Nefis önceki sayfalarda da vurguladığımız gibi iki taraflıdır ve Allah nefse fücuru yani kötülüğü ve ondan sakınmayı ilham etmiştir. Kuran'da, nefsin fücurunu ifade etmek için çoğu kez "heva" ifadesi de kullanılır. Heva sözlükte; "istek, tutku, nefsin arzu ve hevesi, şehvet, şehvete karşı şiddetli eğilim, insanın bozulmasına yol açan bütün olumsuz içsel etkenler" şeklinde tanımlanır.
İnkarcılar, nefsin bu negatif yönünü, yani hevayı büyük bir cehaletle tek yol gösterici ve amaç edinirler. Tüm hayatlarını, hevalarını tatmin etmek üzerine kurmuşlardır. Bu nedenle tüm zihinlerini hevanın tatminine yöneltirler ve dolayısıyla Kuran ahlakının insana gösterdiği gerçekleri kavrayamayacak hale gelirler. Allah, hevalarının denetimine giren insanların, Kuran'ı ve peygamberin tebliğini kavrayamadıklarını şöyle bildirir:
Onlardan kimi gelip seni dinler. Nitekim yanından çıkıp-gittikleri zaman, ilim verilenlere derler ki: "O biraz önce ne söyledi?" İşte onlar; Allah, onların kalplerini mühürlemiştir ve onlar kendi heva (istek ve tutku)larına uymuşlardır. (Muhammed Suresi, 16)
Nefsini örten, nefsinin fücuruna teslim olan bir insan, her olayda ve yargıda hevasının hakemliğine başvurur. Hevanın istek ve arzuları tek kıstası olur. Bu çarpık kıstasa uyan insan artık cahilce kendi nefsine tapmaktadır. Kuran'da insanın bu duruma gelmesine, "kendi hevasını ilah edinme" adı verilir:
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)
Heva ve hevesi doğrultusunda hareket ettiği için akledemez hale gelen kişi, aynı zamanda Kuran'da görmez ve işitmez olarak tanımlanmaktadır. Akleden müminler ise iyiyle kötüyü ayırt eden bir anlayışa (ferasete) ve olaylara hakim olan bir bakış açısına, kavrayışa (basirete) sahip olurlar. Kuran'da, hevalarına uydukları için akletme yeteneklerini yitiren ve sapan insanlar ve toplumlarla ilgili pek çok ayet vardır. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:
De ki: "Ey kitap Ehli, haksız yere dininiz konusunda aşırı gitmeyin ve daha önce sapmış, birçoğunu saptırmış ve dümdüz yoldan kaymış bir topluluğun heva (istek ve tutku)larına uymayın." (Maide Suresi, 77)
Ne oluyor ki size, kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalmanız dışında, O, size haram kıldıklarını ayrı ayrı açıklamışken, üzerinde Allah'ın ismi anılan şeyleri yemiyorsunuz? Gerçekten çoğu, bir ilim olmaksınız kendi heva (istek ve tutku)larıyla (kimilerini) saptırıyorlar. Şüphesiz, senin Rabbin haddi aşanları en iyi bilendir. (Enam Suresi, 119)
Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) yada yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)
Hayır, zulmedenler, hiçbir bilgiye dayanmaksızın kendi hevalarına uymuşlardır. Allah'ın saptırdığını kim hidayete erdirebilir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur. (Rum Suresi, 29)
Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey) bozulmaya uğrardı. Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar. (Müminun Suresi, 71)
Sana da (Ey Muhammed) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahit-gözetleyici' olarak Kitab'ı (Kuran'ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için diye onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır. (Maide Suresi, 48-49)
Heva insanı birtakım tutkulara kaptırır, onun gözlerini kör eder. Bu durumdaki insan da ebedi felaketine doğru hızla ilerler.
ADNAN OKTAR: Bakın şu an önümüzde bir perde var. Biz de perdenin üstüne yapışığız adeta ve bunu seyrediyoruz. Böyle harika bir yapı varken, işte adam çeki ödemedi diye onunla kavga ediyor, hakaret ediyor. Veya bir arkadaşıyla rekabet etmeye kalkıyor, ama şu görüntüden oluşan dünyanın içerisinde, televizyon ekranının üzerinde yaşayan bir insanı düşünün, yani televizyon ekranının üstünü böyle kaplamış bir varlık düşünün ve bütün dünyasının oradaki görüntülerle boğuşmak olduğunu düşünün; bu çok anormal bir hareket olur. Onun için biz bütün dikkatimizle, vicdanen, Allah ile bağlantıda olmak durumundayız. Yani Allah’ı çok sevmek, çok saygı göstermek, Allah’ı her şeyden önemli görmek, her şeyi O’nun tecellisi olarak görmek ve O’na bağlantılı yaşamak durumundayız. Makul olan, doğru olan budur yani vicdana uygun olan budur. Aksi, çılgınca bir hareket olur ve delice bir hareket olur, yani dengesiz bir hareket olur. Biz şu an normal olanı yapıyoruz aslında. Yani çünkü bir varlık düşünün böyle olağanüstü yaratılmış, Allah ile bağlantısı olmuyor. Peki bu normal bir şey mi? Onun için “heva ve hevesini tanrı edineni gördün mü?” (Furkan Suresi, 43) diyor Allah, şeytandan Allah’a sığınırım, ayet var. Yani sadece çıkarlarını tanrı edinmiş, ufak çıkarlarını. Ondan da bir şey çıkmaz ayrıca dünya çıkarlarından. Ne olur yani?
İki tabak yemek yiyorlar, o zaman ya kolesterolü çıkıyor, ya tansiyonu çıkıyor, rahatsızlanıyor ya şekeri çıkıyor, bir şeyler oluyor, değil mi? Onun eziyeti daha da fazla oluyor onun için. Veyahut iş yerini daha genişletmek istiyor. Daha büyük bir iş yeri, daha da sinirlerini bozuyor onun, daha da stres içinde yaşamasına sebep oluyor. Say say bitmez. Mesela siyasete giriyor müthiş bir gerilim içerisine düşüyor. Başka olaylara giriyor yine gerilim içine düşüyor. Allah, şeytandan Allah’a sığınırım, bu konuyu şöyle açıklıyor Cenab-ı Allah; “insan zayıf yaratıldı” (Nisa Suresi, 28) diyor. Yani sırf insana mahsus olarak zayıf yaratılmıştır. Hamam böcekleri bile çok kuvvetlidir, bünye olarak çok güçlüdür. Tabii akrep falan, atom bombasından bile etkilenmiyor akrep, değil mi? Ama insan çok çok zayıftır. Bak mesela bir grip salgını oluyor, herkes telaşta hemen hemen, büyük bir bölümü insanların telaşta çünkü bir virüs rahatça insanı öldürebiliyor ve hiçbir şekilde de kurtuluş yok. Nereden geldiği de belli olmaz virüsün ve en güçlü dediğimiz bünye bile bazen dayanamıyor, Allah vermesin.
Evet, onun için bu kısacık hayattaki 10 seneler bir yıl gibi geçiyor, her on sene. Yıllar zaten ay gibi geçiyor görüyorsunuz. Bir yaz oluyor, bir kış oluyor; bir yaz oluyor, bir kış oluyor. Şimdi bakın kış diyoruz. Bir süre sonra, çok kısa bir süre sonra bir bakıyorum ağaçlarda hemen tomurcuklar belirmeye başlıyor. Bir bakıyoruz sıcaklar arttı ne yapsak acaba; vantilatör açsak, klima çalışsın diyoruz. Çok kısa süre sonra da aman diyoruz sobayı veya ısıtıcıları açın, ev ısınsın demeye başlıyoruz ve bu durum nefes kesecek bir süratle devam ediyor.
Akıllı insan, Allah’ın varlığının derinliğini görür ve dünyada hırs yapacak bir şey olmadığı bilir. Bir de ne kadar güzel, Allah’ımız diyor ki: “Benim rızamı arayın, Beni sevin, Beni anlayın, sanatımı görün” -ki görünmeyecek gibi değil, yani en kafası çalışmayanın bile göreceği gibi- “Ben de size sonsuz hayatınızda” -ki sonsuz hayat vereceğim size diyor- “ve çok hoşunuza gidecek bir hayat yaşatacağım” diyor.
Bir de diyor ki Cenab-ı Allah: “bakın” diyor, “daha önce yaptıklarıma bakın.” Televizyonlar yaratıyor, buzdolapları yaratıyor, arabalar, evler yaratıyor, yiyecek yaratıyor, göz, kulak, burun hepsini yaratıyor. “Ben bunları yaptım mı” diyor Cenab-ı Allah. “Ben bunu bir daha yapmaya muktedir miyim, değil miyim?” diyor. Yani bir kere yapan, bir daha yapabilir mi yapamaz mı diyor Allah. “Bir düşünün” diyor ama çok da fazla delil vermez artık Allah. O zaman imtihan olmaz. “Bakın alametlerime” diyor, “Beni anlayın ve Bana kul olun” diyor. Kul olmazsa kişi, zaten onun kaderinde oluyor, “sonsuza kadar azap çekersiniz” diyor Allah, ama “kul olursanız da sonsuza kadar mutlu olursunuz” diyor. (Adıyaman Asu TV röportajı, 30 Kasım 2009)