Ancak müminlerin bu konudaki yükümlülükleri sadece dini tebliğ etmektir, yani insanlara Allah’ın hükümlerini anlatmak, onları Kuran ahlakını yaşamaya davet etmektir. İnsanlara hidayeti ve anlayışı verecek olan Allah’tır. Müminlere düşen, Kuran’ın gösterdiği yöntemleri en iyi şekilde uygulamaktır. Yoksa insanların inanıp inanmamaları konusunda onların üzerinde herhangi bir sorumluluk yoktur.
İşte Allah müminlere, bu sorumluluklarını yerine getirmede kolaylık olarak Kuran’da hem açık hükümlerle, hem de çeşitli kıssalarla pek çok yöntem göstermiş ve peygamberlerin bu konudaki uygulamalarından örnekler vermiştir. Bu bölümde, Kuran’da işaret edilen tebliğ yöntemlerini, değişen şart ve ortamlara göre Allah’ın müminlere sunduğu çözümleri inceleyeceğiz.
Kendisine tebliğ yapılan kişinin anlatılanları hiçbir önyargı, şüphe ve baskı altında kalmadan, tamamen hür düşünce ve vicdan ile değerlendirebilmesi gerekir. Bunun ilk şartı ise kendisine dini anlatan kişinin samimiyetinden emin olmasıdır.
Müminleri tanımayan ve onlar hakkında bilgisi de olmayan bir kişinin, yaşadığı cahiliye ortamının etkisiyle, inananlara karşı birtakım önyargılar beslemesi ve şüpheci yaklaşması ilk başta doğal olabilir. Örneğin kendisine dini yaşaması için vargücüyle bir şeyler anlatan bir müminin, bunu neye karşılık yaptığına dair aklına bazı sorular gelebilir. Kendi düşünce sisteminde herşey bir çıkar ilişkisi içinde olduğu için, Allah’a inanan insanların tek çıkar olarak Allah’ın rızasını gözettiklerini kavrayamayabilir. Ya da karşı tarafın anlatacağı bilgilerin doğruluğu konusunda daha en başından bir tereddüt ve önyargı içerisinde olabilir. Bu nedenle kişinin tüm bu endişelerini ve kuşkularını, onun dile getirmesini beklemeden gidermek, müminin tebliğ öncesinde üzerine düşen en önemli sorumluluklardan biridir.
Kuran’a baktığımızda da, tüm peygamberlerin gönderildikleri topluluklara öncelikle telkin ettikleri gerçeğin, bu kuşkuları gidermeye yönelik olduğunu görürüz. Peygamberler, Allah’ın büyüklüğüne ve ahiretin gerçekliğine kesin bir bilgiyle inanan ve tüm hayatlarını yalnızca Allah’ın rızasını kazanmaya adamış kimselerdir. Cennetin ve cehennemin varlığına kesin bir bilgiyle iman eden elçiler, karşılaştıkları her insanın cehennem gibi sonsuz ve korkunç bir azaba uğramasından endişe ederler. Onları yanlış olan şeylerden sakındırmaya çalışır ve onlara Allah’ın gücünü ve büyüklüğünü anlatırlar. Tüm bu çabalarının karşılığında ise tek beklentileri Allah’ın hoşnutluğunu kazanabilmektir. Bunun dışında insanlardan bekledikleri dünyevi hiçbir menfaat yoktur.
Kuran’da elçilerin tebliğ öncesinde bu konuya dikkat çekerek, karşı tarafın endişelerini gidermeye özen gösterdiklerine işaret edilmiştir. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:
Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir. (Şuara Suresi, 180)
İşte Allah’ın hidayet verdikleri bunlardır; öyleyse sen de onların bu hidayetlerine uy. De ki: “Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. O (Kuran), alemlere bir ‘öğüt ve hatırlatmadan’ başkası değildir.” (Enam Suresi, 90)
(Hz. Hud): “Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz?” (Hud Suresi, 51)
Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi: “Ey kavmim, elçilere uyun” dedi. “Sizden ücret istemeyenlere uyun, onlar hidayet bulmuş kimselerdir.”(Yasin Suresi, 20-21)
Öyleyse tüm müminler için, tebliğe başlamadan önce ayetlerin işaretine uyarak bu konuyu baştan aydınlatmaları, sonuç alabilmeleri açısından çok isabetli olacaktır. Özellikle günümüzde cahiliye toplumundaki insanların herşeyi maddi menfaat karşılığında yapmaları insanların herkese karşı bu tip bir önyargıya sahip olmalarına sebep olmuştur. Bu sebepten bu tür bir açıklama karşı tarafı rahatlatabilecektir.
Kuran’da tebliğ konusunda dikkat çekilen bir başka yöntem ise, dini anlatan kişinin güvenilir, doğru sözlü ve dürüst bir insan olduğunu baştan belirterek kendisini tanıtmasıdır. Nitekim Kuran’da tüm peygamberlerin, gönderildikleri topluluklara öncelikle kendilerini tanıttıklarını ve Allah'ın görevlendirdiği, güvenilir birer elçi olduklarını belirttiklerini görüyoruz:
“Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim” (Şuara Suresi, 107) ayeti, müminin kendisini tanıtırken asıl vurgulaması gereken karakter özelliğinin güvenilirlik olduğuna işaret etmektedir.
Çünkü karşı tarafın kuşkularını dağıtacak, güven sağlayacak ve manen rahatlatacak olan asıl konu budur. Eğer kişi güvenilir, dürüst ve doğru sözlü bir insan ise, anlattıkları da gerçekten dinlemeye ve üzerinde düşünmeye değer nitelikte olacaktır. Ama eğer kişi karşı tarafın güvenilirliğinden şüphede ise tüm anlatılanlara savunma psikolojisi ile yaklaşacaktır. Bu aşama, Kuran’da gösterilen yöntemlerle tam olarak aşıldığında ise kişi kendisine anlatılanlar üzerinde dikkatini toplayarak dinlemeye ve anlamaya çok daha açık olacaktır.
Tebliğ yapılacak kişinin tereddütlerinin ve önyargılarının ortadan kaldırılmasının ardından, kişiye bilgi aktarmaya başlamadan önce, sahip olduğu batıl ve çarpık inançların ilmen çürütülmesi ve bunların geçersizliğinin ispat edilmesi gerekir. Bu aşama oldukça önemlidir çünkü sahip olduğu batıl inanç ya da felsefenin geçersizliğine inanmayan kişi, bunlardan kopmak istemeyeceği için bunun aksi yönde yeni bir bilgiye de kapalı olur. İşte bu durumda kişinin düşünce yapısındaki tıkanmayı giderip, gerçek bilgiyi kendisine aktarabilmek için, Allah Kuran’da müminlere bir yöntem gösterir.
Bu yöntem, söz konusu batıl inançların akılcı, bilimsel ve görsel metodlarla çürütülmesi, yani maddi ve manevi olarak açmazda ve geçersiz bir sistem olduğunun bir bütün olarak açıklanmasıdır. İbrahim peygamberin kavmine olan tebliği ise bu üsluba oldukça güzel bir örnektir:
Hani, babasına ve kavmine: “Siz neye kulluk ediyorsunuz?” demişti. Demişlerdi ki: “Putlara tapıyoruz, bunun için sürekli onların önünde bel büküp eğiliyoruz.” Dedi ki: “Peki, dua ettiğiniz zaman onlar sizi işitiyorlar mı?” Ya da size bir yararları veya zararları dokunuyor mu? “Hayır” dediler. “Biz atalarımızı böyle yaparlarken bulduk.” (İbrahim) Dedi ki: “Şimdi, neye tapmakta olduğunuzu gördünüz mü?” Hem siz, hem de eski atalarınız? (Şuara Suresi, 70-76)
İbrahim peygamber hem akla, hem de mantığa hitap edecek şekilde kavmine sorular sormuş ve inandıkları sistemin geçersizliğini aşama aşama kendilerine fark ettirmiştir. Aynı zamanda her soruyla birlikte kişilerin vicdanlarına başvurmalarını sağlamış ve kendi sistemlerinin mantıksızlığını onlara ikrar ettirmiştir. Çünkü taşlardan yonttukları putlara tapmakta olan kavim, sırf atalarının bu taşlara ibadet ettiklerini bildikleri için, hiç düşünmeden bu sistemi benimsemişlerdir. Ancak Hz. İbrahim (as) gerçekleri gözler önüne serdiğinde ise, işte o zaman ne kadar şuursuz ve aciz varlıklara tapındıklarını fark etmişlerdir.
Nitekim İbrahim peygamber de, bunun ardından Allah’ı sıfatlarıyla tanıtarak, hiçbir gücü olmayan cansız taş parçaları ile tüm varlıkların tek hakimi ve sonsuz güç sahibi olan Allah’ın varlığı arasındaki kıyaslanamaz farklılığı ortaya koymuştur:
İşte bunlar, gerçekten benim düşmanımdır; yalnızca alemlerin Rabbi hariç
Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O’dur;
Bana yediren ve içiren O’dur;
Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur;
Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O’dur,
Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O’dur; (Şuara Suresi, 77-82)
Böylece putlara tapan bu kavim, uygulanan tebliğ metodları sayesinde içerisinde bulundukları durumun mantıksızlığını o an için kavrama imkanı bulmuştur.
İbrahim peygamberin örneğinde de gördüğümüz gibi, karşı tarafa düşündürücü sorular sorarak aşama aşama kişinin konuyu kavramasını sağlamak Allah’ın Kuran’da dikkat çektiği bir tebliğ yöntemidir.
Aynı şekilde kişinin konu hakkında aklına tam yatmayan noktaları sorması da istenebilir. Çünkü soracağı sorulardan konuları ne derece anladığı ve eksiklerinin neler olduğu rahatlıkla anlaşılacak, böylelikle de bunların giderilmesi imkanı doğacaktır. Aksi takdirde kişi, anlamadığı bir bilginin üzerine bir yenisi daha eklendiğinde, özünü kavrayamadığı bir konu içerisinde bocalamaya başlayacaktır.
Tebliğde kullanılan bu soru–cevap yönteminin yanısıra, bozuk mantıkları çürüterek ve bunların yerine sağlam ve akılcı mantıklar oturtarak ilerlemek de, Kuran’da tavsiye edilen bir tebliğ yöntemidir. Bu konuda yine Hz. İbrahim (as)’ın tebliğini anlatan bir başka ayet şöyledir:
Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda İbrahim’le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: “Benim Rabbim diriltir ve öldürür” demişti; o da: “Ben de öldürür ve diriltirim” demişti. (O zaman) İbrahim: “Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir” deyince, o inkarcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara Suresi, 258)
Bu ayette İbrahim peygamber din konusunda kendisiyle tartışmaya girişen bir kişiye, Allah’ın sonsuz gücü karşısındaki aczini son derece hikmetli birkaç cümle ile anlatmıştır. Verdiği akılcı örneklerle inkarcının bu durumunu kendisinin de fark etmesini sağlamıştır. Çünkü getirdiği teklif, inkarcı kişinin iddialı konuşmalarının ardından asla yapamayacağı bir şeydir. Söz konusu kişi, içine düştüğü durumu gördüğünde son derece şaşırmış ve bunun üzerine söyleyecek bir söz bulamamıştır. Hz İbrahim (as)’ın inkarcıyı ilmen köşeye sıkıştıran bu hikmetli üslubu, müminler için tebliğde faydalanılabilecek çok önemli bir örnektir.
Kuran’da anlatılanlara göre tüm peygamberler gönderildikleri topluluklara Allah’ın büyüklüğünü ve dinin gerekliliğini anlatabilmek için çok çeşitli yöntemler ve anlatım şekilleri denemişlerdir. İşte Nuh peygamberin kavmine yaptığı tebliğ de, bunlardan biridir. Nuh peygamberin izlediği anlatım taktikleri Nuh Suresi’nde tek tek vurgulanarak, müminlere de yol gösterici olmuştur:
Dedi ki: “Rabbim, gerçekten kavmimi gece ve gündüz davet edip-durdum.” “Fakat davet etmem, bir kaçıştan başkasını arttırmadı.” “Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip-direttiler.” “Sonra onları açıktan açığa davet ettim.” “Daha sonra (davamı) onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla yanaşmak istedim.” “Bundan böyle” dedim. “Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır. “(Öyle yapın ki,) Üzerinize gökten sağanak (bol miktarda yağmur) yağdırsın.” “Size mallar ve çocuklarla yardımda bulunsun. Size (ürün yüklü) bağlar-bahçeler versin, ırmaklar da versin.” (Nuh Suresi, 5-12)
Kuran’da Hz. Nuh (as)’ın Allah’a duasında yer alan bu sözler, bizlere, dini anlatabilmek için gerektiğinde açık ve gizli olmak üzere dolaylı anlatımlar da yapılabileceğini göstermektedir .
Hz. Nuh (as), kavmine dünyevi anlamda kendileri için büyük önem taşıyan konulardan yaklaşarak, bunların hepsini verenin Allah olduğunu vurgulamış ve böylece onları düşünmeye teşvik etmiştir. Ürünlerini sulamaları için yağmurları yağdıranın, mallar ve çocuklar verenin, bol ürün veren bereketli bahçeleri ve ırmakları yaratanın, içerisinde yaşadıkları her türlü nimetin tek sahibinin Allah olduğunu anlatmıştır. Dinin güzelliğini ve gerekliliğini ilk anda tam olarak anlayamayan bu kavmi dine ısındırmak için, tutkulu bir istek ile bağlı oldukları dünyevi çıkarlarının da aslında Allah’ın gücü altında olduğunu anlatmıştır. Çünkü eğer kavmi bu anlattıklarını kavrayabilirse, bunun ardından onlara ahiretin varlığını ve dini sorumluluklarını anlatmak çok daha kolay olacaktır.
Allah’ın, müminlere dini tebliğ etmelerinde gösterdiği yollardan birisi de, insanlara yaratılış delillerini anlatmaktır. Kuran’da adı geçen pek çok peygamber kavmini bu yönde düşünmeye yöneltmiş, Allah’ın bu doğrultuda dikkat çektiği delilleri kavimlerine aktarmışlardır. Bunlardan biri de Hz. Nuh (as)’ın tebliğinde yer almıştır:
Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır? Ve Ay’ı bunlar içinde bir nur kılmış, Güneş’i de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir kandil yapmıştır. Allah, sizi yerden bir bitki (gibi) bitirdi. Sonra sizi yine oraya geri çevirecek ve sizi (diriltici) bir çıkarışla diriltip-çıkaracaktır. Allah, yeri sizin için bir yaygı kıldı. Öyle ki, onun içinde geniş yollarında gezip-dolaşırsınız, diye. (Nuh Suresi, 15-20)
Kuran’da dikkat çekilen bu konular, hakkında ciltlerce kitap yazılabilecek kadar detaylı bilgiler içerir. Örneğin gökyüzünün yedi ayrı katmandan oluşması ve bunların dünya üzerindeki ekolojik sisteme ve canlılara sağladığı faydaları, Ay ve Güneş’in, mevsimlere, iklimlere, gece–gündüz oluşumuna ve insan yaşamına olan etkisini düşünmek kişinin düşünce ufkunu genişletecek, aklını, dolayısı ile imanını artıracak bir yoldur. Bu sistemlerde meydana gelebilecek en ufak bir aksaklığın nasıl tehlikeli sonuçlar doğuracağını düşünmek de aynı şekilde etkili olacaktır. Tüm evren bunlar gibi sayısız detaylarla doludur ve cahiliye toplumunda insanların çoğu günlük hayatlarında bunları düşünmezler. Bu nedenle yaratılış delillerini insanların hiç düşünmedikleri yönleri ile anlatarak yapılan bir tebliğ karşı tarafı düşünmeye sevk edecek, Allah’ın gücünü ve kudretini tanıyıp takdir etmesinde de etkili olacaktır.
Nitekim Kuran’ın pek çok ayetinde de insanlar Allah’ın varlığını ve büyüklüğünü gösteren bu delilleri görmeye, bunlar üzerinde düşünmeye davet edilmişlerdir. Müminlere ise karşılarındaki insanlara bu konularla öğüt vermeleri hatırlatılmıştır. Bu konudaki yüzlerce ayetten birkaçı şöyledir:
Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok.Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda ‘göz alıcı ve iç açıcı’ her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) ‘İçten Allah’a yönelen’ her kul için ‘hikmetle bakan bir iç göz’ ve bir zikirdir. Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Ve birbiri üstüne dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da. Kullara rızık olmak üzere. Ve onunla (o suyla) ölü bir şehri dirilttik. İşte (ölümden sonra) diriliş de böyledir. (Kaf Suresi, 6-11)
Bakmıyorlar mı o deveye; nasıl yaratıldı? Göğe, nasıl yükseltildi? Dağlara; nasıl oturtulup-kuruldu? Yere; nasıl yayılıp-döşendi? Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. (Gaşiye Suresi, 17-21)
O inkar edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı? Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık ve doğru gidebilsinler diye geniş yollar açtık. Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur; her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor. (Enbiya Suresi, 30-33)
Ölü toprak kendileri için bir ayettir; biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık, böylelikle ondan yemektedirler. Biz, orada hurmalıklardan ve üzüm-bağlarından bahçeler kıldık ve içlerinde pınarlar fışkırttık: Onun ürünlerinden ve kendi ellerinin yaptıklarından yemeleri için. Yine de şükretmiyorlar mı? Yerin bitirdiklerinden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir. (Yasin Suresi, 33-36)
Şüphesiz, mü’minler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. Gece ile gündüzün art arda gelişinde (veya aykırılığında), Allah’ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgarları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır. İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir; sana bunları hak olmak üzere okuyoruz. Öyleyse onlar, Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi söze iman edecekler? (Casiye Suresi, 3-6)
Şu ana kadar görüldüğü gibi Kuran’da tebliğ konusunda çeşitli yöntemler sunulmuş, hangisinin tercih edileceğinin belirlenmesi ise müminin aklına ve vicdanına bırakılmıştır. Örneğin Kuran’ın birçok ayetinde birebir bir tebliğden bahsedilirken, bazı ayetlerde de insanlara toplu tebliğ yapılabileceğine işaret edilir.
Peygamber kıssalarının çoğunda, peygamberlerin kavimlerine toplu anlatımlarda bulunduklarını görürüz. “Ey kavmim...” ifadeleriyle başlayan bu ayetlerle kitle tebliğinin hikmetlerine de dikkat çekilmiştir. Bu konuya dikkat çeken ayetlerden biri Ad kavmi ile ilgilidir:
Ad (toplumuna da) kardeşleri Hud’u (gönderdik.) (Hud, kavmine:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Hala korkup-sakınmayacak mısınız?” dedi. (Araf Suresi, 65)
Bazı insanlar çoğunlukla karşı fikirde olan birinden etkilenmiş olmayı ilk anda gururlarına yediremezler, ya da önyargılı düşündükleri için duydukları doğru bile olsa hemen kabul etmeye yanaşmazlar. Bu nedenle bu tarz bir bakış açısı içerisinde olan bir topluluğa bireysel olarak değil, toplu bir tebliğ yapmak çok daha verimli sonuçlar verebilir. Hemfikir oldukları arkadaşlarının ya da yandaşlarının vereceği olumlu bir tepki diğerlerini de olumlu yönde etkileyebilir. Dolayısıyla bazı durumlarda topluluğun psikolojisi gözönüne alınarak, daha etkili olması amacıyla bu yöntem uygulanabilir.
Senin Rabbin, ‘ana yerleşim merkezlerine’ onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. (Kasas Suresi, 59)
Allah'ın dinini tebliğ eden peygamberlerin, her dönemde ana yerleşim merkezlerine gönderilmeleri müminler için yol gösterici niteliktedir. Kuşkusuz bunun çok fazla hikmeti vardır. Tarih boyunca görüldüğü gibi iman edenler din ahlakını anlatmaya öncelikle yakın çevrelerinden başlamışlardır. Onlar din ahlakının sunduğu güzellikleri tam olarak kavradıklarında da biraz daha geniş bir çevreye yönelmişlerdir.
Ana yerleşim merkezleri Kuran'da dikkat çekildiği üzere genelde kavmin önde gelen inkarcılarının bulundukları yerlerdir. Kavmin önde gelen inkarcıları ise küfürde ve azgınlıkta da başı çeken insanlardır. Bu yüzdendir ki tarih boyunca peygamberler Allah'tan korkup sakınmayı ve güzel ahlakı ilk olarak bu insanlara tebliğ etmişlerdir.
Öncelikle kavmin önde gelenlerini dine davet etme konusunda Kuran’dan bir örnek, Allah’ın Hz. Musa’yı tebliğ için ilk olarak Firavun’a yollamasıdır:
Musa’nın haberi sana geldi mi?
Hani Rabbi ona, kutsal vadi Tuva’da seslenmişti:
Firavun’a git; çünkü o, azdı.
Ona de ki: “Temizlenmek ister misin?”
Seni Rabbine yönelteyim, böylece (O’ndan) korkmuş olursun. (Naziat Suresi, 15-19)
Bunun hikmeti ise açıktır. İnkarda önderlik eden insanlar inandıkları felsefeleri fikren yıkılarak mağlup oldukları takdirde, onlara tabi olan insanlar da bundan etkileneceklerdir.
Tebliğde izlenecek olan yöntemler ve anlatılacak olan konular kadar, ortamın özenli olarak seçilmesi de oldukça önemlidir. Aslında bu, tebliğ söz konusu olsa da olmasa da, müminlerin dünyada cennet ortamına en yakın şartları oluşturmaya çalışmalarının doğal bir sonucudur. Çünkü müminler Kuran ayetlerindeki estetiğe ve sanata yönelik işaretlerden ve cennet tasvirlerinden anladıklarını, dünyada da yaşadıkları ortamlara uygulamaya çalışırlar. Kuran’da cennete yönelik olarak bahsi geçen köşkler, bahçeler, pınarlar, tahtlar ve daha pek çok dekorasyon şekli son derece ihtişamlı, etkileyici ve insan ruhunun en çok zevk alacağı şekildedir. Bu nedenle müminler de, Kuran’da işaret edilen tarzda bir estetik anlayışını benimserler.
Öte yandan Kuran’da, tebliğde de zengin ve ihtişamlı bir ortamın seçilmesinin olumlu etkisine dikkat çekilmiştir. Böylelikle dini yeni tanıyan kişi de, müminlerin hayat tarzını, yaşadıkları ortamdaki cennet özelliklerini görebilmelidir ki, kalbi dine kolayca ısınsın ve Kuran’ın hayata ilişkin her yöndeki uygulaması gibi, bu konunun da uygulamalı şeklini görebilsin.
Kuran ayetlerinde bu konuyla ilgili olarak verilen bir örnek Hz. Süleyman (as) ile ilgili kıssada geçer:
Ona: “Köşke gir” denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: “Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir.” Dedi ki: “Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman’la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.” (Neml Suresi, 44)
Sebe Melikesi ve halkının Güneş’e tapmakta olduklarını haber alan Hz. Süleyman (as), onları Allah’a ve dine teslim olmaya davet etmiştir. Hz. Süleyman (as)’ın yollamış olduğu tebliğ mektubu üzerine onun sarayına giden Melike, köşkün ihtişamı ve zenginliği karşısında çok etkilenmiştir. Bu zevke duyulan hayranlık, onun Hz. Süleyman (as)’a tabi olmasına vesile olmuştur.
Ayette köşkün zemininin saydam olduğuna ve Sebe Melikesi’nin burayı su sanarak eteğini toparladığına dikkat çekilmiştir. Hz. Süleyman (as)’ın sarayının bu özelliği, cennet tasvirlerinde anlatılan “altından ırmaklar akan köşkleri” andırır niteliktedir ve dünya şartlarındaki haliyle de olsa, tebliğ yapılan kişi üzerinde hemen etkisini göstermiştir. Etrafında gördüğü güzelliklerin derin bir akıl ürünü olduğunu fark eden Sebe Melikesi, başlangıç olarak bu vesileyle dinin üstünlüğünü görebilmiştir.
Diğer yandan tebliğ yapılan mekanın estetiğiyle ve temizliğiyle kusursuz olması psikolojik rahatlık açısından da son derece önemlidir. Aydınlık, ferah, estetik olarak döşenmiş ve temiz ortamlar, bir nevi, müminin dengeli ve huzurlu yapısını yansıtır ve karşı tarafı da olumlu yönde etkiler. Karanlık, kasvetli, uyumsuz ve dağınık bir ortam ise farkında olsa da olmasa da her insanın ruhuna sıkıntı verir.
Ama şunu da unutmamak gerekir ki kişiye anlayışı (hidayeti) veren Allah’tır. Bu ortamların hazırlanması yalnızca bir dua niteliğindedir. Tüm bunlara rağmen kişi iman etmeyebilir. Önemli olan müminlerin Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla çaba harcamaları ve tebliğ ibadetlerini yerine getirmeleridir. İman edenler yaptıklarının asıl karşılığını ahirette alacaklarını umut ederler.
Müminler fiziki görünümleriyle de Kuran ahlakını yaşadıklarını gösterirler. Allah Kuran’da estetiğe, beden temizliğine, temiz kıyafetlere dikkat çekmiş ve güzel ahlakın bir gereği olarak müminlerin bu tavsiyelere de titizlikle uymasını emretmiştir. İşte Kuran ahlakını anlatan müminin bu konuda da Allah’ın tüm emir ve tavsiyelerini uygulaması karşı tarafta olumlu bir etki bırakır.
Öte yandan önemli bir konuya dikkati yoğunlaştırabilmek ancak zinde ve rahat bir psikolojiyle mümkündür. Bu yüzden Allah’ın ayetlerini anlatan kişinin üzerinde dikkat dağıtacak nitelikte, rahatsız edici hiçbir unsur olmaması, onu dinleyen kişinin tüm dikkatini anlatılanlara verebilmesini sağlayacaktır. Bedeni ve giysileri bakımsız olan bir kişi, karşısındaki insanda daha en baştan olumsuz ve itici bir etki oluşturur. Ancak Kuran’a ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetine uyan bir müminin görünümü, göze son derece hoş gelir. Temizliği ve bakımı ise son derece dikkat çekici niteliktedir ve karşı taraf üzerinde hayranlık ve saygı uyandıran bir etki bırakır.
Kuran’ın işaretlerinden anladığımız bir başka konu da kalbi dine ısındırılacak olan kimselere güzel ikramlarda bulunulmasıdır. Aslında bu, tebliğ söz konusu olsun ya da olmasın müminlerin doğal yaşantıları içerisinde tüm insanlara yönelttikleri bir tavırdır. Çünkü Kuran ahlakı, müminlere, karşılarındaki kişi daha önce hiç tanımadıkları bir yabancı dahi olsa nezaketli ve ince düşünceli olmayı öğretir. Daha önceki bölümlerde de bahsedildiği gibi Hz. İbrahim (as) evine gelen misafirlere, daha önce hiç tanımadığı ve görmediği kişiler olmalarına rağmen, hemen ikramda bulunmuştur.
Allah Kuran’ın bir başka ayetinde de, sadakaların kimler için olduğunu açıklarken, bunların arasında “kalpleri dine ısındırılacak olanları” da saymıştır. (Tevbe Suresi, 60) Bu nedenle, tebliğ yapılan kişi için yapılacak her harcama da Kuran’ın tavsiyesine uygun olacaktır.
Diğer yandan önemli bir konuyu dikkat vererek dinlemek de, anlatmak da hem enerji hem de zindelik gerektiren faaliyetlerdir. Uzun süre dikkat yoğunlaştırarak anlatılanları dinlemek, hem fiziki hem de zihinsel açıdan bir bitkinliğe sebep olabilir. Bu arada yapılacak güzel bir ikram, ortama hem bir güzellik getirecek hem de dağılan dikkatin yeniden toplanabilmesini sağlayacaktır.
Kuran’da faydalı olabilecek pek çok tebliğ yöntemi anlatılmış ancak tüm bunları asıl etkili kılacak olan şeyin ise, samimiyet olduğu vurgulanmıştır. Kuran’da vurgulanan bu samimiyet anlayışı, cahiliye toplumundaki bilinen şeklinden oldukça farklıdır. Bu samimiyet, kişinin ilk olarak, anlattığı şeylere kendisinin inanması ile ortaya çıkar. Aksi takdirde kendi anlattıklarına kendisi inanmayan, Allah’ın tavsiyelerini uygulamayan bir kişinin anlatımındaki samimiyetsizlik, anlatım şeklinden rahatlıkla anlaşılır.
Ancak, anlattıklarına gönülden inanan ve bunları yaşayan insanın durumu çok farklıdır. Örneğin ahiretin varlığına kesin iman eden bir kimse, cehennemi kesin bir gerçekten bahsettiğini bilerek anlatır. Anlatırken hissettikleri, yüzünden, gözünden, ses tonundan ve tavırlarından hemen anlaşılır. Bu ise karşı tarafın da cehennemi aynı gerçeklik ve korkuyla algılayabilmesini sağlar. Yoksa cehennemin varlığını henüz kendisi kavrayamayan bir insanın anlatımı, onu dinleyen kişi üzerinde de olumsuz bir etki bırakabilir. Bu nedenle, kişinin anlattığı şeyleri tüm tavırları, ahlakı ve yaşantısıyla destekliyor olması gerekir.
Unutulmaması gereken bir başka konu da samimiyetin asla ve kesinlikle taklidi olarak elde edilemeyen ve tamamen gerçek iman ile kazanılan bir özellik olmasıdır. Kuran’da peygamberlerin bu özelliklerine pek çok ayet ile dikkat çekilmiştir. Öyle ki peygamberlerin benzersiz samimiyeti ile karşılaşan inkarcılar, onların tavır ve konuşmalarında kendilerini etkileyen şeyin ne olduğunu anlayamamışlar, bunun üzerine “büyücü” iftirası atmaya dahi kalkışmışlardır.
Tebliğde samimiyet kadar etkili olan bir başka özellik de hikmet, yani özlü ve etkili konuşmadır. Özlü anlatım, bir konunun, esas vurgulanması gereken yönü ile anlatılarak, gereksiz detaylara girmeden kısa ve çarpıcı cümlelerle ifade edilebilmesidir. Allah tebliğde hikmetli anlatımın önemine şöyle dikkat çekmiştir:
Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir. (Nahl Suresi, 125)
Ancak hikmetli anlatımın şartı yine samimiyettir. “Kime dilerse hikmeti ona verir; Şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir...” (Bakara Suresi, 269) ayetiyle, hikmetin de, samimiyet gibi taklidi olarak kazanılamayacağını, ancak Allah’ın dilemesiyle verildiğini anlıyoruz. Allah Kuran’da hikmetin Kendi Katı'ndan bir nimet olarak verildiğini bildirerek, anlatım çarpıcılığının önemine işaret etmiştir. Bununla ilgili bazı ayetler şöyledir:
O, erginlik çağına ulaşıp olgunlaşınca, ona bir ‘hüküm ve hikmet’ ve ilim verdik. Biz iyilikte bulunanları işte böyle ödüllendiririz. (Kasas Suresi, 14)
Onun mülkünü güçlendirmiştik. Ona hikmet ve anlatım çarpıcılığını vermiştik. (Sad Suresi, 20)
… Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti… (Bakara Suresi, 251)
… Doğrusu Biz, İbrahim ailesine Kitabı ve hikmeti verdik; onlara büyük bir mülk de verdik. (Nisa Suresi, 54)
(Çocuğun doğup büyümesinden sonra ona dedik ki:) “Ey Yahya, Kitabı kuvvetle tut.” Daha çocuk iken ona hikmet verdik. (Meryem Suresi, 12)