Kuran Ahlakı Bölüm 36-40

36. Vicdan ve Ruh

Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. (Fecr Suresi, 27-28)

Kuran'da bildirildiğine göre, nefsin iki ayrı yönü olduğunu, bir kısmının "heva"dan, yani Allah'ın yolundan alıkoyan bencil tutku ve hırslardan oluştuğunu biliyoruz. Nefsin öteki kısmı ise, insanı Allah'a ve Kuran ahlakının doğrularına yöneltir, nefsin içindeki "fücur"dan sakınmasını sağlar. Nefsin bu kısmı, vicdandır. Secde Suresi'nde Allah'ın insana Kendi ruhundan "üflediği" şöyle haber verilir:

Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi... (Secde Suresi, 7-9)

İşte insanın sahip olduğu tüm güzel vasıflar, Allah'ın kendisine üflemiş olduğu "ruhtan" kaynaklanmaktadır. İnsan, eğer nefsin istek ve tutkularına göre değil de vicdanını kullanarak hareket ederse Allah'ın beğendiği sıfatları üstünde taşımaya başlar. Allah sonsuz merhametlidir; dolayısıyla O'na teslim olan bir mümin de merhamet sahibidir. Allah sonsuz akıl sahibidir; O'na kulluk eden bir mümin de üstün bir akla sahip olur. İnsan Allah'a ne kadar yakınlaşır, O'na ne kadar teslim olursa, Rabbimiz'in ahlakıyla daha çok ahlaklanır ve "yaratılmışların en hayırlısı" (Beyyine Suresi, 7) olur.

Daha önce de belirttiğimiz gibi nefsin içinde, insanı daima kötülüğe çağıran hevaya karşın, onu daima iyiliğe çağıran bir vicdan da vardır. Dolayısıyla insan, içinde, kendisini sürekli olarak doğruya çağıran şaşmaz bir pusulaya sahiptir.

Şems Suresi'nde haber verildiği üzere, Allah insana "nefsinin fücurundan sakınmayı" ilham etmektedir. Bu ilham, vicdandır. Dolayısıyla vicdan, bir anlamda Allah'ın sesidir. İnsan sürekli olarak bu sese kulak verdiği ve Kuran'da gösterilen temel prensipleri tam olarak özümsediği takdirde, sürekli olarak doğru yolda ilerleyecektir. Zaten Kuran'ın tüm hükümleri, insanın içindeki vicdanın gereklerine göre belirlenmiştir. Rum Suresi'ndeki iki ayette, bu konuda şöyle buyrulmaktadır:

Hayır, zulmedenler, hiçbir bilgiye dayanmaksızın kendi heva (istek ve tutku)larına uymuşlardır. Allah'ın saptırdığını kim hidayete erdirebilir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur. Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 29-30)

Ayetlere göre, inkar edenler nefislerinin fücuruna, yani hevalarına uyarak sapmışlardır. Buna karşın müminlerin yapması gereken, vicdanlarını kullanarak Allah'ın insanlara vahiy yoluyla ulaştırdığı Kuran ahlakına uymaktır.

Kuran'da bildirilen vicdanın günlük hayatta uygulanması, genelde yerleşik olan yanlış "vicdan" kavramından oldukça farklıdır. Bazı toplumlardaki vicdan anlayışı, yolda rastlanan bir fakire sadaka vermek ya da hayvanlara sevgi göstermek gibi son derece yüzeysel örneklerle sınırlıdır. Oysa müminin vicdanı, Kuran'ın tüm emirlerinin ve tavsiyelerinin yerine getirilmesini gerektirir. Hatta Kuran'da genel olarak bildirilen pek çok tavır, akıl yoluyla bulunur ve vicdan yoluyla uygulanır.

Örneğin Allah Kuran'da müminlere mütevazi olmalarını emretmektedir. Ancak bu tevazunun nasıl uygulanacağını, hareketlere nasıl yansıtılacağını mümin aklıyla bulur. Aklıyla bulduğu bu tavırları uygulamasını sağlayan güç ise, vicdandır.

Mümin günlük hayatta sürekli olarak birkaç seçenek arasında seçim yapmak durumunda kalır. Karşılaştığı seçenekler içinde, Allah'ın rızasına en uygun olduğunu düşündüğünü seçmekle yükümlüdür. Bu seçimi yaparken Kuran'ın hükümleri doğrultusunda hareket etmeli ve vicdanının hakemliğine başvurmalıdır. Çoğunlukla, muhatap olduğu seçenekler karşısında vicdanı ilk olarak devreye girer ve hangi seçeneğin Allah'ın rızasına daha uygun olacağını ona söyler. Ancak ikinci aşamada hevası da devreye girecek ve onu diğer alternatiflere yöneltmeye çalışacaktır. Bunun için de genellikle insana mazeretler fısıldar. Kuran'da nefsin öne sürdüğü bu "mazeret"lere sık sık dikkat çekilmektedir.

Mümin, nefsinin fısıldadığı tüm mazeret ve bahanelere kulaklarını tıkamalı ve vicdanının kendisine gösterdiği ilk doğruyu uygulamalıdır. Kuran'da müminlerin vicdanına dair verilen örnekler, insanı bu konuda düşünmeye yöneltmelidir. Bir ayette, Peygamberimiz (sav) döneminde savaşa çıkamadıkları için gözlerinden yaşlar süzülen müminlerden şöyle söz edilir:

Allah'a ve elçisine karşı 'içten bağlı kalıp hayra çağıranlar' oldukları sürece, güçsüz-zayıflara, hastalara ve infak etmek için bir şey bulamayanlara bir sorumluluk (günah) yoktur. İyilik edenlerin aleyhinde de bir yol yoktur. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Bir de (savaşa katılabilecekleri bir bineğe) bindirmen için sana her gelişlerinde "Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum" dediğin ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dönenler üzerinde de (sorumluluk) yoktur. (Tevbe Suresi, 91-92)

Peygamber Efendimiz (sav)'in yaşadığı dönem düşünüldüğünde savaşa çıkmanın görünüşte, son derece tehlikeli olduğu hatırlanacaktır. Ancak buna karşın müminler Allah yolunda savaşmak için büyük bir istek duymaktadırlar. Sahabeler ölüme ya da yaralanmaya gittiklerini bilerek savaşmak istemektedirler. Bu ayetlerde haber verilen davranışlar, Kuran'da kastedilen vicdanın örneklerindendir.

37. Kardeşlik ve Beraberlik

Önem taşıyan bir diğer mümin vasfı da, tesanüd (kardeşlik, dayanışma, birliktelik)tür. Kuran'da hükmedildiği üzere, tüm müminler birbirlerinin kardeşidirler. Aynı yola başkoymuş, aynı kitaba tabi olmuş, aynı hedefe sahip, aynı duyguları taşıyan insanlardır. Dolayısıyla aralarında büyük bir sevgi ve dayanışma bulunur. Allah, bu durumu şöyle tarif etmektedir:

Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever. (Saff Suresi, 4)

Üstteki ayette tarif edilen tesanüd ruhu içinde Allah yolunda bulunmak kesin bir emirdir. Başka bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. ve Allah'ın sizin üzenizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. (Al-i İmran Suresi, 103)

Müminler güzel ahlaklıdırlar, mütevazidirler, sevgi ve saygı doludurlar. Bu yüzden de tesanüd müminler arasında doğal bir şekilde oluşur. Ancak bu konuda yine de dikkat edilmesi gereken yönler vardır. Çünkü müminlerin yapabileceği bazı hatalar, bu tesanüdün zedelenmesine ve müminlerin arasında bir anlık da olsa soğukluk yaşanmasına neden olabilir.

Bu yanlış hareketlerin nedeni, müminlerin davranışlarını gaflet anlarında kontrol altına alan nefstir. Mümin fedakar, hoşgörülü ve sıcaktır ama herkeste nefs bulunur ve insan dikkat etmezse bazen kontrolü nefs eline alır. Kıskanç, bencil ve hırslı olan nefsin kontrolü eline alması ise, bu kötü hislerin mümine etki etmesi demektir. İşte bu yüzden Allah Kuran'da, müminleri tesanüd konusunda son derece dikkatli olmaları için uyarmaktadır. Madem şeytanın insandaki tezahürü olan nefs, insanı yanıltabilmektedir, öyleyse karşıdaki müminin nefsini harekete geçirecek bir üslup kesinlikle kullanılmamalıdır. Nitekim Allah bir ayetinde şöyle emretmektedir:

Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53)

Ayette bildirilen gerçek son derece önemlidir. Birincisi, müminlerin birbirlerine karşı sürekli olan en güzel hitap şeklini (yalnızca güzel değil, "en güzel") kullanmaları emredilmektedir. İkincisi, şeytanın bir özelliği açığa vurulmaktadır: Şeytan, insanların ve özellikle de müminlerin arasını bozmak için uğraşmaktadır.

Şeytanın ve nefsin müminlerin arasındaki tesanüdü bozmak için en çok başvurduğu yol, rekabet duygusudur. Eğer mümin gaflet halinde olursa, makam, mevki gibi konularda rekabet hissine kapılıp kardeşlerini geçmeye, kendini onlardan daha ön plana çıkarmaya çalışabilir. Aynı şekilde kendisinden daha ön plandaki bir kardeşine karşı kıskançlık hissedebilir. Aslında gaflet halinde yapılan bu hareket, gerçekte Allah'a isyan anlamına gelmektedir. Çünkü, "Yoksa onlar, Allah'ın Kendi fazlından insanlara verdiklerini mi kıskanıyorlar?.." (Nisa Suresi, 54) ayetine göre, insanlara verilmiş olan nimetler Allah'tandır ve bunları kıskanmak Allah'ın takdirine karşı gelmek anlamına gelir. Bu nedenle müminlerin kıskançlık gibi bir tavırdan kesinlikle uzak durmaları gerekmektedir. Bu hem Allah'ın rızasına muhalif bir harekettir hem de ayetin hükmüne göre, müminlerin gücünün azalmasına neden olur:

Allah'a ve Resûlüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)

Bu nedenle mümin, kesinlikle kardeşleri ile arasında bir çekişme, rekabet ortamı oluşmasına engel olmalıdır. Hem kendisi kıskançlık gibi çirkin bir duyguya kapılmamalı, hem de sahip olduğu özellikleri ön plana çıkartarak kardeşlerinin nefsindeki kıskançlık damarını tahrik etmemelidir. Olabildiğince mütevazi, alçak gönüllü olmak, rekabet tehlikesini yok eder. Kuran'da bu konuda verilen bir diğer kıstas ise, kardeşlerinin nefsini kendi nefsine üstün tutmak, yani her durumda fedakar davranmak ve bundan zevk almaktır. Kuran'da bu kıstas şöyle tarif edilir:

Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)

Kıskançlık, rekabet, darılma inananlar arasında birliğin ve kardeşliğin önündeki en önemli engellerdendir. Hırs sonucu müminler arasında doğabilecek herhangi bir rekabet, müminlerin birbirine olan sevgisini azaltır. Bu tür Kuran ahlakına uygun olmayan bir hareket, onların ruhlarına büyük zarar verir ve manevi yönden büyük bir gerilemeye yol açar.

Oysa inananlar için sonsuz bir sevap kaynağı mevcutken rekabet ve kıskançlıklarla vakit geçirmenin hiçbir anlamı yoktur. Eğer hedef Allah rızası olursa, herhangi bir rekabet olmaz. Sadece hayırlarda yarış olur. Çünkü herkes Allah rızası için hizmet edebilir, sevap toplayabilir. Bu nedenle müminler, birbirlerinin yardımcısı ve destekçisi olduklarını unutmamalı ve kardeşlerinin başarılarını kendi başarılarıymış gibi görebilmelidirler. Bu son derece önemlidir.

Kuran'da müminlerin arasındaki tesanüt ile ilgili çok sayıda ayet vardır. Bir ayette, müminlerin diğer müminlerle tesanüdlerinin artması için ettikleri bir dua şöyle haber verilir:

Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: "Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin." (Haşr Suresi, 10)

Müminlerin arasında bir çekişme ya da kırgınlık yaşanması, tüm fikri mücadeleye zarar verir. Böyle bir hareket, müminlerin gücünü azaltırken, inkarcıları da güçlendirir. Nitekim bir Kuran ayetinde, müminlerin birbirlerinin velileri (dost ve koruyucuları) olmadıkları takdirde, fitne çıkacağı şöyle haber verilmektedir:

İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)

Tesanütle ilgili açık hükümlerden bazıları şöyledir:

Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 105)

Sana savaş-ganimetlerini sorarlar. De ki: "Ganimetler Allah'ın ve Resûlündür. Buna göre, eğer mü'min iseniz Allah'tan korkup-sakının, aranızı düzeltin ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin." (Enfal Suresi, 1)

Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiçbir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah'adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir. (Enam Suresi, 159)

Müminler diğer müminlere karşı son derece merhametli ve alçakgönüllü olmakla yükümlüdürler. Aksi bir tavır kesinlikle mümin tavrı değildir. Kibir, kıskançlık, çekememezlik müminlerin değil, inkarcıların özelliğidir. Bu nedenle bir mümin nefsi yüzünden böyle çirkin bir hataya düşmüş olsa bile hemen kendini toparlamalı, Allah'a sığınmalı ve gerçek mümin tavrını göstermelidir. Aksi bir davranış gösterdiğinde aşağıdaki ayetin hükmüne girmekten sakınmalıdır:

Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) Kendisi'nin onları sevdiği, onların da Kendisi'ni sevdiği müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu' Allah yolunda cehd eden (çaba harcayan) ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Maide Suresi, 54)

“Müslümanlar Birlik Olmalı ve Şeytanın Oyununa Gelmemeli”
ADNAN OKTAR: Şeytani unsurlar, Müslümanları birbirlerine düşürmek için kuşku, vesvese verebilirler. Karakterli, kişilikli bir Müslüman asla bir oyuna gelmez... “Ben, Müslüman kardeşimin aleyhinde laf söyletmem” diyecek. Kim olursa olsun. “Ben gözümle gördüğüme inanırım, kulağımla işittiğime inanırım, sen kendi işin ile meşgul ol” diyecek. Çünkü kökeninde hasetlik olabilir, kıskançlık olabilir, psikopat olabilir. Şahsiyetli bir insan karaktersiz bir insanın, Allah’tan korkmayan bir insanın yönlendirmesi ile hareket edemez. Şahsiyetli olacak diyorum, inşaAllah. Bak, “Bu durumda, siz onu, iftirayı dillerinizle aktardınız.” Dilinle aktarmak, mesela bu da suçtur. İftira aktarılmaz. “Hakkında bilginiz olmayan şeyi...” hakkında bilgisi nasıl olur bir insanın?

Gözü görür, kulağı ile işitir değil mi? O bilgidir. “Bilginiz olmayan şeyi, ağzınızla söylediniz.” Olmadığı halde, “böyleymiş” diyor. Neye göre? “Öyle duydum” diyor. O da der ki, “ben de seninle ilgili, ben de böyle duydum” diyecek. Bu ne olur? Karşılıklıdır bu yani. İnsan isterse diyebilir, o da ondan şüphelenebilir. “Bunu kolay sandınız.” diyor Allah. Bak, Allah tel’in ediyor, kolay değil. “Oysa Allah Katında, bu çok büyük bir suçtur.” diyor Allah. Çok büyük bir suç. Bakın, Allah şimdi diyor ki: “Onu işittiğiniz zaman...” şeytandan Allah’a sığınırım, “... bu konuda söz söylemek, bize yakışmaz.” Böyle iftiralar, böyle çirkin sözler bize yakışmaz. “Allah’ım, Sen Yücesin, bu büyük bir iftiradır.” Ahlaksızlıktır, “... demeniz gerekmez miydi?” diyor Allah. Kuran’ın emri bu. “Eğer iman edenlerden iseniz” diyor tabii. İmansızsa istediğini söyleyebilir, o ayrı. “Bunun gibisine, bir daha dönmemeniz için, Allah size öğüt vermektedir.” Bir daha dönmeyin böyle bir şeye, diyor Allah. “Allah, size ayetleri açıklıyor. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nur Suresi, 18) İslam’ın, Müslümanların güçsüz olmasının nedeni, ne Masonlardır ne ateist Siyonistlerdir, ne satanistlerdir, ne komünisterdir, ne şu, ne budur. Bizzat Müslümanların içine sokulan bu fitnedir. Müslümanları birbirine kırdırıyorlar. Sevgilerine engel koyuyorlar. Birbirlerine düşman tanıtıyorlar birbirlerini ve inanıyor buna Müslümanların çoğu. Burada bir anormallik var. Allah diyor; “kurşunla kaynatılmış binalar gibi, saf bağlayarak mücadele edenleri Allah sever” (Saff Suresi, 4). “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, Kuran’ın ipine, sarılın” (Al-i İmran Suresi, 103) diyor Allah “ayrılıp, dağılmayın ve mümin kardeşlerinizin arası bozulduğunda, aralarını düzeltin” (Hucurat Suresi, 10) diyor Allah, emrediyor. Bunu yapmadıkları için, şu an mesela soruyorsun birçok kişiye; “İslam ahlakının dünya hakimiyeti için gayret edelim mi?” diyorsun. “Kardeşim” diyor, “21. yüzyılda olacak iş mi, sen ne biçim konuşuyorsun” diyor. “Bırakın böyle şeyleri” diyor, “geçmiş bunlar” diyor. “1400 sene önce olmuş bunlar” diyor. “Peki” diyorsun, öbür kişiye gidiyorsun, “mümkün mü” diyorsun, “yani Mehdi (a.s.) çıkacak mı, İsa (a.s.)?” “Yahu ne yapıyorsun sen kardeşim” diyor. “Hayal mi kuruyorsun sen” diyor. “Peki, komünizm olur? mu” diyorsun, “olur, niye olmasın” diyor. “Avrupa Birliği?”, “O da olur” diyor değil mi? “Mason dünya hakimiyeti olabiliyor mu?” diyorsun, “olmuş bile” diyor, “niye olmasın?” diyor.

Peki İslam ahlakı niye hakim olamıyor o zaman? Değil mi? Madem mason hakimiyeti ile bir avuç mason dünyaya hakim oluyorsa, bir avuç Müslüman niye dünyaya hakim olamıyor? Yani ne var bunun önünde engel? Masonlar, birbirlerini çok iyi koruyup kolluyorlar. Birbirine iftira atmaz, uğraşmaz, maddi, manevi desteklerler. Müslümanlarda bu olmadığı için, bak diyor Said Nursi, “çok az bir kuvvet” ile diyor, “deccal” diyor, “Müslümanların şikak ve nifakını” diyor, “kullanarak koskoca İslam alemini esir alır”, diyor. “Rivayetlerden anlaşılıyor” diyor, bak. “Şikak ve nifakını, fitnesini, yani birbirleri ile uğraşmasını, birbirleri ile dedikodu yapmasını, kuvvet alarak” diyor, “birini öbürüne kırdırarak, koskoca İslam alemini” diyor, “az bir kuvvet ile esir alır deccal” diyor, ahir zamanda... İlim ile, fen ile, sevgi ile ve muhabbet ile inşaAllah. Bu şikak ve nifakı ortadan kaldıracaktır. (Sayın Adnan Oktar’ın 17 Şubat 2010 tarihli Kocaeli TV röportajından)

38. Tartışmamak-Çekişmemek

Müminlerin inkarcılar karşısındaki başarılarının sırlarından biri, aralarındaki sıcak kardeşlik ve dayanışmadır. Kuran'da, "Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever" (Saff Suresi, 4) ayeti ile bu birlik ve dayanışmanın önemi vurgulanmaktadır.

Dolayısıyla bu birlik ve dayanışmayı zedeleyecek, müminlerin arasını açacak her türlü söz ya da davranıştan sakınmak gerekir. Nitekim Allah Kuran'da müminleri bu tehlikeye karşı şöyle uyarmıştır:

Allah'a ve Resulü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)

Salih bir mümin, böyle bir tartışma ve çekişmeye yer vermemek için azami dikkat göstermelidir. Daima diğer mümin kardeşlerini incitebilecek söz ve davranışlardan özenle kaçınmalı, aksine aradaki sevgi ve güveni daha da artıracak tavırlar sergilemelidir. Kuran'da bu konuda şöyle hüküm verilmektedir:

Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53)

Mümin bir başka mümin kardeşi ile farklı bir fikirde olduğu zaman, mümkün olduğunca alttan alıcı, mütevazi ve saygılı bir üslup kullanmalı ve böylece iki farklı fikrin meşru olan "istişare" boyutunda kalmasını ve asla "tartışma" boyutuna girmemesini sağlamalıdır. Diğer iki kardeşi arasında tatsız bir olay olduğunda ise, "Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz" (Hucurat Suresi, 10) ayetindeki hüküm uyarınca uygun bir üslupla kardeşlerinin arasını bulmalıdır. Unutulmamalıdır ki, müminler arasındaki en ufak bir sürtüşme, Allah'ın hoşnut olmayacağı bir tavırdır.

39. Kuran Okunurken Şeytandan Allah'a Sığınmak

Kuran, Allah'ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği İlahi kelamdır. Ancak burada çok önemli bir husus vardır. Kuran, müminlerin hidayetini artırırken, inkarcıların inkarını ortaya çıkarır. Bir ayette, Kuran'ın bu özelliği şöyle açıklanır:

Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Al-i İmran Suresi, 7)

Ayette de bildirildiği gibi müminler Kuran ayetlerini okumakla imanlarını ve Allah'a olan teslimiyetlerini artırırlar. Ancak inkarcılar aynı ayetleri okusalar da ayetlerdeki hikmetleri kavrayamazlar. Nitekim yukarıdaki ayette de bildirildiği gibi Kuran'ın bazı ayetleri, "kalplerinde kayma olanlar"ın sapıklığını ortaya çıkarmak gibi bir özellik de taşımaktadır. İşte bu nedenle, Allah, Kuran okumadan önce şeytanın etkisinden Allah'a sığınmayı emretmektedir. Allah ayette şöyle emreder:

... Kur'an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın. (Nahl Suresi, 98)

Allah'ın müminlere emrettiği bu ibadet, şeytanın varlığını ve faaliyetlerini hatırlatması açısından önemlidir. Gerçekten de şeytan, asla görevini terk etmez ve insanlara sağlarından, sollarından, önlerinden ve arkalarından yanaşarak onlara vesvese vermeye çalışır. Allah'ın doğru yoluna oturarak onları bu yoldan saptırmayı hedefler. Şeytanın bu faaliyetlerini ve taktiklerini Allah bize Kuran'da birçok ayette bildirmektedir. Dolayısıyla cennetten kınanmış ve kovulmuş olarak indirilen şeytanın hilelerinden, bunları bize Kuran aracılığıyla öğreten ve onlardan sakınma yollarını gösteren Allah'ın yol göstermesi sayesinde kurtuluruz. İbrahim Suresi 22. ayetinde de belirtildiği gibi, "Şeytanın inanan kullar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücü yoktur." Bunun sırrı, inanan kulların yol gösterici olarak Kuran'ı kabul etmesi ve "kovulmuş şeytan"dan Allah'a sığınarak onu okumasıdır.

“Şeytandan Allah’a Sığınmayı Hatırlatmak”
ADNAN OKTAR: Şeytandan Allah’a sığınırım. Bazı arkadaşlar diyor ki “niye şeytandan Allah’a sığınıyor?” diye sormuşlar. Kuran’da ayet var; “Kuran okunurken şeytandan Allah’a sığının” diyor Allah ayette. Şimdi birçok insan şeytandan Allah’a sığınmayı unutacağı için ben hatırlatıyorum ki, şeytandan Allah’a sığınsınlar diye. Sure başlarında “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” denir ve o şekilde başlanır, sure başlarında. Ama ayet okunurken normal akışında devam edersin. (Adnan Oktar'ın 6 Ocak 2010 tarihli Gaziantep Olay ve Samsun Aks TV röportajından)

40. İnce Düşünceli Olmak

Cahiliye toplumundaki insanların büyük bölümü kaba, düşüncesiz, vurdumduymaz bir karaktere sahiptirler. Bunun en büyük nedeni ise, inkarcıların temel vasıflarından biri olan bencilliktir. Herkes yalnızca kendi menfaatlerini düşünür. Diğer insanların düşünce ve duyguları ise ya ikinci plandadır ya da hiç dikkate alınmaz. Oysa gerçek bir mümin topluluğu tümüyle farklıdır. Çünkü müminlerin en önemli özelliklerinden biri, nefislerinin bencil tutkularından kurtulmalarıdır.

Nefsinin sonsuz isteklerini yenebilmiş olan mümin ise, diğer müminlere karşı fedakar ve ince düşünceli davranır. Kuran'da Peygamber Efendimiz (sav)'le birlikte Mekke'den göç eden muhacirler ile Medine'de onlara yardım eden müminler (Ensar) arasındaki bu fedakarlık şöyle anlatılır:

Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)

Görüldüğü gibi, Kuran ahlakı, müminlerin kendi haklarından da feragat ederek diğer mümin kardeşlerini kendilerinden üstün tutmalarını gerektirmektedir. Gerçek iman, gerçek teslimiyet ve gerçek kardeşlik budur.

Müminin diğer mümin kardeşlerini kendisinden üstün tutması, yalnızca ona daha çok maddi imkan sağlaması ile sınırlı değildir. Bu kardeşliğin ifade edildiği yerlerden biri de düşüncedir. Mümin, kardeşlerinin ihtiyaçlarını kendinden çok düşünmelidir.

Kaba ve düşüncesiz tavırlar, kişinin imanının olgunlaşmadığını gösterir. Yaptığı bir hareketin diğer müminleri nasıl etkileyeceğini hesaplamayan, yalnız kendi isteklerine göre, "aklına geldiği gibi" hareket eden bir insan, Allah'ın tarif ettiği mümin modelinden uzak demektir. Kuran'da ince düşüncenin ve düşüncesizliğin örnekleri üzerinde önemle durulur. Kuşkusuz, en önemlisi elçiye karşı ince düşünceli ve saygılı olmaktır. Allah bir ayetinde elçiye gösterilmesi gereken saygıyı şöyle haber vermektedir:

Ey iman edenler, Allah'ın Resulü'nün huzurunda öne geçmeyin ve Allah'tan sakının. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir. (Hucurat Suresi, 1)

İnce düşüncenin önemi, bir başka ayette ise şöyle bildirilir:

Ey iman edenler (rastgele) peygamberin evlerine girmeyin, (Bir başka iş için girmişseniz ille de) yemek vaktini beklemeyin. (Ama yemeğe) çağrıldığınız zaman girin, yemeği yiyince dağılın ve söze dalmayın. Gerçekten bu, peygambere eziyet vermekte ve o da sizden utanmaktadır; oysa Allah, hak(kı açıklamak)tan utanmaz. Onlardan (peygamberin eşlerinden) bir şey isteyeceğiniz zaman, perde arkasından isteyin. Bu, sizin kalpleriniz için de, onların kalpleri için de daha temizdir. Allah'ın Resulü'ne eziyet vermeniz ve ondan sonra eşlerini nikahlamanız size ebedi olarak (helal) olmaz. Çünkü böyle yapmanız, Allah Katında çok büyük (bir günah)tır. (Ahzab Suresi, 53)

Kuran ahlakıyla yetişmiş insanlar, son derece kaliteli, kibar, nezih ve ince düşüncelidirler. Kendi nefislerinden önce kardeşinin nefsini düşünen, ona duyduğu sevgiye rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yediren müminlerin doğal halleridir bu. İnce düşünceli olmak aynı zamanda cennettekilerin bir vasfıdır.

İnce düşünce örneklerini şartlara ve ortama göre çoğaltmak mümkündür. Bunların bazıları bir işle meşgul olan kardeşini rahatsız etmemek, eğer dua ediyorsa ortamın sessizliğini bozmamak, o istemeden ona hizmet etmek, rahat etmesini sağlamak, bir eksiği veya ihtiyacı olup olmadığını öğrenmek sayılabilir. Ama unutmamak gerekir ki, bu sayılanlar son derece genel bir anlatımdır. Her ortam ve şarta göre bu örnekler yüzlerce, binlerce olacak şekilde artırılabilir.

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER
  • Giriş
  • Kuran Ahlakı Bölüm 01-05
  • Kuran Ahlakı Bölüm 06-10
  • Kuran Ahlakı Bölüm 11-15
  • Kuran Ahlakı Bölüm 16-20
  • Kuran Ahlakı Bölüm 21-25
  • Kuran Ahlakı Bölüm 26-30
  • Kuran Ahlakı Bölüm 31-35
  • Kuran Ahlakı Bölüm 36-40
  • Kuran Ahlakı Bölüm 41-46
  • Ek Bölüm: Evrim Aldatmacası
  • Yaratılış Gerçeği 1/2
  • Yaratılış Gerçeği 2/2 (Fosiller Evrimi Yalanlıyor)