Münafıklar, iman eden samimi Müslümanlardan akıl, iman ve düşünce yapısı olarak tamamen farklıdırlar. Bir münafık dıştan bakan bir kimseye dini yaşadığı izlenimini verebilir; konuşmalarıyla, tavırlarıyla Müslüman taklidi yapabilir, ibadetleriyle kendisini dindar biri olarak tanıtabilir. Ancak onların din anlayışı Kuran'ı değil, kendi çarpık mantıklarını esas almaktadır. Dine bakış açılarının temelinde menfaat sağlama, kendi istek ve tutkularını tatmin etme amacı yer alır.
İşte münafıklar bu niyetlerini gizleyerek müminlerin arasında Kuran ahlakının yaşandığı ortamdaki güzelliklerden istifade etmek isterler. Allah'ın Kendi Katından bir rahmet olarak Müslümanlar üzerinde oluşturduğu bolluk, bereket, güzellik, huzur, güven, neşe, kardeşlik, şefkat, merhamet, sevgi, saygı ortamından faydalanmaya çalışırlar. Ayrıca bu menfaatçi yaşam biçimlerini hiç kimsenin fark etmediğini, Müslümanları güya kandırdıklarını düşünürler ve bunu zekalarıyla çok iyi başardıklarına inanırlar.
Ancak münafıklar bu düşünceleriyle çok büyük bir yanılgıya düşerler. Gizlinin gizlisini bilen, her şeyin iç yüzünden haberdar olan Yüce Rabbimiz münafıkların samimiyetsizliklerinden, gizli kaldığını düşündükleri yönlerinden ve Müslümanlara yönelik gizlice planladıkları her türlü sinsi eylemlerden de haberdardır.. Ve dilediği zaman da münafıklık yapanları Müslümanlara belli edip ortaya çıkaracaktır. Dolayısıyla münafıklar maddi ve manevi her türlü şeytani yaklaşımları ile ayette haber verildiği gibi, "... yalnızca kendilerini aldatırlar ve şuurunda değiller"dir. (Bakara Suresi, 9)
Münafıkları, Allah Kuran’da çok detaylı tarif etmiştir ve müminlerin tüm bu ayetler üzerinde düşünmeleri çok önemlidir. Münafıkların bazı temel özellikleri şöyledir:
Münafıklar, müminlerin olmadığı bir ortamda var olmazlar. Müminlerin olmadığı bir ortamda ancak Kuran'da müşrik ya da inkarcılar olarak adlandırılan kimselerden bahsedilebilir. Bir toplum içinde bir mümin topluluğu varsa; bazı kişiler, bu müminlerin arasına sızarak, onların sahip oldukları bazı imkanlardan yararlanabilmek için iman etmedikleri halde, iman etmiş gibi gözükebilirler. Böyle bir ikiyüzlülüğe yönelmelerinin nedeni; iman ediyor gibi görünmelerinin onlara bazı menfaatler sağlayacağını düşünmeleridir.
Bir toplum içinde mümin topluluğu yaşıyorsa, bu topluluğun içinde bir de münafık grubu olmasının Allah'ın bir kanunu olduğunu Kuran ayetlerinde görmekteyiz. Münafıkların müminlerin arasında yaşamalarının temel sebeplerinden biri, kendi düşük akıllarınca, müminlerden istihbarat toplamak adı altında, iftiralar atarak küfürdeki yandaşlarına gizlice ajanlık yapmaktır. Bu şekilde onlara kendilerince zarar vererek dağılmalarını sağlamak ve mümin topluluğunu içten yıkmak, müminlerden maddi ve manevi çıkar sağlamak gibi pek çok karanlık amaç vardır. Tüm bu sebeplerden ötürü münafıklar kalabildikleri kadar uzun bir süre mümin topluluğunun arasında kendilerini gizlemeye çalışırlar. Bir ayette Allah münafıkların müminler arasında barınan bir grup olduğunu şöyle bildirmektedir:
Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur... (Nur Suresi, 11)
ADNAN OKTAR: Münafık, Müslüman olmadığı halde, Müslümanlardan istifade etmek için, onların parasından, imkânlarından istifade etmek için onların yanında bir süre kalıp, Müslümanların yerlerini, hayatlarını öğrenen ve sonra gidip küfre, “bu kişiler şuradalar, şu sayıdalar, şöyle bir imkânları var, gidin bunları yok edin” tarzında faaliyet yapan alçak ve kalleş kişiye denir. ...
Münafık tarif edilemeyen bir kahpe ruhtur, yani alçak bir ruhtur. Bu şeytanda da var. Açıklanamıyor, yani mantık bulamazsın. Hz. Mehdi (as) devrinde üç kere münafıkların huruçları olacağı belirtiliyor. Hz. Mehdi (as) cemaati o yüzden hep 313 kişi kalacaktır. Gelir gider, gelir gider, gelir gider. Bir nehir aktığını düşün, nehir bir yandan böyle güzel meyveler getirir, bir yandan da çürük meyveleri alır götürür. Güzel meyveler getirir, çürük meyveleri alır götürür. Hatta demirci demiri erittiğinde bir pas oluyor üstünde, onun atılışı gibi bahsediliyor hadiste. Veyahut mesela gümüşün üstündeki o pislik gider, arı ve saf gümüş kalır. Münafık da müminin uyanık olmasını sağlayan benzin gibi bir şeydir yani şevkini artırır. Münafık olmasa Müslümanlar daha atalete düşebilirler. Münafık, Müslümanın canlı olmasına vesile olan kahpe bir yapılanmadır. Şeytan ile işbirliği yapan, insi şeytanlardan oluşan bir kahpe yapılanmadır.
Resulullah (sav)’in zamanında akıl almaz adilikler yapmışlardır. Bir tane, iki tane, on tane, yirmi tane değil. Mesela Müslümanlar sıkıştırılıyorlar iki taraftan, “sizin” diyor ayette, “felaket haberlerinizi beklerler” diyor. Dışarıdan işbirliği yapıyorlar, dışarıdaki alçaklarla. Onların Müslümanlara saldırmasını, Müslümanları tutuklamalarını, hapsetmelerini yahut şehit etmelerini, bunları bekliyorlar. “Sizin haberlerinizi dışarıdan izlerler” diyor Allah (Ahzab Suresi 20). Hz. Mehdi (as)’ı da öyle dışarıdan izleyeceklerdir aynı şekilde. Ayet, Kuran ayeti bu. “Sizi felaketlerin sarmasını beklerler” diyor. “Kötü felaket onları sarsın” (Tevbe Suresi, 98) diyor Allah. Şimdi Allah bunu deyince ne olur? Bu mutlaka oluyor. Allah içlerini yakıyor bu sefer. Münafıkları Allah içinden çürütüyor; böyle çökertir, manen çökertir. Sağlıksız, sıhhatsiz, hastalıklarla, iç rahatsızlıklarla, kuruntularla, görünmeyen bir alevle içten yakar yani hepsinde muazzam bir stres, gerilim ve acı olur. Bu, dünyadaki ızdırapları, ahirette de cehennemin en alçak tabakasına konuyor münafıklar. (Adnan Oktar'ın Gaziantep Olay, Samsun AKS ve TV Kayseri'deki Canlı Röportajı, 6 Ocak 2010)
Başta da belirttiğimiz gibi, ikiyüzlü münafıkların temel vasfı, iman etmedikleri halde iman etmiş gibi görünmeleridir. Bunun temel sebebi ise Allah'a imanlarının kalben değil, göstermelik ve insanlara yönelik olmasıdır. Allah bu kimselerin durumunu bir ayette şöyle haber vermektedir:
Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 109)
Münafıklar çıkarlarına müminler aracılığıyla kavuşacaklarını düşündüklerinden, mümin taklidi yapmak için olağanüstü bir gayret içinde olurlar. Dine bakış açılarındaki bu ikiyüzlülüğün bir sonucu olarak kendilerince ikna edici konuşmalarla Müslümanları aldatabilecekleri düşüncesine kapılırlar. Kuran'da "Sizi hoşnut kılmak için Allah'a yemin ederler; oysa mü'min iseler, hoşnut kılınmaya Allah ve elçisi daha layıktır." (Tevbe Suresi, 62) ayetiyle münafıkların bu çirkin çabalarına dikkat çekilmiştir.
Münafıklar insanları "iman ettiklerine" ikna etmeye çalışır, insanlara yönelik yaşarlar; fakat kendi başlarına kaldıklarında ya da kendileri gibi münafık karakterli kimselerle biraraya geldiklerinde Allah'ın kendilerini an an izlediğinin, her ne yaparlarsa yapsınlar, her ne düşünürlerse düşünsünler bunu bildiğinin farkında değillerdir. Bu iman bozukluğu yüzünden Müslümanlarla beraberken ibadetlerini yerine getirir, onlar gibi davranır, onlar gibi konuşurken onlardan uzaklaştıklarında ibadetlerini terk edebilir, tıpkı bir inkarcının üslubuyla konuşabilir, dinsiz bir kimsenin umursuzluğu içinde davranabilirler. Ancak taklit kabiliyetleri olsa da, Allah Kuran'da münafıkların durumlarının mutlaka ortaya çıkacağını bildirmektedir. Kuran'da Allah bu duruma şöyle dikkat çekmiştir:
İnsanlardan öyleleri vardır ki: 'Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik' derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır. (Bakara Suresi, 8-10)
Bir başka ayette ise Allah münafıkların bu durumundan şöyle bahsetmektedir:
Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır... (Nisa Suresi, 142)
Münafıkların ahlak bozuklukları ilk bakışta anlaşılmayabilir, hatta ilk bakışta görünüm olarak Müslümanlardan farkları görülemeyebilir. Allah ayetinde bu kişilerin dış görünüşlerinin gösterişli ve konuşmalarının da süslü olabileceğini bildirmektedir:
Sen onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşap-kütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar. (Münafikun Suresi, 4)
Nitekim müminlerin fiziksel görünümleri, giyim kuşamları münafıkların taklit etmeye çalıştığı özellikler arasındadır. Bu şekilde dışarıdan bakıldığında münafıkları diğer Müslümanlardan fiziksel yönden ayırmak pek mümkün olmayabilir. Ancak münafıklar hayatlarının her anına yansıyan manevi bir kir içindedirler. Allah "... Artık siz onlara sırt çevirin. Onlar gerçekten pistirler..." (Tevbe Suresi, 95) ayetiyle bu kimselerin durumlarını bildirmiştir. Allah onların "... iğrençliklerine iğrençlik (murdarlık) ekleyip-arttırmış..."tır. (Tevbe Suresi, 125) Zihinleri sürekli olarak kötülük tasarlama, tuzak kurma, hainlik yapma, iftiralar atarak küfre Müslümanlar aleyhinde istihbarat sağlama, kin, yalan, haset, züppelik gibi pek çok şeytani eylemle meşgul olduğundan yüzlerinde de imanın nuru oluşmaz. Allah Kuran'da bu kişilerin yüzlerini "... sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir" (Yunus Suresi, 27) şeklinde bir örnekle tarif etmektedir. Bir başka ayette şöyle bildirilir:
Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar -Allah'ın ipine ve insanların ipine (ahdine) sığınanlar başka- onlara zillet (zorluk damgası) vurulmuştur... (Al-i İmran Suresi, 112)
Müminler ise her zaman Allah'ın rızasını gözetip hayır ve iyilik düşündükleri için yüzleri son derece nurludur ve Allah'ın bir ayetinde belirttiği gibi, onların "... Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir..." (Fetih Suresi, 29) Dolayısıyla münafıkların yüzlerindeki ifade ve üzerlerindeki manevi kir, müminlerin nuru ile kıyaslandığında daha da belirgin olarak ortaya çıkmaktadır.
ADNAN OKTAR: Tabii münafık kıt akıllı olur, kendini çok akıllı zanneder, karşısındakini kandırmaya, etkilemeye yönelik basit ve adice kötü taktikler yapar, o da çok sırıtır ve çok belli olur, münasebetsiz ve mantıksız bir üslup geliştirir. Kuran’ın mantığına, üslubuna uygun olmayan, riyakar, oyuncu ve sinsi bir üslup geliştirir; oradan anlaşılır Allah’ın dilemesiyle. Ama bakışlarında da bozukluk oluyor onların, konuşmalarında da bozukluk olur. Kuran’da, “Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın.” (Muhammed Suresi, 30) diyor, zaten Kuran’da da onların bozuk konuşmalarından çok fazla örnekler verilmiş. (Adnan Oktar’ın Tempo TV’deki röportajından, 10 Şubat 2009)
ADNAN OKTAR: Münafıkların sözleri genellikle çirkin ve pis olur. Yani saygısızdırlar. Konuşma adabını bilmez münafıklar. Mesela “Peygamber (sav)’in sözünün üstüne yükseltmeyin sesinizi” diyor Allah Hucurat Suresi 2. Ayette. Peygamber (sav) konuşurken birden konuşuyor. Küt olur münafıklar yani oradan da anlaşılır. Saygısızlıklarından, şuurunun kapalı olmasından, nezaketsizliğinden hasta olduğu, dengesiz olduğu hemen anlaşılır yani münafık ruhlu olduğu anlaşılır. Peygamber (sav) konuşuyor, nasıl sözünü kesersin? Bağıra çağıra konuşuyor ve onun sözünü keserek konuşuyor.
Cenab-ı Allah diyor ki Muhammed Suresi, 30. ayette -şeytandan Allah’a sığınırım-; “Eğer Biz dilersek sana onları elbette gösteririz.” Bu ne demek? Gizliler yani çok net tespit edilemiyor, edilse zaten Müslüman görüşmez onunla, münafık çünkü şeytan gibidir. Şeytanı insan içinde tutmaz. Bilemiyor Müslüman. “Böylelikle onları simalarından tanırsın.” Ama simasında o münafık alametinin oluştuğunu söylüyor Allah. “Andolsun, sen onları sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın.” Zırvalıyor yani pis üslubu, Müslümanın üslubu gibi değil. Şeytan gibi üslubu. Üslubundaki o dengesizlikten, pislikten anlaşılıyor. “Seni neredeyse” diyor Allah ayette “gözleriyle devireceklerdi.” İçten akıl almaz nefret ediyor ama dışarıdan belli etmiyor, üslubuyla, konuşmasıyla belli etmiyor. (22 Ocak 2016, A9TV Adnan Oktar ile Sohbetler programından)
Müminlerin arasında yaşayan münafıklar, her ne kadar samimiyetsizliklerini sezdirmemek için çalışsalar da, pek çok konuda gerçek yüzlerini ele veren davranışlar sergilerler. Kalplerindeki hastalığın sık sık ortaya çıktığı durumlardan biri de Kuran ayetleri hakkındaki sapkın yorumlarıdır. Gerçekten iman etmedikleri ve dini kendi çarpık mantık örgüleriyle değerlendirdikleri için Allah'ın müminlere, samimiyetlerine karşılık verdiği anlayış ve ilimden yoksundurlar. Bu yüzden Kuran okuduklarında da ayetlerde işaret edilen anlamlara, verilen öğütlere, hatırlatmalara akıl erdiremezler. Ayetleri her fırsatta müminler arasında ayrılık çıkarabilecekleri ya da kendi nefislerine uydurabilecekleri şekilde çarpık yorumlarlar. Münafıkların bu davranışından Kuran'da şu şekilde bahsedilmektedir:
Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Al-i İmran Suresi, 7)
Kimi zaman da verdikleri tepkilerden, ayetlerden etkilenmedikleri açıkça anlaşılmaktadır. Münafıkların bu durumlarını bildiren birkaç ayet şöyledir:
Bir sûre indirildiğinde onlardan bazısı: "Bu, hanginizin imanını artırdı?" der. Ancak iman edenlere gelince; onların imanını artırmıştır ve onlar müjdeleşmektedirler. (Tevbe Suresi, 124)
Bir sure indirildiğinde, bazısı bazısına bakar (ve): "Sizi bir kimse görüyor mu?" (der.) Sonra sırt çevirir giderler. Gerçekten onlar, kavramayan bir topluluk olmaları dolayısıyla, Allah onların kalplerini çevirmiştir. (Tevbe Suresi, 127)
Ayetlerde bildirilen münafıkların bozuk mantıklarını ortaya koyan bu bilgiler, onların Kuran ayetlerindeki hikmeti kavrayamadıklarını, ibret verici yönlerden öğüt almadıklarını açıkça göstermektedir. Allah'a ve dine karşı kuşku içinde olduklarından, ayetlere teslimiyetle değil de, inkar gözüyle bakarlar. Allah'ın ayetleri okunduğunda müminlerin imanı artar (Enfal Suresi, 2), münafıkların ise kalplerindeki hastalık ortaya çıkar. Münafıklar şeytanın etkisiyle imanlarındaki bu bozukluğu müminlere de aşılamak isterler. Bu çarpık yorumlarını dile getirirken, çevrelerindeki kişilerin kalplerine vesvese verme, onları kuşkuya düşürme ya da müminler arasında ayrılık çıkarma gibi amaçlar da taşırlar. İşte bu yüzden Allah bu kimselere karşı dikkatli olunmasını "Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler..." (Fussilet Suresi, 54) ayetiyle hatırlatmıştır.
Müminler, Allah'ı çokça anan, için için O'na dua edip yönelen ve O'ndan bağışlanma dileyen kimselerdir. Hem kendi içlerinde Allah'ı çokça anarlar hem de konuşma, hal ve tavırlarıyla çevrelerine Allah'ı hatırlatırlar. Allah'ı anmak her an Allah'ın varlığının, nimetlerinin şuurunda yaşamanın doğal bir yansımasıdır. Bir ayette Allah'ı anmanın önemi şöyle bildirilmiştir:
... Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tür. (Ankebut Suresi, 45)
Münafıkların en belirgin özelliği ise, Allah ile bağlantılarının olmayışıdır. Kalben Allah ile birlikte değildirler; O'na yönelmez, O'nu anmaz, O'ndan bağışlanma dilemezler. Bunu kendi düşük akıllarınca Müslüman görünmek için gereken bir zorunluluk gibi (Allah’ı tenzih ederiz) gördükleri için, Allah'ı ancak çok az anarlar. Allah bir Kuran ayetinde bu gerçeği şöyle bildirmektedir:
Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar. (Nisa Suresi, 142)
Başka ayetlerde ise münafıkların Allah'ı anmayan kişiler oldukları şöyle anlatılmaktadır:
Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 19)
Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu. Şüphesiz, münafıklar fıska sapanlardır. (Tevbe Suresi, 67)
Münafıklar Allah'ı hatırladıklarında ise, Allah'ın büyüklüğünü, gücünü, sanatını, ilmini takdir edemediklerinden, Allah'ı gereği gibi anmazlar. Allah'ı anmaktaki amaçları müminleri taklit etmek olduğu için gerek ifadeleri, gerekse üslupları içten, samimi ve sıcak olmaz. Suni, ezbere dayalı, gerçek düşüncelerini, hissettiklerini yansıtmayan, mecburi bir zikir olur. Güncel bir konudan çok akıcı, rahat, çok zengin ifadelerle bahsederken, Allah'ı anacakları zaman kesik kesik, zorlanarak, kalıp cümlelerle konuşurlar. İçlerinden gelmediği halde böyle bir mecburiyet hissetmeleri, bir yandan da iman edenlere karşı öfke duymalarına sebep olur. Kuran'da bu durumdan şöyle söz edilmektedir:
Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O'ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar. (Zümer Suresi, 45)
Bununla birlikte Allah'ın anıldığı ortamlardan da kasıtlı olarak uzak durur, çeşitli bahaneler öne sürerek kaçmaya çalışırlar. Aynı şekilde münafıklar Kuran'ın okunduğu ortamlardan da kaçış halindedirler. Çünkü Kuran'ı dinlediklerinde unutmak istedikleri ve düşünmekten kaçtıkları ölüm, ahiret günü, cehennem gibi gerçeklerle yüz yüze gelecekler ve vicdanlarına baskı oluşacaktır. Allah bir ayette münafıkların bu tutumunu şöyle haber vermektedir:
Ki onlar, Beni zikretme (konusun)da gözleri bir perde içindeydi. (Kur'an'ı) dinlemeye katlanamazlardı. (Kehf Suresi, 101)
Bir müminin en belirgin özelliklerinden biri, tevazu sahibi olması, her zaman hata yapabileceğini kabul etmesi ve kendisine yapılan öğüt ve uyarılara da hemen uymasıdır. Buna karşılık, münafıklar son derece kibirli ve kendini beğenmiş bir ahlaka sahiptirler. Onlara verilecek hiçbir öğüdü dinlemez, hata yaptıklarını kabul etmezler. Çok akıllı oldukları, her şeyin en iyisini bildikleri kanısındadırlar. Kendilerinin diğer Müslümanlardan çok daha yetenekli, çok daha zeki, çok daha kaliteli, kültürlü, görgülü, modern ve çok daha zevk sahibi olduklarını iddia ederler. Müslümanları da kendilerince düşük akıllı görürler. Üstelik Allah'ın iyi birer kulu olduklarını öne sürerler. Peygamberimiz (sav) dönemindeki münafıkların, Peygamber Efendimiz (sav)'in kendileri için bağışlanma dilemelerini kabul etmemeleri, sahip oldukları kibirin en açık göstergesidir:
Onlara: "Gelin Allah'ın Resûlü sizin için mağfiret (bağışlanma) dilesin," denildiği zaman başlarını yana çevirdiler. Sen, onların büyüklük taslamışlar olarak yüz çevirmekte olduklarını görürsün". (Münafikun Suresi, 5)
Müslümanlar, kalplerinde hastalık olan bu kişileri, samimi birer mümin olmaya davet edip, onlara Allah'ın ayetlerini hatırlattıkları zaman, münafıkların gösterdikleri tavırlardan da gururlarına teslim oldukları anlaşılır. Büyük bir akılsızlıkla kendilerinin kusursuzluğuna inanır, insani hataları bile kendilerine yakıştırmazlar. Allah münafıkların gururlarına uymalarının kötü sonucundan ayetlerde şöyle bahsetmektedir:
Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. (Bakara Suresi, 206)
Çünkü onlara: "Allah'tan başka ilah yoktur" denildiği zaman, büyüklük taslarlardı. (Saffat Suresi, 35)
Kendilerini bütün hatalardan, eksikliklerden uzak gördükleri için sahip oldukları ahlak bozukluklarının, yaptıkları kötülüklerin ahirette nasıl bir karşılığı olabileceğine ihtimal vermezler. Münafıkların karakteristik bir özelliği olan kibir onları bir kısır döngü içinde bırakır. Müminler sürekli olarak hatalarını düzeltip, eksiklerini telafi ederek kendilerini geliştirirken, münafıklar bu sahtekar hayatın içine daha da saplanırlar. Yapılan hatırlatma ve tavsiyelerden de faydalanamazlar. Allah bu tür bir müstağniyetin sonucunu şöyle bildirmektedir:
Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden. (Alak Suresi, 6-7)
Aynı zamanda Kuran ayetlerini okurken de anlatılanları hep kendileri dışındaki kişilerden bahsediliyormuş gibi yorumlarlar. Dolayısıyla öğüt alınması gereken konuları, ibret konusu olan kıssaların hikmetlerini kavrayamazlar. Kuran'ı okudukları halde; ölümü, ahireti, cehennemi kendilerinden çok uzak görürler. Aslında iyi niyetli oldukları ve bu yüzden de herhangi bir şekilde cezalandırılmayacakları gibi yanlış bir düşünceye sahiptirler.
Münafıklar, kibirli oldukları için, müminleri de kendi düşük akıllarınca kendilerinden aşağı görürler. Sahip oldukları herhangi bir özellik -zenginlik, şöhret, mevki, güzellik, eğitim- onları kibirlendirir ve bunlara sahip olmayan bir mümini kendilerince küçük görürler. Oysa üstünlük ancak takva iledir. Müminler bu tür dünyevi kıstasları göz önünde bulundurmaz; insanları para, şöhret, fiziki güzellik gibi özelliklere göre değil, imanlarına göre sevip-sayarlar. Dolayısıyla bu tür özelliklerinden dolayı kibirlenen kişiler, mümin topluluğu içinde hemen fark edilir ve küçük düşerler.
Münafıkların çok önemli özelliklerinden biri de, sürekli yalan söylemeleridir. Münafıklar akıl hastalığı tarzında durmaksızın yalan söylerler. Dilleri yalana alışık olduğu için hemen her konuda yalan konuşup, böylece müminleri her konuda kandırabileceklerini sanırlar. Bu şekilde kendilerine verilen sorumluluklardan da kaçmayı hedeflerler. Kuran'da, Peygamberimiz (sav) döneminde düşmana karşı savunma yapmak için çağrılan münafıkların yalana başvurarak kaçmaya çalıştıklarına şöyle dikkat çekilmiştir:
İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah'ın izniyle idi. (Bu, Allah'ın) müminleri ayırdetmesi; münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: "Gelin, Allah'ın yolunda savaşın ya da savunma yapın" denildiğinde, "Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik" dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir. (Al-i İmran Suresi, 166-167)
Görüldüğü gibi münafıklar, özellikle zorluk ve sıkıntı anlarında, müminleri terk ederek kendi çıkarlarını korumaya çalışırlar. Ancak, bunu da her zamanki gibi ikiyüzlülüklerini sürdürerek, yani kendilerini haklı göstermeye çalışarak yaparlar. Elbette ki bu kaçışlarını açıkça "çıkarlarımızın zedelenmesinden korkuyoruz" diyerek yapmazlar; bunun yerine akılsızca ve sinsice bahaneler öne sürerek müminleri haklı olduklarına inandırmaya çalışırlar. Allah Kuran'da münafıkların bu samimiyetsiz ve riyakar davranışlarını şöyle haber vermiştir:
Bedevilerden geride bırakılanlar, sana diyecekler ki: "Bizi mallarımız ve ailelerimiz meşgul etti. Bundan dolayı bizim için mağfiret dile." Onlar, kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylüyorlar. De ki: “Şimdi Allah, size bir zarar isteyecek ya da bir yarar dileyecek olsa, sizin için Allah'a karşı kim herhangi bir şeyle güç yetirebilir?” Hayır, Allah yaptıklarınızı haber alandır. (Fetih Suresi, 11)
... Onlardan bir topluluk da: "Gerçekten evlerimiz açıktır" diye Peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı." (Ahzab Suresi, 13)
Görüldüğü gibi, münafıkların öne sürdükleri bahaneler, "savaşmayı bilmiyoruz", "evlerimizi ve ailelerimizi korumak zorundayız" gibi sözde meşru gerekçelerdir. Fakat Allah bu kimselerden "... kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı." (Al-i İmran Suresi, 167) şeklinde bahsetmektedir. Üstelik bu yalanlarını söylerken de Allah'ın adına yemin ederek bunu yaparlar. Allah Kuran'da münafıkların bu samimiyetsiz konuşmalarını şöyle bildirmektedir:
... "Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte (savaşa) çıkardık" diye sana Allah adına yemin edecekler... (Tevbe Suresi, 42)
Münafıkların bu yalanlarından bahseden bir başka ayet ise şöyledir:
... kalbindekine rağmen Allah'ı şahit getirir; oysa o azılı bir düşmandır. (Bakara Suresi, 204)
Müminlerin en önemli vasıflarından biri, iyiliği emredip, kötülükten men etmektir. Yani bir mümin insanları, elinden geldiğince iyiliğe, Kuran ahlakına çağıracak ve mümkün olduğunca kötülüklere engel olmaya gayret edecektir.
Münafıkların tavrı ise bunun tam tersidir. Dinin ve müminlerin yararına olan faaliyetleri engellemeye çalışırlar. Müslümanların lehine sonuçlanacak olan gelişmelerden rahatsız olurlar. Buna karşın, bencil istek ve tutkuları yönündeki her hareketin başını çekerler. Müslümanlara zarar vereceğini, onları sıkıntıya uğratacağını düşündükleri hareketlerin tümüne destek olurlar. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular; O da onları unuttu. Şüphesiz, münafıklar fıska sapanlardır. (Tevbe Suresi, 67)
ADNAN OKTAR: Samiri çok yetenekli, şeytani yeteneği olan birisi; konuşkanlığı da çok yaman. Münafıkların başı. Bir de onu taklit eden yancıları var. Samiri onlara da münafıklık sanatını öğretiyor. Bu tür hareketlerde hep münafıkların bir başı olur, bazen kadın, bazen erkek olur. Peygamberimiz (sav) de, “Mehdi zamanında kadın deccaller ve erkek deccaller olacak” diyor; akıl almaz bir şeytani güce sahip olurlar. Münafıklar İslam’ı biraz tekdüze görürler. Kendilerince onu küfürle değiştirmek isterler. Mesela İslami bir eser, Kurani bir eser onu sıkar. Küfürden bir eser olursa hoşuna gider, onları okumak ister. Allah’tan, Kitap’tan, dinden bahseden kitapları okumak istemez. Onları beğendiğini de söylemek istemez, onu aşağılayıcı görür. Ama küfürden ne olduğu belirsiz, ne anlattığı belirsiz, anlaşılması güç kitaplar, yazılar olduğunda züppelik olsun diye onları beğenir ve oradan kendine bir paye çıkarır. Kendini yücelttiğini zanneder. Küfrü eleştiriyor Cenab-ı Allah, “Kuvvet ve onuru (izzeti)' onların yanında mı arıyorlar?” diyor. (Nisa Suresi 139) (Sayın Adnan Oktar’ın 23 Ocak 2016, A9 TV röportajından)
Münafıklar diğer bütün inkarcılar gibi Allah'a karşı nankördürler. Kendilerini yaratmış olan ve türlü nimetlerle yaşatan Allah'a karşı sürekli nankörlük eder, O'nun hükümlerinden yüz çevirirler.
İkinci bir nankörlükleri ise müminlere karşıdır. Çünkü müminlerin arasına katıldıklarında, müminler onları imana çağırır, onların her türlü ihtiyaçlarında yanlarında olur, maddi-manevi hiçbir desteği onlardan esirgemez, onlara verdikleri öğütler, yaptıkları hatırlatmalarla Allah rızası için onların ahiretini kurtarmaya gayret ederler.
Buna karşılık ise münafıklar müminlere karşı sürekli düşmanlık beslerler. Müslümanların bütün iyi niyetine karşılık, her seferinde hainlik, sinsilik, kötülük, sahtekarlık ve züppelik yolunu seçerler. Elbette bu, büyük bir nankörlüktür ve Allah Kuran'da münafıkların bu aşağılık karakterini anlatmaktadır:
Allah'a and içiyorlar ki (o inkâr sözünü) söylemediler. Oysa andolsun, onlar inkâr sözünü söylemişlerdir ve İslamlıklarından sonra inkâra sapmışlardır ve erişemedikleri bir şeye yeltenmişlerdir. Oysa intikama kalkışmalarının, kendilerini Allah'ın ve elçisinin bol ihsanından zengin kılmasından başka (bir nedeni) yoktu. Eğer tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur, eğer yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da, ahirette de acı bir azapla azaplandırır. Onlar için yeryüzünde bir koruyucu-dost ve bir yardımcı yoktur. (Tevbe Suresi, 74)
Sen, onlar için ister bağışlanma dile, istersen dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz. Bu, gerçekten onların Allah'a ve elçisine (karşı) nankörlük etmeleri dolayısıyladır. Allah fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 80)
Allah Kuran'da münafıkların "pis" olduklarını bildirmektedir. Genel olarak tüm müşriklerin "pis" olduğunu vurgulayan Tevbe Suresi'nin 28. ayeti yanında, doğrudan münafıklarla ilgili olan ayetlerde de fiziksel ve manevi bir pislikten söz edilmektedir. Münafıkların, Peygamberimiz (sav) ve yanındaki müminlerden ayrıldıklarında kurdukları "Dırar Mescidi" ile müminlerin mescidi arasındaki fark anlatılırken de, müminlerin mescidinde "temizlenmeyi seven" insanlar olduğuna dikkat çekilir. (Tevbe Suresi, 107-108) Bunun yanında, münafıklardan bahseden bir başka ayette ise Allah şöyle buyurmaktadır:
(Allah) Kalplerinde hastalık olanların ise, iğrençliklerine iğrençlik (murdarlık) ekleyip-artırmış ve onlar kâfir kimseler olarak ölmüşlerdir. (Tevbe Suresi, 125)
Müslümanlar Allah’tan içleri titreyerek-korkan kimseler oldukları için (Mülk Suresi, 12), insanların kendilerini gördüğü yerlerde de görmediği yerlerde de temizliğe çok dikkat ederler. Çünkü Allah’ın her an, her yerde kendilerine şahdamarlarından daha yakın olduğunu ve her yapmakta olduklarını gören olduğunu bilirler. Müminler kendi şahsi bakımlarına çok titizdirler. Ama Allah’ın birer tecellisi olarak duydukları derin sevgi ve saygının gereği olarak, diğer mümin kardeşlerinin temizliğine, sağlığına, rahatına, huzuruna, neşesine çok daha fazla bir özen gösterirler. Çünkü temizlikte gösterilen hassasiyet müminler açısıdan bir vicdan alametidir ve takva göstergesidir. Özellikle de hiç kimsenin görmediği bir yerde bir kişinin temizlik konusundaki titizliği tamamen o kişinin Allah korkusunun ve imanının bir yansımasıdır. Oysa ki münafıklar hem kendi özel bakımlarına hem de diğer müminlerin yaşadıkları yerlerin temizliğine asla önem vermezler. Çünkü hem o karanlık, izbe ruhları temizlik arayışında değildir hem de Müslümanlara içten içe duydukları nefretin doğal bir göstergesi olarak onlara temizlik, güzellik, rahatlık, konfor sunmak istemezler. Müslümanlara yapacakları ve karşılığında bir menfaat elde edemeyecekleri her iyiliği kendilerince “enayilik” olarak görürler. Müminlerin yanındayken dikkat çekmemek için temizliğe dikkat ediyor gibi davranırlar ama yalnız kaldıklarında son derece pistirler.
Münafıkların içinde bulunduğu ruh hali, önceki bölümlerde saydıklarımızın da ötesinde çok derin sıkıntılar, hüzünler, acılar ve ızdıraplar içerir. Münafığın yaşayacağı azap, henüz dünyada başlar. Münafıklar öncelikle büyük bir güvensizlik ve korku içinde yaşarlar. Müminlerdeki teslimiyet, rahatlık ve neşeyi asla elde edemezler.
Müminler, kendilerini Allah'a teslim etmiş ve her dertlerine, her sıkıntılarına Allah'ın bir ferahlık vereceğini bilmenin rahatına, huzuruna ve neşesine kavuşmuş insanlardır. Allah'a güvenir, Allah'a tevekkül ederler.
Münafık ise, sürekli olarak güvensizlik içindedir; Allah'a teslim olmaz. Sürekli yalan söyleyen, kendini sürekli olmadığı biri gibi göstermeye uğraşan, sürekli olarak kendini etrafına ispatlamaya ve bunun için rol yapmaya çalışan bir insanın rahat ve huzurlu olması mümkün değildir. Bu tedirginlik ve güvensizlik psikolojisi içinde, çevrelerinde gelişen her olayın kendi aleyhlerinde olacağını sanırlar. Her yeni gelişme üzerine ikiyüzlülüklerinin ortaya çıkacağından endişe ederler. Kuran'da, münafıkların bu ruh hali, "... Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar" (Münafikun Suresi, 4) ayetiyle ifade edilir.
Bir başka ayette ise, münafıkların sürekli bir kuşku içinde bulundukları ve kuruntular içinde boğuldukları şöyle bildirilmektedir:
(Münafıklar) Onlara seslenirler: "Biz sizlerle birlikte değil miydik?" Derler ki: "Evet, ancak siz kendinizi fitneye düşürdünüz, (Müslümanları acıların ve yıkımların sarmasını) gözetip-beklediniz, (Allah'a ve İslam'a karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntular yanıltıp-aldattı. Sonunda Allah'ın emri (olan ölüm) geldi; ve o aldatıcı da sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak, hatta masumca sizden görünerek) aldatmış oldu." (Hadid Suresi, 14)
Münafığın en belirgin özelliklerinden biri de, her ne kadar kendisini güçlü göstermeye çalışsa da, en küçük bir olayda dahi hemen ümitsizliğe ve karamsarlığa kapılmasıdır. Ancak kendisini dışarıya karşı bu şekilde tanıtmaz. Çok güçlü bir imana sahip olduğunu söyler, her ne olursa olsun doğru yoldan sapmayacağına, her şartta Allah'ın rızasını arayacağına, her işinde Allah'a tevekkül edeceğine dair konuşmalar yapar. Fakat tüm bunlar sadece konuşmalarında kalır; anlattıkları ile gerçek hayatta verdikleri tepkiler birbiriyle tamamen çelişir. Rahatını kaçıracak, onu belki de ruhen ve bedenen zora sokacak en ufak bir olay karşısında hemen kişiliğindeki zayıflık kendini belli eder. Münafık Allah'ın desteğinin, yardımının, her şeyin üzerindeki kontrolünün, her şeyi hayırla yarattığının bilincinde değildir. O yüzden de korkuya, ümitsizliğe, paniğe, telaşa, üzülmeye çok açık bir ruhu vardır. Allah bir ayette münafıkların bu durumunu şöyle açıklamaktadır:
... Fakat iş, kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, şayet Allah'a sadakat gösterselerdi, şüphesiz onlar için daha hayırlı olurdu. (Muhammed Suresi, 21)
Gerçekten de, münafıklar dış görünüşleriyle müminlere çok benzemelerine rağmen, gerçek karakterleri, dine bakış açıları itibariyle inkarcılarla çok fazla ortak yöne sahiptirler. Nitekim zorluk anlarındaki tepkileri açısından da müminlerle tam zıt bir ruh hali içinde olurlar. Örneğin bir hastalık anında kolayca Allah'a isyan edip Allah’ın yardımından ümitlerini kesebilir ve tevekkülsüzlüğe kapılabilirler. Oysa Allah kafirlerden başkasının Allah'tan ümit kesmeyeceğini bir ayette şöyle bildirmektedir:
... Kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez. (Yusuf Suresi, 87)
Bununla birlikte Allah bir rahmet olarak müminlerin imtihanını kolaylaştırmıştır. Fakat bu kolaylık sadece samimi iman edenler içindir. Samimiyetle Allah'a teslim olan bir Müslüman, Allah'ın kendi görüntüsünde yarattığı görüntülerin sürekli değişmesini ibretle, heyecanla, şükürle, tevekkülle izler. Buna karşın münafıkların ruhunda sürekli korku, tedirginlik, sabırsızlık, huzursuzluk vardır. Şeytanın yoğun olarak etkisinde oldukları için, münafıklar karşılaştıkları zorlukların –haşa- Allah’ın yarattığı kaderin dışında, Allah'ın rahmeti, bilgisi ve planı dışında geliştiğini zannederler. "Keşke şöyle yapmasaydım", "aksilik oldu", "şu şekilde yapmasaydım şu olmazdı" tarzında yaptıkları konuşmalardan, her olayın kaderde en hayırlı şekilde yaratıldığından gafil oldukları anlaşılır. Halbuki Allah müminler için kusursuz bir kader takdir etmiştir. Her olay Allah’ın dilemesiyle bir hikmet ve hayır üzerine yaratılır ve mümine yakışan da oradaki hikmeti anlamaya çalışarak, kaderdeki planın güzelliğini görüp-bilip sevinç duymasıdır.
Münafıkların bir başka önemli özellikleri sürekli bir korku psikolojisi içerisinde olmalarıdır. Kuran'ın, "...onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır" (Bakara Suresi, 38) ayetinde tarif edilen müminlerin tam tersine, münafıklar büyük bir korku içinde yaşarlar. Gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasından, sahtekarlıklarının, ahlaksızlıklarının, yaptıkları hainliklerin bilinmesinden çok korkarlar. Çünkü müminlerin arasında deşifre oldukları takdirde Müslümanların kendilerine karşı tam bir teyakkuza geçeceklerini, öncelikle İslam’ın ve diğer müminlerin mefaatini korumaya yönelik her yönden önlem alacaklarını bilirler. Böyle bir durumda ise artık Müslümanları kendilerince kandıramayacaklarını düşünür, çıkar sağlamaya yönelik karanlık ve kahpece girişimleriyle bir sonuç elde edemeyeceklerini anlarlar. Kuran'da münafıkların bu korku dolu ruh halini Yüce Rabbimiz şöyle tarif etmektedir:
Gerçekten sizden olduklarına dair Allah adına yemin ederler. Oysa onlar sizden değildirler. Ancak onlar ödleri kopan bir topluluktur. Eğer onlar bir sığınak ya da (kalacak) mağaralar veya girebilecekleri bir yer bulsalardı, hızla oraya yönelip koşarlardı. (Tevbe Suresi, 56-57)
Münafıkların müminlere karşı duydukları korkunun şiddeti bir başka ayette de şöyle vurgulanmaktadır:
"Herhalde içlerinde 'dehşet ve yılgınlık uyandırma bakımından' siz, Allah'tan daha çetinsiniz. Bu, şüphesiz onların 'derin bir kavrayışa sahip olmamaları' dolayısıyla böyledir." (Haşr Suresi, 13)
ADNAN OKTAR: Münafıklar, müminlerin kıymetini arttırmak için özel yaratılmış bir ekiptir. Münafık olmazsa müminin değeri bir parça düşer. Münafık, müminin değerini artıran bir mahluk taifesidir. Onlarla kıyaslayarak Allah insanların gözünde müslümanların değerli olduğunu gösteriyor. Mesela Mehdi (as) cemaatinden de münafıklar çıkacaktır, sonra çok meşhur olacaktır bu münafıklar, bütün insanlık bilecek, bütün dünyaya ibret olacaktır bütün münafıklar. Yani ahirette de bütün insanlara ibret olacaktır. Peygamber Efendimiz (sav) zamanındaki münafıklar da, Hz. Musa (as) devrindeki münafıklar da, bunlar ünlüdür. Mesela Samiri vardır; ünlü, tarihe geçmiştir. Peygamber Efendimiz (sav) zamanındaki münafıklar tarihe geçmiştir. Mehdi (as) devrindeki münafıklar da tarihe geçeceklerdir. Yani herkes tarafından bilinecektir. Herkesin aşağıladığı, şerefsiz, haysiyetsiz gördüğü mahluklar olarak bilineceklerdir.
O devirde Mehdi (as) talebelerinin ne kadar gayretli olduğu ve münafıkların da onlara karşı yaptığı faaliyetler anlatılacaktır. Onlara karşı verdikleri mücadele anlatılacak, her ikisi de tarihe geçecektir. Nasıl Peygamber Efendimiz (sav)’in zamanı tarihe geçtiyse, Hz. İbrahim (as)’ın devri tarihe geçtiyse, bu da tarihe geçecektir, inşaAllah... Müminlerin felaket haberlerini dışarıdan bekliyorlar, dikkat ederseniz. Bu nedir? Müslümanlara yapılacak bir operasyon, bir saldırı, bir hakaret, bir oyun. Bunu dehşet içinde dışarıdan izliyorlar ama dışarıda oldukları için de kendilerini güvende görüyorlar. Müslümanların o göğüs göğüse ilmi mücadelesine uzaktan seyirciler.
Müslümanlar galip olduğunda gıpta ediyorlar, yani haset ediyorlar, keşke biz de onlarla olsaydık diye. Ama Müslümanlara bir saldırı olduğunda acayip hoşlarına gidiyor; “Allah bizi korudu” diyorlar, “çok iyi oldu” diyorlar. Yani böyle ürkmüş bir kuduz köpek gibi bütün meseleyi, Müslüman cemaatinden ayrı olmakta görüyorlar. Ama etrafındakileri kandırmak için ayrıldıktan sonra namazlarına yine devam ediyorlar, yine oruç tutuyorlar, birarada birbirlerini kandırıyorlar; yani münafık topluluğunun özelliği bu. “Biz zaten Müslümanız” diyorlar, “onlardan ayrıyız ama Müslümanız” diyorlar, yani küfre karışmıyorlar. Küfür karakterinde oldukları halde, İslam’dan nefret ettikleri halde, Müslümanlardan nefret ettikleri halde yine o münafıklığın gereği olarak namazlarına, oruçlarına, ibadetlerine devam ederek, yine bir cemaat halinde, grup halinde yaşıyorlar, ayrı olarak. Ve bütün görevleri de, Müslümanlara karşı mücadele oluyor. Bakın, bu çok acayip. Yani ana amacı, bilinçaltından bu bir türlü gitmiyor. Mesela Peygamber Efendimiz (sav)’i hep şehit etmeye çalışmıştır münafıklar. Çünkü Peygamberimiz (sav) yaşadığı müddetçe vicdan azabı çekiyorlar, rahatsızlar. (Adnan Oktar’ın 7 Şubat 2010 tarihli Kanal Avrupa röportajından)