İnsan karakterleri Kuran'da çeşitli şekillerde, pek çok detay verilerek tarif edilir. İnkarcıların taşıdığı kötü ahlak özellikleri, karakter bozuklukları anlatılır. Buna karşın, mümin ahlakının da son derece kapsamlı bir tarifi yapılır. Allah'ın ruhunu taşıyan, O'na yönelen ve yalnızca Allah'a itaat eden müminlerin Kuran'da sayılan tüm özellikleri yüksek bir ahlak ve karaktere dayanır.
İnkarcıların ve müminlerin tarifine baktığımızda, iki tarafın da birbirine tamamen zıt özellikler taşıdığını görürüz. Örneğin, müminler samimi ve güvenilirdir, inkarcılar ise samimiyetsiz ve son derece içten pazarlıklı bir yapıya sahiptirler. Müminler mütevazi, cesur, fedakar iken, inkarcılar kibirli, korkak ve bencildirler.
Müminler ve inkarcılar arasındaki bu büyük farklardan biri de sadakat konusunda ortaya çıkar. İnkarcılar asla gerçek bir sadakate sahip olamazlar: Kıstas olarak yalnızca kendi çıkarlarını seçtikleri için, bu çıkarlar uğruna kolaylıkla sevdiklerini söyledikleri insanları (dostlarını, yakınlarını) aldatabilirler. Doğru olduğunu bildikleri bir yoldan kolaylıkla geri dönebilirler.
Oysa müminler tamamen farklıdırlar. Onların kıstası kendi küçük çıkarları değil, Allah rızasıdır. Tüm tavırlarını Allah'ın istediği şekilde düzenlerler. Bu nedenle de sevdiklerini (yani diğer müminleri) basit hesaplar uğruna yüzüstü bırakmaları ya da bir zorluk nedeniyle doğru bildikleri yoldan dönmeleri söz konusu değildir. İman edenlere ve özellikle de peygambere karşı büyük bir sadakatle bağlıdırlar. Allah müminlerin sadakatini şöyle bildirir:
Müminlerden öyle erkek -adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler. (Ahzab Suresi, 23)
Sadakat müminleri birarada tutar. Kararlılığın önemli bir göstergesi olan bu özellik, gevşek yapının oluşmasına engel teşkil eden mümin özelliklerinden biridir. Sadakatte gösterilecek ufak bir gevşeklik, kişinin kendisine olan saygısını kaybettirir. Kendisine saygısını kaybeden bir kişi ise gittikçe daha da kötü bir duruma doğru ilerler. Yapılan bir sadakatsizlik ardından çok büyük sonuçlar doğurmaktadır. Sadakatsizlik yapan bir kişi, ilk önce bu hareketini müminlerden gizli tutmaya çalışarak sahtekarlık boyutuna girer. Birbirini izleyen yalanlarla müminleri aldatmak için uğraşmaya başlar. Bu durumu yeni yalanlar takip eder ve kişi müminleri aldatabildiği yanılgısına kapılarak farklı bir yaşam tarzını benimsemeye başlar. Bu yaşam tarzı olabildiğince müminlerden kopuk, onlara sevgi duymayan sadece müminlerden faydalanabilmeye dayanan kötü bir yaşam tarzıdır.
Bu, kişinin Allah rızasını değil insanların rızasını alabildiğince gözettiği ve onlar karşısındaki itibarını kendi aklınca kurtarabilmek gayesiyle yalanlara sığındığı zavallılık durumudur. Bu zavallılık durumunun ardından müminler tarafından fark edilip yalanları teker teker ortaya çıkmaya başlayan kişi, münafıklık alametleri göstermeye başlar. Sadakatsizliğine mazeretlerle çıkış noktaları bulmaya çalışarak kendini temize çıkarmaya uğraşır. Kendini temize çıkarma uğraşı müminlerden ayrılıp müşrik, münafık ve dinsizlerle ittifaka gidebilme aşamasına kadar kişiyi götürür.
Sadık müminler ise sadakatlerini ölünceye dek sürdürerek kararlılıklarını ve peygambere olan itaatlerini gösterirler. Çünkü müminlerin bu sadakati gerçekte Allah'a karşı olan sadakatleridir. Sadakatsizlik yapan kişi bu hareketini müminlere karşı değil Allah'a karşı yapar. Sadakat ve itaat de yalnızca Allah'adır. Kuran'da peygambere itaat edenlerin Allah'a itaat etmiş olacağı şöyle haber verilmektedir:
Kim Resul'e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik. (Nisa Suresi, 80)
Sadakat, bir müminin en hassas olması gereken konulardan biridir. Kuran'da, peygamberle birlikte mücadeleden kaçmaya yeltenen münafıklardan söz edilirken, onların daha önceden sadakat göstereceklerine dair yemin etmiş oldukları söylenir ve bu yeminin ağır bir sorumluluk olduğu şöyle bildirilir:
Oysa andolsun, daha önce "arkalarını dönüp kaçmayacaklarına" dair Allah'a söz vermişlerdi; Allah'a verilen söz (ahid) ise, (ağır bir) sorumluluktur. (Ahzab Suresi, 15)
Allah'a verilen sadakat sözü, ağır bir sorumluluktur. Bu nedenle de Allah müminlere şöyle emreder:
Allah'ın ahdini ucuz bir değere karşılık satmayın. Eğer bilirseniz, Allah Katında olan sizin için daha hayırlıdır. (Nahl Suresi, 95)
Kuşkusuz sadakatin en açık göstergesi peygambere itaattir. İtaat, pek çok Kuran ayetinde emredilen son derece önemli bir ibadettir. Ayetlerin bildirdiği gibi elçiye itaat etmek, hem Allah'tan gelecek rahmet ve merhametin, hem cennetin, hem de inkarcılara karşı kazanılacak başarının anahtarıdır. Ayetlerde şöyle hükmedilmektedir:
Allah'a ve elçisine itaat edin, ki merhamet olunasınız. (Al-i İmran Suresi, 132)
Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, onu altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Nisa Suresi, 13)
Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. (Nisa Suresi, 59)
Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde şayet sana gelip Allah'tan bağışlama dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlama dileseydi, elbette Allah'ı tevbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlardı. (Nisa Suresi, 64)
Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehitler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar? (Nisa Suresi, 69)
Ayetlerde emredildiği üzere peygambere itaatin her türlü şartta, her türlü zorlukta kayıtsız-şartsız uygulanması gerekir. Küçük birtakım zorluklara göğüs gererek yapılan itaat belki münafıklar tarafından da gösterilebilir; oysa gerçek anlamda zorluk ve sıkıntıya rağmen ortaya konan itaat, müminlere has bir özelliktir. Nitekim Kuran'da Peygamber Efendimiz (sav)'in dönemindeki münafıkların Allah yolunda girişilecek mücadeleyi kendi akıllarınca zor görerek geride kaldıkları bildirilir. Ancak eğer "yakın bir yarar ve orta bir sefer" olsa gelecekleri ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
Hafif ve ağır savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin. Eğer bilirseniz; bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı; onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi. "Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte (savaşa) çıkardık." diye sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefislerini helaka sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor. (Tevbe Suresi, 41-42)
Müminin sahip olduğu en önemli özelliklerden biri, itaatini her durumda korumasıdır. Kuran'da, gerçek müminlerle ikiyüzlüler (münafıklar) arasındaki fark şöyle bildirilmektedir:
Onlar derler ki: "Allah'a ve elçisine iman ettik ve itaat ettik" sonra bunun ardından onlardan bir grup sırt çevirir. Bunlar iman etmiş değildirler.
Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman, onlardan bir grup yüz çevirir.
Eğer hak lehlerinde ise, ona boyun eğerek gelirler.
Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa kuşkuya mı kapıldılar? Yoksa Allah'ın ve elçisinin kendilerine karşı haksızlık yapacağından mı korkuyorlar? Hayır, onlar zalim kimselerdir.
Aralarında hükmetmesi için, Allah'a ve elçisine çağrıldıkları zaman mümin olanların sözü: "İşittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır.
Kim Allah'a ve Resulü'ne itaat ederse ve Allah'tan korkup O'ndan sakınırsa, işte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.
Yeminlerinin olanca gücüyle Allah'a and içtiler; eğer sen onlara emredersen (savaşa) çıkacaklar diye. De ki: "And içmeyin, bu bilinen (örf üzere) bir itaattir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır."
De ki: "Allah'a itaat edin, Resul'e itaat edin. Eğer yine yüz çevirirseniz, artık onun (peygamberin) sorumluluğu kendisine yüklenen, sizin sorumluluğunuz da size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz. Elçiye düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir." (Nur Suresi, 47-54)
Elçiye gösterilecek olan bu itaat, içten gelerek yapılacaktır. Mümin, elçinin verdiği kararın doğru olduğuna kesin olarak kanaat getirmeli ve itaatinde hiçbir şüphe ya da kuruntu duymamalıdır. Bu son derece önemli bir konudur. Çünkü aksi bir tavır, yani gönülsüz bir itaat, Kuran'da imansızlık göstergesi olarak tarif edilmektedir. Allah ayette şöyle buyurmaktadır:
Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar. (Nisa Suresi, 65)
İtaat, insanın Allah'a iman ettiğinin ve O'na kul olmayı kabul ettiğinin en açık göstergesidir. İnsanı ebedi kurtuluşa kavuşturacak olan da ancak itaattir. Çünkü ayetteki, "Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resulüne icabet edin" (Enfal Suresi, 24) hükmüne göre, Resul müminleri kendilerine "hayat verecek", kendilerini kurtaracak şeylere çağırmaktadır.
Bir başka ayette, Resulün müminleri kurtuluşa, özgürlüğe, ferahlığa çağırdığı ve kötülükten alıkoyduğu şöyle haber verilmektedir:
Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır. (Araf Suresi, 157)
Müminlerin inkarcılara karşı fikren başarı kazanması da ayetlerde haber verildiği üzere Resullerine ve içlerindeki emir sahiplerine olan itaatlerine bağlıdır. Eğer itaat ederlerse Allah müminleri destekler ve onlara başarı verir. Ancak bunun tersi de geçerlidir. Eğer müminler emre itaat etmezlerse, inkarcılar karşısında güç kaybederler. Aşağıdaki ayette, Peygamberimiz (sav) döneminde müminlerin yaşadığı bu tür bir olay şöyle haber verilmektedir:
Andolsun, Allah size verdiği sözünde sadık kaldı; siz O'nun izniyle onları (inkarcıları) kırıp-geçiriyordunuz. Öyle ki sevdiğiniz (zafer)i size gösterdikten sonra, siz yılgınlık gösterdiniz, isyan ettiniz ve emir hakkında çekiştiniz. Sizden kiminiz dünyayı, kiminiz ahireti istiyordu. Sonra (Allah) denemek için sizi ondan çevirdi. Ama (yine de) sizi bağışladı. Allah müminlere karşı fazl (ve ihsan) sahibi olandır. (Al-i İmran Suresi, 152)
Kurtuluş ancak itaatle olur. İtaat etmeyen, peygamberden ya da müminlerden ayrı bir yola sapan kimsenin varacağı yer ise, eğer bundan vazgeçip doğru yola uymazsa, Kuran'ın hükmüne göre cehennemdir. Allah Nisa Suresi'ndeki bir ayetinde şöyle hükmetmektedir:
Kim kendisine 'dosdoğru yol' apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!.. (Nisa Suresi, 115)
ADNAN OKTAR: Bir insan imtihan oluyorsa ve eğitiliyorsa bunun dışında ne olabilir? Yani bir insan rahatlıkla ve keyifle nasıl imtihan olsun ve karakteri nasıl gelişsin? Yani, nerede sabır gösterecek? Nerede şefkat gösterecek? Koruma, kollamayı nerede yapacak? Nasıl cömert olacak değil mi? Nerede aklını kullanacak, iradesini kullanacak? Metanet nerede, cesaret nerede? Bakın bu saydıklarım hep insanı insan yapan en mükemmel özellikler. Bunların olması için mutlaka zorluğa ihtiyaç var. Öbür türlü dümdüz oluruz duvar gibi. Yani geriye bir özelliğimiz, çok çok az özelliğimiz kalır. Allah onun için insanı çok değerli buluyor. Meleklerden daha değerlidir insan, daha önemlidir çünkü imtihan oluyor ve bu melekelerini geliştirebiliyor. Mesela melekler Allah’ın dilediği şekilde sadece o belirli özellikleri göstertebilirler. Yani çetinlikle, zorlukla karşılaşan insandır, çünkü sürekli aklını kullanıyor Allah’ın dilemesiyle. Mesela irade kullanıyor, sabır kullanıyor, cesaret kullanıyor, vefa kullanıyor, vefalı oluyor değil mi? Şefkat gösteriyor, derin düşünmek durumunda kalıyor. Özellikle cesaret mesela zor bir şeydir, korkuyu yenmek zor bir şeydir. Mücadele zor bir şeydir. Mesela tembelliğe karşı iradesini kullanıyor. Bunların hepsinin toplamında mükemmel bir kişilik çıkmış oluyor ve biz insanı bu yönlerinden dolayı çok severiz. Yoksa öbür türlü ölü olur insan adeta.
Ceset bir şey ifade ediyor mu bizim için? Etmez. İşte insan ceset gibi olur. Bizim insanları sevme nedenimiz cesareti oluyor, sabrı, metaneti, değil mi, şefkati, cömertliği. Mesela cömert bir insan seviliyor. Affeden bir insan seviliyor. Affetmemiz için zor bir şey olması lazım ki affedeceğiz. Sabır, neye sabır göstereceğiz zorluk yoksa? Sabrından dolayı bir insanı seviyoruz. Mesela insan sevdiği ile bağlantısını devam ettirebilmesi için sabra ihtiyacı var. Cesarete ihtiyacı var ki onu koruyabilsin, değil mi? Mesela acıya karşı da sabreder insan. Zamana karşı sabreder. Farz edelim ki, sevdiği bir insan oluyor, insan onu 1 yıl da bekliyor, 2 yıl da bekliyor, 3 yıl da bekliyor değil mi? Öbür türlü vefasızlık olur.
Adamlar 1 gün, 2 gün bile bekleyemiyor, yani değil yıllarca beklemek. Halbuki Allah sabırlı olan insanları seviyor. Biz de sabırlı olan insanları seviyoruz. Mesela cömert insanı seviyoruz biz. Allah’ın da bize karşı cömert olmasını istiyoruz değil mi? Ya Rabbi bize bol bol mal ver diyoruz, imkan ver. Peki sen Allah’ın cömert olmasını istiyorsun sen niye cömert olmuyorsun? Allah’ın affetmesini istiyor insanlar, sen niye affetmiyorsun, değil mi? Allah’ın vefalı olmasını istiyor, sen niye vefalı olmuyorsun? Allah vefalıdır. İnsanın da vefalı olması lazım. Mesela Allah hiçbir şeyden korkmaz. Ama insanların da korkmaması lazım, cesur olması lazım Allah için, Allah’a tevekkül ederek. Mesela peygamberler korksalardı hiçbir hizmet yapamazlardı. Çünkü karşılarındaki insanlar hep onları tehdit ediyorlardı ve şehit etmeye kalkıyorlardı, yaralamaya kalkıyorlardı, tuzak kuruyor, iftira ediyor, hakaret ediyorlardı. Mesela Hz. Mehdi (as). Hz. Mehdi (as) zuhur ettiğinde onu hapsedecekler, baskı yapacaklar, hakaret görecek, iftira görecek. Eğer cesur olmazsa, sabırlı olmazsa, iradeli olmazsa nasıl Mehdilik görevini yapsın. Onun Mehdilik görevi sonucunda da bütün insanlar mutlu oluyorlar, herkes sevince, huzura ve neşeye kavuşuyor.
Ama bakın bir insanın cesareti, vefası, sabrı bütün insanların kurtuluşuna vesile oluyor. Değil mi? Tek bir insanın. Eğer o vefalı olmasa, sabırlı olmasa, cesur olmasa bütün insanlık batar Allah esirgesin. Allah onu vesile ediyor. Hz. Mesih (as) da öyle. Bir kere sabırlı, mesela sadece 12 kişi Hz. Mesih (as)'a o zamanlar iman etti. Hiçbir zaman için iradesini kaybetmedi. Onca mucize göstermesine rağmen, onca güzel ahlakına rağmen sadece 12 kişi. Ama Allah şimdi tekrar geldiğinde de bütün dünyaya iman ettiriyor. Bütün gücün Allah’ın elinde olduğunu gösterten açık bir delildir bu inşaAllah. (Adıyaman Asu TV, 30 Kasım 2009)