Münafıkların en belirgin özelliklerinden biri, müminler arasında "fitne" çıkarmaya çalışmalarıdır. Fitne; müminlerin birliğini, Allah'a, Peygamber (sav)'e ve Kuran'a olan sadakatlerini bozmaya yönelik her türlü saptırıcı konuşma ve tavrı ifade eder. Münafıklar, kendileri sapkın bir yolda oldukları için müminleri de saptırmak isterler. Bunu yapabilmek içinse, özellikle zorluk ve sıkıntı gibi görünen ortamları fırsat bilirler. Oysa bu hedeflerine hiçbir zaman ulaşamazlar. Allah'ın bir kanunu olarak, Allah münafıklara müminlerin aleyhine asla yol vermez.
Münafıklar, Müslüman kimliği altında kendini sezdirmeden adeta şeytana hizmet vermektedirler. Nasıl ki şeytanın asıl amacı iman edenleri saptırarak kendi peşinden sürüklemekse, münafık da aynı düşünceyle Müslümanların arasında fitne yayarak, onların doğru yoldan yüz çevirmeleri için çalışır.
Müminlerin bulunduğu ortamlarda her zaman neşe, şevk ve canlılık hakimdir. Kendi aralarındaki konuşmaları da her zaman olumlu, tevekküllü, olayların hayır yönlerini hatırlatan ve Allah'ın vadettikleri ile müjdeleşen bir üsluptadır. Ayrıca müminlerin konuşmalarında en çok dikkati çeken noktalardan biri de, her an kaderin şuurunda bir üslupla konuşmalarıdır. Örneğin bir tehlikeyi, olumsuzluğu açıklarken dahi samimi olarak bu olayın kaderde olduğunu, onda bir hayır olduğunu o cümlenin bütünlüğü içinde mutlaka vurgularlar.
Fakat münafıklar kalplerindeki hastalığı konuşmalarında da gizleyemezler ve olayları olumsuz, kaderi unutmuş bir şekilde, adeta "felaket habercisi" üslubuyla anlatırlar. Dıştan aksilik gibi görünen en ufak bir olayı dahi, kasten tamamen müminlerin aleyhinde bir durum varmış gibi lanse ederek, "keşke şunu yapmasaydınız", "tüh kaybettik", "vah yazık oldu" tarzında bir üslupla anlatırlar. Buradaki amaçları, imanı ve aklı zayıf kişilerin kalbinde vesvese, şüphe, korku ve tedirginlik uyandırmaktır. Allah müminleri bu tehlikeye karşı uyarmış ve vesveseci insanların şerrinden Kuran'da şöyle söz etmiştir:
De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların malikine, insanların (gerçek) ilahına; 'sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran' vesvesecinin şerrinden. Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar); gerek cinlerden, gerekse insanlardan (olan her hannas'tan Allah'a sığınırım). (Nas Suresi, 1-6)
İşte münafıklar bu tür sıkıntı verme, şevk kırma, moral bozma, ümitsizliğe sürükleme, şüpheye düşürme gibi niyetlerle Allah'ın kaderde hayırla yarattığı olayları bir kötülükten veya felaketten bahsediyormuş gibi aktarırlar. Kullandıkları bu felaket üslubu onların hem Allah'ın gücünü takdir edemediklerinin hem de ruhlarındaki şeytaniliğin bir göstergesidir.
Halbuki her insanın her anı, en ince detayına kadar bir kader dahilinde gelişmektedir ve her olay Allah'ın kontrolü altında, O'nun izniyle gerçekleşmektedir.
Münafıklar sinsi karakterlerini zorluk anlarında gösterirler. Diğer münafıklarla gizli faaliyetler yapar, takva gördükleri kişileri etkisiz hale getirmeye, onların başarılarını engellemeye, doğru yoldan uzaklaştırmaya yönelik sistemli bir mücadele verirler. Fakat münafıklar tüm eylemlerinin, konuşma ve davranışlarının kaderde tek tek belirlenmiş olduğunu, Allah'ın tüm yaptıklarına şahit olduğunu unutmuşlardır. Rabbimiz "Allah kafirlere mü'minlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez." (Nisa Suresi, 141) ayetiyle, münafıkların çabasının boşa çıkacağına dikkat çekmektedir. Bir başka ayette ise Allah müminlerin daima üstün geleceğini şöyle vurgulamaktadır:
Kim Allah'ı, Resulü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 56)
Münafık özellikle zorluk zamanlarında, kendince güçsüz olduğunu zannettiği müminleri sadakatsizliğe, hainliğe, umutsuzluğa, şevksizliğe sürüklemek ister. Bunun için de sinsi bir üslup kullanarak, gizliden gizliye çevresindeki kişilerin imanını zedelemeye ve onları şüpheye düşürecek sözlerle kendine yandaş edinmeye çalışır. Bunun için kullandığı yöntemlerden biri müminlere iftira atmaktır.
Kuran'da münafıkların, "... Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vadetmedi." (Azhab Suresi, 12) ya da "... bunları (Müslümanları) dinleri aldattı..." (Enfal Suresi, 49) gibi ifadelerle iman edenlere vesvese vermeye çalışacakları haber verilmiştir. Münafıklar, büyük bir akılsızlıkla müminlerin fark etmediği gerçekleri kendilerinin fark ettiği zannına kapılırlar.
Bunun bir örneğini Kuran'da bildirilen Samiri isimli önde gelen münafığın "... Ben onların görmediklerini gördüm..." (Taha Suresi, 96) sözüyle, Hz. Musa (as)'ın kavmini saptırmaya çalışmasında görebiliriz.
Münafıkların zorluk anlarında fitne çıkarmalarının bir nedeni de, bu anlarda daha rahat hareket ortamı bulmalarıdır. Samiri, "fitne"yi ancak Hz. Musa (as)'ın olmadığı ve kavminin de yönlendirilmeye müsait hale geldiği bir ortamda çıkarabilmiştir. Doğru yoldan sapan kavmin, "... Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız" (Taha Suresi, 91) demeleri, münafıkların bozgunculuk çıkartmak için, karmaşa ve zorluk ortamlarını kolladıklarının önemli bir delilidir.
Hz. Muhammed (sav) dönemindeki münafıkların da, Peygamberimiz (sav) ve yanındaki müminlerin güçlü oldukları sürece fitne çıkaramamış olmaları dikkat çekicidir. Kuran'da, münafıkların Peygamberimiz (sav) döneminde müminler arasında ayrılık çıkarmak için savaş ortamındaki karışıklığı kullandıkları şöyle tarif edilmektedir:
İşte orada, iman edenler, sınanmış ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsıntıya uğratılmışlardı. Hani, münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: 'Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vadetmedi' diyorlardı. (Ahzab Suresi, 11-12)
Münafıkların bu ifadeleri onların dine olan sapkın bakış açılarını yansıtır. Çünkü mümin topluluğunun arasına katılırken onlar gibi davranmakta birtakım dünyevi çıkarlar ummuşlardır. Fakat karşılaştıkları her zorluk onlar için büyük bir sıkıntıya dönüşmüş ve emeklerinin boşa gittiğini düşünmüşlerdir. İşte bu yüzden kendi korkularına müminleri de ortak etmeye çalışmışlardır. Buna karşılık müminlerin göstereceği tavır ise Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
Müminler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise dediler ki: "Bu, Allah'ın ve Resûlü'nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir." Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı. Müminlerden öyle erkek-adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahide sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler. Çünkü Allah, (sözüne bağlı kalıp doğru olan) sâdıkları sadakatlerinden dolayı mükafatlandıracak, münafıkları da dilerse azaplandıracak veya tevbe (nasib edip tevbe)lerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Ahzab Suresi, 22-24)
Münafıklar, zorluk ve sıkıntı anlarında, müminleri terk etmeye ve kendi çıkarlarını kurtarmaya çalışırlar. Ancak, bunu da her zamanki ikiyüzlülüklerini sürdürerek, yani kendi akıllarınca kendilerini haklı göstermeye çalışarak yaparlar. "Biz çıkarlarımız zedelenir diye korkuyoruz, Allah'a tevekkül edemiyoruz" demezler. Bunun yerine bazı akılsız bahaneler öne sürerler. Kuran'da, Peygamberimiz (sav) döneminde yaşamış olan münafıkların öne sürdükleri bahanelerin bazıları şöyle haber verilir:
İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, size isabet eden ancak Allah'ın izniyle idi. (Bu, Allah'ın) müminleri ayırdetmesi; Münafıklık yapanları da belirtmesi içindi. Onlara: "Gelin, Allah'ın yolunda savaşın ya da savunma yapın" denildiğinde, "Biz savaşmayı bilseydik elbette sizi izlerdik" dediler. O gün onlar, imandan çok küfre daha yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah, onların gizli tuttuklarını daha iyi bilir. (Al-i İmran Suresi, 166-167)
Bedevilerden (savaştan) geride bırakılanlar, sana diyecekler ki: "Bizi mallarımız ve ailelerimiz meşgul etti. Bundan dolayı bizim için mağfiret dile." Onlar, kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söylüyorlar. De ki: "Şimdi Allah, size bir zarar isteyecek ya da bir yarar dileyecek olsa, sizin için Allah'a karşı kim herhangi bir şeyle güç yetirebilir? Hayır, Allah yaptıklarınızı haber alandır." (Fetih Suresi, 11)
Onlardan bir topluluk da: "Gerçekten evlerimiz açıktır" diye Peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı. (Ahzab Suresi, 13)
Görüldüğü gibi, münafıkların öne sürdükleri bahaneler, "savaşmayı bilmiyoruz", "evlerimizi ve ailelerimizi korumak zorundayız" gibi son derece geçersiz ve akılsızca gerekçelerdir. Fakat Allah bu kimselerin durumlarını "... kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı..." (Al-i İmran Suresi, 167) şeklinde haber vermektedir. Üstelik bu yalanlarını söylerken de Allah'ın adına yemin ederek bunu yaparlar. Bunu haber veren ayette şöyle buyrulmaktadır:
Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte (savaşa) çıkardık" diye sana Allah adına yemin edecekler... (Tevbe Suresi, 42)
Münafıkların bu yalanlarından bahseden bir başka ayet ise şöyledir:
... kalbindekine rağmen Allah'ı şahid getirir; oysa o azılı bir düşmandır. (Bakara Suresi, 204)
Münafıklar tarih boyunca hep aynı yalanlarla ortaya çıkmışlardır. Peygamberimiz (sav) döneminde savunma amaçlı yapılan savaşlardan geri kalmaya çalışan münafıkların ana karakteri, günümüzde de Allah yolunda yürütülen ilmi, bilimsel mücadeleden, tebliğ faaliyetlerinden yine sinsi bahanelerle kaçmalarıyla kendini göstermektedir. Münafıklar bir menfaat elde edemeyeceklerini anladıkları anda müminleri hemen yarı yolda bırakırlar. Bir vefa, dostluk, sadakat bağları olmadığı için müminlerin zor durumda kalmış olmaları, yardıma ihtiyaç duyuyor olmaları onları hiç mi hiç ilgilendirmez. Hatta kasıtlı olarak Müslümanlara kendilerince zarar dokunması için bu tarz bir hainliğe başvururlar. Dolayısıyla münafıklar mücadeleden kaçmak için öne sürdükleri yalanlarını ne kadar makul bir zemine oturtmaya çalışsalar da, Allah samimiyetsizliklerinin delili olarak bu yönlerini pek çok ayetle bizlere önceden bildirmiştir. Bu bahanelerin tümünün temel sebebi ise imanlarındaki zayıflık ve kalplerindeki hastalıktır. Çünkü Allah' a ve ahiret gününe kesin bir bilgiyle iman eden bir Müslüman için, Allah yolunda yapılan her türlü ilmi faaliyette geride kalanlardan olmak gibi bir ihtimal söz konusu değildir. Hatta müminler imanlarının verdiği şevk ve heyecanla her türlü zorluğa talip olurlar. Allah'tan başka hiç kimseden, hiçbir tehlikeden korkmadan sadece Allah için yaşarlar.
De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Enam Suresi, 162)
Münafıkların bir başka fitne çıkarma şekli de, müminler arasında asılsız haberler yayma özellikleridir. Münafıklar zahiren müminler aleyhinde gibi görünen herhangi bir gelişmeyi, daha da abartarak ve bir "felaket haberi" niteliğine sokarak müminler arasında yayarlar. Bununla, mümin topluluğu arasında endişe ve huzursuzluk oluşturmak isterler. Kuran'da münafıkların bu çirkin davranışlarından şöyle bahsedilmektedir:
Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde, onu yaygınlaştırırlar. Oysa bunu Peygambere ve kendilerinden olan emir sahiplerine götürmüş olsalardı, onlardan 'sonuç-çıkarabilenler,' onu bilirlerdi. Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz. (Nisa Suresi, 83)
Kuran'da bu tür bir tavrın karşılığı ve müminlerin bu kimselerin yalanlarına, iftiralarına nasıl cevap vermeleri gerektiği de, Peygamberimiz (sav) döneminde yaşanmış bir olay aktarılırken şöyle tarif edilir:
Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla (zina iftirasıyla) gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azap vardır. Onu işittiğiniz zaman, erkek müminler ile kadın mü'minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: "Bu, açıkca uydurulmuş iftira bir sözdür" demeleri gerekmez miydi? (Nur Suresi, 11-12)
Bir başka ayette ise Müslümanların, güvendikleri kardeşleri olan samimi müminler dışında birinden gelen bir haberi, bilgiyi etraflıca araştırıp o bilginin doğruluğunu teyit etmeden dikkate almamaları bildirilir. Bu, samimiyetsiz, artniyetli, hain ruhlu, münafık tıynetli insanların müminleri kasten yanlış bilgilendirmeleri sonucu oluşabilecek tehlikelere karşı Allah’ın müminlere öğrettiği çok önemli bir tedbirdir:
Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu 'etraflıca araştırın'. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz. (Hucurat Suresi, 6)
Münafıklar, her konuda olduğu gibi, fitne çıkarırken de ikiyüzlü davranırlar. Yaptıkları kötülükleri, iyi niyetli olarak yaptıklarını iddia ederler. Gerçekte münafıkların ortaya bir haber yaymaktaki amaçlarında fitne çıkarmak, çevrelerindeki kişileri şüpheye düşürmek, onların şevklerini kırmak gibi pek çok kötü niyet söz konusudur. Ancak kendilerine neden böyle yapıldığı sorulacak olursa iyi niyetle yaptıklarını söyleyeceklerdir. Hatta seslerini yumuşatarak, yüzlerine son derece mülayim bir anlam vererek, Allah adına yalan yere yemin ederek doğru söylediklerine müminleri inandırmaya çalışacaklardır. Fakat Allah Kuran'da münafıkların bu tavrının samimiyetsizliğine şöyle dikkat çekmektedir:
Kendilerine: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiğinde: "Biz sadece ıslah edicileriz" derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler. (Bakara Suresi, 11-12)
Bu yalanlarının haber verildiği bir başka ayet ise şöyledir:
Zarar vermek, inkârı (pekiştirmek), müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah'a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescid edinenler ve: "Biz iyilikten başka bir şey istemedik" diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahidlik etmektedir. (Tevbe Suresi, 107)