Negatifliklerini Ve Hoşnutsuzluklarını Kötülüğün Gizli Diliyle İfade Edenler

Kötülüğün sessiz dilini tüm insanlar arasında yaygınlaştırmaya çalışan şeytanın bu amaçla insanlara öğrettiği yöntemlerden bir diğeri de "negatiflik"tir. Negatiflik, temelde kişinin Allah'ın, -gizli ya da açık- yapılan her kötülüğü gördüğünü ve insanın ahirette tüm bunların karşılığını eksiksiz olarak alacağını unutmasından kaynaklanır. Bu şuur bulanıklığıyla ortaya çıkan negatif kişilik, gizli kötülüklerin en yoğun şekilde yaşandığı karakterlerden biridir. Şeytanın telkinleriyle negatif bir tavır içerisine giren bir kimse birbiri ardınca kötü ahlak özellikleri göstermeye başlar. Ancak tüm bunları, yine ispat edilmesinin mümkün olmadığını düşündüğü "kötülüğün sessiz dili"nin ardına sığınarak yapar.

Negatif bir ruh hali içinde olan bir kişinin aklında şeytanın etkisinden kaynaklanan çok fazla kuruntu, şüphe ve olumsuzluk vardır. Eğer şeytanın etkisinden kurtulmak isterse, elbette ki bu düşüncelerin her birine Kuran ile gereken cevabı vererek, negatif ruh halinden hemen sıyrılabilir. Ancak bu kuruntularla oyalanma halinde olduğundan, şeytanın baskısından kurtulmanın kolaylığını düşünmez. Söz konusu insanları negatif ruh haline iten sebepler ise, çoğu zaman gerçekle yakından uzaktan bağlantısı olmayan boş kuruntulardan ibarettir. Akla ve mantığa son derece uzak olan bu saçma düşünceler Kuran ile değerlendirilerek deşifre edildiğinde geçersizlikleri hemen ortaya çıkar ve şeytanın etkisi de hemen dağılır.

İnsanın aklına yer eden ve onu negatif ruh haline sürükleyen bu kuruntuların temelinde ise genellikle "hoşnutsuzluk" vardır. Nefis, Allah'ın yarattığı sayısız nimet ve güzelliğe rağmen onu hoşnutsuz olacak, karamsarlığa kapılacak, herşeyin olumsuzluklarını görecek bir ahlaka sürüklemeye çalışır. Böyle bir ahlak anlayışında ise kişi karşısına çıkan herhangi bir şeyden sebepsiz yere hoşnutsuzluk duyabilir; yaşadığı hayattan, içinde bulunduğu ortam ve şartlardan, çevresindeki insanların tavırlarından, karşılaştığı olaylardan, kendi ruh halinden, tavırlarından veya bunlar gibi daha pek çok konudan negatif bir ahlaka yönelebilir. Bazen de bu hoşnutsuzluğun sebebi, henüz yaşanmamış ve yaşanacağına dair hiçbir bilgilerinin olmadığı geleceğe yani gayba dayalı olaylardır. "Ya şöyle bir şey olursa" ya da "bunun sonucunda kesin böyle bir olay olacak" gibi tamamen karamsarlığa dayalı, ancak hiçbir gerçeklik payı olmayan olayları düşünerek hoşnutsuz olurlar.

Ancak bu düşüncelerin ve bunların ortaya çıkardığı tavırların hiçbiri Kuran ahlakına uygun değildir. Bu nedenle şeytan bu ruh halini imanları zayıf olan veya kalbinde hastalık olan insanlara yaşatmaya çalışır. Yaşanan hoşnutsuzlukların temeli kişinin çevresindeki insanlara dayalı olduğunda, şeytan bu negatif ruh halinin gizli bir dille ve ispatı mümkün olmayacak şekilde bu kimselere hissettirilmesini ister. Zira Kuran ahlakından uzak bir yaşam süren cahiliye toplumlarında bu dil, insanların birbirlerine gizli mesajlarla ne demek istediklerini ve birbirlerinden neler talep ettiklerini anlatmak için kullanılmaktadır. Şeytan bu ahlakı iman edenler arasında da yerleştirmek ve onların da imalı, nükteli ve mesaj içerikli birtakım gizli tavırlarla anlaşmalarını ister. Bu şekilde onları Kuran ahlakından uzaklaştırıp sinsiliğe ve kendi ahlakına yaklaştırabileceğini düşünür.

Şeytanın bu çağrılarına kulak asanlar ise bunun en büyük zararını yine kendileri görürler. Allah'ın rızasına ve Kuran'a uygun bir ahlak gösterilmediği sürece, sıkıntı ve huzursuzluk kişinin hayatından eksik olmaz. Yemek, içmek, uyumak, dinlenmek, nimetlerden zevk almak, dostluğun, sevginin tadını almak, neşeli, huzurlu, mutlu olmak bu insanlar için adeta imkansız hale gelir. Bunun yanı sıra yaşadıkları ruh halini ve hoşnutsuzluklarını açıkça dile getirip çözüm arayamamaları da bu kişileri büyük bir gerilime sürükler. Onlar böylesine bir zorluk ve gerilim içindeyken, karşılarındaki insanların hiçbir şeyden habersiz, rahat ve huzurlu olmaları ise bu gerilimi dayanılmaz boyutlara ulaştırır. Kimi zaman bu nedenle çevrelerindeki insanlara karşı gizliden bir öfkeye dahi kapılabilirler. Tüm bu kuruntularla içten içe kendilerini sürekli olarak doldurdukları için negatifliklerinin derecesi giderek daha da artar.

Bu kişilerin yaşadıkları negatif ruh hali, imanı tam olarak kavrayamamalarından ve Allah'a gereği gibi teslim olmamalarından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle "Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir." (Enam Suresi, 125) ayetiyle bildirildiği gibi, Allah bu kimselerin üzerine manevi bir kir çökertmekte ve onların kalbine dayanılmaz bir sıkıntı vermektedir.

İlerleyen satırlarda şeytanın kontrolüne giren insanların, kötülüğün gizli ve sessiz diliyle negatifliklerini hangi eylemlerle ortaya koyduklarını ve bunu hangi mantıklarla meşru gördüklerini anlatarak, şeytanın insanlara oynadığı bu oyunu deşifre edeceğiz.

Sessizlik ve suskunlukla yapılan gizli protesto yöntemleri

Şeytani düşüncelerin neden olduğu negatif kişiliğin özel bir ruh hali vardır. Suskunluk ise, bu ruh halindeki kimselerin en önemli silahlarından biridir. Çevrelerindeki olaylardan ya da insanlardan duydukları rahatsızlığı en iyi ifade etme şekillerinden birinin bu durgun ve sessiz halleri olduğunu düşünürler. Böylece çevrelerindeki insanların dikkatlerini kendi üzerlerine çekmek, onlara ortada olağan dışı bir şey olduğunu hissettirmek isterler. Asıl hedefleri ise içerisinde bulundukları durumun, onlardan kaynaklandığını düşünmelerini ve bunu telafi etmeye çalışmalarını sağlamaktır. Bu, Kuran ahlakından farklı bir yaşam süren insanlar arasında çok yaygın olarak uygulanan bir yöntemdir.

Kişiler birbirlerine bir şey anlatmak istedikleri zaman önce ortada tuhaf bir durum olduğunu hissedecekleri bir tavır içerisine girerler. Genellikle de bu kimselere "ne oldu, neyin var, canın bir şeye mi sıkıldı, nasıl yardımcı olabilirim?" gibi sorular sorularak bu ruh halinden kurtulmaları sağlanmaya çalışılır. Karşı taraf ise içerisinde bulunduğu ruh halinin bir gereği olarak, bu tür iyi niyetli sorulara da aynı tutuk tavır içerisinde karşılık verir. "Yok bir şey", "sana öyle gelmiş", "uykusuzum, yorgunum ondandır" gibi, kasıtlı olarak geçiştirici yanıtlar verirler. Bunun dışında ise mümkün olduğunca hiçbir konuda yorum yapmaz, konuşulan konulara katılmaz ve sessiz kalırlar. Arada sırada kısa cümlelerle söze girdiklerinde de soğuk ve resmi bir üslup kullanmaya özen gösterirler. Özel bir ses tonuyla "evet", "hayır" ya da "bilmiyorum" gibi kısa ve kestirme cevaplar verirler. Dikkatlerini çekmek istedikleri kişiler gelip kendileriyle ilgileninceye ve hatta istedikleri gibi üzerlerine düşünceye kadar bu protestolarını sürdürürler. Bunu elde ettiklerinde de yine bir süre daha ağırdan alır, bu durum kendi iradeleri dışında gelişiyor imajı verebilmek için, 'zamanla açılıyormuş' gibi bir tavır içerisine girerler.

Birkaç soru, biraz ilgi ve ihtimamın ardından yavaş yavaş ses tonlarını normale döndürür, ara ara konuşmalara katılır, ara ara zor da olsa neşelenebiliyormuş gibi yapar ve en sonunda da normal hallerine dönerler. Bu şekilde ağırdan almalarının nedeni, karşılarındaki insanlara bu olumsuz ruh halinin karşı tarafın hatalı tavırlarından kaynaklandığını ve dolayısıyla yine ancak onların tavırlarını değiştirmeleriyle değişebildiğini ispatlamış olmaktır.

Bazen de çevrelerindeki insanların dikkatlerini ve ilgilerini üzerlerine çekebilmiş olmaları da bu tavır bozukluklarının ortadan kalkması için yeterli olmaz. Şeytan bu kimseleri negatif bir ruh haline yöneltip suskunlaştırırken onları ne istediklerini tam olarak bilmez bir tavır içerisine sokar. Bu durumda ilgi gösterilse de, gösterilmese de tavırlarını değiştirmezler. Söz konusu kişi bir kez şeytana uymuş ve böyle olumsuz ve protesto eden bir kişilik sergilemeye başlamıştır ve aslında bundan istediği anda kurtulabilecek bir iradeye de sahiptir; çünkü bunu kendi isteğiyle kasıtlı olarak yapmaktadır. Ancak mevcut ruh halinin ne ile çözüleceği belli değildir; eğer bir anda bu samimiyetsiz tavırdan vazgeçip aklı başında bir kişilik gösterecek, canlı, konuşkan olacak olursa, bu onun diğer tavırlarını kasıtlı olarak yaptığını kesin olarak ortaya çıkaracaktır. İşte başında şeytana uyarken bu detayı göz ardı ettikleri için, daha sonra bu durumdan kurtulmak istedikleri halde, samimiyetsizliklerinin deşifre olmaması için sessiz protestolarını sürdürmeyi tercih ederler. Şeytan da bu durumdan yararlanır ve sözde kurtarmak adına onları başka gizli kötülüklerin içine sürükler.

Böyle bir durumda en büyük zararı ise yine şeytana kulak veren insanların kendileri görürler. Yaşadıkları olumsuz ruh hali nedeniyle mutsuz ve huzursuz olur, sürekli olarak birtakım hesaplar peşinde koşmalarından dolayı içlerinden geldiği gibi davranamazlar. Vicdanlarının sesini bile bile dinlemedikleri için, bir süre sonra artık doğru yolu göremeyecek, yaşadıkları zorluklara çözüm bulamayacak hale gelirler. Allah, şeytanın telkinlerine kapılan ve bunda direnen kimselerin anlayışlarını kapatır ve onları kendi samimiyetsizlikleri içinde debelenip duran aciz kimseler haline getirir. Bunun ardından, önceleri kasıtlı olarak protesto amacıyla yaptıkları suskun, içine kapalı ve durgun hallerini asıl kişilikleri haline getirirler. Şeytanın verdiği azap ile akılları durgunlaşan ve dilsizleşen bu insanların hem aklen hem de fiziksel olarak güçleri kırılır. Kuran ayetlerinde verilen örnekler bu gibi insanların ruh hallerine şöyle dikkat çekmektedir:

Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve herşeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi? (Nahl Suresi, 76)

Bir başka Kuran ayetinde ise "Gerçek şu ki, Allah Katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir." (Enfal Suresi, 22) sözleriyle, bu kimselerin durumuna dikkat çekilmektedir. Kuran ahlakında ise böyle sessiz bir dilin, imalı hareketlerin, şeytanın etkisiyle yapılan negatif tavırların yeri yoktur. Müminlerin her konudaki ölçüsü Kuran'dır. Ortada yanlış bir şey varsa Kuran ahlakının gereği, bunun akıllı bir üslupla, sözün en güzeliyle açıkça söylenmesidir. Ayrıca iman edenler vicdanlarının sesini esas aldıkları için, Kuran'a uygun her hatırlatmadan öğüt alıp buna daha güzeliyle karşılık vereceklerdir.

Gözlerde gizlenen hainlik ve yüzdeki karanlık ifade

Gözler, bir insanın ruhunda yaşadığı tüm duyguları yansıtan önemli bir samimiyet ölçüsüdür. İman eden kimseler gözlerinin bu özelliğini en hayırlı şekilde kullanır, sözleriyle ve tavırlarıyla olduğu kadar gözleriyle de güzel ahlaklarını ortaya koyarlar. Dolayısıyla yüzlerinde son derece aydınlık, nurlu ve temiz bir ifade hakimdir. Bakışlarından Allah'a derin bir teslimiyetle bağlı oldukları, dürüst, güvenilir, samimi, akıllı, vicdanlı ve huzurlu kimseler oldukları anlaşılır.

Şeytanın etkisi altına giren kimselerin yüzlerinde ise bu özellikleri görebilmek genellikle mümkün olmaz. Şeytanın kendilerine telkin ettiği negatif ruh hali nedeniyle yüzlerinde huzur ve güvenlik ifadesinden eser yoktur. Aksine kalplerindeki olumsuz düşüncelerin yüzlerine yansımasından dolayı karanlık, ne düşündüğü belli olmayan, anlaşılmaz bir ifadeleri vardır. Her ne kadar yaşadıkları şeytani ruh haline dair hiçbir delil vermediklerini düşünseler de, aslında yüzlerinin bu hali, hayırlı ve iyi düşünceler içinde olmadıklarının bir delilidir. Bu yüzün ardında daha nelerin gizlendiğinin bilinememesi ise tedirgin edicidir.

Elbette ki söz konusu kişiler de yüzlerinde oluşan bu negatif etkinin, karanlık ve zilletin farkındadırlar. Belki bir olaydan, belki bir kişinin tavırlarından belki de hiçbir gerçeklik payı olmayan, tamamen kafalarında kurdukları düşünceleri samimiyetsizce yorumlamalarından dolayı bu negatif ruh haline girmişlerdir. Ve bu hoşnutsuzluklarını da gizliden gizliye çevrelerindekilere anlatabilmek için bu şeytani metodu kullanmaktadırlar. Allah Kuran'da yaptıkları kötülükler nedeniyle vicdanları kararan insanların yüzlerini bir zillet bürüdüğünü bildirmektedir:

Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 27)

Yüzleri adeta bir gece kadar karanlık olan bu insanların bakışları normal değildir. Gözlerinde rahat, huzurlu ve mutmain bir ifadeye rastlamak çok zordur. Yoğun olarak negatif bir ruh hali içinde olduklarından tedirginlikleri ve tevekkülsüzlükleri gözlerine yansır; bu gerilim gözlerinde fiziksel anlamda da bir kasılma oluşturabilir. Gözler olabildiğince küçülür ve donuklaşır. Zihinleri nasıl şeytanın etkisinde ise aynı şekilde gözleri de yoğun olarak şeytanın etkisi altındadır. Yoksa bir insanın gözleri ortada hiçbir şey yokken sebepsiz yere böyle bir hal almaz; mat ve anlamsız bakışlarla bakmaz. Samimi, dürüst normal bir insanın gözü açık, canlı ve parlaktır. Yaşadığı olaylar doğrultusunda gözünde çeşit çeşit insani anlamlar oluşur. Böyle bir insanın gözlerine rahat bakılabilir ve bağlantı kurulabilir. Şeytanın etkisinde olan insanların gözlerine bakmak ise son derece zor ve yorucudur. Bu kişi ile aynı ortamda bulunulduğu sürece üzerindeki negatif etki, orada bulunan diğer tüm insanları huzursuz eder.

Bu noktada şunu da belirtmek gerekir ki, elbette bu bakış bozukluğunu düzeltebilmek tamamen kişinin kendi iradesinde olan bir durumdur. Kalbindeki kuruntuları, şeytandan gelen kötü düşünceleri bir kenara atıp yerine Kuran ahlakına uygun hayırlı düşünceler koyduğu zaman, yüzü de bakışları da Allah'ın izniyle aydınlanacak ve güzelleşecektir. Hatta güzel ahlakı ve Rabbimiz'e olan teslimiyeti doğrultusunda yüzündeki nur, bakışlarındaki anlam da giderek derinleşecektir. Ancak söz konusu kişiler bu bakışları belirli hedefler doğrultusunda kasıtlı olarak yaptıkları için bu durumu ortadan kaldıracak bir çaba harcamaktan da kasıtlı olarak kaçınırlar.

Allah insanları tanımada ve teşhis etmede bakışların önemine Kuran'ın pek çok ayetinde işaret etmiş; "Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın..." (Muhammed Suresi, 30) ayetiyle yüz ifadelerinin münafıkları tanıtan önemli bir özellik olduğunu belirtmiştir.

Allah Kuran'da Peygamberimiz (sav) döneminde yaşayan bir grup samimiyetsiz insanın bakışlarından da örnekler vermiştir. Bir ayette, Peygamber Efendimiz (sav)'e olan bakışlarındaki bozukluğun şiddetini "O inkar edenler, zikri (Kuran'ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi..." (Kalem Suresi, 51) şeklinde bildirmiştir.

Oysa ne şekilde bakarsa baksın her insanın unutmaması gereken önemli bir gerçek vardır; Allah kendisini her an görmektedir. Kuran'ın "Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır." (Enam Suresi, 103) ayetiyle Allah bu durumu insanlara bildirmiştir. Bir başka ayette ise "(Allah,) Gözlerin hainliklerini ve göğüslerin sakladıklarını bilir." (Mümin Suresi, 19) hükmüyle haince bakan gözlere, bu kişilerin kalplerinde sakladıklarına dikkat çekilmiştir.

Şeytanın etkisine kapılarak, bazı kötü ahlak özelliklerini kalplerinde gizlice yaşatan bu insanların göz ardı etmemesi gereken çok önemli bir konu daha vardır. Bu kimseler gerçek niyetlerini tavırlarında belki açıkça göstermiyor ve kötü ahlak özellikleri içeren davranışlardan titizlikle sakınıyor olabilirler. Ancak unutulmamalıdır ki kişinin yaşadığı şeytani ruh halini yansıtan gözlerindeki ifade de ona ahirette büyük sorumluluklar yükleyebilir. Bir insan diğer her tavrına çok dikkat ettiği halde sırf içinde gizlediği ve bakışlarına yansıyan kötülüklerden dolayı günaha girebilir, Allah'ın rızasını ve cennetini kazanamayabilir. (En doğrusunu Allah bilir) Allah Kuran'da, dünya hayatında sorumsuzca yüklendikleri nedeniyle ahirette büyük bir pişmanlığa kapılacak olan kimselerin varlığını hatırlatarak, tüm insanları bu tehlikeye karşı uyarmaktadır:

... Öyle ki, saat (kıyamet günü) apansız onlara geliverince, günahlarını sırtlarına yüklenerek: "Onda (dünyada) sorumsuzca yaptıklarımızdan dolayı yazıklar olsun bize…" derler. Dikkat edin, o işleyip-yüklendikleri ne kötüdür. (Enam Suresi, 31)

Olumsuz ve karamsar bir üslup kullanmaları

Şeytan, sinsice kontrolü altına aldığı insanları Kuran dışı bir tavır içerisine sürüklemek için onlara çeşitli olumsuz konuşma yöntemleri öğretir. Bu konuşma üslubunun, içerdiği şeytani yönlerin ispat edilmez olmasına büyük özen gösterilir. En temel özelliklerinden biri ise, ilk bakışta olumlu bir konuşma gibi görünmesidir. Dinleyen, konuşan kişinin son derece faydalı bir konuya değindiğini ve sonuçta da sözlerini yine Kuran'a uygun bir konuya bağlayacağını sanır. Nitekim konuşmanın genel çatısından bu yönde bir anlam da çıkar. Ancak aralarda çok ince metodlarla yerleştirilmiş Kuran'a uygun olmayan şeytani mantıklar olur.

Kişinin söylediği cümleler kağıt üzerinde yazılı hale getirilse belki bunu okuyan bir kişi anlatılanlarda şeytani hiçbir anlam göremeyecektir. Ancak şeytan kişiye bunları söyletirken öyle detaylarla destekler ki, kullandığı kelimeler olumlu anlamlar içerdiği halde konuşmaları dinleyenler üzerinde tam tersi bir izlenim bırakır. Yer yer yapılan vurgular, ses tonundaki iniş çıkışlar, konuların ya da cümlelerin ard arda getiriliş sırası, çeşitli mimikler, yüz ifadesi ya da bakışlarla yapılan destekler anlatılanlara çok farklı anlamlar ekler. İman sahibi bir kimse, bu tür bir konuşmayı dinlediğinde Kuran ahlakına uygun bir akla ve vicdana sahip olmasından dolayı burada gizlenen şeytani özellikleri tüm detaylarıyla fark eder.

Böylesine olumsuz bir üslupla şeytanın amaçladığı şey nedir? Asıl deşifre edilmesi gereken konulardan biri de budur. Öncelikle şeytan iman edenler arasında fitne çıkarmak, onları gizliden gizliye olumsuz düşüncelere sevk edip karamsar bir ruh haline sokmak, aralarındaki kardeşliği, birlik ve beraberliği bozmak, huzurlu ve neşeli olmalarını engellemek ve sonuç olarak da onları Kuran ahlakından uzaklaştırmak ister. Etkisi altına aldığı kişilerin ağzından yaptığı gizli kötülükler içeren konuşmalarla bu hedefine ulaşabileceğini düşünür.

Ancak elbette ki samimi iman eden kimseler arasında böyle bir şey kesinlikle mümkün olmaz. Herşeyden önce iman sahipleri Allah'ın rahmeti ve koruması altındadırlar. Allah samimiyetlerinden ve her işlerinde Allah'ı vekil edinmelerinden dolayı onları şeytanın ya da ona uyan insanların şerrinden korumaktadır. Onları doğru yolları üzerinde daimi kılmakta, Kendi Katından verdiği üstün bir akıl, anlayış ve teşhis yeteneği ile onların bu tür oyunları görmelerini ve bertaraf etmelerini sağlamaktadır. Dolayısıyla şeytanın bu yöndeki tüm çabası boşa çıkmış olur.

İman eden insanlarla birarada olup da şeytana uyan insanlar ise aslında onun bu hedeflerini çok iyi bilmektedirler. Ancak şeytana hizmet ederken kendilerince çok daha farklı hedefler peşindedirler. Çevrelerine bir şeylerden rahatsızlık duyduklarını belirtmek istediklerinden şeytanın onlara ilham ettiği bu yöntemi bilerek kullanırlar. Gizliden gizliye ortaya koydukları olumsuz üsluplarıyla dikkat çekmek, ilgi toplamak, üzerlerine düşülmesini, isteklerinin yapılmasını sağlamak isterler. Kuran ahlakını yaşadıkları takdirde, vicdanlarını akıllarını kullanarak samimiyet ve dürüstlükle elde edebilecekleri nimetleri, şeytani yöntemlerle kazanmaya çalışırlar. Bu da kesin olarak çıkmaz bir yoldur. Müminler şeytani yöntemlerle ortaya koyulan taleplere hiçbir zaman için karşılık vermezler. İman sahipleri şeytanın kışkırtmalarına karşı insanları Kuran ahlakına çağırmakla yükümlüdürler. Şeytan insanları aksi ihtimallerle kandırmaya, onları kendi yöntemleriyle mutluluğu yaşayabileceklerine inandırmaya çalışır. Ancak şeytan insanlara aldatmacadan başka bir şey vadetmez.

Hiçbir insan sürekli olumsuz konuşan, rahatsız edici bakışlarla bakan, ısrarla sessiz, suskun ve küskün bir tavır gösteren, herşeyin olumsuz yönünü görüp, karamsar yorumlar yapan bir insandan hoşlanmaz. Böyle bir insan mutlu olamayacak ve güzel bir hayat yaşayamayacaktır. Tek çözüm kötülüğün gizli ya da açık her türlüsünden sıyrılıp Allah'ın dinine teslim olmak, Kuran ahlakını yaşamanın huzurunu tatmaktır.

Çevrelerindeki güzellikleri ve nimetleri dile getirmekten kaçınmaları

Şeytanın telkinlerine kapılarak herşeye olumsuz gözle bakan kimseler bir süre sonra içinde yaşadıkları sayısız nimet ve güzelliği göremeyecek hale gelirler. Çevrelerindeki herşeye eleştirme, kusur bulma gözüyle baktıkları için zihinlerini yalnızca bu tür düşünceler meşgul eder. Bu nedenle konuşmalarında genellikle huzursuz oldukları konulardan yakınıp durur ancak Allah'ın kendileri için yaratmış olduğu nimetlerden bahsetmezler. Kendilerince kusur ya da eksiklik gibi gördükleri konuları son derece akıcı bir üslupla anlatırlarken Allah'ın nimet olarak yarattığı güzellikleri dile getirmezler. Çünkü bu ahlakı yaşayan insanlar şeytanın yoğun etkisiyle yalnızca kendilerine kusurlu görünen şeylere dikkatlerini vermektedirler.

Oysa şu gerçek çok iyi bilinmelidir ki, insanın sahip olduğu nimetler kendisine ait değildir. İnsan asla böyle haksız bir iddia ve sahiplenme içinde olmamalıdır. En küçüğünden en büyüğüne tüm nimetler yalnızca Allah dilediği, lütfettiği için, kullarına olan sonsuz rahmetinden dolayı vardır. İnsanların sahip oldukları herşey Allah onlara lütfettiği için kendilerinde bulunmaktadır. Allah Kuran'da sahip olduğu nimetler için "Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir" (Kasas Suresi, 78) diyen Karun adlı kişinin nasıl yanlış bir tavır içerisinde olduğunu ve bundan dolayı nasıl ibret dolu bir akıbete uğradığını şöyle bildirmektedir:

Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi. (Kasas Suresi, 81)

Karun'un durumu tüm insanların üzerinde düşünüp ibret alması gereken bir gerçeğe işaret etmektedir. Allah yeryüzündeki tüm kullarına sayısız nimet vermektedir. Ancak yukarıda belirttiğimiz gibi negatif bir kişilik geliştiren insanların büyük bir kısmı belki de müminlerle birlikte yaşarken içerisinde bulundukları refah ortamının ve rahatlığın verdiği cesaretle böyle bir karakter gösterebilmektedirler. Mutlu olabilecekleri, şükredebilecekleri onca nimete karşın yakınmaları nankörlüklerinin göstergesidir. Oysa sahip oldukları nimetler ellerinden gidecek olsa, açlık, hastalık, zorluk gibi durumlarla karşılaşsalar, böyle bir tavra güç yetiremeyeceklerdir. Tam aksine küçücük bir nimet bile onlar için çok değerli olacak, bunun kıymetini en iyi şekilde bilecek ve şükredici bir ahlak göstereceklerdir.

Allah "Rabbinin nimetini durmaksızın anlat" (Duha Suresi, 11) ayetiyle insanları sürekli olarak nimetleri anmak ve anlatmakla yükümlü kılmıştır. Bir başka ayetinde ise Allah, insaların çevrelerini kuşatan nimetlerin çokluğunu bildirerek onlar üzerindeki rahmetini şöyle hatırlatmıştır:

Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 18)

Kuşkusuz akıl ve mantık sahibi her insan bu gerçeği çok açık bir şekilde görebilir. Bunun için özel bir çaba harcamasına gerek yoktur; sadece çevresine dönüp bir bakması yeterlidir. O halde neden bazı insanlar bu durumu anlamazdan gelmekte, neden bu güzellikleri fark ettiklerini dile getirmemekte, neden bunların sevincini ve neşesini yaşamaktan kaçınmaktadırlar? Çünkü bu şeytanın etkisiyle gerçekleşir; şeytan insanların bu gerçeğin şuurunda olarak yaşamalarını istemez. Bu nedenle kendisine kulak veren insanların dikkatini boş kuruntulara çeker ve onları vesveselerle oyalar, böylece bunlardan başka hiçbir şey düşünemeyecek hale gelmelerini ve Allah'ın üzerlerindeki rahmetini takdir edememelerini ister.

Ancak burada şunu da belirtmek gerekir ki, kimi zaman da şeytan insanlara doğrudan böyle bir etkide bulunmaz. İnsanları bu bölümde ele aldığımız negatif kişiliğe sürüklemesi onun için yeterli olur. Böyle bir ahlak anlayışı geliştiren kişi, artık olumsuzlukları kendi kendine bulur, sırf aksilik olsun diye güzellikleri dile getirmekten, güzel sözler söylemekten kaçınır. Bu kimseler Allah'ın kendileri için yarattığı nimetleri tüm detaylarıyla gördükleri halde, çevrelerindeki insanlara birşeylerden "hoşnutsuzluk duyduklarını" belli edebilmek için kasıtlı olarak bunları dile getirmezler. Bu, şeytanın insanlara öğrettiği sinsi ve sessiz dil ile verilen mesajlardan biridir. Herkesin sevinçle karşıladığı güzel bir haberi duymazlıktan gelir; herkes bu konuda şevk ve heyecanla samimi yorumlarda bulunurken, bu kişi ne konuşanları tasdik eder ne de kendisi bir söz söyler. Çok mecbur kaldığında söylediği kısa birkaç sözü de özellikle soğuk ve ilgisiz bir ses tonuyla söyler. Bu şekilde, o ortamda bulunan diğer insanlardan çok daha farklı bir ruh hali içerisinde olduğunu, bir şeylerden memnuniyetsizlik duyduğunu; hatta konu edilen müjdeli ve sevinçli haberin bile onu bu ruh halinden kurtaramadığı mesajını vermiş olur. Oysa elbette ki ortaya konulan bu çaba tümüyle yapmacıktır. Söz konusu kişi istese anında bu ruh halinden kurtulabilecek bir iradeye sahiptir. Ancak bunu kasıtlı olarak istememekte, kasıtlı olarak bu şeytani ahlakı sürdürmektedir. Nimetlerden, güzelliklerden bahsedecek olursa üzerindeki negatif hava hemen dağılacak, doğruyu görebilecek ve Kuran ahlakının gereğine uygun bir ahlak gösterebilecektir. Bunu istemediği için, içten içe şeytanın sesini dinlemenin üzerinde oluşturduğu ağırlıkla kasıtlı olarak suskun kalmaktadır. Şeytan kurduğu tuzaklarla, insanlara yaptıkları kötü amelleri güzel göstermekte, kendi irade ve istekleriyle onları kendilerine zarar verecek bir sistemin içine sürüklemektedir.

Kuran ayetlerinde nankör bir tavır göstererek Rabbimiz'in nimetlerini anmaktan kaçınan insanların aslında gösterdikleri bu ahlakın şuurunda oldukları şöyle bildirilmektedir:

Gerçekten insan, Rabbine karşı nankördür. Ve gerçekten, kendisi buna şahiddir. (Adiyat Suresi, 6-7)

Bir başka ayette ise Allah söz konusu kişilerin aslında nimetleri görebilen kimseler olduklarını şöyle belirtmiştir:

Onlar, Allah'ın nimetini biliyorlar, sonra da inkar ediyorlar; onların çoğu inkar edenlerdir. (Nahl Suresi, 83)

Oysa bu durumda kişinin hemen Allah'a sığınması; Kuran ahlakına uygun olmayan bir davranışta ısrar ettiği takdirde Allah'ın azap ile karşılık verebileceğini hatırlaması gerekir. Böyle bir kimse Rabbimiz'in sonsuz gücü karşısındaki aczini, O'nun rahmetine muhtaç olduğunu düşünerek, böyle bir cesaret göstermeye güç yetiremeyecek bir ahlak içerisinde olmalıdır.

Unutulmamalıdır ki Allah'ın verdiği sayısız nimeti takdir edemez hale gelen bu kişiler, bir süre sonra artık isteseler de sahip oldukları nimetlerden zevk alamayacak hale gelebilirler.

Negatif bir ahlak yalnızca kişinin kendisine zarar verir

Bu kimselerin şeytanın etkisiyle yaşadıkları ruh haline ve bundan dolayı çektikleri sıkıntıya bakıldığında, çevrelerindeki insanlara gizli mesajlar verebilmek için büründükleri bu karakterin kendilerine nasıl bir tahribatla geri döndüğü çok açık bir şekilde görülebilecektir.

Saatler, günler, aylar boyunca bu kimselerin akıllarını meşgul eden ve bir türlü kurtulamadıkları olumsuz düşünceleri şöyle örneklendirebiliriz:

Vicdan azabı çektiği olayları kendi kendine tekrarlamak, etrafında kötü insanlar olduğunu iddia etmek, vicdanına hiçbir şekilde teslim olmamaya kararlı olmak. Çevresindekileri tedirgin etmek, kibirli olmakta inat etmek. Her zaman en kötü ihtimalin gerçek olduğunu düşünmek. Sevilmemek için elinden geleni yapmak ve sonra da 'niçin sevilmiyorum' diye şaşırmak, hüzünlenmek. Herşeye olumsuz bakmak ve herşeye karşı çıkmak sonra da mutlu olacak hiçbir şey olmadığını söylemek. Her gittiği yere sıkıntısını ve vesveselerini de götürmek ve başkalarından sıkılmak. Terslenmeyi huy edinmek. Kendini çirkinleştirmek için elinden geleni yapmak, sonra buna üzülmek.

Bunlar şeytanın, telkin ettiği olumsuz bakış açısıyla insanlara kurduğu tuzaklardan yalnızca çok az bir kısmıdır. Şeytanın etkisine girerek negatif bir bakış açısıyla hareket eden bir kişi, neredeyse kendi kendisinin düşmanı olur. Herşeyin sonsuz merhamet sahibi olan Allah'ın kontrolünde olduğunu unuttuğundan daimi bir korku ve karmaşa içinde yaşar. Bu sıkıntılı ruh hali nedeniyle içine kapanır; yalnızlığı tercih eder. Çünkü böyle bir durumda hüznünü umutsuzca yaşayacak ve rahat rahat hayali kurgular yapacak zamanı olacaktır. Allah'ı unutmuş ve insanları ön plana çıkararak onlara yönelmiş bir düşünce şekli, bu insanlara kendi kendilerine azap vermeleri için çok geniş imkanlar verir. Gidilecek bir toplantı, kaçırılmış bir otobüs ya da beğenilmeyen bir kıyafet gibi nedenler bile büyük felaketlermiş gibi olağanüstü bir önem kazanır. Kişi bunları önemsememesi gerektiğini her ne kadar kendine kanıtlamaya çalışsa da bulduğu kanıtların hiçbir etkisi olmaz. Çünkü bulunduğu ruh hali içinde bu mümkün değildir. Herşeyin Allah'ın bilgisi dahilinde başına geldiğini unutmakta; insanları ve olayları kendisinin yönlendirmesi gerektiğine inanmaktadır. Buna bir türlü güç yetiremediğini gördüğünde ise yıkıma uğramaktadır.

Böyle bir durumda en güçlü bedenin bile gerginlikten çöküntüye geçmesi kaçınılmazdır. İnsanların ve olayların Allah'tan bağımsız olduğunu düşündükleri için, hayırları ve güzellikleri göremeyen, tamamiyle olumsuz bir bakış açısına sahip olan bu kişileri, bir noktadan sonra artık hiçbir şey ilgilendirmez. Herşeye karamsar bir gözle bakarlar. Her ne kadar kendilerine itiraf edemeseler de mutluluğa, sevgiye inanmazlar artık. İçinde bulundukları durumu düşündükçe sıkıntıları daha da artar. Umutsuzluk onlara çok zor gelir. Biri kendisine iltifat edecek olsa, onunla alay ettiğini sanır, birinden iyilik görecek olsa, bunu kendisini küçük düşürmek için yaptığına inanır. Birileri bir şey gizleyecek olsa bunun kendisiyle ilgili, aleyhinde bir konu olduğunu düşünür. Kafası sürekli sağlıksız bir şekilde çalışır ve bunun Kuran ahlakını yaşayıp, Allah'a tevekkül etmekten başka bir çözümü yoktur. Çünkü en iyi olaylar bile kendisini Allah'a teslim etmeyen, negatif bakan ve kendisini mutsuz hisseden bir insanı memnun edemez. Allah Kuran'da bu kimselerin ruh haline "Rabbimiz, mutsuzluğumuz bize karşı üstün geldi…" (Müminun Suresi, 106) ayetiyle işaret etmektedir.

Oysa Allah'ın dilemesiyle her türlü kötülükten kurtulmak insanın kendi elindedir. Allah bu gerçeği Kuran'ın pek çok ayetiyle insanlara bildirmiştir. Allah nefse hem kötülüğü hem de ondan sakınmanın yollarını ilham etmiştir. Dolayısıyla her insan yaratılıştan bu imkana sahiptir. 'Elimde değil' diyerek, ümitsizliğe kapılmak ise ancak Kuran'ı bilmeyen, din ahlakını yaşamayan bir kimse için söz konusu olabilir. Müminler böyle aciz ve güçsüz bir konuşmanın, iman ahlakıyla bağdaşmayacağını bilirler.

Bir insanın rahat, neşeli ve huzurlu olabilmesi, ancak Allah'a kendisini teslim etmesiyle ve yalnızca O'na yönelmesiyle mümkündür. Allah'ın razı olacağı tavır insanın bu olumsuzluğa ve bunun getirmiş olduğu hüzne karşı koymasıdır. Allah Kuran'da gerçekten iman edenler için korku ve üzüntü olmadığını haber vermiştir:

Müminlerin kalplerine, imanlarına iman katıp-artırsınlar diye, 'güven duygusu ve huzur' indiren O'dur. ... (Fetih Suresi, 4)

... Bundan sonra size Ben'den bir hidayet geldiğinde, kim Benim hidayetime uyarsa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır." (Bakara Suresi, 38)

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER
  • Giriş
  • Kuran'a göre iyilik ve kötülük
  • Kötülüğün kaynağı; Nefs ve şeytan
  • Şeytanın dini ve gizli yöntemleri
  • Kötülüğün Sessiz Dilini Konuşanlar
  • Negatifliklerini ve hoşnutsuzluklarını kötülüğün gizli diliyle ifade edenler
  • Donuk ve cansız bir karakterle protesto edenler
  • Umutsuzluğa ve tevekkülsûzlüğe kapılanların gizli samimiyetsizlikleri
  • Duygusallığı kullanarak sessiz bir dil ile mücadele verenler
  • Haksızlığa uğradıkları iddiasıyla ortaya çıkanlar
  • Şeytanın zorlayıcı hiçbir gücü yoktur; insan ahirette yaptığı kötülüklerden tek başına sorumlu olacaktır
  • Sonuç