Sadakat ve ihlas kadar önemli bir diğer mümin vasfı da, tesanüttür (kardeşlik, dayanışma, birliktelik). Kuran'da bildirilen hükme göre, tüm müminler birbirlerinin kardeşidirler. Onlar aynı yola uymuş, aynı kitaba tabi olmuş, aynı hedefe sahip, aynı duyguları taşıyan insanlardır. Dolayısıyla aralarında büyük bir sevgi ve dayanışma bulunur. Allah, bu durumu şöyle bildirmektedir:
Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak cehd edenleri (çaba harcayanları) sever. (Saff Suresi, 4)
Üstteki ayette tarif edildiği gibi bir tesanüt içinde Allah yolunda cehd etmek (çaba harcamak) kesin bir emirdir. Al-i İmran Suresi'nde Allah şöyle hükmetmektedir:
Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzenizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)
Müminler güzel ahlaklıdırlar, mütevazidirler, sevgi ve saygı doludurlar. Bu yüzden de tesanüt müminler arasında doğal bir şekilde oluşur. Ancak bu konuda yine de dikkat edilmesi gereken yönler vardır. Çünkü müminlerin istemeden ve kasıt gözetmeksizin yapabileceği çeşitli yanlışlar, bu tesanüdün zedelenmesine ve müminler arasında soğukluk yaşanmasına neden olabilir.
Bu yanlış hareketlerin nedeni, müminlerin davranışlarını gaflet anlarında etkileyen nefstir. Mümin fedakar, sevecen ve sıcaktır; ama herkeste nefs bulunur ve insan dikkat etmezse bazen nefsine uyabilir. Kıskanç, bencil ve hırslı olan nefsine uyması ise, bu kötü hislerin mümine etki etmesi demektir.
İşte bu yüzden Kuran'da, müminler tesanüt konusunda son derece dikkatli olmaları için uyarılmaktadırlar. Madem şeytanın insandaki tezahürü olan nefs, insanı yanıltabilmektedir, öyleyse karşıdaki müminin nefsini harekete geçirecek bir üslup kesinlikle kullanılmamalıdır. Bu yönde ayette şöyle buyrulmaktadır:
Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53)
Ayette bildirilen emir, tesanüdün sağlanması açısından son derece önemlidir. Birincisi, müminlerin birbirlerine karşı sürekli olan en güzel hitap şeklini (yalnızca güzel değil, "en güzel") kullanmaları emredilmektedir. İkincisi, şeytanın bir özelliği açığa vurulmaktadır: Şeytan, insanların ve özellikle de müminlerin arasını bozmak için uğraşmaktadır.
Şeytanın ve nefsin müminlerin arasındaki tesanüdü bozmak için en çok başvurduğu yollardan biri ise, rekabet duygusudur. Eğer mümin gaflet halinde olursa, makam, mevki gibi konularda rekabet hissine kapılıp kardeşlerini geçmeye, kendini onlardan daha ön plana çıkarmaya çalışabilir. Aynı şekilde kendisinden daha ön plandaki bir kardeşine karşı kıskançlık hissedebilir. Aslında gaflet halinde yapılan bu hareket, gerçekte Allah'a isyan anlamına gelmektedir. Çünkü, "Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar?" (Nisa Suresi, 54) ayetine göre, insanlara verilmiş olan nimetler Allah'tandır ve bunları kıskanmak Allah'ın takdirine karşı gelmek anlamına gelir. Bu nedenle müminlerin kıskançlık gibi bir tavırdan kesinlikle uzak durmaları gerekmektedir. Eğer böyle bir tavır ortaya konarsa, bu hem Allah'ın rızasına uygun olmayan bir harekettir hem de ayetin hükmüne göre, müminlerin gücünün azalmasına neden olur:
Allah'a ve Resulü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)
Müminlerin arasında sadece hayırlarda yarışmak vardır. Bu nedenle mümin, kesinlikle kardeşleri ile arasında bir çekişme, rekabet ortamı oluşmasına engel olmalıdır. Hem kendisi kıskançlık gibi ilkel bir duyguya kapılmamalı, hem de sahip olduğu özellikleri ön plana çıkartarak kardeşlerinin nefsindeki kıskançlık damarını tahrik etmemelidir. Olabildiğince mütevazi, alçak gönüllü olmak, rekabet tehlikesini yok eder. Kuran'da bu konuda verilen bir diğer kıstas ise, kardeşlerinin nefsini kendi nefsine üstün tutmak, yani her durumda fedakar davranmak ve bundan zevk almaktır. Kuran'da bu kıstas şöyle tarif edilir:
Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin "cimri ve bencil tutkularından" korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)
Kıskançlık, rekabet, darılma inananlar arasında birliğin ve kardeşliğin önündeki çok önemli üç engeldir. Hırs sonucu doğabilecek herhangi bir rekabet, insanların birbirlerine olan sevgisini azaltır. Bu tür Kuran ahlakına uymayan bir hareket, onların ruhlarına büyük zarar verir ve manevi yönden gerilemeye yol açar.
Oysa inananlar için sonsuz bir sevap kaynağı mevcutken birbirlerinin önünü tıkayıp, haksız rekabet ve kıskançlıklarla vakit geçirmenin hiçbir anlamı yoktur. Eğer hedef Allah rızası olursa, herhangi bir rekabet olmaz. Çünkü herkes bir diğerinin önünü kesmeden Allah rızası için hizmet edebilir, sevap toplayabilir. Bu nedenle müminler, mümin topluluğunun bir insan vücudu gibi olduğunu, her organın bir diğerinin yardımcısı ve destekçisi olduğunu unutmaz ve kardeşlerinin başarılarını kendi başarılarıymış gibi görürler. Bu, son derece önemlidir. Kuran'da müminlerin arasındaki tesanüt ile ilgili çok sayıda ayet vardır. Bir ayette, müminlerin diğer müminlerle tesanüdlerinin artması için yaptıkları bir dua şöyle aktarılır:
Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: "Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin." (Haşr Suresi, 10)
Müminler arasında bir çekişme ya da kırgınlık yaşanması herkese zarar verir. Dolayısıyla iman edenler böyle bir harekete tevessül etmezler. Nitekim bir Kuran ayetinde, müminlerin birbirlerinin velileri (dost ve koruyucuları) olmadıkları takdirde, fitne çıkacağı şöyle haber verilmektedir:
İnkâr edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)
Ayrıca Kuran'da tesanütle ilgili açık hükümler vardır. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 105)
…Buna göre, eğer mümin iseniz Allah'tan korkup-sakının, aranızı düzeltin ve Allah'a ve Resulü'ne itaat edin." (Enfal Suresi, 1)
Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiçbir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah'adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir. (Enam Suresi, 159)
Müminler diğer müminlere karşı son derece merhametli ve alçak gönüllü olmakla yükümlüdürler. Aksi bir tavır kesinlikle Kuran'a uygun değildir. Kibir, kıskançlık, çekememezlik, kötü söz söyleme, çekişme müminlerin değil, inkarcıların özelliğidir. Bu nedenle nefsi yüzünden böyle bir küçüklük göstermiş olan bir mümin hemen kendini toparlamalı, Allah'a sığınmalı ve gerçek mümin tavrını göstererek hatasını telafi etmelidir. Aksi halde Allah o kişinin yerine daha hayırlısını getireceğini ayetlerinde haber vermiştir. İman eden her insan aşağıdaki ayetin hükmüne girmekten şiddetle kaçınmalıdır:
Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) Kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Maide Suresi, 54)
ADNAN OKTAR: Ben Ehli Sünnet mezhebine mensubum Hanefiyim. Fakat Şii kardeşlerimi, çok takva, çok mükemmel buluyorum. Çok iyi insanlar olarak buluyorum. Halis Müslümanlar olarak buluyorum. Aynı şekilde Vahabi olan kardeşlerimi de son derece, takva son derece dindar, dini çok güzel yaşayan insanlar olarak görüyorum. Yani sanki biz bir okulun talabeleri gibiyiz. Ama aynı okulun talebesiyiz. Yani aynı amaca hizmet ediyoruz. Çünkü Allah’ımız bir, Kitabımız bir, kıblemiz bir. Aynı Peygamberlere inanıyoruz. Her şeyimiz aynı. Sadece bir takvada yarışma var. Takvada yarışıyoruz. Onun için mezhep ayırımından kaynaklanan Müslümanlara karşı mesafeli olma tam bir fitnedir. Tam bir münafık alametidir. Samimi Müslümanın aslı yapmayacağı bir şeydir.
Ben bakıyorum mesela Şii kardeşlerime son derece takvalar, Vahabi kardeşlerime bakıyorum son derece takvalar, ne demek mezhep ayrımı? Ne demek onları garipsemek? Çok çok acayip bir şey bu. Müslümanlar ancak takvada yarışabilirler. Kuran’da belirtiyor Allah, takvada yarışma vardır. Takvada yarışırız, ama hepsi candan sevdiğimiz mükemmel Müslüman olan kardeşlerimizdir. (Al Baghdadia TV röportajından, 29 Haziran 2008)
ADNAN OKTAR: Bir kere şu mezhep ayrımından kaynaklanan muhalif ruhu kaldırmak lazım. Şiiler, Aleviler, Bektaşiler, Vahabiler bunlar bizim hepsi kardeşimiz. Hepsi mümin, muttaki tertemiz insanlar, hepsi Allah’a aşık, Peygamberlere aşık, derin sevgi içerisinde olan insanlar. Bizim için bir nimettir kardeşlerimiz. Hepsi bir nimettir. Bu düşüncenin ortadan kalkması gerekiyor, muhaliflik düşüncesinin. Ayrıca İslam ahlakı Türk İslam coğrafyasına yayıldığında bu çalışkanlık, aktivite, zihin açıklığı, disiplin, tevekkül, temizlik, kalite ve derin akıl meydana getirir. Bunun bereketini ve güzelliğini bütün bu coğrafyanın tamamı görür. Hatta Hıristiyan alemi, Museviler istifade ederler. Bunun için biraz aceleci olunması gerekiyor. (Denge TV, 3 Temmuz 2008)
ADNAN OKTAR: Kuran’da bize, bütün İslam aleminin birlik olması emrediliyor. "Kurşunla kaynatılmış binalar gibi" diyor hatta Allah ayette şeytandan Allah’a sığınırım. Müslümanların bir kere birlik olması fakirlikten kurtulmaları için birinci şarttır. İkincisi Kuran ahlakının samimi olarak uygulanması gerekir. Bu şefkat, merhamet, sevgi ve yardımlaşmadır. Bir Müslüman zaten mal hırsı içerisinde olamaz, dünya hırsı içerisinde olamaz. Birlik ve beraberlik olunca zaten kendi ailesi gibi, kendi kardeşleri gibi görecektir diğer Müslümanları. Böylece zenginlik ve bereket bu farzların yerine getirilmesi ile kendinden gelir. Yani bunun için özel bir gayrete gerek yok. Müslümanların birbirini sevmesi, birlikte beraber olmaları gerekir. Zaten petrol yönünden de, maden yönünden de, insan yönünden de çok zengin ülkeler İslam ülkeleri. Sadece biraraya gelmeleri, birbirlerine karşı sevgi duymaları, akılcı bir çalışma ile gayret etmeleri gerekiyor. O zaman Hz. Süleyman (as) devri gibi olacak inşaAllah. Yani o devir gibi olmasa bile müthiş bir zenginlik ve bereket çağı gelecek. İnşaAllah büyük bir İslam birliği düşüncemiz var. Türk İslam Birliği tarzında.
Dünyanın en büyük süper devleti olacak şekilde Müslüman alemi, bir düşüncemiz var. Türkiye’nin liderliğinde, Türkiye’nin ağabeyliğinde, bütün İslam alemini, bütün Türklük alemini birleştirerek. Türklük aleminin zaten hepsi Müslümanlardan oluşuyor, ben anlaşılması için söylüyorum. Yani aslında bu zaten bir İslam birliği olmuş oluyor aynı zamanda. Bu birlik içerisinde bereket, bolluk ve huzur olacağına inanıyoruz. Savaşların duracağını, savaşlara yapılan masrafın yerine insanlara faydalı olan şeylere paraların harcanacağını düşünüyoruz.
Bunun da vaktinin yakın olduğuna inanıyoruz. Ama bizim tabi asıl inancımız, Türk İslam Birliği'nin oluşmasında ahir zamanda zuhur edecek Hz. Mehdi (as)'ın vesilesiyle bunların olacağına inanıyoruz. Ve İsa aleyhisselam’ın da zuhur edeceğine ve yakın olduğuna inanıyoruz. Kuran’da belirtildiğine inanıyoruz İsa aleyhisselam’ın inişinin. Hz. İsa (as) ile Hz. Mehdi (as)'ın birleşerek dünyada tek İslam dininin kalacağı şekilde bereket ve bolluk dolu güzel bir çağ açacağına inanıyoruz. (Bağdat TV röportajından, 2 Mart 2008)