Komünistlerin 20. yüzyıl boyunca insanlığa yaşattıkları acıların ve kabusun kökeninde, Darwinist ve materyalist inançları yatmaktadır. Komünistler, materyalist felsefeyi körü körüne kabul ederek, her şeyi yalnızca maddeden ibaret görür, insanların bir ruha sahip olduğunu reddederler. Aynı şekilde Darwin’in evrim teorisini benimseyerek insanları "gelişmiş hayvanlar" olarak nitelendirirler.
Kitabın bu ve bir sonraki iki bölümünde, bu ideolojinin geçersizliği açıklanacaktır. İlk bölümde, materyalizmin her şeyi maddeden ibaret sayan dogmasını temelinden çökerten, çok önemli bir gerçek üzerinde durulacaktır. İkinci bölümde ise, Darwinizm'in iddialarının bilimsel yönden geçersizliği, insanların yeryüzünde her zaman insan olarak bulundukları, hayvanlardan farklı olarak Allah’ın ruh verdiği, bilinç sahibi varlıklar oldukları anlatılacaktır.
Önce, materyalistlerin dünya görüşünden kısaca söz edelim. Materyalistler başta belirttiğimiz gibi maddeyi mutlak varlık olarak görür, yani var olan her şeyin maddeden ibaret olduğunu sanırlar. Bu bozuk mantığın bir sonucu olarak da Allah'ın apaçık olan varlığını reddederler. (Allah'ı tenzih ederiz) Tüm varlıkların ancak Allah'ın dilemesiyle var olduğunu ve varlıklarını sürdürdüğünü kavrayamazlar.
Materyalistlerin bu kavrayış bozukluklarından kaynaklanan çarpık felsefeleri, onların Kuran'da aktarılan ifadelerinde şöyle tarif edilir:
O, yalnızca bizim dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz ve yaşarız, biz diriltilecekler değiliz. (Müminun Suresi, 37)
Bir başka Kuran ayetinde de Allah'ı ve ahireti inkar eden bu kimselerin derin gafleti şöyle bildirilmiştir:
Onlar, dünya hayatından dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır. (Rum Suresi, 7)
İşte materyalistlerin içine düştükleri bu gaflet ve kavrayış bozukluğuna yol açan nedenlerden biri, hayatları boyunca çok büyük bir gerçeğin bilincinde olmamalarıdır. Bu gerçeğin bilincinde olmadıkları için tüm yaşamlarının maddeye bağımlı olduğunu ve bu dünya hayatı ile sınırlı olduğunu düşünerek dünyaya karşı hırs dolu bir bağlılık içine girerler.
İlerleyen satırlarda inkar edenlerin şuurunda olmadıkları bu büyük gerçeği anlatacağız.
Burada anlatacaklarımız, materyalist düşünceyi temelinden çökerten bir gerçekle ilgilidir. Bu, bir felsefe ya da ideoloji değil, her insanın, farkında olsa da olmasa da, içinde yaşadığı ve bilimin çeşitli dalları tarafından ispatlanmış teknik bir gerçektir. Dikkatli, samimi ve önyargısız olarak yaklaşıldığı takdirde kavranması da oldukça kolaydır.
Bu gerçeği, "kendimizi ve çevremizi oluşturan her türlü maddi varlık ruhumuz tarafından idrak edilen bir algılar bütünüdür; 'madde' dediğimiz kavramı bir rüya gibi, sadece görüntü olarak beynimizde algılayabiliriz, dışarıda var olan aslı ile hiçbir şekilde muhatap olamayız" şeklinde özetlemek mümkündür.
Bu konu, aslında yeni keşfedilmiş, daha önce bilinmeyen bir konu değildir. Tarih boyunca, Allah tarafından gönderilen elçiler, derin düşünen bilinçli insanlar, bu gerçeği kavramış ve yaşadıkları devirdeki toplumlara açıklamışlardır. Kuran'da da işaret edilen bu gerçek, bir kısım ayetlerin hikmetlerinin anlaşılmasında da anahtar rol oynamaktadır. Bu gerçeği kavrayan kişilerin yaptıkları açıklamalardan bir kısmına ait metinler günümüze kadar ulaşmıştır. Orijinal metinleri tahrif edilen ve dejenerasyona uğrayan dinlerin bazı mensupları ise, bu gerçeği mistik bir sır olarak muhafaza etmek istemişlerdir. Dolayısıyla Zerdüştlük, Budizm, Taoizm, Yahudilik, Hıristiyanlık gibi dinlerin elde kalan metinlerinde de bu gerçeği bulmak mümkündür. Eski Yunan felsefecilerinden Pisagor, Elea Okulu, "Mağara İdesi"yle Eflatun ve onları takip eden birçok düşünür bu konuyu bir yönüyle açıklamışlardır. Daha sonraki dönemlerde de bu konu, değişik görüş ve yorumlar altında, derin düşünüp gerçeğin farkına varmış kişiler tarafından anlatılmış ve öğretilmiştir.
Materyalistler tarafından örtülmeye çalışılan bu gerçek, İrlandalı bir din adamı ve filozof olan Berkeley tarafından 18. yüzyılda yeniden gündeme getirilmiş ve kendinden sonraki bütün düşünce dünyasını değiştirmiştir.
Materyalistler ise, bilimsel bir cevap veremedikleri Berkeley'i daha çok hakaret ve iftirayla gözden düşürmeye çalışmıştır. Berkeley'i hedef alan materyalistlerden biri, Bertrand Russell'dır. Ancak Russell, materyalist çevrelerin en güvendikleri düşünür olmasına ve bu görüşün en güçlü savunucusu olarak görülmesine rağmen, Berkeley'in anlattığı bu gerçeği tamamen gözardı edememiş, Felsefenin Problemleri adlı eserinde durumu şöyle değerlendirmiştir:
"… Berkeley, herhangi bir mantıksızlığa düşmeden, maddenin varlığını reddetmenin mümkün olduğunu ve eğer bizden bağımsız olarak bir şey mevcut olsa bile duyularımız tarafından algılanamayacağını, ispatlama onuruna sahiptir."
Russell, yukarıdaki ifadeleri ile, maddenin bir algı olduğu gerçeğini aslında inkar edemediğini, hatta istemeden de olsa kabul ettiğini itiraf etmektedir.
Aslında sadece Russell değil, tüm bir materyalist felsefe çöküştedir. 21. yüzyıla girerken, Einstein'dan başlayarak modern fizik, kuantum fiziği, astronomi, psikoloji, anatomi gibi bilim dallarında ortaya çıkan gelişmeler, materyalist dünya görüşüne sahip, pozitivist bilim anlayışını savunan çevreleri derinden yaralamıştır. Paleontoloji, genetik, biyokimya gibi bilim dallarında alanlarda yapılan çalışmalarla evrim teorisi çökmüş, optik, psikoloji gibi alanlarda yapılan çalışmalarla insanın algı sistemi çözülmüş, astronomi çalışmalarının sonunda Big Bang, yani evrenin ve maddenin bir başlangıcı olduğu keşfedilmiş, atom ve atomaltı parçalarının araştırılması ise bütün klasik fiziği tersine çevirerek rölativiteyi, yani zamanın izafi bir kavram olduğu gerçeğini, ispatlamıştır.
Bilim alanında Allah'ın varlığını ve tüm evren üzerindeki sonsuz hakimiyetini sayısız kere teyid eden bu gelişmeler, taassubun ve önyargının temsilcisi olan materyalist düşünürleri çaresiz bırakmıştır. Bu çaresizlik günümüzde de devam etmektedir. Televizyonda, okullarda, konferanslarda karşımıza çıkan birçok bilim adamı ve düşünür, dışımızdaki dünyaya ulaşmamızın mümkün olmadığını, beynimizde hissedilen algılardan ibaret bir hayatı yaşadığımızı bildikleri halde bilmezlikten gelmekte, insanlara bu gerçeği anlatmamakta, hatta sanki böyle bir gerçek hiç yokmuş gibi hareket etmektedirler.
Ancak, gerçekleri görmezlikten gelmek bir çözüm değildir.
Şimdi bu gerçeği biraz daha yakından inceleyelim.
Dışarıda var olduğunu düşündüğümüz nesnelerden duyu organlarımıza gelen etkiler (ses, koku, tat, görüntü, sertlik vs.), sinirlerimiz aracılığıyla beyindeki duyu merkezlerine aktarılır. Beyne ulaşan etkilerin tamamı elektrik sinyallerinden ibarettir. Örneğin görme işlemi sırasında dışarıdaki bir kaynaktan gelen ışık demetleri (fotonlar) gözün arka tarafındaki retinaya ulaşır ve burada bir dizi işlem sonucunda elektrik sinyallerine dönüştürülür. Bu sinyaller, sinirler aracılığıyla beynin görme merkezine iletilir. Ve biz de, birkaç cm3 lük görme merkezinde rengarenk, pırıl pırıl, eni, boyu ve derinliği olan bir dünya algılarız.
Aynı sistem diğer duyularımız için de geçerlidir. Görme, duyma, koklama, tat alma, dokunma duyularımızın tamamı birbirlerine benzer bir işleyişe sahiptir. Tatlar dilimizdeki bazı hücreler tarafından, kokular burun epitelyumundaki hücreler tarafından, dokunmaya ait hisler (sertlik, yumuşaklık vs.) deri altına yerleştirilmiş özel algılayıcılar tarafından, sesler ise kulaktaki özel bir mekanizma tarafından elektrik sinyallerine dönüştürülerek beyindeki ilgili merkezlere gönderilir ve o merkezlerde algılanır.
Ailesiyle birlikte evinin bir odasında oturup televizyon seyreden bir insan aslında çok büyük bir mucize ile içiçedir. Bu büyük mucize, bir odanın içinde oturan her kişinin gördüğü görüntünün aslında o kişinin beyninde olduğu gerçeğidir. O halde, O KİŞİ Mİ ODANIN İÇİNDEDİR, YOKSA ODA MI ONUN İÇİNDEDİR? |
Konuyu daha netleştirmek için şöyle örneklendirebiliriz: Şu an bir bardak kahve içtiğinizi düşünelim. Elinizde tuttuğunuz bardağın sertliği ve sıcaklığı deri altındaki özel algılayıcılar tarafından elektrik sinyallerine dönüştürülerek beyne iletilir. Aynı zamanda kahveye ait keskin koku, onu yudumladığınız anda hissettiğiniz acı tat ve bardağa baktığınızda gördüğünüz koyu kahverengi renk de ilgili duyularınıza ait sinirler tarafından beyne ulaştırılan birer elektrik akımıdır. Hemen arkasından masaya koyarken bardağın çarpmasıyla çıkan ses de kulağınız tarafından algılanıp beyne elektrik sinyali olarak gönderilir. Ve bu algıların tümü beyindeki birbirinden farklı, ama birbiriyle ortak çalışan duyu merkezleri tarafından aynı anda yorumlanır. Siz de bu yorumun bir sonucu olarak bir bardak kahve içtiğinizi düşünürsünüz.
Bu konuyu bir de şu yönden düşünelim: Evinin bir odasında oturup, televizyon izleyen ya da yemek yiyip, ailesiyle sohbet eden bir insan, kendisi farkında olmasa da, aslında çok büyük bir mucize ile içiçedir. Bu büyük mucize, odanın içinde oturan o kişinin gördüğü dört duvardan ibaret olan görüntünün, aslında o kişinin beyninin içinde olduğu gerçeğidir.
İnsanların büyük bir çoğunluğu bu büyük gerçeği bilmez; kendilerini bir odanın içinde oturuyor, o odanın içinde televizyon izliyor ve sohbet ediyor zanneder. Bu gerçeği bir an için farkeden kişiler ise korktukları için bu büyük mucizeyi anlamazlıktan gelirler. Oysa bu, inkar edilmesi mümkün olmayan, bilimin de kesin olarak ortaya koyduğu, şüphe götürmez bir gerçektir. Evi oluşturan dört duvardan, duvardaki tablodan, televizyondan, tavandaki avizeden, yerdeki halıdan veya renkli döşemeli koltuklardan göze ulaşan uyarılar, göz hücreleri tarafından elektrik akımına çevrilirler. Bu akımlar daha sonra beynin görme merkezine iletilir ve insan, içinde oturduğunu sandığı oda görüntüsünü gerçekte beyninin içindeki ekranda izler.
İnsan, hayatı boyunca bu mekandan dışarı çıkamaz, beynindeki ekran dışında hiçbir görüntüyü izleyemez, beynindeki sesler dışında hiçbir sesi duyamaz. İnsanın tüm yaşantısı bu küçük odada geçer.
İnsan, hayatı boyunca bu mekandan dışarı çıkamaz; beynindeki ekran dışında hiçbir görüntüyü izleyemez, beynindeki sesler dışında hiçbir sesi duyamaz. İnsanın tüm yaşantısı bu küçük odada geçer. |
Yukarıda da söz ettiğimiz gibi, çevremizde gördüğümüz her şey, beynimize ulaştırılan elektrik sinyallerinin beynimizdeki ekranda görüntü haline dönüşmesidir.
Konuyu daha iyi açıklamak için bir örnek daha verelim ve bir cisme, mesela yemek masasına baktığımızı düşünelim. Masaya ve üzerindeki meyvelere ait ışınlar gözümüze ulaşır, gözümüzde çeşitli işlemlerden geçerek elektrik uyarısına dönüştürülür ve bu uyarılar sinirlerle beynimizin görme merkezine iletilir. Böylece biz "çeşit çeşit renkteki meyveleri görüyorum" deriz.
Buraya kadar anlatılanlar hemen her biyoloji ve fizyoloji kitabında rastlayabileceğiniz gerçeklerdir.
Ancak asıl hayret verici olan görme merkezi dediğimiz mekanın zifiri karanlık bir yer olmasıdır. Aslında beynin içinde gerçek bir ekran da yoktur; yani masayla ilgili elektrik uyarıları geldiğinde görme merkezinde bir görüntü oluşmaz. Biz üzerindeki renkli meyvelerle masayı görüyorum derken, aslında bu zifiri karanlığa ulaşan elektrik sinyallerini görürüz.
İşte bu noktada materyalistleri kesin bir çıkmaza sokan gerçek ile karşılaşırız: Görme merkezi dediğimiz yer yağ, protein ve sinirlerden oluşur. Buraya gelen elektrik sinyallerini görüntü olarak algılayacak bir varlık yoktur. O halde beyindeki karanlığın içinde, elektrik sinyallerini, bir göze ihtiyaç duymadan seyreden kimdir?
İşte bu, materyalizmin her şeyi mutlak madde olarak göstermeye çalışan yalanları ile asla açıklanamayacak, dünyada pek çok insanın farkına varamadığı, olağanüstü bir gerçektir. Beynimizin içindeki koyu karanlıkta, göze gerek olmadan, en kaliteli televizyondan ve sinemadan daha net, üç boyutlu, gerçeği ile ayırt edilemeyecek kadar ona benzer olan masayı gören ve bunu yorumlayan bir varlık vardır.
Masaya ve üzerindeki meyvelere ait ışınlar gözümüze ulaşır, gözümüzde çeşitli işlemlerden geçerek elektrik uyarısına dönüştürülür ve bu uyarılar sinirlerle beynimizin görme merkezine iletilir. Böylece biz "çeşit çeşit renkteki meyveleri görüyorum" deriz. Beynin içinde elbette gerçek bir ekran yoktur; yani masayla ilgili elektrik uyarıları geldiğinde görme merkezinde bir görüntü oluşmaz. Biz üzerindeki renkli meyvelerle masayı görüyorum derken, aslında beynimiz içindeki zifiri karanlığa ulaşan elektrik sinyallerini görürüz. |
İşte bu kusursuz görüntüyü gören varlık, insanı hayvanlardan ve diğer tüm canlı-cansız varlıklardan ayıran, insanı yaratan Allah'ın ona "üflemiş" olduğu Ruh'tur. Allah Kuran'da "ruh"un varlığını şöyle bildirmiştir:
Hani Rabbin meleklere demişti: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım." "Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek kapanın." Böylece meleklerin tümü, topluca secde etti. (Hicr Suresi, 28-30)
Ruhun hissettiği algıların, gerçeğiyle tıpatıp aynı olması aslında çok büyük bir mucizedir. Ruh, maddenin aslıyla değil, sadece beyne ulaşan elektrik sinyalleriyle muhatap olduğu halde, maddenin sertliğini, dokusunu, şeklini renklerini gerçeğiyle birebir aynı olarak görür ve hisseder. Bu his o kadar nettir ki, kişi gördüğü ve dokunduğu şeyin aslına dokunduğuna kesin olarak inanır.
Örneğin; denizin uçsuz bucaksız, masmavi ve serin sularında yüzen bir yüzücü aslında çok büyük bir mucizeyle karşı karşıyadır. Çünkü kendini suda yüzüyor zannederken, gerçekte beyninin içindeki karanlıktan dışarıya çıkamaz. Yüzen kişi suya girdiği andan itibaren, her kulaç atışında vücudunun her bir noktasına gelen uyarılar, hücreleri tarafından anında elektrik akımına çevrilir ve beynine ulaşır. İşte bu sırada çok mucizevi bir olay gerçekleşir. Kulaç atacak kolu, parmakları, hareket edecek bacağı, kasları ve kemikleri, ıslaklığı hissedebilecek teni olmayan ruh, suyun tenine dokunduğunu, kendini yukarı kaldırdığını ve ilerlediğini hisseder.
Oysa tüm bunlar insanın beyninin içindedir. Dışarıdaki asıl suyun rengi, ısısı, yoğunluğu, kulaç atarken çıkan sesler insanın hiçbir zaman muhatap olmadığı detaylardır. Hatta insan kendi bedeninin dış dünyada var olan aslı ile dahi muhatap değildir. İnsan, kendi bedeninin de içinde olduğu tüm bu nesnelerin yalnızca kopyalarını izlemekte, duymakta ve hissetmektedir.
Ancak bu mucizevi gerçek okullarda öğretilmesine, ders kitaplarında yazılmasına ve bilimsel çalışmalarda çok geniş yer tutmasına rağmen, insanların çoğu bunu farketmez. Bu olağanüstü gerçeği farkedenlerin çoğu ise anlamak istemez.
Evinizi, içindeki eşyalarınızı veya antikalarınızı, yazlığınızı, yeni aldığınız arabanızı, ofisinizi, mücevherlerinizi, bankadaki hesabınızı, gardrobunuzu, eşinizi, çocuklarınızı, annenizi, babanızı, iş arkadaşlarınızı, kısaca sahip olduğunuz tüm maddi dünyayı simsiyah beyninizin içinde gördüğünüzü hiç düşündünüz mü? |
Buraya kadar anlattıklarımız, bir insanın dünyada karşılaşabileceği en olağanüstü, en hayret verici bilgilerdendir. Bu bilgiler doğrultusunda şu soruyu soralım: Evinizi, içindeki eşyalarınızı, arabanızı, ofisinizi, bankadaki hesabınızı, gardrobunuzu, eşinizi, çocuklarınızı, annenizi, babanızı, iş arkadaşlarınızı, kısaca sahip olduğunuz tüm maddi dünyayı simsiyah beyninizin içinde gördüğünüzü hiç düşündünüz mü?
Sadece beyninizde meydana gelen görüntüye sabitlendiğinizi, dışarıyı asla göremediğinizi, yukarıda saydıklarımızı sadece beyninizde izleyebildiğinizi, bu küçücük dünyadan asla dışarıya çıkamadığınızı hiç aklınıza getirdiniz mi?
Maddeyi tek gerçek zanneden ve ruhun varlığını inkar eden materyalistler, bu apaçık gerçekten kaçmak için türlü yönteme başvururlar. Çünkü bu gerçeği kabul etmeleri demek, tüm hayatlarını üzerine kurdukları maddeyi bir kenara atmaları demektir. İşte bu nedenle de bu büyük mucize karşısında öfkelenir, saldırganlaşır, mantıksız açıklamalar yapar ve gerçekleri saptırmaya çalışırlar.
Kimi materyalistler bu gerçek karşısında sinirlendiklerinde masaya yumruk atarak veya duvarları tekmeleyerek maddenin algı olmadığını kendilerince "ispat" etmeye çalışır ve gülünç duruma düşerler. Bir başka materyalist, bir otobüsün insanlara çarpmasını örnek vermiş ve "bakın çarpıyor, demek ki bir algı değil" demiştir. Anlamaktan kaçındıkları ve korktukları gerçek, otobüs çarpması sırasında yaşanan sertlik, darbe ve acı gibi bütün hislerin de zaten zihinde oluşan algılar olduğu, insanın otobüsün aslı ile hiçbir zaman muhatap olmadığıdır. Çarpmanın bütün sertlik, darbe ve acısı yine simsiyah beynin içinde ve yine insanın ruhu tarafından algılanmaktadır.
İnsanlık tarihi boyunca materyalist düşünce hep var oldu ve bu kişiler kendilerinden ve savundukları felsefeden çok emin bir şekilde, kendilerini yaratmış olan Allah'a baş kaldırdılar. Ortaya attıkları senaryoya göre madde ezeli ve ebediydi ve tüm bunların bir Yaratıcısı olamazdı. Bu kişiler yalnızca kibirlerinden dolayı, Allah'ı reddederlerken sahip olduklarını zannettikleri maddenin ardına sığınmışlardı. Bu felsefeden öylesine eminlerdi ki, hiçbir zaman bunun aksini ispatlayacak bir açıklama getirilemeyeceğini düşünüyorlardı.
Oysa, maddenin aslına ulaşamadığımız gerçeği ile ilgili olarak bu bölümde anlatılanlar, bu kişileri büyük bir şaşkınlığa düşürmektedir. Çünkü burada anlatılanlar felsefelerini temelden yıkıp atmakta, üzerinde tartışmaya dahi imkan bırakmamaktadır. Tüm düşüncelerini, hayatlarını, kibirlerini ve inkarlarını üzerine bina ettikleri madde, ellerinden bir çırpıda uçup gitmektedir. Körü körüne inandıkları, bel bağladıkları, güvendikleri maddesel dünyanın, içindeki her şeyle birlikte kendilerinden uzaklaştığını görmekte ve buna karşı hiçbir şey yapamamaktadırlar. Maddenin dışarıda var olan aslını gören, gerçek sesleri duyan, kokuları hisseden tek bir insan dahi yoktur ki, maddecilik olsun...
Allah'ın bir sıfatı, inkarcılara tuzak kurmasıdır. "... Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen kuruyordu. Allah, düzen kurucuların hayırlısıdır." (Enfal Suresi, 30) ayetiyle bu gerçek bildirilir.
Allah, dünyadaki varlıkların ve nesnelerin aslına her an ulaşabildiklerini zannettirerek materyalistleri de tuzağa düşürmüş ve onları tarihte benzeri görülmemiş şekilde küçültmüştür. Mallarını, mülklerini, mevkilerini, ünvanlarını, içinde bulundukları toplumu, tüm dünyayı ve aslında birer kopyadan ibaret olan her şeyi aslı sanmışlar, üstelik bunlara güvenerek Allah'a karşı büyüklenmişlerdir. Böbürlenerek Allah'a isyan etmiş (Allah’ı tenzih ederiz) ve inkarda ileri gitmişler, çekinmeden insanlara zulmetmişlerdir. Bunları yaparken de güç aldıkları tek şey madde olmuştur. Ama öyle bir anlayış eksikliği içine düşmüşlerdir ki Allah'ın kendilerini çepeçevre sarıp kuşattığını hiç düşünmemişlerdir. Allah inkarcıların anlayışsızlıkları sonucunda düşecekleri durumu Kuran'da şöyle haber vermiştir:
Yoksa hileli-bir düzen mi kurmak istiyorlar? Fakat (asıl) o inkar edenler hileli-düzene düşecek olanlardır. (Tur Suresi, 42)
Bu, belki de tarihin gördüğü en büyük yenilgidir. Materyalistler kendilerince büyüklenirken, dini inkar ederken ve iman edenlere zulmederken aslında büyük bir oyuna gelmişler, Allah'a karşı çirkin bir cesaret göstererek açtıkları savaşta kesin olarak yenilmişlerdir.
Allah bir başka ayetinde, "inkar edenlerin işleri bir seraba benzer, susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur..." (Nur Suresi, 39) diye haber verir. Materyalizm de bu ayette işaret edildiği gibi, isyan edenler ve Kuran ahlakına muhalif davranarak yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar için bir "serap" oluşturur; ona güvenerek ellerini uzattıklarında, gördükleri her şeyin yalnızca aslının bir kopyası olduğunu anlarlar. Allah onları böyle bir serapla kandırmış, bütün bu kopya sesleri, görüntüleri, kokuları, tatları aslı gibi göstermiştir.
Tarih boyunca materyalist felsefeyi benimseyen felsefeciler, liderler, profesörler, astronomlar, biyologlar, fizikçiler, ünvanları, mevkileri her ne olursa olsun maddeyi kendilerine ilah edinmeleri sebebiyle bu oyuna gelmişler, birer çocuk gibi aldanmış ve küçük düşmüşlerdir. Beyinlerindeki küçük odadan asla çıkamadıkları, dış dünya ile hiçbir şekilde karşılaşamadıkları halde tüm felsefelerini, ideolojilerini dünya ve madde üzerine kurmuşlar, bu konular hakkında ciddi tartışmalara girmişler, alaycı anlatımlar kullanmışlardır. Tüm bunlardan dolayı da kendilerini çok akıllı saymışlar, evrenin gerçeği hakkında fikir yürütebileceklerini düşünmüşler ve en önemlisi kendi sınırlı akıllarıyla Allah'ı yorumlayabileceklerini sanmışlardır. Allah, onların içine düştükleri bu durumu bir ayetinde şöyle bildirir:
Onlar bir düzen kurdular. Allah da bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. (Al-i İmran Suresi, 54)
Dünyada bazı tuzaklardan kurtulmak mümkün olabilir; ancak Allah'ın maddeyi ilah edinenlere kurduğu bu tuzak öyle sağlamdır ki, asla bir kurtuluş imkanları kalmamıştır. Ne yaparlarsa yapsınlar, kime başvururlarsa vursunlar, Allah'tan başka kendilerini kurtaracak bir yardımcı bulmaları da mümkün değildir. Allah'ın Kuran'da haber verdiği gibi, "... kendileri için Allah'tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır." (Nisa Suresi, 173)
Bu gerçeğin farkına varmak materyalistler için olabilecek en dehşet verici olaydır. Bu gerçekle birlikte, her an Allah ile beraber olduklarını, Allah'ın kendilerini her yönden sarıp kuşattığını anlamışlardır. Nitekim Allah, "kendisini tek olarak yarattığımı Bana bırak" (Müddessir Suresi, 11) ayetiyle, her insanın Kendi Katında aslında yapayalnız olduğu gerçeğine dikkat çekmiştir. Bu olağanüstü gerçek aşağıdaki ayetlerle de haber verilmiştir:
Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi 'teker teker, yapayalnız ve yalın' Bize geldiniz ve size lütfettiklerimizi arkanızda bıraktınız... (Enam Suresi, 94)
Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız, tek başlarına' geleceklerdir. (Meryem Suresi, 95)
Bu ayetlerde anlatılan gerçeğin bir manası da şudur: Maddeyi ilah edinenler, Allah'tan gelmiş ve yine O'na dönmüş ya da dönmeyi beklemektedirler. Onlar isteseler de, istemeseler de Allah'a teslim olmuşlardır. Şimdi herkes gibi hesap gününü beklemektedirler. O gün hepsi, dünyada işledikleri ve işlenmesine sebep oldukları her suçtan ötürü tek tek sorguya çekileceklerdir. Her ne kadar anlamak istemeseler de...
Muhatap olduğumuz dünyanın maddeden değil de algıdan ibaret olduğu gerçeği, materyalist felsefeyi temelinden çökertmektedir. Bu nedenle materyalist ideologlar bu gerçeğin dile getirilmesinden çok rahatsız olurlar. Hatta bu gerçeği düşünmemeye çalışır ve yandaşlarına da düşünmemeyi tavsiye ederler. Bunların başında Lenin gelmektedir. Lenin, bir asır önce yazdığı Materyalizm ve Ampiryokritisizm isimli kitabında "sakın bu konuyu düşünmeyin, yoksa materyalizmi kaybedersiniz ve kendinizi dine kaptırırsınız" anlamına gelen şu uyarıyı yapmaktadır:
"Duyularımızla algıladığımız nesnel gerçekliği bir kere yadsıdın mı, kuşkuculuğa (agnostisizm) ve öznelciliğe (subjektivizme) kayacağından, fideizme (dini inanca) karşı kullanacağın tüm silahları yitirirsin; bu da fideizmin istediği şeydir. Parmağını kaptırdın mı, önce kolun sonra tüm benliğin gider. Duyuları nesnel dünyanın bir görüntüsü olarak değil de, özel bir öğe olarak aldığında, diğer bir deyişle materyalizmden ödün verdiğinde, benliğini fideizme kaptırırsın. Sonra duyular hiç kimsenin duyuları olur, us hiç kimsenin usu, ruh hiç kimsenin ruhu, istenç hiç kimsenin istenci olur." (V.I. Lenin, Materialism and Empirio-criticism, Progress Publishers, Moskova 1970, s. 334-33))
Görüldüğü gibi, materyalistlerin "maddenin aslı" gerçeği karşısında yapabildikleri tek şey, bunu düşünmemeye çalışmaktan ibarettir. Bu, materyalizmin, insanın ancak kendi kendini kandırmasıyla ayakta duran bir hurafe olduğunun en açık ilanıdır.
Bu bölümde anlattığımız maddenin ardındaki sır konusunu doğru kavramak son derece önemlidir. Gördüğümüz tüm varlıklar, dağlar, ovalar, çiçekler, insanlar, denizler, kısacası gördüğümüz herşey, Allah'n Kuran'da var olduğunu, yoktan var ettiğini belirttiği her varlık, yaratılmıştır ve vardır. Ancak, insanlar bu varlıklarn asıllarını duyu organları yoluyla göremez veya hissedemez veya duyamazlar. Gördükleri ve hissettikleri, bu varlıkların beyinlerindeki kopyalarıdır. Bu ilmi bir gerçektir ve bugün başta tıp fakülteleri olmak üzere tüm okullarda öğretilen bilimsel bir konudur. Örneğin şu anda bu yazıyı okuyan bir insan, bu yazının aslını göremez, bu yazının aslına dokunamaz. Bu yazının aslından gelen ışık, insanın gözündeki bazı hücreler tarafından elektrik sinyaline dönüştürülür. Bu elektrik sinyali, beynin arkasındaki görme merkezine giderek, bu merkezi uyarır. Ve insann beyninin arkasında bu yazının görüntüsü oluşur. Yani siz şu anda gözünüzle, gözünüzün önündeki bir yazıyı okumuyorsunuz. Bu yazı sizin beyninizin arkasındaki görme merkezinde oluşuyor. Sizin okuduğunuz yazı, beyninizin arkasındaki "kopya yazı"dır. Bu yazının aslını ise Allah görür.
Ancak unutulmamalıdır ki, maddenin beynimizde oluşan bir hayal olması onu "yok" hale getirmez. Bize, insanın muhatap olduğu maddenin mahiyeti hakknda bilgi verir, ki bu da maddenin aslı ile hiçbir insanın muhatap olamadığı gerçeğidir. Kaldı ki dışarıda maddenin varlığını, bizden başka gören varlıklar da vardır. Allah'ın melekleri, yazıcı olarak tayin ettiği elçileri de bu dünyaya şahitlik etmektedirler:
Onun sağında ve solunda oturan iki yazıcı kaydederlerken
O, söz olarak (herhangi bir şey) söylemeyiversin, mutlaka yanında hazır bir gözetleyici vardır. (Kaf Suresi, 17-18)
Herşeyden önemlisi, en başta Allah herşeyi görmektedir. Bu dünyayı her türlü detayıyla Allah yaratmıştır ve Allah her haliyle görmektedir. Kuran ayetlerinde şöyle haber verilmektedir:
... Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki, Allah yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 233)
De ki: "Benimle aranızda şahid olarak Allah yeter; kuşkusuz O, kullarından gerçeğiyle haberdardır, görendir." (İsra Suresi, 96)
Ayrıca unutmamak gerekir ki, Allah tüm olayları "Levh-i Mahfuz" isimli kitapta kayıtlı tutmaktadır. Biz görmesek de bunların tamamı Levh-i Mahfuz'da vardır. Herşeyin, Allah'ın Katında, Levh-i Mahfuz olarak isimlendirilen "Ana Kitap"ta saklandığı şöyle bildirilmektedir:
Şüphesiz o, Bizim Katımızda olan Ana Kitap'tadır; çok Yücedir, hüküm ve hikmet doludur. (Zuhruf Suresi, 4)
... Katımızda (bütün bunları) saklayıp-koruyan bir kitap vardır. (Kaf Suresi, 4)
Gökte ve yerde gizli olan hiçbir şey yoktur ki, apaçık olan bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) olmasın. (Neml Suresi, 75)
Sen Yücesin,
bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok.
Gerçekten Sen, herşeyi bilen,
hüküm ve hikmet sahibi olansın.
(Bakara Suresi, 32)