Zorluk zamanları, Allah'ın iman edenler için yarattığı çok kıymetli anlardır. İnsanlar genellikle nadir olarak bu tür durumlarla karşılaşırlar. Ve bunlar bir insanın, Allah'a olan sadakatinin, sevgisinin ve teslimiyetinin gücünü gösterebileceği, aynı zamanda da ahiret hayatı için çok fazla ecir kazanabileceği zamanlardır. İman eden bir kimse belki zorluk ve sıkıntıyla karşılaşmak için özel bir çaba harcamaz, ama karşılaştığı zaman da bunları Allah'ın kendisi için yaratmış olduğu çok büyük nimet ve fırsatlar olarak algılar.
Tarih boyunca gönderilmiş olan peygamberler yurtlarından sürülme, baskı altına alınma, tehdit edilme ve hatta öldürülmeye kadar varan zorluklar yaşamış, ama tüm bunları imani bir şevk ve coşkuyla karşılamışlardır. Hz. Yusuf (as) iftiraya uğrayarak yıllar yılı zindanda kalmış, Hz. İbrahim (as) kavminin ileri gelenleri tarafından ateşe atılarak öldürülmeye çalışılmış, Hz. Musa (as) Firavun'un tehdit ve baskılarıyla karşılaşmış, Hz. Lut yaşadığı toplumdan sürülmeye çalışılmıştır. Ancak bu mübarek insanların her biri de bu olaylar karşısında Rabbimiz'e karşı büyük bir sadakat, teslimiyet ve güven ile hareket etmişlerdir.
Bediüzzaman Said Nursi gibi İslam büyükleri de hayatları boyunca pek çok zorlukla karşılaşmış, ancak tüm bunları çok kıymetli anlar olarak değerlendirmişlerdir. İlerleyen bölümlerde gösterdiği üstün ahlaka daha detaylı olarak değineceğimiz Bediüzzaman Said Nursi, ömrünün önemli bir bölümünü hapislerde, sürgünde, eziyet ve baskı altında geçirmiştir. İlerleyen yaşına, hastalıklarına, yokluk ve sıkıntı içerisinde olmasına rağmen daima Allah'a teslimiyetli, tevekküllü olmuştur. Bu zorlukları birer güzellik ve nimet olarak nitelendirmiş, en zor anlarında bile İslam dininin, Müslümanların menfaatlerini düşünmüş, fedakarlıkta çok güçlü bir kararlılık göstermiş, bu üstün ahlakıyla talebelerine de örnek olmuştur. üstad'ın ve talebelerinin samimi çabaları, Allah'ın izniyle Kuran ahlakının çok geniş kitlelere duyurulabilmesini sağlayan önemli bir tebliğ vesilesi olmuştur.
Günümüzde de tüm Müslümanlar, Kuran ahlakının yaşanmasında ve insanlara anlatılmasında aynı şevk ve kararlılıkla hareket etmelidirler. Karşılarına çıkan zorluklardan hiçbir şekilde yılgınlığa ve ümitsizliğe kapılmadan, Kuran'da bildirilen birlik ve fedakarlık ruhuyla bu kıymetli anların ecrini kazanmaya talip olmalıdırlar. Dünya hayatının meşguliyetleri, kişisel menfaatleri hiçbir zaman için bu ahlakın yaşanmasına bir engel olmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, böyle bir durumda insanın tüm yaptıkları ahiret hayatında mutlaka karşısına çıkacaktır. İyiliklerinden de kötülüklerinden de hesaba çekilecektir.
Allah Kuran'da sonucun mutlaka inananların lehine olacağını, Kuran ahlakını tüm insanlar arasında hakim kılacağını bildirmiştir. Allah mutlak olarak galip gelendir, tüm eksikliklerden münezzehtir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır. İnsan ise ihtiyaç içinde olandır, Allah'ın rızasını, hoşnutluğunu kazanmaya muhtaçtır. Allah dilerse yalnızca "Ol" demesiyle dilediğini yapandır. Bu nedenle insanların gösterecekleri çaba yalnızca kendi kurtuluşları için olacaktır. Ayrıca insanın şu gerçeği de unutmaması gerekir; kendisi fedakarlıktan kaçınacak olursa, halis Müslümanlar zaten tüm sorumluluğu üstlenecek ve gereken her konuda en samimi çabayı harcayacaklardır.
Allah'ın takdir ettiği sonuç gerçekleşecektir. Buna vesile olanlar Allah'ın izniyle Allah Katında, gösterdikleri bu çabanın karşılığını hem dünyada hem de ahirette alacaklardır. Kayıp içerisinde olan yalnızca fedakarlıktan kaçınan kişinin kendisi olacaktır. Allah'ın kendisi için yaratmış olduğu fırsatları ve ecir imkanlarını kaçırmış ve önüne çıkan çok değerli vakitleri gereği gibi değerlendirememiş olacaktır.
Unutulmamalıdır ki Allah bu üstün ahlakı yaşamayı talep eden samimi ihlas sahiplerine yardımını ulaştıracak ve onları üstün kılacaktır. Kuran'da Allah'ın samimi kullarına olan bu vaadi şöyle bildirilmektedir:
Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 56)
Allah, yazmıştır: "Andolsun, Ben galip geleceğim ve elçilerim de." Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır. (Mücadele Suresi, 21)
... 'Yardım ve zafer' (nusret) ancak üstün ve güçlü, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah'ın Katındandır. (Ki bununla) İnkar edenlerin önde gelenlerinden bir kısmını kessin (helak etsin) ya da 'umutları suya düşmüşler olarak onları' tepesi aşağı getirsin de geri dönüp gitsinler.' (Al-i İmran Suresi, 126-127)
İlerleyen satırlarda tüm Müslümanlar için çok kıymetli birer örnek olan Peygamberimiz (sav)'in ve sahabelerin hayatlarına ve Bediüzzaman Said Nursi'nin fedakarlıklarla geçen yaşantısına değinerek, birlik, beraberlik ve fedakarlık anlayışıyla hareket edildiğinde zorlukların nasıl aşılabildiğine ve nasıl büyük başarılar elde edilebildiğine dikkat çekeceğiz.
Ahlaki değerlerin önemini yitirdiği, dostluk ve kardeşliğin, şefkat, merhamet, hoşgörü gibi duyguların unutulduğu ve maddiyatın en önemli güç haline geldiği günümüzde yüzümüzü nereye çevirirsek çevirelim yalnızlıktan yakınan mutsuz insanlarla karşılaşıyoruz. Dünya tam anlamıyla şiddete ve nefrete, merhametsizliğe ve bencilliğe boğulmuş durumda. İstisnasız herkes kavgaların, çatışmaların, çıkarcılığın, samimiyetsizliğin olmadığı, her yere barış, güven ve kardeşliğin hakim olduğu bir dünyanın özlemi içinde.
Dünyayı sarıp kuşatan tüm bu kötülüklerin kaynağına baktığımızda ise karşımıza çıkan sorun sevgisizlik. Sevgisizliğin çıkış noktası insanın bizzat kendisi. Bireylerin iç dünyalarında, diğer bir deyişle nefislerinde yaşadıkları sevgisiz, zalim ruh zincirleme etki yaratarak hızla tüm dünyaya yayılıyor.
Sevgisizliğin kökeninde ise bencillik var. Kişi en çok kendini seviyor, yalnızca kendi nefisini; kendi rahatını, kendi sağlığını, kendi neşesini, kendi lüksünü koruyup kolluyor. Çevresindeki hiç kimseye, hiçbir varlığa sevgi ve şefkat gözüyle bakmayıp, "başkaları neden umurumda olsun?", "yaşamaları ya da ölmeleri, sağlıklı olmaları ya da olmamaları, acı çekmeleri ya da çekmemeleri beni neden ilgilendirsin?" diye düşünüyor. Tek kıstası ise şu oluyor: "kim bana fayda sağlar?", "kim benim keyfimi, kariyerimi, kazancımı arttırır?" Böylelikle karşısındaki kişiye mutlaka bir çıkar elde etme gözüyle bakıyor. Herkes onun için emek versin; herkes ona bir şeyler katsın, sevmesin ama sevilsin, önemsensin, düşünülsün, şefkat, merhamet, incelik görsün, hata ve kusurları görmezden gelinsin ama o hiç kimseye emek vermesin; kimseyi affetmesin, kimyeye sabır göstermesin, kimse için fedakarlık yapmasın, kimse için kendi rahatından taviz vermesin...
Yalnızca kendi rahatının peşinde, kendi merkezli bir dünyada yaşamaya alışan bu insanların vicdanları süratle kararıyor ve herkesi çok kolay harcayacak hale geliyorlar. Karşılarındaki insanı kaybetmekten çekinmiyor, hatta yokluğunu hiç umursamıyorlar.
Adeta bulaşıcı bir hastalık gibi bireyler arasında yayılan bu egoist ve bencil ruh kısa sürede tüm topluma hakim oluyor. İnsanlar açlıktan mı ölüyor, dünyanın dört bir yanında savaşlar mı yaşanıyor, pazarların, ana okullarının, hastanelerin üzerine bombalar mı yağıyor; pek çoklarının umurunda bile olmuyor. Onlar hafta sonu nasıl eğleneceklerini, karın kaslarını güçlendirmek ya da fazla kilolarından kurtulmak için hangi diyeti yapacaklarını, Instagram'a, Facebook'a hangi fotoğraflarını yükleyeceklerini düşünmekle, fotoğrafa gelen yorumları okumakla ve beğenilerin sayısında artış olup olmadığını takip etmekle meşgul oluyorlar. Dünyanın pek çok ülkesinde yaşanan savaşlar, katliamlar, çatışmalar, kurşun isabet ederek kan revan içinde kalan yakınını hastaneye yetiştirmeye çalışan ya da açlıktan ve bakımsızlıktan bir deri bir kemik kalmış olan çocukların haberlere yansıyan görüntüleri onları hiç ama hiç ilgilendirmiyor. Kollarına, vücutlarına sevgiyle ilgili güzel deyişlerin yer aldığı dövmeler yaptırıyor, sosyal medya hesaplarında yine sevgiyle, aşkla ilgili sözler paylaşıyorlar ama o yazıların anlamlarını hiç düşünmüyor, gereklerini hiç yerine getirmiyorlar. Buna rağmen bundan zarar gören yine kendileri oluyor ve etraflarında pek çok insan olsa dahi gerçek sevgiyi hiçbir zaman tadamamış olmanın bilincinde olarak hayatlarının sonuna kadar mutsuz, huzursuz ve yapayalnız yaşıyorlar.
Tüm bu karanlık tablo bir yana, dünyayı kasıp kavuran bu büyük bela aslında kolayca ortadan kalkabilir. Bu ise yalnızca, Allah'ı hoşnut edememe ve O'nun sevgisini kaybetme kaygısından kaynaklanan Allah korkusuna ve Allah sevgisine dayalı din ahlakı ile mümkün. Nitekim dinin getirdiği güzel ahlak olmadan gerçek sevginin oluşması imkansız. Çünkü sevginin şartları ve sevgiyi ayakta tutan unsurlar yalnızca dindeki güzel ahlak ile var olabiliyor; fedakarlık, sabır, diğergamlık, affedicilik gibi... Bu özelliklerin biri dahi eksik olsa gerçek sevgi oluşmuyor. Örneğin affedicilik olmasa sevgi ayakta duramıyor, yıkılıyor. Sabır olmasa sevgi zamanla kaybolup yok oluyor. Fedakarlık olmasa yine aynı şekilde; sevgi ölüp gidiyor. Sevgi adeta birçok küçük çarkın biraraya gelmesiyle oluşan bir saat gibi. Küçük çarklardan biri işlemese büyük çark dönmüyor. Sevgi de böyle.
Kısacası sevginin zeminini oluşturan ortamı yalnızca çok güçlü bir Allah sevgisi, O'nu çok sevmenin ve hoşnut etme arzusunun getirdiği Allah korkusu ve güzel ahlak sağlıyor. Sevgisiz, zalim, bencil nefsani duygular ancak Allah'tan korkup sabır ve itinayla güzel ahlak devam ettirildiğinde törpüleniyor. Aksi takdirde kişi kabus gibi bir hayat yaşamaya mahkum oluyor; kalbindeki bencilliğinin karşılığında bencillik görüyor ve gerçek sevgiyi, gerçek dostluğu, gerçek kardeşliği hiçbir zaman tadamıyor.
Oysa sevgi herkesin içinde var. Herkesin ruhunda sevgiye yer var. Sevgisiz, acımasız bir dünyanın kimseye faydası yok. İnsanları içine düştükleri bu karanlık dünyadan çekip almaya çalışmak, sevgiyi, merhameti, bağışlamanın güzelliğini ve sevgi dolu olmanın ruha verdiği huzuru anlatmak hepimizin görevi olmalı.
Allah rızası için birlik içinde hareket etmek, müminlerin zorluklar karşısında başarı elde etmesinde önemli bir imani sırdır. Müslümanların tarih boyunca yaşadıkları olaylara baktığımızda da zorluk ve sıkıntıların hep bu şekilde aşılabildiğini görürüz. Başta Allah'ın tüm insanlara örnek kıldığı Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ve sahabeler olmak üzere, Müslümanlar bu ahlakı en güzel şekilde yaşamış, gösterdikleri üstün tesanüd ve fedakarlık örnekleriyle İslamiyet'in ve Kuran ahlakının tüm dünyaya yayılmasına vesile olmuşlardır.
Peygamber Efendimiz (sav), gönderildiği müşrik toplumu, o güne kadar yaşadıkları sapkın inançlarını terk etmeye ve yalnızca bir olan Allah'a kulluk etmeye çağırmıştır. Resul-ü Ekrem Efendimiz, bu tebliği sırasında çok büyük zorluklarla karşılaşmıştır. İslam ahlakının toplumda yaygınlaşmasının kendi menfaatlerini zedeleyeceğini düşünen müşrikler, Peygamberimiz (sav)'e ve inananlara karşı birlik olmuş, ellerindeki tüm imkanları kullanarak büyük bir mücadele yürütmüşlerdir. Atalarının şirk dinini değiştirmeyi kabul etmemiş, Peygamberimiz (sav)'e tuzaklar kurmaya yeltenmişlerdir. Resulullah'tan nefislerine uygun ayet getirmesini istemiş, O'nu öldürmeye, yaşadığı yerden sürmeye ya da tutuklamaya kalkışmışlardır. Allah'ın Resulü'nün tebliğinin insanlar üzerindeki etkisini önleyebilmek için, Peygamberimiz (sav)'e delilik, büyücülük, akıl yetersizliği, doğru sözlü olmamak, şairlik gibi asılsız iftiralarda bulunmuşlardır. Peygamberimiz (sav) inkarcıların sözlü ve fiili olarak yaptıkları tüm bu iftira ve saldırılara karşı çok üstün bir sabır ve tevekkül göstermiş, onlara hep Kuran ahlakıyla karşılık vermiştir. Allah'ın indirdiğini hiçbir değişikliğe uğratmadan, hiç kimsenin çıkarını hesap etmeden, sadece Allah'tan korkup sakınarak hareket etmiştir. Yapılan tüm tehditlere, baskılara ve çıkarılan zorluklara rağmen, dini tebliğ etmeye devam etmiştir. İnkarcılara karşı verdiği bu mücadelenin yanı sıra, beraberindeki Müslümanların her türlü sorumluluğunu da birinci dereceden kendisi üstlenmiştir. Onları bir yandan tehlikelerden korurken, bir yandan da din ahlakını tebliğ ederek çevresindeki tüm insanları eğitmiştir.
Kuşkusuz Resulullah'ın bu üstün ahlakı, tüm Müslümanlar için çok önemli bir örnektir. Peygamberimiz (sav)'in, en zor şartlarda iken bile öncelikle dinin menfaatlerini, Müslümanların rahatını, güvenliğini ve huzurunu ön planda tutması, O'nun sahip olduğu üstün fedakarlık anlayışını göstermektedir. Savaşların en kızıştığı, Allah'ın Müslümanları açlık, yokluk, hastalık gibi sıkıntılarla denediği bir ortamda Peygamberimiz (sav), Müslümanlara karşı çok büyük düşkünlük göstermiş, onları merhamet ve şefkatle koruyup kollamıştır.
Sahabeler de Hz. Muhammed (sav)'in bu üstün fedakarlık anlayışını kendilerine örnek alıp, maddi manevi her konuda üstün bir ahlak sergilemişlerdir. Bu fedakarlık ruhuna dayanan birlik ve beraberlikleri sonucunda büyük bir kuvvet elde etmiş, Allah'ın rahmetiyle inkar edenlere ve müşriklere karşı büyük zaferler kazanmışlardır. Peygamberimiz (sav) döneminde çok küçük bir topluluk olan Müslümanların sayısı giderek büyük bir yükselişle artmış, İslamiyet tüm Arap Yarımadasına yayılmıştır.
Peygamber Efendimiz (sav) herşeyden önce nefsinden yana büyük fedakarlıklarda bulunmuş, iman edenlerin dünya ve ahiret menfaatleri için kendi nefsinden feragat etmiştir. Kuşkusuz İslam ahlakını yeni öğrenmekte olan kimselerin eğitimi, çoğu zaman büyük özveriler gerektirmiştir. Kuran'ın çeşitli ayetlerinde gerek Bedevi olarak adlandırılan göçebe kimselerin gerekse de kalpleri imana henüz yeni ısınmakta olan kişilerin cahilce tavırlarından bahsedilmektedir. Kuran'da yer alan bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "İslam (Müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Hucurat Suresi, 14)
Bedeviler inkar ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Allah'ın elçisine indirdiği sınırları bilmemeye de onlar daha 'yatkın ve elverişlidir.' Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 97)
çevrenizdeki bedevilerden münafık olanlar vardır ve Medine halkından da nifakı alışkanlığa çevirmiş olanlar vardır. Sen onları bilmezsin, Biz onları biliriz. Biz onları iki kere azaplandıracağız, sonra onlar büyük bir azaba döndürülecekler. (Tevbe Suresi, 101)
Peygamber Efendimiz (sav) çevresindeki insanların cahilce tavırlarına daima en güzel şekilde, Kuran ahlakıyla karşılık vermiştir. Kuran'da Resulullah'ın bu üstün ahlakı şöyle bildirilmektedir:
Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin. (Kalem Suresi, 4)
Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır. (Ahzab Suresi, 21)
Bir insanın çevresindeki kimselerin kimi zaman cahillikten, kimi zaman ise art niyet, kötü ahlak ya da zalimlikleri nedeniyle sergiledikleri bozuk tavırlara karşı sabır gösterebilmesi, tüm bunlara en güzel ahlak ile karşılık verebilmesi büyük bir fedakarlık örneğidir. özellikle de kişinin haklı olduğu, hakkının yendiği, haksızlığa uğradığı durumlarda bu hakkından vazgeçebilmesi büyük bir üstünlüktür. Kimi zaman cahillik içerisinde olan kimseler, bu üstün ahlakı takdir edemeyebilir ya da farkına bile varamayabilirler. Ancak bu ahlakı yalnızca Allah'ın rızasını kazanabilmek için yaşayan derin iman sahipleri, affetmenin, sabır göstermenin, alttan almanın nefse en zor geldiği durumlarda bile nefislerinden feragat ederler. Resul-ü Ekrem Efendimiz de çevresindeki insanların kötü niyetli tavırlarına karşı, Allah rızası için kendi nefsinden yana fedakarlık göstermiş, daima onları doğru olana teşvik edip ıslah etme yolunu tercih etmiştir. Allah, Peygamberimiz (sav)'in müminlere karşı olan bu düşkünlüğünü, fedakarlığını ve güzel ahlakını ayetlerde şöyle bildirmektedir:
Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. (Al-i İmran Suresi, 159)
Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir. (Tevbe Suresi, 128)
Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık) Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever. (Maide Suresi, 13)
Hz. Ayşe'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (sav)'in bu güzel ahlakı "…Resullullah başkalarını nefsine tercih ederdi."19 sözleriyle ifade edilmiştir.
Hz. Hüseyin'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte ise alemlere rahmet olarak gönderilen Resulullah Efendimiz (sav)'in fedakar ahlakı şöyle bir örnek verilmektedir:
Kim Hz. Peygamber (sav)'den bir ihtiyacını isterse ya o ihtiyac yerine getirir veya tatlı söz söyleyerek onu geri gönderirdi. Onun güler yüzü, güzel ahlakı, o insanları zengin kılmıştı.20
Resul-ü Ekrem Efendimiz, Kuran'ın "De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Enam Suresi, 162) ayetinde bildirildiği şekilde, tüm hayatını, malını, canını Allah'a adamıştı. İslam ahlakının tüm insanlar arasında yaygınlaşması, huzur, barış ve sevgi ahlakının hakim olması için maddi ve manevi tüm imkanlarını ortaya koymuştu. Bu uğurda her türlü zorluğa büyük bir şevk ve teslimiyetle talip olmuştu.
İslami kaynaklara göre, Resul-ü Ekrem Efendimiz (sav) üç sene kadar tebliğ faaliyetlerini gizliden gizliye sürdürmüş, tebliğinde son derece ihtiyatlı davranmıştır. Bu dönemde pek çok kişi Müslümanlığı kabul etmiş ve İslamiyet giderek güç kazanmıştır. üç senenin sonunda ise Allah'ın emri üzerine Peygamber Efendimiz (sav) peygamberliğini ve İslamiyet'i, Kureyşli kabilelerin her birine ayrı ayrı açıkça ilan etmiştir. Kureyşli müşrikler eziyet ve düşmanlığa yeltenerek Peygamberimiz (sav)'in davetine karşı çıkmışlardır. Ona karşı amansız bir mücadeleye girmiş, ellerindeki bütün imkanları kullanarak bu mübarek insanı etkisiz hale getirmeye çalışmışlardır. Bunun için ise mümkün olan her türlü eziyet ve hatta suikast yöntemlerine başvurmuşlardır. Başta Ebu Leheb ve karısı ümmü Cemil, Ebu Cehil olmak üzere, Kureyş kabilelerinin önde gelenleri Resulullah'ı durdurabilmek için büyük mücadeleler vermişlerdir.
Ancak İslamiyet'in yayılmasını önleyebilmek için başlattıkları tüm girişimler sonuçsuz kalmıştır. Bu durum Mekkeli müşrikleri ve kavmin önde gelenlerini oldukça rahatsız etmiştir. Aleyhteki tüm çabalarına rağmen Müslümanların sayısı gün geçtikçe artmış ve İslamiyet, Mekke dışındaki kabileler tarafından da kabul görmeye başlamıştır. Hz. ömer, Hz. Hamza gibi önde gelen kimselerin de Müslümanların safına katılması ve bu yolla İslam'ın giderek güçlenmesi bu kimseleri oldukça tedirgin etmiştir. Yaptıkları işkencelerle, şiddet gösterileriyle kimseyi dininden çeviremediklerini, İslamiyet'in yayılmasını engelleyemediklerini görmüşlerdir. Bu durumda yeni bir yöntem arayışına gitmiş ve Müslümanları baskı ve boykot yöntemleriyle durdurmaya çalışmışlardır. İttifakla aldıkları boykot kararlarına göre Müslümanlarla ve onları koruyan kabilelerle ticari hiçbir münasebette bulunulmamasına karar vermişlerdir. Bu karara göre onlara hiçbir şey satılmayacak ve onların mallarından hiçbir şey alınmayacaktı.
Kabe duvarına yazılı olarak astıkları bu kararlar kısa sürede tüm Mekkeliler tarafından uygulamaya geçirilmiştir. Bu katı boykot nedeniyle Müslümanlar topluca bir yere taşınarak birarada yaşamaya başlamışlardır. Müşrikler, boykota uğrayanların toplandıkları mahalleye neredeyse hiçbir gıda malzemesi sokmuyorlardı. Sadece Hac mevsiminde dışarı çıkıp alışverişte bulunmalarına izin veriyorlardı. Ancak bu durumda da köşe başlarında durarak onlara bir şey aldırmamak için ellerinden gelen her türlü engellemeyi yapıyorlardı. Kimi zaman Müslümanlara mal satmamaları için satıcıları tehdit ediyor, kimi zaman ise satıcıların tüm mallarını satın alarak Müslümanların alabilecekleri bir şey bırakmıyorlardı. Mekke'ye yiyecek getiren kervanları şehrin dışında karşılayıp çeşitli vaatlerle onları Müslümanlar aleyhinde kışkırtıyorlardı.
Bu dönemde boykota uğrayan Müslümanlar, dışarıdan fazla bir şey alamadıklarından kısa sürede şiddetli bir açlık ve kıtlıkla karşı karşıya kaldılar. Bu dönemde Resul-ü Ekrem Efendimiz (sav), amcası Ebu Talip ve Hz. Hatice (ra) boykota uğrayanların ihtiyaçlarını giderebilmek için tüm mal varlıklarını harcadılar. Tam üç sene süren bu boykot ile oluşturdukları sıkıntı, açlık ve kıtlık ortamına rağmen, inkar edenler yine de İslamiyet'in yayılmasını önleyemediler. Resul-ü Ekrem Efendimiz bu ağır şartlar altında, büyük fedakarlıklarla tebliğ görevini en güzel şekilde yerine getirmişti.
üç senenin sonunda Kureyşli ileri gelenler boykotu çeşitli sebeplerle sona erdirmek durumunda kaldılar. Ancak Müslümanlar aleyhinde çaba harcamaktan vazgeçmediler. Bu dönemde Mekke'nin sözü dinlenen isimlerinden biri olan ve Müslümanlığı kabul etmemesine rağmen, Peygamberimiz (sav)'i ilk günden itibaren koruyup destekleyen amcası Ebu Talip ve Peygamberimiz (sav)'in hanımı Hz. Hatice'nin vefatı Kureyşlilerin cesaretlerinin daha da artıp harekete geçmelerine neden oldu. Ebu Talip'in konumu nedeniyle o zamana dek Peygamberimiz (sav)'e yönelik bir girişiminde bulunmaktan çekinen Kureyş'in önde gelenleri, bu durumun ortadan kalkmasını fırsat bildiler. Peygamber Efendimizin tebliğini durdurabilmek ve Müslümanların dinlerini yaşabilmelerini engelleyebilmek için her türlü zulüm, baskı, işkence, tehdit ve eziyet yöntemine başvurdular.
İslam'ın tebliğinin onuncu yılında Peygamber Efendimiz (sav), giderek artan bu sözlü ve fiziksel baskılar karşısında Mekke dışındaki bir topluma seslenmeye karar vermiştir. Hz. Zeyd bin Harise ile birlikte Arabistan'ın önemli bölgelerinden biri olan Taif'e giderek oradaki Sakif kabilesini İslamiyet'i kabul etmeye ve onları Kureyş müşriklerine karşı Müslümanları korumaya davet etmiştir. Taif'te kaldığı on gün boyunca kabilenin ileri gelenlerine İslam'ı anlatmıştır. Ancak Lat adlı büyük bir puta tapınan Taifliler arasında Peygamberimiz (sav)'in tebliğine uyan olmamıştır. Resulullah, kentin önde gelen isimleriyle tek tek konuşmuş, ama bu kimselerin cehalet, kibir ve düşmanlık içerisinde olduğunu görmüştür. Resulullah (sav) buradaki insanların Hz. Zeyd bin Harise ve kendisine karşı yönelttikleri sözlü ve fiili saldırılara karşı sabretmiştir.
Peygamberimiz (sav), her an ölüm, işkence, açlık ve sürgün gibi tehditler altında yaşayan Mekke'deki Müslümanları, bu zor şartlardan kurtarmak için her yolu denemiştir. O dönemin zor koşulları altında, rivayetlerde bildirildiği üzere, yürüyerek Taif'e gitmesi ve buradaki putperest insanlara doğru yolu gösterebilmek için elinden gelen herşeyi yapması Resulullah'ın üstün ahlakının tecellilerindendir. Nitekim burada da, rivayetlerde anlatıldığı üzere bu cahil insanların çeşitli eziyetleriyle karşı karşıya kalmıştır. Ancak Peygamber Efendimiz (sav) İslamiyet'in yayılması ve Müslümanların güvenliğe kavuşması için tüm bunları göze almış, fedakarlıkta tüm Müslümanlara örnek olmuştur.
Peygamberimiz Mekke'ye dönüşünde Kureyşlilerin Müslümanlara baskılarını şiddetlendirdiklerini görmüş ve İslamiyet'i diğer kabilelere tebliğe devam etmiştir. Hac mevsiminde Mekke çevresinde konaklayan ya da yılın belirli dönemlerinde kurulan panayırları gezmeye gelen Arap kabileleriyle görüşmüş, Kuran'ı anlatarak onları İslam'a davet etmiştir. Peygamberimiz (sav) bu dönemde de pek çok zorlukla karşılaşmış, ama Allah rızası için tüm bunlara güzel bir sabır ve tevekkülle karşılık vermiştir. Resulullah'ın İslam'a çağırdığı kabileler kimi zaman Peygamberimiz (sav)'e düşmanca tavırlarla karşılık vermişlerdir. Ancak Resulullah bu zor şartlar altında da tebliğine devam etmiştir. Resul-ü Ekrem Efendimiz (sav) tebliğini yaparken, Ebu Leheb gibi müşriklerin aleyhte yürüttükleri faaliyetlere de karşı koymak durumunda kalmıştır. Aynı dönemde Ebu Leheb de Mekke çevresine gelen kabilelerle görüşüp, Peygamberimiz (sav) hakkında iftira dolu sözler söyleyerek onları etkilemeye, Resulullah'ın tebliğini dinlemelerine engel olmaya çalışmıştır.
Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğinin 11. senesinde Medine'den gelen altı kişilik bir kafile Peygamber Efendimizin tebliğinin vesilesiyle Müslüman olmuşlardır. Kabileleri tarafından sevilen ve söz sahibi olan bu kişiler Medine'ye döndüklerinde akrabalarını da İslam'a davet etmiş ve kısa sürede İslamiyet Medine'de geniş ölçüde yayılmıştır. Bu tarihten sonraki iki Hac mevsiminde tekrar kafileler halinde Mekke'ye Peygamberimiz (sav)'le görüşmeye gelen Medineliler, Allah'ın Resulüne bağlılık ve itaat sözü vermişlerdir. Medinelilerin Peygamberimiz (sav)'e biat ettiğini duyan Mekkeli müşrikler ise, Müslümanlara olan baskılarını daha da artırarak, Mekke'yi iman edenler için yaşanmaz hale getirmeye çalışmışlardır. Bu dönemde Allah'tan gelen vahiy üzerine Hz. Muhammed (sav) Mekkeli Müslümanlara Medine'ye hicret edeceklerini bildirmiştir. Mekkeli müşrikler, Müslümanların Medine'deki müminlerle birleşerek büyük bir güç elde edecekleri endişesiyle, Müslümanların hicret etmelerine de engel olmaya çalışmışlardır. Kimilerini tutuklayıp işkence etmiş, kimilerinin de "yollarını keserek" onlara zorluk çıkarmak istemişlerdir.
Peygamberimiz (sav) Allah'ın emri gelene kadar Hz. Ebubekir ve Hz. Ali (ra) ile birlikte Mekke'de bir süre daha kalmıştır. Hz. Muhammed (sav)'in Allah'ın İlahi koruması altında olduğu gerçeğinden gafil olan Ebu Cehil, Ebu Leheb ve inkar edenlerin diğer önde gelenleri, pek çok defa deneyip başarısız olduklarını gördükleri halde, Peygamberimiz (sav)'e karşı fiili bir saldırı daha düzenlemeye karar vermişlerdir. Bu amaçla Kureyş'in her kabilesinden güçlü birer kişi seçilmiş ve bu kişilerin Hz. Muhammed (sav)'e karşı hep birlikte bir tuzak hazırlamalarına karar verilmiştir. Böylece her kabilenin olaya dahil olacağını ve bu yüzden Peygamberimiz (sav)'in kabilesinin bu duruma karşılık veremeyeceğini düşünmüşlerdir. Allah Kuran'da Peygamber Efendimize hazırlanan bu tuzağı şöyle bildirmektedir:
Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)
Ancak Resulullah, ayetten de anlaşıldığı üzere, puta tapan müşriklerin tüm girişimlerinden olduğu gibi, Allah'ın yardımıyla bu tuzaktan da korunmuştur. Bu olayın ardından Hz. Ebubekir ile birlikte Medine'ye doğru yola çıkan Peygamberimiz (sav)'e yeni bir tuzak daha kurulmuş, Mekke'nin önde gelenleri Resulullah'ın arkasından onu bulabilmek için silahlı kişiler göndermişlerdir. Ancak Allah'ın İlahi korumasıyla Peygamber Efendimiz (sav)'e kurulan bu tuzak da boşa çıkmıştır. Allah Kuran'da Hz. Muhammed (sav)'in içerisinde bulunduğu bu durumu şöyle bildirmiştir:
Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkar edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, Yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 40)
Peygamber Efendimiz (sav)'i durdurmak için kurulan tuzaklar elbette ki bu kadarla sınırlı kalmamıştır. Ebu Leheb, ümmü Cemil ve Ebu Cehil gibi müşriklerin önde gelenleri hemen her fırsatta Resul-ü Ekrem Efendimiz (sav)'e zorluk çıkarmaya, ona eziyet vermeye çalışmış ve pek çok kere öldürme girişiminde bulunmuşlardır. Allah'ın Resulü'ne ve hak dine karşı çirkin cesaret gösteren bu kimseler hakkında Allah ayetlerde şöyle bildirmiştir:
Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu ya. Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı. Alevi olan bir ateşe girecektir. Eşi de; odun hamalı (ve) Boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak. (Mesed Suresi, 1-5)
Peygamber Efendimiz (sav), bir yandan putperest kavminin bu tavırlarına karşı mücadele ederken bir yandan da güzel ahlakıyla, fedakarlığı, kararlılığı ve teslimiyeti ile çevresindeki tüm Müslümanlara örnek olmuştur. Hadis-i şeriflerde Resulullah'ın üstün ahlakı ve cömertliği şöyle bildirilmektedir:
Resul (sav) hayır işlerinde insanların en cömerti idi. Peygamber (sav) hayır yönünden esmekte olan rüzgardan bile daha cömertti.21
Kendisinden bir şey istenildiği zaman asla "yoktur" demezdi ve kendisinden istenilen hiçbir şeyi esirgemezdi.22
"Resulullah (sav) insanların en cömerdi, en cesuru ve şecaatlisi (yiğit, kahraman) idi."23
Ebu Zerr bana şunları söyledi: "Ey kardeşimin oğlu! Ben Hz. Peygamber'in yanına gitmiştim. Elimden tutarak bana "Ey Ebu Zerr! Uhud Dağı kadar altın ve gümüşüm olsa ölmeden önce bir kıratını dahi bırakmaksızın Allah yolunda infak etmeyi isterdim" buyurdular.24
Diğer bir hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (sav)'in Hz. Ayşe'ye şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
"Malı toplayıp da harcama hususunda cimri davranma ki Allah rızkını senden keser, saklayıp elinde infak etmeksizin tutma ki Allah da senden meneder."25
Bir başka hadiste ise Peygamberimiz (sav)'in bu konudaki üstün ahlakı şöyle anlatılmaktadır:
Ayşe (R. Anha)'ya dedim: "Resulullah (sav) aile efradının içinde nasıl idi?" Cevap verdi: "İnsanların en yumuşağı, insanların en cömerdi idi. Güleryüzlü ve tebessüm sahibi idi..."26
Müslümanlara güzel ahlakıyla en iyi şekilde örnek olan Resulullah (sav), müminleri cömertliğe şöyle teşvik etmiştir:
Bir hutbesinde Allah'a hamdu senalar ettikten sonra; "Ey insanlar! İyi biliniz ki Allah Teala sizlere din olarak İslam'ı seçmiştir. İslamınızı cömertlik ve güzel ahlakla süsleyiniz. Bilmenizi isterim ki, cömertlik kökü cennette, dalları ise dünyada bulunan bir cennet ağacıdır. İçinizden cömertlik edenler o dallardan birine yapışmış olup, bu dal onu cennete götürecektir. Cimriliğe gelince, o da kökü cehennemde, dalları ise bu dünyada bulunan bir ağaçtır. Ki cimrilik yaparak kendi dallarından birine tutunanı cehenneme götürür." Daha sonra Peygamber (sav) iki kez; "Allah yolunda cömert olun" buyurdular.27
Hz. Muhammed (sav) ve tüm diğer peygamberlerin hak dinin yayılması, güzel ahlakın yaşanması için verdikleri kararlı, cesur ve fedakarane mücadelenin bir benzeri de Sahabe-i Kiram'ın hayatına hakimdir. Sahabe-i Kiram, Peygamber Efendimiz (sav)'i hayatta iken ve peygamber olarak gören mümin kimselerdir. Peygamberimiz (sav)'in mücadelesine gerek mallarıyla gerekse de canlarıyla büyük destek veren Sahabe-i Kiram'ın bu ahlakları, İslam tarihi boyunca yaşamış tüm Müslümanlar için büyük şevk kaynağı olmuştur. Cesaretleri, azim ve kararlılıkları, iman kuvvetleri, Allah'a ve Resulüne olan kayıtsız şartsız sadakatleri, en zor şartlar altındayken bile yalnızca Allah'ın rızasını gözetmeleri, Resulullah'ın nefsini kendi nefislerinden üstün tutmaları, yüzyıllardır İslam tarihinde şerefle anılmaktadır. Sahabeler geçmiş yaşamlarını bir an bile düşünmeden arkalarında bırakmış, toplumun tüm tehdit ve baskılarına rağmen Allah'ın Resulü'nün hak dinine uymuşlardır. Onlar Allah'ın rızasını kazanabilmek için her türlü zorluğu, sıkıntıyı severek göze almışlardır.
İlk Müslümanlar arasında güçlü kabilelere mensup kişiler olduğu gibi, müşriklerin kölesi konumunda oldukları için güçsüz olan kimseler de bulunuyordu. Bu kimseler, Müslümanlığı kabul edip Resulullah'ın yoluna uydukları öğrenildiğinde kendilerine her türlü sözlü ve fiili saldırı, iftira, eziyet ve işkencenin yapılabileceğini çok iyi biliyorlardı. çevrelerinde de bu durumun pek çok örneğini gördükleri halde Peygamberimiz (sav)'in çağrısına tereddütsüz olarak uymuşlardır.
Nitekim bu nedenle müşrik toplumun türlü saldırılarıyla karşılaşmış, ancak yine de doğru yoldan hiçbir şekilde ayrılmamışlardır. Allah'a sığınarak sabretmiş ve tevekkül etmişlerdir. Allah'ın kendilerini güvenliğe kavuşturacağını umut ederek imanlarında kararlılık göstermişlerdir.
Peygamberimiz (sav)'e büyük bir sevgi ve sadakatle bağlanmış, canlarıyla mallarıyla O'na destek olmuşlardır. Hak dinin ve güzel ahlakın insanlar arasında yayılması için büyük bir ihlasla hareket etmişlerdir. Yaşadıkları bu sıkıntıları ise, daima Allah'ın rahmetine vesile olacak bir yol ve nimet olarak nitelendirmişlerdir. "De ki: "Siz bizim için iki güzellikten (şehitlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah'ın ya Kendi Katından veya bizim elimizle size bir azap dokunduracağını bekliyoruz. öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz."(Tevbe Suresi, 52) ayetiyle bildirildiği gibi, Allah rızasını hedefledikleri için ölümü ya da yaralanmayı bile birer güzellik olarak görmüşlerdir. Allah'a ve Resulullah'a olan sevgileri güçlerine güç katmış, normal bir insanın gösterebileceği cesaretin, azim ve şevkin en fazlasını göstermişlerdir.
Bu kimseler Allah'a ve Resulü'ne uymaya davet edildiklerinde "Rabbimiz, biz: "Rabbinize iman edin" diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür."(Al-i İmran Suresi, 193) ayetiyle bildirildiği gibi, imanı tereddütsüz olarak kabul etmiş ve bu sözlerine sonuna kadar sadık kalmış kimselerdir. Allah'ın rızası, peygamberin sevgisi, onlar için dünyanın her türlü nimetinden daha sevgili olmuştur. Dünya malını, Müslümanların huzuru, rahatlığı ve İslamiyet'in yayılması için feda etmiş, kendilerinden yana bir mal hırsına kapılmamışlardır. Bir hadis-i şerifte Es'ad b. Zürare'nin, Sahabe-i Kiram'ın Allah'a ve Resulü'ne olan bu sadakat ve kararlılığını şöyle dile getirdiği anlatılmaktadır:
"Ey Allah'ın Resulü!.. Allah kimin doğru yolda olmasını istiyorsa ve bütün bu işlerin neticesinde kim hayrı arıyorsa tüm bunlar onlara kolay gelir. Biz herşeyimizle sana icabet ettik, senin getirdiğine iman ettik, kalbimizde yerleşen marifeti tasdik ettik. Bu hususta sana biat ediyoruz. Rabbimiz'e ve senin Rabbine biat ediyoruz. Allah'ın eli ellerimizin üstündedir. Bizim kanlarımız senin kanının önündedir. Ellerimiz senin ellerinin altındadır. Biz kendi nefsimizi, çocuklarımızı ve hanımlarımızı nelerden korursak seni de onlardan koruruz. Eğer bu va'dleri yerine getirirsek bunu Allah için yapmış oluruz. Bundan dolayı da şaki oluruz. Ey Allah'ın Resulü! Bu sözlerim samimiyetle söylenmiş sözlerdir. Yardım ancak Allah'tandır."28
Hicretin ikinci yılında Bedir Savaşının başlayacağı sırada ise, Müslümanların sayıca çok az olduğu ve savaş için pek bir hazırlıkları olmadığı bir durumda da Sahabe-i Kiram yine aynı cesur ve fedakar tavrı göstermiştir. "Hiçbir hizet ve fedakarlıktan geri durmayız"29 diyerek, Resûlullah'a bağlılıklarını bildiren Hz. Ebû Bekir'in ve Hz. ömer'in yanı sıra diğer sahabeler de çok kararlı ve şevkli bir tavır sergilemişlerdir. Rivayetlerde Resulullah'ın süvarilerinden olan ve Peygamber Efendimiz (sav)'in "bin askere bedel" diyerek övdüğü, pek çok işkenceye maruz kaldığı halde Allah'a sadakatinden taviz vermeyen Mikdad bin Esved'in sözleri şöyle anlatılmaktadır:
-Ey Allahın Resûlü! Cenab-ı Hakkın emirleri ne ise, bize bildir. Biz, size itaat ederiz. Yahûdîlerin, Hz. Mûsa'ya söyledikleri gibi, "Sen, Rabbinle beraber git de, düşmanlarla savaş!.. Biz burada, seni bekleyicileriz" demiyoruz. Biz hepimiz, senin sağında, solunda, önünde, arkanda harp etmeye hazırız.30
Sahabe-i Kiram her olayda "Peygamber, müminler için kendi nefislerinden daha evladır..." (Ahzab Suresi, 6) ayetiyle bildirilen ahlakı yaşamış, Allah'ın Resulü'nü korumak için kendi canlarını ortaya koymuşlardır. Bu ahlakıyla İslam tarihinde şerefle anılan salih müminlerden biri de Semmas b. Osman el Mahzumi'dir. Semmas b. Osman, Uhud Savaşı esnasında Peygamberimiz (sav)'i arkadan vurmaya çalışan bir kimsenin önüne atılarak kendisini Resulullah'a siper etmiş ve aldığı ağır yara ile şehit olmuştur.
Ashab-ı Kiram'dan, Allah'a olan kesin imanları, Peygamberimiz (sav)'e olan derin sevgileri ve sadakatları nedeniyle aynı ahlakı göstermiş daha pek çok sahabe vardır. Bu kimselerden bazıları kendilerini Peygamberimiz (sav)'e siper ederek şehit düşmüş, bazıları da bu uğurda ağır yaralar almış, ancak o ağır şartlar altında dahi yine kendilerinden önce düşündükleri Peygamberimiz (sav)'in güvenliği ve korunması olmuştur.
Hz. Ebubekir ve Hz. Osman'ın ardından Peygamberimiz (sav)'e tabi olarak, ilk Müslümanlardan olma şerefine erişen ve bundan dolayı işkenceye uğratılan Talha bin Ubeydullah da Uhud Savaşında Resulullah'ı koruyabilmek için büyük kahramanlıklar gösteren sahabelerdendir. Peygamberimiz (sav)'in yanında bulunan bütün sahabelerin şehit düşmesiyle birlikte Resulullah'ın yanında O'nu koruyabilecek tek kişi Talha bin Ubeydullah kalmıştır. Pek çok kılıç darbesi almasına rağmen büyük bir cesaretle savaşmaya ve Resulullah'ı korumaya devam etmiştir.
Malik bin Zübeyr adındaki çok keskin bir nişancının Peygamberimiz (sav)'e attığı oklara karşı koyabilmek için oklara elini tutan Talha bin Ubeydullah'ın eli parçalanmış ve parmakları bu yüzden çolak kalmıştır. Bu savaşta seksene yakın yara aldığı, hemen her yeri kılıç, mızrak ve ok darbeleriyle yaralandığı halde Resulullah'ın yanından ayrılmamış, O'nu korumaya çalışmıştır. Hz. Ebû Bekir ve Sa'd bin Ebî Vakkas, Resûl-ü Ekrem Efendimiz (sav)'in yanına yetiştiği sırada kan kaybından bayılan Talha bin Ubeydullah'ın ayılır ayılmaz sorduğu ilk soru ise kendisine değil, yine Resulullah'a yönelik olmuştur. Bu olay rivayetlerde şöyle anlatılmaktadır:
Sevgili Peygamberimiz (sav), Hz. Ebû Bekir'e, hemen Hz. Talha'ya yardıma koşmasını emrettiler. Ebû Bekr-i Sıddîk, Hz. Talha'nın ayılması için mübarek yüzüne su serpti. Talha bin Ubeydullah Hazretleri ayılır ayılmaz;
- Ya Eba Bekir! Resûlullah nasıl?
- Resululah iyidir. Beni O gönderdi.
- Allahü Teala'ya sonsuz şükürler olsun. O sağ olduktan sonra her musîbet hiçtir.31
Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 26) |
Görüldüğü gibi Sahabe-i Kiram, Peygamberimiz (sav)'e kendilerini siper edip böyle mübarek bir insanı koruma şerefine erişebilmek için birbirleriyle yarışacak kadar büyük bir ihlas ve samimiyetle hareket etmişlerdir. Allah, onların bu ihlaslı tavırlarını tarih boyunca yaşamış olan tüm Müslümanlar için bir şevk kaynağı kılmıştır. Onların o dönemin çok zor şartları altında verdikleri halisane mücadele, yaşadıkları derin iman coşkusu ve sadakat, Allah'a olan sevgileri, Peygamberimiz (sav)'e olan düşkünlükleri Allah'ın izniyle İslamiyet'in kısa sürede tüm dünyaya yayılmasına ve insanların geniş kitleler halinde hak dine girmesine vesile olmuştur.
Sahabe-i Kiram'ın hayatına baktığımızda ölüme en fazla yaklaştıkları, en zor ve en kritik anlarda bile, Talha bin Ubeydullah gibi, her birinin önce kendilerini değil, başta Peygamberimiz (sav)'in, diğer Müslümanların ve İslam'ın menfaatlerini düşündüklerini görürüz. ölüm döşeğindeyken bile sordukları, merak ettikleri kendi durumları değil, hep Resulullah'ın güvende olup olmadığı, Müslümanların ne durumda olduğu, zafer kazanılıp kazanılmadığıdır. Onları sevindiren de yine bunlara dair hayırlı haberlerdir.
Bu ahlakın en güzel örneklerinden bir diğerini de Sahabe-i Kiram'ın kumandanlarından Nu'man bin Mukarrin el-Müzeni'nin hayatında görmek mümkündür. Resûlullah ile beraber Mekke'nin fethine ve Huneyn Savaşına katılmış olan Nu'man bin Mukarrin, Hz. ömer'in emriyle İran üzerine düzenlediği seferde şehit olmuştur. Ancak ölmek üzereyken bile asıl düşündüğü kendi durumu değil, Müslümanların güvenliği ve başarısı olmuştur. Kendisiyle oyalanılmamasını, bunun yerine savaşa devam edilmesini söyleyecek kadar cesur ve fedakar davranan Nu'man bin Mukarrin'in bu ahlakı rivayetlerde şöyle anlatılmaktadır:
Nu'man bin Mukarrin atına binip, askeri dolaştı. Her sancağın yanında durup, onları harbe teşvik edip, coşturdu. Sonra dedi ki: Ben bile olsam, birisi şehîd düşerse, kimse onun yanında toplanmasın. Hiç kimse hücumdan geri durmasın! dedi.
çetin bir savaş oldu. İslam ordusunun kumandanı Nu'man bin Mukarrin yere düşmüştü: üzerime bir elbise örtünüz, beklemeden düşmanın üzerine saldırınız, bu halim sizi korkutup, gevşetmesin, buyurdu.
"Numan bin Mukarrin yaralanıp düşünce, yanına geldim. Kimse, kimse ile oyalanmasın, velev ki ben bile olsam, sözünü hatırlayınca orada beklemedim. İran ordusu hezimete uğramıştı. Savaş bitmişti. Numan bin Mukarrin'in yanına gittim, vefat etmek üzere idi. Bana sordu:
Müslümanlar ne yaptılar?
Allahü Teala zaferi müyesser kıldı.
Elhamdülillah!
Nu'man bin Mukarrin bundan sonra kelime-i şehadet getirip şehît oldu.32
Sahabe-i Kiram'da görülen üstün fedakarlık örneklerinden bir diğeri ise henüz çocuk yaşta olmaları ya da yaşlılık nedeniyle son derece güçsüz olan sahabelerin dahi, Allah sevgileri, imanlarının şevki ve Resulullah'a olan sadakatleri nedeniyle Peygamberimiz (sav) ile birlikte savaşa çıkmak istemiş olmalarıdır. Yaşının küçük olması nedeniyle Bedir Savaşına katılamamış olan Ebû Sa'îd-i Hudrî, Uhud Savaşına gidebilmek için Peygamberimiz (sav)'den izin istemiş, ancak Resulullah'ın talimatı üzerine kendisi gibi yaşça küçük olanlarla birlikte Medine'de kalmıştır.33
Abdullah bin Zübeyr ise henüz on iki yaşlarındayken Yermük Savaşına, bundan dört sene sonra ise Mısır'ın fethine katılarak küçük yaşta gösterdiği şevk ve cesaretiyle tüm Müslümanlara örnek olmuştur. 34 Aynı şekilde hem yaşça çok ileri hem de ayağı sakat olan Amr. b. Cemuh da imanın coşkusu ve Allah'ın rızasını kazanma arzusuyla Peygamberimiz (sav)'den Uhud Savaşına katılmak için izin istemiş ve bu savaşta şehit düşmüştür.35 Resulullah vefat edinceye kadar onunla, ardından Hz. Ebubekir (ra) ve sonra da Hz. Ömer (ra) vefat edinceye kadar da onlarla birlikte savaşan Ebu Talha ise ilerleyen yaşına rağmen Müslümanlarla birlikte bir kez daha savaşa çıkmakta ısrar etmiş ve çıktığı bu savaşta denizde iken şehit düşmüştür.36 Görüldüğü gibi tüm ömürlerini Allah'ın rızasını kazanmak için çaba harcayarak geçiren bu mübarek kimseler de, imanın şevkiyle yaşlılıklarında bile aynı şekilde savaşacak fiziksel gücü kendilerinde bulabilmişlerdir.
çocuklar ve yaşlıların yanı sıra, Peygamberimiz (sav) döneminde ihlas, cesaret ve fedakarlıklarıyla öne çıkan bir diğer kesim ise saliha mümin kadınlar olmuştur. Bu örnek kadınlardan biri ümm-i ümare Nesibe binti Kab'dır. Gazilere su dağıtmak ve yaralarını sarmak göreviyle katıldığı Uhud Savaşının şiddetli bir anında, Resulullah'a saldıran bir kimseye karşı fedakarane bir mücadele vermiştir.
"Kendilerini, hanımlarını ve çocuklarını korudukları gibi Allah Resulünü de koruyacaklarına" dair Akabe'de Allah'ın Resulüne biat eden Nesibe binti Kab, savaşın bir anda Müslümanların aleyhine dönüştüğünü ve düşmanların Allah'ın Resulü'nün etrafında yoğunlaştığını görmüş ve kılıca sarılarak Peygamberimiz (sav)'i korumaya çalışmıştır. Diğer sahabelerle birlikte Peygamberimiz (sav)'in etrafını çevirerek vücutlarını ona kalkan yapan kişilerden biri olan Nesibe binti Kab, pek çok yerinden yaralanmıştır.37
Kendilerinden, aşiretlerinden, akrabalarından önce daima Peygamberimiz (sav)'in güvenliğini düşünen örnek Müslümanlardan biri de İkrime bin Ebi Cehil'dir. Müslümanlara olan kin ve düşmanlığıyla bilinen Ebu Cehil'in oğlu olan İkrime bin Ebi Cehil, Hz. Ebubekir'in hilafeti döneminde Bizanslılara karşı yapılan Yermük Savaşına katılmıştır. Zaferle neticelenen savaşın sonunda ağır yaralanan El Haris İbni Hişam, Süheyl b. Amr ve İkrime İbni Ebu Cehl'in birbirlerine gösterdikleri fedakar tavır şöyle rivayet edilmektedir:
Yermük Savaşında, Haris b. Hişam, İkrime b. Ebi Cehil ve Süheyl b. Amr ağır yaralar alarak yere düştüler. Haris b. Hişam içmek için su istedi. Askerlerden biri ona su götürdü. İkrime'nin kendisine baktığını görünce "Bu suyu İkrime'ye götür" dedi. İkrime suyu alırken, Süheyl'in kendine baktığını gördü, suyu içmeyerek "Bunu götür Süheyl'e ver" dedi. Fakat su Süheyl'e yetişmeden Süheyl öldü. Bunun üzerine sucu İkrime'ye koştu. Fakat İkrime'de ölmüştü. Hemen Haris'in yanına koştu. Haris'te ölmüştü.38
Görüldüğü gibi sahabeler ölmek üzereyken ve belki de yardıma en muhtaç oldukları anda bile, kendilerinin değil Müslüman kardeşlerinin nefsine öncelik vermişlerdir. Kuşkusuz böylesine bir fedakarlık ahlakını yaşayabilmeleri Allah'a ve ahirete kesin bilgiyle inanmalarından, Allah'a gönülden teslim olmuş olmalarından kaynaklanmaktadır.
Sahabeler yaşadıkları zorluklardan dolayı hiçbir zaman yılgınlığa kapılmamış, son derece makul görünen durumlarda bile, kendi ihtiyaçlarını, sıkıntılarını Allah yolunda mücadeleden geri kalmak için bahane etmemişlerdir. Her zaman için yapabileceklerinin en fazlasına talip olmuş, canlarıyla ve mallarıyla güçlerinin en son noktasına kadar azim ve kararlılık göstermişlerdir. Bu ahlakın en güzel örneklerinden birini Zeyd b. Suhvan'ın hayatında görmek mümkündür. Müslümanların 600 şehit verdikleri Kadisiye'de savaşırken yaralanan ve tek kolunu kaybeden Zeyd b. Suhvan'ın da bu haliyle savaşmaya devam etmesi derin imanından kaynaklanmaktadır. 39 İlba b. Cahş el-İcli de yine eşsiz fedakarlık örnekleri sergileyen sahabelerdendir. Kadisiye Savaşında kıyasıya çarpışan İlba b. Cahş, aldığı ağır bir darbeyle yaralanmış, ancak bu durumuna rağmen yarasını sararak savaşmaya devam etmiş, aynı savaşta şehit düşerek yaşamını yitirmiştir. 40
Normal şartlarda böyle bir durumda, yaralanan bir kişi kendi canına gelen zararı telafi etmek ve daha fazla zarara uğramadan canını kurtarmak için çalışır. Ancak Sahabe-i Kiram bunun tam tersine hareket etmiştir; canlarına gelen zararın kendileri için büyük bir hayır olduğunu bilmelerinden dolayı, bu durumu coşkuyla karşılamış, Allah rızası için hiç düşünmeden daha fazlasına talip olmuşlardır. Yaralı olarak savaşmaya devam ettiklerinde kolaylıkla ölümle karşılaşabileceklerini bildikleri halde, ölümü bir güzellik olarak gördükleri ve şehitlik mertebesine ulaşabilmeyi canı gönülden arzu ettikleri için hiçbir tereddüte kapılmamış, şevkle mücadeleye devam etmişlerdir.
Uhud Savaşında Peygamberimiz (sav)'in yanından ayrılmayarak saldıranlara karşı koyan, bir yandan da Müslümanların sancağını taşıyan Mus'ab bin Umeyr'in fedakarlıktaki kararlılığı da Müslümanlar için önemli bir örnektir. Mus'ab bin Umeyr bu savaşta bir kılıç darbesiyle sağ kolunu kaybetmesinin ardından sancağı sol koluna almış, ikinci bir kılıç yarasıyla sol kolunu da kaybedince bu haliyle kendisini Peygamberimiz (sav)'e siper yapmıştır. Peygamberimiz (sav)'i korurken vücuduna saplanan bir mızrak ile ise şehit olmuştur.
Katade b. Numan sahabelerin Peygamberimiz (sav)'e olan düşkünlüklerini ve fedakar ahlaklarını şöyle anlatmaktadır:
Hz. Peygamber'e bir yay hediye edilmişti. O da Uhud günü bu yayı bana verdi. Ben Hz. Peygamber'in yanında işe yaramaz hale gelinceye kadar onunla ok attım. Sonra da gün boyunca kendimi Hz. Peygamber'e gelecek olan oklara karşı siper yaptım. Ona atılan ok daha yerini bulmadan karşısında beni buluyordu. Ok atacak bir yay da bulamamıştım. Nihayet bir ok gelerek gözlerimden birini çıkardı...41 Uhud gününde Hz. Peygamber'in yüzünü ben kendi yüzümle, sırtını ise Ebu Dücane Simak b. Hareşe el-Ensari kendi sırtıyla koruyordu. O gün Ebu Dücane'nin sırtına birçok ok saplanmıştı.42
Ibn-i İshak'tan nakledilen bir rivayette ise Müslümanların Allah'ın rızasını kazanma arzusundaki bu şevk ve fedakarlıklarına dair şöyle bir örnek yer almaktadır:
Ben Uhud Savaşında bulundum. Kardeşim de vardı. İkimiz de yaralı olarak savaştan çıktık. Hz. Peygamber'in habercisi "Düşmanın peşinden gidilecektir" sözünü ilan ettiğinde kardeşime "Peygamberle birlikte bir gazveye iştirakı kaçırmayalım" dedim. Allah'a yemin ederim, binecek hayvanımız da yoktu ve ikimiz de ağır yaralıydık. Resulullah ile beraber yola çıktık. Fakat benim yaram kardeşiminkinden hafifti. O bitap düştüğünde onu biraz sırtlar götürürdüm, biraz da yürürdü. Bu Müslümanların vardığı noktaya varıncaya kadar böyle devam etti.43
Allah bir ayette Sahabe-i Kiram’ın fedakarlığını şöyle haber vermiştir:
Bir de (savaşa katılabilecekleri bir bineğe) bindirmen için sana her gelişlerinde "Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum" dediğin ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur. (Tevbe Suresi, 92)
Kuran'da Sahabe-i Kiram gibi Allah'ın rızası için her türlü fedakarlığı göze alan samimi Müslümanların cennetle müjdelendikleri şöyle bildirilmektedir:
Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevab verdi: "Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam. Sizin kiminiz kiminizdendir. İşte, hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp-çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah Katından bir karşılık (sevap)tır. (O) Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli O'nun Katındadır." (Al-i İmran Suresi, 195)
Sahabe-i Kiram'ın hayatı pek çok açıdan zorluklarla geçmiştir. Müşrik ve geleneklerine son derece bağlı bir toplumda Müslümanlığı ilk kabul eden kimseler olmaları, bir anda tüm müşrik toplumunun düşmanlığını kazanmalarına neden olmuştur. Kendi batıl dinlerinin zarar göreceği düşüncesiyle hareket eden bu müşrik toplum, her ne pahasına olursa olsun iman edenleri yollarından çevirmek, etkisiz hale getirmek ve hatta yok etmek için ellerinden gelen herşeyi yapmışlardır.
Sahabe-i Kiram bu dönemde toplumun manevi baskısının yanı sıra, her türlü eziyet, işkence ve suçlamayla da karşı karşıya kalmıştır. Hayatlarının büyük bölümünü ölüm tehdidi altında geçirmiş, Kuran'da bildirildiği gibi şiddetli bir korku, açlık ve baskılarla mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Yıllar süren bir uygulamayla Müslümanlarla yapılacak olan her türlü alım, satım ve ticaret ilişkilerinin kesilmesi, Müslüman olan kimselerin aileleri ve kabileleri tarafından dışlanmalarına yol açmıştır. Sahabeler çoğu zaman yiyecek hiçbir şey bulamayacak kadar ciddi boyutlarda bir açlığa, susuzluğa, soğuğa ve bunların yol açtığı hastalıklara karşı mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Ancak Allah'ın "Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele." (Bakara Suresi, 155) ayetiyle bildirdiği üzere, yaşadıklarının dünya hayatındaki imtihanın bir parçası olduğunu, güzel bir sabır ile tevekkül ettikleri takdirde Allah'ın rızasını kazanacaklarını bilerek tüm bunlara şevk, cesaret ve metanetle karşı koymuşlardır. Büyük bir birlik, beraberlik ve dayanışma ruhu içerisinde hareket etmiş, ellerindeki tüm imkanları kulanarak Allah'ın izniyle bu zorlukların üstesinden gelmişlerdir.
Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 56) |
Allah'ın rızasını kazanabilmek için mallarını ve canlarını hiç düşünmeden feda etmeye hazır olan sahabeler bu dönemde infak konusunda da büyük fedakarlık örnekleri göstermişlerdir. Allah'a ve ahirete kesin bir bilgiyle inanmış olmalarından dolayı, infak etmeyi hiçbir zaman kendileri için bir kayıp olarak görmemiş; tam aksine bunu Allah'ın sevgisini, yakınlığını kazanabilecekleri önemli bir fırsat olarak değerlendirmişlerdir. Allah'ın Kuran'da "Size ne oluyor ki, Allah yolunda infak etmiyorsunuz? Oysa göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. İçinizden, fetihten önce infak eden ve savaşanlar (başkasıyla) bir olmaz. İşte onlar, derece olarak sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Allah, her birine en güzel olanı va'detmiştir. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır."(Hadid Suresi, 10) ayetiyle bildirdiği gibi, zorluk anında mallarından fedakarlık etmelerinin Allah Katındaki değerini bilerek hareket etmişlerdir.
Bir ayette kesilen kurbanlar için "Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah'a ulaşmaz, ancak O'na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O'nun size hidayet vermesine karşılık Allah'ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver." (Hac Suresi, 37) ayetiyle bildirildiği gibi, infak konusunda da Allah Katında asıl önemli olan kişinin takvası ve halis niyetidir. Bolluk içerisinde olan bir insan infak edecek çok fazla imkan bulabilirken, darlık içerisindeki bir kimsenin imkanları çok daha kısıtlı olabilir. Ama eğer niyeti halis ise, az infak imkanı bulan kişi de Allah Katında çok güzel bir karşılık alabilir. çünkü ahirette alınacak olan karşılık, yapılan infakın miktarıyla değil, kişilerin ihlaslarıyla alakalıdır.
Peygamberimiz (sav) döneminde sahabelerin bu konudaki çabalarına bakıldığında da, Allah yolunda infak ettikleri şeyin miktarı ya da mahiyetinden çok ihlasları dikkat çekmektedir. Sahabelerin her biri "Herkesin (her toplumun) yüzünü çevirdiği bir yön vardır. öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri biraraya getirecektir. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir."(Bakara Suresi, 148) ayetiyle belirtildiği gibi, tüm imkanlarıyla İslamiyet'in yayılması için çalışmışlardır.
İnkar edenlerin, Müslümanlara büyük eziyet ettikleri, müminlerin açlık, susuzluk, soğuk, hastalık, korku, her türlü tehdit, baskı ve işkence riski altında yaşadıkları bu dönemde hamiyet-i İslamiyeleri nedeniyle çok büyük bir azim ve kararlılık göstermişlerdir. Kimileri bağını, bahçesini, su kuyusunu; kimisi evini, yiyeceğini, kimisi de malını infak ederek Müslümanlara destek olmaya çalışmıştır. önceki bölümde Peygamberimiz (sav)'i korumak için elini siper ettiğinden bahsettiğimiz Hz. Talha da bu konuda örnek bir tavır sergilemiştir. Müslümanların en ihtiyaç duydukları dönemlerden birinde elindeki imkanlarla bir kuyu satın almış ve bunu müminlerin kullanımına sunmuştur. Rivayetlerde Hz. Talha bin Ubeydullah'ın infak konusundaki üstün ahlakı ve gösterdiği fedakarlıklar şöyle anlatılmaktadır:
Hz. Talha, Zi'l-Karade Savaşında Müslümanların susuz kalmaması için kuyu satın alıp onu mü'minlere vakfetmiş idi. O zaman kuyu satın almak ve vakfetmek çok büyük cömertlikti. Zü'l-Usra gazvesinde ise savaşa katılanları tek başına doyurmuştur. Günlük geliri bin altın idi. öksüzleri gözetir, fakirlerin ihtiyaçlarını görür, biçarelere yardım eder. Muhtaç olanlara para verirdi. Teymoğulları'nın bütün muhtaçları, onun yardımları altında idi. Hz. Talha, bunların dullarını evlendirir, borçlularının borçlarını öderdi.44
Medine'nin en varlıklı ailelerinden birine mensup olan ve sahip olduğu herşeyi Allah'ın rızasını kazanabilmek için feda eden Hz. Ebu Talha da aynı üstün ahlakı gösteren sahabelerdendir. Hz. Ebu Talha'nın infak konusunda gösterdiği fedakarlık ise şöyle rivayet edilmektedir:
Ebû Talha, Medîne'de hurmalık mal cihetiyle (yönünden) Ensar'ın en zengini idi. Kendisince emvalinin (mallarının) en sevimlisi de "Beyruha" (denilen bostanı) idi. Beyruha, Mescid-i Nebevî karşısında idi. Resûlullah (sav) de Beyruha'ya girer ve onun içindeki güzel sudan içerdi. Enes radiyallahu anh demiştir ki: (Ey mü'minler! Malınızın sevdiğiniz kısmından tasadduk etmedikçe hayr-ı mahza (tam anlamıyla hayra, hayrın aslına), rıza-yi Barî'ye (Allah'ın rızasına) nail olamazsınız (erişemezsiniz, sahip olamazsınız)!) mealindeki ayeti kerîme nazil olunca, Ebû Talha doğrudan Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme gelip demiştir ki:
-Ya Resûlullah! Allah Tebareke ve Teala: (Ey mü'minler! Malınızın sevdiğiniz kısmından tasadduk etmedikçe (Allah rızası için infak etmedikçe) hayr-ı mahza, rıza-yi Barî'ye nail olamazsınız!) buyuruyor. Malımın bana en sevimli olanı "Beyruha"dır. Beyruha' Allah için sadakadır. Bu sadakanın hayrını ve Allahu Teala indinde (Allah Katında) onun zuhr-i ahiret olmasını (bostanımın ahiretteki görüntüsünü) umarım. Ya Resûlullah! Bu bostanımı Allahu Teala'nın sana gösterdiği münasib cihete (lütfen) sarf eyle (uygun olan şekilde, Allah'ın razı olacağı yönde kullan)! 45
Cömert ahlakıyla öne çıkan sahabelerden bir diğeri de, Medine'ye hicret ettiğinde yedi ay Peygamber Efendimiz (sav)'i evinde misafir etmiş olan Sa'd bin Ubade'dir. "Allah'ım bana cömertlik yapabileceğim mal ver" diyerek dua ettiği bildirilen Sa'd bin Ubade'nin fedakarlıkları rivayetlerde şöyle anlatılmaktadır:
Sa'd bin Ubade, kıtlık ve kuraklık yıllarında halka yiyecek sağlar, yolda kalanlara yardım eder, misafirleri en güzel şekilde ağırlar, musibet ve ihtiyaç zamanlarında yardım yapar, kabilelerin yurtlarına ulaşmasına yardım ederdi.
627 yılında vuku bulan Gared gazvesinde, orduya erzak olarak on deve yükü hurma, Hendek Savaşından hemen sonra yapılan Benî Kurayza gazâsında bütün orduya yiyecek vermiştir.
Sa'd bin Ubade'nin kale şeklinde bir evi vardı. Burada her gün Eshâb-ı Kirâm içinde Eshâb-ı Suffa denilen Müslümanlardan her gün 80 kişiye yiyecek ve içecek verirdi. Hz. Sa'd bin Ubâde ayrıca Medine'de "Sikâye-i âl-i Sa'd" adını verdiği bir kuyu açtırmış ve bu su kuyusunu Müslümanların kullanımına sunmuştur.
Arap kabîleleri içinde Ensârdan olan Evs ve Hazrec kabîlelerinin en ileri gelenlerinden olan Sa'd bin Ubâde ve Sa'd bin Mu'âz'ın İslam'a çok büyük hizmetleri olmuştur. Her ikisinin de İslâmiyete hizmetleri ve Müslümanlar için gösterdikleri fedakârlıkları, akılları şaşırtacak derecede idi. Mallarıyla, canlarıyla en fazlasıyla hizmet etmiş, bu uğurda feda etmedikleri hiçbir şeyleri kalmamıştı. Ensâr arasında en önde gelen sahabelerden biri olan Sa'd bin Ubade daima İslamiyet'e hizmet etmiş, Medineli Müslümanları İslam dini için fedâkârlık ve hizmet etmeye teşvik etmiştir.46
O dönemde Mekke'nin en zengin ve en söz sahibi ailelerinden birine mensup olan ve Peygamberimiz (sav)'in tebliğine uyan ilk Müslümanlardan biri olan Erkam b. Ebi'l Erkam ise, ilk Müslümanların büyük tehdit ve baskı altında oldukları; en yakın akrabalarından bile eziyet gördükleri, ibadetlerini gizlice yerine getirdikleri bir dönemde, Peygamberimiz (sav)'e, evini Müslümanların hizmetine açtığını bildirmiştir. Hz. Erkam'ın Kâ'be-i Muâzzamanın batı taraflarındaki bu evi, Müslümanlar için çok büyük bir nimet olmuştur. Peygamber Efendimiz (sav) ve o dönemde sayıları 10-15'i geçmeyen müminler buraya yerleşmiş; bu ev vesilesiyle ibadetlerini rahatlıkla yerine getirebilme ve İslamiyet'in yayılması için çalışabilme imkanı bulmuşlardır. Üç yıl kadar kaldıkları bu evde yapılan tebliğler, pek çok kişinin İslamiyet'i kabul etmesine vesile olmuş, Erkam b. Ebi'l Erkam'ın evi İslam tarihinde çok önemli bir rol oynamıştır. İlk Müslümanlar kendilerine yapılan eziyet ve işkencelerden kurtulmak için bu eve sığınmış, Hz. Ömer'in katılmasıyla 40 kişi oluncaya kadar Sahabe-i Kiram burada kalmışlardır.47 O dönemde Müslümanların nasıl zor şartlar altında oldukları düşünülecek olunursa, Erkam b. Ebi'l Erkam'ın bu tavrının önemi çok daha iyi takdir edilebilir.
İslam tarihinde, Peygamberimiz (sav)'e olan sevgisi ve sadakatiyle, şerefle anılan sahabelerden bir diğeri ise Hz. Ebubekir'dir. Hz. Ebubekir, gösterdiği pek çok üstün ahlak özelliğinin yanı sıra infak konusundaki ihlasıyla da Müslümanlar için güzel bir örnek olmuştur. Tarihi kaynaklarda Hz. Ebubekir'in, Müslümanların güçlenmesi ve İslamiyet'in yayılması için, belki de desteğe en çok ihtiyaç olan bu dönemde sahip olduğu tüm malını büyük bir şevk ve istekle infak ettiği, hatta ilk sadakayı Hz. Ebubekir'in infak ettiği anlatılmaktadır:
Hz. Ebûbekir, hazerde (barış zamanlarında) ve seferde Resûlullah'tan hiç ayrılmadı. Ona her zaman arkadaşlık etti. Her zaman, malını, canını fedâ etmeye hazır hâlde yanında beklerdi. Peygamber Efendimiz (sav)'in ilk halîfesi olan Ebubekir dîni kuvvetlendirmek için malını vermekte, düşmana karşı mücadele etmekte, hep önde olmuştur. Tebük Savaşında, Resûlullah, herkesin yardım yapmasını emir buyurunca, herkes malının bir kısmını getirip verdi. Sonra Hz. Ebû Bekir de malını getirip teslîm etti. Peygamber Efendimiz (sav) Hz. Ebû Bekir'e dönüp sordu:
- Yâ Ebubekir, sen evine ne bıraktın?
- Yâ Resûlallah, evime birşey bırakmadım. Tamamını buraya getirdim. Onlara Allah ve Resûlü'nü bıraktım.48
Ashab-ı Kirâm'ın en zenginlerinden olduğu hâlde, mala karşı hiçbir sevgisi olmayan Abdurrahman bin Avf da güzel ahlakıyla İslam tarihine geçmiştir. Abdurrahman bin Avf dünya hayatında servet ve mal sahibi olmaya ehemmiyet vermemiş, Müslüman olarak yaşamayı herşeyin üstünde tutmuş sahabelerdendir. Peygamberimiz (sav) ile birlikte tüm savaşlara katılan Abdurrahman bin Avf, Allah yolunda çok fazla mal infak etmiş, Uhud Savaşı esirlerini azad ettirmiş ve her birine yüksek miktarda altın dağıtmıştır. Tebük Seferinde yine çok fazla miktarda at ve yüklü deve vermiştir.49 Abdurrahman bin Avf'ın Tebük Savaşında infak konusunda gösterdiği fedakarlıklar, İbn Abbas'tan şöyle rivayet edilmektedir:
İbn Abbas şöyle anlatıyor: Taif'ten dönüşünden altı ay sonra Hz. Peygamber'in yanına gittim. Allah'u Teala ona, Tebük Savaşını emretti, bu, Hicaz'da sıcaklığın en şiddetli olduğu bir zamana rastlıyordu. Münafıkların sayısı çoktu. Dahası o sırada Suffe ashabı da bir hayli artmıştı. Bunlar mescide bitişik bir evde kalıyorlardı. Hz. Peygamber'in ve diğer müminlerin verdikleri sadakalarla geçiniyorlardı. Savaş çıktığında Müslümanlar onları kendi aralarında paylaşırlardı. Müslümanlardan durumu iyi olanlar ya onlardan birinin savaş donanımını ya da içlerinden dört kişinin yiyecek ihtiyacını üzerine alırdı. Sonra da hep birlikte savaşa giderlerdi. Hz. Peygamber bu savaşta da Müslümanlara mallarını Allah yolunda ve O'nun rızası için harcamalarını emretti. Onlar da bu emre uyarak Allah'ın rızasını kazanabilmek için mallarını infak ettiler. Fakir Müslümanlardan bir kısmına binek temin edilebildi; ancak bazıları da yaya kaldı. O gün Abdurrahman bin Avf ikiyüz ukiyye (1 ukiyye 40 dirhem değerinde bir ağırlık ölçüsüdür) para yardımında bulundu. Bu o gün Müslümanların vermiş oldukları sadakaların en büyüğü idi. Hz. Peygamber, Abdurrahman'a "Ailen için bir şey bıraktın mı?" diye sordu. O da "evet infak ettiğimden daha fazlasını bıraktım" dedi. Hz. Peygamber "Peki onlara ne bıraktın?" diye sorduğunda Abdurrahman "Allah ve Resulü'nün vaat ettiği rızık ve hayrı bıraktım" dedi.50
Resul-ü Ekrem Efendimiz'in Tebük Seferindeki bu çağrısına tüm sahabeler gibi Hz. Osman (ra) da en güzel şekilde karşılık vermiştir. Hz. Osman ordunun üçte birini techiz etmiş, böylece herkesten çok daha fazla infakta bulunmuştur. Onun yardımından sonra ordunun hiçbir ihtiyacının kalmadığı rivayet edilmektedir.51
Medine'de kıtlık olduğu bir dönemde ise Hz. Osman'ın Şam'dan gelen yüz deve yükü buğday kervanını Ashab-ı Kiram için satın aldığı daha sonra da bunları Medine'de bulunan fakirlere, Sahabe-i Kiram'a bedava dağıttığı, yüz deveyi de kesip fakirlere yedirdiği rivayet edilmektedir.52
Dört büyük halifeden Hz. Ömer'in oğlu olan Abdullah bin Ömer de yine cömertliğiyle tanınan sahabelerdendir. Rivayetlerde Abdullah bin Ömer'in bu ahlakından şöyle bahsedilmektedir:
Abdullah bin Ömer, bin kişi azad etmeyince, ruhunu teslim etmedi. Sevmeye başladığı bir şeyi Allah rızası için, ihtiyacı olana verirdi. Böylece, Allahü Teâlânın; "Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, iyiliğe kavuşamazsınız!" (Al-i İmran Suresi, 92) mealindeki ayet-i celilesiyle amel ederdi.53
Allah Kuran'da Sahabe-i Kiram gibi bu ahlakı gösteren tüm Müslümanları şöyle müjdelemektedir:
Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir 'çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramayacaklardır. (Nisa Suresi, 124)
Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır'. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi. (Ankebut Suresi, 64) |
19- Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 1, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/1, sf. 297 (Terğib, V/148; Beyhaki Hz. Aişe’den)
20- Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 1, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/1, sf. 28
21- Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 3, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/3, sf. 129 (Sıfatu’-Safve, I/69 (Buhari ve Müslim, Cabir b. Abdillah’tan) İbn-i Kesir, Peygamberimizin Şemaili Mu’cizeleri, Temel Neşriyat, sf. 84
22- Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 3, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/3, sf. 129 (Heysemi, IX/13) İbn-i Kesir, Peygamberimizin Şemaili Mu’cizeleri, Temel Neşriyat, sf. 84
23- İbn-i Kesir, Peygamberimizin Şemaili Mu’cizeleri, Temel Neşriyat, sf. 86
24- Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 2, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/2, sf. 196 (Heysemi X/239 (Bezzar’dan. Ayrıca Taberani’nin de benzer şekilde rivayet ettiği kaydedilir)
25- İbn-i Kesir, Peygamberimizin Şemaili Mu’cizeleri, Temel Neşriyat, sf. 87
26- İbn-i Kesir, Peygamberimizin Şemaili Mu’cizeleri, Temel Neşriyat, sf. 89
27- Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 2, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/2, sf. 192 (Kenz III/310 (İbn Asakir, Enes’ten)
28- Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 1, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/1, sf. 90 (Ebu Nuaym, Delail, s. 105, (Akıl b. Ebi Talib’ten)
29- http://www.geocities.com/halit_1982/ ResulullahinsuvarilerindenMikdadbinEsved.htm http://www.esselam.net/sahabeler/bir/59.htm http://www.hasbahca.net/islam/eshab/ResulullahinsuvarilerindenMikdadbinEsved.htm http://www.huzuradogru.com/eshabikiram/mikdad_bin_esved.htm
30- http://www.geocities.com/halit_1982/ResulullahinsuvarilerindenMikdadbinEsved.htm http://www.esselam.net/sahabeler/bir/59.htm http://www.hasbahca.net/islam/eshab/ResulullahinsuvarilerindenMikdadbinEsved.htm http://www.huzuradogru.com/eshabikiram/mikdad_bin_esved.htm
31- Salih Suruç, Kainatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, cilt 1, Yeni Asya Neşriyat, sf. 211-212, 594) (İbni Sa’d, Tabakat, 3:219; İbni Hacer, a.g.e., 2:221) http://www.esselam.net/sahabeler/bir/9.htm www.hasbahca.net/islam/eshab/ resullulahinokcusutalhabinubeydullah.htm www.huzuradogru.com/eshabikiram/talha_bin_ueydullah.htm http://www.huzuradogru.com/peygamberler/kainatin_efendisi/uhud_savasi/hazreti_talhanin_fedakarligi.htm
32- http://www.geocities.com/halit_1982/eshabikiraminmeshurkumandanlarinumanbinmukarrin.htm http://www.esselam.net/sahabeler/bir/64.htm http://www.hasbahca.net/islam/eshab/eshabikiraminmeshurkumandanlarinumanbinmukarrin.htm
33-http://www.esselam.net/sahabeler/ bir/43.htm http://www.huzuradogru.com/eshabikiram/ebu_saidi_hudri.htm http://www.hasbahca.net/islam/eshab/cokhadisrivayetedenyedisahabidenbiriEbuSaidiHudri.htm Şamil (Şümüllü Geniş) İslam Ansiklopedisi, Akit Gazetesi hediyesi, Şamil Yayınevi, Genel Yayın yönetmeni: Prof. Dr. Ahmed Ağırakça, cilt 2, sf.174
34- http://www.geocities.com/halit_1982/ MedinedemuhacirlerdenilkdogansahabiAbdullahbinZubeyr.htm http://www.hasbahca.net/islam/eshab/MedinedemuhacirlerdenilkdogansahabiAbdullahbinZubeyr.htm http://www.huzuradogru.com/eshabikiram/abdullah_bin_zubeyr.htm http://www.esselam.net/sahabeler/bir/24.htm
35- Ziyad Ebu Ğanime, Mevakıfu Batule min sun’I I-İslam –Asrı Saadetten Günümüze İslam Kahramanları, Türkçesi: Abdullah Kara, Ravza Yayınları 31, İstanbul 1993, sf. 122
36- Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 1, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/1, sf. 447 (İstiab, I/550, İbn Sa’d, III/66, Beyhaki, IX/21; Hakim, III/353; Mecma, IX/321)
37- Ziyad Ebu Ğanime, Mevakıfu Batule min sun’I I-İslam –Asrı Saadetten Günümüze İslam Kahramanları, Türkçesi: Abdullah Kara, Ravza Yayınları 31, İstanbul 1993, sf. 168-172
38- Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 1, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/1, sf. 313 (Kenzü’l-Ummal, V/310; Ebu Nuaym ve İbn Asakir’den); Hakim, Müstedrek, III/242, (Abdullah b. Sa’d’dan) (Burada Ayyaş (Ekmekçi) yerine, Sühely b. Amr vardır. Istiab III/150.) Ziyad Ebu Ğanime, Mevakıfu Batule min sun’I I-İslam –Asrı Saadetten Günümüze İslam Kahramanları, Türkçesi: Abdullah Kara, Ravza Yayınları 31, İstanbul 1993, sf. 157-158
39- Ziyad Ebu Ğanime, Mevakıfu Batule min sun’I I-İslam –Asrı Saadetten Günümüze İslam Kahramanları, Türkçesi: Abdullah Kara, Ravza Yayınları 31, İstanbul 1993, sf. 39
40- Ziyad Ebu Ğanime, Mevakıfu Batule min sun’I I-İslam –Asrı Saadetten Günümüze İslam Kahramanları, Türkçesi: Abdullah Kara, Ravza Yayınları 31, İstanbul 1993, sf. 62
41- Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 2, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/2, sf. 21 (Heysemi, VI/113 (Taberani’den)
42- Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 2, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/2, sf. 21 (Heysemi, VI/113 (Taberani’den)
43- Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 1, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/1, sf. 319 (Bidaye, IV/49 (Ibn İshak’tan)
44- http://www.geocities.com/halit_1982/resullulahinokcusutalhabinubeydullah.htm http://www.hasbahca.net/islam/eshab/resullulahinokcusutalhabinubeydullah.htm http://www.huzuradogru.com/eshabikiram/talha_bin_ueydullah.htm
45- Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 2, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/2, sf. 205
46- www.hasbahca.net/islam/eshab/sadbinubade.html - 13k http://www.hasbahca.net/islam/eshab/sadbinubade.html http://www.geocities.com/halit_1982/sadbinubade.html
47- Şamil (Şümüllü Geniş) İslam Ansiklopedisi, Akit Gazetesi, Şamil Yayınevi, Genel Yayın yönetmeni: Prof. Dr. Ahmed Ağırakça, cilt 2, sf. 274-275
http://www.geocities.com/halit_1982/eviilkvakifolansahabi.htm http://www.geocities.com/mevlut1us/sahabeler/56.htm http://www.esselam.net/sahabeler/bir/49.htm http://www.huzuradogru.com/eshabikiram/erkam_bin_ebil_erkam.htm
48- Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 1, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/1, sf. 410 http://www.huzuradogru.com/eshabikiram/ebu_bekri_siddik.htm http://www.esselam.net/sahabeler/bir/2.htm
49- http://www.esselam.net/sahabeler/bir/6.htm
http://www.huzuradogru.com/eshabikiram/abdurrahman_bin_avf.htm http://www.hasbahca.net/islam/eshab/cennetlemujdelenenonsahabidenbiri.htm
50- Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 1, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/1, sf. 407 (İbn Asakir 1/105; Kenz I6249 (Ibn Asakir ve İbn Abid’den)
51- Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 1, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/1, sf. 411
52- http://www.esselam.net/sahabeler/bir/4.htm http://www.huzuradogru.com/eshabikiram/hz_osman.htm
53- http://www.esselam.net/sahabeler/ bir/ 19.htm http://www.huzuradogru.com/eshabikiram/abdullah_bin_omer.htm http://www.hasbahca.net/islam/eshab/EncokhadisbilensahabilerdenAbdullahbinOmer.htm