İstisnasız tüm insanlık tarihi boyunca, tebliğ yapan mümin topluluklarına şiddetle karşılık verip, onlarla mücadeleye girişenler, hemen her zaman sayıca müminlerden çok olan ve toplumun önde gelenleri tarafından organize edilen inkarcı toplulukları olmuştur. Bu, Allah'ın sünnetidir ve Kuran'da bildirildiği gibi Allah'ın sünnetinde bir değişiklik olması mümkün değildir. Bu nedenle, Kuran ayetleri üzerinden düşünerek, müminlerle inkarcılar arasındaki mücadelenin aşamalarını ve Allah'ın bu mücadeleyi ne şekilde sonuçlandırdığını öğrenebiliriz.
Önceki bölümlerde müminlerin tebliğ faaliyetlerine inkarcıların şiddetle karşı koyduklarını, bunu yapmalarının temel sebebinin de şeytanla kurmuş oldukları yakın bağlantı olduğuna değinmiştik. Önde gelenlerin müminlere her türlü tehdidi yaptığını, onları yıldırmaya ve hatta öldürmeye çalıştıklarını görmüştük. Şimdi, müminlerin tebliğ çalışmalarına son vermeleri ve sonrasında olanları Allah'ın Kuran'da bize nasıl tarif ettiğine bakalım.
Bir mümin Allah’ın dinini hayatının sonuna kadar anlatmaya ve yaymaya devam eder. Ancak müslümanlar içinde yaşadıkları toplumda, kendilerine yöneltilen tehditlerin ve baskıların şiddetinden artık hiç bir şekilde tebliğ yapma imkanı bulamayacak duruma gelirlerse o zaman son çareleri bulundukları toplumu terketmek olur. Bu aşamaya gelindiğinde ve müslümanlar o toplumu terketmek zorunda bırakıldığında, Allah müslümanları kurtaracağını ancak geride kalan inkarcı toplumu çeşitli şekillerde azaplandıracağını bildirir.
Allah, Resullerini zorba inkarcıların ellerinden nasıl kurtardığını bazı ayetlerde şöyle haber vermektedir:
Bizim elçilerimiz İbrahim'e bir müjde ile geldikleri zaman, dediler ki: "Gerçek şu ki, biz bu ülkenin halkını yıkıma uğratacağız. Çünkü onun halkı zalim oldular. Dedi ki: "Onun içinde Lut da vardır." Dediler ki: "Onun içinde kimin olduğunu biz daha iyi biliriz. Kendi karısı dışında, onu ve ailesini muhakkak kurtaracağız. O (karısı) arkada kalacak olanlardandır." Elçilerimiz Lut'a geldikleri zaman o, bunlar dolayısıyla kötüleşti ve içi daraldı. Dediler ki: "Korkuya düşme ve hüzne kapılma. Karın dışında, seni ve aileni muhakkak kurtaracağız. O ise, arkada kalacaktır." (Ankebut Suresi, 31-33)
Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi. (Araf Suresi , 64)
Bu kurtarışın ardından, istisnasız tüm zorba inkarcılar helaka uğramışlardır:
Onlara, kendilerinden öncekilerin; Nuh, Ad, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi mi? Onlara Resulleri apaçık deliller getirmişlerdi. Demek ki Allah, onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. (Tevbe Suresi , 70)
Kuran'da anlatılan birçok kavmin helakı, günümüzde yapılan arkeolojik araştırmalar sonucunda günışığına çıkarılmıştır. Böylece Kuran'daki ayetlerin dış dünyadaki tecellileri görülmüş ve ayetler "ibret olma" özelliklerini bir kez daha göstermişlerdir. Şimdi Kuran'da bahsedilen inkarcı kavimlere nasıl azapların geldiğini ayetlerin ışığında sıralayalım..
Allah'ın elçisi Hz. Lut (as)'ı yalanlayan ve yeryüzünde ilk kez homoseksüelliği uygulayan sapkın Lut kavmine verilen azap Kuran ayetlerine göre şöyle özetlenebilir:
Gökten iğrenç bir azap (yağmur sağnağı-taş yağdıran bir kasırga) gönderilmesi, gözlerinin silinip kör edilmesi, korkunç ve dayanılmaz çığlık, yurtlarının altının üstüne gelmesi, balçıktan pişirilmiş ve belli biçime sokulmuş ve damgalanmış taş yağması...
Hz. Musa (as)'a karşı mücadele eden Firavun ve yanındakilerin cezası ise şöyledir:
Firavun kavminin dünya hayatında arkasına lanet düşmesi, kıyamet gününde ise çirkinleştirilmiş olmaları, bahçelerden ve pınarlardan, hazinelerden ve soylu makamdan sürülüp çıkarılmaları, ordularının suda boğulmaları, yıllar yılı süren kuraklık ve ürün kıtlığı, iğrenç bir azabın başlarına çökmesi, ayrı ayrı ayetler olarak tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kılınması, yapmakta oldukları ve yükselttiklerinin (köşk ve saraylarının) yerle bir olması, azabın en kötüsünün onları kuşatıvermesi...
Hz. Salih (as)'ı yalanlayan Semud kavminin cezası şöyledir:
Kavmin topluca yerle bir edilmesi, kırılıp geçirilmesi, yurtlarının dümdüz edilmesi, enkaza dönüşmüş ıpıssız evlerinin hala ibret için ayakta durması, dayanılmaz bir ses sonucu dizüstü çökmüş olarak sabahlamaları, dayanılmaz bir sarsıntıya yakalanmaları, bir tek çığlıkta ağıldaki çalı-çırpı olan kuru ot gibi olmaları, bakıp dururlarken yıldırımın çarpıp-yakalaması...
Hz. Nuh (as)'ı yalanlayan ve onunla birlikte iman edenlere eziyet eden sapkın kavim, korkunç bir tufan sonucunda suda boğulmuş, bundan önce de, Kuran'da Allah'ın bildirdiği üzere, "korkunç çığlığın yakalaması sonucu bir süprüntü kılınmış"lardır.
Şiddeti ağır bir azap, kavmin kökünün kurutulması ve yıkıma uğratılması...
Hz. Şuayb (as)'a düşmanlık gösteren Medyen halkının cezası ise şudur:
Kavmin dayanılmaz bir ses tarafından sarılması ve zulmedenlerin kendi yurtlarında sanki hiç refah içinde yaşamamışlar gibi dizüstü çökmüş olarak sabahlamaları onları dayanılmaz, amansız bir sarsıntı tutması ve "gölgelik günün azabı"nın yakalaması...
Tüm bunlar, Allah'ı ve dini inkar etmiş toplumların başlarına gelmiş olan gerçek olaylardır. Böylece azaba uğramış ve yerle bir edilerek yıkılmış birçok medeniyetin kalıntıları, gelecek toplumlar için bir ibret olması açısından korunarak günümüze dek gelebilmiştir. Yeryüzünün çeşitli yerlerine dağılmış bu örnekler, müminlere Kuran'da "Gerçek şu ki, sizden önce nice sünnetler gelip-geçmiştir. Bundan dolayı yeryüzünde gezip-dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonuç nasıl oldu bir görün" (Al-i İmran Suresi, 137) ayetiyle hatırlatılır.
Din ahlakının gereklerini yerine getirmeyen, hatta getirmekte gevşek davranan herkes, Ad ya da Medyen kavminin başına gelenlerin bir benzerini yaşamaktan korkmalıdır.