Bölüm 2: Günümüzde Müslümanlar Neden Fedakar Olmalıdırlar?

Kitabın başından bu yana fedakarlığın müminin samimiyetini ortaya koyan en önemli özelliklerinden biri olduğunu anlattık. Ancak şu da unutmamalıdır ki, insanın yaşamı boyunca karşısına fedakarlık yapabileceği çok az sayıda fırsat çıkabilir. Bu nedenle karşısına bu tür bir fırsat çıktığında, bunların Allah'a yakınlaşmak, O'nun rızasını ve sevgisini kazanabilmek için çok kıymetli zamanlar olduğunun şuuruyla hareket etmelidir. Günümüzde tüm insanların ve özellikle dünyanın dört bir yanında yaşayan Müslümanların durumuna baktığımızda, İslam ahlakını gerçek anlamıyla yaşamanın önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

Hemen her gün gazetelerde ve televizyonlarda Kuran ahlakının yaşanmamasından kaynaklanan karışıklıklara, zalim yöneticilerin baskısı altında yaşam mücadelesi yaşayan insanlara, zorbalıklara, insanların haklarına tecavüz edildiği olaylara şahit oluruz.

Halen dünyanın dört bir yanında savaşlar, iç karışıklıklar devam etmektedir. Suriye’de, Afganistan’da, Irak’ta, Afrika’da ve Doğu Türkistan'da Müslümanlar hala çok zorlu bir yaşam mücadelesi vermektedirler. Sadece 20. yüzyılda yaşanan savaşlarda; Bosna-Hersek'te, Kosova'da, Cezayir'de, Tunus'ta, Eritre'de, Mısır'da, Afganistan'da, Keşmir'de, Ruanda'da, Doğu Türkistan'da, Çeçenistan'da, Vietnam'da, Tayland'da, Filipinler'de, Burma'da ya da Sudan'da çok sayıda masum insan hayatını kaybetmiş, kadınlar tecavüze uğramış, işkence görmüş, milyonlarcası evlerinden yurtlarından çıkarılmış, sakat kalmış, yakınlarını kaybetmiştir. Masum çocuklar kurşunlara hedef olmuş, bebekler kundaklarında katledilmiş, kaçmaya çalışan insanlar mayınlara basarak ya hayatlarını yitirmiş ya da sakat kalmışlardır. İnsanlar eşi benzeri görülmemiş bir vahşete tabi tutulmuş, zulme uğratılmış, insanlık dışı şartlar altında esir kamplarında yaşam mücadelesi vermişlerdir.

Günümüzde halen iç savaşlar sürmekte, kadınlar, çocuklar zulme uğratılmaya, eziyet görmeye devam etmektedirler. İnsanlar kendilerine yardım eli uzatacak vicdan sahibi insanları beklemekte, ama seslerini duyuramamaktadırlar. Müslümanların zulüm gördükleri ülkelerden yalnızca birkaçında yaşananlara kısaca bakıldığında dahi bu konunun önemi çok daha iyi anlaşılabilecektir.

Zalim Savaşların Masum Ruhları: Çocuklar

Evlerinde, sokaklarında, bahçelerinde neşe içinde koşturup oynarken üzerlerine ıslık çalarak düşen bir bombanın ardından masum canlarını Allah'a teslim ediyorlar. Sağ kalanlar ise bir anda yıkıntılar içinde yaralı, sakat, perişan bir halde anne-babalarının, kardeşlerinin, arkadaşlarının parçalanmış bedenlerine derin bir üzüntü, şaşkınlık ve çaresizlik içinde bakarken buluyorlar kendilerini.

Sevgi, şefkat ve huzura en çok ihtiyaçları olduğu bir dönemde korkunç, acımasız, çirkin ve kanlı bir savaşın içinde kalıp, canlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Evleri, mahalleleri, okulları, oyun parkları artık yok. Onlardan geriye kalan harabelerin içinde ise şimdi eli silahlı adamlar geziniyor. Bir gün önce huzur içinde yaşadıkları sıcak ve rahat yuvalarından açlık, susuzluk, hastalık, soğuk ve çilelerle dolu, her türlü yardıma muhtaç kalacakları bambaşka bir dünyaya atıyorlar adımlarını.

Savaşan dünyanın saf, masum ve minik insanları bunlar: Çocuklar.

Suriye'de, Irak'ta, Yemen'de, Libya'da, Lübnan'da, Türkiye'de, Afganistan'da, Gazze'de, Ukrayna'da, Kolombiya'da, Myanmar'da, birçok Afrika ülkesinde savaş ve çatışmalar nedeniyle yaşamları altüst olmuş bu çocuklardan milyonlarca var.

Avrupa Komisyonu'nun Şubat 2016 tarihli "İnsani Yardım ve Sivil Koruma" adlı raporunda UNICEF, UNHCR, UNESCO gibi kuruluşlar kaynak gösterilerek, "Acil Durumdaki Çocuklar" başlığı altında şu bilgilere yer veriliyor:

"Çocuklar savaşın en fazla zarar gören mağdurları arasında... UNICEF tahminlerine göre, savaştan etkilenen ülkelerde yaşayan 250 milyonun üzerinde çocuk var. Birçok çocuk savaşın sivil kayıpları arasında. Erkek ve kız çocuklar çoğunlukla silahlı gruplar ya da suç örgütleri tarafından çarpışmaları veya istihbarat toplamaları amacıyla alıkonuyor ve cinsel istismar ve insan kaçakçılığı tehlikesiyle karşı karşıya... UNESCO'ya göre, savaştan etkilenen ülkelerde 37 milyon çocuk okula gidemiyor."

Dünya genelinde süregelen savaşların çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri her geçen gün giderek artmaktadır. Sadece mayınlara basarak hayatlarını kaybeden çocukların sayısı on binleri bulmaktadır.

Bir başka kaynakta savaşan ülkelerin çocuklarının karşılaştığı felaket şöyle tarif ediliyor:

"Birçok çatışma bölgesinde çocuklar zayiatların en büyük bölümünü oluşturuyor. Çoğu doğrudan silahlar nedeniyle değil, normalde önlenebileceği hald,e sağlık sistemi ve altyapısı tahrip olduğu için tedavi edilemeyen ve önlenemeyen hastalıklardan ölüyor. Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde 2.7 milyon çocuk buradaki çatışmanın sonucu olarak hayatını kaybetti."

Savaş kaynaklı çocuk kayıplarının bugün en üst düzeyde olduğu ülke şüphesiz Suriye. 4.6 milyonu mülteci, 6.6 milyonu ise ülke içinde yer değiştirmiş olan Suriyelinin yarısını çocuklar oluşturuyor. Birçok mülteci çocuk ailelerini geçindirmek için az bir ücret karşılığında tehlikeli ve ağır işlerde çalışıyor. Güvensiz ortamlarda her türlü sömürüye, cinsel istismara açıklar. Kızlarının kötü yola düşmesinden korkan bazı aileler, özellikle dul anneler onları çok küçük yaşlarda evlendiriyor. 2-3 milyon civarında Suriyeli çocuk okula gitmiyor.

Suriyeli çocuklar rejim güçlerinin okul, hastane, oyun parkı, sosyal alan ayırdetmeden düzenlediği hava saldırılarının, attığı varil bombalarının, açtıkları topçu ateşlerinin en büyük kayıplarından. 'Syrian Observatory for Human Rights'ın açıklamasına göre, Suriye iç savaşı başladığından bu yana yaklaşık 12.000 çocuk hayatını kaybettti. Sağ kalan onbinlercesi ise feci şekilde yaralanmış, gözünü, kulağını diğer organlarını kaybetmiş bir şekilde küçük yaşta sakat kalarak hayatlarına devam ediyor

Suriye'den sonra savaş kaynaklı yer değiştirmelerin en yoğun yaşandığı ülke Kolombiya. Burada 6.5 milyon insan çatışmalar nedeniyle evlerini terk etmiş durumda. Ülkedeki FARC adındaki terörist grup çatışma bölgelerinden kaçan 11-15 yaşları arasındaki küçük kız çocuklarını alıkoyarak fuhuş yapmaya zorluyor.

Doğu Ukrayna'da savaş nedeniyle yer değiştiren 1.700.000 insanın 250.000'i çocuk. Donbas'taki savaş Balkan Savaşları'ndan sonra Avrupa'daki en büyük insani krize dönüştü.

Bir de küçük yaşta silahlarla tanıştırılarak zorla bu savaşların bir parçası haline getirilen çocuk askerler var. Ön saflarda çarpıştırılmak, canlı bomba ya da canlı kalkan olarak kullanılmak üzere eğitiliyorlar.

Örneğin, PKK terör örgütü kamplarında şu an en küçüğü 8-9 yaşlarında 3 bin çocuk, askeri ve ideolojik eğitim görüyor. PKK, Türkiye'de "Çözüm Süreci” adı verilen dönemde son birkaç yıl içinde yaşları 12-17 arasında değişen 2500'ün üzerinde çocuğu ailelerinin rızası olmadan, silah zoruyla dağa kaçırarak kadrolarına kattı. Human Rights Watch'un raporlarında PKK'nın Suriye kolu PYD'nin 12 yaşındaki çocukları bile silah altına aldığı bildiriliyor.

Terör örgütü tarafından zorla alıkonan kız çocukları ise örgüt mensupları tarafından tecavüze uğrayarak hamile kalıyor. Kaçıp evlerine dönmeyi başarsalar dahi birçoğu aileleri tarafından dışlanıyor; örgüt tarafından yakalanıp geri götürülüyor veya aileleri tarafından namus cinayetlerine maruz kalıyor.

Savaşın çocuklarında, fiziksel hasarlar dışında pek çok psikolojik rahatsızlık da gelişiyor. Sürekli belirsizlik, şiddet ve ölüm tehdidi çocuklarda zamanla karamsar, kaygılı, depresif, içe kapalı, kimi zaman saldırgan ve isyankar ruh halleri ortaya çıkıyor. Bunların çoğu hayat boyu kalıcı travmalara dönüşebiliyor. En iyi ihtimalle bir mülteci kampına sığınan çocukları bile horlanma, aşağılanma, dayak ve hakaret dolu bir ortam bekliyor.

Lübnan mülteci kampındaki bir grup çocuğun dünya kamuoyuna yazdığı açık mektup bu dramı ortaya koyuyor:

"Biz Suriyeli çocuklarız, bazımız iki yıl, bazımız üç ya da dört yıl önce Lübnan'a geldik. Birçok sorundan muzdaribiz, bunlardan biri başkaları tarafından dövülmek. Örneğin, okulda Lübnanlı çocuklar tarafından dövülüyoruz. Sokaklarda aynı şekilde dayak yiyoruz ve bazı insanlar bizlerle alay ediyor. Bir arkadaşımız ve kardeşi kaldığı evin sahibi tarafından dövülüyor."

Bu zavallı çocuklar, masa başındaki bazı yöneticilerin gurur, inat, fanatizm, ihtiras dolu çıkar ve hesaplarının, hesaba katılmayan mağdurları olduklarının bilincinde değiller. "Terörle mücadele" denen bir safsata adına yürütülen gözü dönmüş hava operasyonlarının, alçakça işlenen dron saldırılarının ikincil zayiatları olduklarından haberleri bile yok. Onlara, “uluslararası silah firmalarının rant arayışlarının önemsenmeyen kayıpları” oldukları söylense buna en küçük bir anlam dahi veremezler.

Bu saf, masum ve temiz varlıklar zalim savaşların kanıksanan sonuçlarından olmayı hak etmiyor. Bizler bunun farkında olan ve vicdani sorumluluğunu hisseden insanlar olarak bu savaşları durdurmak için, bütün gücümüzle elimizden geleni yapıyoruz ve yapmaya da devam edeceğiz.

Vicdanlar Körelince Çocuklar da Ölür

Suriyeli çocukların içinde bulundukları durum, ana haber bültenlerinde yer bulan bir ayrıntıya dönüşmüş durumda. İnsanlar her gün yanmış yıkılmış evleri, kurşunlanmış çocukları uykulu gözlerle izliyorlar. İnsanların pek çoğu İnternette savaşın acılarını ortaya koyan haberleri, resimleri görseler de bunlara fazla bakmıyorlar. Baksalar da çabucak unutuyor, unutmak istiyorlar. Çünkü bazıları için kendi rahatı, kendi güvenlikleri tam olduğu sürece hiçbir sorun yok.

Twitter’da birkaç cümle paylaşmak, Facebook’ta bir iki fotoğraf paylaşmak, birkaç kınayıcı mesaj yazmak yeterli görülüyor. Suriyeli göçmenlere yardımcı olmak için bağışta bulunanların sayısı ise tahminlerden de az. Birleşmiş Milletler Mülteciler Dairesi ve Çocuk Fonu UNICEF’in son raporuna göre[ii] Suriye ve Irak’taki çatışmalardan olumsuz olarak etkilenen çocuk sayısı 14 milyonu bulmuş durumda. Suriye içinde kalıp sıkıntı çeken ve yardıma muhtaç olan çocuk sayısı 5,6 milyon, bunların 323 bini 5 yaşın altında.

Suriye’de halen 18 yaşından küçük 11 bin 525 çocuk gözaltında tutuluyor. Suriye’de Şiddet ve İhlalleri Belgelendirme Merkezi’ne göre, 98 bin 823 çocuk çatışmalar nedeniyle yetim kaldı.[iv] Suriye İnsan Hakları Örgütü SNHR’nin raporuna göre Suriye’de 9 bin 500 çocuk ise tutuklu.[v] Aynı raporda 94 çocuğun gördüğü işkence nedeniyle hayatını kaybettiği bilgisi de yer alıyor.

bin 525 çocuk gözaltında tutuluyor. Suriye’de Şiddet ve İhlalleri Belgelendirme Merkezi’ne göre, 98 bin 823 çocuk çatışmalar nedeniyle yetim kaldı.[iv] Suriye İnsan Hakları Örgütü SNHR’nin raporuna göre Suriye’de 9 bin 500 çocuk ise tutuklu.[v] Aynı raporda 94 çocuğun gördüğü işkence nedeniyle hayatını kaybettiği bilgisi de yer alıyor.

Yalnız Suriye’de değil, Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da ve başka yerlerde çocuklar veya onların anneleri, babaları ölmeye, savaşta yetim kalanların sayısı giderek artmaya devam ediyor.

Oysa insanlar kendi çocuklarının üzerine titredikleri gibi Suriyeli çocukları da düşünmeliler. Bu kişiler oturdukları yerden kalkıp birkaç günlüğüne Suriye’ye gidip oradaki savaşın yol açtığı dehşeti ve korkuyu yaşamış olsalar aynı duyarsızlığı devam ettirebilirler mi? Her insanınbencil bir ruh halini terk edip, dünyadaki mazlumların sorunlarına merhem olabilmek için gayret etmeleri gerekiyor. Tüm dünyada sevgiyi, barışı, kardeşliği, adaleti, merhameti, şefkati yaygınlaştırmak için büyük bir çaba sarf etmeliyiz.

Her şeyden önce çocukları işkence ederek öldürtebilecek kadar vicdanları körelten ideolojilerin, hırsların var olduğunu fark etmeli bunları silahla yok etmeye çalışmak yerine fikren susturmalıyız. Kişisel veya ulusal çıkarlar ne kadar önemli olursa olsun, bir insan hayatından kıymetli olamayacağını anlatarak insanların vicdanlarına hitap etmeliyiz.Mültecilerin hayatını nasıl kolaylaştırabiliriz?

İslam ülkeleri 2014 yılında yine savaş, işgal, açlık, yokluk ve çatışmalarla sarsılmaya devam ediyor. Ölümler, yaralanmalar, yıkılan evler ve zorluk içinde yaşamaya devam eden insanların yardım haykırışları herkesin yüreğini burkuyor. Artık hem İslam alemi hem de dünya ülkeleri yeryüzüne sevginin hakim olmasını istiyor.

İsrail’le Filistin arasında 7 Temmuz’dan beri devam eden çatışmalarda şu ana kadar Gazze’de 1.400 ev yıkıldı ve 19.070 civarında konut hasar gördü. Saldırılarda 25 kadar hastane ve sağlık kuruluşu da etkilendi. Konuyla ilgili olarak Birleşmiş Milletler Mültecileri Koruma Örgütü (UNRWA), 100 bin Filistinlinin evsiz kaldığını ve bir kısmının BM kamplarında yaşadığını duyurdu. Yaralı sayısının 5 bini aştığı düşünülürse Gazze’nin şu an çok acil bir şekilde yiyecek, sağlık ve barınma ihtiyacını giderecek yardımlara ihtiyacı var. 3

Filistinliler sadece Gazze’de değil, mülteci oldukları diğer ülkelerde de zor şartlar altında yaşıyorlar. Örneğin Suriye’nin Yermuk Kampı’nda 20 bin Filistinli bir yandan açlığa, bir yandan da ülkedeki iç savaşa rağmen hayata tutunmaya çalışıyor. Yermuk’ta açlıktan ölen insanların görüntülerini unutmak ise mümkün değil.

Daha önce yaşanan İsrail Arap savaşından kaçan Filistinliler, Suriye’nin yanında Ürdün ve Lübnan başta olmak üzere çeşitli ülkelere sığınmış durumda. Sağlık koşullarının kötülüğü nedeniyle kamplarda yaşayan insanlarda birçok hastalık görülüyor. Yaralıların tedavileri zorlaşıyor. Gazze ve Batı Şeria’da on yıllardır kamplarda yaşayanların sayısı 1 milyon 850 bin civarında. Filistinli mültecilerin toplam sayısı ise neredeyse 5 milyona yaklaşıyor. Bu rakam Filistin nüfusunun %70’ine tekabül ediyor. 4

Irak’ta IŞİD saldırılarından kaçan Türkmenler ve Şiiler de yeni bir mülteci dalgası oluşturmuş durumda. Sıcak hava ve kötü koşullar en çok çocukları etkiliyor. Geçtiğimiz hafta Türkmen mülteci kampında 5 çocuk sıcaklar yüzünden hayatını kaybetti.

Suriyeli mülteciler de çok zor şartlar altında. Uluslararası Yardım ve Kalkınma Komitesi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Bassam Dowayhe, Suriye’deki son durumu şöyle anlatıyor: "Yaklaşık 300 bin kişi öldürüldü, 400 bin kişi ise yaralandı ya da hapsedildi, bir buçuk milyon ev yıkıldı. O yüzden 11 milyondan fazla mültecimiz var. 6 milyonu Suriye'de, 5 milyonu ise çevre ülkelerde..." Bu gerçekler önümüzde dururken yüzümüzü çevirmek, yardıma isteksiz davranmak, kalıcı ve köklü çözümler oluşturmamak bir Müslümana asla yakışmaz.

İslam coğrafyası üzerindeki sorunlar sadece Suriye ve Filistin’le de sınırlı değil. Uygur Türkleri, Iraklılar, Afganlar, Arakanlılar, Somalililer, Sudanlılar başta olmak üzere daha birçok Müslüman halk da yardıma muhtaç bir vaziyette gözlerini vicdan sahibi ülkelere dikmiş durumda. BM Gıda ve Tarım Örgütü FAO, elverişsiz hava şartları ve ulusal bağlamda gıda fiyatlarının yüksekliği nedeniyle 26'sı Afrika'da olmak üzere 33 ülkenin dışarıdan gıda yardımı almaya muhtaç kaldığını vurguladı. FAO, Somali'de özellikle ülke içinde göç etmek zorunda kalanlar ile kırsal kesimlerdeki yoksullar olmak üzere yaklaşık 870 bin, Güney Sudan'da 3,5 milyon ve Sudan'da 5 milyon kişinin gıda yardımına ihtiyaç duyduğuna dikkati çekti. 5

BM de Sudan’da geçen seneye göre yardıma ihtiyacı olan insan sayısının arttığını belirtiyor. Birleşmiş Milletler (BM) Güney Sudan İnsani İşler Koordinatörü Toby Lanzer, Sudan’daki durumun en az Suriye kadar tehlikeli olduğunu söylüyor.

Somali’de de çok zor şartlar var. BM verilerine göre, 870 bin kişi hayatta kalabilmek için insani yardıma ihtiyaç duyuyor.

Dünya kamuoyu bunca acıya şahit olurken, zorda ve darda olan bu insanların yardımına yetişemeyecek kadar yetersiz bir durumda mıyız?

Geçtiğimiz günlerde bir başka rapor daha açıklandı. BM Gıda ve Tarım Örgütü FAO’nun gıda israfıyla mücadeledeki önemli isimlerinden Prof. Per Pinstrup-Andersen, Avrupa'da her yıl 100 milyon ton gıdanın çöpe gittiğini belirtti. FAO'nun en iyimser tahminlerine göre dünya çapında üretilen gıdanın üçte biri yenmeden önce ya kaybediliyor ya da israf ediliyor.

Sonuçta bu veriler, dünyada 7 milyar insanı doyuracak yiyecek kaynaklarının olduğunu bize gösteriyor. O halde, ilk etapta bu kaynakların ihtiyacı olan coğrafyalara el birlik ulaştırılması, ardından da yeryüzünde hiçbir insanın aç ve açıkta kalmaması için çalışacak sistemlerin kurulması en aciliyetli konu.

Yiyecek israfı konunun sadece bir yönü. Asıl en büyük israf, savaşmak için yapılan silahlar, şehirleri yıkmak için üretilen bombalar. Yeryüzünde sevgi şu an adeta hapsedildiği için ülkeler çılgınca silahlanmaya çalışıyor. Nefret ise sadece yıkım ve yeni acılar getiriyor. Her türlü israf önlendiğinde, malı, Allah rızası için, bir ibadet olarak insanlara dağıtan mekanizmalar kurulduğunda bu sorunlar ortadan kalkacak.

Dünyanın gerçek hastalığı sevgisizlik. Egoizmin, nefretin ve çatışmaların arkasında yoğun bir sevgisizlik var. Farklı ırk, mezhep ve inançtan diye başka toplumlarla anlaşamamanın, kavgaların ve çekememezliğin arkasında sevgisizlik var.

Yeryüzü artık sevgi ve adaletle hükmedip kan akıtmayacak, akan kanı durduracak sevgi sahiplerini bekliyor. Allah en kısa zamanda insanlığı sevginin hakim olduğu güzel günlere ulaştırsın.

Dünyayı Sarsan Mülteci Krizinin Tek Çözümü

Kitlesel mülteci akımı ve beraberinde baş gösteren zulüm ve vahşet son zamanlarda dünya gündeminin en dikkat çeken konuları arasında yer alıyor. Milyonlarca insanın karşı karşıya kaldığı acılar büyük bir insanlık dramına dönüşmüş durumda.

Myanmar’ın Arakan bölgesinde yaşayan Müslüman Rohingyalılar kendi yurtlarında işkenceye maruz kalan, baskı gören, sürgün edilen çileli bir topluluk. 2012’den bu yana yüz binlerce Rohingyalı evini terk ederken, hayatını kaybedenlerin sayısı o günden bu yana binleri aştı. Geriye kalanlar ise derme çatma teknelerle okyanusa açılıyor, rüzgarın ve dalgaların gücüyle günlerce yolculuk ederek komşu bir ülkeye ulaşmaya çalışıyor.

Umuda yapılan bu yolculuklarda bugüne dek yüzlercesinin hayatını kaybettiği Rohingyalı mültecilerin sıkıntıları Malezya ve Endonezya'nın bir yıllığına kendilerine kucak açmasıyla beraber bir nebze olsun hafifledi. Ancak asıl gereken, ASEAN, BM ve en başta da İslam aleminin mazlum Rohingya halkının kurtuluşu için kalıcı bir çözüm sağlamaları, bunun için de onları mülteci olmaya mecbur kılan koşulları ortadan kaldırmak için kararlı bir mücadele başlatmaları.

Mülteci sorunu yalnızca Rohingyalılarla sınırlı değil elbet. Dünyanın pek çok yerinde yaşanan savaş ve çatışmaların etkisiyle milyonlarca insan mülteci konumuna düştü. Evlerini barklarını, eşlerini dostlarını, ailelerini, mallarını mülklerini geride bırakıp vatanlarından ayrılan ve yabancı ülkelere sığınan mültecilerin büyük bir kısmını ise Suriyeliler oluşturuyor.

Suriyeli mülteciler kendilerini kabul eden ülkelere ulaşmaya çalışırken bazı AB ülkelerinin insanlık onuruyla bağdaşmayan, ayrımcı ve acımasız engelleriyle karşılaşıyorlar. Kimi AB ülkelerinde mülteciler polis ve sahil güvenlik tarafından şiddet kullanılarak geri püskürtülüyor, "geri-itme" operasyonuna tabi tutuluyor, yani içinde bulundukları özel şartlar dikkate alınmadan toplu olarak sınır dışı ediliyorlar. Oysa çocuklar dahil tüm mültecilerin hayatını tehlikeye sokan bu uygulama tamamen hukuka aykırı.

Mültecilere karşı insan hakları değerleriyle çelişen tavırlar sergileyen AB ülkelerinden biri, sınırına zırhlı araçlar yerleştiren ve askerlerinin mültecilere karşı plastik mermi ve göz yaşartıcı gaz kullanmalarını serbest kılan Macaristan; bir diğeri de içlerinde bebek, çocuk, kadın ve yaşlıların bulunduğu yüzlerce mülteciyi biber gazıyla durdurmaya çalışan Slovenya. Bu ülkelerin aksine, 800.000, hatta daha fazla mülteciye kapılarını açacağını belirten Almanya, mülteciler konusunda vicdanlı bir davranış ortaya koyan güzel bir Avrupa ülkesi. Necip bir millete ve barışçıl ve birleştirici bir ruha sahip olan, fedakarlığı ve yardımseverliği ile tüm dünyanın takdirini kazanan Türkiye ise, iki milyon Suriyeli mülteciyi ağırlaması ve onlara olan sıcak yaklaşım ve tavırlarıyla örnek alınması gereken başlıca ülke.

Uluslararası iltica hukuku mülteciler arasında din, dil, cinsiyet ve ırk ayrımı yapmayı kesin olarak yasaklarken, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti’nin ülkeye kabul edecekleri göçmenleri dini kriterlere göre belirlemeleri ve yalnızca belli sayıda Hıristiyan Suriyeli sığınmacıyı almaları ise insan hakları değerleriyle açıkça çelişen bir başka uygulama. Bu noktada demokrasiye ve insan haklarına verdiği değerle ve tüm inançlara eşit durmakla övünen Avrupa’nın üzerine düşen, AB'ne üye ülkelerin bencil ve dışlayıcı anlayışlarını bir an önce terk etmelerini sağlamaktır.

Avrupa şu gerçeği kabul etmelidir ki, mülteci meselesi bir güvenlik meselesi değil, insani bir meseledir. Sınırlara dikenli teller, duvarlar örerek, sınır bölgelerine mayın döşeyerek, zulümden kaçan zavallı insanları yeni bir zulümle karşı karşıya bırakarak, güvenli sığınma haklarını hukuk dışı yollarla ellerinden alarak bu mesele çözülmez. Çözüm ancak sevgiyle, insani bir yaklaşımla, sabırla, fedakarlıkla mümkündür. AB ülkeleri mültecilerin yaşama hakkına saygı göstererek, sevgi ve saygıyla onlara yaklaşmalıdır. Sevgi, saygı, şefkat ve merhamet oluştuktan sonra, mültecileri göçe zorlayan sebeplerin ortadan kaldırılması için gerekli siyasi ve diplomatik askeri adımlar hızla atılacaktır.

Binlerce mazlum insan açık denizlerde boğularak can verirken sınır nöbetini kimin tutacağını ya da göçün nasıl engelleneceğini tartışmak, insanlığa sığmayan önlemler alarak sınırları geçilemez hale getirmek, hiç şüphesiz Avrupa'ya tahmin etmediği kadar zarar verir, ruhunu karartır, maneviyatını alıp götürür. İnsanları ölüme terk edenler hiç farkında olmadan kendi yaşam sevinçlerini yitirirler. Katılık, insaniyetsizlik içten içe onları çökertir, yok eder. Avrupa elini vicdanına koymalı, sınırlarını açarak ve güvenli geçiş sağlayarak yürekleri parçalayan mülteci sorununa bir an önce son vermelidir. İnsanların özgür yaşama hakları elinden alındığında, bir başka ifadeyle hür iradelerine ve haysiyetlerine zarar verildiğinde, buna aracı olan devletlerin de haysiyeti zarar görmüş olur. Dolayısıyla sığınma ve mülteci hakkının bir insanlık hakkı olduğunu çok iyi bilen AB ülkeleri, bu hakkı kazanmış mültecilerin istedikleri ülkeye yerleşmelerini engelleyen yasal düzenlemeleri derhal kaldırmalı, böylelikle mülteciler bulundukları ülkelerde 1951 Cenevre Sözleşmesi uyarınca kendilerine tanınan tüm haklardan faydalanabilmelidirler. Öte yandan şu da bir gerçektir ki yarım milyar nüfuslu AB birkaç milyon mülteciyi iyi bir planlama ile pekala tüm kıtaya dağıtabilir. Rahatlıkla onlara eğitim, meslek edinme ve küçük işletmeler açma gibi imkanlar sunabilir, yaşama dahil olmalarını sağlayabilir.

Gazetelerden, televizyonlardan, internet üzerinden neredeyse her gün haberdar olduğumuz bu insanlık suçuna karşı sessiz kalmak vicdana sığan bir davranış değildir. Daha fazla zaman kaybetmeden mültecilerin yaşamlarını koruyacak bir acil eylem planı hazırlanması, insani yardım programlarının hayata geçirilmesi ve bu korkunç insanlık trajedisinin sona ermesi için gerekli tüm adımların atılması insanlığın gereğidir.

Sıkıntı ve ihtiyaç içerisindeki bu çocuklara yardım eli uzatmak; onları zor şartlardan kurtarmak için çaba harcamak, vicdan sahibi her insanın sorumluluğudur.

Mültecilere Kucak Açmak

Son 5 yıl içinde dünya çapında mülteci sorunu büyük oranda artış gösterdi. Bunun çoğu da Türkiye'nin hemen yanı başında, Arap Baharıyla birlikte yaşanan halk hareketlerine gösterilen sert karşılıklar sonrasında gelişti. Yemen, Libya, Irak, Afganistan, Eritre ve Suriye'deki iç savaşlar neticesinde milyonlarca sivil evlerini, yurtlarını, ailelerini, dostlarını, mallarını, mülklerini geride bırakıp yabancı ülkelere sığınmak durumunda kaldı.

Aralarında küçük çocuklar hatta bebekler, kadınlar ve yaşlılar bulunan bu mazlum insanların kimi soğuk havaya, yağmura ve çamura rağmen hayatını kurtarmak pahasına arkasına bakmaksızın kaçtı, kimi yanına tek bir eşya almadan, yalnızca üzerindeki giysiyle köhne teknelere, botlara binerek bilinmeyene doğru yolculuğa çıktı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (UNHCR) tespitine göre dünyadaki toplam mülteci sayısı 2014 yılı sonundaki rakamlara göre 60 milyonu bulmuş durumda.6

Öz vatanlarını, doğup büyüdükleri toprakları ve alışık oldukları her şeyi geride bırakarak bambaşka topraklara göç etmek zorunda kalmış 60 milyon insan...

Hiç kuşku yok bugün mülteci dendiğinde aklımıza hemen yaklaşık beş yıldan bu yana iç savaşın hız kesmeden devam ettiği Suriye'den göç eden 4 milyon insan geliyor. Bu sayının %75’ini kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Evlerini bırakıp başka bir şehre göç etmek zorunda kalan, diğer bir ifadeyle kendi yurtlarında mülteci konumuna düşen 7 milyondan fazla Suriyeliyi de göz önünde bulundurursak, savaştan önce 22 milyon nüfuslu ülkenin neredeyse yarısının zorunlu göçe maruz kaldığını söylemek mümkün. Bu durum Suriye'yi dünya çapındaki en büyük mülteci krizinin baş aktörü haline getiriyor.7

İç savaş ve açlık nedeniyle yurtlarını terk eden bir diğer halk da Somalililer. Çeşitli ülkelere dağılmış olan Somalili mültecilerin sayısı bir milyonu aşıyor. Savaştan kaçarak birçok ülkeye sığınmış olan Afganlı mültecilerin sayısı ise 2.4 milyon.

Myanmar'ın Arakan bölgesinde yaşarken gördükleri zulümden kaçan 1.5 milyon Rohingya Müslümanı Bangladeş’te açlık sınırında hayatta kalma mücadelesi veriyor. 240 binden fazla Rohingya Müslümanı da milyonlarca Suriyeli gibi kendi vatanında mülteci konumuna düşen bir topluluk. Ülkenin Tayland sınırında ise 120 bin mülteci bulunuyor. Pakistan, Suudi Arabistan, Malezya, Tayland ve bazı Avrupa ülkelerinde de yüz binlerce Rohingya, mülteci statüsünde yaşıyor.

Mülteci sorununun Suriye, Afganistan, Somali, Myanmar dışında Irak, Sudan, Yemen ve daha pek çok ülkede giderek arttığı biliniyor. Zulüm, baskı ve şiddet yüzünden sonu bilinmeyen bir yolculuğa çıkmak zorunda kalan milyonlarca insanın bir kısmı yollarda hayatını kaybederken, hedeflerine varan az bir kesim de hiç hak etmedikleri insanlık dışı muamelelerle karşılaşabiliyorlar. Dalgalarda boğuşurken botları mızrakla deliniyor, bebekler, küçük çocuklar gecenin karanlığında, soğuk sularda dehşet yaşıyorlar, minik bedenleri kıyılara vuruyor.

Ortadoğu'daki savaşlardan kaçmaya çalışan yüz binlerce mülteci, Akdeniz ve Ege Denizi üzerinden Avrupa'ya ulaşmaya çalışıyor. Ancak bu yolculuklar sırasında binlercesi hayatlarını kaybediyor. Resmi rakamlara göre 2015 yılında aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 3601 mülteci Akdeniz'de boğularak hayatını kaybetti. (http://missingmigrants.iom.int)

Gerçekte ise hayatını kaybedenlerin sayısı bu rakamların çok üzerinde.

Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, mülteci sorunu konusunda artık daha fazla sorumluluk almak durumunda. AB, kriz derinleşmeden önce denizde yakalanan mültecileri Avrupa Adalet Divanı’nın aldığı kararları hiçe sayarak Avrupa Birliği Sınır Güvenliği Birimi’nin (Frontex) yaptığı operasyonlarla Kuzey Libya gibi iç savaşın devam ettiği ülkelere geri gönderiyordu. AB bu dönemde Frontex operasyonları ile adeta etrafına yeni bir Berlin Duvarı inşa ederek, Birliği yüksek güvenlikli duvarlarla çevrili bir kaleye dönüştürmeyi amaçlayan bir politika izlemekteydi. Bugün gelinen noktada bütün bu önlemlerin bir işe yaramadığı ortaya çıkmış durumda. Yasal yollardan AB ülkelerine iltica etmeleri engellenen mültecilerin çok daha pahalıya mal olan, çoğunlukla da insan kaçakçılarının yardımıyla Akdeniz’i geçmeye çalışmaları sonucu trajedilerin yaşandığını ve bu durumun insani ve ahlaki bir krize dönüştüğünü görmekteyiz.8

Oysa dinleri, mezhepleri, kökenleri ne olursa olsun herhangi bir sebeple yeryüzünde zayıf düşmüş insanlara sahip çıkmak, onları korumak ve dünyadaki zulmün sona ermesi için gayret etmek bir insanlık görevidir. Tek yapılması gereken, ölüm korkusuyla yurtlarından çıkan ve güvenli bir barınak arayışında olan mazlum insanlara sevgi ve şefkatle kucak açmak, eldeki tüm imkanları onlarla paylaşmaktır. Başkalarının can güvenliği söz konusu olduğunda onların kurtuluşunu, onların rahatını kendi rahatından, kendi huzurundan evla görmek erdemli olmanın bir koşuludur. Dahası mültecilere sadece sınır kapılarını açmak değil, onları kendi evlerindeymiş gibi ağırlamak, rahat ettirmek de İslami ve ahlaki değerler çerçevesinde üzerimize düşen bir sorumluluktur.

Bu noktada hem devletlere, hem sivil toplum kuruluşlarına, hem de dünya medyasına büyük bir görev düşmektedir. Mülteci meselesine insani bir mesele olarak bakıldığında, ait oldukları vatandan, evlerinden, ailelerinden, mallarından, mülklerinden ayrılmak zorunda kalan bu zavallı insanlara sevgi ve şefkat temelli bir yaklaşım benimsendiğinde sorunun kökten çözüleceğine şüphe yoktur. Unutulmamalıdır ki sevgi tüm zorlukların çözümüdür. Dünyanın dört bir yanında yardımlaşma ve fedakarlığı diriltecek bir sevgi kampanyası başlatmak, mülteci sorununu çözmede en önemli adım olacaktır.

Gerçek şu ki yaşadığımız devir adaletsizliklere ve şiddete sessiz kalınacak, milyonlarca insan zulüm altındayken hiçbir şey yokmuş gibi davranılacak bir devir değildir. Mülteci konusu da hiçbir şekilde sessiz kalınmaması gereken bir konudur. Zulme rıza göstermenin zulüm olduğu gerçeğini unutmadan, vicdan sahibi herkes mazlum mülteci kardeşlerimizin kurtuluşu için üzerine düşen görevi yerine getirmelidir.

Sonuç

Burada çok az bir bölümüne yer verilen, dünyanın çeşitli yerlerinde süregelen bu acımasız uygulamalar vicdan sahibi her insanı harekete geçirecek boyutlardadır. Ancak buna rağmen kimi insanlar, böyle bir durum karşısında dahi duyarsız kalabilmekte, yaşananların kendilerini birinci dereceden ilgilendirmediğini düşünerek umursuz davranabilmektedirler. Bunun nedeni bu kimselerin Allah'ın rızasını gereği gibi gözetmemeleri, yine nefislerini memnun etme peşinde olmalarıdır. Bu düşünceyle hareket eden bir kişi yalnızca kendine yönelik olaylarla ilgilenir. Eğer yaşananlar, bu kişinin yakınında gerçekleşse belki daha duyarlı bir tavır gösterecektir. Ama yine de tüm kaygısı kendi menfaatleri çerçevesinde sınırlı kalacaktır. örneğin ticaret yaptığı ülkede iç savaş çıktığını öğrendiğinde asıl kaygısı oradan kazanacağı paranın akıbetinin ne olacağıdır. O ülkede katledilen insanları, zulme uğrayarak öldürülen çocukları, insanların yaşadıkları korku ve sıkıntıları ise gereği gibi düşünmeyecektir.

"Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın'' sözüyle ifade edilen hatalı bakış açısı, bu gibi kimselerin tavırlarını yönlendiren ana mantıktır. Oysa böyle bir durumda, vicdanı duyarsızlaşan bu kişinin, yalnızca birkaç dakika için bile olsa kendisini bu insanların yerine koyması vicdanını açması için yeterlidir. Suçsuz insanların acımasızca katledildikleri, açlıktan ve dayanılmaz bir yoksulluktan dolayı zavallı insanların zorlukla ayakta durabildikleri bir ortamda kendisi de yaşam mücadelesi veriyor olsa, aynı umursuzluğu ve bencilliği gösteremeyeceği açıktır.

Burada vurgulanması gereken bir diğer önemli husus ise dünya üzerindeki bu köklü sorunların Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen "ahir zaman" adı verilen kıyamet öncesi döneme de işaret etmesidir. Ahir zaman Kuran ahlakının gereği gibi yaşanmadığı, insanların bir kısmının din ahlakının öneminden habersiz, gafil bir yaşam sürdükleri bir dönemdir. İşte böyle bir dönemde her Müslüman için fedakarane bir ahlak göstermek, malıyla ve canıyla kendini ortaya koymak çok daha fazla önem kazanır. Peygamberimiz (sav) bu hadislerde, ahir zamanda fitnelerin çoğalacağını, Müslümanların baskı ve zulüm göreceğini, katliamların yaşanacağını, masum insanların öldürüleceğini, fakirliğin ve açlığın artacağını bildirmektedir. Bu hadislerden bazıları şöyledir:

Burada vurgulanması gereken bir diğer önemli husus ise dünya üzerindeki bu köklü sorunların Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen "ahir zaman" adı verilen kıyamet öncesi döneme de işaret etmesidir. Ahir zaman Kuran ahlakının gereği gibi yaşanmadığı, insanların bir kısmının din ahlakının öneminden habersiz, gafil bir yaşam sürdükleri bir dönemdir. İşte böyle bir dönemde her Müslüman için fedakarane bir ahlak göstermek, malıyla ve canıyla kendini ortaya koymak çok daha fazla önem kazanır. Peygamberimiz (sav) bu hadislerde, ahir zamanda fitnelerin çoğalacağını, Müslümanların baskı ve zulüm göreceğini, katliamların yaşanacağını, masum insanların öldürüleceğini, fakirliğin ve açlığın artacağını bildirmektedir. Bu hadislerden bazıları şöyledir:

"Ahir zamanda ümmetimin başına sultanlarından şiddetli belalar gelir, öyle ki yerler Müslümanlara dar gelir."9

"Kıyametin hemen yakınında anarşi ve kargaşa günleri vardır."10

"Dünya herc-ü merc içinde kaldığında, fitneler zuhur ettiğinde, yollar kesildiğinde, bazıları bazılarına hücum ettiğinde"11

"... yaygın katliamların vuku bulacağı büyük bir fitne görülecektir."12

"Şu hadiseler meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır: Ölümler ve katliamlar yaygın hale gelecek."13

"Mağrib'de (batıda) karışıklıklar, fitneler ve korku olacak... Fitneler çoğalacak."14

"Fakirler çoğalacak."15

"Açlık ve hayat pahalılığı alabildiğine yayılacak."16

"Masum insanlar katloluncaya kadar... ve katliamlara yerde ve göktekiler, artık tahammül edemez bir hale geldiğinde..."17

"Kıyamet yaklaştığı zaman ve müminlerin kalbi; ölüm, açlık, fitneler, sünnetlerin kaybolması, bid'atlerin ortaya çıkması, emri bil maruf ve nehyi anıl münker (iyiliği emredip kötülükten menetme) imkanlarının kaybolması gibi sebeplerle zayıfladığı zaman ...."18

Peygamber Efendimiz (sav)'in haber verdiği bu olayların yoğun şekilde yaşandığı bir dönemde, müminin üzerine düşen sorumluluk da aynı şekilde büyük önem kazanmaktadır. Anarşinin, kargaşanın ve zulmün sona erdirilmesi için insanları teşvik etmek, onlara doğru yolu göstermek, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, açlık ve sefalet içerisindeki muhtaç insanlara, kimsesiz çocuklara, yaşlılara yardım etmek müminlerin sorumluluğudur. Allah'ın rızasını kazanmayı hedefleyen bir kimse, sadece kendi ahlakını güzelleştirmekle ya da kendi sıkıntılarına çözüm bulmakla yetinmemeli, aynı zamanda çevresinde bulunan ihtiyaç içerisindeki kimselerin sorunlarının çözümünü de üstlenmelidir. Elbette ki bu durum, insanların sevdikleri şeylerden feragat etmelerini, kendi imkanlarından, rahatlarından fedakarlıkta bulunmalarını gerektirebilir. Ama Allah'ın rızasını kazanacağını ummak, samimi bir müminin tüm bu sorumlulukları en iyi şekilde üstlenmesi ve fedakarlığa talip olması için yeterli olmalıdır.

Rabbimiz, "Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz?" (Nisa Suresi, 75) ayetiyle müminleri ihtiyaç içindeki insanlara destek olmakla yükümlü kılmıştır. Elbette ki dünyanın çeşitli yerlerinde, insanların yaşadıkları bu sorunları çözüme kavuşturmak için çeşitli kurumlar çalışmaktadır. Ancak bu kuruluşlar ne kadar olumlu çalışmalarda bulunsalar da, sorunlara gerçek anlamda çözüm getirememekte, yüzeysel çözümlerle sınırlı kalmaktadırlar.

Oysa tüm insanlığı ilgilendiren bu gibi durumlarda günlük, haftalık ya da aylık çözümler değil, kati ve kalıcı çözümlere ihtiyaç vardır. En kesin çözüm ise, tüm insanlar arasında güzel ahlakın hakim olmasıdır. Kuran ahlakı insanlara vicdanlı davranmayı, hoşgörülü ve barışçı olmayı, uzlaşmayı emreder. İnsanlar arasında adaletle hükmetmeyi, haktan yana olmayı, insanların haklarına haksızlıkla el uzatmamayı gerektirir. Masum insanların, yaşlıların, kadınların, çocukların, yolda kalmışların, ihtiyaç içinde olanların haklarını korumayı emreder. Dolayısıyla Kuran ahlakı dünyadaki tüm adaletsizliklerin, terörün, kargaşanın, katliamların, yaşanan acı ve sefaletin kesin çözümüdür.

Allah, "Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz."(Nahl Suresi, 97) ayetiyle bizlere bu sırrı vermiştir. Güzel bir hayat, gerçek huzur, güvenlik ve barış ancak İslam ahlakının tam anlamıyla yaşanmasıyla mümkün olabilir. Dolayısıyla insanların büyük çoğunluğunun bu gerçekleri kavradığı bir dünyada yeryüzündeki acılar, sıkıntılar, katliamlar, belalar, adaletsizlikler, yoksulluklar yok olacak, bunların yerine barış, huzur, zenginlik, ferahlık, bolluk bereket yerleşik kılınacaktır.

Güzel ahlakın hakim olmasıyla birlikte, insanlar arasında adalet, hoşgörü, fedakarlık, şefkat, merhamet gibi özellikler yaygınlaşacak; kimse kimsenin hakkını yemeyecek, kendisi ihtiyaç içinde bile olsa yiyeceğini yoksula yedirecek, yardıma muhtaç insanların sorunlarını kendi sorunuymuş gibi sahiplenecek ve elinden gelen tüm imkanları başkalarının rahatı için seferber edecektir. Vicdanlı insanların sayısı arttıkça barış ve huzur dolu bir dünyaya bir adım daha yaklaşılmış olacaktır.

Kuran'ın "İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı..." (Rum Suresi, 41) ayetiyle bildirildiği gibi, dünyadaki tüm kötülüklerin ortaya çıkmasına insanların kendi savundukları zalim sistemler sebep olmuştur. Bu nedenle tüm bunları iyiliklere dönüştürmek de yine insanın sorumluluğundadır. Kuran'da emredilen ahlaki özellikler yaşandığı takdirde dünya üzerindeki her türlü fesat kolaylıkla ortadan kaldırılabilecektir. Allah, Kuran ayetleriyle böyle bir durum karşısında "içinde bulundukları refahın peşine düşen" insanların zulmedenler olduklarını bildirmiş, fazilet ve vicdan sahibi insanlara fedakarlığı, sorumluluk üstlenmeyi ve bu yönde çaba harcamayı emretmiştir:

Sizden önceki nesillerden onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi? Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar, suçlu-günahkarlardı. (Hud Suresi, 116)

Allah, kendi refahlarının peşine düşen insanları gösterdikleri bu ahlak nedeniyle uyarmaktadır. Vicdan ve fazilet sahibi Allah'tan korkan kimselerin, insanların yaşadıkları bu sıkıntıları görüp daha sonra göz ardı etmeleri sadece kendi tasalarının peşine düşmeleri, küçük dünya menfaatleri uğruna Kuran ahlakının gereği olan bu sorumluluklarını bir kenara bırakabilmeleri mümkün değildir. Allah, ne yapması gerektiğini çok iyi bildiği halde, zor gördüğü ve başkalarına bıraktığı için sorumluluktan kaçan bir kimseyi yaptıklarından dolayı ahirette sorumlu tutabilir.

Böyle bir durumda kişinin yalnızca kendisinden değil, diğer Müslümanları da birlik olup, güzel ahlakın tüm yeryüzüne yayılması, zulümlerin ve karışıklığın sona ermesi için çaba harcamaya çağırması, onları da teşvik edip harekete geçirmesi gerekir. Allah bu konuyu "... Müminleri hazırlayıp-teşvik et..." (Nisa Suresi, 84) ayetiyle insanlara bildirmiştir.

Dipnotlar

3- (http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26868411.asp)

4-(http://www.aljazeera.com.tr/interaktif/66-yillik-felaket)

5- (http://www.aa.com.tr/tr/dunya/353796--26-afrika-ulkesi-gida-yardimina-muhtac)

6- Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Küresel Eğilimler Raporu, Basın açıklaması 18 Haziran 2015, http://www.unhcr.org.tr/?content=640

7- Updated Overview: 2015 Syria Response Plan and 2015-2016 Regional Refugee and Resilience Plan, Kuwait 31 March 2015, Sayfa 2

8- Türkiye, Almanya ve Ab Üçgeninde Mülteci Krizi, SETA Yayınları, Enes Bayraklı, Kazım Keskin, Kasım 2015, Sayı 143, Sayfa 9

9- Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 12

10- Suyuti, Cami'üs Sagir, 3/211; Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2/492; Al-Muttaqi al-Hindi, Muntakhab Kanzul Ummaal

11- Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s.454

12- El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 37

13- Camiü's-Sagir, 3:211, Müsned, 2:492, 4:391, 392

14- Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, s.440

15- Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 455

16- Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 440

17- El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 37

18- Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 66

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER
  • Giriş
  • Bölüm 1: Kuran Ahlakında Fedakarlığın önemi (1/3)
  • Bölüm 1: Kuran Ahlakında Fedakarlığın önemi (2/3)
  • Bölüm 1: Kuran Ahlakında Fedakarlığın önemi (3/3)
  • Bölüm 2: Günümüzde Müslümanlar Neden Fedakar Olmalıdırlar?
  • Bölüm 3: Sorunlarını Bahane Ederek Fedakarlıktan Kaçanlar (1/2)
  • Bölüm 3: Sorunlarını Bahane Ederek Fedakarlıktan Kaçanlar (2/2)
  • Bölüm 4: Müslümanlar Zorlukları Tesanüd ve Fedakarlıkla Yenerler (1/2)
  • Bölüm 4: Müslümanlar Zorlukları Tesanüd ve Fedakarlıkla Yenerler (2/2)
  • Sonuç