Şimdi yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü? Onun ağacını sizler mi inşa ettiniz (yarattınız), yoksa onu inşa eden Biz miyiz? Biz onu hem bir öğüt ve hatırlatma (konusu), hem ihtiyacı olanlara bir meta kıldık. Şu halde büyük Rabbini ismiyle tesbih et. (Vakıa Suresi, 71-74)
Ağacın yapısını meydana getiren temel kimyasal maddelerden biri "lignoselüloz"dur. Bu madde, oduna sağlamlığını kazandıran "lignin" ve "selüloz" denilen maddelerin karışımından oluşur. Ağacın kimyasal yapısı incelendiğinde %50 selüloz, %25 hemiselüloz ve %25 lignin maddelerinden meydana geldiği görülür.16 Bu maddelerin kimyasal formüllerine bakıldığında ise, oluşumlarında üç hayati kimyasal elemente rastlanır: Hidrojen, oksijen ve karbon.
A. 15% - 25% Lignin |
Ağacın kimyasal yapısı incelendiğinde %50 selüloz, %25 hemiselüloz ve %25 lignin maddelerinden meydana geldiği görülür. |
Hidrojen, oksijen ve karbon elementleri, doğadaki milyonlarca maddenin yapı taşlarıdır. Ancak bu üç temel element biraraya gelerek, Allah'ın bir mucizesi olarak bitkilerin yapısındaki "lignoselüloz"u meydana getirirler. Bilim adamları gerekli malzemelere sahip oldukları halde, bitkinin yapısındaki bu özel maddeyi üretemezler. Doğada bolca bulunan bu elementleri kolaylıkla temin edebilmelerine, üstelik önlerinde ağaç örneği olmasına rağmen, bilim adamları yapay yollarla bir parça odun dahi oluşturamazlar. Oysa ki etrafımızda gördüğümüz tüm ağaçlar, havada bulunan oksijen ve karbonu, su ve güneş ışığını birleştirerek, bu bileşimi yeryüzünde var olduklarından bu yana, milyonlarca yıldır sürekli hazırlamaktadırlar.
Diğer taraftan lignoselüloz maddesinin bileşenlerinden biri, H2O formülüyle ifade edilen sudur. Tahtanın içeriğinde oldukça fazla miktarda su olmasına rağmen, en kolay yanan malzemelerden olması çok özel bir durumdur. Yukarıdaki ayette ağacın insan tarafından yapılamayacağına, ateş yakılmasıyla birlikte dikkat çekilmesi de son derece hikmetlidir. Suyla birlikte sahip olduğu diğer bileşenler sayesinde ağaç, ateşin en önemli yakıtlarından biridir.
Bilim dünyasının önemli bir araştırma sahası olan ağaçlar, bilim adamlarına pek çok konuda ilham kaynağı olmakta ve yaratılışlarındaki detaylar halen anlaşılmaya çalışılmaktadır. Ağacı meydana getiren hücrelerin karmaşık yapıları gelişen teknolojiye ve yoğun araştırmalara rağmen, henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Dünyanın önde gelen ormancılık araştırma merkezlerinden Büyük Britanya Ormancılık Komisyonu, "Odun Liflerinin Kimyası ve Yapısı Hakkındaki Bilgilerin Eksikliği" başlığı altında şu ifadelere yer vermektedir:
Önceki ve halen devam eden araştırmalarla edinilen bilgilere rağmen, hala odun liflerinin kimyası ve yapısı hakkındaki bilgilerimiz eksiktir. Tek bir ağaçta -dalın içindeki özden ağaç kabuğuna, ağacın tabanından tepesine- çok geniş çeşitlilik mevcuttur. Bir odun hücresinin yapısı ve kimyası çoğunlukla son derece farklıdır ve her zamanki tekniklerle araştırması güçtür.17
Plant Physiology (Bitki Fizyolojisi) adlı bir bilimsel yayında ise "Our Understanding of How Wood Develops is not Complete" (Odunun Nasıl Geliştiği Hakkındaki Anlayışımız Tam Değil) başlığı altında, bilim adamlarının konu hakkındaki sınırlı bilgisi şöyle ifade edilmektedir:
Odunun, yakın geleceğimizde daha fazla önem taşıdığı düşünülürse, bu malzemenin oluşumuyla ilgili mevcut anlayışımızın çok eksik olduğunu söyleyebiliriz. Birkaç istisna dışında odun oluşumunun ardındaki, hücre seviyesinde moleküler ve gelişim süreçleri hakkında çok az şey bilinmektedir. “Xylogenesis” diye adlandırılan süreç, hücre farklılaşmasının inanılmaz bir komplekslikte gerçekleştiği bir örnektir... Hücre oluşumu, farklılaşması, programlanmış hücre ölümü ve sert kısmın oluşumuyla bağlantılı birçok yapısal genin birbiriyle koordineli olarak çalışmasını gerektirir ve son derece planlı bu gelişim, neredeyse hiç bilinmeyen düzenleyici genler tarafından yönetilir. Bu süreçte gen ailelerinin yer alması ve metabolizmanın aşırı derecede esnek olması, ağaç oluşumu sürecinin anlaşılmasını daha da zorlaştırmaktadır.18
Annals of Botany (Botanik Yıllığı) adlı bir başka bilimsel yayında da odunun yaratılışındaki olağanüstülük şöyle vurgulanmaktadır:
Odunun oluşumu -köklerde, gövdede, ağaçların ve çalıların tepelerinde- inanılmaz çeşitlilikte metabolik aşamalar içeren, oldukça karmaşık bir süreçtir... Ağacın farklı amaçlar için kullanılabilecek bir hammadde olmasını sağlayan temel özellikler, büyük ölçüde hücre duvarlarının özel mimarisi ile belirlenir.19
Ağacın yaratılışındaki bu detaylar, Allah’ın Vakıa Suresi’nde bildirdiği gibi, ağacın insan yapımı olamayacağını hatırlatmaktadır. İnsanlar tarafından suni olarak üretilmesi mümkün olmayan ağacın taklit edilemez yönlerinden sadece birkaç özelliği şöyledir:
Ağacın sert ve dayanıklı yapısı, yapısındaki selüloz lifler sayesinde oluşur. Çünkü selüloz, sert ve suda çözünemeyen bir maddedir. Tahtanın inşaatlarda kullanılmasını avantajlı kılan da selülozun bu özelliğidir. “Selülozun "gerilebilen ve örneği bulunmayan" bir malzeme olması, tahta binaların asırlarca ayakta durmasını sağlar. Ayrıca selülozun bu özelliği sayesinde tahta; binaların, köprülerin, mobilyaların ve pek çok aletin yapımında diğer tüm malzemelerden daha fazla kullanılmaktadır.”
En çok hasar tolere edebilen uçaklardan olan Mosquito uçakları tahtanın kontrplak tabakaları arasında sıkıştırılmasıyla üretilmişlerdir.En çok hasar tolere edebilen uçaklardan olan Mosquito uçakları tahtanın kontrplak tabakaları arasında sıkıştırılmasıyla üretilmişlerdir. |
Tahta, uç uca eklenmiş uzun, oyuk hücrelerin oluşturdukları paralel kolonlardan oluşmuştur. Çevrelerinde ise spiraller halinde "selüloz" lifler sarılıdır. Ayrıca bu hücreler kompleks polimer yapıdaki reçineden yapılmış bir madde olan "lignin" içindedir. Spiral olarak sarılmış bu tabakalar hücre duvarının toplam kalınlığının %80'ini oluşturur ve ana yükü çeken kısımdır. Bir tahta hücresi içe çöktüğünde, kendisini çevreleyen hücrelerden koparak darbenin enerjisini emer. Çöküntüler lifler boyunca uzun bir çatlak oluşturdukları halde, tahta bozulmadan kalır. Böylece tahta, kırık bile olsa belli bir miktardaki yükü taşıyabilecek güçte olur.
Düşük hızdaki darbelerin enerjisini emerek, oluşacak hasarı azaltması bakımından da, tahta önemli bir malzeme olarak görülmektedir. İkinci Dünya Savaşı'nın "Mosquito" olarak bilinen uçaklarının malzemesinde tahtanın kontrplak tabakaları arasında sıkıştırılmasıyla, o döneme kadarki en çok hasar tolere edebilen uçaklar yapılmıştır. Tahtanın sertliği ve dayanıklılığı, ona güvenli bir malzeme niteliği de kazandırmaktadır. Çünkü tahta kırılırken, çatlamanın gelişimi dışarıdan gözlenebilecek kadar yavaş bir kırılma sürecinde gerçekleşir ve bu özellik tedbir alınması için insanlara vakit kazandırmış olur.20
Tahtanın yapısı örnek alınarak yapılan bir malzeme, günümüzde kullanılan diğer sentetik malzemelerden 50 kat daha fazla dayanıklılık göstermektedir.21 Tahtanın bu özel yapısı günümüzde de, mermi ve bomba gibi yüksek hızlı ve tahribatı güçlü parçalara karşı koruma sağlamak için geliştirilen maddelerde taklit edilmektedir. Ancak hiçbir zaman bilim adamlarının tüm özellikleri ile bir odun parçasını taklit etmeleri mümkün olmamaktadır. Ağacın yaratılışındaki her detay -katmanların inceliği, sıklığı, damarların sayısı, dizilimi, içeriğindeki maddeler- bu dayanıklılığı sağlamak üzere özel olarak yaratılmıştır.
Ağacın odun kısmında "ksilem" (xylem) adı verilen kanalları bulunur. Odun boruları da denilen ksilem dokusu, cansız hücrelerin üst üste gelmesi ve bunların zamanla çekirdek ve sitoplazmalarını kaybetmeleriyle oluşur. Hücreler arasındaki enine zarlar eriyerek kaybolduğunda, ince bir boru şeklindeki odun boruları oluşur.
Odun solda resimde görüldüğü gibi, tüp ya da kamış biçimli hücrelerden oluşur. Bitkilerin kök ve gövdelerini oluşturan bu hücreler, üst üste gelerek, su ve minerallerin ağaç boyunca taşınmasını sağlayan kanallar olarak görev alırlar. "Ksilem (xylem)" denilen bu doku, aynı zamanda ağacın dik durmasını sağlayacak şekilde kuvetli yapılardır. Sağdaki resimde ise kurumuş bir ağacın kesiti görülmektedir. Tüp şeklindeki kanallar, kuruduklarında resimdeki gibi içi boş bir görünüm alırlar. |
Toprağın derinliklerine dağılmış olan kökler, bitkinin ihtiyacı olan su ve mineralleri bu dokular vasıtasıyla yukarı doğru taşırlar ve yapraklara kadar ulaştırırlar. Köklerin topraktaki suyu emmesi adeta bir sondajlama tekniğini andırır. Köklerin suyu çekme işlemini başlatacak gücü sağlayan bir motoru yoktur. Suyu ve mineralleri metrelerce uzunluktaki gövdeye pompalayacak teknik donanımları da mevcut değildir. Ama kökler çok geniş bir alana yayılarak toprağın derinliklerindeki suyu çekebilirler.
Bitkinin kusursuz bir şekilde yerine getirdiği bu taşıma, aslında son derece karmaşık bir işlemdir. Öyle ki bu sistem, teknoloji ve uzay çağına eriştiğimiz günümüzde bile tam olarak anlaşılabilmiş değildir. Ağaçlardaki, bir nevi "hidrofor sistemi"nin varlığı yaklaşık iki yüzyıl önce keşfedilmiştir. Ancak suyun yerçekimine aykırı bu hareketinin nasıl gerçekleştiğine kesin bir açıklama getirilebilmiş değildir. Böylesine küçük bir alana sığdırılmış olan üstün teknoloji, bu sistemi yaratan Rabbimiz'in benzersiz ilmini sergileyen örneklerden sadece biridir. Ağaçlardaki taşıma sistemlerini de evrendeki herşey gibi Allah yaratmıştır.
Bitkiler ihtiyaçları olan potasyum, fosfor, kalsiyum, magnezyum, sülfür gibi tüm mineral besinlerini topraktan alırlar. Bu maddeler toprakta tek olarak bulunmadığı için, bitki bunları iyon (artı/eksi yüklü atom) olarak emer. Toprak çözeltisinde bulunan çok sayıdaki inorganik iyon arasından, bitkiler sadece ihtiyaçları olan 14 tanesini alırlar.
Bitki hücrelerinin kendi içlerindeki iyonların yoğunluğu, topraktaki iyonların yoğunluğundan 1.000 kez daha fazladır.22 Normal şartlar altında yüksek yoğunluktaki bir bölgeden, yoğunluğu daha az olan bölgeye doğru madde akışı gerçekleşir. Fakat köklerde görülen tam ters duruma rağmen, topraktaki iyonlar kök hücrelerinden kolaylıkla geçerler.23
Basınç sisteminin tersine işleyen bu durum dolayısıyla, pompalama işleminde bitki yüksek enerji harcar. Üstelik bitki köklerinin topraktan iyon alımında, sadece istenilen iyonları çeken ve istenmeyenleri geri iten bir tanıyıcı sisteme de olması gereklidir. Bu da kök hücrelerindeki iyon pompalarının sadece basit birer pompa olmadıklarını, iyonları seçme özelliğine de sahip olduklarını göstermektedir. Bitki kökünde yer alan hücrelerin, akıl ve şuurdan yoksun atom yığınları olduğu düşünülürse, iyon seçme işleminin ne denli olağanüstü bir olay olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Ağacın sadece odun ya da kök kısmı değil, yaprakları da günümüz teknolojisiyle dahi suni olarak elde edilememektedir. Yaprağı taklit edilemez kılan özelliklerinin başında hiç şüphesiz fotosentez yapabilme özelliği gelir. Bilim adamlarının halen tam olarak anlayamadıkları sistemlerden biri olan fotosentez olayı, bitkilerin kendi besinlerini kendilerinin üretmesi olarak da özetlenebilir. Bitki hücreleri güneş enerjisini doğrudan kullanabilen yapılar sayesinde, Güneş'ten gelen enerjiyi, karmaşık işlemler sonucunda insan ve hayvanların besin olarak kullanabileceği enerji halinde depolar. Ayrıca ağaçta depolanmış olan fotosentetik enerji, yanma esnasında da ortaya çıkar. Örneğin evinizi ısıtmak için yanan ağaçtan çıkan enerji, aslında ağacın oluşumu sırasındaki Güneş'ten gelen enerjidir.24
1. Güneş ışığı | 4. Glikoz |
Bitkilerin kendi besinlerini kendilerinin ürettiği fotosentez sırasında, Güneş'ten gelen enerji kullanılır. Bitkiler bu enerjiyi birtakım karmaşık işlemler sonucunda besine dönüştürürler. Bitkilerin sahip olduğu bu üstün Yaratılış, Allah'ın yaratma sanatının eşsiz örneklerinden biridir. |
Minyatür bir fabrika gibi işlev gören fotosentez sistemi, bitki hücresinde yer alan ve bitkiye yeşil rengini veren "kloroplast" adı verilen organelde gerçekleşir. Kloroplastlar, milimetrenin binde biri kadar büyüklüktedir, bu yüzden yalnızca mikroskopla gözlemlenebilirler. Güneş ışığı yaprağın üzerine düştüğünde yapraktaki tabakalar boyunca ilerler. Yaprak hücrelerindeki kloroplast organellerinin içindeki klorofiller bu ışığın enerjisini kimyasal enerjiye çevirir. Bu kimyasal enerjiyi elde eden bitki ise bunu hemen besin elde etmekte kullanır. Birkaç cümlede özetlenen bu bilgiyi bilim adamlarının elde etmeleri 20. yüzyılın ortalarını bulmuştur. Fotosentez işlemini anlatmak için sayfalarca reaksiyon zincirleri yazılmaktadır. Fakat hala bu zincirlerde bilinmeyen halkalar mevcuttur. Oysa bitkiler yüz milyonlarca yıldır bu işlemleri hiç şaşmadan gerçekleştirip Dünya'ya oksijen ve besin sağlamaktadır.
1. Ribosome | 5. External Membrane | 9. Lamella |
The chloroplast shown magnified in the illustration above is in fact just one-thousandth of a millimeter in size. It contains many organelles that assist with the process of photosynthesis. Photosynthesis, which takes place in many stages, not all of which are yet fully understood, takes place at high speed in these microscopic factories. |
Ağacı oluşturan tek bir hücrenin dahi suni yollarla oluşturulamaması, insanın ağacın ölü hücreleri karşısında elindeki tüm imkanlara rağmen aciz kalması, üstün bir Yaratıcı'nın varlığını gösterir. Ağaçların üzerine ciltlerce kitap yazılabilecek özellikleri, bilim adamlarına ilham veren sayısız yönü, ağacın yaratılışındaki üstün ilmi ve aklı sergilemektedir. Ağaçta tecelli eden bu ilim ve akıl, herşeyi yaratan ve herşeyin Tek Hakimi olan Yüce Allah'a aittir.
Sonra gök yarılıp yağ gibi erimiş olarak kıpkırmızı bir gül olduğu zaman; (Rahman Suresi, 37)
Yukarıdaki ayetteki "kıpkırmızı bir gül" olduğu zaman ifadesinin Arapçası "verdeten ke eddihani"dir. Bu ifade ile gökyüzünde oluşan görüntü, kırmızı renkte bir güle benzetilmektedir. Bu tarif, gökyüzünde kırmızı renkte, katmerli bir görünüm alan "Rosette Nebula" adlı gök cismi ile çok büyük benzerlik taşımaktadır.
Nebula uzayda bulunan bulutsu gaz kütlelerine verilen isimdir. Nebula oluşmadan önce bir yıldızdır ve bu yıldızlar çok büyük oldukları için, içten gelen basınç ve yüksek sıcaklığın etkisiyle uzay boşluğuna gaz salarlar. Bu gaz püskürmeleri oldukça büyük miktarda ve hızlıdır. Daha sonra bu gazlar yakınlaşarak bir gaz bulutu oluştururlar ve bu gaz bulutunun sıcaklığı 15.000 oC'den fazladır.25
Nebulaların bir çeşidi, güle olan benzerliğinden dolayı bilim adamları tarafından da "Rosette Nebula" olarak adlandırılmaktadır. Rosette Nebula da geniş bir toz ve gaz kütlesidir ve dolunayın 5 katı kadar bir yüzey olarak görünmektedir.26 Bizden yaklaşık 5.000 ışık yılı uzaklıktadır27 ve gerçek çapının 130 ışık yılı genişliğinde olduğu tahmin edilmektedir.28
Penn Eyalet Üniversitesi’nden astronomi ve astrofizik alanındaki kıdemli araştırmacılardan Leisa Townsley liderliğinde bir ekip, Chandra X-ray teleskobunu kullanarak, Rosette Nebula'yı incelediler. Nebula içerisindeki yıldızların birbirleriyle çarpışarak 6 milyon derecelik gaz meydana getirdiklerini tespit ederek; Rosette Nebulası'ndaki yüzlerce yıldızı görüntülediler. Leisa Townsley gördüklerini şöyle yorumlamaktadır:
Rosette Nebulası çevresinde, X-ışını yayımından meydana gelen muhteşem bir kırmızı parlaklık var, belki de galaksi içerisinde yıldızların oluştuğu bölgelerde benzerleri de bulunuyor.29
Resimlerde görülen bu gök cisminin varlığını fark etmek ancak teknolojik gözlem araçları ile mümkün olmaktadır. Kuran ayetinde gökyüzü ile ilgili dikkat çekilen bu durum, günümüz astronomi bulguları ile büyük bir uyum içerisindedir. Bir Kuran ayetinde şöyle buyrulmaktadır:
Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur'an'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona (iyice) daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)
1. Merkur | 5. Jupiter | 9. Pluton |
Dünya gibi diğer gezegenler de Güneş Sistemi'nde belli bir yörüngede hareket ederler. |
Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor. Güneş'e ve Ay'a boyun eğdirdi. Her biri adı konulmuş bir ecele (süreye) kadar akıp gitmektedir. Haberin olsun; üstün ve güçlü olan, bağışlayan O'dur. (Zümer Suresi, 5)
Ayette, gece ve gündüzün oluşumu için Dünya'nın hareketi, kavuğun sarılmasında olduğu gibi, "yuvarlak bir cismi sarıp örtmek" anlamına gelen "tekvir" fiilinden türemiş "yukevviru" kelimesi ile tarif edilmektedir. Bu kelime Dünya'nın küresel şeklinin yanı sıra, Güneş'in etrafındaki hareketini de en doğru olarak ifade etmektedir. Dünya'nın küresel şekli ve kendi ekseni etrafında dönmesi nedeniyle, Güneş her zaman Dünya'nın bir tarafını aydınlatırken, diğer tarafı ise gölgede kalır. Gölgede kalan taraf geceleyin karanlık ile örtülür ve sonra Dünya'nın Güneş'e doğru dönmesiyle gündüz, gecenin yerini alır. Yasin Suresi'nde ise Güneş ve Ay'ın konumları ile ilgili şöyle bildirilmektedir:
Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir müstakarra doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın takdiridir. Ay'a gelince, Biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). Ne Güneş'in Ay'a erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler. (Yasin Suresi, 38-40)
Yasin Suresi'nin 40. ayetinde Güneş ve Ay'ın hareketleri "yüzüp gitmek, akmak, gezmek" anlamlarına gelen Arapça "yesbahune" kelimesi ile tarif edilmektedir. Bu kelime bir kişinin kendi başına yaptığı hareket anlamına gelir. Bu fiili uygulayan bir kişi, başka bir kişi tarafından müdahale edilmeden kendi başına işine devam ediyor demektir. Yukarıdaki ayetlerde de Güneş'in hiçbir gök cismine bağlı olmayan evrendeki müstakil hareketine bir yönüyle dikkat çekiliyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Güneş'in hareketini gözlerimizle görmemiz ya da takip etmemiz mümkün değildir. Bu hareketi tespit edebilmek, ancak özel teknolojik aletlerin kullanılmasıyla mümkündür. Güneş kendi ekseni etrafındaki 26 günlük turun yanı sıra, uzayda hiç durmaksızın -Yasin Suresi'nin 39. ayetinde belirtildiği şekilde- kendi yörüngesinde bir yolculuk yapmaktadır.
Ayette aynı zamanda Güneş'in Ay'a "erişip yetişmesine" izin verilmediği bildirilmiş, böylece Kuran'da gök bilimcilerin kendi terminolojileri ile Güneş ve Ay'ın aynı cisim etrafında dönmedikleri haber verilmiştir. Aynı zamanda ayette geceyi ve gündüzü oluşturan hareket ile, Güneş'in ve Ay'ın hareketi arasında da hiçbir bağlantı olmadığı açıklanmaktadır. (Doğrusunu Allah bilir.)
16. yüzyıla kadar bilim çevrelerinde Dünya'nın, evrenin merkezinde olduğu düşünülüyordu. Hatta bu görüş, eski Yunan'da geo (Dünya) ve centron (merkez) kelimelerinin biraraya gelmesiyle oluşan, "geo-santrik model" ismiyle adlandırılıyordu. Bu inanış, ünlü astronom Nicolaus Copernicus (Kopernik)'in 1543 yılında yayımladığı De Revolutionibus Orbium Coelestium (Göksel Kürelerin Dönüşleri Üzerine) adlı eserinde, Dünya'nın ve diğer gezegenlerin Güneş'in etrafında döndükleri fikrini ortaya atmasıyla sorgulandı. Fakat ancak 1610 yılında Galileo Galilei'nin teleskobuyla yaptığı gözlemler sonucunda, Dünya'nın aslında Güneş'in etrafında döndüğü bilimsel geçerlilik kazandı. Bu döneme kadar Güneş'in Dünya çevresinde döndüğüne inanıldığı için, dönemin bilginlerinin çoğu Copernicus'in kuramını kabul etmemişlerdi. Ünlü astonom Johannes Kepler'in gezegenlerin hareketlerini açıklayan görüşleriyle, 16. ve 17. yüzyıllarda helio-sentrik evren modeli geçerlilik kazandı. Helios (Güneş) ve kentron (merkez) kelimelerinin biraraya gelmesinden oluşan bu modelde, evrenin merkezinde Dünya değil Güneş mevcuttur. Diğer gök cisimleri Güneş etrafında hareket ederler. Oysa Kuran'da bu gerçek bundan 14 asır önce bildirilmiştir.
Yukarıdaki resimde 1750'lere ait el yazması bir evrakta Dünya-merkezli evren modeli görülmektedir. Bu görüşün terk edilerek, Güneş-merkezli evren modelinin kabul edilmesi uzun seneler almıştır. | Yukarıda günümüzde geçerli olan heliosentrik (Güneş-merkezli) evren modeli, üstte de yüzyıllarca doğru olduğu zannedilen geosentrik (Dünya-merkezli) evren modeli görülmektedir. |
Antik Yunan gök bilimcilerden Claudius Ptolemeus (Batlamyus), evrenin merkezinin Dünya olduğunu söyleyerek, yüzyıllarca geçerli görülen Dünya-merkezli (geosantrik) evren düşüncelerine kaynaklık etmişti. Dolayısıyla Kuran'ın indirildiği dönemde, gece-gündüz oluşumunu Güneş'in hareketleriyle açıklayan yer merkezli kuramın yanlışlığı bilinmiyordu. Aksine bütün yıldız ve gezegenlerin Dünya'nın çevresinde döndükleri kabul ediliyordu. Dönemin bilim düşüncesine hakim yanlışlarına rağmen, Kuran'da günümüz bilimsel bilgileri ile uyum içinde pek çok ifade yer almıştır. Şems Suresi'nde ise şöyle bildirilmektedir:
Güneş'e ve onun parıltısına andolsun, onu izlediği zaman Ay'a, onu (Güneş) parıldattığı zaman gündüze, onu sarıp-örttüğü zaman geceye. (Şems Suresi, 1-4)
Yukarıdaki ayetlerde belirtildiği gibi gündüz, -Güneş'in parlaklığı- Dünya'nın hareketi ile meydana gelmektedir. Gece ile gündüzü oluşturan hareket Güneş'in hareketi değildir. Bir başka deyişle, geceye ve gündüze göreli olarak Güneş sabittir. Kuran'da bildirilenler, Dünya'nın sabit olup, Güneş'in onun etrafında döndüğü tezini savunanların iddialarını geçersiz kılmıştır. Kuran'ın zaman ve mekandan münezzeh olan, tüm ilimlerin sahibi Rabbimiz'in Katından olduğu apaçık bir gerçektir. Bilim ve teknoloji geliştikçe Kuran ve bilim arasındaki uyumun örnekleri de, her geçen gün daha açık şekilde gözler önüne serilmektedir. Bir Kuran ayetinde şöyle buyrulmaktadır:
Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kur'an) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin 'çeşitli biçimlerde açıklaması' ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir. (Yusuf Suresi, 111)>
Cisim çekimsel mercek etkisiyle olması gereken yerde değil, farklı konumlarda ve birden fazla sayıda görünür. Ayette geçen "(Bu,) Nur üstüne nurdur" ifadesiyle "çekimsel mercek etkisi"ne iflaret ediliyor olabilir. |
Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip-iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, herşeyi bilendir. (Nur Suresi, 35)
Kuazar, uzayda radyo dalgası yayan, yıldız gibi görünen, yoğun ve son derece parlak cisimlere verilen addır. Kuazarlar evrendeki bilinen en parlak cisimlerdir. Şu anda evrendeki en parlak kuazarın parlaklığı, Güneş'in parlaklığından 2 trilyon kat fazladır (2x1012); Samanyolu gibi dev bir galaksinin toplam ışığından ise yaklaşık 100 kat fazladır.30
Yukarıdaki ayette geçen "nur" kelimesi "ışık, parlaklık, aydınlık, ışın, hüzme, parıltı, aydınlatma" anlamlarına gelmektedir. Ayette tarif edilen ışık, parlaklık bir yönüyle, kuazar olarak bilinen bu gök cisimlerine işaret ediyor olabilir. Çünkü ayetteki diğer ifadeler de, kuazarların ışığının görünme şeklini, ışığın kaynağını son derece hikmetli bir şekilde tarif etmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)
NASA'nın Hubble uzay teleskobu, ilk kez uzaktaki tek bir kuazarın, beş ayrı yıldız gibi verdiği görüntüleri yakalamıştır. Yoğun kütleye sahip cisimler -burada bir grup galaksi- çekimsel mercek etkisi oluşturarak, gerilerindeki cismin -burada kuazarın- ışığını bükerek, birden fazla görüntü oluşturmaktadırlar. |
Ayette "sanki incimsi bir yıldızdır" anlamına gelen "keenneha kevkebun durriyyun" ifadesindeki "duriyyun" kelimesi "parlak" anlamıyla kuazarın bilimsel tariflerindeki "yıldızımsı parlak cisim" ifadesi ile son derece uyumludur.31 Ayrıca ayette bu ışığın yakılmasından bahsedilirken "ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir" şeklinde bildirilmektedir. Bu ifadeyle de kuazarlardaki ateşsiz yanma şekline -nükleer füzyona- işaret edilmesi muhtemeldir. Uzayda oksijen serbest halde bulunmadığı için, kuazarların parlaması için ateşe bağlı bir yanma söz konusu olamaz. Buradaki yanma hidrojen atomlarının sıkışarak helyum açığa çıkarmaları şeklinde gerçekleşir. Bu esnada ortaya çıkan enerji uzaya ışıma yapar.
Diğer taraftan ayetteki "(Bu,) Nur üstüne nurdur" ifadesiyle ise, astronomide geçen "çekimsel mercek etkisi"ne işaret ediliyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Göklerdeki ışık kaynakları üzerine araştırma yapan gök bilimciler, bu ayetteki benzetme ve tarifleri çok açık ve kolay bir şekilde anlayacaktır. Söz konusu etki karadelik gibi yoğun kütlesi olan bir cismin arkasındaki ışık kaynağından çıkan ışınların, yoğun kütleli cismin etkisiyle ayrılarak farklı kollardan bize ulaşmasıdır. Dolayısıyla bizim gördüğümüz ışık kaynağı birden fazla gibi anlaşılır. "Çekimsel mercek etkisi" olarak bilinen bu etki sebebiyle cisim, olması gereken yerde değil, farklı konumlarda ve birden fazla sayıda görünür.
A. Gravitational Microlensing by Black Hole | |
1. Star | 4. The two microlensed images appear as a single brightened star |
Resimdeki gibi yıldız, karadeliğin tam arkasında ise, yıldızın görüntüsü aynı anda karadeliğin hem sağında hem de solunda görünebilir. |
Ayetteki "çerağ bir sırça içerisindedir" ifadesindeki sırça da, karadeliğin çekimsel mercek etki alanı olarak yorumlanabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) NASA bilim adamlarının oluşan bu etkiyi tarif ederken, cam bardağın ışık üzerindeki etkisine benzetmeleri manidardır:
Galaksinin uzaktaki kuazar üzerindeki çekimsel etkisi, bir su bardağının uzaktaki sokak lambası üzerindeki mercek etkisine benzer, birden fazla görüntü oluşturur."32
1. Chandra | 4. Source |
NASA'nın Hubble uzay teleskobu, ilk kez uzaktaki tek bir kuazarın, beş ayrı yıldız gibi verdiği görüntüleri yakalamıştır. Yoğun kütleye sahip cisimler -burada bir grup galaksi- çekimsel mercek etkisi oluşturarak, gerilerindeki cismin -burada kuazarın- ışığını bükerek, birden fazla görüntü oluşturmaktadırlar. |
The New York Times'ın 20. yüzyılın en önde gelen kitapları arasında saydığı The Whole Shebang (Bütün Mesele) adlı kitabında, bilim yazarı Timothy Ferris konuyu şöyle açıklamaktadır:
Kuazardan gelen ışık bize doğru seyahat ederken… galaksi kümelerinin her iki tarafından da geçebilir. Galaksi kümesinin çevresindeki uzay eğrilir ve bir mercek gibi davranır, bunun sonucunda tek bir kuazara ait iki görüntü görürüz.33
Ayetteki "nur üstüne nurdur" ifadesiyle buradaki yansımalı, birden fazla görünüme sahip ışığa işaret ediliyor olabilir. Ayrıca ayette ışığın tarifindeki "doğuya da, batıya da ait olmayan" ifadesinin, gerçek ışık kaynağının yönünün belirsizliğine de işaret ediyor olması muhtemeldir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Kuazarlar evrendeki en parlak cisimlerdir ve merkezdeki kara delik ile güçlenen galaksilerin parlak çekirdekleridir. Galaksiye ait yıldızların ve gazların büzüşmesi sonucunda oluşan karadelikler, kuazarın enerji kaynağıdır. Kuazarların parlaklığı, galaksilerin çekirdeklerindeki karadeliğe doğru düşen yıldızlardan yayılır.34 Ayette geçen "kandil" kuazar olarak düşünülürse, "çerağ" kuazarı besleyen "karadelik" olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Einstein "çekimsel mercek" diye tanımladığı etki sebebiyle, uzaydaki cisimlerin ışığı bükebileceklerini ve bir gözlemcinin tek bir kaynağa ait çok sayıda görüntü gözlemlemesinin mümkün olduğunu öne sürmüştü.35 Ancak bu etki ilk defa 1979’da "İkiz Kuazar" olarak bilinen bir kuazarda gözlemlenebildi. Kuazarlar ise ilk kez 1963 yılında, Kuran'ın indirilmesinden 14 asır sonra keşfedilmiştir. Kuran'da Nur Suresi’nin 35. ayetinde tarif edilen gök cisimlerinin konumları, nitelikleri şaşırtıcı bir şekilde günümüz bilimsel tepsitleri ile uyumludur. Bu ve diğer çok sayıdaki bilimsel mucizeler, Kuran'ın herşeyin bilgisine sahip, sonsuz ilim sahibi ve herşeyin Yaratıcısı olan Rabbimiz'in vahyi olduğunun açık bir delilidir.
Andolsun, Biz Davud'a tarafımızdan bir fazl (üstünlük) verdik. "Ey dağlar, onunla birlikte (Beni tesbih edip) yankıyla ses verin" (dedik) ve kuşlara da (aynısını emrettik). Ve ona demiri yumuşattık. (Sebe Suresi, 10)
Biz onu(n hükmünü) hemen Süleyman'a bildirmiştik; (zaten) her birine hüküm ve ilim vermiştik. Davud'la beraber tesbih etsinler diye, dağları ve kuşları buyruk altına aldık. (Bütün bunları) yapan Bizdik. (Enbiya Suresi, 79)
Bunun üzerine Biz rüzgarı onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yere yumuşacık akardı. (Sad Suresi, 36)
Yukarıdaki ayetlerde Hz. Davud ve Hz. Süleyman'a sunulan üstünlüklerden bahsedilmekte ve her birine Allah Katından ilim verildiği bildirilmektedir. Bu peygamberlere verilen ilimle ilgili ayetlerde geçen ifadeler, elektromanyetik dalgaları yansıtma yöntemiyle çalışan, günümüz radar teknolojisine işaret ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) Sebe Suresi'nin 10. ayetindeki "yankıyla ses verin" olarak çevrilen ve "sesin geri dönmesi, tekrarlanması" anlamlarına gelen "evvibi" kelimesi, yankılama üzerine kurulu radar teknolojisini hatırlatmaktadır.
Polonya, Varşova'nın radar sistemi ile elde edilen görüntüsü. | . |
Radar, sabit ya da hareketli cisimlerin yerlerini, hızlarını ve yönlerini tespit etmek için kullanılan, mikrodalga yansıtma metodu ile çalışan bir tespit cihazıdır.36 Radarın çalışma prensibi ses dalgasının yansımasına çok benzer. Örneğin dağlık bir vadide veya mağarada bağıran bir kişi, sesinin yankısını geri işitir. Eğer sesin havada yayılma hızı biliniyorsa, sesin çarptığı cismin uzaklığı ve genel yönü de hesaplanabilir.
Radar sisteminde de, elektromanyetik enerji sinyalleri benzer bir tarzda kullanır. Mikrodalga frekansındaki sinyaller bir cisme gönderilir ve bu cisimden yansıyarak tekrar geri döner. Radara geri dönen bu kısma, "yankı" adı verilir. Radar cihazı da, bu yankıyı yansıtan cismin yön ve mesafesini tespit etmek için kullanır.37 Aslında radyo, televizyon ve insan gözü de elektromanyetik enerjiyi kullandıkları için radar sistemlerine benzerlik gösterir; fakat frekansları farklıdır. Ayrıca radarlar, bu örneklerdeki gibi doğrudan iletilen enerjiyi kullanmak yerine, "yankı"adı verilen yansıtılan enerjiyi kullanırlar.38 Yankılanan sinyaller radar alıcısı tarafından sayısal değerlere çevrilerek, "yankı depolarında" veri olarak kayıt edilir. En sonunda bu veriler işlemden geçirilerek görüntüye dönüştürülür.39
Radar used to control the traffic in New Zealand. | This 27-meter-high radar facility, reminiscent of a fly's eye, scans the sky above northern Alaska and is used as an early warning system against ballistic missiles. | Yeni Zelanda'daki havayolları trafiği kontrolünde kullanılan radar. |
Diğer taraftan Sebe Suresi'nin 10. ayetinde demir için "yumuşattık" anlamına gelen "elenna" fiilinin kullanılması da son derece hikmetlidir. Çünkü günümüzde, yeryüzündeki en güçlü, sert malzemelerden biri olmasına rağmen, demir için "yumuşak" sıfatı da kullanılmaktadır. Fiziksel olarak sert olmasına rağmen, manyetik özellikleri nedeniyle "yumuşak demir" diye tanımlanan bu demir çeşidi, özellikle radar ve uydu teknolojilerinde kullanılmaktadır.40 Yumuşak demir, manyetik alanı daha güçlü hale getirmesi ve istenildiği şekilde açılıp kapanabilmesi bakımından tercih edilmektedir.
Solda, 1960'larda ABD-Florida'da inşa edilen bu radar, denizaltılardan fırlatılan balistik füzelerin tespiti için kullanılmıştır. | Sağda, 2 Mart 1999 tarihinde alınan bu uydu fotoğrafında (sağda) Amerika, Ohio üzerindeki bulutlar görülüyor. Uydu ve radar teknolojilerinde manyetik özelliği sebebiyle "yumuşak demir" çeşidi kullanılır. Yumuşak demir, manyetik alanı daha güçlü kılar. Sebe Suresi'nin 10. ayetinde bildirilen "ve ona demiri yumuflattık" ifadesi uydu ve radar teknolojilerinde kullanılan yumuşak demire işaret ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) |
Yumuşak demirin kullanılmasıyla, elektromanyetik sinyallerin havada istenildiği şekilde yönlendirilmesi bakımından, Sad Suresi’nin 36. ayetinde bildirilen, rüzgarın Hz. Süleyman'ın "emriyle istediği yere yumuşacık akması"na işaret ediliyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Günümüzde kullanılan görüntüleme radarlarıyla yeryüzü her an taranmakta ve Dünya'da meydana gelen değişiklikler izlenmektedir. Bunun yanı sıra, dağlar, buzullar ve denizler gibi yeryüzü şekilleriyle, insan yapımı ev, köprü ve araba gibi cisimler hakkında da veri toplanmaktadır. İleri teknolojinin bu işleyiş şekline ve yapım malzemesine, bundan 1400 yıl önce Kuran'da dikkat çekilmiş olması, Kuran'ın geçmiş ve geleceği tek bir an olarak yaratmış ve zamandan münezzeh olan Rabbimiz'in vahyi olduğunu göstermektedir.
Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Rad Suresi, 3)
Yukarıdaki ayette "yayıp uzatan" olarak çevrilen Arapça "medde elarda" ifadesi, "kaplattı, yaydı, esnetti, çekip uzattı, sündürdü, genişletti, açtı, döşedi" gibi anlamlara gelmektedir. Ayette dağların ve ırmakların oluşumundan bahsedilirken, yeryüzü ile ilgili bu kelimenin kullanılması son derece hikmetlidir. Çünkü yeryüzünün oluşumu ile ilgili bilimsel açıklamalara baktığımızda, dağların ve nehirlerin, yeryüzünün esnetilerek genişletildiği esnada şekillendiği bilgisi karşımıza çıkar.
NASA tarafından uzaydan çekilmiş bu fotoğrafta Sina Yarımadası'nın doğusundaki Akabe Körfezi ve batısındaki Süveyş Kanalı görülmektedir. Sina Yarımadası, Ölü Deniz ve Ürdün Nehri, Büyük Derin Vadi'nin kuzey kesimini oluşturmaktadır. |
Günümüz bilimi, Dünya yüzeyinin eski dönemlerde günümüzden farklı bir görünüme sahip olduğunu kabul etmektedir. Ünlü Alman bilim adamı Alfred Lothar Wegener, 1915'te Die Entstehung der Kontinente und Ozeane (Kıtaların ve Okyanusların Kökeni) adlı kitabında, başlangıçta tüm kıtaların dev bir kara parçası halinde birleşik olduğunu öne sürmüştür. Sonraki yıllarda bu büyük kara parçasını, "tüm kıtalar" anlamına gelen Latince Pangaea olarak adlandırmıştır.41 Alfred Wegener'in 1912'de ortaya attığı "kıtasal sürüklenme" teorisine göre ise, Atlantik Okyanusu'nun iki yanındaki kıtalar birbirinden ayrılmaya devam etmektedir. Bu teori levha tektoniği (tabaka tektoniği) olarak bilinen bilim dalının gelişmesiyle, günümüzde şu şekilde son halini almıştır: Kıtalar okyanus yüzeyinde sürüklenerek birbirlerinden ayrılmıyorlar. Ancak kıtalarla birlikte okyanus tabanı da "astenosfer" ya da "üst manto" denilen yüksek ısı ve basınç altındaki sıvı magma katmanının üzerinde yüzerler. Dolayısıyla Dünya'nın dışta gözüken karasal kıtalarıyla birlikte denizin altındaki yerkabuğu da hareket halindedir.42
Kıtaları taşıyan levhaların, gerilerek genişleme, yayılma, uzama, esneme olarak tarif edilen hareketi nedeniyle, günümüzde kıtalar yılda yaklaşık 3 cm kadar birbirlerinden uzaklaşmaktadır.43 Deniz tabanında meydana gelen en belirgin genişleme ise, Arabistan ve Afrika arasındaki okyanus zemininde gerçekleşir ve iki kıta diğer kıtasal levhalardan üç ya da dört kat daha hızlı olarak birbirinden uzaklaşmaktadır. Genişlemenin deniz tabanında değil de, karalarda gerçekleşmesi halinde ise, Doğu Afrika-Arabistan bölgelerindeki Büyük Derin Vadi (The Great Rift Valley) gibi giderek genişleyen vadiler oluşur.
Büyük Derin Vadi, kuzeyde Suriye'den Doğu Afrika'daki Mozambik'in ortalarına kadar uzanan yaklaşık 6.000 km'lik geniş bir coğrafi ve jeolojik oluşumdur. Vadinin genişliği 30-100 km arasında değişir. Derinliği ise birkaç bin metre kadardır.44 Bu derin vadi, milyonlarca yıllık süreçler sonrasında Afrika ve Arap Yarımadası topraklarının birbirinden ayrılmasıyla, Kilimanjaro ve Kenya Dağı gibi büyük oluşumları meydana getirmiştir. Vadinin doğudaki kısmı ise Ürdün Nehri, Ölü Deniz ve Akabe Körfezi’nden oluşur. Kızıl Deniz ve Kenya'daki bazı göller boyunca güneye doğru uzanır. Bu göllerin çoğu deniz seviyesinin altında derin göllerdir.45
Yeryüzünün "yayılması" nedeniyle sadece dağların yükselmediği, aynı zamanda belli başlı nehir yataklarının da oluştuğu görülmektedir.
The Expanded Earth (Yayılan Dünya) adlı kitapta şöyle aktarılmaktadır:
Her halikarda en şiddetli basınç yeryüzünün başlıca nehirlerinin olduğu bölgelerde gerçekleşir. Bu gelişme sonucunda başlıca nehir yataklarının rastgele erozyonlarla değil, bu genişlemenin sonucu olduğu görülmektedir. Kıtalar genişlemekte olan bir yüzeye sabitlendikleri için, bu genişlemenin kara parçalarını yaydığı ve en fazla gerilimin oluştuğu noktalarda kırılarak, nehirleri oluşturduğu sonucuna varılabilir.46
Utah Jeolojik Araştırma Merkezi’nin açıklamalarında ise Amerika kıtası ile ilgili şu bilgiler yer almaktadır:
Ovalık ve çöküntü bölgeleri, yeryüzü kabuğunun doğu-batı yönünde genişlemesi nedeniyle son 10 ile 20 milyon yıldır oluşmaktadır. Bu esneme hareketi nedeniyle bir gerilim meydana gelir; yavaş ve sürekli bir hareket ya da bir fay hattı boyunca oluşan ani hareketler (yerkabuğunda bir çatlama) sonucunda bu gerilim salıverilir ve depremler meydana gelir. Bir deprem sırasında dağlar yükselirken, vadiler ise fay hatları boyunca derinleşirler. Bu yayılma-esneme hareketi bugün de devam etmektedir.47
Yeryüzünün genişlemesi, yayılması gibi tespitler ancak günümüz bilim dallarının kapsamlı araştırmaları ve ortak verileri sonucunda şekillenebilmektedir. Örneğin 20. yüzyıl teknolojisi ürünü olan uydulardan çekilen fotoğraflar, kıtaların geçmişte birbirlerini tamamlayan parçalar olduğu görüşünü tasdik etmiştir. Yapılan hassas ölçümler ise yerkabuğundaki genişlemenin yavaş ama belli bir oranda devam ettiğini ortaya koymaktadır. Kimsenin kıtalar çapında bir tespit yapamayacağı bir dönemde, üstelik milyonlarca yıllık süreçler içinde meydana gelen oluşumlarla ilgili öz bilgilerin varlığı, Kuran'ın İlahi bir kitap olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. 14 asır öncesinde yeryüzünün oluşumu ile ilgili böylesine derin ilmi bir bilginin geçmesi, Kuran'ın bilimsel mucizelerinden biridir.
Yukarıda, yaklaşık 300 milyon yıl önce kıtaların tek bir parça -Pangaea- olduğu döneme ait canlandırma bir resim görülmektedir. |
NASA tarafından çekilen bu uydu fotoğrafında Güneş görülüyor. Güneş'in üstünde parlak görülen yerler manyetik alanın en güçlü olduğu kısımlardır. |
Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir müstakarra doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın takdiridir. (Yasin Suresi, 38)
Güneş'in yüzeyinde yaklaşık beş milyar yıldır hiç durmaksızın gerçekleşen kimyasal tepkimeler sonucunda, güneş ışığı kesintisiz oluşmaktadır. Gelecekte Allah'ın dilemesiyle belirli bir andan sonra bu reaksiyonlar sona erecek, güneş enerjisini yitirerek tümüyle sönecektir. Bu yönüyle yukarıdaki ayette de Güneş'in enerjisinin bir gün son bulacağına işaret ediliyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Ayette geçen "mustakarrin" kelimesi belirlenmiş bir yer veya belirlenmiş bir zaman anlamını içerir. "Akıp gitmektedir" olarak çevrilen "tecri" kelimesi ise "hareket eder, acele eder, deveran eder, dolaşır, usul izler, yol tutar, cereyan eder, akar" anlamlarına gelmektedir. Kelimelerin anlamlarından Güneş'in istikrar kılacağı mekan ve zamana doğru hareketini sürdürdüğü, ancak bu hareketin önceden belirlenmiş bir zamana kadar süreceği anlaşılmaktadır. Nitekim kıyamet günü ile ilgili tariflerdeki "Güneş, köreltildiği zaman" (Tekvir Suresi, 81) ayetiyle de böyle bir zamanın olacağı bildirilmektedir. Bunun vakti ise yine Allah Katında bellidir.
Ayette Allah'ın "takdiri" olarak çevrilen "takdiyru" kelimesi ise, "tayin etme, kaderini çizme, hükmetme, ölçüp biçme, ayarlama, ölçüyle yapma" anlamlarını kapsamaktadır. Yasin Suresi'nin 38. ayetindeki bu ifade ile de Güneş'in ömrünün Allah'ın belirlediği bir süre ile sınırlı olduğu bildirilmektedir. Kuran'da bu konuyla ilgili diğer ayetlerden bazıları şöyledir:
Allah O'dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra arşa istiva etti ve Güneş ile Ay'a boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız. (Rad Suresi, 2)
Periodik Tablo | |
1. Lantanitler | 2. Aktinitler |
(Allah) Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar; Güneş'i ve Ay'ı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbinizdir; mülk O'nundur. O'ndan başka taptıklarınız ise, 'bir çekirdeğin incecik zarına' bile malik olamazlar. (Fatır Suresi, 13)
Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp-örtüyor. Güneş'e ve Ay'a boyun eğdirdi. Her biri adı konulmuş bir ecele (süreye) kadar akıp gitmektedir. Haberin olsun; üstün ve güçlü olan, bağışlayan O'dur. (Zümer Suresi, 5)
Yukarıdaki ayetlerde geçen "musemmen" kelimesiyle de Güneş'in hareket süresinin "belirli" olduğu bildirilmektedir. Güneş'in sonu ile ilgili bilimsel yorumlarda, Güneş’in her saniye 4 milyon ton madde tüketerek enerjiye çevirdiği,48 bu yakıt bittiğinde de Güneş'in ömrünü tamamlayacağı tarif edilmektedir.49 Güneş'ten gelen ısı ve ışık, hidrojen çekirdeklerinin füzyon yöntemiyle birleşerek helyuma dönüşmesi sırasında, tüketilen maddenin yerine ortaya çıkan enerjidir. Dolayısıyla Güneş'in enerjisi -dolayısıyla ömrü- de bu yakıtın sona ermesiyle bitecektir. (Doğrusunu Allah bilir.) BBC Haber Merkezi’nin bilim köşesinde, "Güneş'in Ölümü" başlığı altında verilen haberde şöyle bildirilmektedir:
... Güneş yavaş yavaş ölecek. Bir yıldızın çekirdeği içine çökerken, zaman içinde içerdiği helyum atomlarını tutuşturacak kadar sıcaklık kazanır. Helyum atomları füzyonla birleşerek, karbon oluştururlar. Helyum kaynakları tükendiğinde çekirdek tekrar çöker ve atmosferi patlar. Güneş, çekirdeğini üçüncü bir kez tutuşturacak kadar büyük kütle sahibi değildir. Dolayısıyla genişlemeye devam eder ve atmosferini bir dizi patlama sonucunda kaybeder... Kuruyan çekirdeği sonuçta beyaz bir cüce oluşturur; karbon ve oksijenden meydana gelen, Dünya büyüklüğünde küresel bir elmas gibidir. Bu noktadan sonra Güneş zamanla solacak, giderek ışığı kararacak ve sonunda tümüyle sönecektir.50
National Geographic televizyon kanalının yayınladığı "Güneş'in Ölümü" adlı belgeselde de konu ile ilgili şunlar tarif edilmektedir:
(Güneş) Isı üretir ve gezegenimizde hayatın devamını sağlar. Fakat insanlar gibi Güneş'in de sınırlı bir ömrü vardır. Yıldızımız yaşlandıkça giderek daha fazla ısınarak genişleyecek, böylece okyanuslarımızı buharlaştıracak ve Dünya gezegenindeki bütün yaşamı öldürecektir. Güneş zaman içerisinde daha fazla ısınır ve daha hızlı yakıt tüketir. Bu da Dünya üzerinde sıcaklığın artmasına ve sonucunda hayvan yaşamının sona ermesine, okyanusların buharlaşmasına ve tüm bitkilerin ölmesine yol açacaktır... Güneş genişleyecek, kırmızı dev bir yıldıza dönüşecek ve yakınındaki gezegenleri de yutacaktır... En sonunda ise büzülerek beyaz bir cüceye dönüşecektir.51
Bilim adamları Güneş'in yapısını ve içinde meydana gelen olayları ancak son yüzyıllarda keşfetmişlerdir. Bundan önce Güneş'in enerjisini nereden kazandığı, Güneş'in nasıl ışık ve ısı yaydığı gibi olaylar bilinen bilgiler değildi. Kuran'da 14 yüzyıl öncesinden, böylesine devasa bir kütlenin enerjisinin tükenerek bir gün son bulacağının bildirilmesi, üstün bir ilmin varlığını göstermektedir. Herşeyi kapsayan bu bilgi, Yüce Rabbimiz'in ilmidir. Kuran'da bir ayette şöyle bildirilmektedir:
"... Rabbim, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (Enam Suresi, 80)
Güneş'in %70'i Hidrojen (H), %28'i de Helyum (He) atomlarından oluşmaktadır.52 Geri kalan diğer maddelerin hepsi %2'den daha az oranlardadır. Güneş'te her saniye 600 milyon ton Hidrojen, 596 milyon ton Helyuma dönüştürülmektedir. Kalan 4 milyon ton ise ısı ve ışık enerjisi olarak açığa çıkmaktadır.53 Bu bakımdan Güneş denildiğinde akla ilk olarak, H (Hidrojen) ve He (Helyum) atomlarını simgeleyen harfler gelir. Kuran'daki "Güneş" anlamına gelen "Şems" Suresi'nde ise, suredeki onbeş ayetin hepsi istisnasız olarak H ve E harfleriyle bitmektedir. Bu harflerin Arapçadaki karşılıkları şöyledir:
Aşağıda Şems Suresi'ndeki ayetlerin Arapça yazılışları ve son kelimelerinin okunuşları görülmektedir.
1. Arapçada He harfi |
Tablodan da görüldüğü gibi Şems (Güneş) Suresi'ndeki tüm ayetlerin sonu, he ve elif harfleri ile bitiyor. Hidrojen'in simgesi "H" ve Helyum'un simgesi "HE" harflerini içermektedir. Kuran'da Şems Suresi'nden başka hiçbir sure baştan sona HE harfleriyle bitmez. Bu bakımdan Kuran'da sadece bu surede böyle bir harf diziliminin olması son derece dikkat çekicidir. Ayrıca Şems Suresi'nin numarası olan 91 rakamı da özeldir. Hidrojen dışında doğada tabi olarak bulunan 91 element daha vardır ve bunlar Hidrojen atomlarından meydana gelmektedir. Diğer bir ifadeyle, en hafif element olan Hidrojenden ağır 91 elementteki tüm atomlar, Hidrojenin intra-atomik (atomlararası) bileşikleridir. Bu nedenle Güneş'te yer alan H (Hidrojen) atomu, doğadaki diğer 91 elementi de oluşturmaktadır.54
Evreni içinde var olan tüm detayları ile Yüce Allah yaratmıştır ve yaratmaya devam etmektedir. Bu detaylara ait tüm ilimler de, Rabbimiz'in sonsuz bilgisinden kavramamıza izin verdiği kısımlardır. Bir ayette şöyle buyurulmaktadır:
Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, Kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
Güneş'i bir aydınlık, Ay'ı bir nur kılan ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona duraklar tespit eden O'dur. Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklamaktadır. |
Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunu ispatlayan pek çok mucizevi özelliği vardır. Kuran'daki bilimsel bilgilerde, geçmişle ilgili verilen haberlerde, matematiksel şifrelemelerde o dönemde hiçbir insan tarafından bilinemeyecek gerçekler ayetlerde haber verilmiştir. Bunların yanı sıra, o dönemin bilgi düzeyiyle ve teknolojisiyle edinilmesi mümkün olmayan gelişmeler, Kuran'da bir kısım ayetlerde önceden işaret edilmiştir. Ancak 20. ve 21. yüzyıl teknolojisiyle eriştiğimiz bazı bilimsel gerçeklerin 1400 yıl önce Kuran'da bildirilmiş olması, Kuran'ın Rabbimiz’in sözü olduğunun apaçık bir ispatıdır. Kuran'da geleceğe yönelik işaret olabilecek ayetlerden biri Bakara Suresi'nin 73. ayetidir:
Hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz ve bu konuda birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allah, gizlediklerinizi açığa çıkaracaktı. Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; ki akıllanasınız. (Bakara Suresi, 72-73)
Kalp masajı sırasında göğse üstten vurulduğunda, kalbin yeniden atması mümkündür. Ayette geçen "'Ona bir parçası yla vurun' demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir" ifadesi, kalp masajının bu etkisine işaret ediyor olabilir. (Doğrusunu Allah bilir.) |
Bu ayette "bir parçasıyla" olarak çevrilen Arapça "biba’diha" ifadesinin anlamları arasında "birisi, birileri" kelimeleri de bulunmaktadır. Bu anlamları göz önüne alındığında, göğüse üstten vurulduğunda, kalbin yeniden çalışması mümkün olabileceğinden, ayette kalp masajı yapılmasına işaret edilmektedir. (Doğrusunu Allah bilir.)
Bilindiği gibi kalp masajı yapılan kişi ölü bir beden alametlerine sahiptir. Şuuru kaybolmuş, solunum ve kalp atımı durmuştur. Günümüz bilgileriyle, kalbi duran bir kişiye kalp masajı uygulanarak, kişinin kalbinin atması ve hayati fonksiyonlarının devamı sağlanmaktadır. Kalp masajında göğüs kafesine belli aralıklarla baskı uygulanmakta ve kalbin kan pompalaması için ritmik kasılması yeniden başlatılmaktadır.
Bu bakımdan ayette ölü bir bedene vurularak, yeniden canlanmasının sağlanması, ayetin kalp masajı yöntemine işaret olabileceğini düşündürmektedir. Kuran, herşeyi yoktan var eden, ilmiyle tüm varlıkları kuşatan ve zamandan münezzeh olan Yüce Allah'ın sözüdür. Bu nedenle Kuran'ın içinde yer alan her ayet, Yüce Rabbimiz'in hikmetle vahyettiği bilgileri içerir. Allah bir ayetinde, Kuran'la ilgili olarak, "... Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok çelişkiler bulacaklardı" (Nisa Suresi, 82) buyurmaktadır.
Demişti ki: "Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben Sana dua etmekle mutsuz olmadım." (Meryem Suresi, 4)
Meryem Suresi'nin 4. ayetinde geçen "vehene" kelimesi, "gevşedi, zayıf düştü, yetersiz kaldı" anlamlarına gelmektedir. Bu ayette yaşlılıkla birlikte, kemikte olan değişimi tarif etmek için kullanılan kelime son derece hikmetlidir. Ancak günümüz teknolojisiyle detaylı ölçümleri yapılabilen kemik taramaları, "kemik erimesi" olarak bilinen hastalığın görüntülenmesini mümkün kılmıştır.
Tıpta "osteoporoz" olarak tanımlanan bu hastalık, kemiklerin kütle kaybetmesine yol açan kemik metabolizması hastalığıdır. Osteoporoz kelimesi; osteo (kemik) ve poroz (delikli) kelimelerinin birleşmesinden oluşur. Kemik, bal peteği görünümünde olup başta kalsiyum olmak üzere önemli mineralleri depolar. Kırk yaş civarında kemik kütlesi yavaş yavaş azalmaya başlar. Daha çok yaşlılarda görülen ve kemik dokusunun yoğunluğunun azalmasıyla ortaya çıkan bu hastalık, ileri düzeylere geldiğinde kemiklerin kolaylıkla kırılabilmesine neden olmaktadır.
Röntgen ışınlarının dahi 1890'larda keşfedildiği düşünülürse, geçmişte kemiklerle ilgili bir tespitte bulunmanın zorluğu daha iyi anlaşılacaktır. Kuran'da asırlar öncesinde günümüz tıp bilgilerini destekleyen tespitlerin yer alması, Kuran'ın Allah Katından olduğunun açık göstergergelerinden biridir.
Solda sağlam kemik dokusu, sağda ise kemik erimesindeki kemik dokusu görülmektedir. Tıpta "osteoporoz" olarak tanı mlanan bu hastalık, kemiklerin kütle kaybetmesine yol açan kemik metabolizma hastalığı dır. | En solda sağlıklı kemik dokusu görülmektedir. Ortadaki resimde düşük düzeyde kemik erimesi başlamış, en sağdaki resimde ise, ciddi kemik erimesinin oluştuğu kemik dokusu görülüyor. Kemik kütlesinin azaldığı bu dokuda oluşan gevşeklik nedeniyle kemik kırılganlığı artar. |
16 http://www.forestpathology.org/wood.html; Wood Chemistry and Anatomy, 2005.
17 http://www.forestresearch.gov.uk/fr/INFD-6FMCUS; The Research Agency of the Forestry Commission, 2007.
18 Christophe Plomion, Gregoire Leprovost, Alexia Stokes, "Wood Formation in Trees", Plant Physiology, Aralık 2001, cilt 127, ss. 1513–1523.
19 Uwe Schmitt, "Chaffey, N.J. ed. Wood formation in trees—cell and molecular biology techniques", Annals of Botany, 2002, cilt 90, no. 4, ss. 545-546.
20 Julian Vincent, "Tricks of Nature", New Scientist, 17 Ağustos 1996, cilt 151, no. 2043, s. 39.
21 Julian Vincent, "Tricks of Nature", New Scientist, 17 Ağustos 1996, cilt 151, no. 2043, s. 40.
22 Malcolm Wilkins, Plantwatching, Facts on File Publications, New York, 1988, s. 119.
23 William K. Purves, Gordon H. Orions, H. Craig Heller, Life, The Science of Biology, 4. baskı, W.H. Freeman and Company, s. 724.
24 http://www.montana.edu/wwwpb/pubs/mt8405.html; Michael Vogel, "Heating with Wood: Principles of Combustion", 2003.
25 http://tr.wikipedia.org/wiki/Nebula_%28astronomi%29
26 http://www.seds.org/messier/xtra/ngc/n2244.html
27 http://antwrp.gsfc.nasa.gov/apod/ap010214.html
28 http://en.wikipedia.org/wiki/Rosette_Nebula
29 http://chandra.harvard.edu/press/01_releases/press_090601wind.html; Chandra X-Ray Observatory, Penn State University Press, 6 Eylül 2001.
30 http://en.wikipedia.org/wiki/Quasar
31http://www.thefreedictionary.com/quasar; http://antwrp.gsfc.nasa.gov/apod/ap951022.html
32 http://antwrp.gsfc.nasa.gov/apod/ap950711.html
33 Timothy Ferris, The Whole Shebang, 1997, s. 61.
34 http://www.tiscali.co.uk/reference/encyclopaedia/hutchinson/m0028790.html; http://antwrp.gsfc.nasa.gov/apod/quasars.html
35 http://en.wikipedia.org/wiki/Gravitational_lensing
36 http://rst.gsfc.nasa.gov/Sect8/Sect8_1.html
37 http://tr.wikipedia.org/wiki/Radar
38 http://tpub.com/neets/book11/46.htm
39 http://southport.jpl.nasa.gov/cdrom/sirced03/cdrom/DOCUMENT/HTML/TEACHERS/MODULE02/MOD2SECB.HTM
40 http://physics.bu.edu/~duffy/PY106/MagMaterials.html
41 http://en.wikipedia.org/wiki/Alfred_Lothar_Wegener
42 http://www.ucmp.berkeley.edu/history/wegener.html
43 http://www.gsfc.nasa.gov/gsfc/service/gallery/fact_sheets/spacesci/lageos.htm
44 http://en.wikipedia.org/wiki/Great_Rift_Valley
45 http://www.answers.com/topic/great-rift-valley; http://www.britannica.com/eb/article-9031748/Great-Rift-Valley
46 The Expanded Earth, Benchmark Publishing & Design, Canada, 1996; http://www.wincom.net/earthexp/n/rivers.htm
47 Utah Geological Survey, Geologic Streching; http://geology.utah.gov/teacher/tc/tc12-96.htm
48 http://en.wikipedia.org/wiki/Sun
49 http://map.gsfc.nasa.gov/m_uni/uni_101stars.html; Will Knight, "Shedding Star Offers Preview of Sun’s Death", New Scientist, 25 Kasım 2005; http://www.bbc.co.uk/science/space/stars/death/index.shtml; http://www.as.utexas.edu/astronomy/education/fall04/komatsu/lec_23.pdf; http://science.howstuffworks.com/sun5.htm
50 http://www.bbc.co.uk/science/space/stars/death/index.shtml
51 "Death of the Sun", National Geographic Channel, 20 Mart 2006, director: Rabinder Minhas, bölüm no. 25, sezon no. 3.
52http://observe.arc.nasa.gov/nasa/exhibits/sun/sun_2.html; http://www.nineplanets.org/sol.html
53 http://observe.arc.nasa.gov/nasa/exhibits/sun/sun_5.html
54 http://periodic.lanl.gov/elements/1.html; William D. Harkins, "The Abundance of the Elements in Relation to the Hydrogen-Helium Structure of the Atoms", Proceedings of the Natonal Academy of Sciences of USA, Nisan 1916, cilt. 4, ss. 216–224.