Günümüzde çoğu evrimcinin kabul ettiği iddiaya göre kuşlar, küçük yapılı ve etobur theropod dinozorlardan, yani bir sürüngen grubundan türemiştir. (Theropod dinozorlar, Tyrannosaurus rex ve Velociraptor gibi etobur dinozor türlerinin geneline verilen isimdir.) Evrimcilerin bilimsel delillerle destekleyemedikleri bu iddia için, ABD'nin ünlü bilim kuruluşu Smithsonian Enstitüsü Kuşlar Bölümü Başkanı Storrs L. Olson, "çağımızın en büyük aldatmacalarından biri" ifadesini kullanmaktadır.35
Kuşlar ile sürüngenler arasında yapılacak bir karşılaştırma, bu canlı sınıflarının birbirlerinden çok farklı olduklarını ve aralarında bir evrim gerçekleşmiş olamayacağını bizlere gösterecektir. Ancak evrimci yayınlara bakıldığında, tüm bu farklılıkların göz ardı edildiği ve bunlar kolayca aşılabilirmiş gibi senaryolar yazıldığı görülür. Bu tür senaryolara masal üslubu hakimdir. Aşağıda ünlü belgesel kanalı Discovery Channel'ın bilimsellikten uzak evrimci anlatımlarından bir örnek yer almaktadır:
Kuşun evrimi en ateşli bilimsel tartışmaların hala başlıca konularından biridir. Kuşların ataları iki yüz milyon yıl önce sürüngen olarak ortaya çıkmıştı. Ağaçlara çıkanlarda ilkel bir kanat oluşturacak şekilde pullu bir tabaka oluştu. Bu kanatlar ağaçlardan inmelerine yardımcı oluyordu. Elli milyon yıl sonra Archæopteryx ortaya çıktı. Hala sürüngenler gibi dişleri ve sert kemikleri vardı. Ama bu hayvanları diğerlerinden ayıran özellik, tüylerinin olmasıydı. Tüyler de pullar gibi keratinden meydana gelir. Ama daha hafif ve esnektirler. Archæopteryx uçuyordu. Sonraki yetmiş beş milyon yıl içinde uçma kabiliyeti giderek daha fazla gelişti ve fazla olan her gram yok oldu. Daha hafif olmak için dişlerini bile kaybettiler. İncelen kemikler bal peteği şeklindeki dokularla güçlendirildi. Yaklaşık elli milyon yıl önce memeliler artınca bunları avlayacak kuşlar ortaya çıktı ve avcı kuşlar doğdu.36
Discovery Channel, bu tür masalsı bir üsluba başvurarak, sürüngenlerden kuşlara geçişin son derece makul olduğu izlenimini vermeye çalışmaktadır. Böyle bir yönteme ihtiyaç duyulmasının sebebi ise, evrimci iddiaların herhangi bir bilimsel dayanaktan yoksun olması ve aslında iki canlı türü arasında aşılmaz farklılıkların bulunmasıdır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bilimsel bir gerçekmiş gibi aktarılan kuşun evrimi senaryoları, gerçekte tamamen delilsizdir ve bu senaryoları destekleyecek hiçbir ara geçiş fosili bulunmamaktadır.
Yeryüzünde hiç bir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Hud Suresi, 6) |
Öncelikle kuşlar ve dinozorlar arasında hiçbir evrimci açıklamayla kapatılamayacak derecede büyük bir "tasarım farklılığı" vardır. Kuşlar uçmalarını sağlayan özel bir anatomiye sahiptir. Evrim teorisi ise bu iki farklı canlı türü arasında bir geçiş yaşandığına dair fosil kayıtlarından bir delil sunamamaktadır. Bu nedenledir ki, "kuşlar dinozorlardan türemiştir" teorisi, evrim teorisini savunan bazı biyolog ve paleontologlar tarafından da kabul edilmemektedir. Örneğin dünyanın en önde gelen ornitologlarından (kuş bilimcilerinden) Alan Feduccia (Kuzey Carolina Üniversitesi) ve Larry Martin (Kansas Üniversitesi), kuşların bilinen herhangi bir dinozor grubundan evrimleşmiş olamayacağı görüşündedirler. Özellikle Feduccia, evrime inanmasına karşın, dinozorlar ve kuşlar arasındaki farklılıkların çok büyük olduğunu ve dolayısıyla kuşların dinozorlardan evrimleşmiş olamayacağını kanıtlarıyla göstermektedir. Ünlü omurgalı paleontolojisi uzmanı Robert Caroll ise bu konuda şu yorumu yapmaktadır:
Kuşlar, tüm omurgalı sınıfları arasında açıkça en özgün gruptur ve en yakın akrabaları olduğu ileri sürülen sürüngenlerle aralarında anatomi ve yaşam şekli açısından dev farklılıklar vardır.37
Theropod dinozorları ile kuşların fosil kayıtları ve anatomileri incelendiğinde, gerçekte ortada hiçbir "evrimsel ilişki" olmadığı görülür. Alan Feduccia, theropodların evrimleşerek uçmalarının imkansızlığını şöyle açıklar:
Bu kadar büyük iki ayağı, kısaltılmış ön ayakları ve ağır kuyruğu olan bir canlının evrimleşerek uçması biyofizik açıdan imkansızdır.38
Many Species Exist in the Fossil Record with the Perfect Forms they have Today |
Evrimcilerin "ara geçiş formu çıkmazı", kuşların kökeni için de söz konusudur. Evrimcilerin iddialarına göre kuşlardan evvel, "tek kanatlı", "yarım kanatlı" canlıların yaşamış olması gerekmektedir. Oysa böyle canlılar yaşamış olsaydı, fosil kayıtlarının bunu destekliyor olması gerekirdi. Ancak evrimci senaryoların kahramanı bu canlılar, hayali çizimlerden ve hiçbir bilimsel delile dayanmayan haberlerden öteye gidememiştir. |
(1) Fosil kayıtlarında çok sayıda örneklerini gördüğümüz tam bir dinozor. |
Kuşlar ve dinozorlar arasında derin fizyolojik ayrılıklar vardır. Herşeyden önce kuşu kuş yapan en önemli özellik, yani kanatlar, evrim için çok büyük bir çıkmazdır. Kanatların kusursuz yapısının nasıl olup da evrimcilerin iddia ettiği gibi birbirini izleyen tesadüfi mutasyonlar sonucunda meydana geldiği sorusu tümüyle cevapsızdır. Bir sürüngenin ön ayaklarının, genlerinde meydana gelen bir bozulma -mutasyon- sonucunda nasıl kusursuz bir kanada dönüşmüş olabileceğini evrimciler kesinlikle açıklayamamaktadır. Ayrıca, bir kara canlısının kuşa dönüşebilmesi için sadece kanatlarının olması da yeterli değildir. Kara canlısı, kuşların uçmak için kullandıkları diğer birçok yapısal mekanizmadan yoksundur. Örneğin, kuşların kemikleri kara canlılarına göre çok daha hafiftir. Akciğerleri çok daha farklı bir yapı ve işleve sahiptir. Değişik bir kas ve iskelet yapısına sahiptirler ve çok daha özelleşmiş bir kalp-dolaşım sistemleri vardır. Bu mekanizmaların, evrimcilerin iddia ettikleri gibi yavaş yavaş, "birikerek" oluşmaları ise imkansızdır.
Fosillere baktığımızda ise, zaten böyle bir dönüşümün yaşanmadığını görürüz. New Scientist dergisinin "Birds Do It… Did Dinasours?" (Kuşlar Bunu Yapıyorlar... Peki ya Dinozorlar?) adlı makalesinde evrimciler açısından problem oluşturan bu durum şöyle yer almıştır:
Ne varsayımsal ataları ne de onları bilinen fosil kuşlara bağlayan geçiş formları bulunmamıştır.39
Bir sürüngenin sözde kuş özellikleri kazanabilmesi için -evrimcilerin iddiaları doğrultusunda düşünürsek- sayısız mutasyona uğraması gerekecektir. Örneğin sürüngenin sadece ön ayaklarının kanatlara dönüşebilmesi için, bu canlının çok sayıda aşamalı değişime uğraması gerekmektedir. Ayağının genetik bilgisine isabet eden her mutasyon ayakta küçük bazı değişiklikler yapmalı, her seferinde ayak biraz daha fazla kanat özelliği kazanmalıdır. Örneğin ayaklarında aşama aşama tüyler oluşmaya başlamalıdır. Tüyler de yine aşama aşama oluşmalı, örneğin önce tüyün sapı, sonraki kuşaklarda ise diğer unsurları belirmelidir. Ayak parmakları her kuşakta biraz daha kaybolmalı, ayak giderek daha çok kanata benzemelidir. Bu çok yavaş, aşamalı değişimler ise fosil kayıtlarında gözlemlenmelidir. Aynı durum canlının akciğerleri, pullarının tüylere dönüşümü, kemiklerin yapısındaki değişimler ve diğer özellikleri için de geçerlidir.
Unutmamak gerekir ki, evrimcilerin yaşandığını iddia ettikleri bu ara aşamaların her biri canlı için dezavantajdır. Evrimcilerin bir zamanlar yaşadıklarını varsaydıkları bu canlılar, tam birer canlı olmadıkları için, eksik, işlevini yapamayan organlarıyla yaşamlarını sürdüremeyecek ve yok olacaklardır. Bu durum ise, daha en baştan evrim teorisinin öne sürdüğü iddialarla çelişmekte; evrim teorisi kendi iddialarıyla kendini geçersiz kılmaktadır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, sürüngenlerle kuşlar arasında gerçekten bir evrim olsaydı, elimizde bunu gösteren milyonlarca ara form fosili olmalıydı. Ancak, bugüne kadar tek bir yarı sürüngen-yarı kuş fosili dahi bulunamamıştır. Bulunan fosiller evrime delil olmadıkları gibi, yaratılışın ispatı olan ya soyu tükenmiş kuşlara ya da sürüngenlere aittirler. Medyada sık sık karşılaştığımız dino-kuş hikayeleri ise, ileriki bölümlerde detaylarıyla inceleneceği gibi göz boyamadan ibarettir. Bunların hiçbiri kuşların sözde evrimindeki kayıp halka olma özelliğine sahip değildir. Kendisi de bir evrimci olan bilim yazarı Gordon Taylor, evrim teorisinin kuşların kökeni ile ilgili çaresizliğini şu ifadelerle aktarır:
Kuşların kendilerini uçmaya adapte edebilmek için etkilenmeyi başardığı sürüngenin yapısındaki değişikliklerin sayısı oldukça geniştir, öyle ki gerçek bir problem teşkil eder ve bu konuya biraz daha dikkat vermemizi gerektirir. Öncelikle, pek çok değişiklik hayvanın ağırlığını azaltmak içindir. Kemikler dardır ve kafatası çok incedir. Dişlerle donanmış ağır çeneden vazgeçmiştir ve hafif ancak katı bir gaga gelmiştir. Beden sıkıştırılmış bir hale gelmiş, sürüngen kuyruğu ve uzun ön kısım terk edilmiştir. Ağırlık merkezi, ana yapının altına asıl kasların yerleşmesi ile azaltılmıştır. Böbrek, yumurtalık gibi çift organların bir tanesi feda edilmiştir. Pelvis ise yere inerken inmenin şokunu azaltması (emmesi) için güçlendirilmiştir. Bacaklar ve ayak en aza indirilmiştir, beden içindeki kaslar onları hareket ettiren kasların yerini aldıklarından, buradaki kaslar kaybolmuştur. Beyin de değişikliğe uğramıştır; denge ve koordinasyon problemlerini halledebilmek için daha geniş bir beyincik gelmiş, daha geniş görsel kortekse sahip olunmuştur. Şimdi görme, kokudan çok daha fazla önem arz etmektedir. Daha az belirgin olan ancak çok daha dikkate değer olan ise vücut mekanizmasındaki değişimdir.
Uçmak için enerjiyi üretmek üzere kuş çok fazla yakıt tüketmelidir ve yüksek ısıyı korumalıdır. Kuşlar sadece çok yemekle kalmazlar. Meyve yetiştirenler bilirler veya görmüş olabilirler, sakrak kuşu sistematik olarak zengin bir ağaçtaki her bir tomurcuğu yok eder. Aynı zamanda gırtlaklarında rezerve yakıt depolayabilecekleri bir kese bulunur. Kalpteki bölümler tamamlanmıştır, böylece daha fazla kanı idare eder. Akciğerler de sadece genişlemekle kalmamış, vücut içerisindeki hava boşlukları tarafından doldurulmuştur. Bizim gibi kara canlılarında akciğerlerdeki havanın çoğu sabit olarak durur, normal bir nefeste çok küçük bir oranı değiş tokuş ederiz. Kuş, içine çektiği havayı akciğerlerden hava keseciklerine geçirir, her nefes ile birlikte bu miktar değiş tokuş edilir. Bu sistem, uçuş esnasında kaslar tarafından üretilmiş olan ısıyı dağıtmaya da yarar. Uygun değişimin böylesine güzel şekilde tesadüfen meydana geldiğini… gözde canlandırmak, hayal gücünü zorluyor.40
Gordon Taylor, kuş evriminin neden imkansız olduğunu açıklamaktadır; ama buna karşın pek çok evrimci bu imkansız duruma inanmakta ısrarlıdır. Bunun nedeni sahip oldukları felsefi ön yargılarıdır. Evrimciler, Allah'ın yaratışını inkar etmek için iddialarına körü körüne bir bağlılık gösterirler. Söz konusu iddialarını destekleyen hiçbir geçerli delil olmamasına; tam tersine iddiaları defalarca çürütülmesine rağmen, yine de yaratılış gerçeğini kabul etmezler.
Konuya ön yargısız bakan her insan, bilimin ortaya koyduğu sonucun "yaratılış" olduğunu görecektir. Bu, aynı zamanda Kuran'da bildirilen bir gerçektir. Kuran'da "Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir..." (Şura Suresi, 29) ve "Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır." (Casiye Suresi, 4) şeklinde buyurulmaktadır. Başka ayetlerde ise Allah canlılardaki çeşitliliği şöyle bildirmektedir:
Ellerimizin yaptıklarından kendileri için nice hayvanları yarattığımızı görmüyorlar mı? Böylece bunlara malik oluyorlar. Biz onlara kendileri için boyun eğdirdik; işte bir kısmı binekleridir, bir kısmını(n da etini) yiyorlar. Onlarda kendileri için daha nice yararlar ve içecekler vardır. Yine de şükretmeyecekler mi? Yardım görürler umuduyla, Allah'tan başka ilahlar edindiler. Onların (o ilahların) kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez; oysa kendileri onlar için hazır bulundurulmuş askerlerdir. (Yasin Suresi, 71-75)
Bir Fregat kuşunun kemiklerinin toplam ağırlığı 118 gramdır. Bu miktar, hayvanın tüylerinin toplam ağırlığından daha azdır. Kemiklerin bu derece hafif olması uçuş açısından son derece önemli rol oynar. Kuşlarda -tam ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde- kemiklerin ince, içi boş ve sağlam olması, evrimcilerin tesadüf iddialarını geçersiz kılan örneklerden biridir. Yüce Rabbimiz, Kuran'da bildirildiği gibi "... herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir." (Furkan Suresi, 2) |
Kuşlar ve sürüngenler arasında birçok yapısal farklılık bulunur. Bunların en önemlilerinden biri kemiklerin yapısıdır. Çünkü uçuş açısından kemiklerin yapısı, kuşlar için son derece önemlidir. Kemiklerin hem sağlam hem hafif olmaları gerekmektedir. Kuşlarda -tam ihtiyaca yönelik olarak- kemikler ince, içi boş ve -bu boşluklu yapısına rağmen- oldukça sağlamdır. Bu şekilde hafif olan kemikler kuşların daha rahat uçmalarını sağlamaktadır. Ayrıca kuş iskeleti, hava direncini en aza indiren dar kemiklerden oluşmuştur. Bu kemikler havalanmak ve havada kalmak için gerekli olan enerji miktarını da azaltmaktadır. Sürüngenlerde ise kemikler ağır, kalın ve dolgulu yapıdadır.
Kuş kemiklerinin içi boş olmasına rağmen, iskelet, hayvanın sahip olduğu kuvvete oranla fazlasıyla güçlüdür. Örneğin 18 cm uzunluğundaki kocabaş kuşu, bir zeytin çekirdeğini kırmak için gagasıyla ona 68.5 kg'lık bir basınç uygulayabilir. Kara canlılarınkinden farklı olarak kuş iskeleti, omuz, kalça ve göğüs kemerleri birbirine kaynaşmış bir şekilde birleşiktir. Bu tasarım kuşa daha sağlam bir yapı kazandırmaktadır. Ayrıca bu sayede kemiklerin birarada durması için kullanılan kas miktarı azalır ve kuşun daha hafif olması mümkün olur. Kuş iskeletinin bir başka özelliği, başta belirttiğimiz gibi diğer bütün omurgalı canlıların iskeletinden hafif olmasıdır. Örneğin bir güvercinin iskeleti, hayvanın vücut ağırlığı toplamının sadece %4.4'ünü oluşturmaktadır. Bir Fregat kuşunun kemiklerinin toplamı ise 118 gram gelmektedir ve bu miktar, hayvanın tüylerinin toplam ağırlığından daha azdır. Ünlü bilim dergisi Nature'ın editörü Henry Gee, kuşların bu özelliğini şöyle aktarmaktadır:
Kuşların göğüs kemikleri güçlü kaslar için dayanak noktası görevini görecek şekilde geniştir. Köprücük kemikleri sıkı, birbirine kenetlenmiş ve bükülmezdir. Her ne kadar birbirine bağlanmış kaburga kemikleri eğilmez, bükülmez bir kafesi oluştursalar da, kemiklerin çoğunun içi oyuktur; boru biçiminde çelik gibi hafif ve aynı zamanda güçlüdürler. Leğen ve kuyruk sokumu kemikleri sağlam bir yapı oluşturacak şekilde birbirine kaynamıştır. Sonuçta kuşların bedeni, hafiflikle gücü birleştirmektedir.41
Kuşların söz konusu özgün anatomisi, sürüngenlerden tümüyle farklıdır. Ancak buna rağmen, hiçbir somut delile dayanmayan "dinozor-kuş evrimi" senaryosu ısrarla savunulmaktadır. (Bu konu ile ilgili örneklere ileriki bölümlerde detaylı olarak değinilecektir.)
Bu arada bazı kavramlar da yanlış anlaşılarak teoriye delil zannedilmektedir. Örneğin bazı evrimci yayınlarda, dinozorların kalça kemiklerindeki farklılıklardan yola çıkılarak, kuşların dinozorlardan evrimleştiği öne sürülmektedir. Söz konusu kalça kemiği farklılığı, Saurischian (sürüngen-benzeri kalça kemerliler) ve Ornithischian (kuş-benzeri kalça kemerliler) gruplarına bağlı dinozorlar arasındadır. İşte bu "kuş-benzeri kalça kemerli dinozorlar" kavramı, zaman zaman "dinozor-kuş evrimi" iddiasına bir delil olarak algılanmaktadır. Oysa söz konusu kalça kemeri farklılığı, kuşların sözde atalarının dinozorlar olduğu iddiasına hiçbir destek sağlamamaktadır. Çünkü Ornithischian (kuş-benzeri kalça kemerliler) gruplarına bağlı dinozorlar, diğer anatomik özellikleri açısından hiçbir şekilde kuşlara benzemez. Örneğin kısa bacaklara, dev bir gövdeye, zırha benzer pullu bir deriye sahip olan (hatta savaş tanklarına benzetilen) Ankylosaurus, Ornithischian grubuna bağlı kuş-benzeri kalça kemerli bir dinozordur. Buna karşılık, bazı anatomik özellikleri ile kuşlara benzetilebilecek olan, uzun bacaklı, kısa ön ayaklara sahip ince yapılı Struthiomimus ise Saurischian (sürüngen-benzeri kalça kemerliler) grubuna dahildir.42
1. Ornithischian (kuş-benzeri kalça kemerlilere ait) kalça kemiği Evrimciler dinozorların kalça kemiklerindeki farklılıkları da evrimci propagandaya malzeme yapmaktadırlar. Ancak söz konusu kalça kemiği farklılığı kuşların atalarının dinozorlar olduğu iddiasına hiçbir destek sağlamaz. Çünkü iki canlı grubu arasında daha aşılması gereken çok büyük anatomik farklılıklar vardır. |
Kısacası, kalça kemeri yapısı, hiçbir şekilde dinozorlar ile kuşlar arasında evrimcilerin iddia ettiği gibi bir ilişki olduğuna dair delil oluşturmamaktadır. "Kuş-benzeri kalça kemerli dinozorlar" tanımı, sadece benzerlikten kaynaklanan bir tanımdır ve iki canlı grubu arasındaki diğer büyük anatomik farklılıklar, bu benzerliği evrimci bir bakış açısıyla dahi yorumlamayı imkansız kılmaktadır.
"Kuşlar dinozorlardan türemiştir" teorisiyle ilgili daha pek çok problem vardır. Theropodların ön ayakları en eski kuş olarak kabul edilen Archæopteryx'e kıyasla, vücutlarına göre çok küçüktür. Bu canlıların ağır vücutları da düşünüldüğünde, ayakların bir tür "ön-kanat"a (proto-wing) dönüşmesinin mümkün olmadığı açıkça görülmektedir. Theropod dinozorların çok büyük bölümü (kuşlarda bulunan) semilunatik bilek kemiğinden yoksundur ve Archæopteryx'te hiçbir benzeri bulunmayan bazı bilek parçalarına sahiptir. Ayrıca dinozorların -kuşların atası olamayacağına dair- ön bacak yapılarında da çok güçlü deliller vardır. Feduccia tarafından yönetilen bir ekip, kuş embriyolarını mikroskop altında incelemiş ve bu çalışmaları Science dergisinde yayınlanmıştır.43 Feduccia ve ekibinin bulguları şu şekilde rapor edilmiştir:
Yeni araştırma, kuşların dinozorların sahip olduğu embriyonik başparmağa sahip olmadığını gösteriyor ki, bu da bu türlerin yakından ilişkili olmasının neredeyse imkansız olduğunu gösterir.44
Bir sürüngenin vücudundaki kemiklerin yapısı, şekli gibi vücut içindeki düzeni de kuşlarınkinden tamamen farklıdır. Bir dinozorun iskelet yapısının uçmaya elverişli bir kuş iskeletine zaman içerisinde, kendi kendine dönüşmesi kabul edilebilir bir iddia değildir. Öncelikle her iki canlı türünün de –dinozorlar ve kuşlar- sahip oldukları kemiklerin her biri belli bir amaçla bulundukları yerdedir. Şekilleri de her canlının ihtiyacına göre yaratılmıştır. Kafatası büyüklüğü, omurlarının sayısı, bacak uzunluğu, katlanmaya uygun kanat kemikleri, uçuş için gerekli göğüs kemiği, gagası vs. her biri kuşun yaşam şekline uygun olarak yaratılmıştır. Şayet evrimcilerin iddia ettiği gibi aşama aşama bir dönüşüm olsaydı, çok sayıda deforme iskelete rastlamamız gerekirdi. Örneğin kuşlarda tek kol önce gelişmiş, tek kol sonra gelişmiş olabilirdi; ya da bir kol kısa bir kol uzun olabilirdi; küçük bedene büyük kafatası olup dengeyi bozabilirdi; ayak parmaklarına ait kemikler ters yöne bakabilir ve yine denge bozulabilirdi. Boyun bölgesindeki omurlar gelişmemiş ya da hepsi birbirinden farklı büyüklüklerde sinirlere baskı yapacak biçimde olabilirdi... Bu ihtimaller sayısızdır. Eğer evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir canlının kemikleri rastgele düzenlenmiş olsaydı, bu sakat veya eksik yapıların çok yüksek oranlarda ortaya çıkması gerekirdi. Ancak yeryüzü katmanları hep düzgün yapılara ait, hep kusursuz, hep mükemmel fosillerle doludur. Bu konu -ara geçiş formu eksikliği- evrimcilerin yüzleşmek istemedikleri açmazların başında gelir. Bu durum açıkça göstermektedir ki, canlılar birbirlerinden türememişlerdir; her biri ayrı ayrı özgün yapılarıyla yaratılmıştır.
Kuşların Kemiklerindeki Uçuşa Elverişli Tasarım Yaratılışın Delillerinden Biridir |
1. Göğüs: (thorax/toraks) 2. Pelvik kuşak: 3. Bacak ve Ayaklar: 4. Kanat ve El: 5. Baş ve Boyun: 6. Pektoral Kuşak: Trioseal kanal, kanatları kaldıran kaslara yapışık tendonlar için bir çeşit kasnak oluşturur, böylece onlar da omurgaya bitişik olarak bulunurlar. Geniş, birleşmiş köprücük kemikleri (toplu olarak furkula olarak adlandırılır) uçuş esnasında ciddi şekilde büzülen kasların esnemesine imkan sağlar ve bu yapı yalnızca kuşlarda bulunur. Geniş korakoid kemikler ise göğüse, uçuş kaslarının kuvvetine karşı destek sağlarlar. Aksi takdirde, göğüs uçuş sırasında büyük hasar görürdü. |
Sürüngen-kuş evrimi teorisi, tarihe Darwinizm'in ne denli büyük yanılgılara yol açabileceğinin bir örneği olarak geçecektir. Bunu şimdiden gören bilim adamları gerçeği dile getirmektedirler. Örneğin Alan Feduccia şöyle demektedir:
25 sene boyunca kuşların kafataslarını inceledim ve dinozorlarla aralarında hiçbir benzerlik görmüyorum. Kuşların dört ayaklılardan evrimleştiği teorisi, paleontoloji alanında 20. yüzyılın en büyük utancı olacaktır.45
Kansas Üniversitesi'nde eski kuşlar üzerinde uzman olan Larry Martin ise şunu söylemektedir:
Doğrusunu söylemek gerekirse, eğer dinozorlarla kuşların aynı kökenden geldiklerini savunuyor olsaydım, bunun hakkında her kalkıp konuşmak zorunda oluşumda utanıyor olacaktım.46
Kuşların sürüngenlerden evrimleştiği iddiasını geçersiz kılan bir diğer örnek de kuşların akciğerlerindeki özel tasarımdır. Omurgalı kara canlılarıyla kuşların solunum sistemleri karşılaştırıldığında, birbirinden tamamen farklı şekilde çalışan yapılar oldukları görülür. Kuşların oksijen ihtiyacı, kara canlılarına göre çok daha fazladır ve hücrelere oksijenin iletilmesi çok çabuk gerçekleşmelidir. Dolayısıyla bir kara canlısının akciğeri, kuşun ihtiyacı olan yeterli oksijeni sağlayamaz. Nitekim kuşların akciğerleri, uçuş için gerekli oksijeni sağlayacak şekilde özel bir yaratılışa sahiptir.
Omurgalı kara canlılarının akciğerleri "çift yönlü" bir yapıya sahiptir: Nefes alma sırasında, hava akciğerdeki dallanmış kanallar boyunca ilerler ve "alveoli" denilen küçük hava keseciklerinde son bulur. Oksijen-karbondioksit alışverişi burada gerçekleştirilir. Ancak daha sonra, kullanılmış olan bu hava, tam ters yönde hareket eder ve geldiği yolu izleyerek akciğerden çıkar, ana bronş yoluyla da dışarı atılır.
Kuşlarda ise hava akciğer kanalı boyunca "tek yönlü" hareket eder. Akciğerlerin giriş ve çıkış kanalları birbirlerinden farklıdır ve hava daimi olarak akciğer içinde tek yönlü olarak akar. Böylece kuş, havadaki oksijeni kesintisiz olarak alabilir. Uluslararası bilim dergisi Nature'ın editörü olan evrimci yazar Henry Gee, kuşlardaki tasarımdan bahsederken, "Kuşlar olağanüstü bir nefes alma düzenine sahiptir. Akciğerler, vücutta başka yerlerdeki ve hatta oyuk kemiklerdeki geniş hava boşluklarını da kapsayan, tek yönlü bir hava işleme sisteminin sadece bir bölümünü oluştururlar."47 demektedir.
Kuş nefes aldığında, hava nefes borusundan hem akciğere hem de arka hava kesesine akar ve akciğerlerdeki mevcut hava da öndeki hava kesesine dolar. Kuş aldığı nefesi verdiğinde, arka hava kesesinde olan temiz hava akciğere geçer ve ön hava kesesinden nefes borusu yoluyla dışarı çıkar. Nefes alış-veriş sırasında gerçekleşen her iki devrin, kuşun aldığı tek bir nefes için bile mutlaka tam olarak gerçekleşmesi gerekir. Kuşların akciğerlerinde memelilerin ciğerlerinde bulunan "alveoli" yerine, akciğer boyunca uzanan milyonlarca küçük tüp bulunur.
Bu kompleks hava kesesi sisteminin amacı, kuş akciğerlerindeki hava akışının aynı yönde -arkadan öne- kesintisiz olarak gerçekleşmesini sağlamaktır. Bu, akciğerdeki hava akış yönünün, nefes alıp verme esnasında tersine döndüğü sürüngen veya memelilerdeki sistemden farklıdır. Kuşlarda hava akışının tek bir yönde olması, havadaki oksijenin daha etkili kullanılmasını sağlar.
Kuşların kendilerine özel bu verimli solunum sistemi, hava direncini en aza indirir; havalanmak ve havada kalmak için gerekli enerji miktarını azaltır. Uçmak için gerekli yapılardan biri olan furkulum kemiğine yapışık, iyi gelişmiş göğüs kasları da kanat çırpma hareketine güç sağlar. Kanattaki uzun tüyler, uçak kanadı gibi işlev görerek uçuş için gerekli olan kaldırma kuvvetini oluştururlar.
Kuşların diyaframı yoktur, bu yüzden akciğerlerde havayı hareket ettirmek için, kemiklerin içine doğru uzanan hava keseciklerindeki basınç değişikliklerinden faydalanırlar. Çoğu kuşun sekiz hava keseciği bulunur. Bu hava kesecikleri solunum yolu boyunca havayı hareket ettirmek için adeta bir körük sistemi gibi çalışırlar. Birçok hava keseciği, "pönomatik (basınçlı hava ile işleyen) kemikler" olarak tanımlanan kemiklerin içine doğru ilerler.48 Bu özel yaratılış sayesinde, memelilerin ve sürüngenlerin aksine, kuşların akciğerleri her zaman şişik olarak kalır ve akciğerlere düzenli olarak taze hava sağlanmış olur.49
Kuşun akciğer yapısındaki bu sistem, yüksek enerji ihtiyacını karşılayacak en mükemmel yapıdır. Yeni Zelanda Otega Üniversitesi'nden moleküler biyolog Michael Denton, kuşların bu özel yapısından şöyle bahsetmektedir:
Kuşlarda ana bronş, akciğer dokusunu oluşturan tüplere ayrılır. Parabronşi diye adlandırılan bu tüpler sonunda tekrar birleşerek, havanın akciğerler boyunca tek bir yönde devamlı akımını sağlayacak sistemi meydana getirirler... Kuşlardaki akciğerlerin yapısı ve genel solunum sisteminin çalışması tümüyle kendine özgüdür. Kuşlardaki bu "avien" sistemi başka hiçbir omurgalı akciğerinde bulunmaz. Üstelik bu sistem, sinek kuşları, devekuşları ve atmacalar gibi çok çeşitli kuşlarda bile tüm temel detaylar açısından aynıdır. Bu sistem bütün kuş türlerinde aynıdır.50
Tek yönlü hava kanalı sadece kuş akciğerinde bulunan, özgün bir tasarımdır. Böyle kompleks bir yapının aşamalarla ortaya çıkması mümkün değildir. Çünkü canlının hayatta kalması için söz konusu tek yönlü hava kanalı sistemi ve akciğerler kusursuz bir şekilde ve her an var olmalıdır. Aksi takdirde akciğeri çalışmayan bir canlının birkaç dakikadan fazla yaşaması mümkün olmayacaktır. Michael Denton kuş akciğerinin kökenine evrimci bir açıklama getirmenin imkansızlığını ise şöyle belirtir:
Böyle tamamen değişik bir solunum sisteminin, azar azar küçük değişikliklerle standart omurgalı tasarımından evrimleşmiş olduğu iddiası, düşünülmeden ortaya atılmış bir tezdir. Solunum faaliyetinin … hiç aksamadan korunması, organizmanın hayatını sürdürmesi için gereklidir. En küçük bir eksik fonksiyon, ölüme sebep olacaktır. Kuş akciğeri de, içinde dallanmış olan parabronşlar ve bu parabronşlara hava temin edilmesini sağlayan hava kesesi sistemi en üst düzeyde gelişmiş olana kadar ve beraber, iç içe geçmiş, mükemmel bir şekilde işlevini yapana kadar, bir solunum organı olarak görev yapamaz.51
Allah'ın Yaratma Sanatının Bir Örneği: Kuş Akciğerleri | |
Kuş nefes aldığında hava, arka hava keseciklerine (1) doğru hareket eder. Bunlar, daha sonra havayı akciğerin (2) içine iterler ve hava akciğerin içinden geçerek ön hava keseciklerine (3) akar. Hava, kuş nefes verdiğinde, ön hava kesecikleri tarafından dışarı atılır. Akciğer, sürüngenlerde veya memelilerde olduğu gibi genişlemez ve büzülmez. Oksijeni akciğerden toplayan kan, havanın aksi yönünde akar. Böylece en düşük oksijeni (çizimde mavi düşük oksijeni, kırmızı yüksek oksijeni göstermektedir) taşıyan kan, havaya maruz kaldığında en düşük oksijen oranına sahiptir. En yüksek oksijene sahip kan ise daha da yüksek oksijen konsantrasyonuyla havayla buluşur. Dolaşımın her bölgesinde, havanın içinde bulunan oksijen konsantrasyonunun temasta olduğu kandan daha fazla olmasını sağlar. Havadan kana yapılan oksijen naklinin etkinliğini en yüksek dereceye eriştirir. Bu, karşı-akım değişimi (counter-current exchange) olarak bilinir. Bu kadar etkin akciğerler kuşlara uçuşun gerektirdiği enerji talebiyle, özellikle de yüksek rakımlarda- başa çıkmalarında yardımcı olur. Tüm bunlar, ortada çok kusursuz bir tasarım olduğunu göstermektedir. Bu tasarım, hem evrim iddiasına yönelik yıkıcı bir darbe, hem de yaratılışın delillerinden sadece biridir. | |
1. Arka hava kesecikleri | a. Kemiklerdeki hava boşlukları |
e. Kuş akciğerinin içi | i. Bronşlar |
Kısacası, kara tipi akciğerden hava tipi akciğere geçiş iddiasının gereği olan ara aşamaların hiçbiri, canlının yaşamını sürdürebilmesi için uygun değildir. Yapısı tamamlanmamış bu akciğerler işlevsel olmayacağı için, böyle bir ihtimal söz konusu değildir. Çünkü bir canlının, kara tipi akciğerden hava tipi akciğere geçmesi için gerekli olan değişimlerin, zaman içinde birikerek oluşmasını bekleyecek vakti yoktur. Eğer kuş, iki akciğer tipinden birine eksiksiz olarak sahip olmazsa ölecektir. Bu durum kuşlara özgü bu anatominin doğal seleksiyon ve mutasyon gibi bilinçsiz mekanizmalarca oluşturulamayacağını görmek için yeterlidir. Kuş akciğeri, canlıları Allah'ın yarattığının sayısız delilinden sadece biridir.
Michael Denton'a göre, sürüngen akciğerinin, küçük değişiklikler sonucu kuş akciğerine dönüşmüş olması, bu süreç boyunca işlevsel kalması ve her aşamada canlıyı daha avantajlı hale getirmesi hayal gücünün ötesindedir. Nitekim evrimcilerin iddialarına göre sürüngenden kuş akciğerine geçişin, diyaframı tamamlanmamış zayıf bir canlı ile başlamış olması ve doğal seleksiyonun bu sözde ara geçiş canlısını elemesi gerekirdi. Denton da kendisiyle yapılan bir röportajda, bu tür bir geçişin olamayacağını ifade ederek, Darwinizm'in iddialarını akciğer örneği üzerinden şöyle eleştirmektedir:
(Darwinizm'in) Açıklamayı başaramadığı en temel model, başlıca organizma türlerinin çok açık biçimde benzersiz ve diğerlerinden ayrı özelliklerde olmalarıdır. Benim bu teoriyle en temel problemim şu aslında; bir kuşun akciğerinden kaya yengecinin gözüne kadar öylesine ileri derecede komplike organlar, sistemler ve yapılar var ki, bu şeylerin tesadüfi değişimler sonucu zaman içinde birikerek meydana gelmiş olabileceğine ihtimal veremiyorum.
Tüm bu şeylerin küçük tesadüfi değişimlerle birikerek geliştiğini tümden kabul etmek, bence sağduyuyu çok açık biçimde reddetmek anlamına geliyor. Bu, özellikle öne sürülen vakaların çoğu için tamamıyla saçma bir iddia. Çünkü hiç kimse bunun nasıl meydana geldiği hakkında güvenilir bir açıklama düşünemiyor. Ve bu da herkesin değinmeden geçtiği, herkesin bir kenara attığı ve gözlerden gizlemeye çalıştığı, anlaşılması çok zor bir soru.
Doğadaki bu kompleks adaptasyonların bir dizi ara geçiş formuyla açıklanamayacağı bir gerçektir. Bu da çok temel bir sorundur. Sağduyu, bana bir şeylerin yanlış olduğunu söylüyor.52
Yukarıdaki ifadelerden anlaşıldığı gibi çift yönlü hava akışına sahip olan sürüngen akciğeri ile tek yönlü hava akışına sahip olan kuş akciğeri arasında evrimsel bir bağ olması söz konusu olamaz. Çünkü bu iki akciğer yapısının arasında kalacak bir "geçiş" modeli mümkün değildir. Bir canlı yaşamak için sürekli nefes almak zorundadır ve akciğer yapısında baştan aşağı değişiklik olması ise mutlak ölümle sonuçlanacaktır. Kaldı ki bu değişiklik evrime göre milyonlarca yıl kademe kademe gerçekleşmelidir; oysa akciğeri çalışmayan bir canlı birkaç dakikadan fazla yaşayamaz.
Bu konuda belirtilmesi gereken diğer bir nokta, sürüngenlerin diyaframlı, kuşların ise diyaframsız bir solunum sistemine sahip olmalarıdır. Bu farklı yapı da yine iki akciğer tipi arasında gerçekleştiği öne sürülen evrim iddialarını imkansız kılar. Solunum fizyolojisi alanında otorite sayılan John Ruben, bu konuda şu yorumu yapar:
Theropod bir dinozorun kuşlara evrimleşmesi, diyaframında ciddi bir sakatlık oluşmasını gerektirecektir, ama bu durum canlının nefes alma yeteneğini çok kritik bir biçimde sınırlayacaktır... Buna neden olabilecek bir mutasyonun selektif bir avantaj sağlaması imkansız gözükmektedir.53
Kuş akciğerinin evrime meydan okuyan bir diğer özelliği ise, hiçbir zaman havasız kalmayan ve kaldığında "çökme" tehlikesiyle karşılaşan özel yapısıdır. Michael Denton, bu konuyu da şöyle açıklar:
Bu denli farklı bir solunum sisteminin, standart omurgalı tasarımından nasıl evrimleşmiş olabileceğini düşünmek neredeyse imkansızdır. Özellikle de solunum sisteminin çalışır halde korunmasının bir organizmanın yaşamı için ne kadar mecburi olduğu düşünüldüğünde... Dahası, avien akciğerinin kendine özgü biçim ve fonksiyonu, daha birçok özelleşmiş adaptasyonu gerektirecektir... Çünkü öncelikle, avien akciğeri vücut duvarlarına sıkıca tutturulmuştur ve hacim olarak genişlemesi mümkün değildir. Öte yandan, akciğerdeki hava tüplerinin çok dar yarıçapları ve bunların içindeki herhangi bir sıvının yüksek yüzey gerilimi nedeniyle, avien akciğeri, diğer omurgalıların aksine, kendi içinde çökmüş bir durumdan alınıp yeniden havayla doldurulamaz... (Bu yüzden) Kuşlarda, akciğerin içindeki hava kesecikleri, diğer omurgalıların aksine, hiçbir zaman boşaltılmaz. Aksine ciğerler ilk gelişmeye başladıkları andan itibaren daima ya sıvıyla (embriyo aşamasında) ya da havayla doludurlar.54
Bu durum şunu göstermektedir: Kuşların akciğer kanalları o kadar dardır ki, bu akciğerin içindeki hava kesecikleri diğer kara canlılarının ciğerleri gibi havayla dolup boşalamaz. Eğer kuş akciğeri bir kez tam olarak boşalsa, kuş bir daha ciğerlerine hava çekemeyecek ya da bunu yapmakta çok büyük bir zorluk çekecektir. Bu yüzden akciğerin etrafına yerleştirilmiş olan hava kesecikleri sürekli bir hava akışı sağlar ve ciğerleri havasız kalıp sönmekten korur.
1. Gaga | 6. Ara bronşlar | 11. Arka göğüs kesesi |
Kuşlardaki solunum sistemi tesadüf eseri oluşamayacak kadar mükemmel bir mühendislik tasarımıdır. Bu gerçek, evrimci iddiaları çok açık bir şekilde geçersiz kılmaktadır. |
Elbette ki, sürüngenlerin ve diğer omurgalıların akciğerlerinden tamamen farklı olan ve olağanüstü derecede hassas dengelere dayanan bu sistem, evrim teorisinin iddia ettiği gibi bilinçsiz mutasyonlarla, kademe kademe gelişmiş olamaz. Denton, kuş akciğerinin bu yapısının Darwinizm'i geçersiz kıldığını şöyle ifade etmektedir:
Kuş akciğeri, bizleri, Darwin'in "eğer birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkansız olduğu gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış olacaktır" şeklindeki meydan okuyuşuna cevap vermeye götürmektedir.55
Kuş akciğerine baktığımızda da çok sayıda küçük değişiklikle meydana gelmesinin mümkün olmadığını görürüz. Bu durumda Darwin'in teorisi kendi ifadesiyle "kesinlikle yıkılmış" olmaktadır. Corvallis'deki Oregon State Üniversitesi'nde evrimsel solunum fizyolojisi uzmanı olan John Ruben de konu ile ilgili şunları belirtmektedir:
Son zamanlarda, ortak kanı, kuşların doğrudan theropod dinozorlarının soyundan geldiğini ileri sürmektedir. Ancak, Mezozoik dönem boyunca, theropodlardaki hepatik-piston diyaframlı akciğer solunumunun belirgin muhafazası, böyle bir ilişki için temel bir problem oluşturur. Avien (kuşlara ait) karın hava kesecik sisteminin, diyaframlı-havalandırmaya sahip (sürüngen) atadan türemesinin ilk aşamaları, diyafram fıtığı için bir seleksiyon gerektirmiş olmalıdır. Bu tür zayıflatıcı bir koşulun, zaman kaybetmeksizin tüm akciğer solunum sistemini zaafa uğratması gerekirdi. Dolayısıyla herhangi bir seçici avantaja sahip olmuş olması mümkün görünmemektedir.56
Kısacası sürüngen akciğerinden kuş akciğerine doğru bir geçiş mümkün değildir. Bu gerçek, "kuşların evrimi" tezinin asılsızlığını gösteren önemli bir bilimsel kanıttır. Bu kanıt, Yüce Rabbimiz'in kuşları, sahip oldukları özgün vücut tasarımlarıyla yarattığını göstermektedir.
Evrimci bilim adamlarının çoğu, kuşların dinozorlardan evrimleştiğine inanmaktadırlar. Bu yaygın kanının bir sonucu, bu iddiayla çelişen bilimsel delillerin tümüyle göz ardı edilmesidir. Bunun bir örneği Corvallis'deki Oregon Eyalet Üniversitesi'nde solunum fizyolojisi uzmanı olan John Ruben'in araştırmasıdır.
Ruben'in liderliğindeki bir grup, 120 milyon yıllık küçük etçil bir dinozor olan Sinosauropteryx'in iç organlarının fosil taslaklarını inceler. Sonuçta theropodların kuşlarla değil timsahlarla benzer olduğu ortaya çıkar. Ruben şöyle demektedir:
Theropodların, bir timsahta bulabileceğiniz akciğer, karaciğer ve bağırsakların yerleşim düzeninin aynısına sahip olduklarına dair ilk delilin yumuşak dokularda olduğunu fark ettim.1
Therepodlar iki ana boşluğa sahiptiler: Akciğer, karaciğer ve kalbi içine alan göğüs boşluğu ile bağırsak ve diğer organları kapsayan karın boşluğu. Bunlar, timsahlarda olduğu gibi, birbirlerinden diyafram ile tam olarak ayrılmışlardır. Kuşlarda ise böyle bir ayrım yoktur. Yaşayan timsahlarda bu ayrımın işlevi, boşluklar arasında hava sızdırmaz bir kapak görevi görmektir. Diyafram kasları büzüldüklerinde, karaciğeri geriye çekerler ve havanın körük tipi akciğerleri doldurmasını sağlayarak göğüs boşluğunda ters yönde basınç oluştururlar. Kuşların boşluklar arasında böyle bir ayrıma ihtiyaçları yoktur; çünkü keseciklerin genişleyip büzülmesiyle, vücutlarından çekilen hava tek yönde, milyonlarca küçük hava koridorundan geçerek hareket etmektedir.
Ruben aynı zamanda, theropod ve timsahların -kaslara bağlı ve havanın körük benzeri akciğerlere girmesine yardımcı olan- farklı bir kalça yapısına sahip olduklarını da göstermiştir. Ruben, tüm bu bulguların sonucunda şunu söylemektedir:
Bu, therepodların, günümüze ait, yüksek performanslı avien tipi akciğerlere sahip olamayacaklarının ve değiştirilmez, körük benzeri akciğerleri koruduklarının oldukça sağlam bir delilidir.2
Ruben, bir röportajında ise kuşlardaki akciğer sisteminin dinozorlardan evrimleşemeyeceğini şöyle belirtmektedir:
Havanın devamlı ciğerlere çekildiği kuşun tamamen farklı solunum sisteminin, theropod dinozorlarda gördüğümüz hepatik-piston sisteminden gelişmiş olamayacağı çok açıktır.3
1. 120 milyon yıllık küçük etçil bir dinozor olan Sinosauropteryx'in iç organlarını inceleyen bilim adamları, theropodların kuşlarla değil timsahlarla olan benzerliğini ortaya çıkardılar. (üstte solda) 2. Amerikan timsahı (sol altta) Dino-kuş tezinin taraftarları, oldukça kompleks ve diğer tüm canlılardan farklı olan kuşlardaki akciğerlerin nasıl ortaya çıktığına dair hiçbir geçerli açıklama öne sürememekte, aleyhte delillere ise gözlerini kapamaktadırlar. |
Böylece Ruben ve ekibi, körük benzeri akciğerlerin günümüz kuşlarındaki yüksek performansa sahip olan akciğerlere evrimleşmiş olamayacağını bir kez daha göstermişlerdir.4 Science dergisinde yayınlanan "Lung Fossils Suggest Dinos Breathed in Cold Blood" (Akciğer Fosili Dinozorların Soğukkanlı Olarak Nefes Aldıklarına İşaret Ediyor) başlıklı makalede Ruben'in bu araştırmalarından şöyle söz edilmektedir:
Ruben ve ihtisas öğrencileri, timsah ve diğer sürüngenleri parça parça kestiler ve akciğer yapılarının Çin'de bulunan birçok yassılaşmış dinozor fosiline benzerlik gösterdiğini ortaya çıkardılar… Ruben, akciğerlerle ilgili bu delilini, dinozorların sıcakkanlı olabilmek için ihtiyaç duyulan yüksek oranlardaki gaz değişimi için yetersiz olduğunu ve aynı zamanda körük benzeri akciğerlerin günümüz kuşlarının yüksek performanslı akciğerlerine evrimleşmiş olamayacağını tartışmaya sunmak için kullanmıştır. Böylece, dinozorlarla ilgili kabul gören iki hipoteze meydan okumaktadır: Sıcakkanlı oldukları ve kuşların onların soyundan geldikleri. Ancak birçok dinozor uzmanı, Ruben'in yeni yaklaşımını memnuniyetle karşıladıklarını söylese de, şimdiye kadar sadece birkaçı onun sonuçlarını benimseme konusunda istekli davranmıştır.5
Kimilerine göre Ruben'in bu raporu "dinozor kökenli kuşlar hipotezine atılan birkaç yumruktur."6 Ancak dikkat çekici bir durumdur ki, dinozordan kuşa evrimin savunucuları, teorilerinin aleyhinde olacak bu delili hesaba katmamaktadırlar. Dino-kuş tezinin taraftarları, diğer tüm canlılardan farklı ve oldukça kompleks olan kuşlardaki akciğerlerin nasıl ortaya çıktığına dair hiçbir geçerli açıklama öne sürememekte, aleyhte delillere ise gözlerini kapamaktadırlar.
Ayrıca Ruben, küçük bir et yiyici olan Scipionyx Samnitucus türünü, ultraviyole ışığının altında incelemiştir. Şimdiye kadar bulunan dinozorlar arasında, organları en iyi korunmuş olan bu özel türün bazı iç organ düzenlemeleri, ultraviyole ışığı sayesinde ortaya çıkmıştır. Bu dinozorun bağırsaklarının, karaciğerinin, nefes borusunun (trakea) ve kaslarının ana hatlarını belirlemiştir. Ruben, fosil iki boyutlu olsa da "hiçbir şeyin yeri değişmemiş... Tüm [organlar] birbirleriyle bağlantılı olarak muhafaza edilmektedir." demektedir.7
Kuşlar Ve Dinazorlar Birbirlerinden Çok Farklı Anatomik Özelliklere Sahiptir |
1. Akciğer Theropod dinozorlarda "hepatik (karaciğerle ilgili) piston diyaframı" olarak adlandırılan yapının bulunması, onların kuşlardaki gibi akciğerler yoluyla nefes aldıkları olasılığını ortadan kaldırır. Araştırmalar theropod ve timsahların, kaslara bağlı ve havanın körük benzeri akciğerlere girmesine yardımcı olan farklı bir kalça yapısına sahip olduklarını da göstermektedir. Kuş-tipi akciğerlerin dinozorlarda bulunmaması kuşların onlardan evrimleştikleri iddialarının geçersizliğini bir kez daha ortaya koymaktadır. |
Bu canlıda yer alan ve kasık kemiğinden karaciğere kadar uzanan kas ise, günümüzde yaşayan timsahlarda akciğerin genişlemesine ve büzülmesine neden olacak şekilde, karaciğerin tıpkı bir piston gibi ileri ve geri hareket etmesine yardımcı olur. Hava geçirmez bir doku tabakası, yani diyafram, karaciğer ve akciğerleri ayırır. Ruben'e göre, theropod dinozorlarda "hepatik (karaciğerle ilgili) piston diyaframı" olarak adlandırılan bu yapının bulunması, onların kuş akciğerlerine benzer bir yolla nefes aldıkları olasılığını tamamen ortadan kaldırmaktadır. Ruben ve meslektaşları, dinozorların iç organlarının düzeninin kuşlara benzemediği ve bu canlıların soğukkanlı oldukları sonucuna varmaktadırlar.8
Ruben ve ekibinin çalışmalarını gören Kansas Üniversitesi'nden paleontolog Larry Martin ise şunları ifade etmiştir:
Bu konuda [fosilin tam bir dinozor olduğu konusunda] yanlış yapmış olmalarına imkan yok. Scipionyx türü şimdiye kadar korunan en iyi tür. Bu on yılın en büyük keşiflerinden biri. Dinozorun soluk borusu bağımsız bir kontrole sahip ki bu, onun kuş solunum aygıtına sahip olmadığını gösteriyor.9
Larry Martin kuşların sözde dinozorlardan geliştiği yönündeki iddialara karşı çıkarak, konuyu şöyle özetlemektedir:
Sıcakkanlı dinozor hipotezine verilen destek, şimdi ancak bir pamuk şekerinin sertliği kadardır.10
Philadelphia'daki Pensilvanya Üniversitesi'nde paleontolog olan Peter Dodson'a göre ise Ruben'in analizi, "sıcakkanlı dinozor teorisinin tabutuna çakılan yeni bir çivi olmuştur".11 Ruben, ayrıca, kuş-tipi akciğerlerin dinozorlarda bulunmamasının, kuşların onlardan evrimleştikleri fikrine gölge düşürdüğünü vurgulamaktadır.
Ancak ne ilginçtir ki, tüm bu araştırma sonuçları, evrim teorisinin yerleşik varsayımlarıyla çeliştiği için, memnuniyetsizlikle karşılanmaktadır. Hatta evrimciler karşıt deliller hiç sunulmamış gibi, eleştirileri dikkate almadan telkin yöntemi kullanmakta ve sansasyonel yönü yüksek medyatik haberlerle teorilerini ayakta tutmaya çalışmaktadırlar. Bu durum evrimcilerin bakış açısındaki dogmatizmi ve fosil yorumlarındaki taraflılığı ortaya koyan önemli bir örnektir.
1. Ann Gibbons, "Lung Fossils Suggest Dinos Breathed in Cold Blood", Science, vol. 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, ss. 1229-1230.
2. Ann Gibbons, "Lung Fossils Suggest Dinos Breathed in Cold Blood", Science, vol. 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, ss. 1229-1230.
3. Malcolm W. Browne, "Turning Dinosaur Theory on Its Paleobiological Tail", The New York Times, 26 Ocak 1999, Science Desk.
4. Ann Gibbons, "Lung Fossils Suggest Dinos Breathed in Cold Blood", Science, vol. 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, ss. 1129-1130.
5. Ann Gibbons, "Lung Fossils Suggest Dinos Breathed in Cold Blood", Science, vol. 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, s. 1229-1230.
6. Ann Gibbons, "Lung Fossils Suggest Dinos Breathed in Cold Blood", Science, vol. 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, ss. 1229-1230.
7. "Turbocharged dinosaur", BBC News, 21 Ocak 1999; http://news.bbc.co.uk/2/hi/science/nature/259902.stm
8. John A. Ruben, Cristiano Dal Sasso, Nicholas R. Geist, Willem J. Hillenius, Terry D. Jones, Marco Signore, "Pulmonary Function and Metabolic Physiology of Theropod Dinosaurs", Science, 22 Ocak 1999, ss. 514-516.
9. Malcolm W. Browne, The New York Times, 26 Ocak 1999.
10. Ann Gibbons, "Lung Fossils Suggest Dinos Breathed in Cold Blood", Science, vol. 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, ss. 1229-1230.
11. Ann Gibbons, "Lung Fossils Suggest Dinos Breathed in Cold Blood", Science, vol. 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, ss. 1229-1230.
İngiltere'deki Bristol Üniversitesi'nde mühendislik tasarımı alanında doçent olan Stuart Burgess, tavus kuşu tüyündeki tasarımı çarpıcı bir şekilde ortaya koymuş ve bu tasarımın hiçbir şekilde Darwin'in "seksüel seçme" teorisiyle açıklanamayacağı sonucuna varmıştır.
Tavus kuşunun kuyruğu, büyük tüyleri, parlak renkleri ve kendisine özgü desenleri ile olağanüstü bir güzelliğe sahiptir. Tavus kuşundaki göz alıcı renklerin bir özelliği de, görüş açısına göre değişmeleridir. Burada renkler pigmentlerle (canlıların dokularına renk veren madde) değil, "ince-film" adı verilen ve tüycüklerde oluşan optik bir etki sayesinde ortaya çıkar. Kuş tüyleri üzerindeki en ince yapılar olan ve ancak mikroskop altında görülebilen tüycüklerde ortaya çıkan ince-film etkisi, üç keratin tabakada gerçekleşir. Şeffaf keratin tabakalar ışığı kırar ve kırılan ışığın bazı bileşenlerini tutarlar. Yumuşak iç kısmın kahverengi renkte olması, keratin katmanlara karanlık tonda bir arka plan sağlayarak ışığın arkaya geçip kaybolmasını engeller. Böylece yansıtılan ışık, renkleri ortaya çıkarabilir. İnce-film etkisi üç tabakada aynı anda gerçekleşir ve ortaya farklı renkler çıkar. Keratin tabakalarının belli bir rengi üretmesi ancak son derece ince olmaları sayesinde mümkün olur. Keratin tabakaların kalınlığı milimetrenin sadece yirmi binde biri kadardır ve bu kalınlık, en parlak rengi üretmede en ideal kalınlıktır. Çünkü tabaka kalınlığı, gözle görülebilir ışığın dalga boyunu geçmemelidir. Kuyruktaki göz deseninin olağanüstü parlaklığı da kuşun sahip olduğu bu özel renk üretim mekanizmasından kaynaklanır.1
Tavus kuşunun kuyruğu, büyük tüyleri, parlak renkleri ve kendisine has desenleri ile olağanüstü bir güzelliğe sahiptir. "T" ve "göz" şeklindeki tüyler yelpaze şeklinde bir dizilime sahiptir. Bu gösterişli görünümünün temelinde mikroskobik ölçüde bir komplekslik bulunmaktadır. |
Göz şeklinin çok önemli bir özelliği de binlerce tüycüğün birleşmesiyle ortaya çıkan bir şekil olmasıdır. Birbirlerinden bağımsız olmalarına karşın komşu tüycükler kusursuz bir uyumla göz şeklini oluştururlar. Eğer bu tüycükler rastgele ve düzensiz şekilde dizilecek olsalardı -burada detaylarına girmediğimiz- matematiksel formüllere dayanan geometrik şekiller ortaya çıkaramazlardı. Bu şeklin tesadüflerle ortaya çıkmış olma ihtimali, kuş bakışı bakıldığında bahçedeki çiçeklerin tesadüf eseri detaylı bir göz deseni oluşturması kadar azdır.
Bir erkek tavus kuşu yaptığı kur esnasında kuyruk tüylerini sergilerken ortaya muhteşem bir yelpaze çıkar. Erişkin bir tavus kuşunda her yıl yenilenen yaklaşık 200 kuyruk tüyü vardır. Bunlardan yaklaşık 170'i "göz" desenini oluşturan tüyler, geri kalan 30'u ise "T" şeklini oluşturan tüylerdir.
Yelpaze oluşturan bu tüy tasarımında gözlerin oldukça düzenli bir yayılım gösterdiği, T ve göz tüylerinin de mikroskobik ölçüde çok kompleks bir yapıya sahip oldukları görülür. Gözlerin her biri görünür vaziyettedir, çünkü yelpazede ön sıraya kısa tüyler, arka sıraya uzun tüyler yerleştirilmiştir.
Sergilenen tüylerin güzel görünmesinin nedenlerinden biri de, 180 dereceden daha büyük bir açı üzerinden yarı dairesel bir yelpaze oluşturmalarıdır. Yelpazenin oluşumu -her tüy ekseninin neredeyse ortak geometrik merkezden çıkmalarından dolayı- çok düzgündür. Sergilenen tüylerin merkezden çıkış açıları da belirlidir.
Tüydeki tüm fiziksel yapıların bilgisinin DNA'da saklı olduğunu hatırlamak, tasarımın olağanüstülüğünü bir kez daha vurgular. Keratinin katman sayısı ve kalınlığı, tüycüklerin sayısı, kahverengi arka plan, tüylerin arasındaki mesafeler... Bunların tümü DNA'daki bilgiye göre üretilir. Bu kusursuz güzelliğin, evrimcilerin iddia ettiği gibi rastgele mutasyonlar sonucu ortaya çıkması kesinlikle mümkün değildir.
Bu gerçek, en baştan beri evrim teorisi için büyük bir sorun olmuştur. Canlılardaki yaratılış delillerini kör tesadüflerle açıklama çabasındaki Darwin, arkadaşı Asa Gray'e yazdığı 3 Nisan 1860 tarihli mektupta, tavus kuşu tüyleri hakkında şu yorumu yapmıştır:
Bir tavus kuşunun kuyruğundaki tüyün görünümü, ne zaman bakacak olsam, beni hasta ediyor.2
Tavus kuşunun kuyruğunun güzelliği, kuyruğun işleviyle ilgili değildir. Tavus kuşundaki bu özellik, bir yaratılışın belirgin bir işaretidir. İnsanlara ait tasarımlarda da bir güzellik görüldüğünde bunun bir tasarımcıya ait olduğu hemen anlaşılır. Örneğin bir peyzaj mimarı bahçeye düzen getirmenin ve işlevsellik kazandırmanın yanı sıra, eklediği güzellik ve estetik unsurlarla, bu bahçenin bir mimar tarafından düzenlendiğine dair işaretler de bırakır. Mimarın bahçenin estetiğine eklediği her detay, aynı zamanda bu bahçenin tesadüf eseri düzenlenmediğini gösteren bir delildir. Optik biliminin inceliklerini sergileyen tavus kuşu tüyündeki güzellikler de, bu yaratılışın sahibinin, yani Rabbimiz'in varlığını ortaya koyan estetik harikası örneklerden biridir.
Burada genel hatlarıyla yer verdiğimiz tavus kuşunun tüylerindeki her detay, belli bir amaç için bulundukları yer, şekil, yapı ve renktedir. Bu amaç bizlere Allah'ın sanatını sergilemekte, detaylardaki ilmini tanıtmakta ve Allah'ın insanın hoşuna gidecek benzersiz güzellikler yaratmaya kadir olduğunu hatırlatmaktadır. Bir Kuran ayetinde, canlılardaki farklı renklere dikkat çekilerek, Allah'tan korkan insanların bu gibi gerçekleri kavrayan "ilim sahipleri" olduğu bildirilmektedir:
İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da renkleri böyle değişik olanlar vardır. Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek-korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 28)
1. Stuart Burgess, "The beauty of the peacock tail and the problems with the theory of sexual selection", The in Depth Journal of Creation, vol. 15, no.2, 2001, ss. 94-102.
2. Francis Darwin, Letter to Asa Gray, 3 Nisan 1860, The Life and Letters of Charles Darwin, John Murray, London, vol. 2, 1887, s. 296.
Kuşların kökeni Darwinizm için her zaman önemli bir sorun olmuştur. Hatta evrimciler halen bu konuda fikir birliğine varamamışlardır. Evrimcilerin bu konudaki açmazlarından bir tanesi de, kuş tüylerinin kökenidir. Kuş tüyleri, uçmak için gerekli olan oldukça kompleks yapılardır ve yalnızca kuşlarda bulunurlar.
Bugün birçok evrimci, dinozor pullarının milyonlarca yıl içinde günümüz kuşlarının tüylerine dönüştüğünü iddia etmektedir. Kuşların kökeni ile ilgili ortaya atılan bu senaryoya göre, sürüngen pulları mutasyonlar ve doğal seleksiyon ile zaman içinde şekillenerek kuş tüylerine dönüşmüştür. Ancak fizyolojik ve anatomik açıdan imkansız olan bu dönüşümü –pullardan tüylere geçişi- gösteren hiçbir kanıt yoktur. Bu durumun farkında olan evrimciler de yüzeysel izahlarla konuyu geçiştirmek isterler. Ateist evrimci Richard Dawkins bir kitabında "Tüyler değişmiş sürüngen pullarıdır." gibi tek cümlelik kaba bir açıklamayla yetinmektedir.57 Şimdi evrimcilerin bu iddialarının imkansızlığına daha detaylı olarak değinelim:
1. Uçuş Tüyleri | 4. Tüy (Barb) |
Uçucu kuşların tüyleri merkezi bir gövdeden çıkan tüy, tüycük ve kancalardan oluşur. Kenarlardaki tüycükler bu kancalarla adeta birbirlerine kilitlenirler. Bu kompleks tasarım kuşa güçlü, esnek ve su-geçirmez kanatlar kazandırır. Birbirine sanki bir fermuar gibi tutunan tüylerin bu özel yaratılışı, tesadüf iddialarının geçersizliğini bir kez daha ortaya koymaktadır. |
Tüylerin kökeninin evrimciler açısından makul bir açıklamasının olmaması son derece doğaldır. Çünkü sürüngen pulları ve kuş tüyleri birbirinden tamamen farklı yapılardır. Connecticut Üniversitesi'nde fizyoloji ve nörobiyoloji profesörü olan A. H. Brush, aşağıdaki ifadeleriyle sürüngen pulları ile kuş tüyleri arasındaki tasarım farklılığını şöyle ifade etmektedir:
Tüyler ve pullar... Genetik yapılarından gelişimlerine, morfolojilerinden doku organizasyonlarına kadar herşeyde birbirlerinden farklıdırlar... Kuş tüylerinin protein yapısı ise diğer omurgalıların hiçbirinde görülmeyen, tümüyle özgün bir yapıdır... Tüyler fosil kayıtlarında da sadece kuşlara has bir özellik olarak bir anda belirirler.58
Pullar derideki yassı, boynuzumsu sertlikte tabakalardan oluşan kıvrımlardır. Çatı kiremitleri gibi üst üste binen, suyu dışarıda tutmaya yarayan, hayvanın hareket etmesine izin veren ve vücut sıcaklığını koruyan yapılardır. Tüyler ise hafif, güçlü, aerodinamik şekilleriyle sadece kuşlara özgü, tüy, tüycük ve kancalardan oluşan, merkezi bir gövdeye sahip çok kompleks yapılardır. Kenarlardaki küçük tüycükler çengellere kilitlenen küçük kancalarla donanmıştır ve tüyün yüzeyini düz, güçlü ve esnek olacak şekilde kanada bağlarlar. Bu yapı aynı zamanda onları su-geçirmez yapar ve bu kancalar sayesinde her tüycük birbirine sanki bir fermuar gibi tutunur.
Kuşlar hayatlarını devam ettirebilmek için tüylerini daima temiz, bakımlı ve her an kullanıma hazır tutmak zorundadır. Tüylerin bakımı için kuyruklarının dibinde bulunan yağ keselerini kullanırlar. Gagalarıyla bu yağdan bir miktar alarak, tüylerini temizler ve parlatırlar. Bu yağ, yüzücü kuşlarda, suyun içinde veya yağmur altındayken suyun deriye ulaşmasına engel olur. Dahası kuşlar tüylerini kabartarak, soğuk havalarda vücut ısılarının düşmesini engeller. Sıcak havalarda ise tüylerini vücutlarına yapıştırarak, vücutlarının serin kalmasını sağlarlar. Tüylerin kuşların ihtiyaçlarına yönelik çok fonksiyonlu olarak yaratılmış olması da, Allah'ın canlılar üzerindeki rahmetinin örneklerinden biridir. |
Örneğin Turna kuşunun tek bir tüyünün üzerinde, tüy sapının her iki yanında uzanan 650 tane ince tüy vardır. Bunların her birinde 600 adet karşılıklı tüycük bulunur. Bu tüycüklerin her biri ise, 390 tane çengelle birbirlerine bağlanır. Çengeller bir fermuarın iki tarafı gibi birbirine kenetlenir. Bu çengeller herhangi bir şekilde birbirinden ayrılırsa, kuşun bir silkinmesi veya daha ciddi durumlarda gagasıyla tüylerini taraması, düzleşmiş tüylerin eski aerodinamik şekillerine dönmeleri için yeterli olur. Ornitolog (kuş bilimci) Alan Feduccia, tüylerdeki tasarımı şöyle tarif eder:
Tüyler hafif, dayanıklı, aerodinamik bir şekle sahip, tüycüklerden ve kancalardan oluşan detaylı bir yapıya sahiptirler. Bu da onları su geçirmez yapar ve gagayla yapılan kısa bir düzeltme, düzleşmiş tüyü anatomik şekline tekrar sokabilir.59
Tüylerin bu kompleks tasarımının, rastlantısal mutasyonlar sonucunda sürüngen pulundan evrimleştiğini savunmak, hiçbir bilimsel temeli olmayan, dogmatik bir inanıştan başka bir şey değildir. Nitekim neo-Darwinizm'in kurucularından biri olan Ernst Mayr, bu konuda yıllar önce şu itirafta bulunmuştur:
Duyu organlarının, örneğin bir omurgalı gözünün ya da bir kuşun tüyleri gibi kusursuzca dengelenmiş sistemlerin rastlantısal mutasyonlar sonucunda gelişebileceğini varsaymak, bir insanın inandırıcılığı üzerinde ciddi bir sınırlamadır.60
Tüyler, pullardan sadece yapıları açısından farklı değildir. İzledikleri gelişim yolları da birbirlerinden tamamen farklıdır. Bir tüyün gelişimi de son derece kompleks bir süreci kapsar. Ayrıca puldakinden çok farklı olarak, tüyler tıpkı saçlar gibi "folikül" denen keseciklerden gelişirler. Ancak bir saç teli tüyden çok daha basit bir yapıdadır. Gelişen tüy bir kılıf tarafından korunur ve konik yapıdaki bir çekirdek etrafında oluşur. Tüy haline gelecek hücrelerin gelişimi de çeşitli kompleks fizyolojik süreçleri içerir. Hücreler oluştuktan sonra, tüyler üzerindeki çengellerin ve kenardaki küçük tüylerin kompleks dizilimlerini oluşturmak üzere, hücreler göç ederek birbirlerinden ayrılırlar.61
Ayrıca tüyler ve pullar derinin farklı katmanlarından gelişirler. Temelde protein yapısına sahip olan tüyler, "keratin" adı verilen bir maddeden yapılır. Keratin, derinin alt tabakalarındaki yaşlı hücrelerin, besin ve oksijen kaynaklarının yetersizliğinden ölmesi ve yerlerini genç hücrelere terk etmesi sonucu oluşan sert ve dayanıklı bir maddedir. Ancak tüy proteinleri (b-keratinleri), deri ve pul proteinlerinden (a-keratinleri) biyokimyasal olarak da farklıdır. Bu farklılıklardan ötürü Alan Brush şu sonuca varmaktadır:
Kuş tüyleri morfolojik (biçimsel) düzeyde sürüngen pullarıyla homolog (benzer) olarak düşünülmektedir. Ancak kuş tüyleri gelişim, morfoloji, gen yapısı ve dizilimi, lif oluşumu ve yapısı açısından farklıdır. 62
Tüylerin Büyüme Şekli, Pullardan Çok Farklidir. İki Yapı Arasında Evrim İmkansızdır | ||
Tüyler, pullardan sadece yapıları gereği farklı değildir. İzledikleri gelişim yolları da birbirlerinden tamamen farklıdır. Tüyler keratinositlerin (içinde keratin oluşan hücrelerin) artması ve farklılaşması ile büyürler. Epidermis (dış deri) tabakasındaki bu keratin üreten hücreler öldüklerinde arkalarında bir keratin yığını bırakırlar. Keratinler katı yapılar oluşturan güçlü, ama aynı zamanda esnek protein lifleridir. Tüyler beta-keratinlerden meydana gelir. Büyüyen tüyün dışındaki kılıf daha yumuşak olan alfa-keratininden oluşur. Tüyler papillae adı verilen ve deri altında bulunan oyuklar oluştururlar ve hemen hemen tüm vücudu sararlar. Her oyuk, tüy gelişmesini sağlayacak şekilde bol miktarda kan ile takviye edilir. Güçlü ancak hafif bir yapı olan tüyler, pullardan ve –ince, kalın, tüylü veya tüysüz- tüm deri çeşitlerinden farklıdır. Tüm bu aşamalar göz önünde bulundurulduğunda, tüyün belli bir amaç doğrultusunda geliştiği görülür. Tesadüflerin bir amaç doğrultusunda akıl ve bilinç gerektiren tasarımlar meydana getirmesi elbette ki mümkün değildir. Burada derin düşünen, temiz akıl sahipleri için Allah'ın sonsuz ilmi ve sanatı tecelli etmektedir. | ||
a. Tüy Tohumu | e. Epidermis (Dış Deri) | n. Omurga |
(1) Tüy büyümesi dermisteki hücrelerin yoğunlaşması üzerine epidermisin kalınlaşmasıyla –bir plak (placode) ile- başlar. (2) Daha sonra bu plak, tüy tohumu denilen uzatılmış bir tüp oluşturur. (3) Tüy tohumu etrafında halka şeklinde çoğalan hücreler, tüyü meydana getiren folikülü (kesecik) oluştururlar. Folikülün dibindeki bu halka içinde, keratinositlerin sürekli üretimi, yaşlı hücreleri yukarı ve dışarı doğru iter. Bunun sonucunda boru şeklinde bütün bir tüy oluşur. (4) En dış epidermal tabaka büyüyen tüyü koruyan geçici bir yapı olarak tüy kılıfını oluşturur. Bu arada iç epidermal katman, sonradan tüyün kancaları haline gelecek olan bir dizi bölüme ayrılır. (5) Bir pennacious tüyde sap çıkıntısı oluşana kadar, kancalar halka etrafında sarmal şekilde büyürler. Bu kancalar sapın sırt kısmında birleşirler. (6) Büyüme sürdükçe, tüyler kılıflarından çıkarlar. Daha sonra tüy düz şeklini almak için kıvrımlarını açar. Tüy asıl boyutuna geldiğinde, folikül halkası tüyün kökünde borumsu, basit bir sap oluşturur. |
Dr. Carl Wieland'ın Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Dr. David Menton ile yaptığı röportajdan, sürüngen pullarının kuş tüylerine evrimleşmesinin imkansızlığı ile ilgili kesit şöyledir:
Dr. Carl Wieland: ... Evrimciler uzun süredir kuş tüylerinin sürüngen pullarından evrimleştiğini, bu yüzden ikisinin de esas itibariyle aynı yapıya sahip olduklarını -çok benzer- olduklarını iddia etmektedirler.
Dr. David Menton: Evet – onları kıyaslamak konusuyla ilgileniyorum. Evcil bir boğa yılanına sahip, bir laboratuvar teknisyenim vardı; bu yüzden deri değiştiren yılandaki pullardan bir kısmını inceleme imkanım oldu… En ufak bir parçanın bile tüylere benzerliği yoktu elbette... Tek benzerlik her ikisinin de -saç, tırnaklar ve derimiz gibi- keratin proteininden meydana gelmiş olmalarıdır.… Gelişimleri de oldukça farklıdır. En temel farklılık, tüylerin bir folikülden ortaya çıkmasıdır. Bir folikül -derinden gelişerek derinin dışına çıkan- epidermisin (dış deri) boru şeklindeki, aşağıya doğru sarkan uzantısıdır. Ve özelleşmiş canlı derinin bu borusu, çok derindeki bir büyüme matrisinin içerisinde tüy üretir. Sürüngen pulunun kesin olarak foliküllerle ilişkisi yoktur. Pulların tümü bir yaprak gibi dökülebilir, çünkü pullar hiçbir şey değildir. Fakat epidermisin içinde bağlanırlar, tüyler ise kendi foliküllerinden ortaya çıkarlar… eğer evrimciler gerçekten de bir delil göstermeyi istemiş olsalardı, tüylerin saçlardan evrimleştiğini ya da tam tersini iddia etmeleri gerekirdi. Tabii bu, memeliler ve kuşların bağımsız olarak sürüngenlerden evrimleştikleri inancına uymayacaktı…63
Şuursuz hücrelerin, ne şekilde birleşirlerse kuşun uçmasını sağlayacak bir düzenlemeye sahip olacaklarını bilmeleri kuşkusuz ki mümkün değildir. Tesadüfi mekanizmaların –doğal seleksiyon ve mutasyon- uçuş için elverişli kompleks bir yapı olan tüyü tasarlamaları ise, sağduyu sahibi kimsenin kabul edebileceği bir ihtimal değildir. Canlıların her biri Yüce Rabbimiz'in kendileri için yarattığı organ ve sistemlerle, mükemmel tasarımlara sahiptir. Bu nedenle Allah'ın sonsuz akıl ve ilminin delillerinden bir bölümünü yansıtırlar. Bir ayette Allah şöyle bildirmektedir:
Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah'ındır. Allah, herşeyi kuşatandır. (Nisa Suresi, 126)
Kuş tüyleri ile sürüngen pulları arasındaki büyük yapısal farklar ve kuş tüylerinin son derece kompleks bir tasarıma sahip olması, tüylerin pullardan evrimleştiği iddiasını tümüyle temelsiz bırakmaktadır. Evrimcilerin iddialarına göre, kuş tüyleri ile sürüngen pulları arasında çok sayıda ara geçiş formu olmalıdır. Fosil kayıtlarında sürüngen pulları, kuş tüyleri, deri veya memeli tüyleri vardır, ancak kuş tüylerine aşamalı bir geçiş olduğunu gösteren kısmen pul kısmen tüy benzeri yapılara hiçbir canlıda rastlanmamıştır. Güney Avustralya'daki Koonwarra fosil yataklarında bulunan bir tüy fosili. Erken Kretase dönemine ait 100-110 milyon yıllık bu tüy fosili, günümüz kuş tüylerinin kompleks tasarımından farksızdır. |
Evrimciler, tüylerin sürüngen pullarından evrimleştiğini öne sürerlerken, fosil kayıtlarında tüylerin aşama aşama gelişimini gösteren hiçbir ara form sunamazlar. Halbuki tüyler ve pullar arasında çok temel morfolojik farklılıklar vardır, bu durum evrimcilerin iddialarındaki ara geçiş formlarının çok sayıda olmasını gerektirir. Ancak fosil kayıtlarında sürüngen pulları, kuş tüyleri, deri veya memeli tüyleri hep tam, kusursuz halleriyle bulunmaktadır. Kuş tüylerine aşamalı bir geçiş olduğunu gösteren, kısmen pul kısmen tüy benzeri yapılara sahip, hiçbir canlı fosili bulunmamaktadır. Bu gerçek, evrimci yayınlardan Nature dergisinde şöyle itiraf edilmektedir:
Tüyler kompleks yapılardır. Kuş fosili kayıtlarında aniden belirişlerinin açıklaması zordur, çünkü fosil kayıtlarında hiçbir ara geçiş yapısına rastlanmamıştır.64
Yaklaşık kırkbeş yıl önce Kuşların Biyolojisi ve Karşılaştırmalı Fizyolojisi adlı kitabının "Kuşların Kökeni" başlıklı bölümünde, evrimci W. E. Swinton kanıt yokluğundan şöyle bahsetmekteydi:
Kuşların kökeni son derece türetimsel bir konudur. Sürüngenden kuşlara doğru değişen aşamaların fosil kanıtları yoktur.65
Bugün bu durum hala değişmemiştir. Columbia Üniversitesi'nden evrimci bir biyolog "Sürüngen pulları ve en ilkel tüy arasındaki ara aşamalara ait tüm fosillerden yoksunuz."66 ifadeleriyle bu gerçeği dile getirmektedir. Evrimci paleontolog Barbara J. Stahl ise bu konu ile ilgili şu itirafta bulunmaktadır:
Tüylerin, sürüngen pullarından evrimleştikleri varsayımı, analizlerce doğrulanmamaktadır... Tüylerin kompleks yapısı göstermektedir ki, böyle bir yapının sürüngen pullarından evrimleşmesi olağanüstü derecede uzun bir zaman ve çok sayıda ara geçiş formu gerektirecektir. Bu zamana dek fosil kayıtları böyle bir varsayımı desteklememiştir.67
Barbara J. Stahl, bir başka ifadesinde ara geçiş formu çıkmazından şöyle söz eder:
… pullarla tüyler arasında bilinen hiçbir ara geçiş formu yoktur. Tüylerin pullardan nasıl meydana geldiği sorusu, kuşların sürüngenlerden evrimleştiği iddiasına karşı çıkmaktadır.68
1861'de Langenaltheim yakınlarında bulunan ve literatürde "Londra türü" olarak bilinen bir Archæopteryx fosili. Fosil, Alman paleontolog Hermann von Meyer tarafından açıklandı ve daha sonra Londra Müzesi'ne satıldı. Fosildeki tüyler günümüz uçucu kuş tüyleri ile aynı yapıdadır. Archæopteryx fosilleri milyonlarca yıl öncesinde de kompleks tüy yapılarına ve uçma yeteneğine sahip kuşların varlığını göstermektedir. |
Bazı evrimciler, kuşların içi boş kemikleri olduğu için iyi fosil bırakmadıklarını öne sürerek konuyu örtbas etmek isterler. Oysa bu iddia kesinlikle doğru değildir. Özellikle belirli koşullarda, örneğin göl çevrelerinde, iç bölgelerdeki sulak ortamlarda ve denize yakın bölgelerde, kuşlar ve tüyleri çok iyi fosil bırakmaktadır. Nitekim bu bölgelerde kuş fosillerine sıklıkla rastlanmaktadır. Bugüne dek binlerce kuş fosili bulunmuştur ve bunların tümü mükemmel olarak oluşmuş tüylere sahiptir. Fosil kayıtlarında, yarı tüy-yarı pul veya yarı deri-yarı tüy yapılar bulunmadığı gibi, günümüzdeki tüylerden daha az gelişmiş bir tüye ait hiçbir yapıya da rastlanmamıştır. Larry Martin ve S. A. Czerkas, American Zoology dergisindeki bir makalelerinde "bilinen en eski tüyler... şekil ve mikroskobik detay açısından zaten moderndirler." demektedirler.69 Anatomist David Menton ise bu konuya şöyle değinmektedir:
… tüye az da olsa benzeyen, canlıya ya da fosile ait hiçbir pul örneği yoktur. Archæopteryx, modern kuşlar gibi kompleks tüylere sahiptir.70
Bilinen en eski kuş olan Archæopteryx'in mükemmel şekilde korunmuş ve 150 milyon yıllık olarak belirlenen tüylerinin analizi sonucunda, her detayının günümüz kuş tüyleri ile aynı olduğu sonucuna varılmıştır.71 Daha 1910 yılında, zoolog W. P. Pycraft, Archæopteryx tüyünün günümüzde bilinen tam gelişmiş kuş tüylerinden hiçbir yönden farklı olmadığını belirtmiştir.72 O tarihten günümüze kadar elde edilen diğer Archæopteryx fosilleri de bu gerçeği değiştirmemiştir. Mezozoik dönemin (251-65 milyon yıl öncesi) sonlarına ait, kehribar içinde iyi korunmuş birçok kuş tüyü örneği bulunmaktadır. Bunların yanı sıra, günümüzde dinozorların derileri ile ilgili birçok bulgu da bulunmaktadır. Söz konusu fosillerin değerlendirilmesi sonucunda da, bunların, "tüy taşıyan derilere öncül olma özelliği taşımadığı" anlaşılmıştır.73 Richard O. Prum ve Alan H. Brush'un Scientific American dergisinde yayınlanan "Which Came First: The Feather or the Bird?" (Hangisi Önce Oluştu? Tüy mü Yoksa Kuş mu?) adlı makalelerinde ise şu satırlar yer almıştır:
Plymouth Kaya Tavuğu |
Pek çok kuşun binlerce tüyü vardır: Plymouth Kaya Tavuğunun (Plymouth Rock Hen) yaklaşık olarak 8.000 ve kuğunun (Whistling Swan) da 25.000 tüyü vardır. Çalıkuşu gibi küçük bir kuşun bile yaklaşık olarak 1.000'den fazla tüyü vardır.1 Binlerce tüyün her birinin ayrı bir fonksiyonunun olması ve bu görevlerine göre doğru şekil, büyüklük ve açı ile doğru yerde bulunması tesadüf eseri oluşabilecek bir tasarım değildir. Çünkü uçuş için düzenlenmiş tüyler, yaratılışın delilidir ve Allah'ın canlılar üzerindeki hakimiyetini sergilemektedir. 1. B. Taylor, The Bird Atlas, Dorling Kindersley, New York, 1993, s. 5. |
Vücudun çeşitli yerlerinde bulunan tüylerin her birinin görevi farklıdır. Kuşun karnındaki tüyle, kanat ve kuyruk tüyleri birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Büyük tüylerden meydana gelen kuyruk tüyleri dümen ve fren görevini yerine getirir. Kanat tüyleri ise, kanat çırpma esnasında açılarak yüzeyi genişletecek ve kaldırma kuvvetini artıracak bir yapıdadır. Kuşun kanadını aşağı doğru çırpması sırasında, tüyler birbirlerine yakın duruma gelerek, aralarından hava sızması engellenir. Kanatların yukarıya doğru kalkışı esnasında ise tüyler iyice açılarak aralarından havanın geçmesine elverişli bir pozisyon alır. |
… tüylerin kökeni konusunun çözümündeki ilerleme, şimdi yanlış olduğu görülen yönlendirmeler tarafından kösteklendi: Tüyün sürüngen pullarından uzayıp ayrıldığı varsayımı ve tüylerin uçma gibi özel bir işlev için evrimleştiği spekülasyonları gibi. İlkel fosil tüylerinin olmaması da ilerlemeyi engelledi. Uzun yıllar boyunca en eski kuş fosili, Jurasik döneminin sonunda (yaklaşık 148 milyon yıl önce) yaşamış olan Archæopteryx lithografica'ydı. Fakat Archæopteryx tüylerin nasıl evrimleştiğine dair hiçbir yeni anlayış getirmedi, çünkü kendi tüyleri bugünün kuşlarından neredeyse ayırt edilemezdi.74
Evrimcilerin kuş tüylerinin nasıl evrimleştiği hakkındaki ön yargılı tutumları, "birbiriyle çelişen teoriler"in75 üretilmesine yol açmıştır. İddialara göre sürüngen pulları aşama aşama uzamış, saçaklanmış ve zaman içinde kuşun uçmasını daha kolaylaştıracak şekilde kuşu taşımaya elverişli hale gelmiştir.76 Cansız atomlardan oluşmuş bir pulun kendi kendine uzamaya karar vermesi, daha sonra bu pulun kuş tüyündeki detaylı tasarımı oluşturacak yapıya dönüşmesi mümkün değildir. Bu mantıksızlığın sürüngenin vücudunu kaplayan diğer tüm pullarda gerçekleşmesi ise daha da imkansız bir durumdur. Şuur sahibi olmayan pulların böyle bir karar almaları ve bilim adamlarını hayranlık içinde bırakan bir yaratılış harikası meydana getirmeleri mümkün değildir. Nitekim evrimcilerin iddilarını destekleyen böyle bir bilimsel kanıt da yoktur. Evrimci iddialar ancak hayal gücüne dayalı senaryolardır.
Şimdiye dek pek çok fosil üzerinde "tüylü dinozor" spekülasyonu yapılmış, ama detaylı araştırmalar bu iddiaları yalanlamıştır. Ünlü kuş bilimci Alan Feduccia, "On Why Dinosaurs Lacked Feathers" (Dinozorların Neden Tüyleri Olmadığı Üzerine) adlı makalesinde şöyle yazar:
Tüyler tamamen kuşlara özgü yapılardır ve sürüngen pulları ile kuş tüyleri arasında geçiş formu oluşturabilecek, bilinen hiçbir yapı yoktur. Longisquama gibi bazı örneklerde rastlanan uzunlamasına pulların yapısı hakkında yapılan spekülasyonlara katılmıyorum. Bunların tüy benzeri yapılar olduğu yönünde hiçbir somut kanıt yoktur.77
Son 10 yıl içinde "tüylü dinozor" olarak ileri sürülen fosillerin gerçekte hepsi tartışmalıdır. Detaylı incelemeler, "tüy" olarak gösterilen yapıların, aslında derinin altındaki dökülmüş kolajen fiberleri (bağ dokusunu oluşturan ana protein lifleri) olduklarını göstermiştir.78 Connecticut Üniversitesi'nde kuş tüyleri konusunda uzman olan Alan Brush da, bunların günümüzdeki kuş tüylerinde bulunan yapıdan yoksun olduklarına işaret etmiştir.79 Söz konusu tüy izleri üzerine yapılan spekülasyonlar, evrimci ön yargılardan kaynaklanmaktadır. Alan Feduccia'nın da belirttiği gibi "pek çok dinozor, hiçbir kanıtı olmamasına rağmen, aerodinamik ve tam uyumlu tüylerle kaplı gibi gösterilmiştir".80 Ancak zaman içerisinde ortaya atılan "tüylü dinozor" örneklerinin gerçekliği olmadığı ve bu çıkarımların taraflı yorumlardan kaynaklandığı ortaya çıkmıştır. (Konunun detayları için bkz. Evrimci Fanatizme Bir Örnek: Sahte Fosil Archæoraptor; Hayali Dinozor-Kuş Bağlantıları bölümleri) Feduccia konuyu şu sözleriyle özetlemektedir:
Sonuçta, çeşitli bölgelerden iyi korunmuş derilere sahip pek çok dinozor mumyası bilinmesine rağmen, şimdiye kadar hiçbir tüylü dinozor bulunmamıştır.81
Kaldı ki "tüylü dinozorlar" yaşamış olsa bile, bu dinozor-kuş evrimi iddiasına bir delil oluşturmaz. Çünkü söz konusu dinozorlarda var olduğu öne sürülen "tüyler", son derece özgün bir tasarıma sahip kuş tüylerine hiçbir benzerlik göstermemektedir. Ayrıca kuş tüylerinin kompleks tasarımlarının yanı sıra, biyokimyasal yapıları da çok farklıdır. Sözü edilen canlılarda ise kuş tüylerine benzer bir yapı kesinlikle bulunmamaktadır. Connecticut Üniversitesi'nde fizyoloji ve nörobiyoloji profesörü olan A. H. Brush'a göre "kuş tüylerinin protein yapısı diğer omurgalıların hiçbirinde görülmeyen, tümüyle özgün" bir yapıdır.82
Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 17-18)
Bir kısım evrimciler de, dinozorların yalıtım için tüyler geliştirdiğini, bunların daha sonra uçuş amaçlı düzenlendiğini öne sürerler. Kimileri de tüylerin suyu itmek, fazla kükürt atığını biriktirmek, ısı kalkanı olarak kullanılmak ve vücudun daha yüksek hızlara ulaşması için verimliliğini artırmak amacıyla geliştiğini iddia ederler. Ancak bu iddiaların hiçbirinin, kuşların aerodinamik yapısını açıklamada bir geçerliliği yoktur. Kansas Üniversitesi'nden Richard O. Prum, bu teorilere yönelik yaptığı kapsamlı eleştirisinde şunları yazmaktadır:
Hepsi tüylerin kökeni ve çeşitliliğini açıklamak için yetersizdir. Gerçekten bunlar, yeni fosil buluşlarını değerlendirmenin önünde bir engeldir.83
Evrimciler, tüylerin uçuş dışında amaçlar için geliştiğini ileri sürerken, derideki pulların nasıl olup da tüy gibi bambaşka bir yapıya dönüştüklerine dair hiçbir açıklama getiremezler. Daha evvel de belirttiğimiz gibi bugüne kadar, pulların tüye veya ön ayakların kanata dönüştüğünü gösteren herhangi bir fosil kaydına rastlanmamıştır.84 Kuşların dinozorlardan geldiği teorisinin en tanınan eleştirmeni Alan Feduccia, dinozorların tüyleri olduğu hakkında hiçbir delil görmediği gibi, bundan sonra göreceği konusunda da ciddi şüpheleri olduğunu dile getirmektedir. Feduccia, tüylerle kaplı kanatların, "omurgalılar tarafından üretilmiş en kompleks uzantı organlar" olduğunu belirtmekte ve uçmayan bir canlının vücudunda tüy geliştirmiş olmasının imkansız olduğunu söylemektedir.85
Evrimciler açısından diğer bir problem ise, ısı yalıtımı için gerekli seleksiyonun, uçuş için gerekli olan seleksiyondan oldukça farklı olmasıdır. Çünkü ısı yalıtımı için gerekli olan tüy yapısı, uçmak için kullanılandan çok daha farklıdır. En iyi yalıtıcılar -kancalar uçuş tüylerini sertleştirdiği için- kancaları olmayan yumuşak tüylerdir. Bu yüzden, zaten iyi bir yalıtıcı olan yumuşak tüylerin kancalı bir yapı kazanması için bir gereksinim yoktur. Dolayısıyla evrimcilerin bu iddiaları ile, doğal seleksiyon mekanizmasının işleyişi birbiri ile çelişmektedir. Alan Feduccia da evrimci görüşlerine karşın, bu iddialara şöyle itiraz etmektedir:
Tüylerin her özelliği aerodinamik fonksiyona sahiptir. Hafiftirler, kaldırma kuvvetleri vardır ve kolaylıkla eski biçimlerine dönebilirler. Uçmak için böylesine tasarlanmış bir organın, nasıl olup da ilk başta başka bir amaca yönelik olarak ortaya çıktığını anlayamıyorum.86
Örneğin tavuk gibi uçamayan kuşların tüyleri incelendiğinde bunların, uçan kuşlardaki tüylerden farklı olduğu görülür. Uçamayan kuşlarda tüyler, uçabilen kuşlardaki gibi aerodinamik yapıda değil, püskülleşmiş yapıdadır. Bu püsküller de memelilerin vücudunu kaplayan kıllarla benzerlik göstermektedir. Bu benzerlikle ilgili bilinmesi gereken şey, memelilerdeki kılların ısı yalıtımını çok sağlıklı bir şekilde düzenliyor olduklarıdır.87 Buna göre uçmayı mümkün kılmayan ve püskülleşmiş yapıda olan tüyler ısı yalıtımı açısından avantaj sağlayacaktır.
Bu avantaj ise ısı yalıtımından uçuşa geçildiğini varsayan evrimci senaryoya darbe oluşturmaktadır. Çünkü bu senaryoya göre ilk başta ısı yalıtımı için evrimleştiği varsayılan tüyler püskülleşmiş yapıda olmalıdır ve bu durumda sadece daha iyi ısı yalıtımı sağlayan, yani daha fazla püskülleşmiş tüyler doğal seleksiyonla seçilecektir. Dolayısıyla püsküllü yapıdan aerodinamik yapıya doğru olduğu varsayılan ilerlemeler elenecektir.
Tüy yapısının ısı yalıtımından sonra uçmak üzere özelleşeceğini gösteren hiçbir kanıt yoktur. Hatta uçamayan kuşlardaki kıl benzeri tüyler, bu hayali sürecin aslında tam aksi yönde çalışmasını gerektirir. Sonuç olarak bu durum göstermektedir ki: Evrimciler hayal kurmaktadırlar. Kuş tüylerinin sürüngen pullarından evrimleştiği varsayımı hem kendi içinde tutarsız bir iddiadır hem de fosil kayıtlarında bunu destekleyen hiçbir kanıt yoktur.
Her Tüy Çeşidinin Belli Bir Amaca Hizmet Etmesi, Yaratılışın Bir Göstergesidir |
1. Pennaceous tüy |
Tüylerin uçma dışında kur yapma, kamuflaj, ısınma, sinyalleşme gibi çok çeşitli işlevleri vardır. 1 Tüyler kuşa aynı zamanda soğuk hava ve yağmur gibi olumsuz hava koşullarına karşı çok önemli bir koruma sağlar. Kiremit gibi üst üste geçmiş ve bir yağ tabakasıyla kaplanmış tüyler, çatı kiremitlerinin bir evi koruduğu şekilde kuşu, su ve ısı kaybına karşı korur. Tüyleri oluşturan kısımların -tüy sapları, tüycükler, kancalar- şekillerindeki farklılıklar tüylerin kullanım amacına yönelik özel olarak yaratılmıştır. Pennaceous tüyler, sıkı birleşik bir yüzey oluşturmak için komşu tüycüklere kancalarla kilitlenir. Bu tür bir tüy yapısı uçuş için ideal bir tasarımdır. Plumulaceous tüylerde ise tüyün gövdesini oluşturan sap kısmı yoktur. Tüy demetler halinde karışık halde bulunurlar. Bu tür bir kabarık yapı da ısı yalıtımı için idealdir. |
1) W. J. Bock, "Explanatory History of the Origin of Feathers," American Zoology, Vol. 40, 2000, p. 479. |
Kuş Tüylerindeki Renkler Allah'ın Sanatının Örnekleridir |
Kuş tüylerinde bulunan siyah, kahverengi ve gri pigmentler kuşun kanında, kırmızı ve sarı pigmentler ise yağında bulunur. Lipokrom pigmentleri, kırmızı, turuncu ve sarı renkleri, melanin ise siyah, kahverengi, kızıl kahve ve gri renkleri üretirler. 1 Kuşlarda görülen renk kuşağı, boyun ve kuyruk tüylerinde bulunan mavi parlaklıklar, bu iki pigmentten ve ışığın farklı dağılımından kaynaklanır. Ayrıca, tüyün üzerinde bulunan ve ancak mikroskopla görülebilen çıkıntılar, adeta bir dağıtım mekanizması olarak hareket ederler ve üzerlerine düşen ışığı, ışık tayfındaki tüm renklere dağıtırlar. Bu ve daha pek çok sistem, kuşlarda canlı renkleri oluşturmak için kullanılır. Bir kuş, sahip olduğu özelliklerin, tüylerindeki birbirinden güzel renklerin, estetik görünümünün farkında değildir. Örneğin bir tavus kuşu, tüylerini açtığında oluşan ihtişamlı görünümün, renk ve desenlerindeki güzelliğin şuurunda değildir. Bunu ancak insan takdir edebilir ve bu güzellikten ancak insan zevk alabilir. Allah'ın yarattığı bu güzellikler karşısında insana düşen, Rabbimiz'e şükretmek, O'nun sanatını ve gücünü gereği gibi takdir edebilmektir. |
1. C. Hickman, L. Roberts, A. Larson, Integrated Principles of Zoology, New York: McGraw-Hill, 2001, p. 588. |
Tüylerin kökeni ile ilgili iddialar değerlendirilirken, tüylerin yapısının kompleksliği özellikle dikkate alınmalıdır. Nic Bishop, The Secrets of Animal Flight (Hayvanlarda Uçuşun Sırları) adlı kitabında tüyler hakkında şunları söylemektedir:
Tüyler basit görünebilirler ancak aslında çok karmaşıktırlar. Her birinin bir milyondan fazla çok küçük parçası olabilir.1
Tüylerin Detayı | |
A. Pennaceous Tüyler | |
1. Tüy Kanadı | 6. Açık Pennaceous Tüy Kanadı |
Kuş tüylerinde hiçbir tesadüfi süreçle açıklanamayacak kadar kompleks bir yaratılış vardır. Tüylerin ortasında sapı oluşturan uzun ve sert bir boru bulunmaktadır. Bu borunun her iki tarafından yüzlerce tüy çıkar. Boyları ve yumuşaklıkları farklı olan bu tüyler kuşa aerodinamik özellik kazandırır. Ancak daha da şaşırtıcı olan, bu tüylerin her birinin üzerinde de, "tüycük" denilen ve gözle görülemeyecek kadar küçük olan tüylerin bulunmasıdır. Bu tüycüklerin üzerinde ise "çengel" adı verilen minik kancalar vardır. |
Tüylerin kompleks anatomisi, tüyün işlevine göre farklılık gösterir. Örneğin, uçuş tüylerinin kompleks şekli, uzun, ince ve sağlam bir saptan her iki tarafa doğru çıkan, dokuma şeklindeki kanatçıklardan oluşur. Bu sap, içi boş, sert bir yapıdan oluşur ve kanca olarak adlandırılan uzantılara destek veren, sağlam ama esnek bir yapıdır. 2
Kuşun tüyü üzerindeki tüycüklerin de hem kuvvetli, hem de rüzgarda kırılmayacak kadar esnek olmaları gerekir. Kuşlar bu özel yaratılışları sayesinde, hava akımlarını mühendislerin şimdiye kadar tasarlamış oldukları en iyi planörden çok daha ustalıkla kullanabilirler. Kuşların tüyleri üzerinde kancaların olmaması durumunda uçmaları mümkün olmaz. Kancalar, rüzgarın kanada ve tüylere zarar vermesini önleyecek şekilde -belli şartlar altında ayrılabilecek gibi- yaratılmıştır. Ancak bunlar kuşun gagasıyla tüylerini taramasıyla da kolaylıkla yeniden birleşirler. Kuş bilimi konusunda uzman yazar Roger Tory Peterson bu konuyla ilgili olarak şunları ifade etmektedir:
Tüyler doğal bir mühendislik harikasıdır. Öncelikle, çok hafif ve yapısal olarak çok kuvvetlidirler; bir yarasanın uçma esnasında kullandığı kanatları, gerilmiş deriden ya da uçak kanatlarının bükülmez yapılarından kat kat daha çok yönlüdürler. Hasar gördükleri zaman da onarımları çok daha kolaydır… Neredeyse ağırlıkları olmadığı halde kuvvetleri vardır. Tüyün sert sapı, destek gerektiğinde bükülmezlik sağlar, ancak uç kısmına doğru yumuşak olması, havada yapılan çok ani manevralar için gereken esnekliği sağlar. Yumuşak ama sağlam olan bu dokumanın düzgünlüğünü hissedin. Kancaları ayırın, sonra bir kuşun gagasıyla tüylerini düzelttiği gibi parmak uçlarınızla onları tekrar birbirine geçirin. Bunu sağlayan tasarımın şaşırtıcı karmaşıklığı, bir kuş tüyünün mikroskobun altında incelenmesiyle takdir edilebilir. 3
Tüyler, üst yüzeydeki havanın alt yüzeydeki havadan daha hızlı akmasını sağlayarak kuşun havalanması için yaratılmışlardır. Böylece kanat üzerindeki hava basıncı da azaltılır. Kanatlar üzerindeki bu kaldırma etkisine "Bernoulli etkisi" denilir. Uçaklarda da, kanatların üst tarafı alt tarafından uzun ve eğimlidir. Bu şekilde hava, kanadın üst tarafından daha hızlı akar ve buradaki basınç azalır. Kanadın alt tarafındaki basınç üst tarafındakinden fazla olduğu için, uçağı yukarı doğru kaldıracak bir kuvvet oluşur ve uçak yer çekiminin etkisinden kurtularak havalanır. Kuşlarda ise bu etkinin sağlanması için uçuş tüyleri asimetriktir. Ayrıca uçuş esnasında hava ile doğrudan temasta olan ön uçta, daha küçük bir tüy kanadı vardır. Kuşun kanadındaki kompleks aerodinamik prensipler, uçak kazalarının en temel nedeni olan hava boşluğunun olumsuz etkilerini azaltıcı bir mekanizma içerir.4 Kuşun kanat ucunda bulunan ve özel olarak yaratılmış olan yarıklar da, hava akımının bir kısmını geçirirler. Bu, modern uçaklarda mühendislerin, kanat üzerlerinde küçük ek kanat uçları tasarlayarak taklit ettikleri bir yeniliktir.
Ayrıca kuşlar, kanat şekillerini ve akım özelliklerini, havalanmayı, uçuş kontrolünü ve yere inişi kolaylaştıracak şekilde değiştirebilirler. Tüylerini ise, havaya olan dirençlerini değiştirecek şekilde bükebilirler. Bu son derece kompleks bir tendon sisteminin kullanılmasıyla mümkün olur.5
The Details of Feathers |
a. Kaldırma Kuvveti |
1. Kuşun kanatları etrafından hızla geçen hava, kaldırma kuvveti oluşturur. |
Kuşlar uçarken aerodinamik kuvvetlerin prensiplerini kullanırlar. Kuşların uçuş için kullandıkları bu teknikler, onlara Allah'ın ilham ettiği hareketlerdir. Kuş kanatlarının üst kısmı bombeli, alt kısımları düzdür. Bu şekil, kanadın üst tarafında, altına göre daha alçak bir basınç oluşturur. Hava basıncındaki bu fark, kanatları yukarı iterek kuşun yükselmesini sağlayan kaldırma kuvvetini oluşturur. (solda) |
Kuşun tüyleri, deri ve alt deri kasları, kirişleri (kemikleri ve organları birbirine bağlayan doku), beyin ve duyu organları birbirlerine bağlı bir yapıyı oluştururlar. Bu yapı, tüy sisteminin tam olarak çalışması için gerekli olan, indirgenemez komplekslikte bir yapıdır. Bunlardan birinin eksikliği uçuşu engelleyecektir. Tüyün bölümlerinin açısı, kalınlığı, şekli gibi detaylarının, çok az değişkenlik göstermesi de son derece önemli ve hayatidir.6 Çünkü birçok küçük sapma, uçuş sisteminin genelini çalışmaz hale getirebilir.
Deri üzerindeki özel kaslar, kuşun, tüylerini detaylı ve kontrollü şekilde hareket ettirmesini sağlar. Bu sistem kuşun uçmasına ve kimi zaman da korunmasına yardımcı olur. Kuşlar tüylerini birçok farklı nedenle kabartır: Daha büyük görünerek düşmanlarını korkutmak, kendilerini daha sıcak tutmak veya çiftleşme mevsiminde diğer kuşların ilgisini çekmek bu nedenlerden birkaçıdır.7
Uçuş için bir başka koşul da, kuşun kanatları, kuyruğu ve diğer bölümlerindeki tüylerin olması gerektiği şekilde düzenlenmesidir. Tüylerin olması gereken düzende dizilmeleri zorunluluğu, evrimciler açısından bir problem teşkil eder. Çünkü zaten kökenini açıklayamadıkları tüylerin bir de uçuşa uygun tasarımla dizilmeleri gereklidir. Tüylerin hangi yönlerde dizileceği, hangi boyuttaki tüylerin hangi bölgede yer alacakları, her iki kanatta simetrik olarak dizilmeleri gibi koşulları, bilinçsiz, tesadüfi etkilerle açıklamak mümkün değildir.
Tüydeki tüm fiziksel yapıların bilgisi DNA'da saklıdır: Keratinin katman sayısı ve kalınlığı, tüycüklerin sayısı, renkler, tüyler arası mesafeler... Bunların tümü DNA'daki bilgiye göre inşa edilir. Bilindiği gibi canlının genetik bilgisindeki -DNA'daki- en ufak bir dizilim hatası, son derece ciddi şekil ve fonksiyon bozukluklarına sebep olur ki, bu gibi dizilim hatalarının, yani mutasyonların tüyleri ortaya çıkardığına inanmak, imkansıza inanmaktır. Kaldı ki bir tüyün inşası için gerekli olan kodlama bilgisi, bir pulunkinden son derece farklıdır. Evrimcilerin iddia ettiği gibi pulların tüylere dönüşmesi, kuşun DNA'sında yepyeni bir genetik bilginin ortaya çıkması anlamına gelir. Tüyün yapısı, şekli, rengi vs. gibi her türlü detay -örneğin sağ tüycükteki sağ kancanın üzerindeki keratinin doğru kalınlıkta olması- genetik koda eklenecek yeni talimatlarla belirlenmelidir. Ancak evrim teorisinin bilinçsiz, tesadüfi etkilerle işlediğini iddia ettiği doğal seleksiyon ve mutasyon mekanizmaları, mükemmel bir tasarıma ait genetik bilginin, bir kuşun DNA'sında nasıl ortaya çıktığını açıklayamazlar.
Tüylerdeki tasarımın yanı sıra, estetiğin, güzelliğin, belirli bir düzen içindeki desenlerin ve simetrinin de, evrimcilerin iddia ettiği gibi rastgele mutasyonlar sonucu ortaya çıkması mümkün değildir. Çünkü laboratuvarlarda yapılan sayısız mutasyon deneyi kesin olarak göstermiştir ki, mutasyonların organizmanın DNA'sına "bilgi" eklemesi söz konusu değildir. Mutasyonlar etkili oldukları zaman, daima morfolojik (şekilsel) bozuklukların ortaya çıkmasına neden olmaktadırlar. Rastgele mutasyonlarla, örneğin bir tavus kuşu tüyündeki kompleks yapıların ve göz alıcı güzelliklerin ortaya çıkabileceğini kabul etmek; bir kulübenin yağmur, şimşek ve rüzgarla zaman içinde bir saraya dönüşebileceğini kabul etmek kadar mantıksızdır.
1. N. Bishop, The Secrets of Animal Flight, Houghton Mifflin, Boston, 1997, s. 9.
2. W. J. Bock, "Explanatory History of the Origin of Feathers", American Zoology, vol. 40, 2000, ss. 478-485.
3. R.T. Peterson, The Birds, Time, New York, 1963, s. 33.
4. M. Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Adler and Adler, Bethesda, 1986, s. 202.
5. M. Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Adler and Adler, Bethesda, 1986, s. 202.
6. S. F. Tarsitano, A. P. Russell, F. Horne, C. Plummer, K. Millerchip, "On the evolution of feathers from an aerodynamic and constructional point of viewpoint", American Zoology, vol. 40, 2000, ss. 676-686.
7. S. Burgess, "The Beauty of the Peacock Tail and the Problem with the Theory of Sexual Selection", The in Depth Journal of Creation, vol. 15, no. 2, 2001, ss. 94-102.
And in your creation and all the creatures He has spread about there are signs for people with certainty. (Surat al-Jathiyya, 4) |
Bir kısım evrimci yayınlarda, tavus kuşlarında ve diğer bazı kuş türlerinde, erkeklerin çok daha renkli ve gösterişli tüylere sahip olmaları, Darwin'in 1871'de yayınlanan The Descent Of Man, And Selection In Relation To Sex (İnsanın Türeyişi ve Seksüel Seçme) adlı kitabında ortaya atılan "seksüel seçme" teziyle bağdaştırılmaktadır. Seksüel seçme, bir hayvan topluluğundaki daha güçlü ve gösterişli bireylerin, karşı cins tarafından daha cazip bulunması ve bu yolla daha fazla üremeleri anlamına gelir. Örneğin bu çarpık mantığa göre, kimi erkek kuşların gösterişli renk ve desenleri, dişilerin daha gösterişli erkekleri tercih etmeleri sonucunda, doğal seleksiyon yoluyla aşama aşama kazanılmış bir özelliktir. Ancak Darwin'in söz konusu teziyle örtüşen herhangi bir bilimsel bulgu yoktur. Dolayısıyla bu tür yorumlar, canlıların özelliklerinin evrimci bir ön yargı ile yorumlanmasından başka bir şey değildir. Bu tür yorumlara karşı çıkan evrimci bir bilim adamının görüşleri Nature dergisinde şöyle aktarılmıştır:
"Bu çalışmada ele alınmamış, ancak seksüel farklılıkları açıklayabilecek başka muhtemel sebepler de var" diyor Trevor Price. Price, San Diego'daki California Üniversitesi'nde kuş türlerinin farklılıkları üzerinde çalışıyor. Örneğin, karada yaşayan ve kavgacı bazı türler büyük seksüel farklılıklar gösteriyorlar; çünkü belki de daha büyük ve daha parlak erkekler, saldırganları daha çok caydırıyorlar ve daha fazla dövüş kazanıp daha fazla çiftleşebiliyorlar. Yine de, Price'a göre, bu popülasyonlar kendi içlerinde farklılıkları koruyorlar, çünkü bazen daha güçlü erkekler kavga etmekle meşgulken, daha gösterişsiz erkekler çiftleşme için imkan bulabiliyorlar.1
Kuşların tüylerinin evrim mekanizmaları ile şekillendiğinin iddia edilebilmesi için, bu tüylerdeki şekil değişikliklerine yol açacak, ancak bu arada canlıya zarar vermeyecek mutasyonların tanımlanması gerekir. Oysa böyle bir mutasyonun mümkün olduğunu gösteren tek bir kanıt bulunmamaktadır. Dahası, bu gibi mutasyonların doğadaki frekansının hesaplanması, bunun popülasyon genetiği verilerine göre değerlendirilmesi ve bu yolla gerçekten böyle bir "evrim süreci"nin mümkün olup olmadığının hesaplanması gerekmektedir. Buna benzer bir hesaplama İsrailli biyofizikçi Lee Spetner tarafından yapılmıştır. Spetner, popülasyon genetiği verilerine göre tek bir türün bir başka türe evrimleşmesinin pratikte imkansız olduğu sonucuna varmıştır.2
Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler vardır. (Nahl Suresi, 79)
Evrimciler ise bu gibi gerçekçi hesaplamalarla değil, hayal ürünü senaryolarla konuyu ele almaktadırlar. Evrimin varlığını körü körüne kabul ettikleri için, önlerinde sadece "hangi senaryo?" sorusu kalmakta, onlar da bu soruya hayal güçlerinin yardımıyla cevaplar aramaktadırlar. Kuşların tüyleri mi renkli; o zaman Darwinizm bunu "renklilik doğal seleksiyonla seçildiği için böyle oldu" diye yorumlamaktadırlar. Bazı kuşların renkleri daha mı soluk; o zaman Darwinizm buna "renkleri soluk, çünkü doğal seleksiyon soluk olanları avantajlı kıldı" diye cevap vermektedir. Her durum için doğal seleksiyon merkezli bir senaryo üretmek mümkündür. Ancak senaryolar sadece hayal gücüne dayanmaktadır.
Bu nedenle evrim teorisi, bilimsel bir teori değildir; dogmatik bir yorum şeklidir. Kendisini Darwinist bir ön yargı ile şartlandırmayan, konuya akıl ve mantık yoluyla yaklaşan herkes, canlılardaki olağanüstü yaratılış delillerinin bilinçsiz doğa mekanizmalarının ürünü olamayacağını kolaylıkla fark edecektir. Bu deliller Yüce Allah'ın sonsuz kudretini ve sanatını gözler önüne sermektedir.
Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4)
1. "Sex Drives Birds Apart: Promiscuity Makes Females Dull And Males Flashy", Nature Science Update, 13 March 2001; http://www.nature.com/nsu/010315/010315-5.html
2. Lee Spetner, Not By Chance, The Judaica Press, New York, 1997.
Prof. Andy McIntosh |
İngiltere'deki Leeds Üniversitesi'nde öğretim üyesi ve aerodinamik alanında bir uzman olan araştırmacı Prof. Andy McIntosh, Avusturalya'da kendisi ile yapılan bir röportajda, kuşlardaki tasarımla ilgili olarak şunları ifade etmiştir:
◉ Prof. Andy McIntosh: Doğanın birçok yönü, canlıların tasarlanmış olduklarını göstermektedir… Uçan canlılar. Avustralya'ya büyük bir jumbo jet ile geldim. İniş sırasında yaptığı hassas manevraları izledim. Kanadın aşağı sarkan çok büyük kısımları, arkadan çıkarak kanat büyüklüğünü artırdı, böylece düşük hızda uçabilmek için gerekli kaldırma kuvvetini elde etti. Kanadın tam olarak çalışmasını sağlamak amacıyla yapılan tüm bu tasarım karşısında hayrete düştüm. Şimdi, hergün yere iniş yapan kuşların tasarlanmamış olduklarını mı söyleyeceğiz? Bir kitapta, Hong Kong'a iniş yapan bir uçağı ve o sırada yere konmak üzere olan bir şahinin fotoğrafını görmüştüm. Eğer kuşlara ve uçaklara aynı anda bakarsanız, birinin tasarlandığını diğerinin ise tasarlanmadığını mı söyleyeceksiniz? Ben bunu bilimsel açıdan mantıksız bulurdum.
◉ Günümüzde uçuşun gerçekleşebilmesi için, tasarım sürecinde binlerce saat çalışma ve çok yüksek teknoloji gerekir.
◉ Prof. Andy McIntosh: Kesinlikle -[ateist evrimci] Richard Dawkins gibi- uçmanın bir şekilde tesadüf eseri oluştuğu -bir canlının zıpladığı, sonra mutasyonun onun yapısına küçük eklemeler yaptığı, böylece daha uzağa zıpladığı ve bu şekilde devam ettiği- görüşüne sahip insanlarla aynı düşüncede değilim. Bu [gerçeklere] uymuyor. Bu canlıların tesadüf ve seleksiyon sonucu ortaya çıkmadıkları, aksine tasarlanmış oldukları açıktır.
◉ Uçmaya olan özel ilginizin sebebi nedir?
◉ Prof. Andy McIntosh: Ben aslında aerodinamikçiyim. Doktoramı aerodinamik bölümünde yaptım. Özellikle kuş uçuşu çok çarpıcıdır. Tüyleri düşünün. Eğer bir tüye mikroskop altında bakacak olursanız, ana gövdeyi ve bundan sola ve sağa doğru çıkan tüyleri, bu tüylerden yine sola ve sağa çıkan daha da küçük tüycükleri görürsünüz. Burada ilgi çekici olan sola dönük olanların kancalara, sağa dönük olanların kabartılara sahip olmasıdır.
◉ Bu, tüylerin birbirine nasıl kilitlendiğini açıklar.
◉ Prof. Andy McIntosh: Evet bu doğru. Tüy öyle tasarlanmıştır ki, eğer onu bükecek olursanız, onunla birlikte herşey bükülür. Böylece kancalar kabartılara tutunur ve kabartılar üzerinde kayarlar. Böyle hafif ve kullanışlı yapılar bir makine mühendisinin rüyasıdır. Eğer siz böyle kaygan bir ekleme sahip olsanız, eklemi mutlaka yağlamak gerekecektir. Kuş ise, bunu yapabilmek için, kafasını boynunun etrafında 1800 çevirir ve gagasını omurgasının arkasında aşağıda bulunan küçük yağ bezlerine bastırır. Sonra da tüylerini tarar. Bu yağı tüylerinin üstüne sürer böylece tüyler mükemmel şekilde birleşirler ve bu hareketli bağlantılar yağlanmış olur. Bu bir mühendislik harikasının sadece çok küçük bir parçasıdır. Aynı gerçek, kuşların bizimkilerden farklı olarak içleri boş kemiklere sahip olması için de geçerlidir. Özellikle daha büyük kuşlarda, yeterince güçlü olmak için, bu hafif kemiklerin genelde çapraz kirişleri bulunur. Uçakta bu dizayna Warren kirişi (Warren's truss) adını veriyoruz. Bunu ilk aşamada kuşlardan taklit ederek yaptık… Tasarım bana her yerden sesleniyor.1
Görüldüğü gibi dogmatik evrim inancıyla belirli düşünce kalıpları içerisinde kalmayan her kişi, canlılardaki üstün yaratılışı kolaylıkla görebilir. Bunlara tesadüflerle açıklama getirmeye çalışmanın mantıksızlığını anlayabilir ve Allah'ın canlılar üzerindeki tasarımını takdir edebilir. Bu bilince sahip olan insanlardan Kuran'da şöyle söz edilmektedir:
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Allah, herşeye güç yetirendir. Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 189-191)
1. "Flying high", an interview with Dr Andy McIntosh by Chris Field, Creation Ex Nihilo, Mart-Mayıs 1998, vol. 20, no. 2, ss. 28-31.
Kuşlar ve sürüngenler arasındaki en belirgin farklılıklardan biri kuşların sahip oldukları kanatlardır. Kanatları oluşturan tüyler önceki bölümde incelediğimiz gibi başlı başına bir araştırma konusudur ve bilim adamlarını hayranlık içinde bırakacak komplekslikte bir yaratılışa sahiptir. Ancak bir kuşun tüylere sahip olması, uçması için yeterli bir koşul değildir. Bu tüylerin kanat denilen çatı üzerinde, her iki tarafa eşit dağılarak belirli bir dizilimle yerleşmesi gereklidir. Nitekim tüyleri gelişigüzel dizecek olsanız, kuşun uçması mümkün olmaz. Örneğin tüyler bir tarafta daha yoğun olacak olsa, denge kaybı söz konusu olur ve kuş uçamaz. Ayrıca kanadın katlanıp açılabilir olması, her iki kanadın simetrik olması, uçuş tekniklerini uygulayacak tasarıma sahip olması, uçuş için özel olarak yaratıldığını gösterir.
Bilim adamları önlerinde taklit edebilecekleri örnek olmasına rağmen kuşlar kadar başarılı yapılar meydana getirememektedirler. Akıl ve şuur sahibi insanın -her türlü teknolojiye rağmen- kuşların doğdukları andan itibaren sahip oldukları kanatları taklit edemedikleri düşünülürse, bu canlıların gökyüzünde rahatça uçmalarının Allah'ın bir mucizesi olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Göz, akciğer, kanatlar, hücre gibi kompleks yapıların sözde evrim sürecinde kademe kademe nasıl geliştikleri sorusu, evrimcilerin en büyük açmazlarından biridir. Birbiriyle bağlantılı, biri diğeri olmadan işe yaramayan birçok parçadan oluşan bu yapıların, evrimcilerin iddia ettiği gibi, kademe kademe oluşmaları imkansızdır. Çünkü parçalardan herhangi birinin olmaması, o organın işlev göremez hale gelmesine neden olacaktır. Bilim literatüründe bu özellik "indirgenemez komplekslik" olarak ifade edilir. Yarım bir kanadın organizmaya hiçbir faydası olmayacağından, bu faydasız organ, evrimin kendi iddiasına göre körelecek ve zamanla kaybolacaktır. Bu durum evrim teorisi için aşılamaz problemler ortaya çıkarmaktadır. Ateist evrimci Richard Dawkins'in bu konuyla ilgili itiraf niteliğindeki sözleri şöyledir:
Evrim elbette her zaman aşamalı olarak gelişmez. Fakat … komplike görünür şekilde tasarlanmış objelerin meydana gelişinde aşamalı bir evrim süreci olmalıdır. Eğer bu durumlarda da aşamalı olarak gerçekleşmezse, o zaman evrimin açıklayıcı bir gücü kalmaz. Eğer aşamalar yoksa mucize olması muhtemeldir, bu da yine bir açıklama olmadığını gösterir.88
Geçtiğimiz yüzyıl hep Darwin'in aleyhinde gelişmelerle sonuçlanmıştır. İlerleyen teknoloji ve bilim düzeyi Darwin'in, teorisi hakkındaki endişelerini doğrulamış, evrim teorisinin bilimsel bir zemini olmadığını ortaya koymuştur. Darwin, canlılardaki apaçık olan yaratılışı inkar etmek adına, köhne bir bilim anlayışının ürünü olan evrim teorisini ortaya atmıştır. Yüzyılın aldatmacası olan bu teori ona ancak amatör biyolog sıfatı kazandırmıştır. |
Evrimcilerin iddialarına baktığımızda kanatların, sürüngenlerin ön ayaklarından geliştiği şeklindeki tutarsız açıklamalarına rastlarız. Bu senaryo özetle şöyledir: "Bazı sürüngenler ön ayaklarında birkaç tüy geliştirdiler ve bunları böcekleri yakalamak için kullandılar. Ancak böceklerin birçoğu, onları ağızlarına götürünceye kadar kaçıyordu(!) Bu şekilde dengesizken, sistem iyi çalışmıyordu. Uçamıyor, ağaca tırmanamıyor ya da yerdeki herhangi bir deliğe kaçamıyorlardı. Bu koşullar altında düşmanlarından kaçmayı başarabilmeleri için bir değişim geçirmeleri gerekti. Tesadüfler de tam bu noktada gerekli değişimleri bu canlılar üzerinde gerçekleştirdi ve onları uçabilen canlılara dönüştürdü."
Masaldan farksız olan bu ve benzeri senaryolar, bu değişikliklerin gerekli yerde ihtiyacı karşılayacak şekilde, bir tasarım dahilinde nasıl birleştiğini açıklayamazlar. Daniel C. Dennet, Darwin's Dangerous Idea (Darwin'in Tehlikeli Fikri) adlı kitabında, Darwin'in, bilinçsiz mekanizmaların doğadaki mükemmel canlıları ortaya çıkarabileceği yönündeki iddialarını "tehlikeli" olarak nitelemektedir:
İşte Darwin'in tehlikeli fikri şöyledir: Algoritma (bir problemin sembolik çözümü) seviyesi bir antilobun hızını, kartalın kanadını, orkidenin şeklini, türlerin çeşitliliğini ve doğadaki diğer tüm harikaları en iyi biçimde açıklamaktadır. Algoritma gibi düşünce yeteneği olmayan, mekanik bir unsurun buna benzer muhteşem şeyler üretebildiğine inanmak çok zor. Bir algoritmanın ürünleri ne kadar etkileyici olursa olsun, altında yatan süreç, her zaman herhangi akıllı bir denetleyicinin yardımı olmaksızın birbirini izleyen, bir dizi bireysel şuursuz adımdan meydana gelir; bunlar "otomatik" olarak tanımlanırlar: bir otomatın çalışmasıdır. Birbirleriyle beslenirler ya da eğer beğenirseniz kör tesadüflerle veya hiçbir şeyle... Gerçekten bunlar tesadüflerle beslenen bir dizi algoritma sürecinin mi ürünüdür? Eğer öyleyse bu süreçler dizisini kim tasarlamıştır? Hiç kimse. Kendisi de kör bir algoritma sürecinin ürünüdür.89
Dennet, "tehlikeli" olarak nitelendirdiği Darwin'in bu fikrini açıkladıktan sonra, Darwin'in sözlerinden doğal seleksiyon teorisini neyin geçersiz kılacağını şöyle aktarmaktadır:
Darwin'in kendisi de Origin kitabının yayınlanmasından kısa süre sonra jeolog Charles Lyell'e bir mektubunda bunu ifade etmiştir, "Eğer Doğal Seleksiyon teorisi kalıtımın herhangi bir aşamasında mucizevi eklemeler gerektiriyorsa, ona kesinlikle önem vermezdim... Eğer doğal seleksiyon teorisine bu tür eklemeler yapmam gerektiğine ikna olsaydım, onu bir saçmalık sayıp reddederdim"...90
Darwin yukarıdaki sözleriyle teorisini geçersiz kılacak bir gerçeğe dikkat çekmiştir: Canlıların kökenini açıklarken mucizevi eklemelere ihtiyaç olması. O dönemde bilim, Darwin'in iddialarının geçersizliğini ortaya koyabilecek bir seviyede değildi. Ancak 20. yüzyılda bilimin geldiği seviye, canlıların tesadüfi mekanizmalarla açıklanamayacağını ortaya koymuştur. Canlılardaki kusursuz tasarımın, örneğin bir kuş kanadının hiçbir ara aşama olmadan var olması gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu durum Darwin'in endişelerinde haklı olduğunu ve teorisinin geçersizliğini gösteren örneklerden sadece biridir.
Bir kuşun uçabilmesi için öncelikle kanatların, kuşun göğüs çıkıntısına sağlam bir biçimde tutturulmuş olması gerekir. Ayrıca kanatların hem kuşu havaya kaldırmaya, hem de kuşun havadaki dengesini ve hareketlerini her yöne yapabilmesini sağlayan elverişli bir yapıda olması zorunludur. Kuşun kanat ve kuyruk tüylerinin hafif, esnek ve birbiriyle orantılı bir yapıda olması, kısacası uçuşa imkan veren mükemmel bir aerodinamik düzende işlemesi de şarttır. Evrimci iddialar, bu noktada da büyük bir açmaz içindedir: Bir sürüngenin ön ayaklarının, genlerinde meydana gelen bir bozulma (mutasyon) sonucunda nasıl kusursuz bir kanada dönüştüğü sorusu evrimciler açısından tümüyle cevapsızdır.
Allah'ın kendilerine verdiği özelliklerle, dünyanın "en hızlı" canlıları ünvanına sahip kuşlar... |
Günümüzde hangi kuş bilimciye sorsanız size bir kuş kanadının, kendine özgü en verimli uçuş şekline sahip olduğunu söyleyecektir. Örneğin şahin, avını hedef alan dalış uçuşu sırasında 300 km hızla uçmasına rağmen dengesi bozulmaz, hedefini şaşırmaz ve uçuş kontrolü mükemmeldir. Afrika kartalı ise aniden saatte 185 kilometre hızla avına saldırıp, sonra kanatlarını açarak, havada altı metrelik bir mesafede tamamen durabilmektedir. Bu kuşların sadece uçuşları ve hızları değil, aynı zamanda görüş keskinlikleri de hayranlık vericidir. Avının peşinde olan bir kuş kilometrelerce yüksekte, avının üzerinde daireler çizebilir ve keskin gözleriyle onu izleyebilir. Aşağıya doğru aniden saldırırken gözleri odak noktasını kaybetmeden ve göz kırpmadan hedef için otomatik ayar yapar. Böyle bir uçuş için gözle kanatların, dolayısıyla beyin, sinir ve kas sistemlerinin birbirleriyle kusursuz bir uyum ve zamanlama ile çalışması gerekmektedir. Peki bu mükemmel koordinasyon nasıl mümkün olmaktadır? Tüm bu olağanüstü yapıların bilinçsiz doğa güçlerinin ürünü olamayacağı açıktır. Kuşlar herşeyin Yaratıcısı olan Rabbimiz'in kendilerine verdiği üstün özelliklerle uçarlar. |
Uçuşun evrimleştiğini varsaymak, belli aşamalarda kanatların yetersiz olduğunu kabul etmeyi gerektirir. Ancak "yetersiz bir kanat"la uçmak söz konusu değildir. Uçuşun gerçekleşebilmesi için, canlıda kanatların ve kanatlara destek veren yapıların, eksiksiz ve kusursuz olarak bulunması gerekir. Bu durumu evrimci bir biyolog olan Engin Korur şöyle itiraf etmektedir:
Gözlerin ve kanatların ortak özelliği ancak bütünüyle gelişmiş bulundukları takdirde vazifelerini yerine getirebilmeleridir. Başka bir deyişle, eksik gözle görülmez, yarım kanatla uçulmaz. Bu organların nasıl oluştuğu doğanın henüz iyi aydınlanmamış sırlarından birisi olarak kalmıştır.91
Yukarıdaki alıntıda da belirtildiği gibi, "yarım kanatla uçulmaz". Dolayısıyla eğer herhangi bir mutasyonun bir sürüngenin ön ayaklarında bir değişim yaptığını varsaysak bile, bunun üzerine yeni mutasyonlar eklenerek "tesadüfen" bir kanat oluşabileceğini öngörmek tamamen akıl dışıdır. Çünkü ön ayaklarda meydana gelecek bir mutasyon, canlıya çalışır bir kanat kazandırmadığı gibi, onu ön ayaklarından da mahrum bırakacaktır. Bu ise, canlının diğer türdeşlerine göre daha dezavantajlı, yani sakat bir bedene sahip olması anlamına gelir. Evrim teorisinin iddialarına göre de, doğal seleksiyon bu sakat canlıyı ayıklayacaktır. Harvard Üniversitesi paleontoloğu James Gould da yarım kanat gibi eksik yapıların faydasının olup olmadığını şöyle sorgulamaktadır:
Aşamalı evrime inananlar, çoğunlukla kendilerini bu ikilemden fosil kayıtlarındaki inanılmaz hatalara başvurarak kurtarmaya çalışırlar, eğer binlercesinin arasından tek bir aşama, fosil olarak korunursa, jeoloji sürekli değişimi kaydedemeyecektir. Ben bu iddiayı reddetmeme rağmen… Geleneksel kaçış yolunu kabul edelim ve farklı bir soru soralım. Kusursuz geçişler için doğrudan bir delilimiz olmasa da, belli başlı yapısal değişimler için atalar ve soylar arasında bağımsız olarak yaşayabilen işlevsel organizmalardan oluşmuş ara geçiş formlarından makul bir dizilim icat edebilir miyiz? Faydalı yapıların kusurlu türevleri ne tür bir işe yaramaktadır? Yarım bir çene ya da yarım bir kanat ne fayda sağlar? Ön-adaptasyon kavramı bizim bu kusurlu aşamaların farklı işlevler gerçekleştirdiğini iddia etmemize imkan sağlayan geleneksel bir cevap niteliği taşır... Fakat makul bir hikaye doğru olmak zorunda değildir... çoğu ya da tüm vakalar için bizim bir süreklilik masalı uydurmamıza izin veriyor mu? Belki de sadece benim hayal gücümün eksikliğini yansıtacak olsa da cevabın hayır olduğunu söylüyorum…92
Biyofizik araştırmalara göre, mutasyonlar çok nadir gerçekleşen değişimlerdir. Dolayısıyla, milyonlarca yıl tam gelişmemiş kanatlara sahip bu hayali sürüngenlerin, küçük küçük mutasyonlarla kanatlarının tamamlanmasını beklemeleri her yönden imkansızdır. Üstelik mutasyonlar pratikte hep zararlı etki oluştururken... Tüm bu bilimsel gerçekler dinozor-kuş evrimi senaryolarını geçersiz kılmaktadır.
Kuş kanadının yaratılışı, uçuşu en verimli kılacak şekil ve özelliklere sahiptir. Örneğin kuşlar kendilerini havada ve dengede tutmak için tüylerini kumanda olarak kullanırlar. John H. Storer Scientific American dergisinde her kuşun bir çift kumandası olduğunu ifade ederek, bu kumandaların işlevini şöyle aktarmıştır: Bunlar en iyi, kuş hareket halindeyken, uçuşun ağır çekiminde görülebilir. Kanatların aşağıya doğru çırpılması sırasında kanat uçlarındaki tüyler kanadın geri kalan kısmına dik açı yaparak, uçuş hattına doğru durur. Bu tüyler kumanda görevi yapar. Bu dönüş biçimini her kanat çırpılması sırasında saniyenin sadece bir bölümünde alırlar. Kanat çırpılması boyunca ise sürekli şekil değiştirirler ve otomatik olarak hava basıncına ve kanadın yukarı aşağı hareketi sırasında değişen gerekliliklere uyum sağlarlar.1 1. http://www.wwy.org/wwy3497.html; [John H. Storer, Scientific American] |
Evrimci izahlarda en sık karşılaştığımız iddialardan biri, tesadüfi evrim mekanizmalarının canlılara faydalı organlar kazandırdığı şeklindedir. Kimi hayvanların yürüme ihtiyacı duyarak ayak geliştirdikleri, kimisinin uçmanın avantaj sağlayacağını düşünerek kanat kazandıkları, kimisinin beslenme ihtiyacı duyarak zamanla ağız boşluğuna sahip oldukları ve bunlar gibi yüzlerce senaryo anlatılmaktadır. Kısacası Darwinistler hayvanlarda gördüğümüz her özelliğe doğal seleksiyon ve mutasyon mekanizmaları ile açıklama getirmek isterler; fakat sadece birer bilim dışı iddia olan bu açıklamalar, gerçekte canlıların kompleks yapılarının kökenini hiçbir şekilde izah edemez.
Sözde tesadüf eseri oluşmuş şuursuz hücrelerin, kendi aralarında sözleşip, "ne şekilde birleşirsek, bir kanat oluştururuz ve parçası olacağımız bedenin uçmasını mümkün kılabiliriz" gibi bir plan yapmaları, sonra planları doğrultusunda, uygun ölçü ve yapıyı elde edene kadar çalışmaları akıl dışı bir beklenti olacaktır. Üstelik böyle bir durumda kanatları oluşturan hücrelerin diğer organların işlevlerinden haberdar olmaları, onlarla gerekli koordinasyonu sağlamaları da zorunludur. Hücrelerin en uygun yapıyı kazandıklarında ise "bu en mükemmeli, artık duralım" gibi toplu karar almaları söz konusu olmalıdır. Kuşkusuz böyle bir açıklamaya ihtimal veren bir kimsenin aklından herkes şüphe edecektir. Bu tasarımın tesadüf eseri bir canlıda oluştuğunu öne sürmekse, en az bu beklenti kadar akıl ve mantık dışıdır. Ancak evrimciler yaratılış gerçeğini kabul etmek yerine böyle akıl dışı bir ihtimale itibar etmeyi, hatta bundan tartışma götürmez bir üslupla bahsetmeyi daha uygun görürler.
Halbuki tesadüfi evrim senaryolarının karşısında cevaplanmayı bekleyen sayısız soru bulunmaktadır. Örneğin kanat gibi bir yapının varlığından ya da uçma gibi bir yetenekten habersiz olan tesadüflerin canlı için uçma ihtiyacı tespit ederek, bunu kusursuz bir şekilde tasarlaması nasıl mümkün olabilir? Sonra hücrelerin yapısını, büyüklüğünü, şeklini, kısacası her türlü detayını düşünmeleri, diğer hücrelerle aralarında iş bölümü yapmaları, böyle kompleks bir organ olarak kanat inşa etmeleri mümkün müdür? Elbette ki tesadüflerin böylesine bir hayali gerçekleştirmesi mümkün değildir.
Gerçek ortadadır: Tek başına bir kanat dahi, evrim iddialarını geçersiz kılmak için yeterli bir örnektir. Evrimcilerin bu gerçeği kabullenmemekte direnmeleri, teorinin körü körüne savunulan bir iddia olduğunu ortaya koymaktadır.
Anna-Maria McGowan tarafından yönetilen ve NASA (National Aeronautics and Space Administration) Langley Araştırma Merkezi'nde yürütülen "Morphing Projesi"nde, değişen hava koşullarına göre -tıpkı bir kuş gibi- kanatlarını hareket ettirebilen bir uçak üretimi hedeflenmektedir. Bugün, ses hızından daha yavaş olan (sübsonik) uçakların kanatları, belirli bir yükseklik, hız ve yüke göre en uygun şekilde üretilmektedir. Ancak şartlar değiştiğinde kanat şekillerinin de değişmesi gerekmektedir. McGowan'ın ifadesiyle "Çok düşük hızda ihtiyacınız olan kanat tipi ile yüksek hızlarda ihtiyacınız olan kanat tipi tamamen farklıdır."1 Aksi takdirde fazla yakıt tüketimi, istenmeyen sarsıntılar (türbülanslar), aşırı gürültü gibi sorunlarla karşılaşılmaktadır.
Ancak günümüz şartlarında bu tür bir kanat değişimi imkansızdır; çünkü kanatlar çok sert bir maddeden üretilmektedir. Bu sebeple NASA, akıllı kanat projesi üzerinde çalışmaktadır. DARPA (Defence Advanced Research Project Agency) ve AFRL (Air Force Research Laboratory)'nın katkılarıyla yürütülen bu projede hedef, canlılarda olduğu gibi uçak kanatlarının bir tür merkezi sinir sistemi ile bağlantılı çalışmasıdır. NASA Langley Araştırma Merkezi'nden Bill Uher bu proje ile ilgili olarak şunları söylemektedir:
Alıcılar, tıpkı kuşların kanatlarındaki sinirler gibi olacaklar ve yüzey basıncını sürekli ölçecekler. Buna karşılık olarak, harekete geçiriciler de uçağın kanat yapısını gerecekler veya gevşetecekler. Böylece tıpkı kaslar gibi kanatların şeklini değiştirecekler.2
Şu an üzerinde çalışılan kanat modelinde, uygulanan kuvvetlerin mekanik enerjisi elektrik enerjisine dönüştürülmekte ve ortaya çıkan enerji de, bir tür eklemli kollara benzeyen yapı ile, kanat çırpması benzeri bir hareket ortaya çıkarmaktadır. Yapılan testler kanadın 20 dereceye kadar bükülebildiğini göstermektedir. Morphing Projesi'nin, kuşların uçuş tekniklerinden alınan ilham ile yeni kanat yapılarının tasarlanmasında daha da ilerleyeceği düşünülmektedir.
Geleceğin uçakları için hedeflenen, hareketli parçaları olmadan kuşlar gibi kendinden bükülen kanatların tasarlanmasıdır. Böylece sürtünme azalacak ve yakıt tasarrufu yapılması mümkün olabilecektir. Bu idealin gerçekleştirilmesi için alınan en önemli model ise yine kuşlardır; onlardaki gibi esneyen ve koşullara göre şekil alan, büküldüğünde kendi kendine düzelebilen kanatlar...
Günümüze ait bazı uçaklar -ordunun F-14, Tomcat ve B-1 Süpersonik bombacı uçakları gibi- kanatlarını yönlendirebilmektedir. Ancak bu uçaklar, uçağın gövdesine yerleştirilmiş geniş, ağır direklere monte edilmiş bükülmez kanatlar kullanırlar. Morphing Projesi'nde çalışan bilim adamları ise "şekil-hafıza"lı metal alaşımlar ya da "akıllı" olarak ifade ettikleri materyaller kullanarak, kumandayla açılabilen kanatlar tasarlamaktadırlar. Teoriye göre bu kanatların belirli miktarda ısı uygulandığında, büyük bir kuvvet ile orijinal şekline aniden geri dönmesi hedeflenmektedir.
Bu kanatların yapımında kullanılan maddeler - pizoelektrik (basınç oluşturan elektrik) materyaller- elektrik voltajını harekete bağlarlar. Eğer bir pizoelektriksel materyali bükerseniz bir voltaj üretilir. Bunun tersinde de, eğer voltaj uygularsanız materyal bükülecektir. Morphing Projesi'nin yöneticisi McGowan söz konusu teknoloji ile ilgili olarak şunları söylemektedir:
Yirmi yıl sonrasına baktığımızda kendi kendine değerlendirme yapan ve bu süre içinde kendini onaran uçaklar görürüz... Bu teknolojiyi mümkün kılabilmek için bu erişim düzeneğini ve algılayıcıları, kanatlar boyunca dağıtmanız gerekir. Bu, insan bedeninin işleyişine çok benziyor. Tüm vücudumuzda kaslar ve sinirler mevcuttur; öyleyse vücutlarımıza neler olduğunun farkındayız ve birçok yolla ona tepki verebiliriz.3
Morphing Projesi araştırmasında kullanılan yöntemlerden biri de doğada zaten mükemmel olarak var olan sistemleri incelemektir. Bilim adamları kendi tasarımlarını geliştirebilmek için, doğadaki bu örneklerden teknik öğrenebileceklerini umut etmektedirler. McGowan bu konu ile ilgili olarak şunları ifade etmektedir:
Doğa(daki tüm canlılar) bizim yapmaya dahi yanaşamayacağımız şeyler yapmaktadır. Kuşların bugünkü uçaklarımızdan çok daha fazla manevra kabiliyeti vardır. Kuşlar havada asılı kalabilir, geriye ve yana uçabilirler. Ve böcekler… baş aşağı durabilir, takla atabilir, her türlü şeyi yapabilirler. Böyle bir şeyin yakınına bile yaklaşamıyoruz…4
"Biyomimetik" denilen doğadan öğrenme tekniğindeki başarılar, bilim adamlarını uçak kanatları için kuş kemiğin yapısını taklit etmeye yöneltmiştir. Kemikler hem çok hafif ve güçlüdür hem de gözenekli, içinden hava geçebilen özel bir yapıya sahiptir. NASA'nın Langley Araştırma Merkezi'nden McGowan elde etmek istedikleri kemiğe benzer yapıyı şöyle tarif etmektedir:
Eğer bu bahsettiğim kemiğe benzer yapılarda güce ve hafifliğe ulaşırsanız, içine sinir hücresi benzeri sensörleri ve harekete geçiren bu esnek yapıları da ekleyin, ulaşacağınız nokta son derece hafif, çok güçlü, kendi kendine hissedebilen ve kendi kendine harekete geçebilen bir yapı olacaktır.5
Tüm bunlar, bilim adamlarının kuşlardan ilham alarak belirledikleri hedefler, ideallerdir. Eğer bir kuş bir bilim adamına ilham kaynağı olabiliyorsa; tasarımıyla, yapısıyla bilgi verebiliyorsa; bir projenin yol gösterici modeli olabiliyorsa ve bu model tam olarak taklit edildiğinde başarıya ulaşılacağına kesin gözüyle bakılıyorsa; kuşun tasarımında düşünülmesi gereken bir olağanüstülük olduğu ortadadır. Böyle mükemmel bir yaratılışın kör tesadüflerin, şuursuz rastlantısal süreçlerin ürünü olması mümkün değildir. Bugün bilim adamlarının kuşu taklit ederek faydalanmaya çalıştıkları ve hayranlık duydukları akıl, Allah'ın sonsuz aklının, ilminin ve yaratma sanatının sayısız örneklerinden biridir.
Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Allah, saklı tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı bilir. Allah'tan başka yakardıkları hiçbir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar yaratılıp durmaktadırlar. (Nahl Suresi, 17-20)
1. Patrick Barry, "Bionic Research Points To Smart Flexible Aerospace Materials", Space Daily, 5 Mart 2001; http://www.spacedaily.com/news/materials-01f.html
2. "Uçaklar Kanat Çırptıkları Zaman", Science et Avenir, Ocak 2003, s. 74.
3. Patrick Barry, "Bionic Research Points To Smart Flexible Aerospace Materials", Space Daily, 5 Mart 2001; http://www.spacedaily.com/news/materials-01f.html
4. Patrick Barry, "Bionic Research Points To Smart Flexible Aerospace Materials", Space Daily, 5 Mart 2001; http://www.spacedaily.com/news/materials-01f.html
5. Patrick Barry, "Bionic Research Points To Smart Flexible Aerospace Materials", Space Daily, 5 Mart 2001; http://www.spacedaily.com/news/materials-01f.html
Bir uçağın uçması için ne kadar çok unsurun göz önünde bulundurulduğu düşünülecek olursa, kuşların ne denli zor hesaplara dayanan bir eylemi gerçekleştirdikleri daha iyi anlaşılacaktır: Uçağın uzunluğu, yüksekliği, kanat uzunluğu, kanat yüzey alanı, maksimum kalkış ağırlığı, maksimum iniş ağırlığı, motor sayısı ve gücü, yakıt kapasitesi, maksimum menzili, seyahat hızı, kalkış mesafesi... Uzayıp giden bu hesaplar uçuş esnasında da devam eder: Uçağın hangi yükseklikte uçacağı, nasıl manevra yapacağı, alçalacağı ya da savrulmadan dengede kalacağı, yakıt kullanımı, yön tayini, zorlu hava koşullarında nasıl tedbir alınacağı... Kuşlar ise hiç bu tür hesaplar yapmazlar. Onlar doğdukları andan itibaren bu ince hesaplarla ayarlanmış bir uçuş mekanizmasına sahiptirler. Uçuşları da son derece kontrollü, dengeli ve ustacadır. |
Kuşlardaki tasarımın ve bu tasarıma dayanan uçuş hareketinin evrimle açıklanması pek çok açıdan imkansızdır. Bir önceki bölümde açıkladığımız kanatların yapısı bu imkansızlıklardan sadece biridir. Kuşlardaki uçuş çok kompleks bir sisteme dayanır ve uçuş kontrolü için canlının, kaslarını kusursuz olarak kontrol edebilen bir sinir sistemine de sahip olması gerekir. "Sinir-kas kontrolü" adı verilen bu sistemde sinir hücreleriyle kas hücreleri her an haberleşme halindedir. Kaslar sinir hücrelerinden aldıkları emirle kasıldıktan sonra, pozisyonlarını bildiren geri bir sinyal gönderirler. Bir kuş yükseldiği, havada süzüldüğü ya da iniş yaptığı zamanlarda, bu yapı gerekli aerodinamik sistemi oluşturmak üzere devreye girer.
Hayvanların, içinde bulundukları ortamlara nasıl uyum sağladıklarına baktığımızda, birçok hayvanın vücudunda, insanların övünerek sundukları teknolojik başarıların çok daha ötesinde mekanizmalar olduğunu fark ederiz. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri "uçma"dır. Eğer küçük bir uçak, bir yağmur kuşu kadar verimli olmuş olsaydı, bir litre benzin ile 56 km uçması mümkün olurdu. Ancak böylesine ekonomik bir uçuş şu an uçak tasarımcılarının ve mühendislerin "ideal"ini oluşturmaktan öteye gidememektedir.
Kuşlar bilim adamlarını hayranlık içinde bırakan mükemmel bir aerodinamik yapıya sahiptir. Bu yapı vücutlarının her detayında görülmektedir:
◉ Ağırlıklarına kıyasla çok kuvvetli, aynı zamanda esnek ve hafif, son derece kompleks yapıya sahip tüyler,
◉ Kuvvetli kaslar tarafından kontrol edilen güçlü kanatlar,
◉ Esnek, güçlü, aynı zamanda hafif ve içi boş kemikler,
◉ Birleşik iskelet yapısı,
◉ Büyük, güçlü bir kalp; yüksek kan basıncına ve solumayı kolaylaştıracak fazladan miyoglobin pigmentine sahip dolaşım sistemi,
◉ Kemiklere kadar nüfuz eden keseciklere sahip solunum sistemi,
◉ Yüksek vücut ısısı ve şeker birikimi sağlayan sindirim sistemi,
◉ Su ve ağırlık kaybını önlemek amacıyla vücuttaki atık sıvıların toplanması,
◉ Halen sırları çözülememiş olan yön bulma sistemi,
◉ Uçuş esnasında her tüyün pozisyonunu özel olarak ayarlayan güçlü bir sinir koordinasyonu…
Uzayıp giden bu özelliklerin hiçbiri, tek başına uçuş için yeterli değildir, ancak tamamı birarada olduğunda kuşlar uçabilir. Her bir özelliğin diğerlerinden bağımsız olarak yavaş yavaş gelişip, sonra da birbiriyle uyumlu hale gelmeleri mümkün değildir. Çünkü bu özelliklerin tümü kuşun uçuşunu mümkün kılmak için var olan özelliklerdir ve birbirlerinden bağımsız, tek başlarına bunu gerçekleştirmek için yeterli değildirler.
Kuşların Uçmaya Elverişli Tasarımları Bilinçli Yaratılışın Delillerindendir… |
1. Kuşların yüksek miktardaki oksijen ihtiyacını kesintisiz olarak karşılayan özel solunum sistemi |
BBC ve NBC kanalları için belgesel hazırlayan, Jeoloji Birliği üyesi, araştırmacı yazar Richard Milton kuşun uçuşundaki tasarım için şunları söylemektedir:
Fakat bu örneğin, insanların -Darwinci olsun ya da olmasın- oldukça büyük bir kısmının paylaştığı bir inancı temsil ettiğine inanıyorum: İnsan ve diğer bütün türlerin tasarımında bir kaçınılmazlık vardır. Kuşun uçuşunda, daha verimsiz uçma tasarımlarının sahip olmadığı bir güzellik ve zerafet vardır ve bu, kuşların yalnızca havayı fethetmesini değil, aynı zamanda orada egemen olmasını da sağlar.
Kazların uçuşunu örnek alan bilim adamları, uçakların uzun mesafeleri "V" şeklinde otonom olarak uçmalarını sağlayan bir sistem geliştiriyorlar. Bu uçuş düzeninin uçaklarda da kazların göç uçuşunda olduğu gibi enerji tasarrufu sağlayacağını ümit ediyorlar.
"V" düzeni ile uçan jet uçakları, liderlerinin oluşturduğu hava akımları üzerinde giderek enerjiden tasarruf ederler. Uçağı el kontrolüyle ideal noktada tutmak yorucudur, bu nedenle NASA'nın Dryden Uçuş Araştırma Merkezi, UCLA ve Boeing tesislerindeki mühendisler, bu işi otomatik olarak gerçekleştiren bir sistem geliştirmektedirler. Bilim adamları bir gün, yolcu, kargo ve askeri uçakların %20 yakıt tasarrufu yapmak için bu uçuş şeklini taklit edebileceklerini umuyorlar. Projenin baş mühendisi Brent Cobleigh "New York ile Los Angeles arasında günde bir kez giderek, yılda 250 gün uçuş yapan bir 777 uçağı, bu yöntemle yakıttan milyonlarca dolar tasarruf edecek" demektedir.1 Nitekim iki NASA jeti, bu uçuş şeklinin önemli bir yakıt tasarrufu sağladığını ilk defa gösterdiler. Uçaklar aynı mesafeyi uçmuş olmalarına rağmen, sonuçlar ikinci uçağın öndeki uçaktan %12 daha az yakıt kullandığını ortaya koydu.
Dedi ki: "Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan herşeyin Rabbidir. Eğer 'kesin bilgiyle inanıyorsanız' (böyledir)." (Şuara Suresi, 24)
1. Fenella Saunders, "It's a Bird, It's a Plane", Discover, vol. 23, no. 5, Mayıs 2002.
Ayrıca bu mükemmel form, otomobil ve jet uçakları gibi yapay insan tasarımlarında da açıkça görülmektedir: Onlarca yıl boyunca yapılan birçok deneme tasarımı, tecrübe süzgecinden geçerek tek bir optimum tasarıma ulaşmaktadır… Bir kartalın uçuşu ve çitanın hızlı koşusu… Bu hayvanlar genetik alanda keyfi bir noktaya ulaşmamışlardır; bunlar, yaşadıkları ortamdan en iyi şekilde yararlanabilecekleri eşsiz bir konuma ulaşmışlardır.93
Sinek kuşları, omurgalılar arasında en yüksek metabolizma hızına sahip canlılardır. Tünediklerinde 700-850 kere atan kalpleri, havada asılı durur şekilde uçtuklarında dakikada 1.200 kere atmaya başlar. Boylarına göre bir jetten daha fazla yakıt harcarlar.
Eğer biz bu oranda enerji harcayacak olsaydık, vücut ısımız 4000C'e yükselirdi ve bu enerjiyi karşılamak için, her gün 45 tane bir kiloluk şeker paketi tüketmek zorunda kalırdık. Ancak sinek kuşları vücut ısılarını 400C'den 150C'nin altına düşürebilirler ve aynı zamanda metabolizmalarını etkili bir şekilde yavaşlatırlar. Enerjilerini korumak için uyuşukluk pozisyonunu kullanırlar. Bu durum tüylerinin kabardığı, gagalarının havaya doğru kalktığı ve kalp atışlarını dakikada 50 atışa kadar düşürdükleri zamanlardır.1
Allah bu küçücük canlıları pek çok üstün özellikle yaratmıştır. Sinek kuşları Allah'ı hakkıyla takdir edebilenler için Allah'ın varlığının ve gücünün sayısız delillerinden biridir. Bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4)
1. John Downer, Supernature, The Unseen Powers of Animals, Sterling Publishing Co., Inc., New York, 1999, ss. 161-162.
Kuşlar uçuş şekilleri ve kanat yapıları itibariyle bir yaratılış harikasıdır. Kuşlardaki bu eşsiz özellikler yıllardan beri uçak mühendislerinin ilham kaynağı olmuştur. Ancak kuşun, tüm bu parçalarını kendisinin meydana getirmediği çok açık bir gerçektir. Aynı şekilde tesadüfi etkilerle işleyen sözde evrim mekanizmasının tüm canlılardaki mükemmellikleri bilinçsizce tasarladığını düşünmek de bir o kadar akıl dışıdır. Bu yapılar çok açık bir şekilde bir kuşun uçması amacıyla yaratılmıştır. Bu yaratma "alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı" olmayan Yüce Rabbimiz Allah'a aittir. (Hud Suresi, 56) Allah bir Kuran ayetinde şöyle buyurmaktadır:
Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah')tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, herşeyi hakkıyla görendir. (Mülk Suresi, 19)
Aeorodinamik bilimi, katı cisimlerin hava gibi bir akışkan karşısındaki davranışlarını inceler. Örneğin bir uçak hava içinde hareket ederken, hareketine etki eden değişik kuvvetler ortaya çıkar. Bu "aerodinamik kuvvet"ler karşısında, uçağın rüzgar içerisinde daha rahat hareket edebileceği şekilde dizayn edilmesi de "aerodinamik tasarım"dır.
Hava içinde hareket eden cisimlerin -örneğin bir uçağın- planlandığı şekilde hareket etmesi ve beklenmedik bir kuvvetle ya da dirençle karşılaşmaması için, havanın gösterdiği direnç kanunlarına karşı uçak önceden test edilir. Bu, uçağa ait bir modelin hava içerisinde hareket ettirilmesiyle ya da durağan haldeyken laboratuvar ortamında üzerine hava akımı yollanmasıyla gerçekleşir. Hesaplamalar, ölçümler, deneyler sonucunda cismin hava içindeki hareketi planlanır.
Aerodinamikte en önemli deney aracı "rüzgar tüneli"dir. Test edilecek uçak, roket, otomobil, hatta köprü ve bina modelleri önce rüzgar tünelinde denenir. Model cisimler rüzgar tünelinde, deneme hızına göre şiddeti ayarlanan bir hava akımına tutulur. Bu modellerin akım içerisindeki davranışı gözlenerek gerekli düzenlemeler yapılır ve modele aerodinamik bir biçim verilmeye çalışılır.
Uçaklar uçuş öncesi ve sonrasında kapsamlı bakıma tabi tutulurlar. Bunun için konusunda uzman onlarca kişi seferber olur. Küçük bir ihmalin uçağın düşmesine sebep olduğu düşünülürse, uçmak için ne kadar çok detayın göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır. Kuşlar ise bu bakımlarını kendileri yaparlar. Kuyruklarının dibindeki yağ keseleri ile tüylerini yağlar ve gagaları ile düzeltirler. Bu bilinçli davranış Allah'ın kuşlara ilhamı ile gerçekleşir. |
Aerodinamik havacılık, uzay çalışmalarının yanı sıra otomobil sanayiinden inşaat mühendisliğine çok geniş alanları kapsar. Örneğin yeni geliştirilen bir otomobil modelinin ekonomik olması –diğer bir deyişle az yakıt sarf etmesi- için, bu model önce rüzgar tünelinde denenir ve hava akımına en az direnç gösterecek aerodinamik şekil bulunmaya çalışılır. Kuşlar ise aerodinamik biliminin prensiplerini sergileyen kusursuz yaratılışlarıyla bilim adamlarını hayranlık içinde bırakırlar. Bu canlılar hiçbir deneme-yanılma yapmadan, sonradan hiçbir düzenlemeye ihtiyaç duymadan mükemmel bir şekilde uçarlar.
Kuşlar ve uçaklar genel hatlarıyla bakıldığında aynı nedenlerden dolayı uçarlar. Kuşlar da havada süzülürken, tıpkı uçaklar gibi havada asılı kalırlar ve kanatlar onlara kaldırma gücünü sağlar. Bununla birlikte, kuşlar kanatlarını çırparak gökyüzünde alçalıp yükselirken, uçakların bu hareket için güçlü motorlarını ve kontrol sistemlerini birlikte kullanmaları gerekir. Uçağın kanat uçları da kuş kanatlarında olduğu gibi eğimlidir. Fakat insanların aksine, kuşlar hiçbir test uygulamazlar ve doğdukları andan itibaren, uçuş esnasında ihtiyaç duyacakları gücü sağlayan, kuvvetli kanat kaslarına ve aerodinamik tasarımlarına sahiplerdir.
Uçuş teknolojisindeki olağanüstü gelişmeler, uçuş mekaniği ve aerodinamik alanlarında üretilen teoriler, kuş uçuşlarındaki performansların analizleri ile mümkün olmaktadır.94 Ancak kuşlar bu bilgilere sahip değildir; ayrıca kuşlar ne analiz ya da hesap yapabilir, ne de test uçuşları... Buna karşın kuşlar kusursuz bir şekilde havada manevralar yapar, süzülür, hızlanır, alçalır, aniden dururlar. Çünkü Allah onları ilminden bir örnek olarak en mükemmel uçuş sistemiyle, en üstün teknolojiyle yaratmıştır.
Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler vardır. (Nahl Suresi, 79)
Uçakların burun kısımları da kuşlardaki aerodinamik tasarım örnek alınarak yapılmaktadır. Doğadaki mükemmel canlıları model alan bilim adamları, bu sayede hedeflerine daha kısa zamanda ve daha az emek harcayarak ulaşmaktadırlar. |
Kuşlardaki mükemmel uçuş sistemleri mühendislere ilham kaynağı olmaktadır. En uygun malzeme ve en düşük maliyetlerle en verimli tasarımları üretmeye çalışan mühendisler, doğadaki bu üstün tasarımı çok uzun zamandır taklit etmektedirler. Örneğin,
- Uçak kanatlarının içi, kuş kemiklerinde olduğu gibi boştur. Kemiklerde dayanıklılığı korumak için kemiğin iç çeperinde, karşılıklı yüzeyler arasında uzanan ince kirişler bulunur. Uçak mühendisliğinde de aynı tür kirişler kullanılır ve bunlar kanadın iç kısmında kanadı şiddetli ve değişken hava akımlarına karşı birarada tutan iskelet görevi görür. "Warren kirişleri" olarak bilinen bu kirişler kuşlardaki kemiklerden kopyalanmıştır.95
◉ Uçağın yükseklik seviyesini kontrol etmede kullanılan, kanattan aşağı doğru sarkan kanatçıklar, kuşun yere konma sırasında yaptığı kanat hareketlerini taklit edecek şekilde düzenlenmiştir.
◉ Uçaklar tıpkı kuşlardaki gibi havanın direncini kıracak bir burun şekline sahiptir.
Günümüzde uçakların havadaki ani manevra kabiliyeti, kuşlardakinden çok geridedir. Daha üstün manevra kabiliyetine sahip uçakların üretilebilmesi için, kuşların havadaki aerodinamik sistemlerinin daha ileri düzeyde anlaşılması gerekmektedir. Amerikan Ulusal Bilim Kurumu'ndan William Zamer, kuşlarla ilgili yapılan bir araştırma için şunları söylemektedir:
Bilim adamları için adeta bir ideal haline gelen hedeflerden biri de kanat çırpmadır. Bir şahin 1200'lik açı ile saniyede 2.5 kez kanatlarını çırparken ya da bir sinek kuşu saniyede 80 kez kanat çırpabilirken, insanların ürettiği uçan makineler bu hareketlilikten ve esneklikten çok uzaktırlar.
Mühendisler, insanları dağların, denizlerin üzerinden uçurabilecek hantal da olsa makineler inşa etmişlerdir. Ancak yerden kanat çırparak yükselme henüz mümkün olmamıştır. Toronto Üniversitesi'nin "ornitoper"i (kuş, yarasa veya eski dönemlerde yaşamış bir uçan sürüngen olan pterodactyl'i taklit ederek, bir kişiyi kanat çırparak havada taşıması için tasarlanan makine), en eski havacılık rüyasını gerçekleştirmeye en çok yaklaşan modellerden bir tanesidir. Bir ornitoper deneme uçuş pilotu olan Patricia Jones-Bowman şunları söylemektedir:
Tarihte ilk olma yarışı sürüyor. Leonardo da Vinci'nin ornitoperi tasarlamasının üzerinden 500 sene geçti ve artık bunu başarmanın zamanıdır. 1
Uçmak binlerce yıldır insanlığın ideali haline gelmiş, binlerce bilim adamının ve araştırmacının emek, zaman ve para harcadığı bir alan olmuştur. Çok ilkel bazı denemeler dışında, uçabilen araçlar ancak 20. yüzyılda yapılabilmiştir. Kuşlar ise dünya üzerinde var oldukları son 150 milyon yıldan bugüne kadar Allah'ın ilhamı ile kusursuzca uçabilmektedirler. 19. yüzyılda, uçaklardan önce, bazı mucitler evde yapılmış kanatları kollarına takıp, kuşların kanat çırpma hareketini taklit ederek yüksek yerlerden atlamayı denediler. Ancak sonuçları ölümcül oldu. |
Jones-Bowman, aerodinamik sırlarını keşfedebilmek için, pterozor adlı -yarasa benzeri, kanat açıklığı 10 metreye ulaşabilen ve zar kanatlarını kullanarak uçan- sürüngenlerin fosillerinden faydalanmaktadır. Ancak ABD Savunma Bakanlığı'na göre, kanat çırpma hareketi, sabit-kanatlı uçakların boyutlarının küçültülmesini zorlaştıran birtakım aerodinamik problemler sunar. Görüldüğü gibi her iki koşulu -kanat çırpabilmek ve boyutları küçültmek- aynı anda birleştirmek ise çok daha zordur. Kuşların hem küçük bedenlere sahip olup hem de kanat çırparak rahatça uçabilmeleri, insana Allah'ın yaratma sanatındaki mükemmelliği düşündürmelidir. Biyomimetik alanında faaliyet gösteren kişiler, yüzmenin sırlarını ortaya çıkarmak için ton balıklarını, sıçramanın sırları için çekirgeleri ve engebeli arazilerde hızlı bir şekilde yol bulmak için hamam böceklerini ve ıstakozları incelemektedirler. Kanatlar ise, makine tasarımına yönelik yeni fikirler üretmek amacıyla doğayı inceleyen mühendislerin ilgi alanını oluşturmaktadır. Berkeley'deki California Üniversitesi'nde biyoloji profesörü olan ve hükümet destekli robot uçuş dizaynına yardımcı olan Michael Dickinson, bu konuyla ilgili olarak şunları ifade etmektedir:
Biyologlar ve mühendisler arasındaki iş birliği giderek artmaktadır. Eğer doğadaki mimariye ... bakarsak, biz de bunu örnek alıp, kopyalayabiliriz.2
Bu düşünce, yüzyıllar evvel Leonarda da Vinci'yi bir ornitoper için gerekli olan ilk planların eskizlerini yapmaya yöneltti. Ancak eskizi, çalışan bir uçağa dönüştürmek son derece zordu. Bilim adamları, bir serçe ya da karganın kolaylıkla yaptıkları uçuş gösterilerinin ardındaki sırrı incelerken, aerodinamik biliminin prensiplerini de ortaya çıkarmışlardır. Havada, motoru yardımıyla hareket eden bir uçağın aksine, bir kuş kendini yukarı kaldırma ve ileri itme kuvvetini kanatlarını kullanarak elde eder. Kuşlar, bunu yapmak için sürekli olarak, kanadın hava akımını karşıladığı açıyı değiştirirler. Böylece sürekli değişen hava koşullarına hemen uyum sağlayarak, hiçbir sorunla karşılaşmadan uçuşlarına devam ederler. Uçaklar ise hava koşullarından hemen etkilenirler; hatta kötü hava koşullarında uçmak, hayati tehlike taşıdığı için kimi zaman uçuş seferleri iptal edilir. Toronto Üniversitesi'nden James DeLaurier'in liderliğindeki bir grup öğrenci ornitoper projesini kuşları model alarak sürdürmektedirler. Söz konusu makine, kanatlar aşağı-yukarı inip çıktıkça, rüzgar tarafından en uygun uçuş şekline doğru itilecek bir yapıya sahiptir. Bu konuyla ilgili çalışan bilim adamları, kuşların yaratılışındaki mükemmelliği bir haberde şöyle aktarmışlardır:
Jones-Bowman gibi kanat çırparak uçuş üzerinde çalışmış olan herkes, bu çalışmanın kendilerine, doğanın mühendislikteki üstün yeteneğine karşı yeni bir saygı kazandırdığını söylemektedir. Havacılık konusunda yaşayan en büyük bilim adamı ve insan-kaynaklı uçuşun öncüsü olarak değerlendirilen Paul MacCready, daireler çizen, yükselen ve hafif rüzgarda havada hareketsiz duran kuşları ve bunları mümkün kılan kemik yapılarını, kaslarını ve tüylerini hayrete düşerek saatlerce izlediğini söylemiştir. MacCready "Doğanın yaptığı herşeyde çok sayıda detay ve gizem bulunmaktadır." şeklinde söylemektedir.3
Elbette insanı hayrete düşüren, hayranlık duymasına neden olan bu yapılar "doğa"nın birer ürünü değildir. Doğayı oluşturan taşlar, ağaçlar, hava, su ve diğerleri bu eşsiz aklın ve sanatın kaynağı olamazlar. Canlılardaki hayranlık verici özelliklerin sahibi tüm doğayı yaratmış olan Yüce Allah'tır.
Bu araştırma insanlara, gelecekte bir gün daha iyi kara ve hava ulaşımı sağlayacak taşıtlar geliştirmede yardımcı olabilir.96
Reader's Digest dergisinde yayınlanan ve konu olarak kuşları ele alan bilimsel bir makalede ise aşağıdaki ifadelere yer verilmektedir:
Aeorodinamik bir harika olan kuşla kıyaslandığı zaman, en gelişmiş hava aracı bile sadece kabataslak bir kopyadan öteye geçmez.97
Quetzalcotalus, Pterodactyl ailesinden 12 metre kanat genişliğine sahip, nesli tükenmiş bir kuştur. Bu eski kuş Pretoria Üniversitesi'nde geliştirilmekte olan yeni tip bir uçağın ilham kaynağı olmuştur. Pretoria Üniversitesi'nde aerodinamik mühendisi olan, aynı zamanda icatlar yapan Joachim Huyssen şöyle bir açıklamada bulunmaktadır:
Geçtiğimiz son yüzyıl içerisinde, uçak gelişiminde bazı temel problemlerin üstesinden gelemedik. Bunlardan bir tanesi kalkış pistlerine olan bağımlılığımızdır. Diğer ihtiyacımız ise ağırlığı, olabilecek en düşük seviyede tutmaktır. Eğer doğaya bakarsanız, kuşların aerodinamik şekillerinin modern uçaklarınkinden oldukça farklı olduğunu görebilirsiniz. En dikkat çeken fark, uçakların uzun kuyruk kanatlarının olmamasıdır. Spesifik kuyruk yüzeyleri de bulunmaz. Eğer biz kuyruksuz uçaklar tasarlayabilirsek, kütle açısından büyük bir avantaj elde edebiliriz. Kuyruktan kurtularak, kalkış pistlerine ihtiyaç duymadan iniş yapabilecek bir uçak geliştirmeyi seçebiliriz..1
Bu projenin aktarıldığı haber sitesi ise doğadaki mükemmelliği şu kelimelerle aktarmaktadır:
Uçuş konusuna gelindiğinde bilim adamları bu konunun uzmanları olan kuşlara yönelirler. Exulans'ın üreticileri doğanın inceliklerini kopyalamak oldukça zor olmasına rağmen, uçaklarını geliştirmek için kuşların özelliklerini incelemişlerdir.2
Exulans uçağını tasarlayan Joachim Huyssen, dar alana kontrollü kanatlarla iniş yapabilmek için albatrosları taklit ederken, albatroslardaki tasarımı şu sözlerle övmektedir:
Kuşları ve uçuşlarının niteliksel yönünü gözlemlediğimizde, özellikle kalkış, uçuş ve iniş esnasındaki kontrolleri dikkatimizi çekmektedir. Bu konuda dikkat çeken kuşlardan biri albatrostur. Albatros, randıman oranı en yüksek kuş olarak değerlendirilir. Kanat büyüklüğü açısından, oldukça ağırdır. Kanat açıklığı epeyce geniş olmakla beraber, doğadaki en iyi kaldırma oranına sahiptir.3
Kuşları taklit ederek projeler yürüten araştırmacıların demeçleri, hayranlık ve övgü ifadeleri ile doludur. Ancak bu övgülerin hiçbiri kuşun kendisine yöneltilemez. Çünkü kuşun, sahip olduğu üstün tasarımdan, benzersiz yeteneklerinden haberi dahi yoktur. Bu canlıların sahip oldukları üstünlükler için hiçbir emekleri ya da katkıları olmamıştır. Dolayısıyla övgüyü bu üstün yapıların asıl sahibi olan ve övülmeye en layık olan Yüce Allah'a yöneltmemiz gerekir. Ancak unutmamak gerekir ki Rabbimiz'e yapacağımız övgüye sadece ve sadece bizim ihtiyacımız vardır. Bir Kuran ayetinde Allah şöyle bildirmektedir:
... "Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü inkar edecek olsanız bile şüphesiz Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, övülmüştür." (İbrahim Suresi, 8)
Dinozorlar ve kuşlar arasındaki farklılıklar önceki sayfalarda değindiğimiz yönlerle sınırlı değildir. Bunlardan başka, diş ve pençe yapıları, metabolizmaları, kafatasları, yumurtaları gibi daha pek çok açıdan dinozorlarla kuşlar arasında aşılmaz farklılıklar vardır. Bu durum şunu göstermektedir: Kuşlar ve sürüngenler bambaşka tasarımlara sahiplerdir. Her biri kendi yaşam şekline göre özel olarak yaratılmışlardır. Eğer bir sürüngenin bir kuşa dönüştüğü iddia ediliyorsa, bu, masallardaki dönüşümleri hatırlatır şekilde birdenbire olmalıdır. Aksi takdirde evrimcilerin iddia ettiği gibi aşama aşama dönüşüm canlıyı daha mükemmelleştirmez, aksine mükkemmel bir canlıyı daha verimsiz hale getirir. Ancak mükemmel bir canlının genetik yapısının tesadüf eseri yeniden düzenlenerek, bir sonraki nesilde bir başka mükemmel canlı olarak ortaya çıkması imkansızdır. Alan Feduccia da dinozordan kuşa dönüşüm iddialarında birçok problem olduğuna şu ifadelerle dikkat çekmektedir:
Uçuşun, uçuş için kesinlikle yanlış anatomiye sahip olan, kısaltılmış ön bacakları ve dengeleyici ağır kuyrukları olan, böylesine büyük iki ayaklılardan evrimleşmesi, biyofiziksel olarak imkansızdır.98
Deve kuşu yumurtalarını açarak, embriyoların ellerinin gelişimini inceleyen bilim adamları, kuş ellerinin dinozor ellerinden evrimleşmesinin imkansız olduğunu bir kez daha ortaya koydular. |
Alan Feduccia ve kendisi gibi North Carolina Üniversitesi'nden olan Dr. Julie Nowicki'nin birlikte yaptığı son bir araştırmada deve kuşu yumurtalarının gelişimi incelendi. Açtıkları deve kuşu yumurtalarında embriyoların ellerinin gelişimini inceleyen Feduccia ve ekibi, kuşlar ve theropod türü dinozorların farklı parmak sıralamasına sahip olduklarını, dolayısıyla kuş "ellerinin" dinozor ellerinden evrimleşmesinin imkansız olduğunu ortaya koydu. Amerikan Bilimi Geliştirme Derneği'nin haber sitesinde, Feduccia'nın ifadeleri ve bunun evrimciler için oluşturduğu problem şöyle açıklanmaktadır:
"(Feduccia) Kuşların atası her ne ise, bunun theropod dinozorlarının üç parmaklı elleri yerine beş parmağı olması gerekir" dedi... "Bilim adamları dinozorların bir, iki ve üç parmaklı 'eller' geliştirdikleri konusunda hemfikir... Bizim, deve kuşu yumurtaları üzerinde yaptığımız araştırmalar ise neticede kuşlarda insanlardaki orta ve yüzük parmaklarına eş değer sadece iki, üç ve dört parmak geliştiğini gösterdi, ayrıca bunu ispatlayacak resimlerimiz de var" dedi. "Bu, dinozorların günümüz kuşlarının atası olduğunu iddia edenler için yeni bir problem oluşturuyor. Örneğin iki, üç ve dört parmaklı bir kuş eli nasıl olur da yalnız bir, iki ve üç parmaklı bir dinozor elinden evrimleşir? Bu neredeyse imkansızdır."99
Deve kuşu yumurtalarının gelişim aşamalarını inceleyen Feduccia ve Nowicki, bu incelemelerinin sonuçlarını Almanya'nın önde gelen biyoloji dergisi Naturwissenschaften'ın Ağustos 2002 sayısında yayınladılar. Araştırmaları sonucunda kuşların dinozorlardan evrimleşmediğinin delillerini bulduklarını belirten Feduccia, elde ettikleri sonucu şöyle özetledi:
Kuşların atası her ne idiyse, beş parmakları vardı, theropod dinozorları gibi üç parmaklı değildi.100
Alan Feduccia ve A. C. Burke, Science dergisinde de yaptıkları araştırmalar sonucunda kuşların dinozor kökenli olduklarını savunmanın imkansız olduğu sonucuna varmışlardır:
Yeni araştırma göstermektedir ki, kuş embriyolarında, dinozorlarda bulunan embriyo başparmağı görülmemektedir. Bu, her iki türün birbiriyle yakın ilişkisinin imkansız olduğunu göstermektedir.101
... Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)
Bu sonuçlar daha sonra ünlü bilim dergilerinden New Scientist'de "Dinosaur theory put to flight: Birds may not be descended from the ancient reptiles after all" (Dinozor teorisi bozguna uğradı: Kuşlar eski sürüngenlerden gelmemiş olabilirler) başlığı ile şu satırlar yer almaktaydı:
Kuşların atası hakkındaki geleneksel düşünceye Amerika'daki biyologlar meydan okumuşlardır. Onlara göre, dinozor pençeleri ile kuşların kanat ve ayakları arasında yapılan karşılaştırma, son kuşların 150 milyon yıl önce yaşayan küçük, et yiyen dinozorlardan evrimleştikleri teorisi ile çelişmektedir. Kuşların, sürüngenlerin ve memelilerin -her birinde en fazla beş (parmak) hanesi olan- dört kolu bulunmaktadır... Ancak dinozor fosilleri farklı bir hikaye anlatmaktadırlar. Theropodlarda, dördüncü ve beşinci haneler büyük ölçüde küçülmüş ya da tamamen yok olmuşlardır. Feduccia, bu haneleri kaybeden hayvanların, birinci ve beşinci hanelere sahip olmayan kuşlara evrimleşemeyeceklerini iddia etmektedir.102
Philadelphia'daki, Pensilvanya Üniversitesi Veterinerlik Okulu'nda dinozor paleontoloğu olarak görev yapan Peter Dodson da, uzun yıllar boyunca kuşların theropodların soyundan geldiklerini savunmuş olmasına rağmen, karşıt delillerin haklılığına kanaat getirmektedir:
Son yirmi yıldır yaygın olan inanç bu idi. Bazı şeyleri iyice karıştırma ve bizi de delilleri yeniden incelemeye zorlama konusunda birinci sınıf bir iş yapıyorlar.103
Görüldüğü gibi bir dinozorun kuşa dönüşmesi için parmaklarına kadar vücudunun her noktasının değişmesi ve bir kuşun uçuşuna imkan sağlayacak şekilde özel bir tasarıma sahip olması gereklidir. Bir dinozorun uçan bir kuşa dönüşmesi, değil doğal seleksiyon ve mutasyon gibi bilinçsiz mekanizmaların, akıl ve bilinç sahibi bir insanın dahi gerçekleştiremeyeceği bir dönüşümdür. Dolayısıyla evrim, -karşısındaki somut deliller olmasaydı dahi- akıl ve mantık yoluyla geçersizliği defalarca ispatlanmış olan bir teoridir. Aklını ön yargılarıyla örtmeyen herkes, bir kuşa ait özelliklerin kendiliğinden ortaya çıkmayacağını, bunun ancak üstün akıl ve ilim sahibi bir Yaratıcı'nın eseri olduğunu anlayacaktır. Bu özellikleri meydana getiren akıl, yerde ve gökteki herşeyin hakimi olan Allah'a aittir.
Dişler, kuşlar ile sürüngenleri birbirinden ayıran özelliklerden biridir. Kuşlar, dişler yerine gagalara sahiptir. Ancak geçmişte yaşamış bazı kuşların da gagalarında dişler olduğu bilinmektedir. Uzun zaman evrime bir kanıt gibi gösterilen bu durumun hiç de zannedildiği gibi olmadığı, çünkü kuş dişlerinin çok özgün bir yapıya sahip olduğu zamanla anlaşılmıştır. Feduccia bu konuda şunları ifade etmektedir:
Belki de theropodlarla kuşlar arasındaki en önemli farklılık, dişin yapısı ve yerleştiriliş şekli ile ilgilidir. Özellikle memeli paleontolojisinin temelini en çok diş morfolojisinin oluşturduğu kabul edilirse, kuş ve therepod dişleri arasındaki büyük farklılıklara neden daha fazla ilgi gösterilmediği şaşırtıcıdır. Özetle, kuş dişi (Archæopteryx, Hesperornis, Parahesperornis, Ichthyornis, Cathayornis ve tüm dişli Mezozoik kuşlarda görüldüğü gibi) birbirine oldukça benzerdir ve theropod dişlerinden çok farklıdır... Dişin biçimi, çıkış ve yenilenme şekli dahil olmak üzere kuşlarla theropod dişleri temelde hiçbir yönden ortak bir özelliğe sahip değildir.104
Kuşlar, uçabilme yeteneklerini koruyabilmek için belirli dönemlerde tüy döker. Bu genellikle yılda bir kez olur ve bu sürece "tüy dökümü" denir. Yıpranmış ya da yırtılmış büyük tüyler, görevlerini tam olarak yerine getiremedikleri için hızla yenilenir. Tüy dökülmesi son derece sistemli bir süreçtir ve hiçbir noktanın tam olarak tüysüz kalmamasını sağlayacak şekilde aşamalı olarak gerçekleşir. O kadar sistemlidir ki, uçuş ve kuyruk tüyleri, her taraftan birer tane olmak üzere çiftler halinde dökülür ve bu şekilde denge bozulmamış olur.1
1. A. Hickman, L. Roberts, A. Larson, Integrated Principles of Zoology, McGraw- Hill, New York, 2001, s. 588.
Chapell Hill'deki Kuzey Carolina Üniversitesi'nden David Williamson, 14 Ağustos 2002 tarihli "Scientist Says Ostrich Study Confirms Bird Hands Unlike Those of Dinosaurs" (Bilim Adamlarına Göre Devekuşu İncelemeleri Kuş Ellerinin Dinozorlara Benzemediğini Teyit Ediyor) başlıklı haberinde şunları belirtmektedir:
Feduccia, eğer bir kişi mikroskop altında bir tavuk ve dinozor iskeletini incelerse, detaylı ve ince bir gözden geçirmenin birçok farklılığı ortaya çıkartacağını söyledi. Örneğin theropod dinozorların kıvrılmış, testere dişleri vardı, fakat en eski kuşların düz, testere gibi olmayan çivi benzeri dişleri vardı. Ayrıca diş implamantasyonu ve yenilenmesi konusunda farklı bir yöntemleri vardı.105
Sürüngenler ve kuşlar arasındaki bir diğer farklılık da metabolizmalarıdır. Sürüngenler, hayvanlar arasında en yavaş metabolizmaya sahipken, kuşlar bu alandaki en yüksek rekorları ellerinde tutarlar. Diğer bir deyişle sürüngenler doğadaki en az enerji tüketen canlılar iken, kuşlar en fazla enerji harcayan canlılardır. Örneğin bir serçenin vücut ısısı hızlı metabolizması nedeniyle zaman zaman 48°C'ye kadar çıkabilir. Bir kara omurgalısına ancak ölüm getirecek olan bu vücut ısısı, kuşlar için -enerji tüketimini, dolayısıyla gücü artıran bir etken olarak- hayati önem taşır.
Kuşlar yorucu uçma hareketi için çok fazla enerji tüketirler. Bu nedenle kuşlar, vücut kütlelerine oranla en fazla kas dokusuna sahip canlılardır. Metabolizmaları da kasların harcadığı güçle doğru orantılı olarak ayarlanmıştır. Diğer taraftan sürüngenler kendi vücut ısılarını kendileri üretemez, bunun yerine vücutlarını Güneş'ten gelen ısıyla ısıtırlar. Bu nedenle vücut ısıları çevreleri ile eşittir ve "soğukkanlı" hayvanlar olarak nitelendirilirler.
Kuşlar ve memeliler ise sıcakkanlıdır. Vücut yapıları, kendilerini soğuktan koruyacak şekilde ısı üretebilecek, çok sıcak olduğunda da kendilerini serinletebilecek bir tasarıma sahiptir.
Kuşların sıcakkanlı, sürüngenlerin ise soğukkanlı canlılar olmaları, birbirinden son derece farklı metabolizmalara sahip olduklarını gösterir. Bir canlının soğukkanlı yapısının sıcakkanlı bir metabolizmaya dönüşmesi ise imkansızdır. Bir kısım evrimciler bu önemli farklılıktan ötürü, dinozorların sıcakkanlı olduklarını iddia etmeye başlamışlardır. Ancak herhangi bir kanıta dayanmayan bu tezin geçersizliğini gösteren pek çok delil vardır.106
Bazı göçmen kuşlar, olağanüstü yüksekliklerde uçarlar. Bir kaz türünün (bar-headed goose) 9.000 m yükseklerde Himalayalar üzerinden uçtuklarına dair kayıtlar vardır.
Bu yükseklik atmosferin stratosfer tabakasının başlangıcına yakın bir yüksekliktir. Şu ana kadar tespit edilen en üst yükseklik ise 12.000 metrede rastlanmış olan kızıl akbabaya aittir. Bu yükseklikte oksijen yoğunluğu deniz seviyesindekinin üçte birinden daha azdır. Kazların ve diğer yüksekte uçan kuşların bu düşük oksijen seviyesinde uçabilmeleri için, kanlarında yeterli miktarda oksijen taşıyabilen hemoglobin molekülüne ve bu oksijenin uçuş kaslarına nakledilebilmesi için çok yoğun kılcal damarlara sahip olmaları gerekir. Şiddetli soğuklar da bu yükseklikte ikinci bir tehlikedir. Bu yükseklikte ısı –150C'nin altına düşebilir. Göç eden kuşlar birkaç gün bu dondurucu koşullarda uçmak zorunda kalabilirler. Ancak kuşlar bu şartlara en uygun yaratılışa sahip oldukları için, bu zorlu yolculuğun da üstesinden gelebilirler. Bu, Rabbimiz'in rahmetiyle, her canlıyı yaşayacağı koşullara en uygun yapı ve sistemlerle yaratmasının bir sonucudur.1
1. John Downer, Supernature, The Unseen Powers of Animals, Sterling Publishing Co., Inc., New York, 1999, ss. 121-122.
Öncelikle, dinozorların tüm diğer sürüngenlerden farklı olarak sıcakkanlı olduklarını düşünmek için hiçbir neden yoktur. Fosil kayıtlarında (ya da başka bir yerde) dinozorların sıcakkanlı olup olmadıklarını kanıtlayan herhangi bir delil olup olmadığı sorusuna, New Mexico Doğa Tarihi ve Bilim Müzesi'nden Thomas E. Williamson şöyle bir cevap vermiştir:
... dinozorların sıcakkanlı olup olmadığını kesin olarak kanıtlayan bir delil muhtemelen yoktur. Bilim adamları bu soruyu cevaplamak için sayısız kanıtı incelemişlerdir. Günümüze ait soğukkanlı ve sıcakkanlı hayvanlar arasındaki kemik yapısında çok net bir farklılık bulunmaktadır.107
Günümüzün tanınmış paleontologlarından Peter Dodson evrimci görüşlerine karşın, dinozorların sıcakkanlı oldukları tezine ve kuşların dinozor kökenli olduğu fikrine olan inancını yitirmiştir:
… endotermik (ısı depolayan) dinozorlara karşı soğukluk hissediyorum, kuşların atası olarak theropodlara karşı kuşkuluyum.108
Dinozorların sıcakkanlı olduklarına dair hiçbir "kanıt" bulunmamaktadır, aksine dinozorlarda soğukkanlı hayvanların vücut ısılarını düzenlemek için kullandıkları dış mekanizmalar bulunmaktadır.109 Ancak Darwinistler evrime olan dogmatik inançlarından ötürü, kanıt varmış gibi iddialarında ısrar etmeye, aksi delilleri ise görmezden gelmeye devam etmektedirler.
Kuşlar çok fazla enerji sarf ettikleri için, yedikleri besinleri çok iyi sindirmeleri gerekir. Nitekim kuşların sindirim sistemi, alınan besinin en verimli şekilde değerlendirilmesini sağlayan özel bir yapıya sahiptir. Örneğin büyümekte olan yavru leylek, yediği 3 kg besinle 1 kg ağırlık kazanır. Bu oran, aynı besinlerle beslenen memelilerde 10 kg'a karşılık 1 kg ağırlıktır.
Kuşların dolaşım sistemi de, yine yüksek enerji ihtiyacına uygun olarak yaratılmıştır. İnsanın kalbi dakikada ortalama 78 kere çarparken, bu sayı serçede 460, sinek kuşunda 615'tir. Aktif uçma çok yüksek bir enerji gerektirdiği için, kan dolaşımı da kara canlılarına göre çok daha hızlı gerçekleşmektedir. Bu yüksek metabolik hız ve enerji sarfiyatı için gerekli olan oksijen, özel "hava tipi" akciğerler aracılığıyla vücuda alınır. Öte yandan kuşların dört odacıklı kalp yapıları, sürüngenlerin üç odacıklı kalp yapılarından da oldukça farklıdır.
Doğrusu Biz dağlara boyun eğdirdik, akşam ve sabah kendisiyle birlikte (Allah'ı) tesbih ederlerdi. Ve toplanıp gelen kuşları da. Hepsi onunla (Allah'ı tesbih etmede uyum içinde) yönelip-dönmekte olanlar idi. (Sad Suresi, 18-19) |
İki canlı grubunun kafatasları arasında yapılan karşılaştırmalar da, benzerlik taşımadıkları sonucunu ortaya koymuştur. Polonya Zooloji Enstitüsü'nde Omurgalı Zoolojisi Başkanı Dr. Andrzej Elzanowski, 1999 yılında yaptığı inceleme sonucunda "theropod dinozorlarının çene ve damaklarında kuşlarınki ile benzer özellikler olmadığı" sonucuna varmıştır.110
Kuşlar, sürüngenler ve diğer dört ayaklılarla kıyaslandığında; kafatası ve arka kollardaki kemiklerin çoğunun oldukça farklı olduğu, birbirine kaynaşmış durumda oldukları ya da bir kısmının hiç olmadığı görülmektedir.111
Öte yandan bütün theropodlarda V1 (oftalmik) sinirleri, diğer bazı sinirlerle birlikte kafatasının yanından dolaşırlar. Kuşlarda ise aynı sinirler kafatasının ön tarafındaki kendilerine ait bir delikten geçerler. Dolayısıyla benzerlik arama çabaları her aşamada evrimciler için bir hayal kırıklığıdır.
Ayrıca bir kuşun yüz yapısı da sürüngeninkine hiçbir şekilde benzemez. Balıklar, sürüngenler, hem suda hem karada yaşayan hayvanlar ve tüm memeliler ağızlarını alt çenelerini aşağıya indirerek açarlar. Üst çeneleri oynayamaz; çünkü üst çeneleri yüzlerinin sabit bir parçasıdır. Ancak kuşlar çene yerine gagaya sahiplerdir ve diğer hayvanlardan farklı olarak alt gagalarını aşağıya doğru indirebildikleri gibi üst gagalarını da kaldırabilirler.
Kuşların ve sürüngenlerin yumurtlamaları, evrimciler tarafından -diğer tüm aşılmaz farklılıklar göz ardı edilerek- bir benzerlik delili olarak öne sürülmüştür. Ancak burada da taraflı yorumların sebep olduğu yanlış çıkarımlar söz konusudur. Böcekler, amfibiyenler, birçok balık ve iki memeli türü aynı şekilde yumurtlar. Fakat farklı türlerdeki canlıların yumurtaları birbirlerinden farklıdır.
Kuş yumurtalarının kırılgan kabukları vardır. Sürüngen yumurtalarının ise kabukları sert olur. Tüm kuşlar yumurtlar ama tüm sürüngenler yumurtlamaz. Bazı sürüngen yavruları (kertenkele ve yılanlar) ise yavru memeliler gibi doğarlar. Dolayısıyla "dinozorlar ve kuşlar yumurtlarlar, öyleyse birbirlerinden türemişlerdir" şeklindeki hatalı bir çıkarımla, sağlıklı bir sonuca varılması mümkün değildir.
Ayrıca kuşlar kafatasına ve omurlardan oluşan bir omurgaya sahip olmalarından ötürü "omurgalı"dır. Kuşların bacakları ile birlikte kanatları da sayılırsa 4 eklemleri vardır, bu yüzden kuşlar "dört ayaklı"dır (tetrapod). Kuşlar yumurtalarını bıraktıktan sonra yavru kuş, amnion içeren bir zar sistemiyle beslenir. Bu yüzden kuşlar, aynı zamanda "amniotes"tir (kuş, sürüngen ya da memeli gibi embriyonik gelişme sırasında bir amniyon ve koryona sahip olan herhangi bir omurgalı hayvan).112 Kuşlar bu özellikleri açısından da dinozorlardan tamamen ayrılırlar.
Allah tüm canlılar gibi kuşları da kusursuz bir biçimde yaratmıştır. Bu gerçek, her detayda kendini belli eder. Kuşların vücutları uçuştaki muhtemel bir dengesizliği engellemek için özel bir yaratılışla var edilmiştir. Hayvanın uçuş sırasında öne doğru eğikleşmesini engellemek için, kafası özel olarak hafif yaratılmıştır: Bir kuş kafasının ortalama ağırlığı, vücut ağırlığının yalnızca %1'ini oluşturur.
Tüylerin aerodinamik yapısı da kuşların denge sistemindeki önemli bir özelliktir. Özellikle kanat ve kuyruk bölgelerindeki tüyler, kuşa çok etkili bir denge sistemi sağlar. Tüylerin kanatlara dağılımındaki simetri de bu dengeyi sağlayan unsurlardan biridir. Tüm bu özellikler, örneğin bir şahinin (falcon pereginus) saatte 300 km hızla avına dalarken, hiçbir şekilde dengesini yitirmemesini sağlar.
Kuşları kara canlılarından ayıran bu özelliklerin hiçbiri rastlantısal mutasyonlarla ortaya çıkamaz. Eğer tesadüf eseri bu özelliklerden herhangi birisinin mutasyonlarla meydana geldiği varsayılsa bile -ki bu imkansızdır- bu özellik tek başına hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Uçmak için gerekli olan yüksek miktarda enerjiyi sağlayan metabolizmanın oluşması, hava tipi bir akciğer olmaksızın hiçbir işe yaramayacak, aksine yetersiz oksijen alımından dolayı canlının boğularak ölmesine yol açacaktır. Öncelikle hava tipi akciğerin oluşması durumunda ise, canlı gereğinden çok oksijen alacak, bunun sonucunda yine zarar görecektir.
Bir başka imkansızlık ise iskelet yapısından kaynaklanır: Kuş, bir şekilde hava tipi akciğere ve uygun metabolizmaya sahip olsa bile, yine de havalanamayacaktır. Çünkü canlı ne kadar güçlü olursa olsun, bir kara canlısının ağır ve nispeten ayrık iskelet yapısıyla havalanması mümkün değildir. Kanatların oluşması ise, başta da değindiğimiz gibi, apayrı ve yine kusursuz bir "yaratılış" gerektirir. Ünlü düşünür ve yazar Arthur Koestler, Darwinist evrim teorisini eleştiren Janus: A Summing Up (Janus: Kısa Bir Analiz) adlı kitabında, bu konuyla ilgili şu yorumu yapmıştır:
Aynı şekilde soğukluk uyandıran bir görüş de, geçmiş zamanlara ait bazı sürüngenlerin, farklı organları etkileyen tesadüfi mutasyonların neden olduğu küçük, derece derece değişikliklerle kuşlara dönüştüğüdür. Gerçekten de insan, sadece eş zamanlı olarak pulların tüylere, katı kemiklerin içi oyuk organlara dönüşmesi, vücudun farklı birçok bölümünde hava keselerinin gelişmesi, atletik oranlarda omuz kasları ve kemiklerinin gelişimi için Monod'un çarkının kaç kere dönmesi gerektiğini düşünse, tüyleri ürperir. Ve bedensel yapının böyle tahrip edilmesi, boşaltım gibi iç sistemlerdeki temel değişiklikleri de beraberinde getirmektedir. Kuşlar … azotlu atık maddelerini ağır bir safranın içinde sulandırmak yerine, bunu kloaka yoluyla yarı katı bir durumdaki böbreklerden dışarı atarlar. Aynı zamanda kör tesadüfle soğukkanlılıktan sıcakkanlılığa küçük (!) bir geçiş sorunu vardır. Havada uçan sürüngen meydana getirmek… için gereken özelliklerin sonu yoktur.113
Tüm bunlar bizi tek bir sonuca ulaştırır: Kuşların dinozorlardan evrimleşmiş olmaları imkansızdır, çünkü böyle bir evrimi meydana getirecek ve iki canlı grubu arasındaki büyük farklılıkları ortadan kaldırabilecek bir mekanizma yoktur. Bunu evrimci bilim adamları dahi kabul etmektedirler. Bu deliller bir kez daha "dino-kuş" varsayımının Darwinist efsanelerden biri olduğunu göstermektedir.
Kuşların uçuşunda itici gücün sağlanması, canlılardaki en etkileyici yönlerden biridir. Kuşların uçuşunda teknolojik olarak taklit edilemeyen pek çok çözüm bulunmaktadır. Bir uçak havada kalmak için oldukça yüksek bir uçuş hızına sahip olmalıdır. Fakat kuşlar daha yavaş uçmak için kanat çırpmalarından kaynaklanan yukarı hava akımından da faydalanırlar. Kuşun kanatları bir yandan pervane gibi hareket ederken, bir yandan da taşıyıcı yüzey görevi görür. Bu fonksiyonun verimi oldukça yüksektir ve teknolojik imkanlarla halen elde edilememektedir.
Kuşların uçuşları esnasında başarıyla üstesinden geldikleri çok sayıdaki problemden biri enerji tüketimidir: Fiziksel, teknolojik ya da biyolojik her türlü işlemin gerçekleşmesi için, enerji kanununa göre belli bir miktarda enerjiye ihtiyaç vardır. Göç eden kuşların da seyahatlerini gerçekleştirebilmeleri için yeteri kadar enerjiyi yağ olarak vücutlarında depolamaları gerekir. Fakat aynı zamanda kuşların vücutlarının olabildiğince hafif olması gerektiği için her türlü gereksiz yükten de arınmaları zorunludur. Bu nedenle yakıt tüketimlerinde -dolayısıyla uçuş hızlarında- son derece hassas bir denge vardır. Eğer kuş çok yavaş giderse, itici güç oluşması için çok fazla yakıt tüketecektir. Eğer çok hızlı giderse, o zaman da havanın sürtünme kuvvetinin üstesinden gelmek için daha fazla enerji harcayacaktır. Bu nedenle en az yakıt tüketimi için en uygun hızın ayarlanması gerekir ve kuş ancak bu özel hızı elde ettiği takdirde ekonomik olarak uçabilir. Vücudunun ve kanatlarının aerodinamik yapısına bağlı olarak her kuşun kendine özel en uygun (optimal) uçuş hızı vardır. Bu bir Aztek deniz güvercini için saatte 45 km, Parakeet papağanı içinse saatte 41.6 km'dir. Ayrıca kuşlar enerji tasarufu sağlayan bu ideal uçuş hızlarını sürekli olarak korurlar.1 Bunu nasıl yaptıkları, kuş bilimcilerin halen çözemedikleri sorulardan biridir.
Örneğin bir yağmur kuşu çok hassas bir hesap gerektiren yakıt tüketimi ile uçar. Yağmur kuşları (Pluvalis dominica fulva) kışı geçirmek üzere Alaska'dan Hawai'ye göç ederler. Bunun için okyanus üzerinden dinlenmeden aralıksız uçmaları gerekir, çünkü rotaları üzerinde ada yoktur ve yüzücü kuşlardan da değildirler. 4.000 kilometrelik yolu 88 saatte katederken, kanatlarını 250.000 kez durmaksızın çırparlar. Vücut ağırlıkları olan 200 gramın 70 gramı yakıt olarak kullanılır.
Yapılan hesaplamalara göre bu kuş uçabilmesi için gerekli olan itici kuvveti ve ısıyı elde etmek için saatte vücut ağırlığının %0,6'sını tüketir. Bu durumda 72 saat sonunda -yolculuk için gerekli zamanın %81'inde- tüm yakıtı olan 70 gram yağı tükenecektir. Bu da kuşun varış noktasına gelmeden 800 km evvel, okyanusa düşeceği anlamına gelir. Ancak yağmur kuşları böyle bir durumla karşılaşmazlar. Çünkü bu kuşlar "V" dizilimi oluşturarak toplu bir biçimde uçarlar, böylece %23'lük bir enerji tasarrufu elde ederler. 88 saatin sonunda, geriye 6,8 gram yağları kalır.2 Ancak bu kalan yağ da gereksiz değildir; rüzgarların ters yönlerden eseceği zor durumlar için bir tedbir olarak saklanmaktadır. Görüldüğü gibi küçücük bir kuş minumum yakıtla son derece zorlu bir yolculuğu gerçekleştirebilmektedir. Alman Federal Fizik ve Teknoloji Enstitüsü'nde yönetici olan profesör Werner Gitt, bu kuşların yakıt tüketimindeki tasarrufları karşısındaki hayranlığını şöyle dile getirmektedir:
Olağanüstü derecede düşük bir yakıt tüketimi vardır, saatte kendi ağırlığının sadece %0,6'sını yakar. Bu, insan yapımı hava araçlarıyla karşılaştırdığımızda çok çarpıcıdır. Aynı oran helikopter için %5 ve bir jet uçağı için de %12'dir.3
Uçuş mükemmel bir hareket şeklidir. Koşma ve yüzmeyle kıyaslandığında, uçuş sırasında ulaşılan hız çok daha yüksektir. Örneğin en hızlı koşan çitanın hızı saatte 80 km'dir. En hızlı yüzen balığın (sailfish) ulaştığı en üst hız 10 km iken, bir şahinin hızı, kanatları kapalı dalış uçuşlarında saatte 300 km'ye ulaşabilir.1 Ayrıca, alınan mesafeye göre harcanan enerji de koşmadan çok daha düşük ya da yüzmeden çok az yüksektir. Örneğin bir çita en yüksek hızına 3 saniye içinde ulaşır, fakat yerle olan temasından kaynaklanan sürtünme etkisini aşabilmek için çok fazla enerji harcar. Bu esnada vücut sıcaklığı 40 dereceye ulaşır. Dolayısıyla kuşlar en az enerji ile en fazla mesafeyi katetme konusunda da benzersiz bir yaratılışa sahiplerdir. |
1. John Downer, Supernature, The Unseen Powers of Animals, Sterling Publishing Co., Inc., New York, 1999, ss. 114-117. |
Bu sayıların elde edilmesi için konusunda uzman kişilerin karmaşık hesaplar yapmaları gerektiği düşünülürse, bir kuşun böylesine hatasız bir yakıt hesabını kendi kendine elde etmesinin mümkün olmadığı konusunda herkes hemfikir olacaktır. Ayrıca buradaki dikkat çekici bir diğer husus da kuşun başarısızlıkla sonuçlanan her uçuşunun, onun ölümü anlamına gelmesidir. Bu uçuş için en ideal yakıt tüketimini deneme yanılma ile öğrenmesi, tecrübelerini kendisinden sonraki nesillere aktarması gibi bir durum da söz konusu değildir. Dolayısıyla bu kuşun hayati tehlike taşıyan böylesine uzak ve zorlu bir uçuşu gerçekleştirmesi için, doğduğu andan itibaren en ideal uçuşu yapabiliyor olması gerekmektedir. Bir kuşun aşağıdaki bilgilere kendiliğinden sahip olması ve bu bilgileri kullanması da elbette ki imkansızdır:
◉ Gideceği yere en kısa mesafenin hangi rotada olduğunu,
◉ Gideceği yerin uzaklığını,
◉ Gideceği yere saatte kaç km hızla gitmesi gerektiğini,
◉ Bu mesafeyi katetmek için ne kadar enerjiye ihtiyaç duyacağını,
◉ Bunun için ne kadar yağ depolaması gerektiğini,
◉ Yakıt tüketimini azaltmak için diğer kuşlarla birlikte "V" diziliminde uçması gerektiğini,
◉ Hava koşullarının değişimine karşı tedbir olarak bir miktar yakıt ayırması gerektiğini...
Hiçbir tesadüfi, bilinçsiz mekanizma bir kuş için en ideal uçuş şeklini, hızını, ne kadar yakıta ihtiyaç duyacağını tespit edemez. Bilinç ve akıldan yoksun, karar verme, muhakeme ve yargı gibi yetenekleri olmayan bu canlıların son derece akılcı plan ve tekniklerle uçmaları, buna uygun vücut tasarımına sahip olmaları tek bir gerçekle açıklanabilir: Bu canlılar yaratıldıkları ilk andan itibaren kendilerine verilen ilhamla hareket etmektedirler. Onlar herşeyi yaratan Rabbimiz'in emri ve denetimi ile yaşamlarını sürdürmektedirler.
1. http://www.100megsfree4.com/farshores/nflight.htm
Özellikle fosiller alanına baktığımızda çok somut bir gerçekle karşılaşırız: Evrim hiçbir zaman yaşanmamıştır; tüm canlılar, kendilerine has vücut yapılarıyla, hiçbir evrimsel ataya sahip olmadan fosil kayıtlarında aniden belirmişlerdir. Yani fosiller, evrimin hiçbir zaman yaşanmadığını göstermektedir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Evrim Aldatmacası ve Hayatın Gerçek Kökeni) Özellikle de kuşlar, fosilleri çok iyi korunduğu için, evrim iddialarını çürüten deliller açısından oldukça zengindir.
150 yıldır yapılan kapsamlı araştırmalara ve geniş imkanlara rağmen, sözde evrim teorisini destekleyecek bulgular bir türlü ortaya çıkmamaktadır. Oysa, eğer evrim denilen bir süreç gerçekleşmiş olsaydı, bu konuda sayılamayacak kadar çok delilin bulunmuş olması gerekirdi. Nitekim Darwin'den bu yana pek çok bilim adamı, çok sayıda delil olması gerektiğini, ama bunların bir türlü bulunamadığını kabul etmektedir. Moleküler Biyolog Michael Denton bu konu ile ilgili olarak şunları ifade etmektedir:
Eğer evrim gerçekten geçmişte gerçekleşmiş olsaydı, kayaların arasında saklanmış çok sayıda ara geçiş formu bulunması gerekirdi. Bunun yerine evrimciler, milyarlarca bilinen fosil içinden sadece az sayıda adayı örnek olarak gösterebilmiştir. Bunlar çoğunlukla hava soluyan balıklar, memeliye benzeyen sürüngenler, Archæopteryx, atlar ve yakın zamanda bulunan sözde yürüyen balinalardır. Bunlar daha yakından incelendiğinde, delil olmadıkları anlaşılır. Ya jeolojik zamanda yerleri yoktur, ya da kendi başlarına ayrı türlerdir veya her ikisi de geçerlidir.1
Evrim teorisine göre milyonlarca yarı sürüngen-yarı kuş canlının yaşamış olması gerekir. Sadece bu canlı gruplarının arasındaki değil, doğadaki milyonlarca farklı canlı grubu arasındaki tüm farklılıkların da, yarım canlılarla aşama aşama kapatılmış olması gerekir. Dolayısıyla eğer evrimsel bir süreç yaşanmış olsaydı, bu ara geçiş formlarından yüz binlercesinin, hatta milyonlarcasının fosilleşerek günümüze ulaşmış olması gerekirdi. Çünkü bu ara formlar, halen yaşayan türlerden sayı ve tür olarak çok daha zengin olmalıdır.
Fosil kayıtlarında bulunan canlılar hep kusursuz ve tamdırlar. Hiçbiri bu resimlerde görüldüğü gibi ara aşamada değildir. Eğer evrim teorisinin iddia ettiği gibi bir canlının kemikleri rastgele tesadüflerle düzenlenecek olsaydı, resimlerde görülen sakat veya eksik yapıların çok yüksek oranlarda fosil kayıtlarında görülmesi gerekirdi. Ancak yeryüzü katmanları hep kusursuz yapılara sahip fosillerle doludur. Evrimciler canlıların aşama aşama gelişerek bugünkü hallerini aldıklarını öne sürerler. Ancak yıllardır yapılan araştırmalara rağmen yeryüzü katmanlarında bu resimlerdekine benzer sözde ara formların tek bir örneğine bile rastlanmamıştır. Bu durum açıkça göstermektedir ki, canlılar birbirlerinden türememişlerdir; her bir grup kendilerine özgün ve kusursuz yapılarıyla yaratılmıştır. |
Ancak yüzyılı aşkın bir süredir hararetle yürütülen "ara geçiş formu bulma" çabalarına rağmen, istenen fosillerden bir tane dahi bulunamamıştır. Evrimcilerin bu konuda yaptıkları "itiraf"lardan bazıları oldukça çarpıcıdır. Bu itirafların başında teorinin kurucusu Charles Darwin'in sözleri gelir. Darwin, Türlerin Kökeni isimli kitabında ara geçiş formları konusundaki ümitsizliğini şöyle ifade eder:
Türler başka türlerden belli belirsiz aşamalardan geçerek türediyse, neden her yerde sayısız geçişsel biçimlere (ara geçiş formlarına) rastlamıyoruz? Bugün gördüğümüz türler yerine doğada neden biçimlerin karmakarışıklığı ile karşılaşmıyoruz?2
Darwin'den sonra, 19. yüzyılın son çeyreğinde ve 20. yüzyıl boyunca büyük bir hararetle süren ara form bulma çabaları ise hüsranla sonuçlanmıştır. Ünlü evrimci paleontolog Derek W. Ager ise, "Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılarız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz." diyerek, fosil kayıtlarının evrime karşı olduğunu itiraf etmektedir.3
Bir başka evrimci paleontolog Mark Czarnecki de, fosil kayıtlarının evrimi değil, yaratılışı destekler nitelikte olduğunu şöyle itiraf eder:
Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur... Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Bu beklenmedik durum, türleri Allah'ın yarattığına destek sağlamıştır.4
Dino-Kuşlar Sadece Hayal Ürünüdür | |
(1) A flawless, fossilized living thing
Evrimcilerin, kuşların dinozorlardan evrimleştiklerini ispatlayabilmeleri için, yandaki resimlerde görülen sözde ara geçiş formlarının fosillerini bulmuş olmaları gerekirdi. Ancak, fosil kayıtlarında dinozorlara ve kuşlara ait birçok fosil bulunmasına rağmen, hayali dino-kuşlardan eser yoktur. Evrimcilerin iddiasına göre çok sayıda rastlanması gereken yarı sürüngen-yarı kuş özellikleri taşıyan kusurlu, eksik organlı garip canlıların hiçbiri yeryüzü katmanlarında yer almamaktadır. Fosil kayıtlarında bulunan canlılar hep kusursuz ve tamdırlar. Hiçbiri bu resimlerde görüldüğü gibi ara aşamada değildir. Bu gerçek, evrimin hiçbir zaman yaşanmadığının önemli bir delilidir. |
Bugüne kadar evrimcilerin evrimin delili olarak sundukları fosillerin birçoğunun ya sahte olduğu anlaşılmıştır ya da evrimcilerin fosiller üzerinde taraflı ve bilimsel yöntemlere uygun olmayan yorumlar yaptıkları ortaya çıkmıştır. (Bu çarpıtmalara ilerleyen bölümlerde detaylı olarak değinilecektir.) Bugün evrimcilerin evrimin delili olarak öne sürebilecekleri bir tek fosil örneği dahi yoktur. Nitekim, ünlü evrimcilerden ve Oxford Üniversitesi zoologlarından Mark Ridley, evrimcilere şöyle bir tavsiyede bulunmaktadır:
Gerçek bir evrimci hiçbir zaman, yaratılışa karşı evrim teorisine dayanak olarak fosil kayıtlarını kullanmaz.5
1. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Burnett Books, London, 1985, s. 368.
2. Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s. 18.
3. Derek A. Ager, "The Nature of the Fossil Record", Proceedings of the British Geological Association, vol. 87, 1976, s. 133.
4. Mark Czarnecki, "The Revival of the Creationist Crusade", MacLean's, 19 Ocak 1981, s. 56.
5. "Who Doubts Evolution?", New Scientist, vol. 90, 25 Haziran 1981, s. 831.
35. S. L. Olson, Open Letter to: Dr. Peter Raven, Secretary, Committee for Research and Exploration, National Geographic Society, 1 Kasım 1999.
36. Discovery Channel, "The Ultimate Guide", 21 Nisan 2003.
37. Robert Caroll, Patterns and Processes of Vertebrate Evolution, Cambridge University Press, New York, 1997, s. 306.
38. Ann Gibbons, "New Feathered Fossil Brings Dinosaurs and Birds Closer", Science, cilt 274, 1996, s. 720-721.
39. Jonathan Sarfati, Refuting Evolution: A Response to the National Academy of Sciences, Teaching About Evolution and the Nature of Science, Master Books, ABD, 1999, s. 63.
40. Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, Abacus, London, 1983, s. 70-71.
41. Henry Gee, In Search of Deep Time: Beyond the Fossil Record to a New History of Life, Comstock Publishing Assc., ABD, 1999, s. 172.
42. Duane T. Gish, Dinosaurs by Design, Master Books, AR, 1996, s. 65-66.
43. A. C. Burke, A. Feduccia, "Developmental Patterns and the Identification of Homologies in the Avian Hand", Science, cilt 278, no. 5338, 24 Ekim 1997, s. 666-668.
44. The Cincinnati Enquirer, 25 Ekim 1997.
45. Pat Shipman, "Birds Do It... Did Dinosaurs?", New Scientist, 1 Şubat 1997, s. 28.
46. Pat Shipman, "Birds Do It... Did Dinosaurs?", New Scientist, 1 Şubat 1997, s. 28.
47. Henry Gee, In Search of Deep Time: Beyond the Fossil Record to a New History of Life, Comstock Publishing Assc., ABD, 1999, s. 172.
48. http://www.birdsnways.com/wisdom/ww43eiv.htm
49. http://www.wbu.com/edu/migr.htm
50. Michael Denton, A Theory in Crisis, Adler & Adler, 1986, s. 210-211.
51. Michael Denton, A Theory in Crisis, Adler & Adler, 1986, s. 211-212.
52. Michael J. Denton, "An Interview with Michael Denton", Access Research Network, Origins Research, cilt 15, no. 2, 20 Temmuz 1995; http://www.arn.org/docs/orpages/or152/ dent.htm
53. J. A. Ruben, T. D. Jones, N. R. Geist, W. J Hillenius, "Lung Structure And Ventilation in Theropod Dinosaurs and Early Birds", Science, cilt 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, s. 1267.
54. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 361.
55. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 361-362.
56. J. A. Ruben, T.D. Jones, N.R. Geist, W.J Hillenius, "Lung Structure And Ventilation in Theropod Dinosaurs and Early Birds", Science, cilt 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, s. 1267-1270.
57. Jonathan Sarfati, Refuting Evolution: A Response to the National Academy of Sciences, Teaching About Evolution and the Nature of Science, Master Books, ABD, 1999, s. 64; [Richard Dawkins, Climbing Mount Improbable, Penguin Books, England, 1996, s. 113.].
58. A. H. Brush, "On the Origin of Feathers", Journal of Evolutionary Biology, cilt 9, 1996, s. 132.
59. Alan Feduccia, The Origin and Evolution of Birds, Yale University Press, New Haven, CT, 1996, s. 130.
60. Ernst Mayr, Systematics and The Origin Of Species, Dove, New York, 1964, s. 296.
61. A. C. Lucas, P. R. Slettenhein, Avian Anatomy: Integument, GPO, Washington, D.C., 1972.
62. A. H. Brush, "On the origin of feathers", Journal of Evolutionary Biology, cilt 9, 1996, s. 131-142.
63. "Bird Evolution Flies out the Window", An anatomist talks about Archæopteryx: David Menton with Carl Wieland, Creation Ex Nihilo, cilt 16, no. 4, Temmuz-Ağustos 1994, s. 16-19.
64. Xing Xu, Zhi-Lu Tang, Xiao-Lin Wang, "A therizinosauroid dinosaur with integumentary structures from China", Nature, cilt 399, 1999, s. 350-354.
65. W. E. Swinton, "The Origin of Birds", Biology and Comparative Physiology of Birds, ed. A. J. Marshall, Academic Press, New York, 1960.
66. W. J. Bock, "Explanatory History of the Origin of Feathers", American Zoology, cilt 40, 2000, s. 480.
67. Barbara J. Stahl, Vertebrate History: Problems in Evolution, Dover Publication, New York, 1985, s. 349-350.
68. Barbara J. Stahl, Vertebrate History:Problems in Evolution, Dover Publication, New York, 1985, s. 349-350.
69. Larry Martin, S. A. Czerkas, "The Fossil Record of Feather Evolution in the Mesozoic", American Zoology, cilt 40, 2000, s. 687.
70. "Bird Evolution Flies out the Window", An anatomist talks about Archæopteryx: David Menton with Carl Wieland, Creation Ex Nihilo, cilt 16, no. 4, Temmuz-Ağustos 1994, s. 16-19.
71. K. Parkes, "Speculations on the Origin of Feathers", Living Bird, cilt 5, 1966, s. 77.
72. W. P. Pycraft, "Animal Life: an Evolutionary Natural History", A History of Birds, cilt 2, Methuen, London, s. 39.
73. Larry Martin, S. A. Czerkas, "The Fossil Record of Feather Evolution in the Mesozoic", American Zoology, cilt 40, 2000, s. 687.
74. Richard O. Prum, Alan H. Brush, "Which Came First the Feather or the Bird?", Scientific American, Mart 2003, s. 84-93.
75. K. Parkes, "Speculations on the Origin of Feathers", Living Bird, cilt 5, 1966, s. 77.
76. W. P. Pycraft, "Animal Life: an Evolutionary Natural History", A History of Birds, cilt 2, Methuen, London, s. 39.
77. Alan Feduccia, "On Why Dinosaurs Lacked Feathers", The Beginning of Birds, Eichstatt, West Germany, Jura Museum, 1985, s. 76.
78. Ann Gibbons, "Plucking the Feathered Dinosaur", Science, cilt 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, s. 1229-1230.
79. Ann Gibbons, "Plucking the Feathered Dinosaur", Science, cilt 278, no. 5341, 14 Kasım 1997, s. 1229-1230.
80. Alan Feduccia, The Origin and Evolution of Birds, Yale University Press, 1999, s. 130.
81. Alan Feduccia, The Origin and Evolution of Birds, Yale University Press, 1999, s. 132.
82. A. H. Brush, "On the Origin of Feathers", Journal of Evolutionary Biology, cilt 9, 1996, s. 132.
83. Richard O. Prum, "Development and Evolutionary Origin of Feathers", J. Experimental Zoolgy, cilt 285, s. 292.
84. David Menton, "Bird evolution flies out the window", Creation, cilt 16, 1996, s. 16-19.
85. Ann Gibbons, "New Feathered Fossil Brings Dinosaurs and Birds Closer", Science, cilt 274, 1 Kasım 1996.
86. Douglas Palmer, "Learning to Fly", New Scientist, cilt 153, 1 Mart 1997, s. 44.
87. Alan Feduccia, The Origin and Evolution of Birds, Yale University Press, New Haven, CT , 1996, s. 130.
88. Richard Dawkins, River Out of Eden, Basic Books, New York, 1995, s. 83.
89. Daniel C. Dennett, Darwin's Dangerous Idea, Simon&Schuster, New York, 1996, s. 59-60.
90. Daniel C. Dennett, Darwin's Dangerous Idea, Simon&Schuster, New York, 1996, s. 59-60.
91. Engin Korur, "Gözlerin ve Kanatların Sırrı", Bilim ve Teknik, no. 203, Ekim 1984, s. 25.
92. S. J. Gould, The Panda's Thumb, 1990, s.157.
93. Richard Milton, Son Tartışmalar Işığında Darwinizm'in Mitleri, Gelenek Yayıncılık, Eylül 2003, çev: İbrahim Kapaklıkaya, s. 202.
94. Colin J. Pennycuick, Bird Flight Performance, Oxford University Press, 1989.
95. "Flying High", An interview with Dr. Andy McIntosh; http://www.answersingenesis.org/creation/v20/i2/flying_high.asp
96. "New Study Suggests Missing Link That Explains How Dinosaurs Learned To Fly", 17 Ocak 2003; http://www.sciencedaily.com/releases/2003/01/030117081305.htm
97. "Kusursuz Uçuş Makineleri", Bilim ve Teknik, no. 136, Mart 1979, s. 21.
98. Jonathan Sarfati, Refuting Evolution: A Response to the National Academy of Sciences, Teaching About Evolution and the Nature of Science, Master Books, ABD, 1999, s. 61.
99. David Williamson, "Scientist Says Ostrich Study Confirms Bird 'Hands' Unlike Those Of Dinosaurs", EurekAlert, 14 Ağustos 2002;
http: //www.eurekalert.org/pub_releases/2002-08/uonc-sso081402.php
100. David Williamson, "Scientist Says Ostrich Study Confirms Bird 'Hands' Unlike Those Of Dinosaurs", EurekAlert, 14 Ağustos 2002;
http://www.eurekalert.org/pub_releases/2002-08/uonc-sso081402.php
101. A. C. Burke, A. Feduccia, "Developmental Patterns and the Identification of Homologies in the Avian Hand", Science, cilt. 278, no. 5338, 24 Ekim 1997, s. 666-668.
102. Jonathan Knight, "Dinosaur theory put to flight: Birds may not be descended from the ancient reptiles after all", New Scientist, 1 Kasım1997.
103. Jonathan Knight, "Dinosaur theory put to flight: Birds may not be descended from the ancient reptiles after all", New Scientist, 1 Kasım1997.
104. Alan Feduccia, "Birds are Dinosaurs: Simple Answer to a Complex Problem", The Auk, cilt. 119, no. 4, Ekim 2002, s. 1187-1201.
105. David Williamson, "Scientist Says Ostrich Study Confirms Bird 'Hands' Unlike Those Of Dinosaurs", Eurek Alert, 14 Ağustos 2002; http://www.eurekalert.org/pub_releases/
106. V. Morell, "A Cold, Hard Look at Dinosaurs", Discover, cilt 17, no. 12, 1996, s. 98-108.
107. http://www.sciam.com/askexpert_question.cfm?articleID=0008477173161C729EB7809EC588F2D7&catID=3
108. P. Dodson, "Mesozoic Feathers and Fluff", American Paleontologist, cilt 9, no. 1, 2001, s. 7.
109. http://www.sciam.com/askexpert_question.cfm?articleID=0008477173161C729EB7809EC588F2D7&catID=3
110. A. Elzanowski, "A comparison of the jaw skeleton in theropods and birds, with a description of the palate in the Oviraptoridae", Smithsonian Contributions to Paleobiology, cilt 89, 1999, s. 311-323.
111. Henry Gee, In Search of Deep Time: Beyond the Fossil Record to a New History of Life, Comstock Publishing Assc., ABD, 1999, s. 172.
112. Henry Gee, In Search of Deep Time: Beyond the Fossil Record to a New History of Life, Comstock Publishing Assc., ABD, 1999, s. 172.
113. Arthur Koestler, Janus: A Summing Up, Picador Books, London, 1983, s. 175.