Allah'ın ve ahiretin varlığının farkına varan insanın tek amacı Allah'ı hoşnut etmek ve sonsuz hayatında cennette yaşayabilmek olacaktır. Vicdanını ve aklını kullanan bir insan için bunun dışında bir hedef belirlemek imkansızdır. Ama insanların bir kısmı dinin, hayatın küçük bir bölümünü kapsayan bir inanç olduğunu zannederler. Onlara göre din belirli günlerde hatırlanır, ibadetler dışında da dinle ilgili bir konu yoktur. Oysa Kuran'da insanın ibadetleri ile birlikte tüm hayatının da Allah için olacağı bildirilmektedir:
De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Enam Suresi, 162)
Bunun anlamı şudur; bir insan her tavrında, her konuşmasında, her kararında, kısacası hayatının her anında Allah'ın kendisinden hoşnut olup olmayacağını düşünmeli, eğer Allah'ın hoşnut olmayacağına kanaat getirirse o tavırdan tamamen vazgeçmelidir.
Aslında her kim vicdanına başvurursa hayatının tek amacının Allah için yaşamak olduğunu anlayacaktır. Dünyada sürdürdüğü yaşamdan sorguya çekilecek ve sonucunda sonsuz hayatını geçireceği mekan belirlenecek bir insan için başka bir seçenek mümkün değildir. Dahası, nankör olmayan, düşünen, gerçekleri idrak etme yeteneğine sahip her insan elbette ki kendisini yoktan var eden, kendisine bir hiçken hayat veren ve sonsuz cennette yaşama imkanı tanıyan Rabbimiz'i hoşnut kılmaktan daha önemli birşey görmez.
Bütün hayatını Allah için yaşamaya karar veren insan, Allah'ı nasıl hoşnut edeceğini bulmak için yine vicdanına başvurur. Kuran'da Allah yasaklarını ve emirlerini bildirmiştir. Herşeyden önce vicdanını kullanan biri bu emirlere ve yasaklara kesin olarak uyar. Haram ve helalleri, Kuran'da okuduğu her hükmü en titiz şekliyle uygular. Kuran'da bildirilen ahlak özelliklerini kendisine örnek alır. Bunu yaparken de son derece samimidir. Kuran'da her yazanı anlayışının ve imkanlarının elverdiği ölçüde, elinden gelenin en fazlasıyla yerine getirir.
Buna şöyle bir örnek verebiliriz: Kuran'ı okuyan insan Allah'ın insanlara bazı ibadetleri emrettiğini görecektir. Bu ibadetlerden biri de 5 vakit namazdır:
Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık 'güvenliğe kavuşursanız' namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, mü'minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır. (Nisa suresi, 103)
Bu ayeti okuyan kişiye vicdanı artık namazı kılmasını emredecektir. Hatta şu anda bu kitabı okuyanlara da namazın farz olduğu hatırlatılmış oldu. Kişi bundan sonra vicdanının ve Kuran'ın emrettiğini uygulayabilir veya türlü bahanelerle Kuran'ın hükümlerini uygulamaktan kaçabilir. Ancak asla unutmamalıdır ki, namaz kılmamak için her ne bahane bulursa bulsun, bu bahane ahirette geçerli olmayacaktır.
Mümin kadının belirleyici bir özelliği Allah'ın Kuran'da emrettiği üzere giyiminde tesettür ölçülerine dikkat etmesi ve başını örtmesidir. Çünkü tesettür ve baş örtüsü Allah’ın Müslüman kadınlara farz kıldığı “farz-ı ayn” hükmünde bir ibadettir. Müslüman kadınlar her dönemde bu ibadeti büyük bir titizlik ve şevkle uygulamışlardır. Örtünmeyle ilgili ayetlerin indirildiği zamandaki mümin kadınlar vicdanlarına uyarak bu ibadeti hemen yerine getirmişlerdir:
“Şeybe kızı Safiye anlatıyor ve diyor ki: Biz Hz. Aişe’nin yanında iken bir kısım hanımlar Kureyşli kadınların durumunu ve faziletlerini anlatmışlardı. Bunun üzerine Hz. Aişe buyurdular ki; "muhakkak ki Kureyşli kadınların üstünlüğü vardır. Ama Allah’a yemin ederim ki, ben Ansar’ın kadınlarından daha çok Allah’ın Kitabını tasdik eden ve Kur’an’a inanan faziletli kimseler görmedim." Nur Suresi’ndeki “baş örtülerini yakalarının üzerlerine koysunlar” ayet-i kerimesi nazil olduğunda kocaları onların yanlarına gittiler ve kendilerine Allah’ın bu konuda inzal buyurduğu ayeti okudular. Her bir kişi karısına, kızına, bacısına ve yakınlarına bu ayeti okuyordu. İçlerinden hiçbir hanım baş örtüsünü yakaları üzerine koymaz olmadı. Allah’ın indirdiği kitabındaki hükmüne inandıklarından ve tasdik ettiklerinden örtülerine büründüler...” (İbn-i Kesir, Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri, cilt:11, syf. 5880)
Yine tesettürle ilgili ayetlerin indiği dönemde Müslüman kadınların güzel tavırlarıyla ilgili olarak şunlar rivayet edilir:
Hz. Ayşe (radiyAllahu anh)'dan rivayet edilmiştir: “Başörtülerini yakalarının üstüne koysunlar”ayetini inzal edince harmaniyelerini yırtarak onunla örtünmüşlerdir.” (İbn-i Kesir, Hadislerle Kuran-ı Kerim Tefsiri, cilt:11, syf. 5880)
Bir başka ayette ise Allah insanlara her durum ve koşulda adaletli davranmalarını bildirmektedir:
Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)
Bir insanın çıkarlarına ters düşse dahi Allah'ın emirlerini titizlikle uyması, ancak vicdanının sesini dinlemesiyle mümkün olur. Yukarıdaki ayette dikkat çekilen bir insanın karşısına çıkabilecek durumları düşünelim. Kişi herhangi bir durumda adaletle şahitlik ettiğinde, bir yakını suçlu konumda kalabilir. Ama ölümden sonra hesap vereceğini düşünen kişi, böyle bir durumda dahi derhal vicdanını dinler ve Kuran'ın hükmünü yerine getirir. Çünkü dünyadaki hiçbir çıkar, ahiretteki çıkarından daha üstün değildir. Allah adaletli davranmayla ilgili olarak başka bir ayette de şöyle bildirmektedir:
Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8)
Bir kişinin bu ayeti yerine getirebilmesi için, en öfkelendiği anda dahi öfkesini yenip, adil karar vermesi gerekmektedir. Karşısındaki kişi hiç sevmediği, hatta ahlakından dolayı kin duyduğu, birçok tavrıyla veya konuşmasıyla onu kızdıran biri olabilir. Ancak her kim olursa olsun, herkese karşı adaletli olmak Allah'ın bir emridir. Ve her insan hayatı boyunca Allah'ın bu emrine uymakla sorumludur.
Başka bir örnek, Allah'ın insanlara zanda bulunmaktan ve dedikodudan kaçınmalarını emretmesidir:
Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir. (Hucurat Suresi, 12)
Yukarıdaki ayetle Allah insanları bazı kötü ahlak özelliklerinden sakındırmaktadır. Ayette sayılan üç tavır da aslında birbirleriyle bağlantılıdır. Bir insanı arkasından çekiştiren kişi zaten onun hakkında birtakım kötü zanlar da besliyor demektir. Aynı şekilde diğerinin gizli yönlerini araştıran kişi yine çeşitli zanlar üzerine böyle bir davranışta bulunuyordur. Bunlar toplumda çok yaygın ve kabul görmüş davranışlardır. Ancak kesinlikle vicdana aykırıdırlar.
Bunun iyi bir kıstası, insanın kendisini böyle bir durumda düşünmesidir. Hiçbir insan kendisi hakkında dedikodu yapılmasını, kendisinin gizli yönlerinin, kusurlarının araştırılmasını, çevresindekilerin kendisiyle ilgili yanlış ve kötü zanlarda bulunmalarını, birşeyi yapmadığı halde başkalarının yaptığını düşünmelerini asla istemez. Böyle bir durumu sezdiğinde büyük bir haksızlığa uğradığını düşünecek, kendini güvensiz, huzursuz hissedecektir. Bir insana bunları yapmak, onu böyle bir ortamda yaşatmak ise elbette ki vicdansızlıktır. Bir insanın kendisine yapılmasını istemediği şeyi başkasına kesinlikle uygulamaması onun vicdanının göstergesidir. Allah bu nedenle, bu tavırları "ölü kardeşinin etini yemeye" benzetmiştir. Bu, ne kadar tiksinti vericiyse, dedikodu, zan ve hata arama gibi tavırlar da o kadar tiksinti vericidir. Ayrıca Allah bu ve benzeri tavırlarda bulunanları cehennemle tehdit etmektedir:
Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline; (Hümeze Suresi, 1)
Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor. Hayır; andolsun o, 'hutame'ye atılacaktır. "Hutame"nin ne olduğunu sana bildiren nedir? Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir. (Hümeze Suresi, 4-6)
Kıskançlık, kin, çekememezlik gibi Kuran ahlakına aykırı tavırların sonucunda gelişen dedikodu, gizli yönleri araştırma ve zanda bulunarak bir kişiye ithamda bulunmak, her ne kadar toplumca yadırganmasa da kesinlikle vicdana uygun tavırlar değildir. Allah'ın böyle tavırlara vereceği karşılık düşünüldüğünde bir an bile yapılmaması ve hatta yapan kişilerin engellenmesi, Kuran ahlakına en uygun davranış biçimi olacaktır.
Kuran'ın ve dinin ruhunu ve anlayışını kavrayan insanın her tavrı ve düşüncesi dinin öngördüğü ahlaka göre belirlenecektir. Diğer bir deyişle bu ahlakı yaşayan insan, her an vicdanlı davranacak ve düşünecektir. Herşeyden önce ölümü ve ahireti hiçbir zaman unutmayacak, unutmadığı için her tavrı ahirete yönelik olacaktır. Böyle üstün bir kişi ahireti hem kendisi hem de dostları için düşünecek; bir yandan kendi ahiret yurdunu hazırlarken bir yandan da sevdiği dostarının veya diğer insanların da ahireti için çaba harcayacaktır.
Söz konusu insanların üzerinde, gerçeğin farkında olmanın getirdiği bir dikkat vardır. Sıradan gibi görünen olaylarda dahi dünyaya yönelik değil, ahirete yönelik yorumlar yaparlar. Örneğin çok güzel ve şık giyinmiş bir arkadaşını gördüğünde, aklına hemen onun da bir gün öleceği, ahirette hesap vereceği gelir. Allah'ın, onu karşısına ahirette en güzel haliyle çıkarması için dua eder. Arkadaşını dünyaya bağlayacak konuşmalar yapmaktan şiddetle kaçınır. Aksine ona Allah'ı, cenneti ve cehennemi hatırlatır. Onun dünyada ve ahiretteki iyiliği ve rahatlığı için dua eder. Vicdanlı bir insan arkadaşına sevgisini, onun ahireti için bir çaba göstererek, onu kötülüklerden sakındırıp iyilikleri emrederek gösterir.
Vicdanına uyan, daima Allah'ın hoşnutluğunu arayan bir insanın ilk bakışta diğer kişilerden bir farkı yokmuş gibi görünebilir. O da okula veya işe gider, alışveriş yapar, eğlenir. Ancak her yaptığında Allah'ın hoşnutluğunu aramaktadır. Bir ayette Allah şöyle bildirmektedir:
(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)
"Bir insan, yaptığı sıradan, gündelik işler esnasında Allah'ın hoşnutluğunu nasıl arar, Allah'ı her an nasıl zikreder?" diye düşünülebilir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, vicdanına uyan biri için ibadetleri ve Allah'ın emirleri herşeyden çok daha önceliklidir. Her an Allah'ın kendisini izlediğini bilir ve bir an bile bunu unutmaz. Yaptığı ticarette ve alışverişte dünyaya yönelik çıkarlarını değil, ahiretteki çıkarlarını gözetir. Dürüstükten asla taviz vermez, ahirette hesabını veremeyeceği, utanç duyacağı hiçbir tavra rağbet etmez. Bütün karını kaybedeceğini bilse dahi ölçüde, tartıda veya hesaplarında bir haksızlık yapmaz. Her konuda son derece güvenilir olur. İmkanı olduğu halde borcunu ödemekte zorluk çıkarmaz. Veya kendisine borcu olan kişi eğer güçlük içindeyse, Kuran'ın da tavsiyesine uyarak alacağından vazgeçebilir. Kuran'da bu konuyla ilgili tavsiye şöyledir:
Eğer (borçlu) zorluk içindeyse, ona elverişli bir zamana kadar süre (verin). (Borcu) Sadaka olarak bağışlamanız ise, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz. (Bakara Suresi, 280)
Mümin, rızkı ve zenginliği verecek olan tek gücün Allah olduğunu asla aklından çıkarmaz. Elde ettiği gelirle şımararak azgınlaşmaz, aksine Allah'ın her verdiği nimete şükreder.
Yukarıda anlatılanlar Kuran'dan bazı örneklerdir. İnsanın günlük yaşamı sırasında karşılaştığı ve Kuran'dan çözüm bulabileceği, doğruyu öğrenebileceği daha pek çok olay vardır. Dini yaşamak isteyen her insan, vicdanını bu yönde kullanarak Kuran'ı okumalı ve okuduklarını yine vicdanını kullanarak uygulamaya geçirmelidir.
Vicdanlı bir insan Allah'ın hoşnutluğunu aramada çok titiz davranır. Her zaman "Allah'ı en fazla nasıl razı ederim" diye düşünür. Hiçbir tavrında başka insanların hoşnutluğunu, onların gözündeki konumunu gözetmez. Katıksız olarak Allah'a yönelir.
İnsanlardan bazıları ise dini, vicdanlarını kullanarak değil, atalarından gördükleri şekilde bir gelenek ve alışkanlık olarak yaşarlar. İbadetleri yerine getirirler, ezberledikleri birtakım şeyleri uygularlar ve bunlarla yetinirler. Oysa vicdanı tam olarak kullanmadan din ahlakını yaşamak mümkün değildir. Söz konusu kişiler sadece yaşadıkları çevreye aykırı düşmemek için veya öyle alıştıkları için "dine uygun" görülen bir hayat şekli seçmişlerdir. Bu nedenle, bu kişiler dinde "Allah için en fazla ne yaparım" değil, "en az ne yaparsam insanları dindar olduğuma inandırırım" mantığındadırlar.
Vicdanlı bir insan ise her ibadeti, her tavrı en güzel şekliyle nasıl uygulayacağını düşünür. Hesap gününde hiçbir tavrının, hiçbir konuşmasının kendisi için bir risk oluşturmasına izin vermemek için gücünün ve aklının yettiğinin en fazlasını arar. Çünkü yaptığının karşılığını ahirette alacağını bilir. Nitekim Allah bu konuda insanları uyarmaktadır:
Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin; önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah Katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 110)
Bir insanın yaptığı her işte en güzelini, yapabileceğinin en fazlasını aramasına Kuran'da bir örnek, müminler arasında "sözün en güzeli"nin kullanılması emridir:
Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53)
Allah'ın bu emrini bilen kişi sözün en güzelini vicdanına başvurarak bulacaktır. Konuşmalarında "ne olursa olsun" deyip ilk aklına geleni söyleyip bırakmaz. Aksine, en güzel, en etkileyici konuşmaları yapar, karşısındaki kişileri incitmemeye, onların neşelerini kaçırmamaya özen gösterir. Allah'ın en hoşnut olacağı konuşmayı seçer ve bunda vicdanını anahtar olarak kullanır.
Bir başka ayette de Allah, dine bağlılıkları açısından insanları üç gruba ayırmıştır:
Sonra Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah'ın izniyle hayırlarda yarışır öne geçer. İşte bu, büyük fazlın kendisidir. (Fatır Suresi, 32)
Ayette de belirtildiği gibi, insanlardan bir kısmı din ahlakını zaten hiç yaşamazlar. Bir bölümü ise vicdanlarını tam olarak kullanmadıkları için orta bir yol tutarlar. Yani vicdanlarının her emrettiğine değil, sadece bir kısmına uyarlar. Çıkarlarının çatıştığı noktalarda vicdanlarına uymayabilirler. Örneğin vakitlerinin ve imkanlarının tamamını din için kullanmak yerine sadece bir kısmını kullanırlar. Dinin ve güzel ahlakın insanlar arasında yaygınlaştırılması konusunda ciddi bir çaba harcamazlar. Yerine getirdikleri bazı ibadetleri, helal ve haramlara dikkat etmeyi öne sürerek, kendilerini ahlaki açıdan da yeterli görürler. Halbuki vicdana uygun olan, helal ve meşru olan tavırlar içerisinde ahlaken de en doğru, en güzel olanı seçip uygulamaktır. Nitekim Allah, Kuran'da sözün en güzeline uyanlardan övgüyle söz etmiştir:
Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir. (Zümer Suresi, 18)
Üçüncü grup ise hayırlarda yarışanlardır ki, bu kişiler vicdanlarının emirlerini en fazlasıyla uygularlar. Hatta en fazla sevabı kazanmanın yarışı içerisindedirler. Her türlü hizmette, her hayır işinde öne atılırlar. Hiçbir işte başkalarının yapmasını beklemezler, aksine kendileri ön plana çıkarak talip olurlar. Yapabilecekleri daha iyi işler varken veya daha fazlasını yapabilecekken, daha az olanı seçmeyi vicdanları kabul etmez.
Mümkün olan en iyiyi seçme konusunda bir diğer örnek de Nisa Suresi'nden verilebilir. Bu surede Allah, emanet edilen şeylerin, o konuda ehil olan yani yetki ve yetenek sahibi kişilere verilmesini emretmektedir:
Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir. (Nisa Suresi, 58)
Emanet edilecek şey bir görev, sorumluluk veya korunması gereken değerli bir eşya olabilir. Böyle bir durumda, örneğin söz konusu emanet eğer bir eşya ise onu, dikkati en açık, en dürüst ve en aklıbaşında kişiye vermek bu ayetin en doğru şekilde uygulanması demektir. Bir görev veya sorumluluk verirken de aynı şekilde bu konuda en bilgili, en tecrübeli, kısacası bu sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirebilecek kişi seçilmelidir. Daha az yetenekli veya daha az bilgili birinin seçilmesinde büyük olasılıkla nefsani bir çıkar gözetilmiş demektir. Bir kişinin güvenilirliğinden çok, o kişinin kan bağı açısından yakınlığı ya da ileride karşılık olarak başka çıkarlar sağlaması gibi hesaplar yapılmış olabilir. Ki genelde toplumda yaygın olan anlayış budur. Çıkar ilişkileri birinci dereceden önemli olur. Oysa her konuda en iyisini, en doğrusunu aramak Kuran ahlakının bir gereğidir.
Görüldüğü gibi vicdan, sadece Allah'ı tanımayı, O'nun varlığını kabul etmeyi değil, aynı zamanda O'nu razı edecek işler yapmayı ve bu işlerde de çok titiz olmayı gerektirmektedir. İnsanların büyük çoğunluğu ise Allah'ın varlığına inanmanın yeterli olduğunu zanneder. Kuran'daki bazı ayetlerde bu kişiler şöyle bildirilmektedir:
De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hala çevriliyorsunuz? (Yunus Suresi, 31-32)
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi, bu kişiler Allah'ın varlığına inanır, hatta Allah'ın kendilerine rızık verdiğini, kendilerini yaratan ve öldüren olduğunu, herşeyin Yaratıcısı ve sahibi olduğunu da kabul ederler. Vicdanlarını ancak bu kadar bir anlayış için kullanır ve bunu dindarlıkları için yeterli görürler. Oysa vicdanını sonuna kadar kullanan bir kişi, Allah'ın Yüceliğini kavrayabildiği için O'na karşı saygı dolu bir korku duyar. Bu diğer bilinen korkulardan farklı bir korkudur; Allah'ın hoşnutluğunu kaybetme korkusudur. Bundan korku duyan insanın tüm yaşamı yalnızca Rabbimiz'in rızasını kazanmaya çalışarak geçer. Allah'a yakınlaşmada kendisine bir sınır tanımaz. Nitekim Allah Kuran'da Hz. İbrahim'i örnek göstererek şöyle demiştir:
İyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve hanif (tevhidi) olan İbrahim'in dinine uyandan daha güzel din'li kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir. (Nisa Suresi, 125)
Yüzde yüz vicdanla hareket eden insan da, aklının Allah'ı kavrayıp anlayabileceği en üst seviyeye ulaşıncaya ve Allah'ın yakın bir dostu oluncaya kadar çaba harcar. Ancak hiçbir zaman en fazla dostluğu ve yakınlığı sağladığından emin olamayacağı için, ölene kadar bu çabası ve isteği devam eder.
Peki "Allah'a yakınlık", "Allah'la dost olmak" nasıl olur? diye düşünebiliriz. İşte bunun anahtarı da vicdanımızdır.