. Rabbimizin Müddessir Suresi'nin 4 ve 5. ayetlerindeki "Elbiseni temizle. Pislikten kaçınıp-uzaklaş" şeklindeki emrini severek yerine getirir.
Allah bir ayette, insanların temizlenme ve diğer ihtiyaçlarını karşılamaları için gökten su indirdiğini şöyle bildirir:
... Sizi kendisiyle tertemiz kılmak, sizden şeytanın pisliklerini gidermek, kalplerinizin üstünde (güven ve kararlılık duygusunu) pekiştirmek ve bununla ayaklarınızı (arz üzerinde) sağlamlaştırmak için size gökten su indiriyordu. (Enfal Suresi, 11)
It can be seen that Allah has created in His slaves some imperfections to remind them of their dependence on Him. The fact that a person's body and environment become dirty within a short time is an example of this. But Allah has shown people how to overcome these imperfections and has made blessings such as soap and detergent available to us. Allah shows this to us in the Qur'an: For truly with hardship comes ease; truly with hardship comes ease. (Surat al-Inshirah, 5-6) The ability to notice this secret of the creation of blessings and to give thanks for them to Allah belongs only to believers endowed with understanding.
Su, insan vücudu, eşya ve ev temizliğinde gerekli olan en temel maddedir. Suyun çıplak gözle görülebilen kirleri ve görülemeyecek kadar küçük olan bakterileri temizleme özelliğinin yanında insanı rahatlatan bir başka özelliği daha vardır. Su, insanın üzerinde biriken, insana yorgunluk ve halsizlik hissi veren statik elektriğin de vücuttan atılmasını sağlar. İnsanın, bedeninde oluşan statik elektriği açık bir şekilde görmesi mümkün değildir. Ancak vücuttaki bu elektrik bazen kazak çıkartırken çıtırtı şeklinde bir sesle, bir yere dokunulduğunda küçük bir elektrik çarpması ile, bazen de saç tellerinin farklı hareketleri ile varlığını hissettirir. İnsan yıkandığında ise üzerinde biriken bu statik elektrikten kurtulur, bu nedenle de tüm vücudunda hafiflik ve rahatlık hisseder. Yağmurdan sonra havada oluşan serinlik ve ferahlık da, suyun havadaki statik elektriği temizlemesinden kaynaklanır.
Daima temiz ve bakımlı olmak Allah'ın beğendiği bir tavırdır. Bu gerçeği cennetteki insanların fiziksel temizliklerine dikkat çekilen bazı ayetlerde de görmek mümkündür.
Allah Kuran'da cennette bulunan insanların "… sanki (her biri) 'sedefte saklı inci gibi tertemiz, pırıl pırıl" olduklarını haber vermektedir. (Tur Suresi, 24) Ayrıca cennette insanlar için "tertemiz eşler" bulunduğu da çeşitli ayetlerde müjdelenmiştir. (Bakara Suresi, 25; Al-i İmran Suresi, 15; Nisa Suresi, 57)
Allah'a iman eden insanlar, dünyada da cennet benzeri bir ortam oluşturmak isterler. İnananlar, Allah'ın cennette olacağını vaat ettiği herşeyi dünyada da mümkün olduğu kadar yaşamaya çalışır; bu nedenle de fiziksel temizliklerine büyük özen gösterirler.
Burada üzerinde durulması gereken önemli bir nokta daha vardır. Bazı insanlar sadece diğer insanlarla birlikte olduklarında veya kendilerini beğendirmeleri gereken ortamlarda bakımlı olmaya özen gösterir; yanlarında başkaları bulunmadığı sırada görünüşlerine ve temizliklerine dikkat etmezler. Akşama kadar yıkanmamış kirli bir yüzle, temiz kokmayan bir ağızla ve bakımsız bir bedenle, pijamalarla dolaşmak, bütün gün dağınık kalan yatakları, bulaşık dolu mutfağı olağan karşılamak, hep bu hatalı mantığın ürünleridir.
Bu mantıktaki insanlar temizliği sadece dıştan bakıldığında pisliğin fark edilmeyeceği kadar yüzeysel yaparlar. Kimi insanlar da banyo yapmayı, kirlenen giysilerini, havlularını, çarşaflarını değiştirmeyi, ütü yapmayı ya da ortalığı toplamayı bir vakit kaybı olarak görür ve belirgin bir kir oluşmadıkça temizlemeye yanaşmazlar. Kirlendiklerinde çoğu zaman, özellikle de soğuk havalarda, yıkanmaya üşenir, kimi zaman sadece saçlarını yıkamakla yetinirler. Bazı kadınların bunun için buldukları bir başka yöntem de, kuaföre giderek sadece saçlarını yıkatmak ve uygun bir şekil verdirmektir. Bu saç modeli bozulana kadar da bir daha yıkanmaya gerek duymazlar. Kirlenen vücutlarının rahatsızlık verici kokusunu, sıktıkları bir parfüm ya da deodorantla fark ettirmemeye çalışırlar, ama bu yöntem, kirli bedenlerini çok daha rahatsızlık verici bir hale getirmekten başka bir işe yaramaz. Kıyafetler için önemsedikleri temizlik şekli ise, sadece dış kıyafetlerinin görünümüdür. Kazaklarında, pantolonlarında ya da paltolarında ciddi bir leke oluşmadığı sürece yıkamazlar. Bunun dışında sigara, is, yemek ya da ter gibi ağır kokuların üzerlerine sinmiş olmasında bir sakınca görmez ve bunu temizlenmek için yeterli bir sebep olarak düşünmezler. Böylesine sağlıksız koşullarda bir hayat sürmek, bu mantığı benimseyen genç, yaşlı her insana zarardan başka bir şey kazandırmaz. Sağlıksız beslenmekten ve pislikten dolayı hastalıktan kurtulamazlar. Sigara dumanıyla kaplı ortamlarda yaşamaktan renkleri sararır, ciltleri bozulur, ciğerleri zarar görür. Bunlar sadece bedenlerinde gördükleri zararlardır. Bunun yanında sürekli olarak dağınık ve pis ortamlarda, kendileri gibi bakımsız ve kirli insanlarla iç içe yaşamak zorunda olmaları ruh sağlıklarını da olumsuz yönde etkiler. Zamanla güzellikten, estetikten, temizlikten, ince düşünceden zevk almayan duyarsız ve tepkisiz bir ahlaka sahip olurlar. Bu durum elbette ki bilerek ve isteyerek yaptıkları akılsızca seçimin sonucudur.
Oysa Allah Müslümanları, en güzel ve en temiz ortamları hazırlamaları için teşvik eder. Allah inananlara yiyeceklerinden, kıyafetlerinden, yaşadıkları ortamlara kadar herşeylerinde mutlak bir temizliği emretmiştir:
Ey insanlar yeryüzünde olan şeyleri temiz ve helal olarak yiyin... (Bakara Suresi, 168)
Sana, kendilerine neyin helal kılındığını sorarlar. De ki: "Bütün temiz şeyler size helal kılındı."... (Maide Suresi, 4)
... O (peygamber), onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar (pis) şeyleri haram kılıyor... (Araf Suresi, 157)
Hani Evi (Kabe'yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. "İbrahim'in makamını namaz yeri edinin", İbrahim ve İsmail'e de, "Evimi tavaf edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde edenler için temizleyin" diye ahid verdik. (Bakara Suresi, 125)
... Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin... (Kehf Suresi, 19)
Katımızdan ona (Yahya) bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi. (Meryem Suresi, 13)
Cahiliye insanlarının oluşturduğu yaşam tarzı, kendi elleriyle kendilerine huzursuz ve sağlıksız ortamlar hazırlarken, Müslümanlar Kuran ahlakına uyarak, ahiretten önce dünyada da çok güzel bir hayat yaşarlar. Cahiliye insanları hem kendilerine hem de çevrelerine sıkıntı verici ortamlar oluştururken, Müslümanlar her insanın rahat ve huzur içinde yaşayacağı, sağlıklı ve dinç olacağı mekanlarda hayatlarını sürdürürler.
Kısacası mümin, Kuran ahlakının gereği olarak başkaları için değil, Allah'ın beğendiği bir tavır olduğu ve kendisinin de doğal olarak en rahat ettiği tavır bu olduğu için temiz ve bakımlı olur. Bulunduğu mekanı temizleyerek diğer insanlar için de rahatlatıcı bir ortam oluşturmaktan büyük zevk duyar; temizlik konusunda en ufak bir gevşeklik göstermez; her zaman temiz ve bakımlı olmak için elinden geleni yapar.
Mümin gün içerisinde giyeceği kıyafetleri belirler ve giyinirken önemli bir gerçeğin bilincindedir. Bu gerçek, giysilerin Allah'ın sayısız nimetlerinden biri olduğu ve yaratılmasında birçok hikmet olduğudur. Bütün insanlar bu nimetten faydalanırlar; ancak sadece Kuran ahlakını yaşayan müminler kendilerine sunulan bu güzelliğin Allah'ın bir lütfu olduğunu gereği gibi fark ederek O'na şükrederler. |
Mümin gün içerisinde giyeceği kıyafetleri belirler ve giyinirken önemli bir gerçeğin bilincindedir. Bu gerçek, giysilerin Allah'ın sayısız nimetlerinden biri olduğu ve yaratılmasında birçok hikmet olduğudur. Bütün insanlar bu nimetten faydalanırlar; ancak sadece Kuran ahlakını yaşayan müminler kendilerine sunulan bu güzelliğin Allah'ın bir lütfu olduğunu gereği gibi fark ederek O'na şükrederler. Giysiler mümine hemen şunları hatırlatır: Yünlü, pamuklu veya ipekli giysilerin, çeşit çeşit kıyafetlerin kaynağı canlılardır. Günlük yaşantının hemen her anında kullanılan giyim eşyaları, yaratılış harikası bitki ve hayvanlardan elde edilmektedir. Diğer bir ifadeyle Allah, insanların, en temelinden en lüksüne kadar her türlü giyim gereksinimini karşılayacak özelliklerle donatılmış canlıları yaratmasaydı, söz konusu ürünler de olmayacaktı.
İnsanların bir çoğu, bu gerçekleri bilmelerine rağmen, inkar etmeleri ya da gaflet içinde olmaları nedeniyle sahip oldukları nimetleri takdir edemezler. Doğdukları andan itibaren ihtiyaç duydukları giysiler kendilerine sunulduğu için, giyinmek bu insanlar için bir alışkanlık olmuştur. Bu alışkanlık da kendilerini, giyeceklerin bir nimet olduğunu hatırlamaktan ve şükretmekten alıkoyar. Oysa Rabbimizin, dünya üzerindeki nimetleri yaratma sebeplerinden biri, insanların bu nimetler için Kendisine şükretmeleridir. O halde Rabbimizin bizim için yarattığı giyeceklerdeki hikmetleri, bize sağladığı faydalardan başlayarak ele alalım.
Giyecekler insan vücudunu soğuğa, güneşin zararlı ışınlarına, çevreden gelebilecek çarpma, kesilme gibi küçük tehlikelere karşı koruyan bir kalkan niteliğindedir. Eğer giyecekler olmasaydı, hassas bir deriyle kaplı olan insan bedeni, saydığımız bu tür olumsuzluklardan dolayı sık sık zarar görürdü. Bu da insana hem acı verir, hem sağlığını tehdit eder, hem de cildinin oldukça kötü bir görünüm kazanmasına neden olurdu.
Koruyucu bir özelliğe sahip olan giyeceklerin yaratılışındaki hikmetlerden bir diğerini Rabbimiz Kuran'da şöyle bildirir:
Ey Ademoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size 'süs kazandıracak bir giyim' indirdik (var ettik)… (Araf Suresi, 26)
Yukarıdaki ayette dikkat çekildiği gibi, giysiler insan için çok daha estetik bir yapı oluşmasına sebep olur.
Açıktır ki, vazgeçilmez bir ihtiyaç olan giyecekler Allah'ın bizim kullanımımıza verdiği son derece önemli bir nimettir. Bunun bilincinde olan mümin, giysilerini kullanırken son derece titiz ve özenli davranır. Bu, onun, Allah'ın kendisine sunduğu nimetlere karşı şükredici olduğunu, fiili olarak da göstermesidir. |
Açıktır ki, vazgeçilmez bir ihtiyaç olan giyecekler Allah'ın bizim kullanımımıza verdiği son derece önemli bir nimettir. Bunun bilincinde olan mümin, giysilerini kullanırken son derece titiz ve özenli davranır. Bu, onun, Allah'ın kendisine sunduğu nimetlere karşı şükredici olduğunu, fiili olarak da göstermesidir.
Kuran ahlakının getirdiği bir özellik olarak her harcamasında dengeli davranan mümin, giysi alırken de aynı tavrı gösterir. İhtiyacı olanı, kendisine yakışanı ve makul olanı satın alır. Gereksiz harcama yaparak israf etmez. "Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yoldur." (Furkan Suresi, 67) ayetinin gereğini yerine getirir.
Kuran ahlakını yaşayan bir insanın dikkat ettiği bir diğer konu ise giysilerini temiz tutmaktır. Çünkü bu, Kuran'da "Elbiseni temizle. Pislikten kaçınıp-uzaklaş." (Müddessir Suresi, 4-5) ayetleriyle emredilmektedir. Mümin, Allah'ın bu emrini tüm emirlerinde olduğu gibi titizlikle yerine getirir; imkanları ölçüsünde, elinden geldiğince temiz giyinmeye özen gösterir.
Kuran ahlakını yaşayan bir insanın giyinmeye gösterdiği önem bu kadarla sınırlı kalmaz. Örnek bir ahlaka sahip mümin için temiz giyinmenin yanında, olabildiğince estetik ve uyumlu giyinmek de önemlidir. Nitekim ayetteki, "'süs kazandıracak bir giyim' indirdik" (Araf Suresi, 26) ifadesiyle giyinmenin estetiğe yönelik bir amacının olduğuna da dikkat çekilmiştir. Peygamberimiz (sav)'in kıyafet tarzının ve bu konudaki tavsiyelerinin aktarıldığı hadislerde de bu konuda örnekler bulunmaktadır. Örneğin Peygamber Efendimizin torunu Hz. Hasan, onun giyim konusu hakkındaki görüşünü şöyle ifade etmiştir:
"Peygamber Efendimiz bize elde ettiğimizin en iyisini giymemizi ve bulabildiğimiz en hoş kokuları sürmemizi emrederdi." (Maulana Muhammad Manzoor No'mani, Ma'ariful Hadith)
Peygamberimiz (sav)'in giyim tarzı ile ilgili aktarılan bilgilerden bir tanesi ise şudur:
Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam üzerinde mümkün olan en güzel elbiseyi gördüm." (Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 15. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s .68-69)
Peygamber Efendimiz, ashabından biri dış görünümüne önem vermediğinde veya bakımsız olduğunda onu da hemen uyarırdı. Bu konuya ait bir örnek şu şekilde nakledilmektedir:
Üzerimde sade bir elbise olduğu halde Resulullah'ın yanına gelmiştim. Bana: "Senin malın yok mu?" diye sordu. "Evet var" cevabıma: "Hangi çeşit maldan?" sorusunu yöneltti. "Her çeşit maldan Allah bana vermiştir" demem üzerine: "Öyle ise Allah Teala Hazretleri sana bir mal verdiği vakit Allah'ın verdiği bu nimetin eseri ve fazileti senin üzerinde görülmelidir" buyurdular. (Prof. Dr. Ali Yardım, Peygamberimizin Şemaili, Damla Yayınevi, 3 Baskı, İstanbul, 1998, s. 119)
Allah Kuran ayetlerinde giysiler ve takılardan üstün bir cennet nimeti olarak bahsetmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Hiç şüphesiz Allah, iman edenleri ve salih amellerde bulunanları altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler; oradaki elbiseleri ipek(ten)tir. (Hac Suresi, 23)
Hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler, karşılıklı (otururlar). (Duhan Suresi, 53)
Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir... (İnsan Suresi, 21)
Rabbimiz bu ayetlerde ipek ve atlastan elbiselerden, gümüş, altın ve inciden yapılan süslerden bahsetmiştir. Bu süsler dünya hayatında, cennettekilerin bir benzeridir. İman eden bir insan için bu süsleri görmek -bu süslere sahip olsun ya da olmasın- cenneti düşünmesi ve cennete duyduğu özlemin artması için bir vesiledir. Mümin, bunların yaratılışındaki hikmeti görür ve bilir ki dünya hayatında karşısına çıkan bütün nimetler geçicidir. Asıl olan ve ebediyen varlığı sürecek olan nimetler ise ahiret yurdundadır:
Şüphesiz iman edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz gerçekten en güzel davranışta bulunanın ecrini kayba uğratmayız. Onlar; altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır, orada altın bileziklerle süslenirler, hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup-dayanırlar. (Bu,) Ne güzel sevap ve ne güzel destek. (Kehf Suresi, 30-31)
Kuran ahlakını yaşayan bir insan için giyim konusunda düşünülmesi gereken noktalardan biri de, dış görünüşün insanlarla kurulan ilişkilerde oldukça önemli olduğudur. Bu nedenle mümin, insanları Kuran ahlakına davet ederken kıyafetine daha fazla önem verir. Mümkün olduğu kadar güzel, temiz, uyumlu, abartısız kıyafetler giymeye gayret eder. Bu durum, onun, Allah'ın emirlerine olan titizliğini, diğer insanlara saygı duyduğunu gösterir.
Karşısındaki insanın psikolojik durumunu, neyi nasıl algılayacağını düşünmek ve o insana sonsuz kurtuluşu müjdelerken en fazla etkiyi sağlamak için -her alanda olduğu gibi- giyim kuşam konusunda da ince düşünceli olmak yalnızca Kuran ahlakını yaşayan insanlara has bir özelliktir.
Sonuç olarak, iman eden bir kimse Peygamberimiz (sav)'i örnek alır ve gerek evinde gerekse toplum içinde daima temiz, bakımlı, göze hoş gelen kıyafetlerle dolaşır; bunu da büyük zevk alarak ve Allah'ın hoşnutluğunu kazanmayı umarak yapar.
Allah'ın kendisine düşünme ve anlama yeteneği verdiği bir mümin, sabah kahvaltı yapmak için mutfağa girdiğinde hizmetine sunulan nimetlerin ve yiyeceklerin tümünün yaratılışında birçok iman hakikatinin gizli olduğunu bilir.
Örneğin yiyeceklerini pişirmek için kullandığı ateş, aslında kendisi de dahil birçok şeye büyük ölçüde zarar verebilecek; hatta yanıp yok olmasına yol açacak bir özelliğe sahiptir. Ancak ateş, besin maddelerini yenebilecek bir duruma getirmek (ısınmak, çok çeşitli sanayi ürünlerini üretmek...) için zorunludur ve bu açıdan büyük bir nimettir. Diğer bir ifadeyle, yeryüzündeki herşey gibi ateş de insanın hizmetine verilmiştir. Allah ayette şöyle bildirir: "Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi…" (Casiye Suresi, 13)
Allah'ın kendisine düşünme ve anlama yeteneği verdiği bir mümin, sabah kahvaltı yapmak için mutfağa girdiğinde hizmetine sunulan nimetlerin ve yiyeceklerin tümünün yaratılışında birçok iman hakikatinin gizli olduğunu bilir. |
Bunun yanında ateş, iman eden bir insan için dünya hayatında cehennem azabının bir hatırlatmasıdır. Allah Kuran'da cehennemde yaşanacakları tasvir ederken, şiddetli bir ateşten bahsetmektedir. Rabbimiz inkar edenler için yarattığı ateş azabını bazı ayetlerde şöyle anlatmaktadır:
O gün onlar, ateşin üstünde tutulup-eritilecekler. (Zariyat Suresi, 13)
Ateş, onların yüzlerini yalayarak yakar da onun içinde onlar, (etleri sıyrılmış olarak sırıtan) dişleriyle kalıverirler. (Mü'minun Suresi, 104)
Kim Allah'a ve Resûlü'ne iman etmezse, (bilsin ki) gerçekten Biz, kafirler için çılgınca yanan bir ateş hazırlamışızdır. (Fetih Suresi, 13)
İmani derinliğe sahip olan müminin cehennemdeki bu şiddetli ateş azabını düşününce Allah korkusu daha da artar. Allah'a dua eder ve cehennem ateşinden O'na sığınır.
Samimi ve ön yargısız olarak düşünen bir insan için kahvaltı sofrasındaki besin maddelerinde de birçok hikmet vardır. Ekmek, bal, süt, domates, biber, zeytin, yumurta, çay, kahve gibi tatları, kokuları, besin değerleri, renkleri farklı gıdaların her biri birer nimettir. Bunlar vücudun ihtiyaç duyduğu proteinleri, aminoasitleri, karbonhidratları, yağları, vitaminleri, mineralleri ve sıvıları sağlarlar. Sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için düzenli olarak beslenmek gereklidir. Ancak bu zor, sıkıcı veya külfetli değil, insanın hoşuna giden bir durumdur. Yemekler, içecekler, meyveler, sebzeler, pastalar, tatlılar, şekerlemeler hem insanın her türlü gıda gereksinimini karşılar, hem de ona büyük bir zevk verirler.
Aslında bu saydıklarımız tüm insanların çok iyi bildikleri, dünyaya gelmelerinden bu yana 24 saat iç içe oldukları küçük ayrıntılardır. Ancak insanların birçoğu Rabbimizin günlük hayatta bizlerin emrine sunduğu bu güzellikler üzerinde gereği gibi düşünmezler. Her birini alışkanlıkla değerlendirir, ne kadar değerli olduklarının farkına varmazlar.
Oysa hepsi birbirinden leziz yiyecek ve içecekler insan vücuduna farklı yararlar sağlayacak özelliklere sahiptir ve hepsinin yaratılışında büyük harikalar vardır. Örneğin bal, birkaç gramlık bir bedene sahip arılar tarafından adeta mucizevi bir şekilde üretilir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Balarısı Mucizesi) Gerek içinde barındırdığı vitaminler ve minerallerle, gerekse yapısal özellikleri sebebiyle insanlar için tam bir şifa niteliğindedir. Rabbimiz balın bu özelliğini ve arıya bal yapmayı ilham ettiğini Kuran'da şöyle bildirir:
Rabbin balarısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
Balın oluşumunu düşünen bir mümin, ondaki yaratılış mucizesini fark eder; balın ana malzemesini sağlayan çiçeklerin ve meyve tomurcuklarının, nektarı bala dönüştüren arıların ve bal gibi benzersiz bir besinin tesadüfen var olamayacağını hemen anlar. Tüm bunlar ise onun Allah'a olan yakınlığını artırır.
Ayrıca küçücük bir arının Rabbimize olan katıksız itaati de bir iman hakikatidir. Mümin, aklı ve şuuru olmadığı halde kusursuz bir disiplinle hiç durmadan çalışan balarısının yaptığı kusursuz işleri Allah'ın ilhamıyla gerçekleştirdiğini düşünüp anlar.
Allah, insana faydalanması için sunduğu et, süt, peynir, tereyağı, yumurta gibi hayvansal besinlerin birer nimet olarak önemini ise Mü'minun Suresi'nde şöyle bildirmektedir:
Gerçekten hayvanlarda da sizin için bir ders (ibret) vardır; karınlarının içinde olanlardan size içirmekteyiz ve onlarda sizin için daha birçok yararlar var. Sizler onlardan yemektesiniz. (Mü'minun Suresi, 21)
Bu ayette insanların hayvanlardan sağladıkları faydalar bildirilirken "karınlarının içinde olanlardan" bahsedilmektedir. Örneğin, bir ineğin karnında yediği besinler, içtiği su damarlarında dolaşan kan, iç organları ve sindirilen besinlerden arta kalanlar bulunur. Bu kadar karışık maddenin içinden bembeyaz bir renkte, tertemiz ve güzel kokulu, insana faydalı bir sıvının, yani sütün çıkması ise gerçekte büyük bir mucizedir. Üstelik içinde atık maddelerin de bulunduğu bir yerde olmasına rağmen süt, en sağlıklı koşullarda üretilmektedir.
Allah'ın üstün ilminin bir başka göstergesi ise, beyaz renkte olan sütün ham maddesinin yalnızca yeşil ot olmasıdır. Ancak, süt veren hayvanlar Allah'ın vücutlarında yarattığı mükemmel sistemlerle, katı ve yeşil bir maddeden sıvı ve beyaz bir madde oluşturmaktadırlar. Rabbimiz sütün yapısını, Kuran'da şöyle bildirir:
Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır, size onların karınlarındaki fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından, içenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz. (Nahl Suresi, 66)
Bilindiği gibi süt, insan bünyesinin ihtiyaç duyduğu birçok maddeyi içeren çok zengin bir besindir; hem çocukların hem de yetişkinlerin beslenmesinde hayati bir rol oynar.
Hayvanlardan elde ettiğimiz, kendisi küçük, ancak besleyici değeri yüksek bir gıda da yumurtadır. Protein, vitamin ve mineral deposu olan yumurtanın oluşumu bir başka mucizedir. Hiçbir bilince sahip olmayan tavuk, kendi ihtiyacı olmamasına rağmen her gün yumurta üretmekte ve ürettiği yumurtayı mükemmel bir ambalajla koruma altına almaktadır. Yumurtanın kabuğunun, içindeki sıvının etrafında nasıl mükemmel bir şekilde oluştuğu ya da bir kapağı olmadığı halde sıvının kabuğun içine nasıl yerleştirildiğini düşünmek, iman sahibi bir insanın Allah'ın yaratma sanatına duyduğu hayranlığı artırır.
Allah Kuran'da, samimiyet ve kararlılıkla şükredenlere nimetlerini artıracağını bildirmiş, nankörlük edenlere ise azabının şiddetli olduğunu hatırlatmıştır. |
Yine kahvaltıların vazgeçilmez içeceklerinden olan çay, bir bitkiden elde edilir. Bu bitkinin yaprakları belirli işlemlerden geçirildikten sonra, güzel kokulu ve insanın uykusunu açan özelliğe sahip bir içecek haline dönüştürülür. Çay da dahil olmak üzere, aynı topraktan çıkan binlerce tür bitki, onları yaratan Allah'ın sonsuz güç, ilim ve merhametini gözler önüne sermektedir. Rabbimizin En'am Suresi'nin, 141. ayetinde belirttiği gibi; "Asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları ve tatları farklı ekinleri, zeytinleri ve narları -birbirine benzer ve benzeşmez- yaratan O'dur…"
Şunu da belirtmek gerekir ki, Allah yarattığı sınırsız nimetlerden insanları dilediği kadar rızıklandırmaktadır. Allah insanları dünya hayatında zenginlikle ve fakirlikle denemekte, bu denemeler karşısında güzel ahlak gösterenlerden hoşnut olmakta, onların sonsuz cennet nimetlerine kavuşacaklarını Kuran'da bildirmektedir. Örneğin, kimi insanların kahvaltı masaları türlü yiyeceklerle doluyken, kimisi sadece birkaç çeşitle rızıklandırılır. Ancak mümin, imkanları ne olursa olsun, her zaman Allah'ın hoşnut olacağı şekilde davranır ve O'na tüm samimiyetiyle şükreder. Zenginse, bundan dolayı böbürlenmez, şımarmaz. Eğer fakirse, bundan dolayı en ufak üzüntü duymaz ve bunun sıkıntısını yaşamaz.
Mümin, Allah'ın kendisini denemeden geçirdiğini ve dünya hayatındaki herşeyin geçici olduğunun farkındadır. Nitekim Kuran'da Allah, insanları hayırla ve şerle (kötülükle) deneyeceğini, "... Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz" (Enbiya Suresi, 35) ayetiyle bildirir. Bu nedenle Kuran ahlakını yaşayan bir insan kendisine sunulan nimetlerin değil, nimetlere karşı tutumunun Allah katında bir karşılığı olduğunu bilir. Mümin, imkanları sınırlı olsa da içtenlikle Allah'a şükreder. Allah Kuran'da, samimiyet ve kararlılıkla şükredenlere nimetlerini artıracağını bildirmiş, nankörlük edenlere ise azabının şiddetli olduğunu hatırlatmıştır:
Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir." (İbrahim Suresi, 7)
Çevresindeki kusursuz yaratılış delilleri üzerinde düşünen kişi, yiyeceklerdeki hikmetlerin yanı sıra, bunları kolay bir şekilde yiyebilmesi için yaratılmış olan ağzının yapısındaki ve işlevlerindeki hikmetleri de görür. Öyle ki, insanın yemek yiyebilmesi için dudakları, dişleri, dili, çene kemiği, tükürük bezleri, milyarlarca hücresi kusursuz bir uyum içinde çalışır. Burada öylesine mükemmel bir organizasyon söz konusudur ki, birçok işlem bir anda hiçbir aksaklık olmadan yapılabilir. Dişler yiyeceği koparıp parçalarken, dil hiç durmadan onu, dişlerin arasına tekrar tekrar çiğnenmesi için taşır. Çene kemiği sahip olduğu güçlü kaslarla dişlerin çiğneme işini yapmasına yardımcı olur ve dil ile uyumlu bir şekilde hareket eder. Dudaklar ise yiyeceğin dışarıya çıkmasını önlemek için güvenli bir kapı niteliğindedir.
Ayrıca bu organların her birini oluşturan parçaların kendi içlerinde de kusursuz bir iş birliği vardır. Örneğin dişlerin her biri, bulundukları yere ve yapısına göre koparma, çiğneme gibi görevler üstlenmiştir. Tüm dişler yerleri ve görevlerine uygun ve düzenli bir şekilde sıralanmış; hepsi karşısındaki dişle ortak bir şekilde çalışabilecekleri kadar uzamış ve sabit bir boyda kalmışlardır.
Elbette, bu organlar akla ve şuura sahip değildir; kendi aralarında ortak karar alıp iş birliği yapmaları söz konusu olamaz. Yukarıda kısaca bahsedilen özel ve üstün düzenleme rastlantıların sonucu da oluşamaz. Çünkü her parça belirli bir amaç doğrultusunda, tam olması gerektiği gibi planlanmıştır. Şüphesiz bu muhteşem tasarım, "Herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiş" (Furkan Suresi, 2) olan Rabbimize aittir. Allah, bunların tümünü insanın rahat ve zevk alacak şekilde yemek yemesini sağlayacak şekilde yaratmıştır.
Müminin aklından geçirdiği bir diğer önemli konu da, mutfaktaki yemeklerin kokularını ve tatlarını hiçbir güçlük çekmeden algılamasıdır. Bu, sahip olduğu harikulade sistemler sayesinde mümkün olmaktadır. Koku ve tat alma duyuları bir ömür boyu durup dinlenmeksizin, tek bir hata yapmaksızın onun adına faaliyet göstermektedir. Üstelik bunlar için herhangi bir bedel ödememiş; böyle bir beceriyi elde etmek için hiçbir eğitim almamış, özel bir çaba harcamamıştır. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Koku ve Tat Mucizesi)
İnsan eğer tat alma sistemiyle donatılmış olmasaydı, çeşit çeşit yemeklerin, tatlıların, etlerin, balıkların, sebzelerin, çorbaların, salataların, pastaların, böreklerin, meyvelerin, içeceklerin, reçellerin, dondurmaların, şekerlemelerin hiçbir anlamı kalmayacaktı. Dahası, bunların tatları lezzetli olmayabilir; tatsız, yavan, nahoş, mide bulandırıcı veya rahatsız edici olabilirdi. Hiç şüphesiz tatlar ve tat alma sistemi insan için özel olarak yaratılmıştır. Alışkanlığın getirdiği bir vurdumduymazlıkla bu gerçeği göz ardı etmek büyük bir hata olacaktır. Allah güzel ve temiz besinleri insanlar için yarattığını Kuran'da şöyle bildirir:
Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel-temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir. (Mümin Suresi, 64)
Şüphesiz, düşünen ve akleden insanlar için her tat, Allah'ı gereği gibi takdir etmeye, O'nu minnetle anmaya, O'nu yüceltmeye ve O'na şükretmeye bir vesiledir. Leziz yiyecek ve içeceklerin tümünün Allah'tan olduğunu bilen mümin de her sofraya oturuşunda bunlar üzerinde düşünür ve Rabbimize şükreder. Allah Kuran'da şöyle bildirir:
Ölü toprak kendileri için bir ayettir; Biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık, böylelikle ondan yemektedirler. Biz, orada hurmalıklardan ve üzüm-bağlarından bahçeler kıldık ve içlerinde pınarlar fışkırttık: Onun ürünlerinden ve kendi ellerinin yaptıklarından yemeleri için. Yine de şükretmiyorlar mı? (Yasin Suresi, 33-35)
Ellerimizin yaptıklarından kendileri için nice hayvanları yarattığımızı görmüyorlar mı? Böylece bunlara malik oluyorlar. Biz onlara kendileri için boyun eğdirdik; işte bir kısmı binekleridir, bir kısmını(n da etini) yiyorlar. Onlarda kendileri için daha nice yararlar ve içecekler vardır. Yine de şükretmeyecekler mi? (Yasin Suresi, 71-73)
Bazı insanlar ise hayatları boyunca mükemmel bir şekilde ihtiyaçlarını karşılayan, farklı kokulara ve tatlara sahip lezzetli gıdaları tüketmelerine rağmen, son derece önemli bazı gerçekleri düşünme gereği hissetmezler. Bu eşsiz nimetleri Allah'ın kendileri için özel olarak yarattığını ve kendilerine sunduğunu, bunlar için Allah'a şükretmeleri gerektiğini anlamazlıktan gelirler. Oysa bu, son derece yanlış bir tutumdur. İnsanlar ahirette Allah'a karşı şükredici olup olmadıkları konusunda sorguya çekileceklerini unutmamalıdırlar.
Burada üzerinde durulması gereken bir nokta da şudur: Mümin, bedeninin kendisine Allah'ın bir emaneti olduğunun, bu eşsiz nimete en iyi şekilde bakmakla sorumlu olduğunun ve bunun için sağlıklı beslenmesi gerektiğinin bilincindedir. Salih ameller yapabilmesi için sağlıklı olması, bunun için de yeterli ve dengeli beslenmesi gerektiğinin farkındadır. Vücudundaki 100 trilyon hücrenin gelişmesi, yenilenmesi ve düzenli çalışması için tüm besinlerden ihtiyacını karşılayacak kadar almasının zorunlu olduğunu bilir. İşte bu yüzden, gerek kahvaltıda gerekse gün boyu temiz, sağlıklı ve doğal gıdalar alır; ne kadar çekici veya lezzetli görünürse görünsün zararlı besinlerden kaçınır. Bu konuda tembellik ve umursamazlık da yapmaz. Örneğin organlarının faaliyetlerinin, vücudunun toksit maddelerden arınmasının, bitkinliğin, yorgunluğun aşılmasının (birçok insanın düzenli olarak içmeyi ihmal ettiği) suya bağlı olduğunu bilir ve gün içinde düzenli olarak su içmeye itina eder. Peygamberimiz (sav) de suyun önemine birçok kez dikkat çekmiştir.
Örneğin bir yolculuğu sırasında, bir yerde durmuş ve yanındakilerden su istemiştir. Elini ve yüzünü yıkadıktan sonra, sudan içmiş ve yanındaki sahabelerine de "Siz de yüzünüze, boynunuza bir miktarını dökün" demiştir. (Tam Metni Sahih-i Buhari, Konyalı Mehmed Vehbi, 4. cilt, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1993, s. 64-65) Peygamberimiz (sav) su içtikten sonra şöyle dua etmiştir:
"Rahmetiyle suyu tatlı olarak yaratan, acı ve tuzlu yaratmayan Allah'a hamd olsun."(Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 16)
Kahvaltılarını yapan ve hazırlıklarını tamamlayan insanları işyerlerinde, okullarında veya farklı ortamlarda çeşitli uğraşılar beklemektedir. İnsanların birçoğunun akşam olmadan önce yapmaları gereken belirli işler vardır. Allah Kuran'da bu durumu, "… gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır." (Müzzemmil Suresi, 7) ve "O... gündüzü de yayılıp-çalışma (zamanı) kılandır." (Furkan Suresi, 47) şeklinde bildirmektedir.
Kahvaltılarını yapan ve hazırlıklarını tamamlayan insanları işyerlerinde, okullarında veya farklı ortamlarda çeşitli uğraşılar beklemektedir. İnsanların birçoğunun akşam olmadan önce yapmaları gereken belirli işler vardır. |
Mümin önündeki her günü, Allah'ın hoşnutluğunu, sevgisini ve cennetini kazanmak ve hayırlı işler yapmak için yeni bir fırsat olarak görür. İşleri ne kadar yoğun olursa olsun, Allah'ın hoşnutluğunu aramayı bir an bile olsun unutmaktan sakınır. "… Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat." (Neml Suresi, 19) ayetinde bildirilen Hz. Süleyman'ın duasını kendine örnek alır ve gün içinde yapabileceği şeyleri Rabbimizin kendisine ilham etmesini diler.
İşine veya okuluna gitmek üzere evinden dışarı çıkan herkes, aslında düşünmesi gereken pek çok varlık ve olayla karşı karşıya kalır. İnsanın gördüğü herşey Allah'ın bilgisi dahilinde ve O'nun dilemesiyle oluşmuştur, mutlaka belirli bir sebebi vardır. İşte bu gerçeği aklından çıkarmayan mümin, başını yukarıya kaldırdığında gökyüzünün mükemmel bir şekilde yaratılmış olduğunu görür. "Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık..." (Enbiya Suresi, 32) ayetinin tecellisiyle karşılaştığını anlar.
Gökyüzünün "korunmuş tavan" olma özelliği, sahip olduğu atmosferden kaynaklanır. Yerküremizi çepeçevre kuşatan atmosfer, canlılığın devamı için son derece hayati işlevleri yerine getirir. Atmosfer, uzaydan gelen ve canlılar için zararlı olan ışınları filtre eder; Dünya'ya doğru yaklaşan irili ufaklı pek çok gök taşını eriterek, Dünya'ya ve canlılara zarar vermesini engeller; Dünya'yı, uzayın ortalama eksi 270 derecelik dondurucu soğuğundan korur. İnsanların birçoğu gereği gibi takdir etmeseler de, Allah yaşam için ideal bir ortam yaratmış ve onları gökyüzünden gelecek tehlikelere karşı korumuştur.
Allah, göğü gözlemleyen bir müminin, uyumlu ve kusursuz yaratılış delillerini kısa sürede anlayacağını Kuran'da şöyle bildirmektedir:
O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)
Allah göklerin ve yerin yaratılışında, imani bir derinlikle bakanlar için deliller olduğunu Kuran'da şöyle haber vermektedir:
Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir. (Kaf Suresi, 6-8)
Bakışlarını gökyüzünden yere çeviren mümin başka bir yaratılış delili ile karşılaşır. Üzerinde güvenle yürüdüğü yerin altı, magma denilen bir "ateş tabakası" ile kaplıdır. Üstelik yer kabuğu son derece incedir; yani bu ateş neredeyse hemen ayaklarının altındadır. Öyle ki yeryüzü kabuğunun tüm dünyaya kıyasla kalınlığı, bir elma kabuğunun tüm elmaya kıyasla kalınlığına benzetilebilir. İşte bu gerçekleri aklından geçiren mümin, dünyanın ve dünya üzerindeki tüm canlıların Allah'ın dilemesiyle, O'nun yarattığı kusursuz bir denge sayesinde yaşadıklarını ve güvenlik içinde varlıklarını sürdürdüklerini bir kez daha anlar.
Hikmet gözüyle bakan müminler çevrelerindeki güzellikleri ve yaratılış harikalarını hemen fark ederler. Örneğin, havada büyük bir zerafetle süzülen kuşlar, manavın vitrinini süsleyen göz alıcı renklere sahip meyveler, bir pastaneden yayılan etkileyici kokular, Allah'ın nimetleri olduğu için bir mümine, diğer insanların kavrayamayacağı anlamlar ifade eder.
Sokakta yürürken önüne çıkan sayısız ayrıntıdaki "deliller" üzerinde düşünen mümin, diğer taraftan davranışlarına da dikkat eder. Örneğin abartı ve gösterişten uzak bir şekilde yürür. Çünkü Allah "Yürüyüşünde orta bir yol tut..." (Lokman Suresi, 19) ayetiyle, mütevazi bir yürüyüş şeklinin doğru olduğunu haber verir. Mütevazi olan insan Allah'ın emrine uyarak, tüm tavırlarında olduğu gibi yürüyüşünde de orta bir yol tutmakla Allah katında da, müminlerin gözünde de makbul bir konuma gelir.
İnananlar insanı yaratanın ve ona bütün özelliklerini verenin Allah olduğunu bilirler. Ancak, Kuran ahlakından uzak yaşayan insanlar bu gerçeği göz ardı eder ve sahip oldukları özelliklerin kendilerine ait olduğunu düşünürler. Güzelliklerini, zenginliklerini, bilgili veya başarılı olmalarını kendilerine mal eden bu insanlar, büyüklenir ve kibirlenirler. Kibirleri nedeniyle insanları ezmek ve onlara üstünlüklerini göstermek isterler. Bu düşünceleri sözlerine ve bütün davranışlarına yansıdığı gibi yürüyüşlerine de yansır. Oysa her insan Allah'ın üstün ilim ve kudreti karşısında acizdir, yaşamının her anında Allah'a muhtaçtır. Allah bu gerçeğin şuurunda olmayan insanları Kuran ayetleriyle uyarmakta, böbürlenmeyi Kuran'da şöyle yasaklamaktadır:
İnsanlara yanağını çevirip böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Lokman Suresi, 18)
Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin. (İsra Suresi, 37)
Kuran ahlakını yaşayan bir insan her zaman acizliğinin, Allah'ın dilemesiyle yaşadığının, sahip olduğu herşeyi kendisine verenin kainatın tek sahibi olan Allah olduğunun bilincindedir. Her zaman bu bilinçle yaşadığı için de etrafındaki her olayı Kuran'a göre değerlendirir.
İnsanın gün içinde yürüyerek çok fazla yol kat edemeyeceği açıktır. Yürümek, kısa mesafeler için kolay bir işlem ve Allah'ın insana sunduğu büyük bir nimettir. Ancak, insanın uzun bir mesafeyi yürümeye gücü yetmez; belirli bir süre sonra vücudu yorulur ve daha fazla yürümesine imkan vermez. Kullarının bu acizliğini bilen Allah, kolay bir şekilde ulaşım sağlayabilmeleri için kendilerini taşıyacak hayvanlar ve araçlar yaratmıştır. Allah'ın kullarına karşı merhametinin ve şefkatinin göstergesi olan bu büyük lütfunun haber verildiği Kuran ayetlerinden bazıları şöyledir:
Kendisine ulaşmadan canlarınızın yarısının telef olacağı şehirlere onlar (hayvanlar), ağırlıklarınızı taşımaktadırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz şefkatli ve merhametlidir. Onlara binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri (yarattı). Ve daha sizlerin bilmediğiniz neleri yaratmaktadır? (Nahl Suresi, 7-8)
... Sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyleri var etti. (Zuhruf Suresi, 12)
Görmedin mi, Allah, yerdekileri ve denizde O'nun emriyle akıp giden gemileri, sizin yararınıza verdi. Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne düşmekten alıkoyar. Şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatlidir, çok merhametlidir. (Hac Suresi, 65)
Allah demir ve çelik gibi madenler ve çeşitli imkanlar yaratmış, insanlara bunları kullanarak çeşitli araçlar yapmalarını ilham etmiştir. İnsanlar da Allah'ın dilemesiyle araba, otobüs, tren, gemi, uçak gibi ulaşım araçları yapmışlardır. Böylece Rabbimiz insanların güç yetiremeyecekleri yolculukları onlara kolaylaştırmıştır. Kendilerine sunulan bu nimetler karşısında insanlara düşen ise, bir araca bindiklerinde Allah'ı hatırlamaları, O'nun adını yüceltmeleri ve O'na şükretmeleridir. Bu durumu Allah Kuran'da şöyle bildirmektedir:
Onların sırtlarına binip-doğrulmanız, sonra doğrulduğunuz zaman, Rabbinizin nimetini zikretmeniz ve: "Bunlara bizim için boyun eğdiren (Allah) ne yücedir, yoksa biz bunu (kendi hizmetimize) yanaştıramazdık" demeniz için. (Zuhruf Suresi, 13)
Bugünkü ulaşım, geçmişle kıyaslanmayacak kadar hızlı, konforlu ve rahat bir hal almıştır. Kuran ahlakını yaşayan bir insan için bunlar üzerinde düşünmek, hem Allah'a yakınlaşmak hem de nimetler için samimi bir şekilde O'na şükretmek için önemli yollardan biridir.
Mümin bir araç içinde seyahat ederken de yine Allah'ı düşünür. Yandaki aracı kullanan kişi, arabanın rengi, modeli, etraftaki diğer araçlar ve insanlar, onların hareketleri, öndeki aracın arka camındaki bir yazı, yol boyunca sıralanmış binalar, binaların şekilleri, camları, tabelalar, tabelalardaki yazılar, bunların tümü Allah'ın bir kader üzere yarattığı detaylardır. Allah bu gerçeği insanlara "Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık" (Kamer Suresi, 49) ayetiyle haber verir.
Bugünkü ulaşım, geçmişle kıyaslanmayacak kadar hızlı, konforlu ve rahat bir hal almıştır. Kuran ahlakını yaşayan bir insan için bunlar üzerinde düşünmek, hem Allah'a yakınlaşmak hem de nimetler için samimi bir şekilde O'na şükretmek için önemli yollardan biridir.. |
Allah yalnızca bir insan için değil, yeryüzündeki milyarlarca insan için her an karşılaşacakları şeyleri yaratmaktadır. Kuran ahlakını yaşayan bir insan için bunları düşünmek, Allah'ın her an yanında olduğunu, her hareketini ve davranışını gördüğünü bilerek hareket etmesine vesile olur. Gün boyunca bu gerçeğin bilincinde olduğundan, ne sıkışan trafik, ne önüne aniden çıkan bir araç, ne bir zorluk, ne de başına gelen herhangi bir sıkıntı müminin Allah'a olan teslimiyetli davranışlarını değiştirmez.
Bazı insanlar ise aksilik gibi görünen küçük bir olaya dahi sabredemez, hatta kimi zaman kendilerini kaybeder, dengesiz tavırlar gösterirler. Trafiğin sıkışması veya dikkatsiz bir sürücü hemen sinirlenip söylenmelerine, bağırıp çağırmalarına yol açabilir. Sıkışan trafikte beklemeye tahammül edemez, bunu arka arkaya korna çalarak protesto eder, diğer insanları da rahatsız ederler. Bunlar gibi olumsuz davranışlarının nedeni ise, herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğunu tamamen unutmalarıdır.
Kuran ahlakına sırt çeviren bir insan için ulaşım bir nimet değil bir külfet, bir bela haline gelir. Örneğin yolda giderken, çukurlar, trafiğin sıkışmasına sebep olanlar, ani bastıran bir yağmur ve daha pek çok konu ile bütün gün aklını meşgul eder. Bu boş düşüncelerin ise kendine ne dünya hayatında ne de ahirette hiçbir faydası yoktur. Birçok insan kendisini derin düşünmekten alıkoyan asıl konunun dünya üzerinde vermek zorunda olduğu mücadele olduğunu iddia eder. Yiyecek, barınma, sağlık gibi ihtiyaçlarını temin etmeye vakit ayırdığı için Allah'ın varlığı ve yaratılış delilleri üzerinde düşünmeye vakit ayıramadığını söyler. Oysa bu, bir kaçıştan başka bir şey değildir. İnsanın sorumlulukları ve içinde bulunduğu konum ile, düşünmesinin hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü Allah'ın razı olması için yaratılış delillerini, kaderi, ahireti, ölümü, dünyada Rabbimizin verdiği nimetleri düşünen insan, yanında Allah'ın yardımını bulacaktır. Görecektir ki kendisi için problem olan pek çok konu ardı ardına kolayca çözülmekte, düşünmeye rahatlıkla fazla vakit ayırabilmektedir.
Mümin bir gün boyunca karşılaştığı her ortamı yaratanın Allah olduğunu hiçbir zaman unutmaz. Bunların yaratılış amacı ise, güzel bir şekilde sabretmek ya da örneğin, eğer imkanı varsa trafiğin tıkanmasına sebep olan nedeni ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Kişisel bir çabayla çözümlenemeyecek bir problem varsa bu durumda yapılacak tek şey sabırla beklemektir. Bazı insanlar gibi sinirlenmek, bağırmak, tartışmak, insanın hem kendisine hem de başkalarına zarar verebileceği anlamsız ve yanlış davranışlardır.
İnsanların sabır gösterme konusunda denendiklerini anlamaları için çok büyük acılar, büyük trajik olaylar beklemeleri yanlıştır; çünkü Allah insanı gün boyunca büyük küçük birçok olayla imtihan eder. Bu şekilde gün içindeki trafik sıkışıklığı, bir yere geç kalma gibi sıkıntı verici olaylar, ufak tefek kazalarla da insanlar denenirler. Ancak bu durum karşısında Kuran ahlakını yaşayan insanlar, içlerinde en ufak bir sıkıntı bile duymadan, şikayet etmeden sabrederler. Nitekim Allah Kuran'da, müminlerin özelliklerinden birinin de kendilerine isabet eden sıkıntılara sabretmeleri olduğunu bildirmektedir:
Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; kendilerine isabet eden musibetlere sabredenler, namazı dosdoğru kılanlar ve rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir. (Hac Suresi, 35)
Trafikte meydana gelebilecek kazalar karşısında da mümin itidalli ve tevekküllüdür. Böyle bir durumda, yaşadığı olayı yaratanın Allah olduğunu bilerek akılcı davranır. Olay yerindeki yaralıları kurtarmaya, yardım çağırmaya ve kazanın verdiği zararın artmasını önlemek için gerekli tedbirleri almaya çalışır. Dünya hayatının her anında Allah'ın razı olduğu güzel davranışlarda bulunmakla sorumlu olduğunu bilir.
Allah insanın yaratılış amacını ve kendisine verilen bu sorumluluğu Mülk Suresi'nde şöyle bildirmektedir:
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)
Dünya hayatının her anını Kuran ahlakı doğrultusunda yaşayan mümin, yolculuğu sırasında boş ve anlamsız düşüncelerin zihnini işgal etmesine izin vermez; dikkatini üzerinde derin derin düşünebileceği olay ve varlıklara yöneltir. Örneğin, Kuran ahlakından uzak yaşayan insanlar gökyüzünde uçan kuşlara baktıklarında bunu sıradan bir olay olarak algılarlar. Oysa mümin için, kuşların hiçbir yere bağlı olmadıkları halde hassas kanatları ile hava boşluğunda çeşitli manevralar yapmaları ve boşlukta adeta asılı kalmaları, uçuşlar, sıçrayışlar ve manevralar yapmaya en uygun biçimde tasarlanmış kanatları, beslenmeye en uygun şekilde yaratılmış gaga yapıları, uçma teknikleri, özel iskelet, solunum, sindirim ve diğer sistemleri, tüylerinin kompleks ve aerodinamik yapısı, yuva yapma teknikleri, duyu organları, avlanma ve beslenme yöntemleri, davranışları, üreme ve çeşitli işlevler sırasında çıkardıkları sesler, kuşlardaki tasarım harikası sistemler, Allah'ın varlığının, üstün ilim ve kudretinin delillerindendir. Allah Kuran'da, "Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah')tan başkası (boşlukta) tutmuyor…" (Mülk Suresi, 19) ayetiyle bu gerçeğe dikkat çekmektedir. Müminler de yolda ilerlerken çevrelerindeki bu gibi iman hakikatlerini izler ve Allah'ın sonsuz kudretine her an şahitlik ederler.
Yetişkin insanların çoğu gününün önemli bir bölümünü yaptığı iş ile ilgilenerek geçirir. Ama Kuran ahlakına uygun hareket edenler, aynı meslek kolunda çalışsalar bile cahiliye ahlakını benimsemiş kişilerden önemli bir noktada ayrılırlar: Mümin için, gün içindeki işleri ne kadar acil ve yoğun olursa olsun, Rabbimize karşı kulluk görevlerini ve ibadetlerini yerine getirmek herşeyden daha önemlidir. Allah Kuran'da bu gerçeği şu şekilde haber vermektedir:
… Allah'ın katında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır. (Cuma Suresi, 11)
Mümin bunun bilincindedir ve hiçbir iş onu Allah'ın adını anmaktan, ibadetlerini yerine getirmekten alıkoyamaz; hiçbir zaman dinin herhangi bir hükmünü maddi kazanç için göz ardı etmez ve ertelemez. Kuran ahlakını yaşayan insanların bu özelliğine Rabbimiz bir ayetinde şöyle dikkat çekmektedir:
(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alışveriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)
Bu ayette, ticarete dikkat çekilmesinin sebebi, maddi menfaatin insanların en büyük zaaflarından bir tanesi olmasıdır. Nitekim insanların bir kısmı, daha fazla para kazanmak, daha fazla mülk edinmek ya da daha fazla güç elde etmek için dinin birçok hükmünü göz ardı edebilirler. Örneğin namaz ibadetini veya dinin bir başka hükmünü yerine getirmez, güzel ahlak gösterebilecekken göstermezler.
Cahiliye insanlarının tutkuyla çalışmalarının karşılığındaki beklentileri ise, belli başlı birkaç konudan oluşur: Dünyada iyi bir hayat yaşayabilmek, zengin olabilmek, itibar ve mevki edinip toplumda saygın bir yere gelmek, iyi bir evlilik yapıp övünebilecek çocuklara sahip olmak… İşte kimi cahiliye insanlarının sonsuz ahiret hayatına tercih ettiği konular bunlardan ibarettir. Elbette tüm bunlar Allah'ın rızası ve ahiret hedeflendiğinde her insanın sahip olabileceği meşru nimetlerdir. Müminler de aynı nimetlere sahip olmak ister, çalışır, para kazanır, mülk sahibi olurlar.Ancak onları bazı cahiliye insanlarından ayıran özellikleri; tüm işlerini Allah'ın hoşnutluğu için yapmaları, kazançlarını Allah yolunda ve Allah'ın tavsiye ettiği şekilde harcamaları, her işte olduğu gibi ticarette de her zaman Allah'ın hükümlerine titizlikle uymalarıdır.
Ticareti İslami değer yargılarından üstün tutmanın "fasık" (yoldan çıkmış, Allah'a isyan etmiş) bir topluluğun özelliği olduğu bir ayette şöyle anlatılmaktadır:
De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resulü'nden ve O'nun yolunda cehd etmekten (çaba göstermekten) daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 24)
İmani derinliğe sahip olan mümin nefsinin bu gibi tutkularına kapılmaktan şiddetle kaçınır. Allah'ın müminlerden istediği üstün bir ahlak vardır ve müminler hangi iş üzerinde olurlarsa olsunlar bu ahlakın gereklerini yerine getirirler. Ticaret yaparken de yine dürüst, samimi, fedakar, çalışkan, adaletli, tevazuludurlar. Bütün dikkatleri Allah'ın rızasında ve O'nun helal-haram sınırlarındadır. Allah müminlere ticaret yaparken başkalarının haklarına tecavüz etmemelerini, ölçüyü ve tartıyı tam tutmalarını, insanların eşyasını değerden düşürmemelerini emretmiştir. (Hud Suresi, 85)
Allah ticaret yaparken dürüst olmanın, insanlara haksızlık yapmamanın ve böyle güzel bir ahlak göstererek Allah'ı razı etmenin önemini bazı ayetlerde şu şekilde bildirmektedir:
Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun ve dosdoğru bir tartıyla tartın; bu, daha hayırlıdır ve sonuç bakımından daha güzeldir. (İsra Suresi, 35)
"Tartıyı adaletle tutup-doğrultun ve tartıyı noksan tutmayın." (Rahman Suresi, 9)
In the Qur'an, Allah explains how people should engage in trade and commerce. First of all, Allah has clearly forbidden usury: "But Allah has permitted trade and He has forbidden usury." (Surat al-Baqara, 275)
Allah, Kuran'da ticaretin ve alışverişin nasıl yapılması gerektiğini insanlara açıklamıştır. İlk olarak belirtmek gerekir ki Allah "… Oysa Allah, alışverişi helal, faizi haram kılmıştır..." (Bakara Suresi, 275) ayetiyle faizi kesin olarak yasaklamıştır. Allah'ın bildirdiği bir diğer husus ise, alışverişin ve borçların takip edilme şeklidir. Allah yapılan ticaret sırasında, gerektiğinde kullanmak için ya da unutulması ihtimaline karşı borçların yazılmasını; alışveriş sırasında gerektiğinde görüşüne başvurulabilecek şahitler tutulmasını emretmiştir. (Bakara Suresi, 282)
Müminlerin iş hayatında önem verdikleri diğer bir uygulama, karar almak, yeni bir işe başlamak, eksiklikleri gidermek gibi işler hakkında diğer insanların da görüşlerinden istifade etmektir. Allah Kuran'da bunu, iman edenlerin bir özelliği olarak bildirir.
Kuran her alanda olduğu gibi işte, ticarette ve alışverişte de insanların hayatına en güzeli, en doğruyu ve en kolay olanı getirir. Bu şekilde insana, stresten ve bunalımdan uzaklaşarak, Allah'a teslim olmanın, tedbir almanın, başkalarına da danışarak karar vermenin rahatlığı içinde sağlıklı, huzurlu bir ortamda çalışabilmesi için yol gösterir.
Ayrıca akıllı bir mümin iş hayatında çok geniş düşünür; hem kısa, hem uzun vadeli, hem de çok aşamalı planlar yapar; başladığı işin sonraki aşamalarını, hangi uygulamanın kendisine uzun vadeli bir başarı kazandıracağını, olası alternatifleri mutlaka hesaplar. Ve faydalı gördüğü için yaptığı bir şeyin bir sonraki aşamada zarar getirmemesini sağlayacak her türlü tedbiri, Allah'ın Kuran'da işaret ettiği çözümler doğrultusunda düşünerek alır. Bir iş üzerindeyken, içinden sürekli Allah'a dua eder, yaptığı işi kolaylaştırmasını Rabbimizden ister, Allah dilemedikçe hiçbir işte başarılı olamayacağını düşünür. Yaptığı işin Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaya bir yol olmasını umar.
İçinde bulunduğumuz çağda geçmişteki insanların hayal bile edemeyecekleri yepyeni buluşlar ve bilimsel gelişmeler meydana gelmektedir. Bu benzersiz imkanlar için de şükretmek, Kuran ahlakının bir gereğidir. Örneğin bugün bilim, teknoloji, ulaşım, iletişim ve iş hayatındaki gelişmeler çok ileri safhalara erişmiştir. Bilgisayar ve internet teknolojileri sayesinde dünyanın dört bir yanındaki insanlar saniyeler içinde birbirleriyle konuşabilmekte, bilgilerini paylaşabilmekte ve iletişim kurabilmektedir. Elbette bunlar derin derin düşünülmesi gereken nimetlerdir. Çünkü Allah'ın Kuran'da bizlere örnek gösterdiği peygamberler, kendi içlerinde daima Allah'a yönelen, bir iş üzerindeyken hep Allah'ı düşünen ve şükreden kimselerdir. Allah Sebe Suresi'nde şu şekilde bildirir:
Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. "Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın." Kullarımdan şükredenler azdır. (Sebe Suresi, 13)
Günümüzde birçok insan için alışveriş önemli bir meşguliyettir. Örneğin bazı insanlar, arkadaşları arasında sükse yapacakları kıyafetler edinmek amacıyla saatlerce, hatta günlerce mağazaları dolaşabilir; hayatlarında sadece birkaç kez giyecekleri giysilere büyük paralar harcayabilir; gardıropları tamamen dolu olmasına rağmen doymak bilmeyen bir tutkuyla yeni kıyafetler satın alabilirler. |
Günümüzde birçok insan için alışveriş önemli bir meşguliyettir. Örneğin bazı insanlar, arkadaşları arasında sükse yapacakları kıyafetler edinmek amacıyla saatlerce, hatta günlerce mağazaları dolaşabilir; hayatlarında sadece birkaç kez giyecekleri giysilere büyük paralar harcayabilir; gardıropları tamamen dolu olmasına rağmen doymak bilmeyen bir tutkuyla yeni kıyafetler satın alabilirler. Böyleleri için alışveriş, ihtiyaçlarını karşılayacak bir araç olmanın ötesine geçmiş, hayatlarında önemli bir yer tutan bir amaç haline dönüşmüştür. Alışveriş yaparken adeta kendilerini kaybederek çoğu zaman ileride pişman olacakları şeyler satın almak da bazı cahiliye insanlarına özgüdür.
Elbette her insan için alışveriş gerekli ve hatta zevkli bir iştir. Ancak burada hatalı olan nokta, insanların bu işleri ahireti tamamen unutarak, dünyaya yönelik bir hırs içinde yapmalarıdır. Ve tüm hayatlarını, düşüncelerini, planlarını bu işler üzerine kurmaları ve kendilerini yaratan Allah'ı razı etmenin yollarını aramak yerine, alışveriş gibi günlük hayatın küçük meşgaleleriyle tatmin bulmaya çalışmalarıdır.
Kuran ahlakını yaşayan bir insan her ortamda olduğu gibi alışverişte de Rabbimizin yarattığı güzellikleri ve olaylardaki hikmetleri görmeye çalışır. Onun için alışveriş tutkulu bir oyalanma değil, ihtiyaç duyduğu şeyleri temin etme fırsatıdır. Alışveriş onu, Allah'a olan kulluk görevini yerine getirmekten kesinlikle uzaklaştıramaz. Allah Kuran'da müminlere şöyle emretmiştir:
Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının (aldatıcı) süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi 'istek ve tutkularına (hevasına)' uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme. (Kehf Suresi, 28)
Herhangi bir şey satın almak için çarşıya çıkan mümin şu gerçekleri aklından çıkarmaz: Allah kulları için çeşit çeşit yiyecekler, giyecekler ve daha birçok nimetler yaratmıştır. Ancak bazı ülkelerde işsizlik, sefalet veya çatışmalar nedeniyle insanlar yiyecek bulamaz durumdadır. Nimetlerin bol miktarda olduğu ülkelerde yaşadıkları halde yoksulluklarından dolayı bu nimetleri satın alamayanlar da vardır. Bunların hepsi Allah'ın kontrolündedir ve Allah'ın insanları dilediği kadar rızıklandırmasında çeşitli hikmetler vardır. Allah Kuran'da buna şöyle işaret etmektedir:
Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah, dilediğine rızkı genişletip-yayar ve (dilediğine) kısar da. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Zümer Suresi, 52)
Allah, insanlar için farklı farklı imtihan ortamları yaratmaktadır. Ancak mümin, içinde bulunduğu durum ne olursa olsun, kendisine verilenlere hiç durmadan şükreder. İmtihan edildiğinin ve bu durumun geçici olduğunun farkındadır. Bu nedenle her an Allah'ın hoşnut olacağı şekilde davranır. Sahip olduğu nimetler için Allah'a olan şükrünü kalbiyle, diliyle, hareketleriyle ifade eder. Kendisine verilenleri hayırlı işler için harcar. Eğer Allah rızkını kısıp daraltmışsa, bu durum karşısında da güzel bir sabır gösterir ve yine samimiyetle Allah'a şükreder. Yoksullukla denendiğini bilir ve Allah'tan kendisine sabır vermesi için dua eder. Mümin her koşul altında Allah'tan razı olmuştur ve O'nun da kendisinden razı olmasını ummaktadır.
Cahiliye toplumunun gelenek, görenek ve değer yargılarını benimseyenler ise, en ufak bir sıkıntıyla karşılaştıklarında hemen nankörleşirler. Bu tutumu Allah Kuran'da şöyle kınamaktadır:
Fakat insan; ne zaman Rabbi kendisini bir denemeden geçirse, ona bir keremde bulunsa, nimetler verse: "Rabbim bana ikram etti" der. Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen: "Rabbim bana ihanet etti" der. (Fecr Suresi, 15-16)
Dünya üzerindeki sayısız nimeti yaratan Allah'tır. Ancak, bunu fark edemeyen insanlar satın aldıkları yiyecek ve giyeceklerin aslında Allah'ın izni ve dilemesiyle kendilerine ulaştığını unuturlar. Allah'a şükretmez, sürekli bencil istek ve arzularının kontrolünde hareket ederler. Alışverişte düşündükleri tek şey, hangi kıyafetle arkadaşlarına daha çok "hava atacak"larıdır. Zihinlerini sürekli meşgul eden konular yılın modasının, en çok beğenilen kıyafetin, rengin hangisi olduğu ya da en kaliteli, en güzel, en son model giysilerin nerede satıldığıdır. Sürekli diğer insanların sahip olduklarını düşünür ya da konuşurlar. Onlara, sahip olduklarından dolayı imrenirler. Yoksulluğa tahammül edemezler. Mal ve mülk sahibi olmak için büyük hırs duyarlar. Kendilerine verilen rızkı, diğer insanlara verilenlerle kıyaslar, kendilerine haksızlık edildiğini düşünerek sabır göstermez ve şükretmezler. Sahip olduklarıyla yetinmeyip daima daha fazlasını isteyen bu insanların bu nankör tavırlarını Allah Kuran'da, "Şüphesiz, senin Rabbin, insanlara karşı büyük lütuf (fazl) sahibidir, ancak insanların çoğu şükretmiyorlar" (Neml Suresi, 73) ayetiyle bizlere bildirmektedir.
Kuran ahlakını yaşayan ve etrafındaki nimetlerin Allah'ın bir ikramı olduğunu bilen mümin ise, gereksiz yere para ve zaman harcamamaya özen gösterir. Alışveriş yaparken israf etmekten şiddetle kaçınır. Allah'ın "… Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez." (Araf Suresi, 31) ayetinde bildirdiği gibi davranır. İsraf ederek saçıp savuranları Allah'ın Kuran'da "şeytanın kardeşleri" olarak tanımladığını da asla unutmaz. (İsra Suresi, 27)
Alışveriş veya bir harcama yaparken israf etmemek gibi, cimri davranmamak da Kuran ahlakının bir gereğidir. Bu tutumaAllah Furkan Suresi'nin 67. ayetinde "Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yoldur." şeklinde bildirir. Sonuç olarak, bu ayette müminlerin alışverişteki davranışı hikmetli bir şekilde özetlenmiştir.
İman edenler bedenlerinin dünya hayatında kısa bir süre faydalanmaları için kendilerine verildiğini ve bu emanete en güzel şekilde bakmakla sorumlu olduklarını bilir; sağlıklarına dikkat ederler. |
İman edenler bedenlerinin dünya hayatında kısa bir süre faydalanmaları için kendilerine verildiğini ve bu emanete en güzel şekilde bakmakla sorumlu olduklarını bilir; sağlıklarına dikkat ederler. İşte bu nedenle günlük faaliyetleri arasında spor veya egzersiz yapmaya mutlaka zaman ayırır; bu konuda ciddi bir gayret gösterirler. Zira spor vücudun güçlenmesine, direnç kazanmasına, düzenli ve sağlıklı bir biçimde çalışmasına yardımcı olacak; bu ise Allah rızası için daha çok çalışmasına ve hayırlı işler yapmasına imkan hazırlayacaktır.
İnsan metabolizması durağan değil, hareketli bir yapıya uyumlu şekilde yaratılmıştır. Günümüzde sporun, vücudun, savunma, dolaşım, solunum ve sindirim sistemini güçlendirdiği; bedeni mikroplara ve hastalıklara karşı daha dirençli hale getirdiği; hormonal sistemin, kalbin ve damar sisteminin düzenli çalışmasını sağladığı; kasları, eklem ve tendonları güçlendirdiği; kondisyonu artırdığı, dinçlik kazandırdığı; kan şekerinin dengelenmesine, "kötü kolesterol"ün düşmesine ve "iyi kolesterol"ün yükselmesine yardımcı olduğu ve daha pek çok yararı bilinmektedir.
İman edenlerin bu konudaki çabalarının diğer bir nedeni ise, fiziksel gücün Allah'ın Kuran'da dikkat çektiği bir özellik olmasıdır. Örneğin, Allah'ın kendisiyle konuşarak insanlar üzerine seçkin kıldığı (Araf Suresi, 144) Hz. Musa'nın, güçlü bir fiziksel yapıya sahip olduğu onunla ilgili kıssaların aktarıldığı ayetlerden anlaşılmaktadır. Ayrıca, bir kavme hükümdar olarak gönderilen Talut'un güçlü bir fizik yapısına sahip olduğu bir ayette şöyle haber verilmektedir:
Onlara peygamberleri dedi ki: "Allah size Talut'u (melik olarak) gönderdi." Onlar: "Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?" dediler. O (şöyle) demişti: "Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü artırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir." (Bakara Suresi, 247)
Bunların yanı sıra müminlerin spor yapmaya özen göstermesinin bir nedeni daha vardır: Kuran ahlakını tebliğ eden bir insanın bedensel olarak güçlü ve güzel bir görüntüye sahip olması, karşı tarafta uyandıracağı etki bakımından da çok önemlidir. İnsanın dış görünüşündeki heybetli ve estetik yapı, daha tebliğin başında diğer insanlar üzerinde olumlu bir izlenim bırakacaktır.
İşte bu nedenle müminler her zaman güçlü ve sağlıklı bir yapıya sahip olmak ve sahip oldukları bu yapıyı korumak için çaba harcarlar. Bu konuda tembellik, umursamazlık ya da üşengeçlik yapmazlar.
"Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım" (Zariyat Suresi, 56) ayeti, Allah'ın insanları Kendisine kulluk etmeleri için var ettiğini haber verir. |
"Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım" (Zariyat Suresi, 56) ayeti, Allah'ın insanları Kendisine kulluk etmeleri için var ettiğini haber verir. Diğer bir ifadeyle, insanın yaratılış amacı, herşeyin yaratıcısı olan Rabbimize Kuran'da bildirildiği şekilde kulluk etmektir. İşte bu nedenle Kuran'ı rehber edinenler gereği gibi Allah'a ibadet etmeyi herşeyden üstün tutar; ortalama altmış-yetmiş yıllık kısa ömürlerini ahiret için ciddi bir çaba harcayarak ve Allah'ın rızasını kazanmaya çalışarak geçirirler. Bu durum, günlük hayatlarının her anında kendini gösterir.
Mümin Kuran ahlakını yaşamanın dünya hayatının bir kısmını, belirli anlarını veya safhalarını değil, tümünü kapsadığının bilincindedir. Allah'ın emirlerini titizlikle uygular ve daha fazla hayır işleyerek sürekli salih amellerde bulunur. Vaktini Allah'ın Kuran'da belirttiği ibadetlerle geçirir. Bir işinden boşaldığı zaman da hemen yeni bir işe yönelir. Allah'ın "De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır."" (Enam Suresi, 162) ayetinde bildirdiği gibi, sürekli olarak hayır ve güzellik peşindedir. Bu çaba arasında bir kesinti, duraklama, sınır yoktur. Mümin için bir işin tamamlanması yeni bir işin başlaması gerektiğinin bir göstergesidir. Çünkü mümin dünyada kendisine verilen her saniyeyi Allah'ın rızasını kazanmak için çaba harcayarak geçirmesi gerektiğini ve ahirette dünyada geçirdiği her anın hesabını vereceğini bilir. Bu nedenle de sadece Allah'ın rızasını kazanabilmek umuduyla her dakikasını Allah'ın en razı olacağını umduğu işleri yaparak geçirir. Allah Kuran'da müminlerin bu yönde çaba harcamasını şöyle emreder:
Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın yorulmaya-devam et. (İnşirah Suresi, 7)
Müminin Allah rızası için yürüttüğü faaliyetler günden güne devamlılık ve süreklilik gösterir. Bu durum, Allah'ın "Sürekli olan salih davranışlar, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlı, varılacak sonuç bakımından da daha hayırlıdır." (Meryem Suresi, 76) ayetinin bir gereğidir. Rabbimiz, istediği davranış biçiminin ibadetlerde kararlılık olduğunu bir ayette şöyle bildirmektedir:
Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O'na ibadet et ve O'na ibadette kararlı ol. Hiç O'nun adaşı olan birini biliyor musun? (Meryem Suresi, 65)
Cahiliye insanlarının bu konudaki tutumu ise, ahiretin varlığından şüphe etmek gibi sapkın bir mantıktan yola çıkarak, arada sırada bazı ibadetleri yerine getirmekten ibarettir.
Bazı insanlar kendilerine tek hedef olarak belirledikleri dünya nimetlerini elde etmek için çok büyük bir çaba gösterirler. Zengin olmak, statü kazanmak ya da başka menfaatler için ellerinden gelen herşeyi yaparlar. Çok kısa süre içinde tümüyle ellerinden gidecek olan "az bir değer" (Tevbe Suresi, 9) uğruna büyük bir yarış içine girerler. Allah'ın rızasına ve cennetine talip olan mümin ise, yalnızca Allah için ciddi bir çaba gösterir. Allah Kuran'da, müminin bu özelliğini şöyle tarif etmektedir:
Kim de ahireti ister ve bir mümin olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır. (İsra Suresi, 19)
Bütün gününü Allah'ın rızasını kazanmaya çalışarak geçiren mümin, ibadetlerinde son derece şevkli ve isteklidir. Gün boyunca tüm düşüncelerinde ve davranışlarında Allah'ı hatırlar ve anar. O'nun sonsuz kudreti, aklı, ilmi, sanatı ve diğer sıfatları üzerinde derin derin düşünür. Aslında bu tutum, "... Rabbini çokça zikret ve akşam sabah O'nu tesbih et..." (Al-i İmran Suresi, 41) ve "Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret..." (Araf Suresi, 205) ayetlerindeki hükmün hayata geçirilmesidir. Böyle davranan mümin daima huzurlu ve mutludur. Çünkü "... Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur" (Ra'd Suresi, 28) ayetinde Rabbimiz kalplerin yalnızca Kendisini anmakla huzur bulacağını haber vermiştir.
Kuran ahlakını kendine rehber alan bir insan Allah'ın yapılmasını emrettiği 5 vakit namaz kılmak, oruç tutmak, abdest almak gibi fiili ibadetlerini büyük bir titizlikle yerine getirir. Örneğin namazlarını vaktinde kılma konusunda çok hassastır. Dünyevi işlerinin namaz kılmasını engellemesine izin vermez. Kendisini Allah'a yaklaştıran bu ibadeti her defasında coşkuyla, zevk alarak ve huşu içinde yerine getirir.
Allah'a gönülden yönelmeden, gösteriş amacıyla ya da "İnsanlar ne der?" endişesiyle namaz kılanlar ise, Allah'a ibadet etmenin hazzını yaşayamazlar. İbadetlerini yerine getirirken zihinlerinde kendilerini Allah'a yakınlaştıracak düşünceler yoktur. Zihinleri Allah'ın adını anmak ve yüceltmekten çok günlük işlerle meşguldür. Allah Kuran'da bu şekilde namaz kılanları şöyle uyarmaktadır:
İşte (şu) namaz kılanların vay haline, Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, Onlar gösteriş yapmaktadırlar. (Maun Suresi, 4-6)
Bu şekilde sözde Allah adına bir şey yaptıklarını sanarak Allah'tan korkmadan, O'nu düşünmeden, O'nun varlığını ve yakınlığını hissetmeden ibadet edenler yanılgı içindedirler. İnsanı Allah'a yakınlaştıracak olan davranışlar, ibadet esnasındaki samimiyeti, Allah korkusu, itaati, huşusu, yani takvasıdır.
Elinizdeki kitapta cahiliye insanlarının çarpık ibadet mantığı ayrıntılı olarak ele alınmayacaktır. Bu konu hakkında daha kapsamlı bilgi edinmek isteyenler Adamlık Dini adlı kitabımıza başvurabilirler.
Burada özellikle üzerinde durulması gereken bir nokta vardır: Bazı insanlar ibadet kavramını çok kısıtlı değerlendirir, gün boyunca Allah'ın birkaç emrini yerine getirmenin yeterli olduğunu zannederler. Oysa Kuran'a göre ibadet sadece namaz, oruç, hac, zekat gibi kişinin üzerine farz olan hükümlerle sınırlı değildir.
İbadet, kulluk anlamına gelir. Yani insanların kul olarak Allah için yaptıkları her eylem, konuşma, hal ve tavır birer ibadettir. Namaz bir insan için nasıl önemli ve farz olan bir ibadetse, aynı şekilde öfkeyi yenmek, güzel söz söylemek, insanları uyarmak, zanda bulunmamak ya da tartışmacı olmamak da birer ibadettir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Gözardı Edilen Kuran Hükümleri) Bu nedenle, titizlik ve kararlılıkla korunması, uygulanması gerekenler hem fiili ibadetler hem de ahlaki hükümlerdir. Kısacası, müminler Allah'ın Kuran'da bildirdiği hükümlerin tümüne hayatlarının her anında gereken özeni en fazlasıyla gösterirler. İman edenlerin gün içindeki en önemli ibadetlerinden birisi ise tebliğ, yani insanları doğru yola çağırmak, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmak, onları Kuran'a davet etmektir. Öyle ki, bu ibadet müminlerin günlük hayatlarının ayrılmaz bir parçasıdır. Mümin, sözleriyle, haliyle, tavrıyla yaşamının her anında Allah'ın dinini diğer insanlara anlatmakla ve İslam ahlakını temsil etmekle yükümlüdür. Üstelik bu yükümlülük sadece dini tanımayanlara yönelik değildir. Mümin çevresindeki müminlere karşı da en güzel tavırları göstererek örnek olmaya çalışır. Söz konusu gerçekleri Rabbimiz bir ayette şöyle tarif etmektedir:
Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resulü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)
Müminler diğer insanları güzel ahlaka davet etmek için her imkanı kullanmaya gayret ederler. Onları Allah'ın varlığı, birliği, sıfatları, insanın yaratılış amacı, Allah'ın beğendiği ideal tavır, davranış ve yaşam biçimi, Kuran ahlakına göre iyi, kötü, doğru, yanlış kavramları, kıyamet, cennet, cehennem ve bunlar gibi konularda bilgilendirirler.
Müminlerin birbirleri arasındaki konuşmaları da gerçekte karşılıklı birer tebliğdir. Onlar da birbirlerini Allah'ın Kuran'da bildirdiği hükümlere uymaya ve İslam ahlakını eksiksizce yaşamaya davet ederler. Kısacası, müminin genel üslubu, tebliğdir.
Müminler hem sözlü hem de yazılı tebliğ metotlarını uygularlar; ayrıca günümüzün son derece gelişmiş kitle iletişim araçlarından istifade ederler. İnsanları Kuran ahlakına davet ederken televizyon, radyo, kitap, dergi, gazete, mektup gibi araçlardan olabilecek en güzel şekilde faydalanırlar.
Kuran ahlakını yaşayan müminlerin gün içinde tebliğ kadar vakitlerini alan bir diğer konu da tebliğe hazırlık yapmaktır. Allah Kuran'da, Kendi yolunda fikri mücadele etmek isteyenlerin önceden bu iş için hazırlık yapmaları gerektiğine işaret etmektedir. Bu nedenle de yapılan tebliğ için insanın kendisini her yönden hazırlaması son derece önemlidir.
Tebliğ için müminin öncelikle yapması gereken işlerden biri, kendini geliştirmesi; Allah'ın dinini anlatabilecek her türlü bilgiye sahip olmasıdır. Yani hem manevi açıdan hem de bilgi yönünden kendini yetiştirmesidir. Özlü, isabetli, ihtiyaca yönelik, ikna ve tatmin edici, etkileyici, hikmetli bir biçimde konuşmak ve yazmak için çalışma yapmak gereklidir. Müslümanın Kuran ayetlerini çok iyi öğrenmesi, Peygamberimiz (sav)'in sünnetini kavraması bu hazırlığın ana konularıdır. İşte, tüm bu hazırlıklar ve çalışmalar müminin günlük hayatının belirli bir bölümünü alır.
Gecenin yaratılışında düşünen tüm insanlar için birçok hikmetler vardır. Rabbimiz "Gece de kendileri için bir ayettir. Gündüzü ondan sıyırıp yüzeriz, hemen artık karanlıkta kalıvermişlerdir"(Yasin Suresi, 37) ayetiyle bu gerçeği insanlara haber vermiştir. |
Gecenin yaratılışında düşünen tüm insanlar için birçok hikmetler vardır. Rabbimiz "Gece de kendileri için bir ayettir. Gündüzü ondan sıyırıp yüzeriz, hemen artık karanlıkta kalıvermişlerdir" (Yasin Suresi, 37) ayetiyle bu gerçeği insanlara haber vermiştir. Sözü edilen hikmetlerden biri, yavaş yavaş güneşin kayboluşu ve ardından havanın gitgide kararmasında gizlidir. Bu yavaş geçişler sayesinde canlılar, gece ve gündüz arasındaki ışık ve sıcaklık farklılıklarına kolayca alışırlar. Böylece bu farklılıklardan dolayı zarar görmezler. Üstün bir ilim ve kudrete sahip olan Allah, kullarına ve tüm canlılara merhamet etmiş; birçok insanın hayatında bir kez olsun düşünmediği bu nimetle onları faydalandırmıştır.
Kuran ahlakına sahip bir insan bunlar üzerinde düşündüğünde Allah'ın "… O, merhametlilerin (en) merhametlisidir" (Yusuf Suresi, 92) ayetiyle bildirdiği gerçeğin bir delilini daha görür. Şüphesiz, gece ve gündüzün art arda gelişi de Allah'ın insanlar için yarattığı sayısız nimetten biridir. İnsanların bunu daha iyi kavrayabilmeleri için Rabbimiz Kuran'da şunlara dikkat çekmektedir:
De ki: "Gördünüz mü söyleyin; Allah, kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah'ın dışında size aydınlık verecek ilah kimdir? Yine de dinlemeyecek misiniz?"
De ki: "Gördünüz mü söyleyin, Allah kıyamet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa Allah'ın dışında size içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yine de görmeyecek misiniz? (Kasas Suresi, 71-72)
Gecenin de gündüzün de oluşmasına neden olan koşulları, dengeleri ve sistemleri yaratan Allah'tır; bunlardan birinin yokluğu durumunda insanlara yardım edebilecek tek güç de Allah'tır. Allah dilerse, sürekli olarak geceyi ya da sürekli olarak gündüzü yaratabilir. Ancak canlılar buna dayanamazlar. Böyle bir durumun söz konusu olması halinde yeryüzündeki yaşam sona erer. Şüphesiz Allah, gece ve gündüzü kusursuz bir düzen içinde yaratıp bütün canlılara yaşayabilecekleri bir ortam sunmaktadır. Bu ise, O'nun sonsuz şefkat ve merhametinin işaretlerindendir. Yukarıdaki ayetlerin devamındaki ayette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
Kendi rahmetinden olmak üzere O, sizin için, dinlenmeniz ve O'nun fazlından (geçiminizi) aramanız için geceyi ve gündüzü var etti. Umulur ki şükredersiniz. (Kasas Suresi, 73)
Gece ve gündüzün düzenli olarak birbiri ardınca gelişindeki hikmetleri fark edenler ise sadece akledenler, Allah'tan korkup-sakınanlar, düşünenler, yani Kuran ahlakını yaşayanlardır. Bu durumu Allah bazı ayetlerde şöyle bildirmektedir:
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. (Al-i İmran Suresi, 190)
Gerçekten, gece ile gündüzün art arda gelişinde ve Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korkup-sakınan bir topluluk için elbette ayetler vardır. (Yunus Suresi, 6)
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)
Allah insan metabolizmasını geceleri uyumaya ve dinlenmeye uygun bir biçimde yaratmıştır ve bu durumu ayetlerde şu şekilde bildirmektedir:
O, dinlenmeniz için geceyi, gündüzü de aydınlatıcı olarak sizin için yaratmıştır. Şüphesiz işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır. (Yunus Suresi, 67)
Allah, kendisinde sükun bulmanız için geceyi, aydınlık olarak da gündüzü sizin için var etti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı (sınırsız) bir fazl sahibidir. Ancak insanların çoğu şükretmiyorlar. (Mümin Suresi, 61)
Dinlenme vakti olmasının yanı sıra gecenin çok önemli bir özelliği daha vardır. Gecenin yaratılışındaki hikmetlerden biri de, dünya üzerinde genel bir sessizliğin ve durgunluğun hakim olduğu bu saatlerin bazı ibadetler için en verimli saatler olmasıdır. Gece vaktinin, hareketli olan gündüze göre düşünme, okuma ve duaya daha elverişli olduğunu Allah Kuran'da şöyle bildirmektedir:
Doğrusu gece neşesi (gece ibadeti, insanın iç dünyasında uyandırdığı) etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır. Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O'na yönel. (Müzemmil Suresi, 6-8)
Geceleri Allah'ın yaratış delilleri üzerinde derin derin düşünmek, Kuran okumak, Allah'a dua etmek gibi bazı ibadetler için konsantrasyon daha kolay elde edilir. Bunun bilincinde olan bir mümin, gece vaktinin tamamını dinlenmek veya uyumakla geçirmez. İhtiyaçları, hataları veya eksikleri konusunda yalnız başına ve için için Allah'a dua eder. Arkasında bıraktığı günün bir değerlendirmesini yapar; gün içinde yaptığı hataları gözden geçirir ve bu hatalardan dolayı tevbe eder, bağışlanma diler. Vaktini Allah'ın hoşnut olacağı şekilde geçirir, O'nu anar ve O'na yakınlaşmaya çalışır. Allah'ın varlığı ve yüceliği, ayetler, evrendeki olağanüstü düzen, yeryüzündeki canlılar, bunların sahip olduğu kusursuz sistemler, Allah'ın durmaksızın yarattığı nimetler, cennet, cehennem, sonsuzluk… gibi pek çok konu üzerinde düşünür. Gecelerinin bir kısmını ibadetlere ayıran müminlerin davranış biçimlerini Rabbimiz bazı ayetlerde şöyle övmektedir:
Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyama durarak gecelerler. (Furkan Suresi, 64)
Onların yanları yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua ederler... (Secde Suresi, 16)
Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umut eden (gibi) midir? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler." (Zümer Suresi, 9)
Bu şekilde müminler, gecenin bir bölümünü dua, zikir ve ibadetle geçiren Peygamber Efendimizin bir sünnetini de yerine getirmiş olurlar. Bir ayette bundan şöyle söz edilir:
Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde kalktığını bilir; seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını bilir)... (Müzemmil Suresi, 20)
Rivayetlerde ise, Peygamber Efendimizin Allah'a kendisine güzel bir ahlak ve iyi bir huy vermesi için dua ettiği ve dualarında Allah'a şöyle yalvardığı belirtilir:
"Allah'ım! Yaratılışımı ve ahlakımı güzelleştir. İlahi! Beni ahlakın kötülerinden uzaklaştır." (Huccetü'l İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2. cilt, Çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayın Evi, İstanbul 1998, s. 789)
Şunu da unutmamak gerekir ki daha önce belirttiğimiz gibi uyku hali ölümün bir benzeridir ve Allah dilerse, insan bir daha hiç uyanamayabilir. Bu yüzden uyumadan önce geçirilen son dakikalar, insanın bağışlanma dilemesi için belki de son fırsatı olabilir. Allah Zümer Suresi'nde bu gerçeği, insanlara şöyle haber verir:
Allah, ölecekleri zaman canlarını alır; ölmeyeni de uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanı(n ruhunu) tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Zümer Suresi, 42)
Kuran ahlakını yaşayan bir mümin uyumadan önce kendisine -belki de son kez- tanınan bu fırsatın değerini bilir. Bu gerçeği göz önünde bulundurarak içtenlikle Allah'a yönelir, günahlarından dolayı bağışlanmayı diler, her konuda Allah'tan yardım ister ve yalnızca Allah'a dua eder.