İlk bölümde de belirttiğimiz gibi, münafıkları diğer inkarcılardan ayıran, münafıkların kendilerini mümin gibi göstermeye çalışmalarıdır. Münafıklar birtakım dünyevi çıkarları uğruna müminlerle birlikte olmak isterler ve bu ortamda onlar gibi görünmenin kendilerince daha "kârlı" olduğunu düşünürler.
Münafık her durumda İslam ahlakını yaşıyor gibi görünür. Gösteriş için ibadet eder. Kendini ön plana çıkartmak için tebliğ yapmak ister. Deşifre olmamak için diğer müminlere sahte bir sevgi gösterir. Ama Allah münafıkların bu ibadetlerinin geçerli olmayacağını Kuran’da bizlere bildirmektedir. Çünkü bir fiilin ibadet olması için, sadece Allah rızası hedeflenerek yapılmış olması gerekir. Münafıklar ise, Allah'ın değil, insanların rızasını hedeflerler. Münafıkların namaz kılmalarında, infakta bulunmalarında, verdikleri sözlerde, yaptıkları konuşmalarda çevrelerinden takdir görme, diğer müminlerden üstün konuma gelme, kendilerini küfre beğendirme, itibar ve çıkar sağlama çabası vardır. Halbuki gerçek Müslümanların böyle bir endişesi yoktur. Çünkü onlar Allah Katında hiçbir şeyin gizli kalmadığını, kişinin kendisi unutsa bile Allah'ın, insanların hesaba katmadıkları şeyleri ahirette karşılarına çıkaracağını bilerek, sadece O'nun rızasını kazanmak için yaşarlar. Allah bir ayette şu şekilde bildirmektedir:
"Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah, latif olandır, (her şeyden) haberdardır." (Lokman Suresi, 16)
Küçük, büyük infak ettileri her nafaka ve (Allah yolunda) aştıkları her vadi, mutlaka Allah'ın yaptıklarının daha güzeliyle onlara karşılığını vermesi için, (bunlar) onlar adına yazılmıştır. (Tevbe Suresi, 121)
Yalan, münafıkların kendilerini mümin topluluğunun içinde gizleyebilmek, sahtekarlıklarını örtebilmek için en çok başvurdukları yollardan biridir. Bu bakımdan münafıklar müminlere karşı yalan söylemeyi adeta alışkanlık haline getirmişlerdir. Bu yalanlarını inandırıcı kılabilmek içinse sık sık yemine başvururlar. Allah adına yemin etmenin müminler açısından önemini bildikleri için, yeminlerinin arkasına sığınırlar. Allah, münafıkların bu konudaki gerçek niyetlerini şu ayetle haber vermektedir:
Onlar, yeminlerini bir siper edindiler, böylece Allah'ın yolundan alıkoydular. Artık onlar için alçaltıcı bir azab vardır. (Mücadele Suresi, 16)
Kuran'da münafıkların yalan yere yemin ettiklerinin bildirildiği bir başka ayet ise şöyledir:
Münafıklar sana geldikleri zaman: "Biz gerçekten şehadet ederiz ki, sen kesin olarak Allah'ın elçisisin" dediler. Allah da bilir ki sen elbette O'nun elçisisin. Allah, şüphesiz münafıkların yalan söylediklerine şahidlik eder. (Münafikun Suresi, 1)
Öte yandan münafıklar yalan söylerken de bu yalanlarının hiç ortaya çıkmayacağını zannederek ya da karşılıksız kalacağını düşünerek büyük bir yanılgıya düşerler. Fakat "... Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor" (Tevbe Suresi, 42) ve "Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azab vardır." (Bakara Suresi, 10)
Münafıklar iman ettikleri için, Allah’tan korktukları ve Allah’a olan sevgilerini ifade etmek için değil, kendilerini mümin gibi gösterebilmek için namaz kılarlar. Allah Kuran'da insanların rızası için namaz kılanlardan şöyle bahsetmektedir:
"İşte (şu) namaz kılanların vay haline,
Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar,
Onlar gösteriş yapmaktadırlar." (Ma'un Suresi, 4-6)
Allah bu ayetler ile münafık karakterini bize tanıtmaktadır. Buna karşılık müminler, "Müminler gerçekten felah bulmuştur; Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır" (Müminun Suresi, 1-2) ayetlerinde bildirildiği gibi, namazda içli bir şekilde Allah'a dönüp-yönelen ve Allah'a karşı "saygı dolu korku" duyan kimselerdir.
Münafıkların namaz kılarken gösteriş amacı taşıdıkları başka ayetlerde şöyle bildirilir:
... Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar... (Nisa Suresi, 142)
Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösteriş yapmaktadırlar. (Ma'un Suresi, 6-8)
Münafıklar, namazlarında olduğu gibi, genel hal ve tavırlarında da sürekli olarak Allah'ı değil, müminleri hoşnut etmeye çalışan bir ruh hali içindedirler. Kendilerini takva (Allah'ın sınırlarını koruyan) bir mümin gibi göstermek için abartılı tavırlarda bulunurlar. Kendilerini ön plana çıkarmaya, yaptıkları herhangi bir işi herkese duyurarak kendilerince müminlerin gözünde kendi düşük akıllarınca "puan toplamaya" çalışırlar. Kuran'da münafıkların bu samimiyetsiz davranışları şöyle vurgulanır:
"Sizi hoşnut kılmak için Allah'a yemin ederler; oysa mümin iseler, hoşnut kılınmaya Allah ve elçisi daha layıktır." (Tevbe Suresi, 62)
Münafık samimi bir imana sahip olmadığı için yaptığı bir iyiliğin gizli kalmasından son derece rahatsız olur. Yaptıklarından olabildiğince fazla kişinin haberdar olmasını ister ki, kendince müminlerin takdirini kazanabilsin. Tek amacı kendisini ön plana çıkararak, insanlar arasında bir yer edinmek, itibar sağlamaktır. Ancak unutulmamalıdır ki, münafıkların niyetleri samimi olmadığı ve Allah'ın rızasını gözetmedikleri için, yaptıklarının ahiretteki karşılığı da farklı olabilir. Allah pek çok ayette çalışıp boşuna yorulanlardan, yaptıkları boşa çıkanlardan, ibadetleri geçersiz kılınanlardan bahsetmektedir. Bu nedenle bu ahlakı gösteren kimseler de böyle bir son ile karşılaşmaktan sakınmalıdırlar.
Münafıkların gösteriş için taklit ettikleri bir diğer ibadet de infaktır. İnfak, Allah yolunda ve Allah rızası için yapılan her türlü harcama ve bağış anlamına gelir. Müminler, mallarını Allah rızası için harcarlarken, münafıklar bunu insanların rızası için yaparlar. Allah Kuran'da münafıkların bu tavırlarını şu sözlerle haber vermektedir:
Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye infak ederler, Allah'a ve ahiret gününe de inanmazlar. Şeytan, kime arkadaş olursa, artık ne kötü bir arkadaştır o. Allah'a ve ahiret gününe inanarak Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan infak etselerdi, aleyhlerine mi olurdu? Allah, onları iyi bilendir. (Nisa Suresi, 38-39)
Ama münafıkların insanlara gösteriş olsun diye yaptıkları bu harcamanın, Allah Katında kabul edilmeyeceği Kuran'da şöyle bildirilir:
De ki: "İsteyerek veya istemeyerek infak edin; sizden kesin olarak kabul edilmeyecektir. Çünkü siz bir fasıklar topluluğu oldunuz." İnfak ettiklerinin kendilerinden kabulünü engelleyen şey, Allah'ı ve elçisini tanımamaları, namaza ancak isteksizce gelmeleri ve hoşlarına gitmiyorken infak etmeleridir. (Tevbe Suresi, 53-54)
Ayetlerde, münafıkların yaptıkları ibadetleri "isteksizce" ya da "hoşlarına gitmediği halde" yaptıkları bildirilmektedir. Bu, münafıkların dünyada sıkıntı içinde yaşamalarının da sebebidir. Üstelik Allah samimiyetsiz, alçak karakterli bu insanların gerçek yüzlerini, dilerse müminlere de göstermekte ve ahirette Allah’ın izniyle zaten boşa çıkacak tüm bu gösterişin dünyada da boşa çıkmasını sağlamaktadır.
Allah bir başka ayetinde gösteriş için infak edenlerin ibadetlerinin geçersizliğini ve Kendi rızası için infak edenlerin üzerindeki bereketini şu örnekle açıklamaktadır:
Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakır. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez. Yalnızca Allah'ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı kökleştirip- güçlendirmek için mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağnak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin örneğine benzer ki ona sağnak yağmur isabet etmese de bir çisintisi (vardır). Allah, yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 264-265)
Münafıklar Müslümanların çalışmalarına, ilmi faaliyetlerine kendilerini hiç zora sokmadan sadece bir ucundan destek verirler. Bu şekilde hem o faaliyeti yapanlar arasında sayılmış olurlar ama aynı zamanda ne yorulurlar ne uykusuz kalırlar ne de ciddi bir gayret ve emek sarfederler. Allah bu ahlak bozukluğunu bir ayette bizlere şu şekilde tarif etmektedir:
İnsanlardan kimi, Allah'a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü döner. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır. (Hac Suresi, 11)
Ayrıca münafıklar, "Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır..." (Tevbe Suresi, 111) ayetinde tarif edilen örnek mümin tavrını hiçbir zaman göstermezler.
Müminler, bu ayette de tarif edilen ahlakın gereği olarak, gerektiğinde maddi ve manevi tüm imkanlarını Allah'ın razı olacağı hayırlı işlerde kullanmaktan asla çekinmezler. Münafıklar ise mallarını gösteriş olsun diye harcarlar ama bu her zaman sadece göz boyamaya yeteceğini düşündükleri kadardır. Münafık, müminlerin geniş imkanlarını, güvenilir itibarlarını kullanarak kendisine dünyevi çıkar elde etmek için Müslümanların arasına girmiştir. Deşifre olmamak için de taklit edebileceği mümin alametlerinin üzerinde görülmesini sağlamaya çalışır. Bunun için yeri geldiğinde kısmi olarak fedakarlık da yapar. Ama münafığın mecbur kaldığında hiç istemeden yaptığı bu fedakarlık sadece ileriye yönelik bir yatırım elde etme amaçlı olur. Örneğin iman edenlerden gözükmek uğruna yapacağı ufak bir harcama ile kendince müminlerin sahip olduğu daha büyük imkanlardan yararlanacağını düşünür.
Kuran'da, münafıkların cimriliklerine şöyle dikkat çekilir:
Onlardan (münafıklardan) kimi de: "Andolsun, eğer bize bol ihsanından verirse gerçekten sadaka vereceğiz ve salihlerden olacağız" diye Allah'a ahdetmiştir. Onlara Kendi bol ihsanından verince ise, onunla cimrilik yaptılar ve yüz çevirdiler; onlar böyle sırt dönenlerdir. Böylece O da, Allah'a verdikleri sözü tutmamaları ve yalan söylemeleri nedeniyle, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar, kalplerinde nifakı yerleşik kıldı. (Tevbe Suresi, 75-77)
Münafıkların bu cimri ve bencil yapılarına karşılık, müminlerin düşüncesi sürekli fedakarlıkta bulunma yönündedir. Çünkü mümin, yaptıklarının karşılığını Allah Katından beklemekte, ahireti hedeflemektedir. Müminler dünyanın geçici ve yararsız olduğunu bilirler ve bu dünyada ancak Allah'ın rızasını kazanmak için bulunduklarının şuurundadırlar.
Münafıklar Allah'ın rızasını aramadıkları için, Müslümanlardan sürekli olarak küçük çıkarlar elde etme peşindedirler. Bu yüzden de müminlerin fedakar ve asil tavrının aksine, açgözlü ve bencildirler. Sadece kendi rahatlarını, kendi konforlarını düşünür, sadece kendilerini ilgilendiren konulara öncelik verirler. Diğer müminlere güzellik sunmayı, onlara bir konfor sağlamayı, yardımcı olmayı, onları mutlu edecek, neşelendirecek güzel bir faaliyeti ise kendi zayıf akıllarınca “enayilik” olarak görürler. Bu yüzden Müslümanlara küçük bir ikramda bulunmaktan dahi şiddetle imtina ederler. Ama sürekli Müslümanların kendilerine iyilik yapmalarını beklerler, hatta bu konuda en ufak bir eksikliği dahi günlerce dile getirirler. Kendilerini ele vermemek için bir iyilik ya da fedakarlıkta bulunmak zorunda kalırlarsa da, içten içe müthiş ızdırap duyarlar. Kuran'da, münafıkların müminlerden çıkar sağlama istekleri şöyle haber verilir:
Onlardan sadakalar konusunda seni yadırgayacaklar vardır. Ondan kendilerine verilirse hoşlanırlar, kendilerine verilmediği zaman bu sefer gazaplanırlar. Eğer onlar, Allah'ın ve elçisinin verdiklerine hoşnut olsalardı ve: "Bize Allah yeter; Allah pek yakında bize fazlından verecek, O'nun elçisi de. Biz gerçekten ancak Allah'a rağbet edenleriz" deselerdi (ya)!.." (Tevbe Suresi, 58-59)
Ayetteki "bize Allah yeter" sözü, müminlerin bakış açısını bildirir. Mümin yaptıklarının asıl karşılığının ahirette olduğunu bilir. Allah’ın kendisini, yaptıklarının kat kat fazlasıyla, cenneti, rahmeti ve rızasıyla ödüllendireceğini umar. Bu nedenle dünyadaki küçük çıkarlar adına açgözlülük etmesi, Peygambere ve müminlere muhalif tavır takınması mümine asla yakışmaz. Allah’tan korkan bir mümin aşağıdaki ayetin hükmüne girmekten ciddi şekilde endişe duyar:
"Kim kendisine 'dosdoğru yol' apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!.." (Nisa Suresi, 115)
Eğer bir mümin topluluğu içinde birden fazla münafık varsa, bunlar birbirleriyle gizli bağlantılar kurar ve Kuran'da haber verildiği üzere "gizli toplantılar" yaparlar. Sadece birbirleriyle değil Müslümanlardan ayrılmış olan diğer münafık taifesiyle de sürekli gizli irtibat halindedirler.
Mümin topluluğu içinde barınmaya çalışan münafık, kısa sürede kimlerin kendisi ile aynı şeytani ruha sahip olduğunu teşhis eder. Çünkü hasta ve karanlık ruhlu diğer münafık karakterli kişiler de, kendisi gibi Allah yolunda her türlü fedakarlıktan kaçan, sevgiden uzak, şizorfren yapılı, kibirli kimselerdir. Münafıklar bu tarz kişilerle hemen yakınlaşıp, aralarında gruplaşırlar. Müminlerden uzak durmaya ve çoğunlukla birlikte olmaya çalışırlar. Sinsice sürekli müminlerin aleyhinde konuşup, diğer zayıf imanlı kişilerin de aklını çelmeye ve kendilerine yandaş hale getirmeye uğraşırlar.
Münafıkların aralarındaki gruplaşmaları ve yaptıkları gizli toplantılar, Kuran'da haber verilmiştir. "Gizli toplantı", münafıkların, müminlerden habersiz olarak biraraya gelip, Peygamber ve diğer müminler aleyhinde "tuzak kurmayı", “kötülük yapmayı” konuşmalarıdır. Kuran'da, münafıkların bu tavrı ayrıntılı olarak anlatılır:
'Gizli toplantıların fısıldaşmalarından' (kulis) men' edilip sonra men' edildikleri şeye dönenleri; günah, düşmanlık ve Peygambere isyanı (aralarında) fısıldaşanları görmüyor musun? Onlar sana geldikleri zaman, seni Allah'ın selamladığı biçimde selamlıyorlar. Ve kendi kendilerine: "Söylediklerimiz dolayısıyla Allah bize azap etse ya." derler. Onlara cehennem yeter; oraya gireceklerdir. Artık o, ne kötü bir gidiş yeridir. (Mücadele Suresi, 8)
Münafıkların "gizli toplantılarını" haber veren bir başka ayette Yüce Rabbimiz bu toplantıların gece vakti oluşunu şöyle bildirmektedir:
Onlar, insanlardan gizlerler de Allah'tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden (plan olarak) hoşnut olmayacağı şeyi 'geceleri düzenleyip kurarlarken,' onlarla beraberdir. Allah, yaptıklarını kuşatandır. (Nisa Suresi, 108)
Bir başka ayette ise Allah münafıkların bu eylemlerini Allah’ın dilemesi sonucu "şeytanın ilhamıyla, şeytanın yönlendirmesiyle" gerçekleştirdiklerini şöyle bildirmektedir:
Şüphesiz 'gizli toplantıların fısıldaşmaları' (kulis), iman edenleri üzüntüye düşürmek için ancak şeytan (ürünü olan işler)dandır... (Mücadele Suresi, 10)
Münafıklar mümin taklidi yaparak Müslümanların arasında yer almaya çalışırken, bir yandan da küfre müminlerden haber taşırlar. Bu şekilde müminlere zarar verip etkisiz hale getirebileceklerini, müminlerin Allah yolundaki ilmi faaliyetlerine engel olabileceklerini düşünürler. Peygamberimiz (sav) döneminde de örnekleri yaşanan, münafıkların bu tavrı, "... içinizde onlara (inkarcılara) 'haber taşıyanlar' vardır. Allah, zulmedenleri bilir." (Tevbe Suresi, 47) ayetiyle bildirilmiştir. Kuran'da, münafıkların bu vasfı, "başka bir topluluk adına kulak tutmak (haber toplamak)" olarak da ifade edilmektedir. Ayette Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
...Onlar, yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen diğer topluluk adına kulak tutanlar (haber toplayanlar)dır... (Maide Suresi, 41)
Münafıklar birkaç şeytani oyunla, çok güçlü zannettikleri küfrün kendilerine şeytani desteğiyle, birkaç dalavereyle, sinsilikle, sahtekarlıkla, ahlaksızlıkla müminleri güya alt edebileceklerine inanırlar. Ancak bu esnada çok önemli bir gerçeği hesaba katmazlar. Akılları ve imanları da çok zayıf olduğu için Allah’ın müminler üzerindeki yardımını, desteğini, korumasını göz ardı ederler. Oysa Allah Kuran’da müminlerin aleyhine küfre asla yol vermeyeceğini bildirmiştir. (Nisa Suresi, 141) Bir başka ayetinde ise Allah “İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimizde bir haktır.” diyerek müminleri mutlaka koruyacağını bizlere müjdelemiştir.
ADNAN OKTAR: Bakışları da bozuk oluyor bu münafıkların. Oradan da anlaşılır. Ama kesin teşhis münafıklığını alenen ilan etmesiyle olur, Müslümanlara karşı açıkça tavır koymasıyla anlaşılır. Yani küfre Müslümanlar hakkında bilgi götürmesi, onların dağılması için gayret etmesi, Müslümanların içinde bulunup onların her türlü bilgisini dinsizlere, Müslümanlara karşı düşman olanlara aktararak, onlarla ittifak ederek Müslümanlara karşı saldırmasıyla ortaya çıkıyor. Peygamber Efendimiz (sav) zamanında da öyleydi. Münafıklar, Müslümanlara saldıran kâfirlerle sürekli bilgi, istihbarat ağı kurmuşlardı ve bilgi taşıyorlardı. Ama korkaklardı; onlardan tarafa tam geçmiyorlardı. Tam Müslümanlardan yana da değiller, fakat sonunda da “sanki hiç bir şey olmamış gibi Müslümanların yanına gelirler” diyor Allah. ‘“Biz sizinle birlikte değil miydik?” derler’ (Nisa Suresi, 141) diyor sonunda da. Yani böyle ahlaksız ve kahpe tıynetli oluyorlar. Sanki daha önceki ahlaksızlıkları yapan onlar değilmiş gibi. (Adnan Oktar’ın Tempo TV röportajından, 28 Ocak 2009)