Arapçada bazı kelimeler -her dilde olduğu gibi- birden fazla manaya gelebilmektedir. Türkçede "yüz" kelimesinin farklı anlamları olduğu gibi Arapçadaki "fitne" kelimesinin de farklı karşılıkları bulunmaktadır.
Fitne, asıl olarak "altının diğer yabancı madenlerden ayrılması amacıyla kaynatılması işlemi" için kullanılan bir kelimedir. Kuran'ın birçok ayetinde fitne -kelime köküyle bağlantılı olarak- müminlerle, inkarcıların veya münafıkların birbirinden ayrılması için yaratılan imtihanlara verilen isimdir. Yani insanın doğru yoldan sapması veya hidayete tabi olması bu imtihan karşısında gösterdiği tutuma bağlıdır. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
Musa, belirlediğimiz buluşma zamanı için kavminden yetmiş adam seçip-ayırdı. Bunları da 'dayanılmaz bir sarsıntı' tutuverince, dedi ki: "Rabbim, eğer dileseydin, onları ve beni daha önceden helak ederdin. (Şimdi) İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin? O da Senin deneme (fitne)nden başkası değildir. Onunla sen dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirirsin. Bizim velimiz Sensin. Öyleyse bizi bağışla, bizi esirge; Sen bağışlayanların en hayırlısısın." (Araf Suresi, 155)
Dünyanın bir imtihan yeri olduğu ve insanların imanlarının mutlaka sınanacağı Kuran'ın birçok ayetinde hatırlatılmaktadır:
İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan (fitneyle denenmeden) bırakılacaklarını mı sandılar?
Andolsun, onlardan öncekileri sınadık (fitneyle denedik). Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir. (Ankebut Suresi, 2-3)
Diğer bir ayette de fitnenin iki türlü olacağı bildirilmiştir:
Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek (fitneye tabi tutarak) imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya Suresi, 35)
İnsanın çok mal sahibi olması ve birçok nimetle donatılması, Kuran ahlakına uygun hareket ettiği takdirde onun Allah'a yaklaşmasına vesile olur. Ama kendisine ait olduğunu sanarak övündüğü ve sahip olduklarını Allah rızasına uygun biçimde sarf etmediği takdirde doğru yoldan sapmış olur. Böyle bir kişi için "mal fitnesine kapıldı", "mal fitnesine" düştü tabiri kullanılır. Bu kişi imtihanı kaybetmiş ve bu tutumunda değişiklik yapmadığı takdirde ahirette "hüsrana uğrayanlardan" olma aşamasına gelmiştir.
Aynı şekilde başa gelen bir sıkıntı, bir hastalık, kişinin evini, ailesini kaybetmesi gibi durumlar da fitneye örnek verilebilir. Ancak insan burada isyan ettiği, umutsuzluğa ve üzüntüye kapıldığı takdirde, fitne onun imanının zayıf olduğunu ortaya çıkarmış olur.
Mümin ise her türlü olayın Allah'tan geldiğini bilir ve her türlü olay karşısında Allah'tan razı olur, en büyük sıkıntıyı bile tevekkülle karşılar. Dünyaya ait hiçbir değer onun kalbinde yer tutmadığından bunların kaybından veya elden çıkmasından üzüntü duymaz. Bu ruh halinin Allah'ın rızasını kazanabilmek için en uygun olduğunu bilir.
Kuran'ın bazı ayetlerinde, inkarcıların durumlarını apaçık ortaya çıkarmak için Allah'ın bazı olaylar yarattığı haber verilmektedir. Bu ayetlerden bir tanesinde şöyle buyrulur:
Böylece: "Allah içimizden bunlara mı lütufta bulundu?" demeleri için onlardan bazısını bazısıyla denedik (fitneye tabi tuttuk). Allah, şükredenleri daha iyi bilen değil mi? (Enam Suresi, 53)
Konu ile ilgili ayetlerden bazıları şöyledir:
Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Şeytanın (bu tür) katıp bırakmaları, kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (her türlü) duyarlılıktan yoksun bulunanlara (Allah'ın) bir deneme (fitne) kılması içindir. Şüphesiz zalimler, (gerçeğin kendisinden) uzak bir ayrılık içindedirler. (Hac Suresi, 52-53)
Aşağıdaki ayette de insanların bazılarının sapmasına da sahip oldukları malların sebep olduğu bildirilir:
Onlardan bazı gruplara, kendilerini denemek (fitne olması) için yararlandırdığımız dünya hayatının süsüne gözünü dikme. Senin Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir. (Taha Suresi, 131)
Söz konusu denemeler, birtakım insanların iyi veya kötü olduklarının ortaya çıkarılmasından ziyade, inkarlarının pekişmesi ve gerçeğin tartışmasız şekilde ortaya çıkması görevini görmektedirler. Konu başka bir ayette ise şöyle bildirilmektedir:
Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin; Allah bunlarla ancak onları dünya hayatında azablandırmak ve canlarının inkâr içindeyken zorlukla çıkmasını ister. (Tevbe Suresi, 55)
Allah'ın bazı insanları bir ilim üzerine saptırdığı da Kuran'da şöyle haber verilmektedir:
Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz? (Casiye Suresi, 23)
Allah'ın suçlarından dolayı saptırdığı böyle kimseler için artık bir çıkış yolu yoktur:
Şu halde münafıklar konusunda ikiye bölünmeniz ne diye? Oysa Allah, onları kazandıkları dolayısıyla tepe taklak etmiştir. Allah'ın saptırdığını hidayete erdirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık sen ona kesin olarak bir yol bulamazsın. (Nisa Suresi, 88)
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi fitnenin bir sapma vesilesi olabileceği Kuran'da birçok ayette hatırlatılmış, bu konuda geçmiş ümmetlerden örnekler verilmiştir. Örneğin Hz. Musa (as) kendilerinden uzaklaştıktan sonra, kavminin Samiri tarafından saptırılması ve bir buzağı heykeli yaparak, ona tapmaya başlamaları ayetlerde "fitneye düşürülmek" şeklinde tarif edilmektedir:
Dedi ki: "Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı." (Taha Suresi, 85)
Böylece (Samiri) onlara böğüren bir buzağı heykeli döküp çıkardı, "İşte, sizin ve ilahınız, Musa'nın ilahı budur; fakat (Musa) unuttu" dediler. Onun kendilerine bir sözle cevap vermediğini ve onlara bir zarar veya fayda sağlamaya gücü olmadığını görmüyorlar mı? Andolsun, Harun bundan önce onlara: "Ey kavmim, gerçekten siz bununla fitneye düşürüldünüz (denendiniz). Sizin asıl Rabbiniz Rahman (olan Allah)dır; şu halde bana uyun ve emrime itaat edin" demişti. (Taha Suresi, 88-90)
Fitnelerin saptırmasına delil olan ayetlerden bazıları şöyledir:
Artık yakında göreceksin ve onlar da görecekler. Sizden, hanginizin "fitneye tutulup-çıldırdığını. "Elbette senin Rabbin, kimin Kendi yolundan şaşırıp-saptığını daha iyi bilendir; ve kimin hidayete erdiğini de daha iyi bilendir. (Kalem Suresi, 5-7)
Bazı ayetlerde ise müminlerin fitne ile güçlerine güç katıldığından ve Allah'a yaklaşmalarına fitnelerdeki olumlu tavırlarının vesile olduğundan bahsedilir.
Örneğin Peygamberimiz (sav) döneminde, müminlere karşı savaş açılması ve sıcak savaş anı büyük bir fitnedir. Ayetlerde müminlerin düşmanla karşı karşıya geldiklerinde nasıl bir ruh hali sergiledikleri şöyle haber verilmiştir:
Müminler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: "Bu, Allah'ın ve Resulü'nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resulü doğru söylemiştir." Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı. (Ahzab Suresi, 22)
Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 173)
Fitne ne kadar büyük olursa olsun mümin Allah'ın rızasını kazanmak için hareket ettiğinden onun üstesinden gelecektir.
Müminler için rahmet olan, onların imanlarını artıran bir olay, iman sahibi olmayanlar için saptırıcı bir fitne olabilmektedir. Aşağıdaki ayetlerde, cehennemde görevli meleklerin sayısının müminlerin imanını, inkarcıların ise tam tersine şaşkınlıklarını ve inkarlarını artıracağı şöyle bildirilmektedir:
Onun üzerinde ondokuz vardır. Biz o ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkâr edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kafirler de şöyle desin: "Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?" İşte Allah, dilediğini böyle şaşırtıp-saptırır, dilediğini böyle hidayete erdirir. Rabbinin ordularını Kendisinden başka (hiç kimse) bilmez. Bu ise, beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür. (Müddessir Suresi, 30-31)
İnsanlardan bazıları müminleri yoldan saptırmak, kendi çarpık inançlarına ve yaşam biçimlerine, kısaca kendi batıl dinlerine çevirmek için gayret ederler. Kuran'da müminlerin tarih boyunca bu yönde tehdit ve saldırılara maruz kaldığından bahsedilir. Bunlar müminleri Kuran'dan ve din ahlakından uzaklaştırmayı temel gaye edinmişlerdir. Allah iman edenlerin bu oyuna gelmeleri durumunda, fitneye düşmüş olacaklarını ayetlerinde şöyle bildirir:
Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını Bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman seni dost edineceklerdi. (İsra Suresi, 73)
Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için diye onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti (fitne) tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır. (Maide Suresi, 49)
Artık siz de, tapmakta olduklarınız da.
O'na karşı kimseyi fitneye sürükleyecek değilsiniz.
Ancak kendisi çılgınca yanan ateşe girecek olan başka (onu sürüklersiniz). (Saffat Suresi, 161-163)
Allah fitneyi Bakara Suresi'nin 191. ve 217. ayetlerindeki "fitne öldürmekten beterdir" ifadesiyle insan öldürmekten daha büyük bir suç olarak tanımlar. Dolayısıyla fitnenin ne denli büyük bir suç olduğunu anlamak için, Kuran'da "insan öldürmenin" karşılığına bakmak yerinde olur. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
Kim bir mümini kasıtlı olarak (taammüden) öldürürse cezası, içinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazaplanmış, onu lanetlemiş ve ona büyük bir azap hazırlamıştır. (Nisa Suresi, 93)
Buradaki fitne doğru yoldan çıkarıcı faaliyetleri içine alır ve daha önce bahsettiğimiz "deneme" manasından farklı bir kullanıma sahiptir.
Kuran'da münafıkların fitne çıkardıkları haber verilmiştir. Allah ayetlerde münafıkların, Peygamberimiz (sav) dönemindeki müminleri savaştan alıkoymaya çalışmaktan, elçinin ve müminlerin ardından gizli planlar kurmaya ve müminleri mücadeleden alıkoyup, gevşekliğe sürüklemeye kadar birçok fitne arayışı içine gireceklerini bildirmektedir.
Münafıklar ayetlerin manasını kendi düşük akıllarınca çarpıtacak, işlerine gelene uyup işlerine gelmeyene uymayacaklardır. Müminlerin ise tavrı tam bir teslimiyetten başkası değildir. Bu konudaki bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkemdir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık tümü Rabbimizin Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Al-i İmran Suresi, 7)
Fitne çıkarmak münafıkların temel vasıflarından biridir. Zaten münafık kelimesi, nifak yani ayrılık çıkaran manasındadır. Müminler arasında ayrılık çıkarmak ise fitne kapsamına giren önemli bir suçtur. Münafıkların müminler arasındaki fitne çıkarma gayretlerinden bahseden ayetlerden bazıları şöyledir:
Sizinle birlikte çıksalardı size "kötülük ve zarardan" başka bir şey ilave etmez ve aranıza mutlaka fitne sokmak üzere içinizde çaba yürütürlerdi. İçinizde onlara 'haber taşıyanlar' vardır. Allah zulmedenleri bilir. (Tevbe Suresi, 47)
Eğer onlara (şehrin her) yanından girilseydi sonra da kendilerinden fitne (karışıklık çıkarmaları) istenmiş olsaydı hiç şüphesiz buna yanaşır ve bunda pek az (zaman) dışında (kararsız) kalmazlardı. (Ahzab Suresi, 14)
Andolsun, daha önce onlar fitne aramışlardı. Ve sana karşı birtakım işler çevirmişlerdi. Sonunda onlar, istemedikleri halde hak geldi ve Allah'ın emri ortaya çıkıp-üstünlük sağladı. (Tevbe Suresi, 48)
Allah'ın Resulüne ve müminlere karşı gizlice çeşitli düzenler kuran münafıklar, deşifre olduklarında, içlerinden bazıları müminlerden çekindikleri için müminleri, aslında kendilerinin münafık olmadıklarına inandırmaya ve kendilerini temize çıkarmaya çalışırlar. Bu nedenle diğer münafıklarla bir tutulmamalarını ve kendilerine hiçbir şey olmamış gibi davranılmasını ister ve müminlerle birlikte olmaya devam etmeleri için izin isterler:
Onlardan bir kısmı: "Bana izin ver ve beni fitneye katma" der. Haberin olsun, onlar fitnenin (ta) içine düşmüşlerdir. Hiç şüphesiz cehennem, o inkâr edenleri mutlaka çepeçevre kuşatıcıdır. (Tevbe Suresi, 49)
Ayette bu kişilerin yalan söyledikleri, diğer münafıklar gibi, aynı fitnenin içinde oldukları haber verilmekte ve müminler onların hilelerine aldanmamaları için uyarılmaktadır.
Münafıkların ve kafirlerın çıkardıkları fitnenin karşılığını, cehennemde azap olarak alacakları şöyle haber verilmektedir:
Tadın fitnenizi. Bu, sizin pek acele isteyip durduğunuz şeydir. (Zariyat Suresi, 14)
Allah Enfal Suresi'nde müminlerin birbirinin velisi olmadıkları takdirde dünyanın fitne ile dolacağını şöyle haber vermektedir:
İnkâr edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)
Müminler fitne çıkarmaktan titizlikle kaçınır, fitneye yol açabilecek en ufak bir hata içine girmezler. Ancak doğrudan kasıtlı olarak olmasa da müminlerin içine düşebileceği bazı hal ve tavırlar fitne ihtimalini doğurabilmektedir.
Örneğin, üstteki ayette, müminlerin birbirlerinin velileri olmamaları, birbirleriyle çekişmeleri halinde yeryüzünün fitneyle dolacağını Allah bildirmiştir. Böyle bir durumda kendileri de sorumluluk altına girmiş olacaklarından, gerçek iman sahipleri birbirlerini kollayıp, gözetmeye, çekişmek bir yana tam manasıyla birbirlerinin velileri olmaya özen gösterirler.
Müminin dünya hayatında nasıl yaşaması gerektiğini, herşeyin Yaratıcısı olan Allah en ince ayrıntısına kadar bildirmiştir. Ancak kimi insanlar istek ve tutkularını ölçü aldığında, bedeni arzularını ve kendi beklentilerini dinin menfaatlerinin ve Allah'ın hoşnutluğunun önüne alabilmekte, gaflet dolu bir ruh haline girebilmektedir. Böyle olunca da Allah'ın, sakınmasını söylediği şeylerin içine büsbütün dalabilmekte, titizlik göstermesi gereken konularda vurdumduymaz bir duruma gelebilmektedir.
Allah, dünya nimetlerinin geçici olduğunu ve dünyanın bir imtihan yeri olduğunu defalarca bildirmesine rağmen böyle bir insan dünyayı kendine "asıl yurt" edinmekte, ahiretten büsbütün yüz çevirebilmektedir.
Kuran'ı kendine ölçü almayan bir insan, sadece dünyaya yönelik amaçlar edinebilmekte, imtihan için yaratılan olaylar içinde boğulabilmektedir. Allah mal ve çocukların bir fitne olacağını bir ayetinde şöyle haber vermektedir:
Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir fitne (bir deneme)dir. Allah ise, büyük ecir (en güzel karşılık) O'nun Katında olandır. (Tegabün Suresi, 15)
Arapçada imtihan kelimesinin başka karşılıkları olmasına rağmen bunlar için fitne kelimesinin kullanılması oldukça dikkat çekicidir. Çünkü bazı insanlar, dünyadaki asıl varlık amaçlarını anlamazlıktan gelip "mutlaka evlenmeliyim", "bir yuvam, çocuklarım olmalı", "mal mülk sahibi olmalıyım" diye düşünmekte, içinde bulundukları cahiliye toplumunun telkiniyle bunu dünyanın en önemli kuralı sanabilmektedirler. Elbette her Müslüman güzel bir aile yaşantısına sahip olmak, mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmek ister. Ancak cahiliye ahlakını yaşayan insanların yaptığı gibi, bu meşru isteklerini dünyadaki tek varlık amacı haline getirmez. Müminin, hayatının her anında olduğu gibi, evliliği de aile yaşantısı da Allah rızası içindir. Cahiliye ahlakındaki insanların büyük bir çoğunluğu ise, evlilik, mal-mülk ve çocuk sahibi olmak konusundaki hassasiyetlerini Allah'ın emirlerini yerine getirme ve O'nun sınırlarını korumada göstermemektedirler.
Müminlerin aile kurmak, çocuk sahibi olmak konularındaki her istek ve davranışları da Allah'ın Kuran'da bildirdiği ölçüler içinde olmalıdır. Bu ölçüye göre, adet olduğu için değil, Allah'ın rızasına uygun olduğu için çocuk sahibi olmak istenir. Ve Allah'ın lütuf olarak verdiği çocuğun çok güzel ahlaklı, Allah'a tam teslim olmuş bir insan olarak yetişmesi için çaba gösterilmelidir. Bu konudaki örnek Hz. İmran (as)'ın eşinin Kuran'da haber verilen şu duasıdır:
Hani İmran'ın karısı: "Rabbim, karnımda olanı, "her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak" Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen" demişti. (Al-i İmran Suresi, 35)
Kuran'da peygamberlerin benzer dualarından örnekler verilmekte ve inananlara bu konuda yol gösterilmektedir:
Hz. Zekeriya (as)'ın duası şöyledir:
Orada Zekeriya Rabbine dua etti: "Rabbim, bana Katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen, duaları işitensin" dedi. (Al-i İmran Suresi, 38)
Hz. İbrahim (as)'ın duası ise ayette şu şekilde bildirilir:
"Rabbimiz, ikimizi Sana teslim olmuş (Müslümanlar) kıl ve soyumuzdan Sana teslim olmuş (Müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin." (Bakara Suresi, 128)
Mal ise yine Allah rızası ve dinin menfaatleri doğrultusunda kullanıldığında rahmete dönüşecek ve ahirette olumlu karşılığı olan bir fayda sağlayacaktır. Bunun dışında kalan kısmı ise fitne yani saptırıcı bir unsurdur. Mala yaklaşımda müminler Hz. Süleyman (as)'ın tavrını örnek alır, mal sahibi olmaktan kaçmasalar da onu Allah'a yakınlaşmaya vesile sayarlar. Hz. Süleyman (as)'ın tutumu Kuran'da şöyle bildirilir:
Hani ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üç ayağıyla toprağı kazıyan, yağız atlar sunulmuştu.
O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim." Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar.
"Onları bana geri getirin" (dedi). Sonra (onların) bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı. (Sad Suresi, 31-33)
Kuran'da müminlerin birer fitne konusu olarak haber verilen mal ve çocuklar hususunda dikkatli olmaları şu şekilde bildirilmiştir:
Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten "tutkuya kaptırarak-alıkoyması"; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Münafikun Suresi, 9)
Allah'ın rızasını gözeterek sahip olmadığı sürece, mal ve çocuklarının insana ahirette hiçbir faydası olmayacaktır:
Ne malları, ne çocukları onlara Allah'a karşı hiçbir şeyle yarar sağlamaz. Onlar, ateşin halkıdır, içinde süresiz kalacaklardır. (Mücadele Suresi, 17)
ADNAN OKTAR: (Müslüman zengin olabilir) Tamam zengin olabilir, ama niçin zengin olur? Allah rızası için zengin olur Müslüman. Allah rızası için zengin olan da Allah rızası için o malını kullanır, imkanlarını kullanır. Hz. Süleyman (as) zengindi, ama Allah için kullandı, değil mi? Kendi keyfine, zevkine kullanmadı, Allah rızası için kullandı. Hz. İbrahim (as) da zengindi. Ama Allah rızası için kullandı. Resulullah (sav) de zengindi, Allah rızası için kullandı. Kendisi normal yaşıyor. Yani dünyaya bir mal bırakmıyor, bir şey bırakmıyor inşaAllah. Mal Allah içindir, Allah için kullanılır. Mesela kitaplar bastırırsın, dergiler bastırırsın, camiler yaptırırsın, öğrenci okutursun, konferanslar düzenlersin. Paranı bunun için kullanırsın. Para buna yarar. Yahut ne bileyim, fakir perişan insanlar vardır, onları koruyup kurtaracak çalışmalar yaparsın. Ama ayrıca da fabrikalar kurarsın, ama o fabrikayı Allah rızası için kurarsın ki insanlara hizmet olsun diye. Yani orada bunun çok iyi vurgulanması gerekiyor. Yoksa bazı zenginler var yani hakikaten kendi zenginliğinin peşinde olduğu anlaşılıyor üslup olarak. Bu tabi çok değişik. Bu gibi kişiler bazen topluyor insanları, arabayla geliyor, onlara birer paket makarna dağıtıyor, bütün milletin gözü önünde. Yahut bir cami yaptırıyor adı-soyadıyla, yedi sülalesinin ismini yazıyor. Bunlar biraz daha değişik çalışmalar. Yine cami yaptırması güzel tabii, ismini de versin. O da bir şey değil de, ama asıl din ahlakının yayılması önemli.
İnsanların kitaba ihtiyacı var, bilgiye, konferanslar yapılmasına ihtiyacı var değil mi? Mesela bir film hazırlatılması güzel bir çalışmadır. Mesela bir kitabın çok miktarda bastırılıp ücretsiz dağıtılması güzel bir çalışmadır. Bu tarz çalışmalar olması lazım. Ama diğer yönden de yani Müslümanlığı sosyalizm gibi göstermeye kalkmak da doğru değil. Ama tabii her halükarda arkasında bir iyi niyet var. Çünkü hakikaten Müslümanların bayağı bir kesimi kendi ailesini, çocuğunu düşünüyor ve kendi akrabalarını yakınlarını düşünüyor, sadece onları kurtardı mı ondan gerisi onu pek ilgilendirmiyor. O, o kadar oluyor. Ben bununla mükellefim diyor. Halbuki Kuran’da her yerde sürekli sadaka vardır, Allah için harcama vardır, kendini tamamen Allah’a adama vardır. Bu çok sarih. O yönüyle doğru...
Hz. Ömer zengindi ama, hep malını mülkünü Allah için harcadı. Allah için yaşadı ve Allah için de şehit oldu. Yani bütün ömrünü o uğurda harcadı. Ve hiçbir şekilde rahat yaşamadı. Hep acı ve çile içerisindeydi. Hep savaşlarda, mücadelede. Kendi hayatı da sade sayılırdı. Ama o, şartlardan kaynaklanıyor, yoksa Peygamber Efendimiz (sav) mesela çok şık giyiniyordu. Gayet güzel giyiniyordu. Hz. Ömer de temiz ve kaliteli güzel giyiniyordu. Yani Müslüman öyle pejmurde olacak, evi pejmurde olacak diye bir şey yok... Tabii İmam-ı Azam, hepsi zengindiler. Ama, böyle klasik zengin tipi var yani küt, sadece kendisine faydası olan. İnsanlara tepeden bakan, sevgisiz. Zengin olduğu için de, kendisine hayranlık duyulduğunu zanneden, ekabir tipler var. Bunlar tabii, normal hareket yapmıyorlar. Samimi Müslüman, bütün gücüyle Allah için harcar bütün imkanlarını...
Camiyi yapanın, içindeki cemaati de hazırlaması gerekir. Yani içindeki cemaati hazırlamaya yönelik bir çalışması yoksa, sırf bina olmaz. Mesela ben kitap bastıracağım, kapağını bastıracağım kitabın, kitabın sayfalarını da koyacağız fakat yazı olmayacak. Olmaz, değil mi? O harfler, kitabı kitap haline getiriyor. Camiyi de cemaati, onun içindeki Müslümanlar güzelleştiriyor, zengin hale getiriyor.
Onun için Allah esirgesin mesela Rusya’da camiler yapılmıştı, sonra onları müze yaptılar. Hatta diskoya çevirdiler, başka şeye çevirdiler. Boş binayla bir şey olmaz. Hatta bazen çok olumsuz etki yapabilir yani, bomboş camiler, görünümü güzel değil. Cami yaptıranın, bütün heyecanıyla şevkiyle o camiyi dolduracak tedbirleri de alması lazım. İnşaAllah. (Maraş Aksu TV röportajından, 12 Kasım 2009)
Kuran'da, insanlara zulüm, işkence ve baskı uygulamaya da fitne ismi verilmektedir:
Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara (fitnelere) çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı. (Yunus Suresi, 83)
Gerçek şu ki mümin erkeklerle mümin kadınlara işkence (fitne) uygulayanlar sonra tevbe etmeyenler; işte onlar için cehennem azabı vardır ve yakıcı azab onlaradır. (Büruc Suresi, 10)
Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için diye onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti (fitne) tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır. (Maide Suresi, 49)
Aşağıdaki ayetlerde, müminlerin inkarcıların zulmüne maruz bırakılmamak için dua ederken yine fitne kelimesini kullandıklarını görüyoruz:
Dediler ki: "Biz Allah'a tevekkül ettik; Rabbimiz bizi zulmeden bir kavim için bir fitne (konusu) kılma." (Yunus Suresi, 85)
"Rabbimiz bizi inkâr edenler için fitne (deneme konusu) kılma ve bizi bağışla Rabbimiz. Şüphesiz Sen üstün ve güçlüsün hüküm ve hikmet sahibisin." (Mümtehine Suresi, 5)
Kuran'da insanların uğratıldıkları sıkıntı ve felaketlere de fitne adı verilmektedir:
Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya (fitneye) çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar. (Tevbe Suresi, 126)