Kötülüğün Sessiz Dilini Konuşanlar

Şeytanın etkisi altında hareket eden kimseleri ve konuştukları sessiz dili teşhis edebilmek, ancak imanın insana kazandırdığı akıl ile mümkün olabilir. Bu kimseleri diğer insanlardan ayıran dikkati çekici bir farklılık yoktur. Çünkü bu kitapta ele alınan şeytanın etkisine giren söz konusu kişiler, kimi akımların etkisinde kalarak 'şeytana taptığını' (Allah'ı tenzih ederiz) söyleyen, şeytanı simgelediğini düşündükleri özel birtakım kıyafetler giyen insanlar değildir. Bu nedenle birtakım sembolik özelliklerden bu kimseler hakkında böyle bir yargıya varabilmek mümkün olmaz.

Kuran'da verilen bilgiler doğrultusunda bu kimselerin tavırlarında şeytanın etkisiyle hareket ettiklerini gösteren pek çok delil olduğu görülür. Bunlar kişilere, şartlara ya da olaylara göre değişebilir. Değişmeyen ortak yönleri ise, kötülüğün sessiz dilini konuşan kimselerde görülen tüm bu özelliklerin çok fazla negatiflik içermesi ve söz konusu kişilerde maddi manevi büyük tahribatlara neden olmasıdır.

Şeytanın etkisiyle gelişen ve kişileri hem çarpık bir ahlak anlayışına hem de mutsuz bir hayata sürükleyen gizli kötülüklerden bazılarını, kişilerin karakterlerini şekillendiren en temel özellikler altında şöyle sınıflandırabiliriz:

Gizli Kötülükleri Masumluğun Ve Saflığın Ardına Sığınarak Yaşayanlar

İnsanların yaptıkları kötülüklerin üzerini örtebilmek için masumluğun ardına saklanmaları, şeytanın hileli yöntemlerinden biridir. Şeytan, etkisi altına aldığı kimselere yaptıkları kötülükleri ne şekilde gizleyecekleri konusunda da yol gösterir.

Masumluk genellikle insanların günlük hayatlarında çok sıklıkla vurgulamaya çalıştıkları bir özellik değildir. Daima güzel davranışlarda bulunan, gizli saklı bir işi olmayan, iyi bir insanın herşeyi açık ve ortadadır. Bu nedenle kendisinin ne kadar iyi niyetli ve masum bir kimse olduğunu ispat etmek için özel bir çaba harcamaya gerek duymaz. Kötülük yapan kimseler ise, gizliden gizliye yaptıkları kötülükleri bildikleri için sürekli olarak bunun huzursuzluğuyla yaşarlar. Gizledikleri kötülüklerin her an açığa çıkma tehlikesi vardır. Böyle bir ihtimalle karşılaştıklarında kendilerini temize çıkarabilmek için, önceden iyi niyetli ve masum oldukları izlenimini mümkün olduğu kadar çok vurgularlar. Aynı şekilde kötülükleri deşifre edildiğinde de yine masumluğun ardına sığınarak karşı tarafı yanıltmaya ve kendilerini kurtarmaya çalışırlar.

Masumluğun ardına sığınmaları aynı zamanda, yaptıkları gizli kötülükleri, ihtiyaç duyduklarında tekrarlayabilme amacını da taşımaktadır. Yaptıklarının üzerini ne kadar iyi örtebilirlerse, sonrakileri de çevrelerindeki insanlara o kadar kolay kabul ettirebileceklerini düşünürler. Masum taklidi yapmaları eğer bir kez olsun sonuç veriyorsa, bu yöntemle her zaman başarılı olacaklarını düşünürler.

Masumiyetlerine dair sundukları delillerle, yaptıkları kötülükleri örtbas edip karşı tarafın gözünde temize çıkabilmenin yanı sıra kendi vicdanlarını rahatlatmayı da amaçlarlar. Çünkü yapılan her kötülük, insanın vicdani bir sıkıntı çekmesine neden olur. İnsan kötülüğü, bunun vicdanına aykırı bir tavır olduğunu bilerek yapar. Bu vicdan azabından kurtulabilmek için de kendisini rahatlatacak, yaptığı kötülüğü mazur gösterecek mazeretler bulmaya çalışır. Oysa vicdanın bu baskısını ortadan kaldıracak tek çözüm Kuran'a uygun bir ahlak göstermektir. Allah Kuran'da insanlara bir kötülük işledikleri zaman tevbe etmelerini, yaptıkları kötülükleri, salih amellerde bulunarak iyiliklere çevirmelerini bildirmiştir. Bu ahlak gösterilmediği sürece, insanın yaptığı bir kötülüğü masumluk görünümü gibi sahte bir kılıf ile örtmeye çalışması, kişiyi bir başka kötü tavra sürüklemekten başka bir işe yaramayacaktır. Bunun yanı sıra Allah'ın "Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah'ındır. Güzel söz O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir azab vardır. Onların tasarladıkları 'boşa çıkıp bozulur'." (Fatır Suresi, 10) ayetiyle bildirdiği gibi, her kötülük mutlaka boşa çıkıp bozulacaktır.

Şeytanın telkiniyle hareket eden insanlar da aynı onun gibi, kendilerini masum tanıtabilmek için, özel yöntemler geliştirir ve karşılarındaki insanların etkilenebileceklerini düşündükleri bazı üslup, tavır ve konuşmalarda bulunurlar.

Bu yöntemlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

Allah'ın adını kullanarak kendilerini masum göstermeye çalışmaları

Bazı insanların, çevrelerindeki kişileri iyi niyetli ve masum olduklarına inandırabilmek için başvurdukları samimiyetsiz yöntemlerden biri, manevi değerleri kullanmaktır. Kuran ahlakıyla hiçbir şekilde bağdaşmayan bir yaşam süren kimseler dahi, kendilerini iyi niyetli ve temiz kalpli kimseler olarak tanıtmak için gerektiğinde Allah'ın adını anar; dindar olmanın, Allah'tan korkmanın, vicdanı kullanmanın öneminden bahsedebilirler. Ancak Allah'ın adını zikrederken, Allah'ın büyüklüğünü, yaptıkları samimiyetsizlikleri bildiğini ve bundan dolayı kendilerini azaplandırabileceğini düşünmezler.

Toplumda bu samimiyetsiz tavrın pek çok örneğine rastlanır. Bunlar arasında en bilinenlerden biri, bu tip insanların her zor durumda kalışlarında, hemen "Allah'ın adı üzerine yalan yere yemin etmeleri"dir. Bu yolla, ortada masum olduklarına dair inandırıcı hiçbir delil olmasa ve hatta haksızlıkları çok açık olsa bile, karşı tarafı kolaylıkla ikna etmeyi başaracaklarını sanırlar. Çünkü Allah'ın adını söyleyerek yemin etmekle insanların vicdanlarında derin bir etki bırakacaklarını düşünürler. Özellikle de dindar insanlar arasında bu yöntemin çok daha etkili olacağına inanırlar.

Bu kimselerin kendilerine masum imajı verebilmek için tek yaptıkları Allah'ın adını kullanarak yemin etmek değildir. Kendilerini temize çıkarabilmek için mümkün olan tüm imani öğeleri bu yönde kullanmaya çalışırlar. Örneğin gösterdikleri tavır bozukluklarını makul bir zemine oturtabilmek için uzun uzun imani içerikli konuşmalar yaparlar. Güzel ahlaka ne kadar önem verdiklerini, kötülükten nasıl dikkatle sakındıklarını, bu konuda ne kadar hassasiyetle davrandıklarını anlatırlar. Yanlış bir tavrın ahiretteki karşılığından çekindikleri için, bu tür davranışlardan daima kaçındıklarını dile getirirler. Ancak menfaatleriyle çatışan herhangi bir durumla karşılaştıklarında, bu anlattıklarının tam tersi bir tavır göstermeleri samimiyetsizliklerini ortaya koyar.

Yine bu yönde başvurdukları bir başka samimiyetsiz yöntem ise, yaptıkları kötülükleri örtüp bunlara makul açıklamalar getirebilmek için Kuran ayetlerini kendi çarpık mantıklarıyla yorumlamaya çalışmalarıdır. Allah Kuran'da tüm ayetlerin apaçık bir dille indirildiğini bildirmiştir. Dolayısıyla Kuran'da yer alan tüm ayetlerde ifade edilen anlam çok anlaşılırdır. Ancak şeytanın etkisi altına giren kimseler, kendilerini haklı çıkarabilmek için çirkin bir cesaret göstererek yaptıkları vicdansızlıklarını, yanlış yorumlar katarak söyledikleri ayetlere dayandırmaya çalışırlar.

Bu gibi şeytani yöntemler, olayları Kuran'a dayalı bir akıl ile değerlendirmeyen kimselerde kimi zaman gerçekten de etkili olabilir. Ancak Müslümanlar, kişilerin tavırlarını Allah'ın Kuran'da bildirdiği ölçülere göre değerlendirirler. Bir kimsenin sadece diliyle Allah'ın isimini anması veya Allah'ın adı üzerine yemin etmesi, konuşmalarında dini öğelere yer vermesi, kalbinin ne kadar temiz olduğunu dile getirmesi, o kişinin samimiyetine kanaat getirebilmek için yeterli değildir. Çünkü tüm bunlar kalplerinde hastalık bulunan insanların, iman edenleri yanıltabilmek için taklit edebilecekleri davranışlardır. Gerçek samimiyetin göstergesi, kişinin sözleriyle dile getirdiklerini, tavırlarıyla da uygulaması, kötülüğün gizlisinden de açığından da titizlikle sakınmasıdır.

Bunun da ötesinde böyle bir tavır bozukluğu içerisinde olan bir kişinin asıl unutmaması gereken, insanlardan gizlemeyi her ne kadar başarsa da, yaptığı kötülüklerin hepsine Allah'ın şahit olduğudur. "... Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz..." (Mümin Suresi, 16) ayetiyle bildirildiği gibi, Allah yapılan her kötülüğü ve bunları örtebilmek için öne sürülen her samimiyetsiz mazereti tüm detaylarıyla bilmektedir. Bu nedenle insanın tüm bunların hesap gününde karşısına çıkacağını bilerek hareket etmesi, Allah'ın rızasına uygun bir ahlak göstermeyi hedeflemesi gerekmektedir.

Masumiyetlerini ispatlayabilmek için seri şekilde yalan söylemeleri

Şeytanın etkisiyle hareket eden insanların kendilerini masum gösterebilmek için başvurdukları yöntemlerden biri de yalan söylemektir. Ancak yalan söylemek deyince akla sadece çok açık ve net olarak ortada olan bir konunun tam tersinin söylenerek gizlenmesi gelmemelidir. Şeytan kötülüğün sessiz dilini öğrettiği insanlara, yalanı da ispatı çok zor olacak şekilde sinsice söylemenin yollarını gösterir. Eğer ispat edilemiyorsa, ortada gerçek anlamda bir yalan da olmadığına inanmalarını sağlar. Ve bu yolla yalanın adı konulmamış bir şekilde gizliden gizliye insanlar arasında yaygınlaşmasını ister.

Dolayısıyla söz konusu kişiler, aslında çok sık yalan söyledikleri halde, kendilerini bu tavır bozukluğundan müstağni görürler. Şeytanın bu yöntemiyle söyledikleri yalanlara ise farklı isimler takarak bunlara masumiyet kazandırmaya çalışırlar. Örneğin "ağzımdan öyle çıktı", "yanlış ifade ettim", "eksik anlatmışım", "yanlış hatırlamışım", "o kısmını söylemeyi unutmuşum", "başka bir konuyla karıştırmışım" gibi açıklamalarla söyledikleri yalanı iyi niyetli ve zararsız bir eylem gibi göstermeye çabalar, kendilerini de bu açıklamalara inandırırlar. Söyledikleri sözlerin dinleyenler tarafından "yalan" olduğu algılansa da, onların bunları dile getirmekteki amaçlarının yalan söylemek olmadığını öne sürerler. Önemli olanın bunları söylerken kalplerinde taşıdıkları "niyet" olduğunu ve kendilerinin de bu iyi niyetlerinden emin olduklarını iddia ederler. Oysa bu da yine bir başka yalandır ve kalplerine Allah'ı şahit gösterdikleri halde Allah yalan söylemekte olduklarını bilmektedir.

Şeytan açıktan açığa yalana teşvik edemediği insanları işte bu tür sinsi yöntemlerle dürüstlükten uzaklaştırır. Kimi zaman bir konuyu olduğundan farklı, eksik ya da fazlasıyla anlattırarak, kimi zaman söylenen sözü daha sonrasında değiştirip kelimelerin anlamını saptırmaya teşvik eder. Kuran'ın "Gerçeği sürekli ters yüz eden, günaha düşkün olan herkesin vay haline." (Casiye Suresi, 7) ayetiyle bu kimselerin "gerçeği sürekli ters yüz ederek" söyledikleri yalanlara dikkat çekilmiştir.

Şeytanın etkisiyle hareket eden bu kimseler, makul olmayan davranışlarda bulunurken bunları sonrasında ne şekilde açıklayacaklarını, bazen daha o eylemi yaparken akıllarından geçirerek belirlerler. Bazen de bunun sonucunu hiç düşünmez; yaptıkları kötü tavırlar ortaya çıktığında, kendilerini temize çıkarabilmek için bir anda refleks olarak yalana başvururlar. Söz konusu kişilerin bu reflekslerini harekete geçiren ise elbette ki yine şeytandır. Onlara bir konuyu en iyi ne şekilde tevil edebileceklerini, aksinin ispatını en iyi nasıl zorlaştırıp kendilerini masum gösterebileceklerini ilham eder.

Ancak bir yalan genellikle peşinden pek çok yalanı da beraberinde getirir. Bu nedenle şeytanın etkisine giren kimseler kendilerini temize çıkarabilmek için seri şekilde yalan söylemeye başlarlar. Sadece tek bir konudaki samimiyetsizliklerini örtebilmek için, panik halde düşünmeden pek çok yanlış bilgi verir, bozuk mantıklar öne sürerler. Söyledikleri yalanlar karşılarındaki kimseler tarafından çürütüldüğünde ise, ne yapacaklarını iyice şaşırır ve bu sefer de yanlış anlaşıldıklarını, haksızlığa uğradıklarını iddia edip üste çıkmaya ve konuyu kapatmaya çalışırlar. Hatta böyle bir durumda, kendilerini temize çıkarmak adına yukarıdaki bölümde değindiğimiz gibi yalan yere yemin etmekten de çekinmezler.

Kuşkusuz bu onların Allah'ı gereği gibi tanımamalarından, Allah adına edilen yeminin ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunun şuurunda olmamalarından kaynaklanır. Allah'tan gereği gibi korkmamaları nedeniyle bu konuda çirkin bir cesaret göstermektedirler. Yalan yere yemin edip Allah'ı şahit getirirken, gizlilerin gizlisini bilen Allah'ın kendilerini işittiğini akıllarına bile getirmemektedirler. Kaldı ki kendilerine hatırlatıldığında da şeytanın etkisinde oldukları için bu gerçeği göz ardı edebilmektedirler. Oysa belki şuurunda değillerdir fakat aslında bu yalanları insanlara değil Allah'a karşı söylemiş olurlar. Kuran'da "... Kendileri de bildikleri halde Allah'a karşı (böyle) yalan söylerler." (Al-i İmran Suresi, 78) ayetiyle bu gerçeğe dikkat çekilir. Kuran'ın "Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran aşağılık" (Kalem Suresi, 10) ayetiyle Allah, bu gibi insanlara itimat edilmemesi gerektiğine işaret etmektedir.

Kuran'da, Hz. Yusuf'un kardeşlerinin, ona karşı tasarladıkları "kötülüğü" örtebilmek için yine aynı yönteme; yalana başvurdukları bildirilmektedir. Kendi aralarında kardeşleri Hz. Yusuf'u öldürebilmek için bir plan kurmuş, ardından da onun "iyiliğini" istediklerini söyleyerek babalarından Hz. Yusuf'u kendileriyle birlikte göndermesi için izin istemişlerdir:

(Bu karara vardıktan sonra) "Ey Babamız," dediler. "Sana ne oluyor, Yusuf'a karşı bize güvenmiyorsun? Oysa gerçekte biz, onun iyiliğini isteyenleriz. Sen onu yarın bizimle gönder, gönlünce gezsin, oynasın. Elbette biz onu koruyup-gözetiriz." (Yusuf Suresi, 11-12)

Daha sonra Hz. Yusuf'u bir kuyunun dibine bırakmış, babalarına ise bir başka yalan ile gelerek onu bir kurdun kaptığını söylemişlerdir. Bir yandan da 'biz doğruyu söylesek bile sen bize inanacak değilsin' diyerek kendilerini masum göstermeye çalışmışlardır:

"Akşamüstü babalarına ağlar vaziyette geldiler. Dediler ki: "Ey Babamız, gerçek şu ki, biz gittik, yarışıyorduk. Yusuf'u da yiyeceklerimizin (veya eşyamızın) yanında bırakmıştık. Fakat onu kurt yemiş. Ne var ki biz doğruyu söylesek bile sen bize inanacak değilsin. " (Yusuf Suresi, 16-17)

Babaları Hz. Yakup ise onların yalan söylemekte olduklarını fark ederek, sözlerine güvenmemiş ve onların kötü düzenlerine karşı Allah'a sığındığını belirtmiştir:

Ve üzerine yalandan kan (sürülmüş) olan gömleğini getirdiler. "Hayır" dedi. Nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin bu düzüp-uydurduklarınıza karşı (Kendisi'nden) yardım istenecek olan Allah'tır." (Yusuf Suresi, 18)

Yaptıkları kötülüklerin sorumluluğunu başkalarının üzerine atmaya çalışmaları

Allah Kuran'ın "... O, sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşa ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin karnında cenin halinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi temize çıkarıp-durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir." (Necm Suresi, 32) ayetiyle insanları nefislerindeki "kendilerini temize çıkarma" isteğine karşı uyarmıştır. Ancak tavırlarını Kuran ahlakının gerektirdiği şekilde düzenlemeyen bazı kimseler, nefislerini kötülüklerden temizlemek yerine, bunları örtme yoluna giderler. Kimi zaman bu amaçla, sırf kendilerini kurtarabilmek adına, yaptıkları samimiyetsiz bir tavrın sorumluluğunu bir başkasının üzerine yüklemeye çalışırlar. Ancak bu noktada akla sadece işlenen bir suçu kabaca bir başkasının üzerine atmak gelmemelidir. Örneğin bir kişiye bir eşya için "bunu sen mi aldın?" dendiğinde, bu kişi "hayır ben değil, filanca kişi aldı" diye yalan söyleyecek olsa, diğer kişiye sorulduğunda yalanın hemen ortaya çıkacağı bellidir. Üstelik de yalanın Allah'ın insanlara yasakladığı bir davranış şekli olduğunu bilen kimseler, bile bile böyle bir tavır göstermeye vicdanen yanaşmazlar. Dolayısıyla şeytan, açıkça kötülük yapmaktan sakınan bu gibi kimselere genellikle bu tarz açık yalanlar söyletmekte başarılı olamayabilir. Bu durumda yapabileceği, onları kendi ince metodlarına dayalı eylemlerde bulunmaya teşvik etmektir. Bunun için kullandığı yöntem ise, bir kötülüğü yaparken bundan duyacakları vicdani huzursuzluğu örtebilmek için, bu davranışlarının sorumluluğunu bir başkasına yüklemeye teşvik etmek olur.

Şeytanın bu şekilde kandırdığı kimseler kendilerini temize çıkarabilmek için çevrelerindeki insanların iyi niyetli sözlerini ya da davranışlarını çarpıtır ve bunları mazeret göstererek kötü tavırlarını meşru hale getirmeye çalışırlar. Kendi davranışlarının sorumluluğunu yükleyecekleri bu kişilerin özellikle samimiyetleri, dürüstlükleri, güvenilirlikleri ve güzel ahlaklarıyla tanınan kimselerden olmasına büyük özen gösterirler. Bu yolla, kendilerinin iyi niyetli bir şekilde, yalnızca bu kimselerin sözüne uyduklarını söyler; eğer ortada yanlış bir tavır varsa bunun asıl sorumluluğunun bu kişilerde olduğunu öne sürerler. Savundukları bu çarpık mantığa göre kendilerinin hiçbir suçu yoktur; onlar yalnızca "dürüst, samimi ve güvenilir" bildikleri insanların sözüne uymuş, dolayısıyla ortaya çıkan yanlış tavra da bu kişiler sebep olmuştur.

Bu kişiler, bazen de olumsuz tavırlarını temize çıkarabilmek için aynı yöntemi sözlerin kelime anlamlarını çarpıtarak uygularlar. Bir kelimenin aynı anda birkaç anlama birden gelişini kullanarak karşı tarafın gerçekte kastettiğini farklı şekilde algıladıkları için böyle bir tavır gösterdiklerini öne sürerler. Kuran'da bu gibi kişilerin samimiyetsiz tavırlarına "Ama zulmedenler, kendilerine söylenen sözü bir başkasıyla değiştirdiler..." (Bakara Suresi, 59) ayetiyle dikkat çekilmiştir. Şeytan, etkisi altına aldığı kimseleri bu gibi sinsi yöntemlerle kötülüğün içine sürüklemektedir.

Çoğunluğun aynı hatayı yaptığını söyleyerek,
tavırlarını makul hale getirmeye çalışmaları

Şeytanın etkisiyle hareket eden kimselerin kullandıkları samimiyetsiz yöntemlerden bir diğeri ise, kendileri gibi aynı yanlış tavır içerisinde olan insanların varlığını öne sürerek hatalarını makul göstermeye çalışmalarıdır. Bu aslında şeytanın en bilinen yöntemlerinden biridir; insanları kötülüğe sevk ederken, çevrelerindeki olumsuz insanlardan örnekler göstererek onları cesaretlendirir. Bu kimselerin de aynı tavırda bulunduğunu öne sürerek kişiyi bu tür bir davranışta bir yanlışlık olmadığına inandırmaya çalışır. Elbette ki vicdanları bu insanlara gerçekte doğru olanı göstermektedir ancak nefislerini temize çıkarmayı amaçlayan kimseler, şeytanın kışkırtmalarını bile bile kendilerine mazeret edinirler.

Kendilerine herhangi bir hataları hatırlatıldığında hemen bu mazereti öne sürerek kendilerini haklı çıkarmaya çalışırlar. Bu davranışın çevrelerindeki insanların büyük çoğunluğunda yaygın olması, söz konusu kişilerin savunmasının temel noktasını oluşturur. Ama aslında bu durumun, yanlış tavırlarını meşru hale getirmeyeceğini çok iyi bilirler. Ancak buna rağmen, "bunu yapan yalnızca ben değilim ki, şu kişiler de aynı tavırları gösteriyor" ya da "bunu herkes yapıyor" gibi sözlerle kendilerine yöneltilen eleştiriyi geçersiz hale getirebileceklerini düşünürler. Bu yolla karmaşa oluşturup dikkatleri kendilerinden uzaklaştırmak isterler.

Oysa Kuran'a göre bu mantığın hiçbir geçerliliği yoktur. Başkalarının da aynı suçu işliyor olması kişiyi sorumluluktan kurtarmaz; kurtarmadığı gibi hafifletici bir sebep de sayılmaz. Çünkü Allah Kuran'ın "Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler." (Enam Suresi, 116) ayetiyle, insanları çoğunluğa uymamaları konusunda uyarmıştır. Pek çok insan aynı anda aynı hataya düşebilir; ancak kişi tek başına vicdanının sesine uymakla ve Kuran ahlakını yaşamakla yükümlüdür. Her insan ahirette Allah'a tek başına hesap verecektir. Aynı hatayı bir kişi cahilliğinden, bir kişi yanıldığından, bir başka kişi ise kasıtlı olarak art niyetle yapabilir. Hiçbir insan bir başkasının gerçek niyetini bilemez. Ancak Allah tüm insanların niyetlerini, "sinelerinin özünde" sakladıklarını bilir ve onları bundan sorguya çekecektir.

"Ey iman edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefislerinizdir. Siz doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. O, size yaptıklarınızı haber verecektir." (Maide Suresi, 105) ayetiyle bildirildiği gibi her insan kendinden sorumludur. Kaldı ki söz konusu insanlar, "herkes yapıyor" bahanesini çoğunluğa kandıkları için değil, doğruyu bildikleri halde kendilerini kurtarmak için kullanmaktadırlar.

Oysa bu durumu Kuran ile değerlendirecek olurlarsa, yapılan her hatırlatmanın kendilerine mutlaka hayır getireceğinin farkına varırlar. Çünkü yanlış bir tavır aynı anda pek çok insan tarafından uygulanıyor bile olsa, Allah'ın bunun yanlışlığını o kişiye duyurmuş olması onun için büyük bir rahmettir. Olayı bu şekilde değerlendirmek yerine, çoğunluğu delil göstererek bu hatalı tavrın üzerini örtmeye çalışmak kişiye dünyada ve ahirette ancak kayıp getirir.

Yanlış tavırlarını bilinçsizce yaptıklarını iddia etmeleri

Şeytanın telkinlerine uyan kimi insanlar da yaptıkları hatalara mazeret olarak "bilgisizliklerini" öne sürerler. Oysa bu da şeytanın insanlara öğrettiği kendilerini masum gösterme yöntemlerinden biridir. Çoğu zaman aslında yanlışlığını çok iyi bildikleri kötülükleri, sanki hiç bilmeden ve farkında olmadan yapmışlar gibi kendilerini savunmaya çalışırlar. "Bilsem yapar mıydım?", "cahilliğimden, düşünemediğimden yaptım" gibi ifadelerle kendilerini temize çıkarmak isterler. Elbette ki bir insan bilmediğinden ya da cahillliğinden dolayı birtakım hatalarda bulunabilir. Ancak bu durum şeytanın etkisiyle oluşan tavır bozukluklarından çok daha farklıdır. Kişinin bakışlarına, ses tonuna, üslubuna, konuşmalarına yansıyan samimiyeti bu konudaki dürüstlüğünün anlaşılmasını sağlar. Şeytanın etkisine giren kişiler ise gerçekten bilmediklerinden değil, samimiyetsizliklerinden dolayı bu mazeretin ardına sığınmaktadırlar. Gerçekte Allah'ın Kuran'da bildirdiği güzel ahlakın gerektirdiği davranışlardan haberdardırlar. Bunun yanı sıra vicdanları da nasıl bir ahlak göstermeleri ve hangi tavır bozukluklarından sakınmaları gerektiği konusunda her an kendilerini uyarmaktadır. Kişinin buna rağmen bir tavır bozukluğu içerisine girmesi, bu ahlakı kendisine hatırlatıldığında ise bunun bilgisizliğinden kaynaklandığını söylemesi dürüst bir davranış değildir. Söz konusu kişiler bunu, kötülüğün sessiz yöntemlerinden biri olarak kullanmaktadırlar.

Kuran ahlakına uymayan bir tavrı, bilmedikleri için yaptıklarını söyleyen kimseler, bu samimiyetsizliklerini desteklemek için "kalbinde olanı Allah'tan ve kendilerinden başka hiç kimsenin bilemeyeceği" gerçeğini de kullanmaya çalışırlar. Elbette ki insanların kalplerinde olanı ancak Allah bilebilir. İnsanlar ise, bir başkasının gerçek niyetini bilemezler. Ancak şu da vardır ki, Allah insanların niyetlerini dışa yansıtan bazı alametleri Kuran ile bildirmiş ve müminlerin vicdanlarına bir kimsenin sinsiliğini ya da kötü niyetini anlayabilecekleri bir hassasiyet vermiştir. İman edenler, şeytanın etkisi altına giren kimseleri Kuran'da bildirilen bu alametler sayesinde fark edebilirler. Ancak bu kimseler, ortada, yaptıkları sinsi kötülükleri ispatlayabilecek somut deliller olmamasını samimiyetsizliklerinin üzerini örtebilmek için kasıtlı olarak kullanırlar. Bu yolla kendilerini güzel ahlaka çağıran kimselerin önünü kesip, kendilerine yöneltilen eleştirinin geçersizliğini ispatlayabileceklerini düşünürler. Oysa bu düşünce onları çok daha büyük samimiyetsizliklere sürükler. Bu yolla yaptıkları samimiyetsizliğin çevrelerindeki insanlar tarafından anlaşılmadığına inanacak olurlarsa, daha sonra bu tür bir durumla her karşılaştıklarında aynı yönteme başvurabileceklerdir.

Şeytan, nefislerini temize çıkarabilmek için insanlara kötülüğün sessiz dilinin bunun gibi daha pek çok ince metodunu öğretir. İnsanın tüm bunlardan sakınabilmesi için, aklından hiç çıkarmaması gereken önemli bir gerçek vardır. Allah Kuran'ın "... onlar, ancak kendi nefislerini saptırırlar ve sana hiçbir şeyle zarar veremezler. Allah, sana Kitab'ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti..." (Nisa Suresi, 113) ayetiyle insanların yaptıkları kötülüklerle ancak kendilerine zarar verdiklerini hatırlatmıştır. Küçük ya da büyük gizli ya da açık olsun, Allah insanlara kötülüğün her türlüsünden sakınmalarını bildirmiştir. Yanlış olan bir tavrı ispat edilemeyecek şekle getirip saklamak, insan için bir kazanç değil büyük bir kayıptır. Kuran ahlakına en uygun olan tavır, böyle bir durumda yapılan yanlışlığı samimiyetle kabul edip, bunu Allah'ın beğeneceği bir ahlak ile telafi etmek olmalıdır.

Çocuk karakteri göstererek kendilerini masum göstermeye çalışmaları

Her insan yetişkin olana kadar bir çocukluk dönemi yaşamış ve bu yaşlarda gösterdiği karakterin çevresindeki insanlar üzerindeki etkisine şahit olmuştur. Çocuk olmanın kişiye sağladığı doğal birtakım avantajları olduğunu görmüş, insanların çocuklara içten bir sempati ve anlayış ile yaklaştıklarını tecrübe etmiştir. Tüm bu tecrübeler kişilerin aklında yer etmiş ve hangi tavrın nasıl bir tepkiyle karşılaşacağı konusunda bilgi sahibi olmalarını sağlamıştır. Kimi insanlar ilerleyen yaşlarında da, sıkıştıklarını düşündükleri bazı anlarda, geçmişteki bu tecrübelerine dayanarak çocuk karakterine ilişkin birtakım özellikler gösterirler. Ancak bunları hala çocukluktan kurtulamadıkları için değil, bu şekilde davrandıklarında etraflarındaki insanlarda çocukluklarındaki gibi yine sempati, merhamet, acıma gibi etkiler oluşturabileceklerine inandıkları için yaparlar. Özellikle de hata yaptıklarında, bu tavırlarının karşılarındaki insanlar tarafından makul görülebilmesi için bu yönteme başvururlar. Çünkü çocuklar henüz bir gelişme ve eğitim süreci içerisinde olduklarından, pek çok konudaki hatalarını bilinçli olarak yapmazlar. Bundan dolayı çocuklara, gösterdikleri yanlış tavırlardan dolayı kızılmaz; aksine anlayış, hoşgörü ve şefkat ile karşılık verilir. Yaptıkları hemen herşey makul karşılanır; "çocuktur, ne yapsa yeridir", "çocuk aklı işte", "çocuktur aklı ermez" gibi değerlendirmelerle yaklaşılır. Ancak elbette ki belirli bir eğitim sürecinin ardından her insan olgun ve akıllı bir kişilik sahibi olabilecek bir seviyeye ulaşır.

Şeytanın insanlara öğrettiği önemli samimiyetsizliklerden biri olan bu kasıtlı çocuklanma tavrı, Kuran ahlakını yaşamayan insanlar arasında belki beklenen karşılığı bulabilir. Ancak iman eden kimseler, Allah'a iman eden, ahirete inanan kişilerin imani bir olgunluk, istikrarlı ve dirayetli bir kişilik gösterebilecek bir akla sahip olduklarını bilirler. Bu nedenle nefisleriyle çatıştıkları anlarda eğer çocuk karakterine benzer tavırlar gösterilirse bunların şeytanın etkisinden kaynaklandığını anlarlar. Çünkü Allah'ın insanlara bildirdiği sorumlulukların yerine getirilmesi ve Kuran ahlakının yaşanabilmesi için akıl ve şuur açıklığının gerektiğini bilirler. Aynı zamanda Allah'ın gücünü, hesap gününün varlığını, cehennem azabının zorluğunu bilerek, kolaylıkla anlayıp güç yetirilebilecek konuları bile bile anlamazlıktan gelip çocuklanmanın insana nasıl bir sorumluluk yükleyeceğinin de farkındadırlar.

Şeytan kimi insanlara tüm bu gerçekleri unutturur ve kendilerini masum gösterebilmeleri için onları bu gizli yöntemin ardına saklanmaya teşvik eder. Bazen yalnızca bir hata yaptıklarında, samimiyetsizliklerini örtebilmek için bu yola başvururlar. Kişilikli ve aklı başında bir insanın ses tonu yerine, acizliklerini ve masumluklarını ifade edeceğini düşündükleri bir çocuk sesi ile konuşurlar. Kimi zaman konuşamama taklitleri yapar; söyleyecekleri kelimeyi bulamıyormuş, ne demek istediklerini ifade edemiyormuş hatta cümle dahi kuramıyormuş gibi davranırlar. Çok heyecanlanmış, aklı karışmış ve konuyu toparlayamıyormuş gibi yaparak karşı tarafı masum oldukları yönünde etkilemeye ve kendilerini acındırmaya çalışırlar. Bir yandan da bu şekilde vakit kazanarak, kendilerini nasıl temize çıkarabilecekleri konusunda kendilerine yeni yöntemler ararlar. Halbuki konuşamama gibi bir sorunları yoktur.

Aynı şekilde bakışlarında da hiçbir sorun yoktur. Ama bu yönde de samimiyetsiz bir yola başvurur, kurnazlıklarını ve sahtekarlıklarını gizlemek için olabildiğince saf bakışlarla bakarlar. Bununla da sanki hiçbir şeyden anlamaz, sinsilik nedir, kötülük nedir bilmez bir izlenim oluşturmaya çalışırlar. Keskin, dikkatli ve akıllı bakışlarla bakabilen kimseler oldukları halde, kasıtlı olarak bu bakışlarını saklayarak çevrelerindeki insanları aldatmayı hedeflerler.

Çocuklanan sesin, kesik konuşmaların ve saf bakışların yanı sıra, -yine hiç öyle olmadıkları halde- beceriksizlik gösterileri yaparak, vermek istedikleri çocuk imajını güçlendirmeye çalışırlar. En basit şeyleri bilmiyor, beceremiyor gibi bir tavır içerisine girerler. Bununla, 'tıpkı bir çocuk gibi' sorumluluk yüklenemeyecek kimseler olduklarına kanaat getirtmeye çalışırlar. Böylece kendileri hakkında "o safi niyetlidir, kötülük yapamaz; istese de bilmez, beceremez" dedirterek şefkat duyulması gereken, zararsız ve masum bir insan imajı oluşturmaya çalışırlar. Dikkat çeken önemli bir başka özellikleri ise, işlerine geldiği zaman çocuk taklidi yapıp çevrelerindekileri gerçek hallerinin bu şekilde olduğuna inandırmaya çalışan bu kişilerin, menfaatleriyle çatıştıkları anlarda birdenbire karakter değiştirmeleridir. Bir anda çocuklanan, etrafına saf bakışlarla bakan, derdini anlatmaktan aciz, beceriksiz kişi gider, son derece dikkatli ve kişilikli bir insan gelir.

Bazen de boş bulundukları bir anda gerçek yüzleri ortaya çıkar ve şeytanın etkisi altında olduklarına dair alametler açıkça görünür. Ancak bunun fark edildiğini anladıklarında hemen toparlanır ve çevrelerine vermek istedikleri imaja uygun olarak çocuk taklidi yapmaya geri dönerler. Tüm bu samimiyetsiz yöntemler ise bu kimselerin çocuk karakterini, şeytanın bir oyunu olarak kasıtlı bir tavır olarak uyguladıklarını ortaya koymuş olur.

Görüldüğü gibi, şeytan bu kişileri telkinleriyle peşinden sürüklemekte ve istediğini yaptırmaktadır. Oysa Allah bir ayetinde "Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder..." (Nur Suresi, 21) sözleriyle kendilerini temize çıkarmak için şeytanın peşinden giden insanları bu ahlak bozukluğuna karşı uyarmaktadır.

Kuşkusuz bir insanın aklı başında, kişilikli, güzel bakan, güzel konuşan, yetenekli, normal, samimi bir insan olmak varken çocuk ahlakını tercih ederek kendini bunların tam tersi şekilde tanıtmaya çalışması, aklın kabul edebileceği bir tercih değildir. Bu insanların şeytanın etkisiyle böyle bir karakter sergiledikleri çok açıktır. Şeytan bu kişileri samimiyetsizliğe teşvik edip ardından da onlara bunu gizlemenin yollarını göstermiş ve çocuklanırlarsa masum görüneceklerine inandırmıştır. İman eden bir kimsenin, Allah'ın gücünü, Kuran ayetlerini bilerek samimiyetsizliğe yanaşması ise ahirette onu büyük bir azabın içerisine sürükleyebilir. Kuran'ın "... Allah'ın ayetlerini oyun (konusu) edinmeyin ve Allah'ın size verdiği nimeti ve size öğüt olarak indirdiği Kitab'ı ve hikmeti anın. Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki, Allah herşeyi bilendir." (Bakara Suresi, 231) ayetiyle Allah insanları "ayetleri bir oyun konusu edinmemeleri" konusunda uyarmıştır. Bir kimsenin, şuuru açık ve aklı yerindeyken, Allah'ın ayetlerini açık bir şekilde kavrayabiliyorken kasıtlı olarak çocuk imajına bürünmeye çalışması bu ayetin hükmüne girebilir. (En doğrusunu Allah bilir)

Böyle bir durumda akıl ve iman sahibi bir kimsenin yapması gereken, insanların gözünde temize çıkabilmek için samimiyetsiz yöntemlere başvurmak değil, yalnızca Allah'ın rızasını kazanmayı hedeflemesidir. Bunun için yapacağı ise samimi olmak ve hatalı bir davranışta dahi bulunsa bunu örtmek yerine Allah'ın affediciliğine sığınıp tevbe etmektir.

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER
  • Giriş
  • Kuran'a göre iyilik ve kötülük
  • Kötülüğün kaynağı; Nefs ve şeytan
  • Şeytanın dini ve gizli yöntemleri
  • Kötülüğün Sessiz Dilini Konuşanlar
  • Negatifliklerini ve hoşnutsuzluklarını kötülüğün gizli diliyle ifade edenler
  • Donuk ve cansız bir karakterle protesto edenler
  • Umutsuzluğa ve tevekkülsûzlüğe kapılanların gizli samimiyetsizlikleri
  • Duygusallığı kullanarak sessiz bir dil ile mücadele verenler
  • Haksızlığa uğradıkları iddiasıyla ortaya çıkanlar
  • Şeytanın zorlayıcı hiçbir gücü yoktur; insan ahirette yaptığı kötülüklerden tek başına sorumlu olacaktır
  • Sonuç